

Düşünceler arasında koşarken yorgun düşerek uykuya dalmış nitekim yankılanan ezan sesiyle gözlerini aralamıştı. Dirseklerinden güçlük alarak yerinde doğruldu ve gözlerini ümitsizlikle odanın içinde gezdirmeye başladı. Derken kulağına çalınan tabak sesleri dikkatini çekmiş ve adımlarını merdivenlere çevirmişti. Henüz birkaç merdiven inmişti ki mutfaktan çıkan annesi ile denk düştü.
"Anca uyandın değil mi" dedi Hatice Hanım öfkeli bakışlarını kızından çekerken ve elindeki tabaklarla yemek masasına ilerlerken ekledi. "Hoşafları getir."
Melek, kendine söylenileni yaparak mutfağa girmiş aynı anda dış kapı açılarak babasının sesi işitilir olmuştu. Dikkatini kısa bir an seslere verdiyse de hoşafların bulunduğu tepsiyi alarak odaya ilerledi. Annesinin gözetimi altında tabakları masaya yerleştirmeye başlamış aynı anda Cihan babasının peşi sıra odaya girmişti. Hemen ardından Mustafa Bey masanın başına geçerek yemek vaktinin geldiğini ilan etmiş ve kaşıklar hareket etmeye başlamıştı.
Yemek sona erdiği vakit Mustafa Bey televizyonun karşısındakine koltuğuna kurulup peşi sıra ilerleyen oğluna televizyonu işaret ederek söyledi.
"Şu havadis-i averi çalıştır bakalım."
Cihan kendine söylenileni yaparak koltuğa geçip oturmuştu ki Melek, annesi ile içeri girdi.
"Yine mi açtınız şu şeytan icadını" dedi Hatice Hanım televizyona hazzetmeyen bir bakış atarak ve çayları servis etmeye başladı.
Melek ise televizyona gelişi güzel bir bakış attıktan sonra annesinin uyarısı ile sehpaları çıkarmaya başlamıştı. Derken babasının gözlerini üzerinde hissederek dönmüş aynı anda Mustafa Bey elini kapıya doğrultarak konuşmuştu.
"Melek" gülümsedi. "Askılıktan ceketimi getiriver kızım."
Melek onaylayan bir baş işaretiyle odadan çıkmış ve alışkın bir tavırla adımlarını kapı kenarına çevirmişti. Nitekim üst üste asılı ceketler ve yeleklerden hangisinin doğru olduğunu bulduramıyordu. Bir iz bulma ümidiyle ceketlerin ceplerini karıştırmaya başlamıştı. Derken bir kâğıt dikkatini çekmiş ve eline alıp okumaya başlamıştı. Çok geçmeden bunun bir icazetname olduğunu anlayarak kâğıdı yerine bıraktı ve artık babasının olduğuna emin olduğu ceketi de alarak odaya döndü.
Kapıdan henüz adım atmıştı ki duyduğu yabancı bir ses dikkatini çekmiş ve bakışlarını o yöne çevirmişti. Aynı anda televizyonda konuşan erkek gözüne ilişmişti. Ceketi babasına uzatıp boş bir koltuğa geçmişti ki Mustafa Bey'in sesi duyuldu.
"İcazetnamen" diye açıkladı Mustafa Bey, ceketinden çıkardığı kâğıdı kızına uzatırken.
"Teşekkür ederim" çekinerek ve babasının ilgili bakışları altında kâğıdı bir kez daha eline alıp gözlerini kâğıtta gezdirmeye başladı. Genel olarak gayet başarılı bir diplomaya benziyor olsa da içinde bulunduğu şartlarda ne edeceğini bulduramayarak gözlerini televizyona çevirdi.
Ertesi gün öğle vaktiydi. Melek kahvaltı bulaşıklarını yıkıyor, annesi ise ocağı temizliyordu. Hatice hanım yılların verdiği pratiklikle işini hızla bitirmiş ve kızına dönmüştü.
"Bırak ben hallederim" kızının elindeki süngeri alırken "sen üzerine güzel bir entari giy de Melahat teyzene gidelim" ve şakacı bir tebessümle uyardı "güllaç yapacakmış, sen seversin."
Melek onaylayan bir baş işaretiyle mutfaktan çıkmıştı. Odasına girer girmez giysi dolabını karıştırmaya ve uygun bir giysi aramaya başladı. Çok geçmeden bir elbisede karar kılarak üzerine geçirmeye başlamıştı ki annesinin hızlı olmasını haykıran sesi duyulur olmuştu. Elinden geldiğince hızlandıktan sonra merdivenleri inmeye başladı. Annesi çoktan giyinmiş kapının önünde baş örtüsünü bağlamaya çalışıyordu. Sokaklarda yahut diğer evlerde neler olduğunu bir an evvel öğrenmek isteyerek kapıya uzanmış aynı anda annesi kolunu yakalamıştı.
"Çarşafını almadan nereye gidersin" ve askıdan aldığı siyah çarşafı uzatıp kendi çarşafını giyerken sürdürdü "aklın hep bir karış havada."
Melek annesini duymazdan gelerek gözlerini elindeki çarşafa çevirdi. Saraydan dışarı çıktığı vakitler üzerine geçirdiği pelerini hatırlatıyor lakin o pelerin saçlarını örtüp yüzünü özgür bırakırken bu ise yalnızca gözlerini görünür kılıyordu. Derken annesinin sorgulayan bakışlarıyla karşılaşmış ve sahte bir gülümseme ile çarşafı hızla üzerine geçirmişti.
Sokağa henüz adımını atmıştı ki evlerin dış cephelerindeki farklılık kendini belli etmiş ve kontrol etmek için kendi evine dönmüştü. Beton örülü alt kat, ahşap üst katla bir bütün olup çıkmış tarihi bir ev görünümü çiziyordu. Parmak uçlarını hayranlıkla duvarda gezdiriyordu ki duyduğu ayak sesleri ile dikkatini evden çekerek annesinin peşinde ilerlemeye başladı. Aynı anda duyduğu korna sesi ile bakışları sokağın sonuna çevrilmişti. Bir şahini andıran fakat çok daha hızlı sürüşe sahip olan bir otomobil sokağı geçiyordu. Derken annesinin adımları sokakta bulunan başka bir evin önünde durmuş ve büyük işlemeli bir tokmağın hemen altında yer alan daha mütevazi görünen tokmağı vurmaya başlamıştı.
Kısa bir bekleyişin ardından kapı yavaşça aralandı ve Melahat hatunun yüzü kendini gösterdi. Memnun bir gülümseme ile Hatice hatunu içeri davet etmiş Melek ise bir gölge gibi annesinin adımlarını takip edip içeri girdikten sonra yine annesi gibi çarşafını çıkarıp askıya bıraktı ve kendilerine gösterilen odaya ilerlemeye başladı.
Hâl hatır sorulup sohbete başlanmış, iki ahretin sesleri birbirine karışır olmuştu ki Melahat hatun ikramlıklarını getirmek için ayaklandı. Aynı anda Hatice hatunun eli ahretinin bileğini yakalarken konuştu.
"Bırak hatun ikramı, el miyiz? Biz senin tatlı sohbetine geldik."
"Bilirim, bilirim" ahretinin eline hafifçe vururken "lakin boş oturmak olmaz" yerine oturup gözlerini Melek'e çevirdi. "Hadi madem meleğimiz getiriversin de tatlı ellerinden yiyelim tatlımızı." Sözlerini henüz tamamlamıştı ki Hatice hatunun gözleri uyaran bir bakışla kızına çevrilmişti. Melek gizlemeye çalıştığı bir rahatsızlıkla ayağa kalkmaya hazırlanıyordu ki Melahat hatun kapıyı işaret ederek ekledi. "Kızım bak hepsi tezgâhın üzerinde."
Melek sahte bir tebessümle odadan çıkıp mutfağı araştırmaya koyulmuştu ki kapı dibine yerleştirilmiş buzdolabı dikkatini çekti. Emin adımlarla mutfağa girip gözlerini tezgâha çevirdi ve kendini bekleyen tepsiyi tutacaklarından yakaladı. Aynı anda gözleri özenle hazırlanan güllaçlar ve limonatalar üzerinde gezinmeye başlamıştı.
"Şeker komasına gireceğiz herhalde" diye söylendi beğenmemezlikle başını iki yana sallarken ve mutfaktan çıktı. Yüzüne yaydığı sahte bir gülümseme ile odaya girmiş ve tepsiyi uygun gördüğü bir yere bırakıp kendine işaret edilen sehpaları çıkarmaya başlamıştı. Yerleştirdiği sehpaları ikramlarla donatıp Melahat hanımın ilgili bakışları altında yerine geçti.
"Pek güzeldir maşallah" Melek'e takdir eden bir bakış atarak ve Hatice hanıma dönerek ekledi. "Allah sahibine bağışlasın."
"Âmin inşallah" gururla omuzlarını dikleştirdi "inşallah yakında kuracak yuvasını?"
"Duydum ahretim duydum. Ne vakit düşünürsünüz cemiyeti?" Aynı anda Melek'in gözleri şaşkınlıkla açılmış ve bir yanıt arayarak gözlerini annesine çevirmiş nitekim bakışlarını yakalayamamıştı. Rahatsızlıkla kavradığı limonata bardağını ağzına götürüp içerken gözleri annesinin üzerinde gezinmeye devam ediyor nitekim fark edilmiyordu. Saatler geçip eve dönmeye karar verdikleri vakit çarşafını hızla üzerine geçirerek sabırsızlıkla kendini dışarı attı. Öyle ki annesinin ayıplayan bakışları bir ok gibi üzerine saplanmış nitekim bu kez fark edilmeyen Hatice Hanım olmuştu."Ne cemiyeti anne" diye sordu peçesinin üzerinden görünen gözlerini sorguyla açarak. Nitekim annesi anlam veremeyen bir bakış atmakla yetinerek ilerliyordu. Derdini anlatamadığını düşünerek düzeltti. "Validem, validem" bir yanıt dileyerek annesinin peşinden eve girdi "ne cemiyetinden bahseder o hatun?" Hatice hatun kızını görmezden gelerek çarşafını çıkarıp askıya asmış ve tahammülsüzlük kokan bir sesle yanıtlamıştı.
"Ne cemiyeti olacak senin düğününü der, Melahat hatun." Aynı anda Melek'in kalbi telaşla atmaya başlamış ve kesin bir sesle söylemişti.
"Evlenmeyeceğim."
"Ne demek evlenmeyeceğim" kendine getirmek isteğiyle kızının kolunu yakaladı "divane misin sen? Kendin olur dedin. Oyun mu oynanır sanırsın?"
"Eğer" gözlerini endişeyle kolunu yakalayan ele çevirmiş hemen ardından tehditkâr bir tavırla annesine dönmüştü. "Eğer beni evlendirmeye kalkarsanız sizi şikâyet ederim." Nitekim daha sözleri ağzından çıkar çıkmaz söylediklerinin imkansızlığı hatırına düşmüş, gözleri korkuya bürünmüştü.
Hatice hatun anlam veremeyerek kaşlarını karıştırıyordu ki kızının korkulu bakışları dikkatini celp etti. Muallakta kaldığını hissederek yakaladığı kolu serbest bırakarak oturma odasına geçmişti. Melek, bir çıkar yol arıyor nitekim bulduramıyordu. Zira Osmanlı her vakit ilgi duyduğu bir devir olduysa da bilgisizliğin yahut yabancılaşmanın verdiği endişe ile kendini güvende hissetmiyordu. Endişeye karışan bir telaşla annesinin peşinden odaya ilerledi. Odaya henüz girmişti ki annesinin bıkkın bakışları kendine döndü.
"Evlenmeyeceğim" diye yineledi ve daha kudretli görünme isteğiyle kollarını birbirine doladı.
"Vazgeçtim."
"Vaz mı geçtin?" Öfkeyle kızına ilerledi. "Kaç yaşına geldiğinden senin haberin var mı?" Aynı anda Melek'in kaşları bir yanıt arayarak kırışmış ve bakışları ellerine dönmüştü. "Nerede görünmüş yirmi yaşında hatunun zevc sahibi olmadığı?"
"Yirmi" diye yineledi anlam veremeyerek.
"Okuyacağım diye tutturdun da evde kaldın. İstemeye gelen başka bir Allah'ın kulu yok!" Aynı anda Melek'in hatırı okuduğu bildirilere kaymış gözleri bir ışıkla parlamıştı.
"Sadece dört yıl geçti" ve bir şeyi kanıtlamak ister gibi ellerini beline dayadı "hatırla sultan Macid ne dedi, hatun kişiler on altı olmadan zevc eyleyemez. Daha dört yıl geçti elbet bulurum birini."
"Kanun akdidir o, yaşı geçmiş hatuna kim kanun önünde akit eyler."
"Cihan" diye haykırdı bir kurtuluş ümidiyle ve sürdürdü "önce Cihan evlenecek. İlk o doğdu."
"Evlenecek elbet lakin zevcesinden yeni ayrıldı. Nerede görünmüş hatunun evlat istemediği. Bunun erkeni geçi mi olur? Lakin bak kim kaybetti? Kollarını birbirine dolayarak ağır adımlarla odanın içinde yürürken sürdürdü. "Ben daha o gün hatun bulurdum aslanıma lakin yüreği hassastır. Bir vakit beklemek lazım gelir." Gözlerini kızına çevirerek ekledi. "Sakın ola bu davayı bir daha açma."
Melek bir çare arayarak gözlerini etrafta gezdirmiş nitekim yenik düştüğünü hissederek odasına yönelmişti. Dakikalar, saatler birbirini kovalamış, gözünü kapatıp açıyor, kendini tokatlayıp çimdiriyor lakin sonunda yalnızca canının yandığı ile kalıyordu. Sıkıntı ile dahası bir devleti yok etmenin verdiği ağırlık ile yerinden kalktı ve gözlerini pencereye çevirdi. Sokağı hep hayal ettiği o tarihi evler sarmıştı. Derken çocuk sesleri duyulur olmuş, gözleri oyun oynayan küçüklere çevrilmiş ve tebessümle izlemeye başlamıştı.
Küçük oğlanlar aralarına aldıkları bir topu birbirlerinden kaçırıyor gülüşüp eğleniyorlardı. Tebessümle gözlerini çocuklardan çekmiş aynı anda dikkatini pencereden dışarıyı izleyen bir kız çocuğu çekmişti. İmrenerek dışarıyı izliyor oğlanlardan biri topu her ayağına aldığında gözleri heyecanla büyüyordu. Derken belini kavrayan bir el küçük çocuğu içeri çekerek heyecanına son vermişti. Aynı anda sokaktan geçen bir çift dikkatini çekmiş ve bakışları o yöne çevrilmişti. Çarşafın altından fark edilen ince vücudu ve kısa boyu ile pek genç görünen bir hatun kucağındaki bebekle muhtemel ki zevcinin ardında yürüyor, adımlarına yetişmeye çalışıyordu.
"Bu benim hayatım değil" diye söylendi pencereden uzaklaşarak. Yaşanılan her şeyin bir rüya olduğunu ümit ederek gözlerini kapamış lakin bir işe yaramamıştı. Her geçen an nefesi daralıyor öyle ki duvarlar bir mıknatıs misali birbirine yaklaşıyor gibiydi. Adımlarını odanın dışına çevirdi ve merdivenleri hızla inmeye başladı.
Öfkesini yatıştırmak isteğiyle mutfağa girdi ve alışıldık bir tavırla tezgâhın üzerindeki cezveyi yakaladı. Cezveyi ocağa bıraktıktan sonra kahve almak için dolabı açmıştı ki cayarak elini çekti.
"Kanuni yoksa kahve de yok" diye söylendi sırtını mutfak tezgahına dayarken. Aynı anda duvara asılı bir poşet içindeki kurutulmuş papatyalar dikkatini çekmişti. "Papatya sevmem" ve dolabı karıştırmaya başladı. Kavanozları teker teker eline alıyor bir karar kılmaya çabalıyordu. Derken duyduğu şangırtı ile kaşları kırışmış ve arkalara saklanan kavanozu yakalamıştı. Bu yerden kurtulması gerektiğine kanaat ederek "kahve yok" dedi sinsi bir tebessümle "ama mutfak parası var." Ses çıkarmamaya dikkat ederek kucakladığı kavanoz ile odasına döndü.
Odasına varır varmaz kavanozu yatağına döküp oturdu. Her biri orta yaşlı bir erkeğin sureti ile bezenen büyüklü küçüklü madeni paralar bir tepe oluşturmuştu. Ederlerinin ne olduğunu anlamaya çalışıyor lakin bulduramıyordu. Nihayetinde bir fikir edinmeye çalışarak saymaya başlamış ve kendini yeterli olduğuna ikna ederek dolabın kapısını açmıştı. Giysilerin arasında güçlükle görünen bir çantayı yakaladı ve paraları içine bıraktıktan sonra gözlerini komodine çevirdi. Ne olursa olsun bu devirde muhakkak bir kimliği olmalıydı. Komodini, dolabı, yatağın altını karıştırıyor nitekim tahmin edilebilecek her yere bakmasına karşın kimliğini bulamıyordu.
"Yirmi birinci yüzyıl ha" diye söylendi olduğu yere otururken ve gözlerini şüphe ile kapıya çevirdi. Emin olma isteği ile yerden destek alarak ayaklanıp anne ve babasının yatak odasına girmişti. Etrafı dağıtmamaya özen göstererek komodinleri, giysileri araştırmaya başlamış çok geçmeden aradığını duvara asılı kuran çantasının içinde bulmuştu. Kararlı adımlarla odasına döndü ve dolaptan aldığı çantayı uygun gördüğü birkaç parça giysi ile doldurmaya başladı. Hazır olduğuna kanaat eder etmez çantasını alarak merdivenleri inmeye başlamıştı.
Merdivenleri indiği vakit ses çıkarmamaya dikkat ederek başını odaya uzattı. Nitekim kendisini boş koltuklar karşılamış, annesini görmemişti. Yakalanacağını düşünerek gözlerini korku ile mutfağa çevirdi. Aynı anda lavabodan gelen su sesi ile rahata ererek korkak adımlarını kapıya çevirdi. Derken gıcırdayan kapı sesi ile adımlarını hızlandırmış ve telaşla kendini dışarı atmıştı.
Hızlı ve hatta neredeyse koşar adımlarla ilerliyor bu esnada pek çok suret yadırgayan bakışlarını kendine çeviriyordu. Bir kusur arayarak gözlerini vücuduna çevirmiş aynı anda adımları durmuştu. Pek çok kadının aksine çarşaf, ferace yahut bir baş örtüsü giyinmemiş dahası kollarını yarıya dek açıkta bırakan ev elbisesi ile saçlarını açık bırakan hatunlardan bile müptezel göründüğünü hissediyordu. Bir an geri dönmeyi düşündüyse gözlerini insanlardan kaçırarak ilerlemeyi sürdürmüştü. Derken kalabalığın arasında kendine ilerleyen ağabeyi dikkatini çekti. Cihan çatılmış kaşlarla kendine koşuyor kontrol etme isteğiyle etrafına bakıyordu ki çok geçmeden kardeşinin kolunu yakaladı.
"Çarşafını almadan ne çıkarsın?" Hızlı adımlarla eve doğru ilerliyor ve kardeşini de peşi sıra sürüklüyordu ki adımları yavaşlamış, gözleri endişe ile karşıda bir noktaya çevrilmişti. "Hay Allah, müstakbel zevcin."
"Zevcim falan yok benim" diye haykırdı ve isyan eden bakışlarını kalabalığa çevirdi. Tüm bu insanların içinde bir suret ayrılıyor öyle ki onun varlığı diğer her şeyi görünmez kılıyordu. "Nicholas." En ufak bir fark olmaksızın aynı görünüyordu. Kolunu hiddetle ağabeyinden kurtardıktan sonra bu defa peşini bırakmayacağını bağıran hızlı bir o kadar da sert adımlarla Nicholas'a doğru ilerlemeye başlamış ve kısa süre sonra ise kendine şaşkınlıkla bakan genç adamın yakasına yapışmıştı. Aynı anda Nicholas'ın yüzü puslu bir hal alarak silinmeye ve yerini Cihan'ın suretine bırakmaya başladı.
"Uyandı" diye seslendi Cihan heyecanla ve oturduğu yerden kalkıp kız kardeşinin yüzüne yaklaştı. Kirpiklerinin kıpırdadığı görerek gülümsedi ve gerçekliğini kanıtlamak isteyerek annesine döndü.
"Doktoru çağır."
"Tamam, anne" bir kez daha kardeşine bakıp gözlerinin açık olduğuna emin olarak aceleyle odadan çıktı. Kendileriyle ilgilenecek bir doktor arayarak koridorda ilerliyor açık oda kapılarına dâhi bakıyor nitekim bir sonuç alamıyordu. Derken merdivenlerden inen doktorla denkleşti. "Uyandı" panikle odayı işaret ederek "kardeşim 212 numarada, uyandı."
"212" diye yineledi hatırlamaya çalışarak ve odaya ilerlerken sekreterlere seslendi "212'nin dosyasını getirin."
Genç sekreter kendine söylenileni yaparak önündeki dosyaları karıştırmaya başlamış çok geçmeden aradığını bulmuştu. Elindeki dosya ile ayağa kalkmış aynı anda duyduğu sese dönmüştü.
"Ben götürürüm" diye seslendi başka bir genç merdivenlerden çıkarken. Bir ayağı topallıyor güçlükle yürüyordu. "Bakalım" derin bir nefes alıp dosyayı yakaladı. "Tanrı beni neyden korumuş?"
Bu esnada doktor gelişigüzel bir muayeneye başlamış ve her şeyin olağan olduğuna kanaat ederek kendinden bir yanıt bekleyen anneye dönmüştü.
"İyi görünüyor" dedi güven veren bir sesle "yine de dosyaya bakmakta fayda var" ve kapıya döndü. Yanağı hâlâ boydan boya çizik bir genç gözlerini elindeki dosyaya dikmiş okuyordu. "Ali" hızla kapıya yürüdü ve dosyayı bir hamlede gencin elinden kaptı. "Ne işin var senin burada? Handan Hanım'ın burada olduğundan haberi var mı?"
"Belki" dedi gözlerini kaçırarak ve aralık kapıdan içeri uzanmış aynı anda doktor kapıyı kapatarak dışarı çıkmıştı.
"Ali" işaret parmağını koridora doğrulttu "git."
"Pekâlâ" teslim olduğunu ilan ederek elini havaya kaldırırken bir adım geriledi ve saf bir bakışla ekledi. "Sadece bir işe yaramak istedim."
"Ali!" diye yineledi sert bir sesle nitekim fikir değiştirerek sakin bir sesle sürdürdü. "Pekâlâ bir işe yaramak istiyorsan Melahat hanımı bu kattan uzak tut. Ayak ağrısından da nikrisinden de bıktım. Buranın fizik tedavi olmadığını söylememe rağmen her seferinde buraya geliyor. Fizik tedaviyi beşinci kata almak hangi ahmağın fikriyse" elini genç doktorun omzuna koyarak ekledi "anladın değil mi?"
"Evet, anladım" sahte bir tebessümle karşılık vermiş ve doktor Ali'yi ardında bırakarak yeniden odaya girmişti. Ali, doktorun ardından kapı kolunu yavaşça indirmiş ve kapıyı aralayarak izlemeye başlamıştı ki bir hemşire kendine yaklaştı.
"Günlerdir buradasın" odayı işaret etti. "Biliyor musun eğer seni duyabilseydi kesin aşık olurdu" alayla gülümsedi "belki de duymuştur."
"Komadaydı" aynı gülümsemeyle karşılık verip sürdürdü. "Komadaki hastalar duyamaz. Duysa bile bu sadece birkaç kelimeden ibaret olur" derin bir nefes aldı "ama gördü. Beni gördü" hemşire şaşkınlıkla bakıyor o ise gözünü kırpmadan sürdürüyordu. "Tam üç kez gözlerindeki harelerin hareket ettiğini gördüm."
Bu esnada Melek'in bakışları kapıya dönmüş ve şaşkınlıkla baka kalmıştı. Nikolas buradaydı. Nefes alışverişi hızlanmaya ve bunu artan makine sesleri izlemeye başlamıştı. Hatice hanım gözlerini doktora çevirerek bir yanıt arıyordu ki doktor Melek'in bakışlarını izleyerek kapıya döndü.
"Hemşire Hanım bir sakinleştirici yapın" ve odadan çıkarken gözlerini idrar dolu torbaya çevirerek uyardı. "Sondası dolmuş değişilsin."
Hemşire onayla başını eğip odaya girerken Ali de ayaklarının ağrısına dayanamayarak koridorda boş gördüğü bir sandalyeye geçmişti. Gururlu bir tebessümle gözlerini beyaz mermerlere çevirip hatırladı. Nitekim kızın vaziyeti daha iyiye gittiğinden olsa gerek yaşananlar gözlerini doldurmuyor yalnızca minnet dolu bir hatıra olup kalıyordu.
Yirmi gün önce sabah erkenden uyanıp staja gitmek üzere otobüs durağında beklemeye başlamıştı. Uzun bir bekleyişin ardından hasret sona erip otobüs görünür olduğu an etrafını büyük bir insan kalabalığı sarmıştı. Diğerlerini izleyerek kapılar açılır açılmaz kendini içeri attı. Kararsızlıkla boş koltuklarda gezdiriyor ve bir karar vermeye çalışıyordu ki yolu izleyebileceğini düşünerek cam kenarında gözüne kestirdiği bir koltuğa büyük adımlarla ilerlemeye başladı. Derken kolunun altından bir yılan gibi kayıp geçen genç bir kadın çok daha hızlı davranmış ve cam kenarını o kapmış dahası hiçbir şey olmamış gibi kulaklığını çıkarmaya başlamıştı. Ali ise başarısızlıkla sonuçlanan bu savaşta onun tam karşısına üstelik koridor kenarına oturmak zorunda kalmıştı. Ayakta kalmaktan kaçınarak memnuniyetsiz bir tavırla koltuğuna yerleşti.
Rahatsızlıkla kollarını birbirine dolamış yolun bitmesini bekliyordu ki ani bir darbeyle başını direğe çarparak gözlerini kapamış, kısa süre sonra ise ayağında bir acı ile kendine gelmişti. Daha ne olduğunu bile anlayamadan üzerine düşen bir bedenin ağırlığı ile kalbi hızla atmaya başladı. Başından akan sıcak kan bir göz yaşı gibi boynuna süzülüyor bilincini bulandırıyordu.
Yerden destek almak için dirseğini kıvırmıştı ki dirseğine batan cam parçaları acısını katlamış ve caymıştı. Hemen ardından ön koltuktan destek almak için uzandı. Başını güç bela kaldırmıştı ki az evvelki kadınla göz göze geldi. Genç kadın boynundaki cam parçası ile acı içinde kendine bakıyordu.
Endişe ile kadının boynuna bakmış ve camın hâlâ tek parça olduğuna kanaat ederek bir nebze olsun rahatlamıştı. Uyaran bir tavırla gözlerini kadına çevirmiş aynı anda kadının gözleri kapanmıştı.
"Korkma" dedi güçlükle ve dirayetini kaybederek kendini bıraktı.
*
*Havadis- haber
*Aver- getiren, taşıyan
*Ahretli- Ahirette de bir arada olmayı ümit edilen arkadaş, dost.
*Celp etmek- Kendine çekmek, çağırmak.
*Akit - Kişilerin arasında hukuki bağ oluşturmak ya da ortadan kaldırmak için iradelerini beyan ederek yaptığı hukuki işlem. Resmi nikah, sözleşme gibi.
*Türk kahvesinin Osmanlı'ya gelişi - 1517'de Özdemir Paşa, Kanuni Sultan Süleyman'a sunmak için Yemen'den getirmiştir. Kahvenin tadını beğenen Sultan Süleyman ve saray çevresi kahve içme ritüellerine başlarlar.
*Müptezel - Saygınlığını yitirmiş, bayağılaşmış.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.87k Okunma |
752 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |