4. Bölüm

Bölüm 3

Suveyda Rey
suveyda_rey

KEYİFLİ OKUMALAR !

 

YORUMSUZ GEÇMEYİN LÜTFEN

 

****

 

 

 

Acılar sürprizlere gebeydi her zaman. 'Tamam bu kez gerçekten bitti, buraya kadarmış' dediğim her an önüme bir yol çıkıyordu. Sanki hayat bile benim sürekli ayağa kalkmam için çabalıyordu.

 

Şimdi tekrar karşıma bir kurtuluş yolunu çıkardığı gibi.

 

Boğuluyormuş gibi çıkan nefeslerim ve titreyen vücudum ile gece yarısı gözlü adamın beni burada görmeyi beklemediğini tahmin edebiliyordum. Tedbirli bakışları beni gördüğü an büyüdü ve kısa bir şaşkınlık yaşadı.

 

"Sen," derken öne doğru bir anda atması benim irkilmeme sebep olmuştu. Şu an ne psikolojik olarak ne de fiziksel olarak asla iyi değildim. Panik atak krizim doruklarında nefessizlikten boğulacaktım.

 

"Sakin ol," derken daha temkinli şekilde yaklaştı ve elini uzattı bana. "Sakin şekilde nefes almak zorundasın,"deyip kolumu tuttuğu gibi geri çekildim. "D-Dokunma!" Henüz delirmedim ama panik atak krizindeyken birisinin bana dokunmasına dayanamıyordum. "İ-ilacım," dedim zorlayan nefeslerim arasında. "D-düştü..." Elim sürekli boğazımdaydı.

 

Gece yarısı gözlü adamın biçimli kaşları anında çatılırken sanki aklına bir şey gelmiş gibi bir anda ayaklandı. Görüşüm bile kararmış, yüzüm hızlı nefeslerim yüzünden uyuşmuştu ve konuşmamı zorlaştırıyordu. Tekrar açılan demir kapının sesini duyduğumda "Bu senin çantan mı?" diye soran ses hemen arkasından gelmişti.

 

Elindeki tuttuğu siyah bel çantası ile yanıma geldiği an zorlukla elimi çantama atmaya çalıştım. Fakat bırak tutmayı elimi bile kaldıramamıştım. Bayılma noktasına gelmişti vücudum ve ben kalbimin ritimsiz atışlarını sanki kulaklarımda hissediyordum.

 

Benim iyi olmadığımı anladığı an çantamı kendisi açıp ilacımı aldı. Eline düşen iki ilaçtan ilk önce nefes açıcı spreyi alıp çalkaladı. Ardından hiç beklemeden kemikli elini enseme koydu. Anında kasılan bedenimi fark etsede kaçmama izin vermedi. Korkum ve paniğim anında kendilerini göstermişti. Fakat o sırada tüpün başlığına bastı ve spreyin boğazıma soğuk havası değince anında gözlerimi kapattım.

 

Sprey ile birlikte birkaç nefes çektim ve kalbimin sıkışmasına neden olan nefessizliği kenara ittim. Vücudumun uyuşukluğu geçmese de en azında nefes alabiliyordum. Karşımdaki adamın elleri üzerimden çekilirken "İyi misin?" diye sormuştu. Gözlerimi ona doğru çevirdiğimde bir dizinin üzerine eğilmiş şekilde bana bakıyordu.

 

Kafamı sallasamda kalbimdeki ritimsizlik hala devam ediyordu. Spreyi zorlukla kenara bırakıp yerdeki diğer kutuyu elime aldım. İçinden çıkardığım hapı ağzıma atmıştım ki karşımdaki adam yarım su şişesini uzattı anında bana. Boğazımdaki kuruluk ve tahriş yüzünden hapı yutamayacağımı biliyordum bu yüzden geri çevirmedim.

 

Kafamı geriye atarak birkaç saniye kendime zaman tanıdım. Gözlerim kapanırken vücudumun her noktası resmen kırılıyordu. Acım oluk oluk içime akarken yanaklarımdan yaşların süzüldüğünü biliyordum.

 

Adamlar gitti mi bilmiyorum ama beni buraya kadar bile takip etmeleri yeterince korkunçtu. Kimin adamları bilmiyorum ama Özgür'ün olabilme ihtimali bile benim için kâbus sebebiydi. Birkaç dakika geçti ve uyuşan her yerimin düzediğini, kalbimin daha sakin atığını hissedince kafamı kaldırıp yanaklarımı sildim.

 

O sırada benimle birlikte yere oturmuş olan adam elindeki hap kutusunu inceliyordu. "Taşikardi?" Doğrulup oturuşumu dikleştirirken sızlayan kol kaslarımı ovaladım. Ardından ilaçlarımı alıp bel çantama koyarak "Panik atağa bağlı kalp ritim bozukluğu," diye açıkladım. O da sadece bana yardım ettiği içindi.

 

Ayağa kalktığım sırada kafamda adamların gidip gitmedikleri vardı. "Bir şey mi oldu panik atak geçirecek?" diye soran adamda benimle birlikte ayağa kalkmıştı. O sırada yüzümdeki gezen gözleri aşağılara doğru kaydığında yüzü anında gerildi. Anlamadığımda için kafamı aşağı eğmiştim ki yırtılan tişörtüm yüzünden bir tarafımın göbeğime kadar açıldığını gördüm.

 

Gözlerim utançla büyürken anında adama sırtımı döndüm. Çantayı kenara koyup üzerimi düzelttim. Yırtılan ince tişörtümün altında yarım atlet vardı fakat bu benim tedirgin olmama engel değildi. Üstümü düzelttiğimden emin olup açılmaması içinde bel çantamı taktım hızla.

 

"Saldırıya mı uğradın?" diye soran adama döndüğümde gece yarısı gözlerine zifiri karanlığın çöktüğünü fark ettim. Dudaklarımı birbirine bastırırken sakin şekilde kafamı sallayıp gözlerimi kaçırdım. "Kim onlar?" diye sordu ama cevap vermedim. Üzerimi düzelmekle uğraşıyordum ve o cevap vermeyeceğimi anlamıştı. "Peki," dediğinde bakışlarımız birbirine çarptı. "Sırtındaki yara izleri? Koparılan papatyaların izleri mi?"

 

Acımı tasvir edişi sırtımdaki izlerin sızlamasına sebep olmuştu. O izlerin sahibinin elinde ruhumun kanı vardı. Bedenimin kanı vardı.

 

Her kadının yara izinde ölü bir papatya saklıdır.

 

"Ben artık eve geçeyim," deyip yanından geçecekken dayanamayıp durdum. Zorlukla yutkunup ona döndüğümde her zamanki soğuk suratımı takınacak halim yoktu. "Acaba, dışarıda birileri var mı diye baksan olur mu?"

 

Gergin şekilde elini saçlarından geçirirken bana bakarak kafasını sallamıştı. Bu beni rahatlatmıştı. Üzerindeki spor kıyafetlerinden dolayı koşudan geldiğini anlamıştım. Kemikli bir yüzü vardı. Kaşları, sakalları ve gözleri simsiyahtı ve bu ona çok yakışıyordu. Yanımdan hızla geçip giderken hemen arkasından bende gitmiştim.

 

Demir kapıyı açtığı sıra da tam karşı apartmanın oradaki adamlarla anlık göz göze geldik. Korkuyla elim anında karşımdaki adamın koluna gittiği gibi diğer adamların bize doğru hareketlendiğini gördüm.

 

"Onlar," diye fısıldadığımda gece yarısı gözlü adam bize doğru gelenlere döndü. Elini cebine attı ve çıkardığı telefonunu bana uzattı. Gözleri bize yaklaşan adamlardan ayrılmıyordu. "Bunu al dediğim numaraları tuşla." Elim hızlı şekilde telefona gitti ve ben daha elime almadan birkaç adımla önüme geçip adamların üzerimdeki gözlerinin yolunu kesti.

 

"Bir kadına saldırmaya utanmıyor musunuz lan?"

 

İri yarı olan herif göğsünü gerek karşısındaki adama baktı. "Seni ne kadar ilgilendirir bu?" Gece yarısı gözlü adam hiç tereddüt etmeden biraz daha meydan okur gibi bir adım öne geçti. "Seninle işimiz yok kenara çekil."

 

Adamların vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu bu belliydi. Ve bana göre Gece yarısı gözlü adamın da bu üç tane herifin karşısında hiç şansı yoktu. "Çekileyim ve kuzuyu kurdun önüne atayım, öyle mi?" diye konuştu sanki gerçekten düşünüyormuş gibi? Tedirgin şekilde hafif kenara doğru kaydım ve yan taraftan izlemeye başladım karşımdaki adamları.

 

Gece yarısı gözlü adam dudağının kenarını hafiften kaldırarak cıkladı. "Henüz insanlığımı kaybetmedim, çok şükür." Cümlesinin bitmesiyle öne doğru yaptığı atağı benim korkuyla sıçramama sebep olmuştu.

 

Tamam görünüş olarak oldukça atletik, yapılı bir vücuda sahipti fakat hala üç kişiye karşı tek oluşu beni tedirgin ediyordu. Birisine yumruk attıktan sonra diğerinden gelen yumruğu engellerken kısa bir an bana baktı. "Söylediğim numaraları tuşla hemen!"

 

Titreyen ellerimle avucumdaki telefonun ekranını kaydırdım hızlıca. "Neden?" diye sormadan edemedim. Adam üç tane adama doğru uçarken tuşlayacağı numaralar en fazla yardım içindir diye düşündüm sonradan.

 

"Karargâhtan, buraları temizlemek için adam gerekecek birazdan."

 

Dediği şeylerin anlamsızlığı kaşlarım çatmasına sebep olmuştu. Tam ağzımı açmış tekrar bir şey soracakken benim durduğum duvar dibine uçan adam ile çığlık attım. Geriye doğru çekilirken Gece yarısı gözlü adam çığlığımla bana döndü. Kısacık bir an iyi olduğumu göründükten sonra yakasını tuttuğu adama kafayı gömmüştü.

 

"#098*4544..." diye başlayan değişik numarayı söylemeye başladığı an elimdeki telefonda tuşlamaya başladım. Söylediği numaralar bitince ne yapacağım der gibi ona baktım. Anlık olarak yapmam gereken her şey birbirine girmişti. "Ara."

 

Arama tuşuna bastığım gibi ekran önce karardı ardından bağlanıyor... yazısı çıktı bir anda. "Bu ne böyle?" diye fısıldarken ne olduğunu anlayamadığım adama kaydı gözdüm. Üç adamdan birini devirmişti az önce. Geriye kalan iki adam onu çok zorluyordu ama hiç etkilenmiyordu. Oldukça profesyonel şekilde dövüşmesi beni tedirgin etmişti.

 

Polis olabilir miydi?

 

"National Intelligence Agency. Durum bildir Karabatak."

 

Gözüm telefondan gelen kadın sesi ile anında karşımdaki adama kaydı. İkinci adamı ben bakmadığım sırada bayıltmıştı. Kalın kaslı kolları üçüncü adamın boynunu sıkarken "Yaklaştır," dedi bana doğru.

 

Telefonu hızla ona yaklaştırdığımda "Konumuma birkaç kişi gönder. Etraf temizlenecek." Sert ve ketum sesi sorgu istemez, karşılık beklemez şekildeydi. "Hemen efendim," diyen kadın aramayı kapatmıştı. Kollarındaki adamın da nefessizlikten bayıldığını anladığı an yere düşeceğini umursamadan bıraktı.

 

Gürültü yaratarak düşen adamlara kocaman olmuş gözlerle bakıyordum. Az önce ne oldu böyle? Ben hiç şansı yok derken adam üç tanesini birden devirdi. "İyi misin?" diye sorunca adamlardan gözlerimi ona çevirdim. Korkum tozlu hatıraların arasında kendine büyük yer edinmişti. Zorlukla yutkunup kafamı salladım.

 

"Hadi seni evine kadar bırakayım," dediğinde kendime gelmiş anında atılarak yerdeki adamın üzerinden atlamıştım. "Sen polis falan mısın?" Diye bir anda sordum merakla. İçimden hayır demesi için bin tane dua ederken o bana yamuk şekilde güldü.

 

"Hayır," dediğinde rahat bir nefes vermiştim.

 

"5 dakika 15 saniye. Paslanmışsın görüşmeyeli." Apartmandan çıktığımız gibi duyduğumuz sesle ikimiz de duraksadık. Kaldırımın dibindeki bir arabaya sırtını vererek kollarını birleştirmiş şekilde bize bakan adamın tanıdıklığı kaşlarımı çatmama sebep olmuştu.

 

İster istemez gerilen vücudumu derin nefes alarak sakinleştirmeye çalıştım. "Her türlü seni geçtim. Sen iki kişiyi 10 dakika da yere serebildin," diye konuştu yanımdaki adam. Ne konuştuklarını anlayamıyordum. Birbirlerini tanıyor muydu? Burada ne döndüğünü anlamaya çalışarak onlara bakarken arabaya yaslanmış şekilde duran Ulaş anında doğruldu.

 

"Her neyse," diyerek üzerindeki gömleği düzeltti. Hareketlerinde ve konuşmasında saf kurnazlık vardı. "Karargah'a hiç uğramadığın için yeni adamlarımızı tanımayıp devirdin. Fakat onlar..." deyip sinsiliğin yuva yaptığı gözlerini bana çevirdi anında. "Bu güzelliği almaya gelmişti."

 

Ne? 

 

Tüm vücudumdan kanımın çekildiğini hissederken korkumun beni esir aldığını hissettim. Titrek bir nefesi içime çekerken bir adım geriledim. "Uzak dur benden," diye emin bir şekilde. Yanımdaki adam şaşkınlıkla önce bana ardından Ulaş denen adama baktı.

 

İçime saklamaya çalıştığım tedirginliğim hızlı şekilde nefes almama sebep oluyordu. Temkinli bakışlarımı Ulaş'tan yanıma çevirdim. Sinsi bakışları benim üzerimdeydi.

 

"Yaklaşmayı düşünme bile. Kızla derdiniz ne?"

 

Kalbim yanımdaki adamın dedikleri ile tedirginliği zorla bir kenara atabilmişti. Fakat Ulaş hiç geri adım atacak gibi durmuyordu. Hızla kafamı kenarlara çevirdim. Kaçacak bir fırsat arıyordum fakat bir yerden sonra buraya geri dönmek zorundaydım. Hem yanımdaki adam tekrar yardım edebilirdi.

 

Ulaş bana kısaca iğreniyormuş gibi baktıktan sonra bilmiş bir tavır takındı ve "O herifin kızı," dedi. Sesindeki saf nefreti hissetmek imkansızdı. Yanımdaki adamın kafası geriye çekilirken sinirle gözlerini kapattı. "Yani Bora, yanlış kızı korudun," diye devam etti Ulaş.

 

Bora yanımdaki adam oluyordu sanırım. Hem o herif dedikleri kimdi? Dünyanın dört bir yanındaki acımasız ve nefret dolu insanları kendime çekmeyi nasıl başarıyordum hiçbir fikrim yoktu. Adını az önce öğrendiğim adamın duyduklarıyla değişen halleri kenara fırlattığım korkumun ayaklanmasına sebep olmuştu.

 

"Öyle bir şey olsaydı kızın burada işi olmazdı," diye konuştu Bora. Ulaş umursamaz şekilde omuzlarını silkti ve "Bunu gidince öğreneceğiz artık," dedi. Bora'nın bana dönen düşünceli bakışları arasında hızla bir adım geriledim.

 

"Hayır," derken elim havaya kalkmıştı onu durdurmak ister gibi. "Beni hiçbir yere götüremezsiniz." Sesim içimin aksine oldukça güçlü çıkmıştı. Korkum beni öyle bir esir almıştı ki oturmuş bir kenara ağlayabilirdim. Fakat ondan önce bu adamlardan kurtulmak zorundaydım.

 

"Ulaş sen git, ben halledeceğim," dedi Bora kara gözleri benim üzerimdeyken. Ulaş'ın yeşil gözleri sorgulayıcı şekilde Bora'ya döndü. Onlara çaktırmadan bir iki adım daha geriledim. "Bir yere gitmiyorum. Diğerleri o kızı bekliyor ve ben ancak o kızla giderim buradan."

 

İçimde açılan oyuğun içi merakla dolmuştu. Bora'nın gözleri kısa bir süre tahammül edemiyormuş gibi kapandı alnını kaşıdı. Sabırsızlığı kuşanan Ulaş daha fazla beklemeyeceğini belli ederek aniden bana doğru atıldı.

 

Aynı saniyeler içinde ben geriye doğru kaçarken Bora çevik bir şekilde Ulaş'ın kolunu çekip durdurdu. "Sakın karışma!" derken çenesi gerilmişti. Bana uzun gelen süre kadar birbirlerine sinirle bakışıp durdular. Ardından Ulaş geriye çekildi ve sırtını tekrar arabaya yaslandı.

 

"Bak sakin ol," diye konuşmaya başladı Bora. Bana doğru bir adım attığında onu takip ederek hızla geri çekildim. Koşmaya fırsat arıyordum onlardan kaçmak için. "Uzak durun benden," diyerek bir adım daha atmıştım ki Bora biranda iki kolumdan da tuttu beni ve sırtımı nazik şekilde apartmanın duvarına yasladı.

 

"Bırak beni!" diye çığlık atmam ile kollarımdaki ellerinden hızlı bir şekilde ağzıma kapandı. "Beni dinle!" derken sesini sanki kimse duymasın diye kısmıştı. "Sana bir şey yapmayacaklar tamam mı? Onlarla gitmek zorundasın. Hatta bende geleceğim seninle." Dediklerinin saçmalığıyla anında kafamı iki yana doğru salladım.

 

"Gitmek zorundasın. Ortadaki yanlış anlaşılmayı ancak o şekilde çözebilirim. Eğer gitmezsen zorla götürecekler ve zarar vermekten çekinmezler."Canım yine kaçarken yakalandığımdan mıdır bilmem çok yanıyordu şu an. Özgür'den kaçmış zor da olsa bir hayat kurmuşken şimdi hiç tanımadığım insanlar beni bir yere götürmek istiyorlardı.

 

"Bana güven, diğer şekilde zor kullanacaklar ve ben o karmaşada seni kurtarmakla uğraşırken ortadaki karışıklığı çözemem."

 

Nefeslerimin hızlandığını hissettiğimde panik atağımın tekrar kendini göstereceği korkusu da şu anki durumun üzerine tuz biber olmuştu. Bora sanki zorlandığımı anlamış gibi elini ağzımdan çekmişti. "Hayır," diye fısıldadım. "Gelemem. Size güvenmiyorum, bana orada ne yapacaksınız bilmiyorum. Uzak durun benden."

 

Bora sıkıntılı bir nefes bıraktı dışarıya. "Beni anlamak zorundasın. Sana zarar veremezler devlete bağlı bir karargâha götürecekler seni. Sadece onlara ayak uydur ve ben doğruları çıkarana kadar sakince bekle." Gözlerime ona inanmamı ister gibi bakıyordu. İşlerin çığırından çıkmasını istemiyormuş gibiydi. Bakışları düşüncelerimin aksine doğruyu söylediğini bağırıyor gibiydi.

 

Fakat bu onu güvenebileceğim bir insan yapmaz.

 

Boğazımdaki düğüm büyürken karşısından ağlamamak için zor tuttum kendimi. "Gitmek istemiyorum," derken fısıltı gibi sesimdeki korkumu sadece Bora fark etmişti. "Eğer gitmezsen zorla götürecekler. Ellerinde yakalama emrin var yani şimdi kaçsan yarın evine veya kafeye gelip alacaklar seni." İşte bu acıyla gözlerimi kapatmama sebep olmuştu. Ne zaman dolduğunu bilmediğim gözlerim sanki bu anı bekliyormuş gibi yanağımdan akıttı acımı.

 

"Neden? Ben hiçbir şey yapmadım!"

 

Bakışları bunu biliyorum der gibiydi fakat yine de beni götürmekte kararlı duruşu beni ürkütüyordu. "Biliyorum. Sadece bir yanlış anlaşılma o kadar."

 

Ne yapmam gerektiğine emin olamıyordum. Bora'ya güvenmiyorum ama doğruyu söylediği ortadaydı. Ulaş denen adam dünden beridir kafede benimle oynadı resmen. Bugün o adamların beni takip etmesi ve Bora olmasaydı yakalayacak olmaları vardı bir de.

 

Ağlamamak için çenemi sıkıyordum ama birkaç gözyaşım benden bağımsız hareket ediyordu. "Onlara güvenmiyorum," dedim fısıltıyla. Bora'ya da güvenmiyorum fakat şu ana kadar bana zarar vermemişti en azından buna tutunmak zorundaydım. Bana zor kullanırlarsa panik atak krizine girerdim ardından taşikardi...

 

Huzursuzluğum içimde bir yerlerde can çekişirken kabul etmem için gözlerimin içine bakıyordu Bora. Gidecektim fakat gitmemin tek amacı zor kullanmalarını istemememdi. Geçmişimin silik anılarının kalın yaralarıydı bu. Zorla dokunulduğunda, zorla bir yere götürüldüğümde deliriyordum.

 

"Orada ya zarar verirlerse?" Bilmem gerekiyordu en azından ne olacağını. Bora'nın ketum bakışlarına sızan anlayış bana göz kırparak kendini belli etti. "Korkma, emniyete bağlı birim orası. Sadece sorgulanacaksın."

 

Emniyet kelimesinin geçmesiyle tüylerim ürperirdi anında. Belli etmemeye çalışarak aramıza mesafe koymaya çalıştım biraz. Kimliğim değişmişti sonuçta, korkmama gerek yoktu. Özgür artık beni bulamazdı.

 

"Ben olacağım yanında. Orada da sadece bir saatliğine ayrılacağım o da senin yanlış kişi olduğunu göstermek için."

 

Sesindeki güven kendini belli etse de umursamadım. Gözlerini bir saniye ayırmadan tepkimi ölçüyordu. "2 senedir komşuyuz Dolunay. İki sene önce bir anda geldin ve arkadaşında yaşamaya başladın. O günden beridir her gün karşılaşıyoruz sen görmesende. Hiç sana bir yanlışımı gördün mü?" Elalarım gece yarısı gibi duran gözlerinde gezerken kafamı iki yana doğru salladım. Adımı biliyor oluşu gözümden kaçmamıştı.

 

"Şimdi de bir yanlış anlaşılma olduğunu bildiğim için bunu onlara göstereceğim."

 

Nasıl gösterecek bilmiyorum fakat ona uyum sağlamaktan başka bir çarem kalmamıştı elimde. Bu kez kafamı yenilmişlikle aşağı yukarı salladığımda Bora rahat bir nefes bırakıp geri çekildi.

 

"Sonunda," diyerek yaslandığı arabadan uzaklaştı Ulaş. "Hanımefendi karargâhımıza teşrif edecekler mi yoksa yakalama emrini mi uygulayayım?" Gözüm içinde büyüttüğü nefretle Ulaş'a döndü. Bana bakıyordu ve ona olan nefret dolu bakışlarımdan hiç etkilenmiyordu. Çünkü niye bilmiyorum aynı nefretle kendisi de bana bakıyordu.

 

"Yanlış kişiyi yakaladınız," diye konuştum en soğuk sıfatımla. Dalga geçer bir gülüşü suratına yerleştirmişti benim öyle demem ile. "Hiç sanmıyorum güzellik tam olarak aradığımız kişiyi yakaladık." Ulaş ile aramıza giren Bora sert ve soğuk bakışlarını Ulaş'a çevirmişti.

 

"Uzatma kapıyı aç." Sesi sert ve emir verici tondaydı fakat Ulaş bundan hiç etkilenmedi. Hatta sanki onun bu hallerine çok alışıktı.

 

İki araba ilerimizdeki Transporter tarzı aracın kapısını açan Ulaş alay dolu bakışlarını bana dikti. Kötü şeylerin olmamasını umarak bindiğim arabada resmen diken üstündeydim. Hemen arkamdan binen Bora yanıma otururken Ulaş tam karşıma oturdu. "Bakışlarını üzerimden çek artık," derken sesim içime nazaran sert ve gür çıkmıştı. Çekmek bir yana aksine daha fazla bakmaya başlamıştı. Sinir dolu bir nefes vererek kafamı çevirmiştim.

 

"Bu kendini beğenmişliğin nereden geliyor? Baban'a güveniyorsun sanırım."

 

Söylediği cümlenin anlamsızlığı kaşlarımı çatmama sebep olsada ona dönmeden konuştum. "Karşısındaki insanları görmek istediği gibi gören insanların anlamayacağı bir yerden geliyor." Kendimi beğenmiş falan değildim. Fakat kendimi beğenmiş bile olsam bu beni ilgilendirir.

 

Ayrıca insanların beğenilecek bir yanı yok.

 

"Her neyse," diyerek yan taraftaki minik dolabı açmak için eğildi Ulaş. Ona bakmamak için kafamı bir santim bile camdan çevirmiyordum. Nereye gideceksek bir an önce gidip sorunsuz şekilde evime dönmek istiyorum.

 

Yolu seyrettiğim bir an dizlerimdeki ellerimin üzerine kapanan elle korkuyla sıçradım. Tam karşımda oturan Ulaş bana doğru eğilmiş, bileğimi tutmuştu. Elimi hızla geri çekerken kalbimin anında düzensiz atışlarını hissetmiştim. Telaş, heyecan gibi duygular bana iyi gelmiyordu.

 

"Ne yapıyorsun..." diye konuşacakken tekrar bana doğru bir atak yaptı ve daha sıkı şekilde kolumu kavradı. Saniyeler içinde olan bu durum benim nefesimin hızlanmasına sebep oluyordu. "Bırak beni!" Diye çığlık attığımda korkum en derininde saklıydı. Kendimi geri çekerken diğer boşta duran elim ile Ulaş'ı ittirmeye çalışıyordum.

 

Bu araba da isteyerek bulunmuyordum ve bu beni herhangi bir şeye karşı tetikte, korkuyla beklememe sebep oluyordu. Onları tanımıyordum ve her şeyi yapabilirlerdi.

 

"Lan bıraksana kızı!" Diyerek Ulaş'ı koltuğuna iten kişi Bora'ydı. Nefeslerim hızlanmış kendimi sanki koltuğa gömülecekmişim gibi geriye çekmiştim.

 

Ulaş yüzüne yansıyan şaşkınlıkla ellerini havaya kaldırdı 'ben suçsuzum' der gibi. Yan tarafına koyduğu siyah bez parçalarını gösterip "Gözlerini bağlayacaktım prosedür bu," dediğinde korkuyla irileşmiş gözlerimi üzerinden ayıramıyordum.

 

"Dolunay," dedi Bora, az önceki sesine nazaran yumuşacık bir sesle. Koltuğa yasladığım kolumun üzerine sıcak elini koyduğu an korku etrafımı kuşatmıştı yine. Titreyen vücudumu zapt etmeye çalışırken kasılmıştı vücudum ve ben kendimi çekmek için hiç bir kasımı oynatmıyordum.

 

"Dokunma bana," derken sesim fısıltı gibiydi ama açım yerli yerindeydi. Kalbim o kadar hızlıydı ki göğüs kafesimi delecekti sanki. Acı dolu anılarım gözlerimin ardında bir bir sahneye düşerken bu titrememi kat ve kat arttırdı. Boğazımdaki düğümü zorla yutkunarak yok ettim.

 

Bora sanki ateşe değmiş gibi bir anda ellerini üzerimden çekti. Oturuşunu düzelterek direk bana doğru döndü. "İyi misin?" Diye sorduğunda sesindeki endişe kırıntılarını fark etmemek imkânsızdı.

 

Gözlerim kısacık bir an Ulaş'a kaydığında yüzündeki alay yerini meraka bırakmıştı. "Değilim," diye fısıldadım ondan kafamı çevirirken. Fısıltımı sadece Bora duydu ve sesim acımı yansıtır gibi serzeniş doluydu.

 

"Sakin ol, sana kimse dokunmayacak tamam mı?" Diye tane tane sakin şekilde anlattı Bora. Gözleri arada titreyen ellerime ve hızlı şekilde inip kalkan göğsüme kayıyordu. Temkinli bakışları sanki bir şey olursa yardım etmek için tetikteydi. Ulaş'ın yan tarafındaki bez parçasını alıp bana uzattı. "Sana dokunmayacağım, sadece şunu gözüne bağlamamız lazım." Sanki küçük çocuğa anlatır gibi bir sabırla anlatıyordu.

 

Titreyen elimin avucunu öne doğru uzattım bezi bana vermesi için. Demek istediğimi hemen anlamasıyla bezi avucuma bırakması bir oldu. Hızlı şekilde elinden aldığım bezi gözlerime bağlayıp geriye doğru yaslandım.

 

"İlacını içmek ister misin?" Bora'nın sesini duyduğumda istemsiz kafamı o tarafa doğru çevirdim. Bunu sormasının sebebi ellerimin titremesi olduğuna emindim. "Hayır," derken sesim az önceki öz güvenli halini kaybetmiş gibi kısıktı.

 

Bir daha hiç konuşmayıp bağlı gözlerimle oturmuş arabanın durmasını bekliyordum. Tahminen bir saatin sonunda araba yavaşlamış bir kaç yerden yavaş şekilde dönmüş en sonunda durmuştu. Tedirgin şekilde beklerken arabanın sürülen kapısını duydum. Karşımda hareketlilik hissettiğimde Ulaş'ın indiğini anladım. "Tek başına inemez düşersin," diye konuştu Bora.

 

"Sadece kolunu tutmama izin ver, yolu göstereyim," diye devam etti. Neden korktuğum onu düşündürüyordu ister istemez eminim. Başka bir yol yoktu. Ayağa kalkıp yürürüm dersem düşebilir veya nereye gideceğimi bilmeyip bir yerlere çarpabilirdim.

 

Kafamı sakin şekilde sallayınca kemikle ellerini kollarımda hissettim. Bedenim anında kasılırken bağıra çağıra kaçamamak için kendimi sıktım. "Hadi," diyerek arabadan inme yardım etti ardından nereye olduğunu bilmediğim yerlere doğru götürdü beni.

 

Kasılan bacaklarım yürürken resmen sızlıyordu. Bunda o adamlardan kaçmak için koşmuş olmamın da payı vardı. "Ben gelene kadar kızı sorgulamıyorsunuz." Bora'nın hemen yanımda duyduğum sesi ister istemez rahatlamıştı fakat o da yabancı bir yerde gözlerim bağlı şekilde kaldığım ve burada sadece onu tanıdığım içindi.

 

"Hayırdır, buraya yolun düşmezdi şimdi sorguya mı gireceksin?"

 

Ulaş'ın sesini duymak ise bir o kadar ürpertiyordu beni. Demirin birbirine çarpma sesi geldi ve Bora duraksadı. O duraksayınca ben de duraksadım.

 

"Ben gelene kadar başlamayacak dediysem başlamayacak. Sizin olduğu kadar benimde meselem." Sert ve itiraz istemeyen sesinin arkasından Ulaş bir şey dememişti. Ne meselesi, buraya ne için getirildim hala bilmiyordum. Fakat birazdan öğreneceğime emindim. Tek umudum sorunsuz şekilde şu günü atlatmaktı.

 

O sırada saçlarım hissettiğim elle anında ileri doğru atılırken "Benim," diyen Bora'nın sesini duydum. Bağladığım göz bandını tek eliyle çözerken diğer eli hala kolumdaydı. Karanlıktan hafif loş ışıklı ortama geçen gözlerimi kısa bir süre kırpıştırmak zorunda kaldım. "Ben gelene kadar şurada bekleyeceksin," dedi hemen yan tarafımdan Bora. Kafasıyla gösterdiği yere baktığımda nezarethaneye benzetmiştim.

 

Derin nefes alıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Karakola benziyordu sonuçta her ne kadar gözüm bağlı şekilde gelmiş olsamda. Hiçbir şey demeden içeriye doğru girecekken Ulaş'ın kolu önümü kesti.

 

"Çantanı ver," derken sesi umursamazdı. Gözlerindeki nefreti görebiliyordum. "Veremem çantamı falan," diye diklendim anında. Tişörtümün yırtık kısımlarını tutuyordu. Tahammül edemiyormuş gibi gözlerini devirdi. Sonra sanki çantamı almak ister gibi elini bir anda bana uzatınca başka bir elin sahibini bileğini tuttu.

 

Bora ters bakışlarını Ulaş'a dikti ve sinirli şekilde kolumu ittirdi. Ardından bana döndüğünde gözlerindeki sinir yerini anında anlayış dolu bakışlara bıraktı. "İçindekileri versen yeterli. Birilerine üzerine tişört getirmelerini söylerim."

 

Daha makul ve mantıklı gelmişti. Bu yüzden hemen önlerinde küçük bel çantamın içindeki telefonumu, anahtarımı, cüzdanımı ve ilaçlarımı çıkarıp Bora'ya uzattım. "Kübra meraktan ölecek. Haber versem olmaz mı?"

 

"Üzgünüm, gizli bir soruşturma."

 

Umutsuz şekilde bana bakıp elimdekileri aldı Bora. Ulaş'ın uzattığı kutuya koydu ve ardından bana döndü. Hiç istemesemde demir parmaklıkların arkasına geçtiğim gibi Ulaş üzerime kapatıp kilitledi.

 

"Korkma birazdan geleceğim," deyip Ulaş ile beraber buradan çıktılar. Tek başıma kaldığımda ürkmek yerine rahatlamıştım. Ellerimle saçlarımı geriye doğru atarak odaya göz attım. Üç tarafı duvar ön tarafı ise demir parmaklıklıydı. Duvar dibindeki uzun oturaklara kendimi bıraktım.

 

Elim sürekli kolumdaki saate gidiyordu geçen saatleri takip etmek için. Gerçi zaman geçmek bilmiyordu. Bir yerlerden hızlı ayak sesleri gelmeye başlayınca tedirgin şekilde yaslandığım yerden doğruldum.

 

Bora'nın bu kadar çabuk geleceğini zannetmiyorum ama o olmasını isterdim. Gözlerim hafif loş ışıkta geleni görebilmek için kısılırken tam karşıdan hızlı adımlarla birisinin geldiğini zar zor seçmiştim. En az Bora kadar boyu vardı. Gözlerini benim durduğum yere dikişi zorlukla yutkunmama sebep oldu. Benim olduğum yere geldiğini daha fazla belli edemezdi galiba.

 

"Saçmalama Sarp!"

 

Ulaş'ın uzaktan gelen bağırtısını bulunduğum nezaretten duymam kolay olmuştu. "Umurumda değil," diye konuşan kişi tam karşımda bana doğru gelen adamdı. "Abiciğim Bora'yı bilmiyormuş gibi konuşma. Delirteceksin herifi."

 

Sarp diye seslendiği adam tam parmaklıkların önünde dururken benimki ile aynı renk olan gözlerini üzerime dikmişti. Sert ifadesi suratımı talan ederken ela gözlerindeki nefret resmen büyüdü ve beni boğmuştu. Bu nefret neyin nesiydi?

 

Tedirginliğimi ona belli etmeden en soğuk halimle ona bakıyordum bende. "Demek buymuş," derken elleri cebinde, suratında beğenmemiş bir ifade vardı. "Ne bekliyordun?" derken gözümün birini kırpmıştım. Cevap vermeden, karşı çıkmadan duramıyordum. Alaylı bir gülüş sergilerken elini cebinden çıkardı. "Beklediğimi alacağım şimdi." Cebinden çıkardığı anahtarla parmaklığı açarken boğazımın kuruduğunu hissettim.

 

Bora'yı bekleyecektik sanki?

 

Tanımadığım bir adamın şu an burada olmasını istediğime inanamıyorum. Denize düşen yılana sarılır misali. "Şimdi," diyerek demir parmaklıkları sonuna kaçar açmıştı. "Söyle bakalım babanın saklandığı deliği?" Sorduğu soru içimde bir yerlerde canımı acıtırken ben anlamadığımı göstermek için yüzümü buruşturdum.

 

"Ne babası be?"

 

Sırtını duvara dayayan Ulaş gözlerini devirirken Sarp denen adam daha fazla sinirlenmişti. İkisi arasında gidip gelen gözlerim birbirlerine olan benzerliğini fark etmişti fakat umursamadım. "Şam babası. Senin baban olacak iti soruyoruz."

 

Adamın karşımdaki sinirli halinin aksine ben buz gibi ifadeyle bakıyordum. Duygularımı fark ettirmemeye çalışıyordum. "Benim babam yok," diye sakin şekilde konuştum. Sarp'ın anlık kaşları çatılırken Ulaş'ın dediklerime inanmadığı bakışlarından belliydi.

 

"Bak canın yansın istemiyorsan düzgünce anlat. Yoksa olacaklardan sorumlu değiliz," diyerek bana meydan okuyan bakışlar attı Ulaş. Aslında her iki kimliğime göre de doğruyu söylüyordum. "Bakın," dedim sakin şekilde oturduğum yerden kalkarak. "Az önceki dediğim gibi benim babam yok. Öldü."

 

Ulaş sinir edecek şekilde kahkaha atarken Sarp ciddi suratını bozmamıştı. Önüme düşen saçlarımı tek elimle çekerek kendimden emin bakışlarımı Sarp'a diktim. Doğru söylüyordum. Sarp elini yana doğru atıp "Dosyayı ver," dediğinde Ulaş elindeki dosyayı uzattı.

 

Mavi ince dosyanın şeffaf kapağını açıp hızlıca göz attı. "Dolunay Soyak." Sesi oldukça gür ve kendinden emindi. "Baba adı Cevdet anne adı Nalan." Sesindeki iğrenmişlik içimdeki merakı körüklemişti. Anne ve baba adını söylemiyor da dövüyor sanki. Dosyayı hızla kapatıp kararan bakışlarını bana çevirdi.

 

"Cevdet Soyak'ın hala yaşadığını biliyoruz. Az önce okuduğum dosyada uzun yıllar Amerika'da yaşadığın yazıyor. Eh bir numaralı düşmanımız olur baban bırak her şeyini bilelim."

 

Anlamsız gelen sözleri ve babam sıfatının altında yazan ad soyad sinirle gözlerimi kapatmama sebep oldu. Pınar'ın dedikleri kulağımda bir bir yankı yaparken şimdi durumu nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Hani ailedeki herkes ölmüştü?

 

"Bakın, bir yanlışlık var," dedim içime serpilen korkuyla. Sarp kafasını aşağı yukarı doğru salladı. "Açıklayacaksın zaten. Ya da zorunda kalacaksın," Sesindeki korkutucu tını ve bakışları ondan korkmamı sağlıyordu. Bana doğru yürüdüğü an korkuyla geriledim fakat gidecek yerim kısıtlıydı. İki küçük adımda dibime gelip kolumu tuttuğu gibi beni götürmeye başladı.

 

"Ne yapıyorsunuz?" Kendimi geriye doğru çekerek ona engel olsamda benden daha kuvvetliydi ve kolayca beni çekiştirebiliyordu. "Bırak beni!" diye resmen çığlık atıyordum. Dümdüz koridorda biz önde arkamızda Ulaş ile yürüyorduk. Gerçi onlar yürüyordu ben Sarp'a engel olmak için kendimi çekip duruyordum.

 

"Bakın yanlış kişiyi kaçırdınız! Ben kimsenin kızı falan değilim."

 

Ne dediklerimi umursuyorlar ne dinliyorlardı. Boştaki elimin tırnaklarını Sarp'ın koluma mengene gibi yapışan eline batırıyordum. İçlerindeki nefret onları yönetiyordu resmen. "Ya o kimlik sahte! Ben kimsenin kızı değilim, beni nereye götürüyorsunuz!" Geçmişimin yaşanmışlıklarından sızan duygular benim tüm düşüncelerime sızdı. Nefesim beni zorla bir yere götürmek isteyen adamlar yüzünden hızlanmıştı. Panik atak geçirmeden kaçmak zorundaydım.

 

"Yanışlık var diyorum! Beni dinler misiniz?"

 

Benden hızlı yürüyor oluşu ve ona engel olma çabam yüzünden sürekli tökezliyordum. Fakat bunu umursamamaya çalışıp hızlı nefeslerimi düzene sokmakla uğraştım. "Az önce sorduğumuz da cevaplasaydın dinlerdik," diye konuştu hemen önümden Sarp.

 

O sırada sol tarafa doğru açılan koridorun ortasında elindeki kağıtlarla birileri ile konuşan Bora'yı görmüştüm. Nerede olduğumu bilmiyordum ama buradaki insanlar hep asker gibi giyinmişti. Bora ve yanımdaki çam yarmaları hariç. Herkesin üzerinde asker üniformasının siyahı vardı ve göğüslerinin bir tarafında Türk bayrağı varken diğer taraflarında değişik bir amblem vardı.

 

Yanımızdan geçtiğimiz adamların hiçbiri bize bir şey demiyor ve bu beni daha fazla korkutuyordu. Bunların elinden hemen kaçmam lazım. Yürüdüğümüz uzun koridorun sol tarafı hep farklı koridorlara açılıyordu ve koridor sonlarında hep camlar vardı. Çok yüksek katta değildik. Hatta beni getirdikleri zaman hiç merdiven çıkarmadılar.

 

Yanımızdan geçen adamın bir tanesi hemen arkamızdaki Ulaş'ı konuşmaya tutunca tam zamanı diye düşündüm. Derin bir nefes alarak hızlı şekilde eğilip Sarp'ın elini canını acıtacak şekilde ısırdım ve tökezlemesi için dizine tekme attım.

 

Ardından tüm gücümle hemen karşımızdaki boş koridora doğru koşarken "Nereye kaçabileceğini sanıyorsun?" diye bağıran Sarp'ı duydum. "Pisi pisine size teslim olmaktansa," diye kendi kendime mırıldandım.

 

Heyecanım kanımın fokurdamasına sebep oluyordu ve ben düzensiz şekilde nefes alıyordum. Koridorun sonundaki geniş pencerelere gelince hızlı bir şekilde kolu indirip açtım. Arkamdan yapacağım şeyi gördükleri an küfür savurduklarını duydum.

 

"Dolunay!"

 

Duyduğum ses geriye doğru bakmama sebep oldu. Bora çatık kaşlarla önce diğerlerine sonra bana bakmıştı. "Oradan atlamayı düşünmüyorsun değil mi?" Önündeki Sarp'ı ittirdiği gibi biraz öne geldi. Göz ucuyla pencereden aşağıya baktım. Atlayabilirim, en fazla 3 metre vardı. Özgür'ün evinden kaçarken atladığım yer bundan daha yüksekti. "Düşünmeme gerek yok," dedim sakin şekilde. Duyduklarıyla suratına rahatlamış bir ifade yerleşti.

 

Omuzlarımı silkip "Atlayacağım," dediğim an kirişlere tutunarak pencereye tırmandım ve kendimi aşağıya bıraktığım gibi çığlığım hava süzülmüştü. Önce ayaklarım yere değmişti ve bileğimdeki ince sızı acı bir iniltiye can vermişti. Ardından kendimi bıraktım ve bir iki kere yuvarlandıktan sonra durabildim.

 

Kollarımdan destek alarak kendimi kaldırdığımda vücudumun birkaç yerinde derinden gelen sızı vardı. Yüzümde de bir ıslaklık ve yanma hissediyordum fakat bunlara bakacak vaktim yoktu. İnleyerek ayağa kalktığım gibi koşmaya başladım çünkü pencereden atlayanları görmüştüm.

 

Burası neresi bilmiyorum ama ormanlık alandaki tek devasa bina olması pek tekin bir işleri olmadığını gösteriyordu. Sol ayağımın bileğinin acısını umursamadan koşmaya başladım. İşin kötü yanı sadece ayağım acımıyordu. Taşa denk gelen belim hem canımı yakıyordu hem de nefes almamı zorluyordu.

 

Devasa binanın bahçesinden kaçtığım gibi ormanda bilmediğim bir yöne doğru koşmaya başladım. "Dolunay!" diye bağıran Bora'nın sesi çok yakından geliyordu. Bugün üst üste olan her şey bedenimin yıkılmasına sebepti fakat bir o kadar inat şekilde hala kaçamaya çalışıyordum.

 

Kalbim çatlayacakmış gibi baskı yapmaya başladığı an büyük geniş bir ağacın arkasına saklandım. Uzaktan gelen ani silah sesi kulaklarımı delerken ben korkuyla sıçramıştım. Bana mı ateş edildi?

 

"Ne yapıyorsun gerizekalı!" Bora'nın kızgın sesi daha da yaklaşmıştı. Acıdan titreyen bileğimi ovalarken kendime gelmem gerektiğini hatırlatıp durdum kendime. "Belki korkar durur," diye konuştu Ulaş. Ağacın arkasına iyice sinmiştim.

 

"Sen silah sesi duysan durur musun manyak herif?"

 

Birkaç çıtırtı duyunca dudaklarımı ısırdım. Koşmanın ve yaşadıklarımın etkisiyle vücudumun her yeri sızlıyordu. Gözyaşlarım göz diplerimi izinsiz şekilde doldururken göğsüm bana acı vermekten başka bir işe yaramıyordu.

 

"Dolunay sana zarar vermeyeceğiz," diye bağırdı Bora sesini duyurmak için. İyice doğrulup tekrar koşmaya başladığım an "Orada," diye bağırdı Ulaş. İkisinin birden koşmaya başladığını anlamıştım. Topallayarak koşarken onlardan hızlı değildim ama bu beni yine de durdurmuyordu.

 

Bir anda belime sarılan kollar ile yere savruldum. Çığlığım boğazımdan kopmuş ve ormanda yankı yapmıştı. Ben yere çarpmayı beklerken birisinin üzerine düşmüştüm yan şekilde. "Bırakın beni!" diye bağırırken hem acıdan hem korkudan ağlıyordum. Beni tutana vurmaya çalışırken bir anda ellerim tutuldu ve kendimi yerde buldum.

 

"Yeter dur!" diye bağırdı Bora. Üzerimde değildi sadece beni sabit tutmaya çalışıyordu. En son yetişen kişi nefes nefese yanımızda durduğunda ıslak gözlerimi o tarafa çevirmedim. Canımın acısı her yanımı sarmıştı.

 

"Ne istiyorsunuz benden?" diye sinir ve acının vermişliği buhranla bağırdım. Bora bileğimdeki ellerini gevşetip geri çekildi ve beni nazik bir şekilde doğrulttu. "Sana bekle beni demiştim," derken sesi daha yumuşaktı.

 

Tüm sinirim tepeme tırmanırken bağıran sesime engel olamadım. "Sen onları beni zorla götürmek isteyenlere sor!" Ağrıyan başımla ayakta bizi izleyen iki çam yarmasını gösterdim. Ulaş dediklerim ile anında ellerini kaldırıp yanındaki Sarp'ı gösterdi. "Beni dinlemedi."

 

Bora'nın çenesi gerilirken katran düşen bakışlarını Sarp'a dikmişti. "Size dedim bir yanlışlık var diye," derken sesi kendinden emin çıkıyordu. Bora elini bana uzattığı sırada ters bakış atarak tek başıma ayağa kalktım.

 

"Bora dosyayı kendim okudum."

 

"Ya sen hala dosya mı diyorsun? Kimlik sahte diyorum. Benim kimliğim değil diyorum! Gerçek kimliğimde sahte kimliğimde aldığınız cüzdanda!"

 

Üzerime yapışan sinirim beni çıldırtırken acım bana tuz biber oluyordu. Başımın dönmesi ile yalpalarken Bora bana uzandı ve kolumu tuttu temkinli şekilde. Gözlerim kararmıştı ve göğsümün ortasındaki baskıyı boğazıma kadar hissetmiştim.

 

"Ulaş'a verdiğim dosyayı oku. Bak bakalım kimi kaçırmışsınız."

 

"Lan!" Ulaş'ın bağırtısı ormanda yankılandı bir anda. Merakla onlara baktığımda onun irice açılan gözleri bana döndü. Hata yaptıklarını anlamış olmalıydı. "Allah kahretsin doğru mu bu?" Derken sanki soruyu kendine soruyordu. Sesi içindeki sinir harbini gösterir nitelikteydi. Gözlerim Sarp'a kaydığında onun zorlukla yutkunup bana baktığını gördüm. Gözleri mi sulanmıştı?

 

"Bunca yıl sonra," diye mırıldanışında hüzün boğuluyordu sanki.

 

Git gide daha da kararan gözlerimi kırpıştırıp kafamı iki yana salladım. Hayal meyal gördüğüm görüntüler arasına Ulaş ve Sarp'ın ellerindeki okudukları kâğıtlardan sonra delirdikleri vardı. Ne okudular bilmiyorum ama Sarp donup kalmışken Ulaş deli gibi sövüp sinirle ağaçlara vurmaya başlamıştı.

 

Hızlanan göğsümün üzerine elimi koymuştum. Kalbimin atışları o kadar hızlanmıştı ki neredeyse nefes alamıyordum. Acıdan titreyen dizlerimin üzerine düştüğüm sırada ıslık gibi ses çıkmıştı boğazımdan. "Dolunay?" diye seslenen Bora'nın sesindeki korku Ulaş'ı durdurmuştu.

 

"Nefes alamıyorum," diye fısıldadım zorlukla.

 

"İlaçları binada," diyen Sarp'ın sesini zar zor duymuştum. Hızlı aldığım nefesler kalbime baskı yapıyor, ellerimin ve yüzümün uyuşmasına sebep oluyordu. Gözlerimin kaydığını hissettiğimde vücudumun hâkimiyetini kaybetmiştim çoktan. Yana doğru düşerken beni tutan kollar anında kucakladığı gibi birilerine bağırdığını boğuk şekilde duymuştum.

 

*****

 

 

 

EVVVEETTT! Nasıl buldunuz bölümü bakalımmm?

 

Karakterlerin yeni halleri hakkındaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum cevaplamadan geçmeyin lütfen.

 

sizi seviyoree

 

Bölüm : 21.08.2025 19:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...