26. Bölüm
Göksu Özbay / FATİH'İN MÜNECCİMİ / UYANIŞ (27. Bölüm)

UYANIŞ (27. Bölüm)

Göksu Özbay
suu_bay

Zaman geçiyor, etrafta çığlıklar kopuyor, kornalar çalıyor ancak gözünü açacak güç bulamıyordu. Kısa bir an çığlıklar da kornalar da susmuş ve tanıdık bir koku burnuna gelmeye başlamıştı. Hastane kokuyordu. İçinde bir rahatlama belirmiş ve insan sesleri yeniden duyulmaya başlanmıştı. Ali, güçlükle gözlerini araladı ve beyaz bir ışık gözüne ilişti. Derken bileğini bir el yakalamış ve bakışlarını o yöne çevirmişti. Annesi büyük bir korkuyla sedyenin peşinde koşuyor ve haykırıyordu.

"Senin sıran değil! Hayır senin sıran değil!"

Annesinin sureti içinde bir güven duygusu yaratmış ve bir kelime etmek isteyerek ağzını açmış ancak derman bulamayarak caymıştı. Göz kapakları ağırlaşıyor nitekim içinde bulunduğu kargaşaya bir yanıt isteyerek bakışlarını yana çevirdi. Aynı anda yanından geçen başka bir sedye gözüne ilişti. Bir eli sedyenin kenarından sarkan genç bir kadın boynundaki cam parçasıyla uzanıyor, beyaz önlüklü bir erkek cam parçasını hareketsiz kılmaya çalışarak hızla yanında ilerliyordu. Hissettiği halsizlikle görüşü bulanmaya ve göz kapakları kapanmaya başlamış kısa süre sonra karanlığa boğulmuştu.

Ertesi gün, kolunda hissettiği bir acı ile uykusu bölünmüş ve gözleri cama değen günışığıyla buluşarak açılmıştı. Acının nedenini anlaya çalışarak başını yavaşça koluna çevirdi aynı anda dikkatini bir silüet çekti. Gençten bir hemşire dikkatle kendine bakıyordu. Kim olduğunu hatırlamaya çalışıyor lakin bir isim bulduramıyordu ki hemşire kapıya seslendi.

"Handan hanıma haber verin kendine geliyor."

Ali, odada başka kim olduğunu görmek için başını kapıya çevirmiş ancak kimseyi görememiş yalnızca ayak sesleri duymuştu. Gözlerini bir yanıt arayarak yeniden hemşireye çevirdi. Nitekim hemşire konuşmuyor yalnızca gülümsüyordu. Çok geçmeden odada tanıdık bir ses yankılanmış ve gözlerini o yöne çevirmişti.

"Ali" dedi annesi heyecanla odaya girerken ve yatağın boş kenarına oturup oğlunun elini yakaladı. Mutlulukla gülümsüyor, telkin etmeye çalışarak yanağını okşuyordu. Ali kırıştırdığı kaşların altından sorguyla annesine bakıyor, bir yanıt arıyordu ki annesi güçlükle sürdürdü.

"Bir kaza yaptınız. Bir beton mikserinin sürücüsü kontrolünü kaybedip otobüse çarpmış ama korkma artık iyisin" kendini ikna etmeye çalışarak ekledi. "Herşey yolunda."

Günler geçiyor Ali daha iyiye gidiyor hemşirelerin eşliğinde kısa yürüyüşlere dâhi çıkıyordu. Sabırsızlıkla komodinde duran telefonu eline aldı. Yürüyüş saati geçmişti.

"Pekâlâ" dedi derin bir nefes alarak ve yatağın başına dayanmış değneğine uzandı. Henüz ayağa kalkıyordu ki annesi kapıda belirmiş ve endişe ile yaklaşmaya başlamıştı.

"Yavaş" oğlunun kolunu yakalayıp kalkmasını engelledi "nereye gidiyorsun?"

"Yürüyüşe" kendine dönen sorgulayan bakışları görmezden gelerek derin bir nefes aldı. "Ziyarete gidiyorum."

"Ne ziyareti" değnekleri alırken uyaran bir tavırla kaşlarını kaldırarak sürdürdü. "Üstelik yalnız başına. Daha yeni iyileşiyorsun."

"Anne" dedi yardım isteyen bir sesle ve derin bir nefes alıp gözlerini yere çevirdi. "Yaşaması gerek."

Handan hanım sadece bir an anlam veremeyerek oğluna bakmış hemen ardından hemşireye dışarı çıkmasını işaret etmişti. Yalnız kaldıklarına emin olur olmaz yatağın boşta kalan kısmına oturarak sordu.

"Kimden bahsediyorsun?"

"Bilmiyorum" omuzlarını kıstı ve bir ipucu olabileceğini düşünerek ekledi. "Boynunda bir cam parçası vardı." Annesi kısa bir an anlam veremeyerek bakmış hemen ardından merhamet kokan bir sesle konuşmuştu.

"Ali" destek olma isteğiyle elini oğlunun omzuna koydu. Biliyorsun tüm hastalar için elimizden geleni yapıyoruz ama onun kalbi zaten bir kez durdu ve..."

"Eğer" bakışlarını bir yanıt arayarak annesine çevirdi. "Duran benim kalbim olsaydı vazgeçer miydin?" Annesi kararlı bir tavırla başını iki yana sallamış henüz ağzını açıyordu ki sürdürdü. "O koltuğa ben oturacaktım. O cam benim boynuma saplanacaktı." Elini kalbine götürdü ve zoraki bir gülümsemeyle ekledi. "Dayanamayacağını biliyorsun."

Handan hanım gözlerini oğlundan çekerek pencereye çevirdi. Olabilecekleri hayal etmiş hemen ardından onayla başını sallayarak oğluna gülümsemişti.

"Pekâlâ" dedi yerinden kalkarken ve duvara dayanan koltuk değneklerini oğluna uzatmadan ekledi. "Ağrı kesicilerini aldın mı?"

"Evet" başını onayla sallarken ve değneği yakaladı.

Ali annesinin koluna girmiş yavaş adımlarla koridorda ilerliyordu. Gördüğü her açık kapıda başını uzatıyor ve görmeye çalışıyordu.

"212" dedi annesi uyaran bir sesle ve Ali'nin bakışları hızla oda numaralarına dönmüştü. Kısa bir araştırmanın ardından işaret parmağı havaya kalkmış aynı anda değneklerinden biri yere düşerek dengesini yitirmesine neden olmuştu. "Yavaş ol"​​​​​​ oğlunun belini kuvvetle kavrarken ve yanlarından geçen bir hemşire döndü. "Değneği uzatır mısın?" Hemşireden aldığı değneği bir kez daha oğlunun eline verip yürümeyi sürdürdü.

212'ye henüz varmışlardı ki Ali kapı koluna uzandı. Aynı anda kapı açılmış ve yaşlı bir kadın belirmişti. Yaşlı kadın emin olma isteğiyle gözlerini odadaki doktora çevirmiş doktorun işaretiyle dışarı çıkmıştı. Handan hanım, yaşlı kadının aralık bıraktığı kapıdan ilerlerken ilgiyle meslektaşına bakıyordu. "Bir sorun mu var" dedi meslektaşının memnuniyetsiz bakışlarına ithafen. "Melahat hanım işte" elindeki dosyayı kenara bırakırken. "Yine nikrisinden söz ediyor."

"Nikris" dedi Ali ve bilgisini kanıtlama isteğiyle ve annesine döndü. "Yani ayak ağrısı."

"Aynen öyle" dedi doktor ve gözlerini Handan hanıma çevirerek sürdürdü "ama bu fizik tedavinin işi. Gidip buz koysun burada ne işi var?"

Handan hanım meslektaşı ile Melahat Hanım hakkında kısa bir sohbete dalmış Ali ise annesinin kolundan destek almayı azaltarak duvara tutunmaya başlamıştı. Gözlerini dikkatle hasta yatağında yatan kıza çevirdi. Her şeyden habersiz boynunda dikiş izleri ile uyuyor, belli belirsiz nefesler alıyordu. Bilinmezliğe daha fazla dayanamayarak sordu.

"İyileşecek mi?" çenesi ile hasta kızı işaret ederek gözlerini yanıt arayarak doktora çevirdi.

"Göreceğiz." Aynı anda Cihan, Ali'nin yanından geçerek odaya girmiş ve doktorun gözleri ona dönmüştü. "Anneniz nasıl oldu?"

"Daha iyi sakinleştirici yaptılar" yatağın kenarında duran boş koltuğa oturmadan minnet ekledi. "Teşekkür ederim."

"Hadi" dedi Handan Hanım oğluna dışarı çıkma vaktinin geldiğini işaret ederken. Ali, kardeşinin başında bekleyen gence kısa bir bakış atıp onayla başını sallamış ve odadan çıkmıştı.

Aynı günün akşamı Handan Hanım uyuyan oğlunu kontrol etmiş ve verdiği sözün ağırlığı ile 212 numaraya doğru ilerliyordu. Kapıyı dikkatle araladı ve kızının yatağının başında oturan anneyi izlemeye başladı. Acılı anne varlığını kanıtlamak isteyerek kızının elini tutuyor ve konuşuyordu.

"Burası güzel değil, çok soğuk. Artık evine, pencere kenarındaki o yatağına dönmen gerek. Bunu istiyorsun değil mi?" Yaşlanan gözlerini silerek bakışlarını yere çevirmiş aynı anda Handan hanımı büyük bir suçluluk duygusu sarmıştı. Oğlunun aynı yatakta yattığını hayal ediyor ve onun hasta kalbinin bu vakte değin bile savaşamayacağını düşünüyordu.

"Savaşıyor" dedi net bir sesle ve güven veren bir bakışla ekledi. "Bu iyi bir şey." Aynı anda Hatice hanımın ümit arayan gözleri kendine çevrilmişti.

"Beni duyabilir mi?"

"Bilime göre şu anda bizi duyması çok zor" kollarını birbirine dolarken Hatice hanıma doğru birkaç adım attı. "Fakat anne ve çocuk arasında bilimin bile açıklayamayacağı kadar güçlü bir bağ var." Hatice hanım bir umut ışığı yanan gözlerini yeniden kızına çevirdi ve elini daha da sıkı tutmaya başladı. "Hissediyor." Hemen ardından yatak ucundaki dosyayı alarak yavaşça odadan çıkmış bu esnada Hatice Hanım konuşmayı sürdürmüştü. "Hayatta kalacaksın, hayatta kalacaksın..."

Gün geçtikçe yürüyüşler etkisini gösteriyor Ali daha sağlam adımlar atıyordu. Öyle ki artık tek değnek ile yürüyecek hale gelmişti. Değneğine sarıldı ve ağır ancak emin adımlarla 212'ye ilerlemeye başladı. Kapıya henüz varmıştı ki içeriden gelen acılı bir erkek sesi dikkatini çekmiş ve araladığı kapının ardında izlemeye başlamıştı.

"Melek" diyordu Cihan ve ağır hareketlerle kardeşinin saçları ile oynuyordu. "Serginin ortaklarından biri sanatımı fark etti. Giusseppe Bellini özgün bir tarzım olduğunu söylüyor." Derin bir nefes aldı ve kardeşinin elini avuçlarının arasına alarak sürdürdü. "Kardeşim, başardım ancak şimdi daha büyük bir eksiğim var. Sen yoksun. Artık inat etmeyi bırak ve gözlerini aç. Evine dön. Evimize dön, bir kutlama yapmamız gerek" gülümsemeye çalışarak ekledi. "Gerçek bir kutlama." Aynı anda koridorda Ali'nin adı yankılanmış ve gözleri o yöne çevrilmişti.

"Ali" diyordu Melek'in doktoru ve kurtulma isteğiyle sürdürdü. "Melahay hanım yanlış kata gelmiş. Onu fizik tedavi katına çıkar. Hem arkadaşlarını görmüş olursun" ve uyaran bir tavırla gözlerini Ali'nin ayağına çevirerek ekledi "asansör ile."

Ali onayla başını sallamış odaya son bir göz attıktan sonra adımlarını Melahat hanıma çevirmişti. Kısa süre sonra Melahat hanımı doğru kata ulaştırıp geri döndü ve odasına dönmeden önce bir kez daha 212'ye ilerlemeye başladı. Ses çıkarmamaya özen göstererek kapıyı araladı ve gözlerini odada gezdirmeye başladı. Refakatçi gitmiş hasta yalnız kalmıştı. Derken koridorda annesinin sesini duymuş ve kendini hızla odaya atmıştı. Hissettiği acı ile eli ayağına giderken acıyla gözlerini kapadı ve derin bir nefes alıp yavaş adımlarla yatağa yaklaştı. Gözleri kısa bir an kızın boynundaki taze dikiş izlerine kaymış ve kalıcı olup olmadığını anlama isteğiyle yaklaşmıştı. Kalıcı olduğuna kanaat ederek büyük bir hicap içerisine düşmüştü.

"Artık uyanma vakti" dedi ve minnet dolu bakışlarını kızın kapalı gözlerine çevirerek yineledi "artık uyanma vakti..." Aynı anda hasta kızın gözleri açılıp kapanmış ve onu artan makine sesleri izlemeye başlamıştı. Ali korkuyla bir adım gerilerken odanın kapısı açıldı ve Handan Hanım hızla içeri girdi. "Gözünü açtı" dedi Ali annesini uyarmak isteyerek ancak Handan Hanım hastayı kontrol ederken alışmış bir cevap vermekle yetindi.

"Sadece refleks" ve kapıya dönerek seslendi. "212'nin doktorunu çağırın."

"Hayatımı kurtardı" diye söylendi Ali, gözlerini mermerlerden çekerken ve oturduğu yerden güç alarak ayağa kalktı.

*

Günler geçiyor Melek daha iyiye gidiyor ancak söylemek istediği her kelime ile hâlâ acı hissediyordu. Öyle ki ağrı kesicileri dört gözle bekliyordu. Duyduğu ayak sesleri ile bakışlarını kapıya çevirmiş ve babasıyla karşılaşmıştı. Mustafa Bey yatağın yanındaki koltuğa oturdu ve iyiliğini kontrol etmek isteyerek elini kızının yanağına götürdü.

"Annen sana giyecek bir şeyler almaya eve gitti. Akşam ağabeyinle gelecek" ve bir yanıt arayan gözlerini dikkatle kızının gözlerine dikti. Kızının art arda açılıp kapanan gözlerini görerek gülümsedi. Derken bir hemşire içeri girmiş ve Melek'in bakışları memnuniyetle hemşireye çevrilmişti.

"Ağrı kesici vakti" diye açıkladı hemşire, ilacı seruma aktarırken.

Kısa süre sonra Melek'in gözleri ağrı kesicinin etkisiyle kapanmaya, kirpikleri ağırlaşmaya başlamıştı. Mustafa bey, sırtını dayadığı koltukta kollarını birbirine dolamış sükunetle kızının nefes alışını izliyordu ki odada telefon sesi yankılanmaya başlamış ve Melek'in gözleri bir kez daha açılmıştı.

"Pardon, pardon" dedi babası kısık bir sesle ve telefonunun sesini kıstı. Nitekim telefonun ışığı yanmaya devam ediyor, susmuyordu. "Müdür Bey arıyor" diye açıkladı ve dışarı çıkmadan önce ekledi "buna bakmam gerek. Sen uyu hemen kapıda olacağım."

Melek, onaylayan bir baş işaretiyle babasının ardından bakıyordu ki dikkatini koridordan gelen sarı ışıklar çekti. Akşam olmuştu. Yattığı yerde gözlerini odanın içinde gezdiriyor annesinin gelmesini bekliyordu ki duyduğu ayak sesleri ile gözleri kapıya çevrildi.

"Nasıl hissediyorsun" dedi Ali, mahcubiyete karışan bir tebessümle ve elinde tuttuğu küçük bir pasta maketi ile içeri girdi. Hemen ardından Melek'e kısa bir bakış atıp cebinden çıkardığı bir mumu pastaya dikerken açıkladı. "Doğum günü kutluyoruz."

"Bugün..."

"On Ekim" diye tamamladı Melek'in kırışan kaşlarına ithafen ve anlayışla başını salladı.

"Nisan."

"Evet, biliyorum. Senin doğum günün on iki nisan" komodindeki raporları işaret etti "orada hepsi yazıyor" ve gülümseyerek yatağın boş kalan kısmına oturdu "bu benim doğum günüm, teşekkür ederim." Henüz hatırlamış gibi önlüğünün cebinden çıkardığı paketi uzatırken ekledi. "Ağabeyinle kısa bir sohbet ettik. Tarih okuyormuşsun ve" gülümsedi "umarım hoşuna gider."

Melek karşısındaki genç adama değerlendiren bir bakış atıyor ve gerçekliğe dönmeye çalışıyordu. Öyle ki Nicholas beyaz bir önlük içerisinde kendine gülümsüyordu. Kendine uzatılan paketi kararsızlıkla eline alıp sahte bir tebessümle açmaya başladı. Paket kenara çekilip içindeki kitap ortaya çıktığı vakit parmaklarını kitabın kapağında gezdirerek okudu.

"Yavuz'un Büyüsü." Gözlerini bir yanıt arayarak yeniden Ali'ye çevirmiş ve Ali konuşmayı sürdürmüştü.

"Şimdi değil ama" elindeki maketi sehpaya koyarken şakacı bir tavırla gülümsedi "nisanda gerçek bir pasta yiyebiliriz."

"Nicholas."

"Kim" birini görmeyi umarak bakışlarını kapıya çevirmiş kimseyi göremeyerek Melek'e dönmüştü. Yanlış duyduğunu düşünerek başını sallarken ekledi. "Bu arada adım Ali."

"Melek."

"Evet biliyorum" işaret parmağını yeniden raporlara doğrulttu "Melek Şahin. On iki nisan iki bin üç, kan grubu sıfır negatif ve" aynı anda kendine dikkatle bakan Melek'i fark etmişti "her neyse. Nasıl hissediyorsun?"

Melek art arda duyduğu kelimelerle zihninin yorulduğunu hissediyor ancak uykuya direnmeye çalışıyordu. Öyle ki artık konuşmak gözüne daha büyük bir yük gibi görünmeye başlamıştı. Yavaşça kırptığı gözlerini Ali'ye çevirmiş ancak buluşamamıştı. Zira Ali gözlerine değil büyük bir üzüntü ile boynuna bakıyordu ki Melek'in neredeyse bir fısıltı gibi çıkan sesi duyuldu.

"Çirkin."

"Hayır" dedi net bir sesle "çirkin görünmüyor." Aynı anda gülümsemesi uçup gitmiş bakışları durgunlaşmıştı. "Yine de çirkin göründüğünü düşünecek olursan şunu da düşün, nefes aldığı her an sana minnet duyan biri var." Gözlerini kaçırarak seruma döndü ve konuyu değişme isteğiyle cebinden yeni bir serum çıkardı. Ayağa kalkmadan önce zoraki bir gülümsemeyle ekledi "bir ağrı kesici daha takıyorum, benden."

Melek kısa bir an seruma dönmüş hemen ardından anlamaz bakışlarını yeniden Ali'ye çevirmişti. Mustafa bey kapıda belirmiş ve onu Hatice Hanım ile Cihan takip etmişti.

Ali, kapıya kısa bir bakış attıktan sonra serum hızını ayarlamaya dönerken gözlerini bir kez daha Melek'e çevirdi ve kısık bir sesle konuştu. "Bence havalı görünüyor" ve kendilerine doğru gelen Cihan'a yer açmak için geri çekildi.

"Nasıl hissediyorsun? İyi misin" diye sordu Cihan kardeşinin bir kez daha gözlerini açtığını görünce ve gülümseyerek yatağın kenarına oturdu. "Bunun adı iyi niyeti suistimal etmek. Seninle aynı kazayı yapanlar" Ali'yi işaret ediyordu "birkaç gün yattı kalktı" kollarını abartıyla iki yana açarken ekledi "Seninki biraz şov."

"Cihan" dedi annesi kızgınlıkla "ne yapıyorsun?"

"Kardeşimle sohbet ediyorum" başını bilgiç bir tavırla annesine çevirdi "komadan çıkan hastalar öyle filmlerde olduğu gibi hemen car car konuşamazlar" ve emin olma isteğiyle Ali'ye döndü "öyle değil mi?"

"Çoğunlukla."

"Hayati tehlikeyi de atlattığına göre" dedi Cihan memnuniyetle ve yeniden kız kardeşine dönüp sinsice güldü "ilk kez bana cevap veremeyeceksin."

 

Bölüm : 06.02.2025 19:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...