21. Bölüm
Göksu Özbay / FATİH'İN MÜNECCİMİ / MUĞLAK (22. Bölüm)

MUĞLAK (22. Bölüm)

Göksu Özbay
suu_bay

"Bu ne telaş Melek Hatun?"

Melek, çattığı kaşlarının altından karşısındaki erkeğe bakıyor ve tanımaya çalışıyor nitekim başarılı olamıyordu.

"Affedersiniz" kendinden yanıt bekleyen erkeğe dikkatle bakarken "sizi tanımıyorum."

"Ne?" şaşkınlıkla gözlerini açıp gülümsedi "Sadece iki yıldır Amasya'dayım ve beni unuttunuz mu? Bu biraz garip ve onur kırıcı. Ben Bayezid" yoluna devam ederken şakayla gülerek ekledi "Beni tekrar unutmayın."

Melek anlam veremeyerek genç adamın ardından bakıyor ve bunun ne denli gerçek olabileceğini düşlüyordu. Elini korkuyla bir kez daha boğazına götürdü ve yara izinin varlığını kontrol etti, hâlâ oradaydı. İnkâr etme isteğiyle başını yavaşça iki yana sallıyordu ki duyduğu ayak sesleri ile arkasını döndü. Genç bir adam hızlı adımlarla kendine doğru yürüyordu ki Bayezid’in sesi duyulmuştu.

"Mustafa!"

"Ağabey!" Yüzünde yer etmeye başlayan bir gülümseme ile Melek'in yanından geçip Bayezid'e kollarını sardı.

"Ne vakittir buradasın?"

"Sadece birkaç gün."

"Bende ancak gelebildim."

"Nasılsın Melek Hatun" dedi Mustafa renkli gözlerini ağabeyinden çekerken. Nitekim Melek yanıt vermek bir yana şaşkınlıkla karşısında dikilen gençlere bakıyor, tahta kılıçlarla savaşan çocuklardan bir iz arıyor, zihninde açılan zaman boşluğunu doldurmaya çalışıyordu.

"Melek Hatun" diye araya girdi Bayezid düşünceli bir sesle ve elini kardeşinin omzuna atarak yürümeye başladı. "Bugün pek iyi görünmüyor."

Şehzadeler birkaç saniye içinde koridoru terk etmiş ancak Melek olduğu yerde dikiliyor nasıl bir hadisenin içerisinde olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"Bu saçmalık" diye söylendi başını iki yana sallayarak ve yeni bir şeyler öğrenmek için adımlarını yatakhaneye çevirdi.

Yatakhaneye henüz girmişti ki ayakları olduğu yerde durdu ve gözleri kızların üzerinde gezmeye başladı. Zira o toy kızların yerini yetişkin hatunlar almıştı. Birkaç hatunun bakışları dikkatle kendine döndüğü vakit ne edeceğini bulduramayarak yatağına ilerlemeye başladı.

Yatağına oturup düşünüyor nasıl olup da seneleri hatırlamadığını buldurmaya çalışıyordu. Derken izlendiğini hissederek çevirdiği bakışları kendine bakarak sohbet eden hatunlara denk düştü. Gözlerini kaçırıyor lakin engel olamayarak yeniden Melek'e dönüyorlardı ki diğerlerinden daha gözü pek olanı sordu.

"Söylesene Melek Hatun senin sırrın ne?"

"Ne sırrı?"

"Yüzün" diye araya girdi diğeri "bedenin herşey hâlâ aynı." Kızlardan birini işaret etti "bu hatun senden sonra geldi. Kilo aldı verdi, yakında neredeyse şakakları kırışacak. Geldiğinde zaten yaşın vardı. On seneden fazladır buradasın ne yüzünde bir kırışık var ne de boyunda posunda bir değişiklik..." Aniden sustu ve endişe ile yanındaki hatuna döndü. "Yoksa cadı mıdır bu?"

"On sene" diye yineledi anlamamazlıkla. Hemen ardından anlam veremeyerek ellerini öne uzatmış ve bir kırışıklık aramaya başlamış nitekim bulamamıştı. Emin olma isteğiyle yerinden kalktı ve bir ayna işlevi görebilecek pencerelere ilerledi. Pencerelerdeki işlemelerin dışında kalan küçük bir kısma dikkatini yöneltmiş aynı anda büyük şaşkınlığa uğramıştı. Doğruydu, hâlâ aynı görünüyordu. "Bu bir rüya" diye söylendi korkuyla. Aynı anda gözleri boynundaki yatay ve uzun bir kabartma halini alan ize takıldı ve neredeyse koşar adımlarla yatakhaneden çıktı. "Uyanmam gerek" yanağına okkalı bir tokat atmış ve hissettiği acı ile yanağını ovuşturmaya başlamıştı.

"Melek Hatun" dedi tanıdık bir ses ve bakışlarını o yöne çevirdi.

"Fatma Hatun" hâlâ yanağında olan eliyle yavaşça yanağını kaşımaya ve ilgiyle karşısındaki kadını incelemeye başladı. Aldığı kilolar bileklerini kalın bir hâle getirmiş, göz kenarlarında belli belirsiz kaz ayakları ortaya çıkmaya başlamış yine de güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş lakin eski sıcak gülüşün yerini soğuk tebessümler almıştı. Zağanos'un ölümünün ardından saraya geri dönmüş olabileceğini düşünüyordu ki gözleri Fatma Hatun'un elini çekiştiren küçük oğlana döndü.

"Şehzadem bekle" Fatma Hatun uyaran gözlerini küçük çocuğa çevirmiş aynı anda Melek'in bakışlarında büyük bir ilgi uyanmış ve çocuğu incelemeye başlamıştı. Kahverengi saçlarının altında parlayan renkli gözleri ile anne babasından belirgin izler taşıyordu.

"Hazırlıklar nasıl gidiyor?" Melek'in habersiz bakışlarına ithafen gözleri ile küçük çocuğu işaret ederek ekledi "eğlence hazırlıkları."

"Gayet iyi" diye yanıtladı neye yanıt verdiğini bile bilmeden. Fatma Hatun memnun bir bakışla geçip giderken Melek neye yanıt verdiğini buldurmaya çalışarak yürümeye devam etti. Hangi yılda olduklarını kestirmeye çalışıyordu ki Fatma Hatun'un küçük çocuğu işaret eden gözleri hatırına gelmiş ve sünnet eğlencesinden bahsettiğini anlamıştı. "Şehzadeler bu yüzden geldiler." İçinde bulunduğu durumun vahametini arttığını hissediyordu. "Sancaklara çıkmışlar. Nasıl otuz yaşımda olurum? Belki daha fazla" Ayakta duracak kudrete sahip olmadığını düşünerek duvara tutundu ve bir yanıt arayan bakışlarını yukarı çevirdi. "Geri gitmek istiyorum, lütfen..." Derken kendine doğru ilerleyen Adile Hatun dikkatini çekti. Boyu kısalmış, kiloları artmıştı.

"Melek Hatun" sesi artık eskisi gibi korkutmayı başaramıyor yalnızca yorgun olduğunu anlatıyordu "Çiçek Hatun seni çağırıyor hazırlıklar için yardıma ihtiyaç var."

Gözlerini bir yardım bekleyerek yeniden yukarı çevirdiyse de aradığını bulamamış ve yeni bir şeyler öğrenmek üzere söylenileni yapmıştı. Çok geçmeden hanedan odalarının bulunduğu koridora girmiş gelgelelim hangi olduğunu bulduramayarak olduğu yerde kalmıştı. Kapılardan birinde dikilen iki kıza yaklaştı ve omuzlarını dikleştirerek sordu.

"Çiçek hatun nerede? Biliyor musunuz?"

"Henüz odasından çıkmadı." Aynı anda diğer kızın gözleri başka bir kapıya kaymış ve Melek, ümitle kızın bakışlarının çevrildiği kapıya yönelmişti.

Henüz içeri girmişti ki gözleri üç genç kadının bir askı misali havaya kaldırdığı elbiseleri inceleyen Çiçek'i buldu. Çiçek duyduğu ayak sesleri ile kendine dönmüştü. Boyu eskisine kıyasla daha uzun, çekinik bakışları kudret doluydu.

"Gel Melek hatun" dedi aceleci bir sesle ve gözlerini bir kez daha elbiselere çevrilirken sürdürdü. "Birçok elbiseyi eledim lakin bu üçü beni kararsız kıldı. Sence bana hangisi daha çok yakışır?"

Melek olabildiğince rahat görünmeye çalışarak bakışlarını elbiselere çevirmiş ve işlemeli mor elbiseyi işaret etmişti. Nitekim olanları kafasından atamıyor ve geçen yılları niçin hatırlamadığını yahut nasıl olup da hâlâ aynı göründüğüne bir yanıt bulamıyordu. Bu esnada Çiçek gözlerini bir kez daha Melek'e çevirmiş ve durgun bakışlarla karşılaşmıştı. "Sen ne giyeceksin?" Melek anlık bir şaşkınlıkla ne diyeceğini bulduramayarak bakıyordu ki Çiçek Hatun'un yüzünü anlayışlı bir hâl aldı. "Pekâlâ" diğerlerinden daha gösterişsiz görünen bir elbiseyi uzattı. "Sana yakışacaktır."

Melek, bir süre daha odada durduktan sonra elindeki elbise ile yatakhaneye dönmüştü. Elbiseyi yatağının yanındaki sandığın üzerine bırakıp yatağına uzandı ve bir rüya gördüğünü hayal ederek uykuya daldı. Ertesi gün henüz yatakhane kapısı dâhi açılmadan gözlerini açmış ve bir kez daha penceredeki yansımasını kontrol etmiş nitekim ne o sabah ne de sonrakilerde bir fark görmemişti. Zihninde geçen yıllara dair en ufak bir anı yoktu.

Melek, başarısızlığın verdiği teslimiyetle koridorda yürüyordu ki tanıdık bir sima ile karşılaşmış ve kaşları ilgiyle kıvrılmıştı. Öyle ki Radu, üzerindeki giysilerle gerçek bir Eflak’lı gibi görünüyor lakin her zamanki Radu gibi gülümsüyordu.

"Melek Hatun, sizi görmek güzel."

"Sizi görmek de öyle."

"Görüşmeyeli epey oldu" gözleri Melek'in boynuna kaymış ve iyi göründüğüne kanaat ederek sürdürmüştü "Boynunuz artık acımıyor değil mi?"

"Hayır."

"Cornel'i bunun için ödüllendireceğim?"

"Cornel de kim? Üzgünüm" telaşla kollarını birbirine dolarken sürdürdü "gerçekten üzgünüm. Ben yabancı isimleri pek hatırımda tutamıyorum."

"Cornel, hekiminiz" diye yanıtladı anlayışla başını sallarken. "Takdir edersiniz ki o vaziyette Osmanlı hekimleri pek meşguldü ve o kan kaybı ile uzun bir yolculuğu kaldıramazdınız. En iyi seçim Eflak'lı bir hekimdi."

"Evet" yavaşça başını sallarken az da olsa bir bilgi edinmenin verdiği zaferle gülümsüyordu. "Lütfen Cornel'e şükranlarımı iletin."

"Memnuniyetle. Şimdi sultanın yanına gitmeliyim."

Melek, yatakhaneye dönmüş ve elbisesini değişerek eğlence vaktini beklemeye başlamıştı. Orta yere konulan güzellik malzemelerinin başına üşüşen kadınlar allık ve rujları yüzlerine sürüyor, daha güzel göründükleri düşünerek gülüşüyordu. Hevesle kadınların arasında kendine yol açmaya ve çok geçmeden dudaklarını renklendirmeye, gülüşlerini paylaşmaya başlamıştı. Nitekim saatler geçip de haremdeki eğlence başladığı gülümsemelerin yerini ifadesiz bir surat aldı. Nerede duracağını geçen yıllar içerisinde kimlerle nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu bilmemenin verdiği kararsızlıkla bir köşede dikiliyordu.

Maharetli olan cariyeler dans ediyor, misafirler birer birer harem salonunda beliriyordu. Tanıdık tanımadık yüzlerin her biri şık giysiler içerisinde kudretini yahut sadakatini kanıtlama isteğiyle endamını gösteriyordu. Derken suretlerden biri öne çıkıp diğerlerini görünmez kılarak Melek'e yaklaşmıştı.

"Siz" dedi beyaz yüzlü bir kadın ve kahverengi gözleriyle Melek'in boynundaki ize dikkatle bakıp doğruluğuna emin olarak sürdürdü "müneccim sizsiniz değil mi?"

"Evet" kiminle sohbet ettiğini anlamaya çalışarak kaşlarını kırıştırdı.

"Ben, Mahmud paşanın zevcesi adım Hümeyra." Aynı anda Melek'in gözleri şaşkınlıkla büyümüştü. "Yıldızlar sizinle konuşurmuş. Benim için onlara bir soru sorar mısınız?"

"Ne sormamı istiyorsunuz?"

"Bazı vakitler olur ki aklım susar kalbim konuşmaya başlar bazı vakitler ise tam tersi. Lakin ikisi de birbirine karşı." Utanan gözleri merakla açılırken sordu "Hangisini dinlemeliyim? Aklımı mı kalbimi mi?" Melek ne diyeceğini bulduramayarak kadına bakıyor ve bu sualin şehzade Mustafa ile bir ilgisi olup olamayacağını düşünüyordu.

"Yıldızlar hemen yanıt verir mi yoksa..."

"Beklemek lazım" diye sözünü kesti telaşla "şayet uygun görürlerse vakti geldiğinde konuşurlar" ve adımlarını başka bir yöne çevirmeden önce ekledi. "İyi eğlenceler Hümeyra Hatun."

Melek, eğlenen kadınlara son bir göz atıp taşlığa çıktı ve yalnız kalabileceği bir köşeye oturup düşünmeye başladı. Geçen yıllarını düşünüyor her saniye daha da hüzünleniyordu. Geldiği vakit burada olan pek çok cariye artık saraydan emekli olup gitmiş belki de bir yuva kurmuş yahut kendi ailelerinin yanına gitmişti.

Saatler sonra müzik sesleri susup eğlence sona erdiği vakit adımlarını yatakhaneye çevirerek yatağına uzanmış ve gıcırdayarak açılan yatakhane kapısı ile uyanmıştı.

Bir süre yatakhane de kaldıysa da geçen her dakika ile duvarların birbirine yaklaştığını hissediyor ve bu hissiyattan büyük bir rahatsızlık duyuyordu. Rüzgârın esinti ile rahat bir nefes alacağını düşünerek koridora çıktı ve bahçeye ilerlemeye başladı. Birbirine doladığı kolları ile ilerliyordu ki şehzadeler'e denk düşmüş aynı anda yüzüne düşünceli bir ifade yerleşirken sessizce söylendi. “Sanırım bu koridorda bir şey var. Tüm karşılaşmalara şahit” derin bir nefes alarak gülümsedi ve başını eğerek selam verdi.

"Hayırlı sabahlar, Melek hatun" dedi Bayezid ve gülümsedi.

"Hayırlı sabahlar şehzadem."

"Umarım bugün daha iyisinizdir."

"İyi değilse de iyileşecek" diye araya girdi Mustafa ve Melek'e döndü "kuş evlerini gördünüz mü?"

"Kuş evleri mi?"

"Mustafa'nın yeni eğlencesi" diye açıkladı gözlerini devirerek. Aynı anda Mustafa'nın yüzünü bir hoşnutsuzluk kaplamış ancak Melek'in ilgili bakışlarını görür görmez eski haline bürünerek anlatmaya başlamıştı.

"Karaman'da edindiğim bir uğraş. Takdir edersiniz ki bahçeyi güzelleştiren çiçekler ve kuşlardır. Lakin kar yağdığında çiçekler solar kuşlar yeni bir ev aramaya gider. Çiçekler için henüz bir şey bulamadım lakin kuşlara derman oluyoruz. Her ağaca kare şeklinde küçük tahta evler yerleştiriyor ve kuşları ev sahibi yapıyoruz. Bu sayede her daim kuş sesleri ile uyanıyor ve uyuyoruz" gizlemeye çalıştığı bir heyecanla sordu "görmek ister misiniz?"

"Kuş evleri" diye yineledi, gözlerini Bayezid'in umursamaz bakışlarına hemen ardından yeniden Mustafa'ya çevirirken ve gülümseyerek sürdürdü "çok isterim."

Mustafa yüzüne yayılan bir memnuniyetle hızlı adımlarla bahçede yürürken bahçeyi çevreleyen ağaçlardan birinin dalına asılı kuş evini işaret ediyordu.

"Güzel görünüyor" sorgulayan bakışlarını Mustafa'ya çevirdi "tahta değil mi?"

"Evet" diye onayladı "her biri artık kullanılmayacak kadar yıpranmış ya da küçük tahtalardan yapıldı."

"Bunları" diye araya girdi Bayezid işaret parmağını ağaca doğrulturken "nasıl bir arada tuttun? Bağlamış olamazsın ip göremiyorum."

"Çiriş ile yapıştırdım. Düşündüm ki ayakkabılarda işe yarıyor tahta da niye yaramasın?" Başını yavaşça sallarken Melek'e döndü ve bir sır verir gibi sesini alçalttı "sadece biraz daha fazla kullanmak gerekti."

"Çok güzel olmuş" dedi Melek gülümseyerek "eminim içlerinde kendi ellerinizle yaptıklarınız da vardır."

"Sadece iki tane."

"Olsun. Bu çok düşünceli bir hareket, şehzadem."

"Evet" diye araya girdi Bayezid destek veren bir bakışla ve gözlerini uyaran bir bakışla kardeşine çevirdi "bir kuş evinden daha önemli şeyler var."

"Doğru ama babam hep ne der hatırla. Ses etmeden de duyulur dertler yeter ki dinlemesini bil. Kışın sert soğuklar geldiği vakit bu kuşların hayatta kalmak için bir şansı olacak" gülümseyerek ekledi "benim sayemde."

İki kardeş de haklılığını kanıtlamak isteyerek bakışlarını birbirinin üzerinde gezdiriyordu. Göz bebekleri öylesine inatçı fakat tehditsiz hareket ediyordu ki Melek hâlâ tahta kılıçlarla dövüşen iki çocuk olduklarını düşünmüştü.

Sonbahar rüzgarı esmeye başlamış ve Melek izin isteyerek yatakhaneye geri dönmüştü. Dost mu düşman mı olduğunu bile kestiremediği kızların yanında yalnız olmaktan çekiniyor, bilgisizliğinin getirdiği eksiklikle korkuya kapılıyordu.

Akşam olup yatakhane kapıları kapandığı vakit yataklar yeniden hazırlanmaya başlamıştı. Melek yaşadığı kargaşadan uzaklaşma isteğiyle yatağına uzanıp gözlerini kapadı ve yavaş nefesler almaya başladı. Derken irkilerek gözlerini açmış ve yerinde doğrularak başını çevirmişti. Aynı anda uyuyan kızları görerek uyuya kaldığını idrak ederek yerinde doğruldu ve izlemeye başladı. Her biri tasasız bir halde uyuyor, kimileri gülümsüyor belli ki hoş bir rüya görüyordu. Tüm bunlar her şeyden habersiz oldukları içindi. Başını önüne eğip derin bir nefes aldıktan sonra ses çıkarmamaya dikkat ederek giysi sandığını açtı. Pelerinini eline almış aynı anda düşünceleri geçmişe gitmişti. Öyle ki damlalar dudaklarının üzerinden kayıp akana dek ağladığının farkına bile varmamıştı.

Sarayda tıkılıp kalmaya daha fazla dayanamayacağını düşünerek giysisini sakladığı pelerin ile koridora çıktı. Etrafta kimsenin olmadığına kanaat eder etmez hızla gizli geçide girdi ve ilerlemeye başladı. Derken kulağına gelen bir taş sesi geçitte yalnız olmadığını kanıtlamıştı. Bir an geri dönmeyi de ileri gitmeyi de göze alamayarak olduğu yerde kaldıysa da yavaş adımlarla ilerlemeyi sürdürmüştü.

Açılıp kapanan kapı sesi ile artık geçitte yalnız olduğuna kanaat getirerek adımlarını hızlandırdı ve çok geçmeden kendini dışarıda buldu. Kapıdan henüz çıkmıştı ki uçuşan bir pelerin dikkatini çekmiş ve ilgiyle o yöne ilerlemeye başlamıştı. Öyle ki geçitten başka kimlerin haberi olduğunu öğrenerek az da olsa bir kudrete erişeceğini düşünüyordu. Kısa süre sonra pazar meydanına varmış, kimi aradığını bile bilmeden kalabalığı araştırmaya başlamıştı. Derken gözleri dar bir sokağa ilişmiş ve aradığını bulmuştu. Mustafa, kalabalığa arkası dönük bir kadınla bir şeyler konuşuyor gözleri gülüyordu.

"Hümeyra hatun" diye söylendi şaşkınlıkla ve olabildiğince yaklaşarak merakla izlemeye başladı. Hatunun, gizlemeye çalıştığı siyah ve kıvırcık saçları pelerinin altından akıp Mustafa'nın parmaklarına takılıyordu. Derken Mustafa'nın bakışları Melek'e denk düşmüş, kaşları tedirginlikle kıvrılmıştı. Melek'i görüş alanından çıkarmamaya dikkat ederek karşısındaki hatuna birkaç kelime etti ve hatun hızlı adımlarla sokağı terk ederek yoluna devam etmeye başladığı vakit adımlarını Melek'e çevirdi. Yeterince yaklaştığına kanaat eder etmez gözlerini Melek'e dikerek sordu

"Söylesene Melek Hatun, neden saray dışındasın" etrafı kolaçan ederek ekledi "üstelik yalnız."

"Sanırım" bakışlarını az evvelki hatunun gittiği yöne hemen ardından yeniden Mustafa'ya çevirdi "gizli bir buluşmaydı."

"Pekâlâ" kararlılıkla kollarını birbirine dolayıp derin bir nefes aldı "kısa bir süre sonra gizli kalmayacak."

"Kalmalı."

"Hayır" yüzünü sahte bir gülümseme almış lakin hızla silinmişti. Duymazdan gelerek başını iki yana sallayarak sürdürdü. "Aşk gizlenmeyi değil haykırılmayı hak eder."

"Ama o hatunla değil. O hatun sonunuz olacak. Sarayda pek çok hatun var eminim sizin için..."

"Pekâlâ. Sonum gelecekse onunla gelsin" ikna etme isteğiyle sürdürdü "başka bir hatun istemiyorum, özellikle de saraydaki hatunları."

"Şehzadem" sesi sertleşmeye başlamıştı. "Bu olay Mahmud Paşa'nın kulağına gittiği vakit işler karışır."

"Mahmud Paşa'nın bununla ne ilgisi var?"

"Siz onun zevci ile" sözlerinin doğruluğunu tartarak susmuştu ki Mustafa sürdürdü.

"Sadece bir iyilik istedim. Bak şu hatuna ağzında bakla ıslanmazmış meğer."

"Ne iyiliği?" Mustafa bir an kararsızlıkla gözlerini başka yöne çevirmiş lakin birine anlatma isteği ağır basmıştı.

"Bosna'nın fethinden bir süre sonra şehirde yürüyordum. Niyetim sadece saraydan biraz uzaklaşmak ve bir şehzade gibi değil normal bir insan olarak gezmekti. Bağırış sesleri duydum ve öğrenmek için yaklaştım. Bir grup insan ayaklanma başlatıyor, sağa sola saldırıyordu. Tüm o yıkıma son vermek istedim lakin kim olduğumu öğrenmeleri işleri büyütebilirdi. Bir an evvel saraya dönmem gerektiğini düşünerek arkamı dönmüştüm ki irice birine çarptım. Tam o anda farklı bir şey hissettim. Arkamı döndüm ama o çoktan geçip gitmişti. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Sonra karnımda bir sıcaklık hissederek gözlerimi çevirdim ama gözlerim bulanmaya başladı. Bıçaklanmıştım." Bakışlarını başka bir yöne hemen ardından bir kez daha Melek'e çevirdi. "Hayatımda aldığım en güzel yaraydı. Yaramı sardı, ilaç verdi ve yemek yedirdi. Ne demeye çalıştığımı anlıyor musunuz" gülümsedi. "O şehzade Mustafa'ya yardım etmedi, şehzade Mustafa'yı doyurmadı. Eski ve pis giysiler içinde sıradan birine yardım etti. Sıradan bir adama âşık oldu. Sarayda her günü ölüm korkusuyla geçen hangi kadının aşkı gerçek olur?"

"Peki bu olayın Mahmud Paşa'nın zevci ile ne ilgisi var?"

"Sancaktan geldiğim her vakit kendisine buluşma yeri ile zamanını yazdığım bir mektup veriyorum ve o da benim için iletiyor, tâbi bir nefer olarak" omuzlarını kıstı ve şakayla gülümsedi "Ne yapabilirdim ki? Bana isyanın içinde ne işim olduğunu sordu. Bende izinli bir nefer olduğumu söyledim."

"Sıradan bir neferin paşanın eşi ile işi ne?"

"Eğer Paşa aşka inanan biri olsaydı pekâlâ kendisinden isterdim lakin yaradan onu böyle yaratmış."

"Hayır demek istediğim bu değil. Gönlünüze giren o hatun buna inanmaz."

"Sıradan bir hatun Mahmud paşanın bu kadar öfkeli olduğunu nereden bilsin" alayla gülümsedi "sanırım paşaya istemeden bir iyilik yapıyorum. Her neyse ben sancaktan dönene dek böyle cana yakın bir adam olarak tanınması daha hayırlı."

"Senin içindi" diye söylendi ne söylediğinin farkına bile varmadan. Kendini bir anda bu çağda bulmasının bir nedeni olmalıydı. O, bu nedeni her ne kadar Fatih'in ölümünü engellemesi gerektiğine bağlamış olsa da başka bir nedeni olabilirdi. Zira pek çok kez şehzade Mustafa'nın bir suikast ile öldürüldüğünü okumuş şimdi ise bu çağda bulunma nedeninin şehzadenin ölümü ile bir ilgisi olabileceğini, geçen yılların sadece sultanın güvenini kazanmak için harcanmış olabileceğini düşünüyordu. “Şehzadem" dedi telaşla "o halde bu durumda..."

"Sizi görmedim ve beni görmediniz. Yine de söyleyin sizin dışarıda işiniz ne?"

Sadece biraz yürüyüş yapmak istedim. Takdir edersiniz ki ayaklarım saraydaki her koridorda, bahçenin her köşesinde kendine yer buldu ama şehir..."

 

.

 

*Muğlak - Anlaşılması güç, anlaşılmaz, karışık.

*Osmanlı harem kadınları, allık için gül goncası ve hibiscus bitkilerini havanda döverek güzel kokulu bir karışım elde eder. Yine aynı gül goncası ve hibiscus karışımını suyla karıştırarak parlak kırmızı bir ruj elde ederlerdi.

*Çiriş - Osmanlı döneminde Anadolu'da çiriş adı verilen bir yapıştırıcı dericilik ve deri ayakkabı yapımında kullanılmıştır. Bu yapıştırıcı zambakgillerden beyaz çiçekli çiriş köklerinden elde edilirdi.

*Nefer- Rütbesiz asker, er.

 

Bölüm : 11.01.2025 12:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...