2. Bölüm

Bölüm 1

Suveyda Rey
suveyda_rey

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR!

 

*****

 

Kaybetmek. Her zerrende var olan yaşama hissini, günden güne kaybederken sesini çıkaramamak var; ruhun çığlık çığlığayken susmak var... Yok oluşlarım bir bir canlanıp beni sürüklerken susmam aslında yitirdiğim duyguların sonucu bu anı beklediğimin belirtisiydi.

 

El freni seslikle aramdaki anlaşmayı çığlık gibi düşerek bozmuştu. Papatyalar sanki beni anlamışlar gibi boyunlarını bükmüşlerdi. Ellerimin arasına aldığım papatyalarla birlikte arabadan inmiş ve sürekli geldiğim uçurumun ucuna doğru yürümüştüm.

 

Karanlığın sahip çıktığı uçurumun dibinde çok gözyaşım intihar etmişti benim.

 

Yürüdüğüm taşlık yolun attığım adımla oluşan sesi, karanlığı şenlendirse de bu adımların sonu acıydı.

 

Gözlerim yine onları tekrar kaybetmişim gibi sulanırken umudum artık cılız bir ışık gibiydi. Hala yoklardı, bulunamamışlardı. Her günün sabahına onların iyi haberini almak için bir kulağım hep telefondaydı. 3 sene. Canımın parçalarını kaybedeli 3 sene oluyor ve ben artık umudumu ayakta tutamıyordum.

 

Suçluluk duygusu tırnaklarını tenime batırırken ben sadece yutkundum. Özgür'ün bana olan takıntısıydı bizi bu hale getiren. Ne benim Demir'i sevmem ne de evlenmem onun için bir şey ifade etmiyordu. Hayatımızı bitirmek sadece birkaç dakikasını almıştı.

 

Uçurumun ucuna geldiğimde içimde zerre korku yoktu. Ellerimdeki papatyalar bir bir intihar ederken gecenin cılız ışığı bir yerden sonra onları görmemi engellemişti. Gözyaşlarım gece yarısının koynunda kaynarken boğazımdaki hıçkırık çıkmak için tenimi kazıyordu.

 

"Ölmen için çok erken."

 

Duyduğum ses ile korkuyla sıçramış ve dengemi kaybetmiştim. Çığlığım geceyi yararken ben çoktan uçuruma doğru yalpalamıştım. "Tuttum seni." Oldukça sakin şekilde konuşmasının ardından kolumdaki hissettiğim el beni anında çekti. Karanlığın ortasındaki silueti seçememiştim. Fakat bana dokunmasının hissettiği rahatsızlıkla anından geri çekildim.

 

"İyi misin?" diye sordu gecede kaybolan sesiyle.

 

Kaşlarımı çatarak ona baktım onu tam olarak göremesemde. Benden oldukça uzun ve heybetliydi. "Sen gelene kadar gayet iyiydim."

 

Burnundan nefes verir gibi küçük bir ses çıkardı. "Benden önce de pek iyi gibi görünmüyordun." Cümleleri alay barındırsa da yüreğim çoktan sözlerinin altında ezilmişti. Burnumu sakin şekilde çekip yönümü uçuruma döndüm. Zaten ona baksam bile karanlıktan onu göremiyordum.

 

"Seni ilgilendirmez," derken gayet sakin fakat bir o kadar mesafeliydi sesim. Hemen yan tarafımda hareketlilik hissettiğimde yandan bir bakış attım.

 

Oturuyor muydu o?

 

İyice yerleşip oturduktan sonra ayaklarını uçurumdan sallandırdı ve kafasını bana çevirdi. Anında tekrar önüme dönüp sakin bir nefes çektim. "Gitsem iyi olacak," dedim ters bir şekilde. Normalde burada kimseyi görmezken şimdi bu yabancı adamı burada görmek tuhafıma gitmişti. Rahat rahat içimi dökmeyi planlamıştım hâlbuki.

 

"Bende uçurumun dibindeki papatya mezarlığından bahsedersin diye düşünmüştüm."

 

Tam ona sırtımı dönmüş gidiyorken sözleri adımlarımı bıçak gibi kesmişti. Papatya mezarlığı? Bakışlarım ona doğru kayarken bedenimde yönünü çevirmişti. Ortam karanlıktı ve bizim varlığımızı gölge olarak düşüren tek şey gece yarısı doğan dolunaydı...

 

"Sen nereden biliyorsun?" Korkum boğazıma kirli geçmişimle beraber sarılırken duruşum oldukça dikti. Omuzlarını silktiğini zar zor görebildim. "Burayı bilen tek kişi sen değilsin," dediğinde içimde ki korkuyu kenara savurarak ileriye doğru birkaç minik adımlar attım.

 

"Papatyaları sadece ben biliyorum."

 

Aramızda ki mesafe azalmıştı. Ben ayakta duruyor ona bakıyordum. Derin nefes aldığını duydum, göğsü havaya doğru kabarmıştı karartı şeklinde.

 

"Papatyaların ne suçu var?"

 

Boğazımda can bulan düğüm acıma bulanmış yutkunmamı zorlaştırmıştı. Ellerim yumruk olurken bakışlarım dibini denizin sahiplendiği uçuruma gitmişti. "Suçsuz olmak canının yanmayacağı anlamına gelmez," diye mırıldandım. Dolunay denizi pırıl pırıl parlatırken yan taraftaki adamın bakışlarının bana değdiğini hissettim.

 

"Hem papatyanın 'seviyorum' demesi gereken bir kelebek var."

 

Kelebek ve papatya hikayesi kafamda canlanırken aklım son kez seviyorum diyemediğim aileme gitmişti. Uçurumun ucunda oturan adamla arama mesafe koyarak bende oturdum ve ayaklarımı aşağıya doğru sarkıttım.

 

"Diyemedin mi?"

 

Kafamı iki yana doğru sallarken acım göğsümü acıtmıştı. "O yüzden mi böylesin?" diye sordu yabancı. Kafamı anında ona doğru çevirdiğimde dolunayın düşürdüğü ışığında parlayan gözlerini gördüm. Kapkara gözlerinin beyaz hareleri kendini belli ediyordu.

 

Gece yarısı düşen dolunay gibiydi.

 

"Nasılım?"

 

"Her gün ölüyormuş gibi."Sesi yumuşacık fakat acı doluydu. Beni nereden biliyordu?

 

Sessizliğim dudaklarımı esir alırken bakışlarımın dolduğunu hissediyordum. Bir bakışla insan başka bir insanın acısını görebilir miydi?

 

"Ölüm bu değil," derken sesim kendinden emin çıkmıştı. "Ölseydim acım dinerdi. Benim acım ölemediğimden."Daha fazla konuşmama izin vermeyeceğini hissettiğim düğüm neredeyse dudaklarımı titretecekti.

 

Yavaş şekilde yerimden doğrulup ilerideki arabama doğru yürümeye başlamıştım ki geride kalan yabancının sesi gecenin koynuna düşmüştü.

 

"Ölüm acının nefesidir, çare değil. Sen sadece yolunu kaybetmiş bir Leylifer'sin."

 

****

 

Hayatın sunacaklarına talip olmadım hiçbir zaman. Hep daha iyisini yapmaya, daha güzelini geliştirmeye çalıştım hayatımın. Çocukluğumdan beri defalarda düşmüşümdür yere fakat hep kalkmasını bildim.

 

Tek başıma büyüsemde kendimi çok güzel eğittim. Ömrümde en çok anne ve baba eksikliğim olsa bile bugüne kadar hep iyi idare etmiştim. Çünkü hayat mücadele gerektirirdi ve ben bundan iki sene öncesine kadar çok fazla mücadele etmiştim yaşamak için.

 

Yan taraftan bir şeylerin devrilme sesi geldiği gibi kasadan aldığım para üstünü müşteriye verip arkamı döndüm. Yiğit mahcup bir şekilde bakıp "Özür dilerim patron," dedi. Gülümseyerek devirdiklerini toplamaya çalışan gence baktım.

 

"Bak ne diyeceğim," dedim kasanın kapağını kapatıp. "Sen kasaya geç zaten çok müşteri kalmadı. Baya yoruldun bugün dinlenirsin."

 

Bakışlarını kaçırarak "Şuraları toplayayım," dediğinde ona doğru ilerlerdim. "Ben hallederim, sen kasaya çabuk," diyerek bardakların devrildiği bar tezgahını düzeltmeye başladım.

 

Gözüm kısaca kafedeki son müşterilere çarptı ardından tekrar işimin başına döndüm. Kırılmayan bardakları arkamdaki bulaşık makinesine yerleştirdim. Bu kafeyi 1,5 sene önce yeniden hayata tutunabilmek için açmıştım. Demir ile biriktirdiğimiz ortak hesabımızdaki paranın üzerine kardeşim bildiğim Kübra da para ekledi ve el birliğiyle harika bir kafe açmış ismine de kızım Ukte'nin adını vermiştik.

 

Normalde her aşamasında kafeye ortak olsak bile resmiyette sadece Kübra'nın üzerineydi. Kimliğimi kullandığım an Özgür beni çok rahat buluyordu o yüzden ortak olamadık. "Çiçekler çok güzelmiş," dedi Kübra elindeki tabakları mutfağa götürmek için yanımdan geçerken. "Hangi çiçekler?" desem de beni duymamıştı. Makinenin kapağını kapatarak önüme döndüğüm an bar tezgahının üzerinde mimoza çiçeklerinden oluşan buketi gördüm.

 

Tüm uzuvlarım taş kesildi bir anda ve korkudan donup kalmıştım.

 

Kimdendi şimdi bu çiçek? Kim koymuştu buraya? Aklım eskilere gittiğinde kalbim korkuyla hızlanmıştı. Demir ile evliyken bir anda evimin önüne çiçek buketleri bırakılmaya başlamıştı. Ve bunu yapanın Özgür olduğunu onun tarafından kaçırıldıktan sonra öğrenmiştim.

 

Elim göğsüme giderken panik atağın ortaya çıkmaması için sakin nefesler almaya çalışıyordum. Gözlerim çiçeğin sarılığında oynaşırken sanki o çiçek bir bombaymış gibi ona yaklaşmaya korkuyordum.

 

"İyi misin?" diye sordu Kübra, mutfaktan çıkarken beni görmüştü. Gözlerim kısa süre ondan çiçeklere değince merakla yanıma geldi. "Kimden geldiğini biliyorsun sanmıştım," deyip benim yapamadığım atağı yaptı ve çiçeği ellerine aldı. Güneş misali sap sarı duran mimozaların arasındaki kartı gördüm o sırada. Kübra kartı alıp bana doğru uzatırken oldukça tereddütlüydü.

 

Dudaklarımı içimi saran tedirginlikle kemirirken minik zarf sanki parmaklarımın arasında alev almış gibiydi. Minik zarfı açıp içindeki kartı çektim.

 

Papatyalar ölüm kokar Leylifer. Mimoza çiçeği ise hayat kokar, senin gibi. Kokuna ihanet etme.

 

Leylifer? Bana ilk defa dün geceki yabancı adam Leylifer demişti. Peki o adam kafemi nereden biliyor?

 

Kübra'ya önemli bir şey olamadığını söyleyerek gönderdim. İçim, çiçeklerin Özgür'den olmadığını görünce rahatlasa da bu rahatlığın yerini her an korkuya bırakabilecek düşüncesi beni ürpertiyordu. "Bu kadar korkacağı bilseydim göndermezdim o çiçekleri," diyen tanıdık ses anlık ürpermeme sebep oldu. Yutkunarak kafamı çevirdiğimde bar tezgahına yanaşmış olan adamın yüzü bana tanıdık gelmişti.

 

Kaşlarım anında çatılırken bakışlarım sertleşmiş adama karşı kalkanımı kurmuştum bile. Kafamın içindeki hafızaları hızla yoklayıp sesinin ve yüzünün bana nereden tanıdık geldiğini çözmeye çalıştım.

 

O sırada kulaklarımda çınlanan 'Leylifer' kelimesi bu adamın dün geceki yabancı olduğunu hatırlamama yardımcı oldu. Yine de yüzünün neden bu kadar tanıdık geldiğini çözememiştim.

 

"Gerek yoktu, zahmet etmişsin," derken kaba duracağını umursamadan çiçeği ondan tarafa doğru itekledim. Uzun zamandır karşılıksız bile olsa gönderilen hiçbir jeste tahammülüm yoktu. Onu gönderen kişilere güvenim olmadığı ve olmayacağı gibi.

 

"Geri vermeyeceksin öyle değil mi?"

 

O sırada tezgâha doğru gelen Kübra iki temiz bardak alıp mutfağa geçecekken bize tuhaf bakışlar atmadan edemedi. "Aslında tam da onu planlıyordum," derken hala elimde olan minik zarfı tezgaha koyup iki parmağımla sürükleyerek önüne bıraktım.

 

Kapkara duran gözleri afallarken asla böyle bir tepki beklemediğine kalıbımı basabilirdim. Kendini çabucak toplayarak önündeki zarfı nazik bir şekilde alıp tekrar çiçeğin içine yerleştirdi. "Dün gece konuşurken hiç böyle agresif değildin."

 

Gözlerim ister istemez kısılmıştı ve bakışlarım sertleşmişti. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Sanki beni tanıyormuş gibi konuşuyordu. "Acılarının arkasına mı saklanmıştı tırnakların yoksa?"

 

Derin nefes alarak kafe kısmının bar kısmına dönmek üzere olan kafemde kısacak göz gezdirdim. "Sadece bir kere karşılaşıp konuştuk diye mi bu samimiyet?" Söylediklerim ile kaşları hava kalkarken şaşırdığını görebiliyordum. Gece yarısının ikizi gibi duran gözleri bugün kaçıncı afallaması yaşadı emin değildim. Halbuki dışarıdan baktığında hiç duygularını belli edecek ve bu kadar konuşmaya hevesli olacak bir tip değildi.

 

Heybetli vücudu, kirli sakalları, esmer teni ve kara gözleri için dışarıdan bakan birinin onun ters bir herif olduğunu düşünmesi olağan bir şeydi. "Seni rahatsız ettim anlaşılan," deyip anında gerilen suratıyla yaslandığı tezgahtan ayrıldı. Sanırım dış görüşünü şimdi hakkını vermeye başlamıştı.

 

Gece yarısı gözlerindeki yumuşaklık ve naziklik yerini soğuk bir duygusuzluğa bırakmıştı. "Yanlış kararlar almak üzere olan komşuma yardımcı olmaya çalıştım, sadece bu," deyip geriledi. O an gözlerimde düşen görüntülerden sonra adamı nereden tanıdığımı hatırlamıştım. Arka arkaya üşüşen hatırlarla anlık olarak afallamıştım.

 

Ayrıca yanlış karar derken? İntihar edeceğimi falan mı sanmıştı?

 

Zorlukla yutkunarak, her sabah ve her akşam aynı saatler apartmanlarımızdan çıkarken veya girerken göz göze geldiğim komşumdu. Birbirine çapraz bakan apartmanlarımızın arasından ince bir yol geçiyordu.

 

Tezgahtan ayrılırken çiçeği almayı ihmal etmemiş arkasını dönmesiyle kafeden çıkması bir olmuştu. Kafenin duvarları tamamen cam olduğu için dışarıyı çok rahat görebiliyordum. Mesela şu an o yabancının mimoza çiçeklerini çöpe atışını gördüğüm gibi. Sıkıntılı bir nefes alarak kafamı başka yöne zorlanarak çevirmiştim.

 

Canımın yanmaması için yapmam gereken buydu. Hiçbir erkeğe, hiçbir yakınlaşmaya tahammülüm yoktu.

 

Konuşmayı ve çiçekleri kafamdan atmaya çalışarak kolumdaki ince kayışlı saate baktım. Uğramam gereken yerin aklıma gelmesiyle telaşla personel odasından çantamı aldım ve Kübra'ya haber vererek kafeden çıktım.

 

Tam çiçeklerin olduğu konteynırın yanından geçecekken duraksayan adımlarıma sövmeden edemedim.

 

Neden bu çiçekleri atması içime oturdu bu kadar? Bunu zaten bile isteye yapmıştım, beni düşünmesine gerek yoktu. Yanlış kararlarımı düzeltmesine de ihtiyacım yoktu.

 

Konteynırdaki çiçek buketine doğru giden elimle çiçeği hızlıca kavradığım gibi ne yaptığımı sorgulamama fırsat tanımadan arabama bindim ve avukat olan arkadaşımın ofisine doğru sürmüştüm.

 

Yan koltukta duran sarıçiçeklere hiç bakmadan kısa sürede gideceğim yere varmıştım. Heyecandan kalbim o kadar hızlı atıyordu ki neredeyse nefes açıcı spreyimi kullanmak zorunda kalacaktım.

 

Asansöre bindiğim gibi ofisin katında indim ve dairenin zilini çaldım. Pınar'ın sekreteri kapıyı açarken "Hoş geldin Dolunay," demişti gülümseyerek. Aynı şekilde karşılık verdikten sonra içeriye girdim.

 

"Müsait mi?" diye sorduğum hızla asistana bakarak.

 

Pınar normalde Kübra'nın arkadaşıydı ve Kübra aracılığıyla biz de tanıştık. Artık rahat bir hayat sürdürmek istiyordum ve bu yüzden önce kimliğimi kullanmam gerekliydi. Kimliğimi nerede kullanırsam kullanayım Özgür'e nerede olduğum gidiyordu.

 

Bir kere panik atak krizi geçirmiştim ve hastaneye kaldırılmıştım. Kayıt için kimliğimi kullanmıştım her şeyden habersiz ve o günden sonra Elif aramış ve Özgür'ün benim İstanbul'da olduğumu öğrendiğini söylemişti.

 

Kimliğimden bana ulaştıklarını Pınar öğrenmişti ve hakkımda gizlilik kararı çıkartmıştı fakat yine bir işe yaramadığını öğrenmiştik. Her ihtimale karşı İstanbul'dan Erzurum'a bilet almıştım. O bilet tarihinden bir gün önce kendi arabamla Erzurum'a giderek hastane kaydı açtırmıştım ve tekrar İstanbul'a dönmüştüm.

 

Tam da tahmin ettiğimiz gibi Elif aramış ve Özgür'ün Erzurum'a gideceğini benimle ilgili bir şeyler bulduğunu söylemişti. O günden sonra gizliliğin hiçbir işe yaramadığını kimlik değiştirmem gerektiğini öğrenmiştik.

 

"Gel Dolunay," diyerek beni odasına çağıran Pınar'a selam verdim ve masasının önündeki deri koltuğa oturdum. "Güzel bir haberin olduğunu söylemiştin, duramadım heyecandan," dedim gülümseyerek.

 

En az benim kadar heyecanlı şekilde çekmeceden bir zarf çıkarmıştı. "Nüfus müdürlükleri şu sıralar çok yoğun ama zor da olsa hallettim." Zarfı bana uzattığında aldığım gibi açmıştım. İçindeki kimliği heyecan ve korkuyla elime alıp düz tarafını çevirdim.

 

Üzerinde fotoğrafım olan kimliğin sahte olduğunu biliyordum ama başka yapacak bir şeyimiz yoktu. Gözlerim kimliğin üzerindeki bilgileri kurcaladı. "Dolunay Soyak," diye fısıldadım yeni soyadıma bakarken. Kimliğin arkasını çevirip diğer bilgilere baktığım da kaşlarım çatılmadan edememişti.

 

"Anne ve baba da sahte öyle değil mi?"

 

Pınar kafasını sallayıp "Nüfus müdürlüğündeki arkadaşımın dediğine göre yıllar önce trafik kazasında ölen ailenin tek kızının kimliğiymiş," diye konuştu. Pınar'a güveneceğimi bildiğimde gözlerimi son kez anne ve baba isminin yazılı olduğu yerde gezdirdim.

 

Cevdet Soyak. Nalan Soyak.

 

"Üzüldüm," diye mırıldandım ister istemez. Bir an sanki ölen o kızdan hayatını çalmışım gibi hissetmiştim. Derin nefes alarak hızlıca kendimi toparladım. Toparlanmam gerekiyordu artık çünkü düzene sokamam gerek bir hayatım vardı.

 

"Ben kalkayım artık," diyerek ayaklanmıştım. Pınar da benimle birlikte ayaklanınca beraber odadan çıkmıştık. "Her şey için çok teşekkür ederim." Birbirimize kısa sarılışımızın ardında "Hiç önemli değil, lafı bile olmaz," diyen Pınar'a geniş şekilde gülümsedim.

 

Binadan çıkarken yeni kimliğimi yerine yerleştirmiştim bile. Çantamdan çıkardığım telefonumla Kübra'ya barı idare etmesini bugün gelmeyeceğimi yazarak göndermiştim. Çantamı yan koltuğa koyacakken gördüğüm çiçekler yine kısa bir duraksama yaşamama sebep olmuştu. Ardından umursamayıp arabayı çalıştırdım ve çabucak şekilde eve sürmeye başladım.

 

Hala o çöpten çiçeği neden aldığımı sorgulayıp kendime sinirlensem de iş işten geçmişti artık. Belki çiçeğe kıyamamıştım, belki de o adamı kırmak istememiştim. Bilmiyorum. Ben sadece bana birilerinin daha zarar verebilmesine kökünden engel olmak istemiştim.

 

Henüz çoğalmayan trafik sayesinde kısa sürede eve gelmiş oturduğum apartmanın kaldırımında ki boş yere arabamı park etmiştim. Çantamı alırken çiçeği de gözlerimi devirerek aldım ve hızlı hareketlerle arabandan inmiştim.

 

"Ne demek karıştı lan! O kadar uğraştık o kimliği nasıl karıştırıyorsunuz?!"

 

Kulağıma tanıdık gelse de aslında bir yabancıya ait olan sesin gelmesiyle kafamı kaldırıp tam karşımdaki apartmanın girişine baktım. Dün geceki yabancı kulağında telefona doğru suratında ki ölümcül ifadeyle konuşuyordu. Bir şeylere sinirlenmiş olduğu belliydi.

 

Benim ona bakmam ile onunda gözleri anında bana kaydı. Aramızda benim arabam vardı sadece. Gece yarısını kıskandıracak gözleri soğuk bir şekilde kollarımdaki bukete kaydı ve anlayamadığım duygular gözlerine dağıldı.

 

"Ben oraya geliyorum, gelene kadar halledin," diyerek telefonu kapatmıştı. Dün benimle konuşan adam aksine oldukça nazikti. Üzerimdeki gözlerinden rahatsız olduğumu belli ederek sesli şekilde öksürdüm.

 

Pişkin bir şekilde bakışlarını üzerimden çekmediği gibi duruşunu da bozmamıştı. Anahtarımın üzerindeki düğmeye basarak arabayı kilitledikten sonra soğuk bir şekilde "İyi günler," diyerek arkamı dönüp apartmanımdan içeriye girdim.

 

 

****

 

İşte beklenen karşılaşma! Nasıldı nasıldı nasıldı? Nasıl heyecanlıyım size anlatamammm!

 

 

 

Bora için düşünceleriniz buraya.

 

Dolu için düşünceleriniz buraya.

 

sizi seviyorum.

 

Bölüm : 12.07.2025 18:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...