3. Bölüm

Bölüm 2

Suveyda Rey
suveyda_rey

KEYİFLİ OKUMALAR!

 

YORUMSUZ GEÇMEYELİM.

 

****

 

 

Huzur neydi? Cevabının değişeceği bir soruydu bu. Kimi ne göre para, kimine göre aşk, kimine göre nefes almak.

 

Bana göre neydi bilmiyorum çünkü kendimi huzurlu hissetmeyeli birkaç sene oluyor. Derin nefesleri korkarak ve tedirgin şekilde çekmeye çok alışmıştım. Benim huzurum bir tutam bebek kokusunda saklıydı. Onu da kaybedeli epey olmuştu.

 

Kafede şu an söylediğim Karadeniz şarkısı yeterince açıklıyordu içimdeki özlemi ve kederi. Nefeslerime bağladığım umutlarımın git gide azaldığını hissediyordum. Onlardan hiçbir iz yoktu hala ve onlara olan umudum eksildikçe giden nefesimden gidiyordu.

 

Nefesim umuduma, umudum huzuruma bağlıydı benim.

 

"Yüksek dağlara doğri haykirsam sevduğumi

 

Belki dağlar anlardi nasil özleduğumi

 

Bulut gibi hislerum savruldu yureğune

 

Yağmur olur yağardum..."

 

Sözleri yüreğimi pare pare eden şarkının son nakarat kısmını daha bir acılı şekilde söyleyip bıraktığım sırada bardaki herkesin hüzünlü alkışlarıyla karşılık aldım. Gülümseyerek kafamla herkese teşekkür etmiştim. Yüreği kanayan çok insan vardı. Yüreği kanayan, o kanla yüzüne gülümseyen maske çizen çok insan vardı.

 

Kafenin minik sahnesinden inerken bir masa haricinde diğer herkes alkışlamayı bırakmıştı. Gözüm hala silikte olsa alkışlayan masaya kaydığında kısılmadan edememişti. Masada üç kişi vardı ve üçü de erkekti. Bu gardımı almamı sağlamıştı.

 

Hayat tecrübeleri mi dersiniz, yoksa kötü yaşanmışlıklar mı bilmem ama hepsinin sonunda insanların gerçek yüzünü görmüş olmak içimizde bir şeyler öldürüyordu.

 

Adamların bana bakışları içimde bir yerleri ayağa kaldırsa da dışım bir o kadar telaşsız ve soğuktu. Hatta bu bakışlarımı, soğuk suratsız hallerimi egolu bulan insanlarla bile rastlamıştım.

 

Hiçbir şey yapmadan sakin bir şekilde adamlardan bakışlarımı çektim ve bar tezgâhının arkasına geçtim. İçimden geldiği geceler barda böyle bir iki şarkı söyle içimir dökerdim kendimce.

 

Hafif bir müzik kulaklarıma dolduğunda ben çoktan önümde içki isteyen müşterilere içeceğini hazırlıyordum. Çok fazla kalabalık olmamasına rağmen bugün oldukça yorulmuştum ve bir an önce eve gitmeyi bekliyordum.

 

"Bir viski lütfen," diyen kalın ses ile kuruladığım bardaktan kafamı kaldırdım. Suratsız bir şekilde yüzüne baktığım adamı tanımıştım. Gözlerini diken üçlü erkek grubundan birisiydi. Açık kahverengi dağınık saçlarına yakışan yeşil gözlerinde sinsilik yer edinmişti.

 

Bunu bana pis sırıtan bakışından da anlayabiliyordum.

 

Sert şekilde tezgâha koyduğum bardağa hızlıca buz atıp içkiyi doldurdum ve önümdeki adam doğru kaydırdım. Alıp gitmesini beklerken tezgâhın üstündeki tabureye iyice yerleşmişti. "İlk defa keşfettik burayı, güzelmiş," diyerek yudum aldığı içkiye rağmen hala bakışları üzerimdeydi.

 

Bazı bakışlar vardır savaş başlatmaya meyillidir ve savaşta verilecek ilk kurbanı seçer. Tam da o bakışlar vardı karşımdaki adamın gözlerinde.

 

"Keyfine bak o zaman," dedim soğuk bir şekilde ve yüzüne bakmadan.

 

"Bakıyorum, merak etme." Bakışlarının ağırlığını hissetmeseydim bu cümlenin içindeki imayı uzaktan bile fark ederdim.

 

Hiçbir cevap vermemiş, hatta yeni gelen birkaç müşterim ile ilgilenmiştim hızlıca. Fakat o adam ne tezgâhtan ayrılmak bilmişti ne de bakışlarını çekmişti. En sonunda daha fazla dayanamayıp ellerimi tezgâha dayayıp adam döndüm.

 

"O gözlerini oymadan bakışlarını benden çek."

 

Söylediklerimden etkilenmedi hatta aksine hoşuna gittiğini belli ederek alaylı bir şekilde kaşlarını kaldırmıştı. "Fazla sert," diye mırıldandığını işitmiştim zar zor. Sinirli bir nefes bırakıp yine kısa süreli başka müşteriler ile ilgilendim.

 

"Sesin gerçekten güzelmiş. Çok etkilendik." İtici gelen konuşması artık kulak tırmalayıcı bir hal almıştı. "Hem kafe saati hem bar saati çalışıp üstüne bir de şarkı söylüyorsun. Ailen bu kadar fazla çalışmana bir şey demiyor mu?"

 

Saçlarımı kulağımın arkasına koyup sinire yanağımın içini dişlemekten vazgeçtim. Gözlerimi adama çevirdim ve en ruhsuz bakışlarımı diktim. "Konuşmak istemediğimi ne zaman anlayacaksın diye bekliyorum yarım saattir."

 

Boşalan bardağını bana doğru ilerletirken "O kadar oldu mu?" diye saçma şekilde dalga geçmişti. Gözlerimi devirdim ve bakışlarımı bardağına çevirip içkisini yeniledim. "Sadece sohbet etmeye çalışıyorum," diyerek samimi olduğunu düşündüğüne emin olduğum bir gülüş sergiledi. Asla samimi değildi hatta bir o kadar iticiydi.

 

"Ulaş ben," diyerek elini uzattığında ters ters önce eline sonra yüzüne baktım. Elini tutmayacağımı belli edecek şekilde hafif yana eğdiğim başımla yüzüne bakmaya devam ettim. "Tamam," dediğinde suratında ve bakışlarında düz bir ifade yer aldı. "Anlaşılan pek sohbet canlısı değilsin," dediğinde aynen öyle der gibi sırıtıp tekrar işime döndüm.

 

Yanımdan ayrılırken bile gözlerinin üzerimde oluşu zorlukla yutkunmama sebep olmuştu. O bakışlar hiç insancıl değildi. İçeceklerini tazelediğim birkaç kişinin gidişiyle ayaklanan masaya istemsiz gözüm kaydı.

 

Az önceki Ulaş denen adam ve diğerleri kalkıyordu. Delici bakışlarına maruz kaldığım adamlara daha fazla bakmadan yanımdaki kasanın yanına geçtim. Ödeme için geleceklerdi buraya. Adisyonu alarak "150 TL," dedim yüzlerine bakmadım.

 

Ulaş'ın hemen çaprazında duran adam cüzdanından 200 TL verdiğinde aldığım paranın üstünü hızlıca verdim. Gözlerinin ağırlığı üzerime çökmüş olsa da hiçbir şey demediğim gibi suratlarına dahi bakmamıştım.

 

Bu adamları ilk defa gördüğüme yemin edebilirdim.

 

Yarım saat daha açık duran barı kapattığımız gibi Kübra ile arabaya binip evin yolunu tutmuştuk. "Çok yorgunum," diye sızlanan Kübra'ya ister istemez katıldım. Bugün çok fazla yorulmuştuk, kafede barda çok kalabalıktı.

 

Sokağa girdiğimizde park edecek yer bulamamıştım. "Sen burada in ben arabayı park edecek yer bakayım." Kübra hiçbir şey demeden arabadan indiği gibi evimizin bulunduğu apartmana girdiğinde bende sokakta arabayı koyacak boşluk aramaya başladım.

 

Tam bulduğum bir boşluğa doğru arabanın ucunu kıracakken karşıdan gelen arabanın manevrasıyla ani bir fren yapmak zorunda kaldım. Ön camımdan rahat bir şekilde görünen gece yarısı gözlü adamla karşılaşmak beklediğim bir şey değildi.

 

Kısa bir süre sert ve ketum bakışlarını üzerimde tutu. Uğraşacak veya tartışacak havada olmadığım için elim geriye almak için vitese gitmişti ki Gece yarısı gözlü adamın eli havaya kalktı.

 

Geçmem için işaret yaptı ve hızlı bir hareketle arabasını geriye çekti. Onun görmeyeceği şekilde omuzlarımı silkerek arabamı park ettim ve inip kilitledim. "Teşekkür ederim," dedim açık araba camından ona bakarken. Kafasını sallayıp gaza bastığı gibi arabasını başka bir yere park etmeye gitti. Arkasından bakan gözlerim sorgulayıcı bir hal almıştı. O konuşkan adamı çok kötü kırmıştım. Konuşmak istemeyecek şekilde.

 

****

 

İnce tişörtü giyecekken aynadaki yansımam dikkatimi çekti. Tişörtü elimden bırakmadan aynanın tam karşısına geçip kendime baktım. Belime kadar inen ince telli kahverengi saçlarım vücudum gibi fazla cansız ve güçsüzdü. İncecik ellerim ve kollarım her an kırılacak gibi duruyordu. Fakat nelere dayandıklarını bir ben bilirim.

 

Eskiden yeşilinin cam gibi parladığı ela gözlerimin şimdi ışığı sönmüştü.

 

Çok fazla zayıflamıştım. Yaşadıklarımın yanında tedavisini olamadığım hastalığımın da etkisi vardı. Kimlik değişikliği yaptığıma göre en kısa zamanda hastaneye gitmem gerekiyordu. Bunu aklımın bir köşesine not edip aynanın karşısında arkamı görebilecek şekilde döndüm. Aynadan parlayan yara izlerine yüzümü buruşturmuştum.

 

İçimde bana yaşattıkları her şeyin birikmiş acısı vardı. Bu ne zaman patlardı bilemem ama içimde oldukça bana çok zararı oluyordu.

 

Vücudumdaki yara izlerine bakmak beni sinirlendirmeye başlayınca elimdeki ince tişörtü üstüme geçirdim. Kübra uyuduğu için ses çıkarmadan spor ayakkabımı ayağıma geçirirken kulaklığımı bel çantama koydum.

 

Hastalığıma bir nebze iyi gelmesi için her sabah koşu ve yürüyüş yapıyordum. Hızlı şekilde apartmandan çıkmıştım ki yine her zamanki gibi aynı saatte Gece yarısı gözlü adamla karşılaşmıştım. Her sabah karşılaşırdık böyle fakat bu durum önceden bu kadar dikkatimi çekmezdi asla.

 

O beni görmeden önce kafamı çevirdim ve onu görmemişim gibi yaparak kulaklığımı taktım. Yürüyüş alanına doğru yürümeye başladığımda kulaklıktaki müzik beni çoktan herkesten soyutlamıştı. İlk tempolu yürüyüşle başlayıp koşmaya başladım.

 

Koşan veya yürüyen tek tük insanların arasında kaybolmuştum. Hafif terleyen saçlarımı geriye atarken tempomu yavaş yavaş düşürmeye başladım. Derin bir soluğu içime çekerken güneşle parlayan denizden gözlerimi almakta zorlanıyordum.

 

İki senedir acaba yaşıyorlar mı düşüncesi içimi karınca istilası gibi talan etmişti. Hala bulunamamış olmaları aklıma başka düşünceleri serpiştirse de ben o düşüncelere inanmamak için elimden geleni yapıyordum.

 

Bir anne ve bir eş ailesinin yaşayıp yaşamadığını hisseder, öyle değil mi?

 

"Hey selam," diyen ses tamda kulağımdaki müziğin durduğu zamana denk gelmişti. Kafamı çevirip yan tarafıma baktığımda şaşkınlıkla kaşlarım havaya kalktı. "Siz?" derken onu hatırlamakta zorlanmışım gibi davranıp mesafeli bir şekilde cevap verdim. Kulağımdaki kulaklığın birini çektim.

 

"Ulaş ben dün konuşmuştuk hani."

 

Hatırlamıştım.

 

"Hatırlayamadım kusura bakmayın," deyip soğuk bir şekilde gülümseyerek kulaklığı tekrar taktım. "İzninizle sporuma devam edeyim," diyerek koşuya devam etmeye başladım. Şaşırdığını ve donup kaldığını göz ucuyla görmüştüm. Belki doğru düzgün sohbet etmesini bilse sorun etmezdim. O gözlerdeki amaç ne bilmiyorum ama sohbet etmek değil onu biliyorum.

 

Kulaklığımdaki müzik eşliğinde koşuma başlayalı nereden baksam 1 saat oluştu. Kolumdaki saat sekize gelirken kafeyi açacağımız için yürüyüş yolundan geri dönüp evin yolunu daha sakin şekilde tutmuştum.

 

Ilık esen hafif rüzgâr tenime yapışan tere soğuk hava etkisi yaratmıştı ve bu çok hoşuma gitmişti. Bazen böyle saatlerce yürümek istiyorum. Yürüyüp canımın parçalarına ulaşmak istiyorum. Sanki yürüyünce geçecekmiş gibi.

 

Ulaş denen adamın hala buralarda olup olmadığına bakmak için etrafa göz atarken birkaç insan dışında kimseyi görememiştim. Sıcak simit almak için yol üstündeki fırında durduğum sırada fırın camındaki yansıma dikkatimi çekti.

 

Zayıf ve yorgun bedenimin tam arkasına denk gelen yerde 3 tane adamın ayakta durup çaktırmadan bana bakmaları anında kanımı dondurmuştu. Az önce yürüyüş yolunda da görmüştüm. Bunlar kim şimdi? Hızlıca iki simit aldığım gibi yoluma devam ederken az önceki halime göre daha tedbirliydim.

 

Takip edip etmediklerini anlamak için bel çantamdaki telefonu çıkartıp kendimi çekiyormuş gibi yaptım. Arkamdan geliyor oluşları anlık nefesimi sıkılaştırmıştı. Gözüm hızlı şekilde yola kaydı ve taksi aradı. En rahat şekilde taksiyle kaçabilirdim fakat hiç yoktu ve olanlar hep doluydu.

 

Adımlarımı hızlandırdığım gibi başka sokağa saptım. İzimi bir şekilde kaybettirmem lazımdı. Onlar kim bilmiyorum ama Özgür'ün göndermiş olabilme ihtimali geçmişin boğazıma sarılmasına sebep oluyordu.

 

Kimliğimi hiçbir yerde kullanmıyordum ve onlardan kimseyle görüşmüyordum. Hatta Azat bile Kübra ve benim nerede olduğumu bilmiyordu. Elim sıkışan kalbime gittiğinde kendimi kriz geçirmemek için sakinleştirmeye çalıştım.

 

İnsanın böyle kötü anlarında sığınacağı bir ailesi olmaması çok kötü bir şey. Her şeye tek başına göğüs germek bir yerden sonra artık öldürüyordu.

 

Cam duvarı olan bir dükkânın önünden hızlı şekilde geçerken camdan adamlarında benim gibi hızlandığını görmüştüm. Hızlı bir şekilde yürümekle olmayacaktı bu, onlardan kaçmak zorundayım.

 

Derin nefes alıp kendimi sakinleştirdim ve bir anda koşmaya başladım. Elim hala kalbimdeydi ve korkudan kalbim ritimsiz şekilde atmaya başlamıştı yine. Kafamı çevirip arkama baktığımda adamlarında benimle birlikte koşmaya başladıklarını gördüm. "Kahretsin!"

 

Yanılmayı o kadar çok isterdim ki. Beni takip ettiklerini düşündüğümde kuruntu yapmış olmayı tercih ederdim. Paranoyak bile olmak şu adamların peşimden koşmalarından daha iyiydi.

 

Bir anda arkamdan tişörtümün tutulması ile korkuyla çığlık atıp kendimi çektim. Tişörtüm yırtılma sesi kulağıma gelse de umursamadan dönüp beni tutan adama tekme atmaya başladım. "Bırak beni!"

 

En sonunda hala yırtılan tişörtümü tutan elini ısırdığım gibi tekrar kaçmaya başladım. Koşmaktan değil de düzensiz aldığım nefesler yüzünden tıkanmaya başlamıştım. Korkum kalbimi körüklüyordu ve panik atak krizine sürüklüyordu beni.

 

Caddeden çıkıp evime giden ara bir sokağa saptığımda daha da hızlanmaya zorladım kendimi. Evime varana kadar koşmak zorundaydım. Nefes açıcı spreyim yanımdaydı sadece onu sıkabilecek kadar duracak vaktim yoktu.

 

Karşımdaki insanlara çarpıyor fakat hiçbir şey diyemiyordum. Korkum o kadar dolanmıştı ki bana ne yağacağımı şaşırmıştım. Ağlamamak için kendimi sıktığımdan boğazımdaki düğüm beni boğacak hale gelmişti.

 

Araba kavgası yapan kalabalık sokağı gördüğüm gibi oraya doğru koşmaya başladım. Kalabalık onların peşimden gelmesini engellerdi. "Çekilin!" diye deli gibi bağırıp önümdekileri itekliyordum. Eve yakın sayılırdım, fakat eve gitmeden önce en azından izi kaybetmeleri lazımdı.

 

Sokağın başına geldiğimde nefes nefese durup arkama baktım. Adamlar geçemeye çalışıyor fakat araba kavgası yapan insanlar birbirlerine girmiş haldeydi ve onları geçerken zorlanıyorlardı.

 

Nefes alamaz haldeydim belki ama burada duramazdım. Onlar oradan kurtulmaya çalışırken evime doğru koşmaya başladım. En fazla 3 sokak vardı. Onlar bana yetişmeden oraya yetişebilirdim.

 

Nefessizlik artık beni uyuşturmaya başlamıştı. Bacaklarım koşmaktan bitap düşmüş, tüm sinir hücrelerim derin bir sızının henüz kendini belli etmeyen feryadına sığınmıştı. Birkaç kere tökezlesem de evimin olduğu sokağa geldiğimde duraksayıp sırtımı duvara verdim.

 

Islık gibi düzensiz aldığım nefes sesleri boş sokakta yankı yapıyordu. Zorlukla doğrulup kafamı duvardan ileriye uzattım geliyorlar mı diye bakmak için. Köşeden döndüklerini gördüğüm gibi anında doğrulup tekrar koşmaya başladım.

 

"Dağılın hemen, kızı bulmadan durmuyoruz," diye bağırdığını duydum birinin. Apartmanıma geçmem için karşıya geçmem gerekiyordu fakat ne kadar vaktim vardı bilmiyorum. Yan tarafımdaki apartmanın demir kapısını açtığım gibi kendimi içeriye attım.

 

Nefes alamıyor boğuluyordum resmen. Sırtım duvara yasladığım gibi ayaklarım daha fazla taşıyamaz oldu. Tişörtüm sırtım boyunca yırtılmıştı ve bir tarafı omzumdan aşağı kaymıştı. Göğsümün üstündeki titreyen elim hemen hızlıca bel çantamın olduğu yere kaydı.

 

Elim boşluğa kaydığı an "Hayır, hayır, hayır," diye sayıklamıştım. Çantam yoktu! İlacım içinceydi benim! Sokağa girdiğim sırada belimde olduğuna emindim. Daha fazla dayanamayan vücudum yorgunluktan bayılmak üzereydi.

 

Tam o sırada demir kapının camında gördüğüm bir siluet ile anında merdiven tarafına geçip saklandım. Onlardan birisi olabilirdi. Nefes seslerim artmıştı bu yüzden iki elimle de ağzımı kapatmıştım ki apartmanın kapısı açıldı. Kendi kendimi boğmak üzereydim resmen ve ben korkudan buna engel yapamıyordum.

 

Özgür'ün eline geçeceğime ölmeyi yeğlerdim.

 

Binaya giren adım sesleri tüylerimi ürpertirken merdivenin arkasında küçücük kalmıştım. Tok adım sesleri tam merdivene gelmişti ki bir anda duraksadı. Bunu yan tarafa düşen gölgesinden anladım.

 

Merdivenden geri çekildiğinde ayaklarımı iyice geriye çektim kaybolmak istercesine. Daha yakından gelen adım sesleri kalbime batıyordu adeta. Gözyaşlarım parmak uçlarıma buluşurken ben panik atak krizine girmiş titriyordum. Kalbim ihtiyaç duyduğu bir yudum nefes için atışını hızlandırırken ben artık dayanamayacak duruma gelmiştim.

 

Tok adım sesleri hemen önümde durduğu an gözyaşlarım yüzünden bulanık görünen spor ayakkabıları ile karşılaştım. Gözlerimi yenilmişlik ve korkuyla yukarı doğru kaldırırken ellerimi de ağzımdan çekmiştim.

 

Fakatbeklediğimin aksine kaçtığım adamlar değil de

Gece yarısı gözlü adam vardıkarşımda.

 

****

 

ayayayayay Boracığım çok çok aşk

 

ee nasıl buldunuz?

 

bölüm hakkındaki tüm düşüncelerinize talibim.

 

sizi seviyorum.

 

Bölüm : 21.08.2025 19:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...