5. Bölüm

Bölüm 4

Suveyda Rey
suveyda_rey

KEYİFLİ OKUMALAR!

 

YORUMSUZ GEÇMEYİN;)

 

 

 

*****

 

Ağırdır bazı insanların içindeki acı. Taşıyamaz duruma gelir, üflesen yıkılacaktır ama yine de dimdik ayakta durur. Son birkaç yıldır tam olarak hissettiğim buydu. Omuzlarımda geçmişin ağır yükü, sırtımda kirli yara izleri vardı. Ben hepsini taşımakta çok zorlanıyordum.

 

"Ne yaptınız benim arkadaşıma?"

 

Duyduğum bağırtının sahibini çözemiyordum. Bedenim o kadar yorgundu ki etrafımdaki sesler birer uğultu gibi geliyor ve bu başımı çok ağrıtıyordu. Burnuma dolan ilaç kokusu gözümün önünde hastaneyi canlandırıyordu. Kafamı hafif yana çevirip zorlanarak "Su," diye mırıldandım. Boğazım o kadar kurumuştu ki nefes aldıkça sızlıyordu.

 

Ensemde hissettiğim elin kafamı kaldırması ile dudaklarımın soğuk bardağa değmesi bir oldu. İki yudum ancak içebildiğim sudan sonra kafam nazik bir şekilde yastığa bırakıldı. "Dolunay," diye duyduğum sesin ardından zorla açtım gözlerimi. Ayakucuma oturan Kübra elimi tutmuş kızarmış gözlerle bana bakıyordu. Yan taraftaki karartı ile oraya döndüğümde elinde su bardağıyla ayakta dikilen Bora'yı gördüm.

 

Hemen arkasındaki koltukta oturan Ulaş ve Sarp'ı tanımıştım. Fakat yanlarında oturan 50'lerinde görünen adamı tanıyamamıştım. "Nasılsın?" diye soran Ulaş'a ufak bir bakış atıp kafamı Kübra'ya çevirdim. Onu takmadığım için bozulan sesiyle "Ben biraz hava alayım," diyerek çıktı odadan. İstediği kadar hava alabilirdi benden uzakta.

 

"Canın acıyor mu?" diye sordu Kübra. Gözlerim ona döndüğünde ağladığını kızaran teninden anlıyordum. Kafamı iki yanıma doğru salladığımda yüzüme değen şey ile duraksadım. Elim yüzüme doğru gittiğinde ucunun burnuma girdiği hortuma değmişti. Kübra nazik bir şekilde elimi yüzümden çekti. "Nefes almanı kolaylaştırmak için onu taktılar. İyi misin Dolu? Nasıl hissediyorsun?" Sesindeki endişeli tını hafiften gülümseme sebep oldu. Ondan başka benim için endişelenecek kimsem yoktu.

 

"Yorgun," diye fısıltıyla konuştum. Üzerime örtülen pikeyi düzeltip ayağa kalktı. "Birazdan doktor yine kontrole gelebilir. Üst üste yaşadığın panik atak ve taşikardi seni çok zorlamış. Üstüne aldığın yaralarda var birde. Ayağını çok kötü burkmuşsun birkaç gün üzerine basmayacaksın."

 

Gözlerimi kapatarak onu onayladığımda gülümseyerek tanımadığım yaşlı adamın yanına oturdu. Odaya göz gezdirdiğimde küçük ama lüks olduğunu fark ettim. Ufak bir televizyon duvara monteliydi. Üzerinde oturdukları koltuk ve yatağımın hemen yan tarafındaki komodinler vardı.

 

"Geçmiş olsun kızım," diyen sese döndüm. Kübra'nın yanında oturan yaşlı adam doğrulmuştu. Elli yaşlarında görünse bile sağlam ve dik bir vücudu vardı. "Teşekkür ederim," diyerek konuştuğumda sesim biraz tereddütlüydü. Kimdi bu adam?

 

"Ben Korhan Yakıcı, seni getirdikleri karargâhın yöneticisiyim," diyerek sanki iç sesimi duymuş gibi kendini tanıttı. "Bir yanlış anlaşılma olmuş," derken sesindeki kinaye ile koltukta oturan Sarp'a ters bir bakış attı. Onun bakışlarını takip ederek buz gibi gözlerimi diktim Sarp'a. Yüzüne yerleşen mahcup ve üzgün ifadeye kaşlarımı çatarken o benden bakışlarını kaçırmıştı.

 

"Ben yapılanlar adına özür diliyorum kızım. Hatta," diye konuşurken odanın kapısı açıldı. Herkes gibi kapıya bakarken içeriye Ulaş girmişti. "Bu ikisi de senden özür dileyecek," dedi son noktayı koyar tavırda.

 

En az Sarp kadar suçlu ve mahcup bakışlarla bana bakamayan Ulaş'a gözlerimi devirdim. "Özür falan istemiyorum," diye konuştum çatallaşmış sesimle. Bir de durup özür dinleyemezdim. Korhan Bey'in meraklı bakışları bana döndü. "Bir daha karşılaşmayalım bana yeter." Sarp ve Ulaş'ın bakışlarında gördüğüm cam kırıkları misali kırılıp dağılan duyguları adlandıramadım.

 

Uyandığımdan beridir üzerimde olan tuhaf bakışları yeterince zorluyordu beni. "Dolunay," diyerek doğruldu Sarp yaslandığı yerden. "Bak ne kadar kızsan haklısın. Bazı meselelerden dolayı gözümüz döndü. Amacımız asla sana zarar vermek değildi."

 

Genel olarak bakarsak ben kendime zarar vermiş gibi oldum onlardan kaçtığım için Fakat yine de buna sebep olan onlardı ve o anlardaki yaşadığım korku bana yetmişti. "Bu bir şeyi değiştirmez. Özür bir şeyleri telafi etmiyor. İçin bir özür ile rahatlayacaksa durma dile. Yine de bir daha sizi görmek dahi istemiyorum."

 

Sesimdeki sert tını Sarp'ın susmasına sebep olmuştu. Benimkisi gibi duran ela gözlerinde kırıkları can çekişiyordu. Hafif uzun sakallarını sıvazlarken bana bakamaya çekinir bir hali vardı. Konuşurken bile tam anlamıyla bakamıyordu bana. "Tamam," dedi anlayışlı bir tavırla Korhan Bey. Gözleri önce koltuktaki Sarp'a sonra kapı tarafındaki Ulaş'a değdi. "Sizi bir daha burada görmeyeceğim." Bu içimi rahatlatmıştı.

 

Sarp dirseklerini dizlerine dayayıp kafasını elleri arasına alırken Ulaş yaslandığı kapıdan doğrulup Korhan Bey'e baktı. "Amca saçmalama," derken sanki duyduklarına inanamıyormuş gibiydi. Amca mı?

 

"Gerçeği öğrendikten sonra," diye konuşmaya devam eden Ulaş'ın cümlesini bir anda kafasını kaldıran Sarp kesmişti. "Tamam, kes artık. Sonra konuşuruz," derken ayaklanmış bana dönmüştü. Göz göze geldiğim gözleri çakmak çakmak olurken ben dümdüz ifade ile bakıyordum.

 

"Geçmiş olsun Dolunay," derken nedense adımı telaffuz ederken zorlanmıştı. Benden bir cevap beklemeden hızlı bir şekilde odadan çıkmıştı. Hatta kapının kenarında duran Ulaş'ı yakasından tuttuğu gibi beraberinde çıkarmıştı. "Ben yine uğrarım kızım, zaten Bora da burada yardımcı olur her konuda."

 

Gözleri kısa bir an Bora'ya kaymış ardından samimi bir şekilde bana gülümseyip odadan çıkmıştı. "Bunlar kim?" diye sordu Kübra meraklı bir tavırla. Gözlerim ne zaman koltuğa oturduğunu bilmediğim Bora'ya kaydı. "Daha iyi misin?" Hemen karşımda bana bakan gözlerinde merak yer edinmişti.

 

Kafamı sallayıp iyi olduğumu gösterdikten sonra ona karşı ilk defa içten bir şekilde gülümsedim. Yüzündeki afallayan ifadesini umursamadan "Teşekkür ederim," dedim. Kıvrımlı dudağının sol tarafı minik bir şekilde havalandı. "Her şey için."

 

Gecenin yarısı gibi duran gözlerinin içinin parladığını gördüm. Eh adama ilk defa insan gibi davranmamın payı büyüktü bunda. "Dert etme," derken sesi yumuşacıktı. "Biraz daha dinlen ben buralardayım." O diyene kadar kapanmak için direnen gözlerim aklıma gelmemişti. Bora sanırım daha rahat etmemiz için ayaklanıp odadan çıkarken hemen ardından gözlerimi kapatmıştım.

 

****

 

Uzun zaman olmuştu gülmeyi unutalı. İçten kahkaha atmayalı, ya da yanaklarım acıyacak kadar gülmeyeli çok olmuştu. Benim yanaklarım en çok yediğim tokatlardan acımıştı. Kararan yüreğimin son zamanlarda gülümsemesinin sebebiydi arkadaşım. Arkadaştan çok kardeşimdi. Hastanede süründüğüm bu bir haftada acımı bir nebze olsun paylaşıp beni güldürmeye çalışmıştı.

 

Bende onun bu çabalarını boşa çıkarmak istemediğim için dediklerine uymaya çalıştım. Ne kadar buna çabalasam da fazlasıyla yorulmuştum. Kâbuslarımın süslediği uykularım yarım yamalaktı, hastalıklı vücudum her şeyimi kısıtlıyordu. Bir bilinmezin peşinden koşuyordum, peşimde zorla aldığım nefesi benden almak isteyenler varken.

 

Televizyonda bir şey bulamayınca kumandayı kenara koyup yatağın içinde kaybolan telefonumu aradım. Kübra'nın ne zaman geleceğini sorsam hatta gelmesini istesem iyi olacaktı. Ayağım iyi durumdaydı ve belki bugün çıkabilirdim. Günlerdir bu odadaydım. Arada bir Korhan Bey uğrayıp bir şeyler getirirdi. Genelde akşamları Bora gelir ben uyuyana kadar gitmezdi, Kübra ise sürekli yanıma uğrayıp dururdu gün içinde.

 

Sarp ve Ulaş'ı ise bir daha görmemiştim.

 

Ayakucumda bulduğum telefona sinirli bakışlar atıp ekranı açtım. Gördüğüm bildirim çokluğu midemin burkulmasına sebep oldu. 27 kere Kübra, 11 kere de Elif aramıştı. İçime düşen korkuyla aniden kalbimin atışı sanki üstüme bir şey çökmüş hissiyatı ile yavaşladı.

 

Saniyeler geçmemişti ki kalbimin atışı hızlandı. Kaşlarımı çatarken hızla sırtımı dikleştirdim ve etrafa göz gezdirdim sakinleşmek için. Gözlerimi kırpıştırıp tekrar telefona döndüğümde Kübra'nın ismine tıklayarak aradım. "Dolunay?" Kübra'nın sesinin yankılanması ile tüm ilgimi ona çevirdim.

 

"Bir şey mi oldu? Defalarca aramışsın." Endişe sesimi kaplamıştı adeta. Telefondaki hışırtı seslerini ilk önce çekmediğine yorsamda daha sonra Kübra'nın koştuğunu anlamıştım. "Neredesin sen Dolu? Saatlerdir sana ulaşmaya çalışıyo... Önüne baksana be!" Korkum hala tırnaklarıyla derimi kazıyıp kendini belli ederken gözlerimi yerdeki fayanslardan ayırmadım. Kübra'nın konuşmasını yarım bırakan ve ardından bağırmasına sebep olan şeyin duyduğum kornayla araba olduğunu anladım. "Hastaneden çık çabuk! Daha önceki ayarladığımız eve git, hadi acele et!"

 

Telaşla sarf ettiği cümleler içimdeki endişenin üzerine odun atıp alevlendiriyordu. Gözlerim irileşirken içten içe kaçmamın sebebinin onlar olmaması için dua ediyordum. Kaybolan sesimi bulup kısık şekilde konuştum. "Neden?" Öyle ki bu kısık sesimi duyduğundan bile şüphe ediyordum. Her ne kadar o cevabı vermesini istemesem de şu anki telaşını sadece ona yorabiliyordum.

 

"Dolunay, Allah kahretsin buldu seni. Lütfen eve git saklan. Ben bizim evden bize dair her şeyi sakladım. Az önce Elif aradı. Nereden bulmuş bilmiyorum ama Kadıköy'de olduğunu biliyormuş. Çoktan yola çıkmış."

 

Sessizlik. Ses dolu hastanenin bir anda sessizliğe geçmesi beynimin durduğunun kanıtıydı. Boşluğa düşen ruhumun duyduklarını hazmetmesi çok zordu. Kulaklarımın rakımdan çıkmışçasına zonklayıp eski haline dönmesi ile herkesin varlığını hatırladım. Sanki ruhum kaybolmuş gibi vücudumun her yerinden kanımın çekildiğini hissettim.

 

Kalbimin atışı dengesizleşip beni zorlarken ne yapacağımı bilemez şekilde Kübra'ya "Tamam," diyerek telefonu kapattım. Beni bulmaları imkânsızdı. Farklı bir kimlik kullanıyordum ben nasıl olabilir ki?

 

Bakışlarım etrafta gezerken ne yapacağımı kısa bir an unutmuştum. Göğsüm son sürat bir inip bir kalkıyordu. Elimde bilinçsiz şekilde sıktığım telefonu yatağa atarak ayaklandım. "Kendine gel Dolunay. Kaçman lazım." Daha fazla dayanamadan koltuktaki çantayı yatağa fırlattım. İçindeki siyah kapüşonlu hırkayı bulamamanın verdiği sinir ile tüm çantayı döktüm yatağa.

 

Gözüme çarpan hırkayı alır almaz giydim ve saçlarımı açarak yüzümü kapatmasına izin verdim. Telefonumu siyah dar taytımın cebine, içinde para ve kimliğim olan cüzdanı da hırkanın cebine koyup kapıya doğru yürüdüm. Odadan çıkmış kafamı eğerek hastane koridorunda yürürken çoktan kapüşonu kafama takmıştım.

 

Gideceğim yer belliydi. Bundan bir buçuk sene önce bir plan yapmıştık bulunursam diye. Oturduğumuz ev dışında Pınar'a ait olan evi benim için her zaman hazırlıklı tutuyorduk. Kabul etmesem de içten içe bu günün bir gün geleceğin tahmin edebiliyordum. Hastaneden çıktığım gibi kapının önünde müşterisini indiren taksiye binip evin bulunduğu adresi söyledim.

 

Gözümden damlayan yaşı yüzümü buruşturarak sildim. Ne yapacaktım şimdi ben? Beni burada bulamazsa gidecek miydi geri? Hiç sanmıyordum. Onun eline tekrar düşersem bu kez yaşayamazdım. Evin olduğu yere gelince duraksayan taksiciye hızlı şekilde parasını uzattım. Dağlık ve ormanlık bir yerdi. Üç beş tane ev dışında kimse yoktu, zaten burayı eskiden Pınar'ın ailesi yazlık olarak kullanıyorlardı. 1 saat kadar süren yolculukta uyuşan bacaklarımı umursamadan Silivri'nin en ücra köşelerindeki eve doğru koşmaya başladım. Hava artık kararmıştı ve kapının önüne geldiğimde telefonumun ışığıyla saksıların altına sakladığımız anahtarı bulmaya çalıştım.

 

Eve girdiğim gibi kapıyı arkamdan birkaç kere kilitledim. Ardından direk salona açılan kapının yanındaki düğmeye basıp salonu aydınlattım. Üst katında yatak odası bulunan eski yapı ahşap bir evdi. Derin nefes alarak koltuklardan birine oturup telefondan Pınar'ın numarasını tuşladım.

 

"Dolunay? Geçtin mi eve?" Diyerek telefonu açan Pınar'a onaylayan mırıltılar ile cevap verdim. "Tamam canım. Bir eksik yoktu mutfakta ama olursa söyle getiririm. Nasıl oldun bu arada?"

 

Kübra olanlardan bahsetmişti Pınar'a hatta Ulaş ve Sarp'a dava açalım diye beni ayaklandırmaya çalışsada karşı çıkmıştım. Daha sonra araştırmış ve nüfus müdürlüğündeki adamın kimlikleri karıştırdığını öğrenmişti. Ne kadar iş işten geçmiş bile olsa adama demediğini bırakmamış. "Daha iyiyim," diyerek derin bir nefes aldım. "Kübra ne yaptı? Ne olur ne olmaz diye aramadım."

 

Bir şeyler ile uğraştığına dair sesler geliyordu telefonun karşısından. "Şimdi yanına gidiyorum. Sizin eve geçmiş eşyalarını saklıyordu en son," deyince sıkıntı dolu sesli nefes bıraktım. "Üzme kendini, bunu da bir şekilde atlatacağız. Hem önceki gibi yaparız yine başka şehirdeymişsin gibi."

 

Gözlerim yerdeki parkelerde gezerken ruhum yüreğime telaş kumpasları kuruyordu. "Bir yalana ikinci kere inanacağını sanmıyorum. Özgür salak değil." Bu kez asla istediğini almadan dönmeyecek buna emindim. "Halledeceğiz bir şekilde Dolu, neleri atlatmadık." Cesaret verici sesine minik bir gülümseme ile sessiz kaldım. Gözlerimi etrafta gezdirirken "Kübra'nın yanına gidince arayın olur mu?" diye konuştum.

 

Benimle uğraştıkları yetmiyormuş gibi bir de eşyalarımı saklamakla uğraşıyorlardı. O adamın ne yapacağı hiç belli olmazdı. Evi bulursa eğer gizli de olsa o eve girerdi. "Tamam," diyen Pınar'ı duyunca telefonu kapattım. Yorgunluğumu atması için mutfağa gidip kahve yapacakken dışarıdan peş peşe gelen araba sesleri olduğum yerde durmamı sağladı. ,

 

Bulmuş olabilir miydi?

Hızlı şekilde pencereye yanaşıp dışarıya baktım. Evin önü büyük bahçeydi, bahçenin önünde ise taşlık bir yol geçiyordu. Yolda yürüyen üç adamın karartısı tüm vücudumun gerilmesine sebep olmuştu. Yüzlerini seçemiyordum ama geçip gitmelerini korku karışık endişeyle bekliyordum. Fakat gitmek yerine çevredeki birkaç eve göz ucuyla bakıp en son benim evin önünde durdular. Birinin elindeki telefon dikkatimi çekti.

 

Yavaş adımlarla geriye doğru giderken pencere tam onlara baktığı için dikkat çekmek istemiyordum. Göz ucuyla oraya gelen birine şuan durduğum evi gösterirken eve doğru yürüyorlardı. Kahretsin! Adamlar evin kapısına gelmişlerdi bile ve ben kanımın hızlanışından hiçbir şey yapamıyordum.

 

Kapının sert bir şekilde çalması yerimden sıçramama sebep oldu. Nefeslerim hızlanırken ölüm korkusu tüm kanımın akışını da hızlandırmıştı. Panik atak olmaz şu an! Hayır hayır, sakin olmak zorundayım. Kapı sesi kulaklarımı tırmalarken acele bir şekilde koltuktaki telefonumu alıp evin arka kapısına doğru koştum.

 

Koridora geçerken kenardaki ağır porselen bibloyu aldığım gibi arka kapıyı yavaş şekilde açtım. Arka taraf öne nazaran daha büyük bir bahçeydi ama çitleri yoktu. Oradan kaçmam kolay olacaktı. Sessiz koşar adımlarla bahçeden çıkmak üzerindeyken "Kaçıyor!" diye bağıran ses zaten yüksek olan adrenalimi tavan yapmıştı.

 

Daha bahçeden çıkmadan birinin beni kolumdan tutup çevirmesiyle çığlığı basıp elimdeki bibloyu havaya kaldırdım. Kim olduğuna bakmadan elimdekini vurmak için indirmiştim ki kolum sert bir şekilde tutuldu.

 

"Bırak beni!" Çığlığım gecede dehşet bir şekilde çınlama yaparken adam daha sıkı tuttu beni. Gözlerim yarı açık şekilde karşımdakine vurmaya ve onu iteklemeye çalışıyordum. Özgür'ün adamları olabilirdi.

 

"Dur artık, benim!"

 

Kendime gelmemi sağlayan ses aynı zamanda beynime şimşekler çakmıştı. Karşımdaki adam Bora'ydı. Hızlanan kalbimi umursamadan yine kendimi çekiştirip Bora'nın kollarından sıyrıldım anında. "Sen beni nasıl buldun?" Gecenin ikizi gibi duran gözleri karanlığa rağmen kendini belli ediyordu.

 

"Yürü kaçak, gidiyoruz," deyip kolumdan tuttuğu an hızlı bir şekilde "Hayır," deyip kendimi geri çektim. "O beni bulmadan saklanmam gerekiyor tamam mı?" derken sesim hızla inip kalkan göğsüme rağmen sakindi. Duraksayıp bana döndü anında. Gözleri kısılmış gece yarılarına gölge düşmüştü.

 

"Kim?" diye sorduğunda sesi merak doluydu. Omuzlarımı silktiğim sırada yüzümden cevap vermeyeceğimi anlamıştı. "Neden kaçıyorsun, Dolunay?" Sesi sert bir şekilde cevap ister nitelikteydi. Az önceki adamlar gerileyip ön bahçeye doğru gitmişlerdi. "Ölmemek için ya da," deyip ister istemez duraksadım.

 

Ya da yine aynı acıları yaşamamak için.

 

Bir süre gece yarıları gezindi benim gözlerimde. Yavaş hareketlerle dudaklarını yalayıp derin bir şekilde iç çekti. "Burada olmaz, saklanamazsın. Dağ başında tek başına bir şey olsa kim yardım edecek?" Sıkıntıyla sesli şekilde oflayıp saçımı kulağımın arkasına koydum. "Bak," dedim sakin bir şekilde ona dönerek. "Ben bunca zaman tek başıma baş ettim. Bundan sonra da hallederim, sen beni merak etme."

 

"Tamam işte," diye konuştu anlayışlı bir tavırla. "Artık yalnız değilsin." Kaşlarım dedikleri ile çatılırken ister istemez sinirlendim. Kalıplı bedeni karanlıkla bağdaşmış gibi büyük bir gölge düşürüyordu üzerime. "Ne alaka ya?" Sinirim sorunun içerisine saklanmış konuşmam ile suratına çarpmıştı.

 

Umursamaz şekilde omuzlarını silkti. "Komşuluk hakkı. Zor durumdaki komşulara yardım edilir." Cümlesindeki kelimeler bile eğrelti dururken dediklerini kendisi bile saçma bulmuştu. Gözlerimi devirip ellerimi göğsümde birleştirdim. "Daha düne kadar komşu olduğumuzu bile bilmiyorduk, Bora."

 

Kaşları öyle mi der gibi havalanmıştı. Çatık kaşları ile bana doğru eğilip "Sen bilmiyordun," diye düzeltti beni. Yüzlerimiz arasında kısacık bir mesafe kalmıştı ve ben bu durumdan rahatsız olmuştum. "Ben iki senedir komşu olduğumuzu biliyorum. Her sabah spora giderken ve her akşam eve dönerken karşılaşıyoruz. Markette defalarca sana yerimi verdim. Kaç kere bara geldim. O uçuruma her geldiğinde hemen arkanda seni izliyordum," derken son söyledikleri kaşlarımı çatmıştı.

 

"Her ayın yirmisinde o uçuruma gelirsin ve saatlerce ağlarsın. Fakat Ocak'ın yirmisi daha bir kötü olursun. Bunu da tesadüf eseri öğrendim. Kafam dinlemeye gitmiştim ve gördüm. Anlayacağın, beni tanımayan sensin ben seni de Kübra'yı da tanıyorum."

 

"Bu," dedim kısılan sesimle. "Ürkütücü. Sen beni niye izliyorsun ya, sapık mısın?" Az önceki söylediklerinden sonra oluşan ciddi ifadesi bir anda bozuldu ve dudakları iki yana doğru kaydı. "Hayır," derken kendini gülmemek için sıkıyordu. "Sadece sen fazla dikkat çekicisin. Normal bir zamanda hiçbir ifade barındırmayan suratın varken hiç olmadık bir yerde öyle bir gülüyorsun ki,"dedi parlayan bakışlarıyla bana bakarken. "Sanki göğsünün ortasındaki papatyalar bir anda açmış gibi."

 

Dudaklarım birkaç kere aralanmış fakat hızla geri kapanmıştı. Ne diyeceğimi bilmediğim kısma gelmiştik. Bora'nın söylediklerinden bir anlam çıkarmam gerekiyor muydu? Kendi düşüncelerime kaşlarım çatıldı. Bir anlam çıkarmak istemiyordum. Alnımı kaşırken bozulan surat ifademin ardından Bora hızlı şekilde kendini toparladı.

 

"Benim evde saklanabilirsin. Buralar da tek başına olmaz."

 

Dert anlatmaktan sıkıldığımı belli eder şekilde derin nefes aldım ve derdimi tane tane anlatmak için Bora'ya döndüm. Fakat o daha ben bir şey demeden, "Biliyorum, seni anlıyorum," diyerek konuşmaya başladı. "Ama bırak yardım edeyim. Hem Korhan amca, senin odanı öyle dağılmış ve boş görünce çok telaşlandı. Hepsi seni merak ediyor."

 

Yabancı da olsa benim için birilerinin telaşlanmış olması zorlukla yutkunmama sebep oldu. Gözlerim Bora'ya bakarken onun bakışları benden olumlu cevap bekliyordu. "Senin evin olmaz Bora. Ben zaten evimde bulabilir diye kaçtım şimdi tekrar oraya dönmek kucaklarına gitmek gibi bir şey." Bora kemikli elleriyle sakallarını sıvazlarken daha fazla bu şekilde beklemekten sıkılmış gibiydi.

 

"Gelecek olan senin evine gelir benim değil. Ayrıca her gün gözetlersin işte birileri geldi mi diye. Kübra'da seninle kalır merak etme tek kalmayacağız. Ve için rahat etsin diye söylüyorum kapıya koruma koyarım."

 

Hayır deyip Bora'yı göndermek istiyordum fakat bir yandan benim için bu kadar uğraşmış insanı nasıl istemiyorum diyerek tersleyip gönderebilirdim bilmiyorum. Burada kalmak güvenli gelsede tek başıma sabaha kadar uyuyamayacağımdan da emindim. Gidip gitmemekte kararsızdım, en azından tek olmayacaktım hem evimi de gözetlerdim.

 

"Peki," diye fısıldadığımda gözle görülür şekilde rahatladı. "İşler terse gittiği an buraya dönerim," diye tehdit etmeden duramadım. Dediklerimden etkilenmek yerine eğlenmiş bir tavırla "Sen nasıl istersen," diye mırıldandı.

 

Eliyle buyur ederek geçmem için kenara çekildiğinde hızlı adımlarla yanından geçtim. Hala elimde olan bibloyu eve bırakıp kapıyı kilitleyerek anahtarı aldığım yere koydum. Kapüşonumu tekrar takarak saçlarımı öne doğru getirdim ve evin ilerisindeki duran arabaya doğru dönen Bora'yı takip ettim.

 

Az önceki adamlar başka arabaya binmiş çoktan arabayı çalıştırıp sürmeye başlamışlardı. Ön koltuğa oturmam ile arabayı çalıştıran Bora çevik bir şekilde arabayı döndürdü ve anayola doğru sürmeye başladı.

 

Yaşadıklarımın içimde bıraktığı bir korku var. Benim 3 senemi heba eden ve bir sene boyunca her gün öldüren bir katilim var. İçimde can çekişen o korku o lanet katilin sebebiydi. Öyle bir vurdu ki beni ben bir değil her gün öldüm.

 

Kocam ve kızım için ayakta durmuşken, bir şekilde hayata tutunmuşken yine aynı acılarımın beni sarmasını istemiyordum. Ölmeyi yeğlerdim. Onun tarafından tekrar esir edilmek bu kez her şeyi kaybetmeme sebep olurdu.

 

"Dolunay," diyen ses ile anında Bora'ya döndüm. Arabanın durmuş olması gözüme çarpınca mahalleye gelmiş olduğumuzu gördüm. Bora kendi evinin bulunduğu binanın hemen önüne park etmişti. Az önce Silivri'deki evin orada gördüğüm adamlar şimdi binanın önünde duruyorlardı.

 

"Hadi inelim, mahalle temiz kimse gelmedi evinize."

 

Kafamı sallayarak indiğim gibi binaya girmem bir oldu. Gözüm kriz geçirirken Bora'nın beni bulduğu merdiven altına kaydı. O gün bu durumda olacağımızı hiç ama hiç tahmin etmiyordum. "8. Kat,"diyerek asansöre doğru yöneldi. Aynı anda bindiğimiz asansörden kısa sürede beraber inmiştik. Katta tek daire olduğunu görünce oraya yürümeye başladım. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açarken tek olmayacağımızı hatırlatıp duruyordum. Bu da o katilin bıraktığı korkulardan biriydi. Kapının açılmasıyla içeride bir takım sesler gelince kaşlarım çatıldı. Bora umursamadan açtığı kapının önünden çekilip geçmem için yer verince temkinli adımlarla içeriye girdim. İnce koridora açılan sokak kapısının tam karşısında salon vardı.

 

"Dolunay," diyerek ayaklanıp bana doğru gelen Kübra'ya sarıldım. "Buraya geleceğini söylediklerinde şaşırdım." Gülümseyerek geri çekildim ve eğilip ayakkabılarımı çıkardım. "Aniden gelişti," derken yandan Bora'ya bakmadan edememiştim. Suratı nedense bir anda sertleşmişti.

 

Kübra ile beraber içeriye girdiğimizde Pınar, Ulaş, Sarp ve Korhan Bey'in salonda oturmuş sohbet ettiklerini gördüm. Beni görmeleri ile anında ayaklanan erkeklerin yüzlerindeki rahatlamaya mahcup bir ifadeyle baktım. Korhan Bey bir anda bana doğru gelip sarılınca neye uğradığımı şaşırmıştım. Bunu beklemiyordum fakat içimde bir yerlerin hüzünlendiğini hissetmemek imkânsızdı.

 

"Çok korkuttun kızım bizi," diyen adama sarılamadım belki ama ayıp olmasında diye çekilmemiştim de. "İyisin değil mi?" Geri çekilince hafif gülümseme gönderip kafamı salladım. Ardından ayakta durmamı istemezcesine hemen önümden çekilip koltukları gösterdi. Karşıdaki tekli koltuğa otururken diğerinde Bora oturuyordu.

 

"Arkadaşların birisinden kaçtığını söyledi," diye konuşmaya başladı Sarp. Dikkatim anında ona dönerken içimden çok fazla detay vermemişlerdir umarım diye geçirmiştim. "Yardım edebileceğimiz bir şey varsa eğer çekinme olur mu?" Onunla ilk karşılaştığım zamanki halinden çok farklı bir şekilde konuşmuştu. Sesindeki samimiyet göz ardı edilecek gibi değildi fakat yine de içimdeki onlara karşı olan kızgınlığı kenara atamıyordum. Ayrıca burada olmalarına bozulmadım değil, fakat ev benim değildi.

 

"Yapabileceğiniz bir şey olduğunu sanmıyorum," dediğimde yan tarafımda oturan Bora'nın bakışları bana kaydı. Ağzımdan çıkan her detayı merakla dinliyordu. Kısacık bir sessizlik olsada hemen ardından Ulaş sırtını dikleştirip öne doğru eğildi. "Seni öldürmek istediğini söylediler, Dolunay. Yani bu büyük bir suç eğer şikâyetçi olursan en azından soruşturma başlatılır." Duyduklarım ile anında telaş sinyalleri vücudumda gezinmeye başladı. İçimde kendimi sakinleştirmeye çalışsamda o sakinliğim asla sesime yansımamıştı.

 

"Hayır istemiyorum," derken böyle bir atak beklemediği açıktı. Derin nefes alıp kendimi sakinleştirsem de gözleri üzerimden uzaklaştırmamıştı. "Neden?" diye soran kişi Bora'ydı. Kolunun birini koltuğun kenarına yaslamıştı ve bana dikmişti gözlerini. Omuzlarımı silkerken kendimi köşeye sıkışmış gibi hissetmiştim. Bazı şeyler anlatılmıyordu, anlatılmaya çalışırken sanki tekrar yaşıyordun. Özgür ile yaşadıklarım tamamen buydu.

 

"Bunun bir yararı olmayacak," diye sakince konuşmaya başladım. Meraklı gözlerin ağırlığını üzerimde hissedebiliyordum fakat ben onlara bakmıyor daha çok ellerimle ilgileniyordum. "Onun eli kolu çok uzun, yani öyle bir iki şikâyetle olmaz. Büyük kanıt lazım onun tutuklanması için, onun altından da ben kalkamam." Ne demek istediğimi anlamamışlardı muhtemelen ama en kısa bu şekilde anlatabilirdim.

 

Ben orada yaşadıklarımı kilitli bir sandığa gömdüm bir daha açmamak üzere. Orada yaşadıklarımı hiçbir zaman anlatamıyordum, anlattığım an krizler geçiriyor sanki o anları gerçekten yaşıyormuşum gibi canım acıyordu. Fakat delil için ise önce benim olanları anlatmam ardından bütün yaşananları kanıtlamam için bir dünya dolusu testten geçmem gerekiyordu. Her ne kadar onun cezasını çekmesini istesemde bu savaşa ne hazırdım ne de gücüm vardı.

 

Sesli şekilde nefes bırakan Ulaş'a döndüğümde suratındaki gülümseme ile afallamıştım. Suratında sürekli gördüğüm alaycı gülüşünün yerine böyle samimi bir gülümseme görmek beni şaşırtmıştı. "Tamam," dedi gülümsemesi küçülürken. Yüzüne acı dolu bir ifade yerleşmişti ama yine de kendinden ödün vermiyordu.

 

"Bu arada seni nasıl bulduğunu öğrendik, Dolu," diye konuşan Pınar'a döndüm hemen. Kaşlarım çatılmış bir vaziyette ona bakarken devam etmesi için kafamı salladım. "Beyefendiler," diyerek eliyle karşı koltuktaki adamları gösterdi. "Sen rahatsızlanıp hastaneye getirdiklerinde yanlışlıkla senin eski kimliğinle kayıt açtırmışlar." Sinir parmak uçlarımdan sızıp vücudumu talan etmeye başlamıştı. Elimle yüzümü sıvazlayıp "Kahretsin," diye fısıldadım. Ben bulunmamak için 2 senedir kimliğimi kullanmıyordum.

 

Hastanede açılan kayıtla beni bulması çok kolay olmuştu. "Bilmiyorduk," diye konuştu bu kez Korhan Bey. "Yani birisinden kaçtığın için değiştirdiğin kimlik yerine onu kullandık ama böyle bir sonuç doğuracağını tahmin edemedik." İstemsizce dolan gözlerimi ovalayıp yaşların çoğalmasını engelledim. "Nereden bileceksiniz ki," derken sesim soru sorar gibi değil de daha çok biliyorum der gibiydi.

 

Önüme konan suyu titreyen ellerim ile tutup dudaklarıma götürdüm. Birkaç damladan oluşan yudumum boğazıma değdiği an oturan yumrunun da yumuşamasına sebep olmuştu. "Biraz dinlensen iyi olur," diyerek gözlerini üzerimde gezdiren Bora'yı sadece kafamla onayladım.

 

Ağzımı açsam 'Tamam' kelimesinden başka her şey çıkabilirdi. Hıçkırık mesela, çığlık, bağırış, küfür...

 

Bora'nın ayaklanması ile onu takip ettim. Az önceki ince koridor boyunca yürüyüp yukarı çıkan merdivenleri çıktık. Koridordaki ilk kapıyı açıp geçmem için kenara çekildi. "Kübra valizini koymuş, banyo da var odada. Sen iyice dinlen," diyerek gözlerimin içine baktı. Gülümsemekten başka bir karşılık veremedim. Geçmişimden doğan acım boğazıma öyle bir sarılmıştı ki şu an sadece sabahlara kadar ağlamak istiyordum.

 

Demir ve Ukte'nin olduğu harika hayallerin sabahına onların acısını tekrar yaşayacağımı bile bile yaşıyordum. Tek umudum yaşıyor olmalarından yanaydı ve ben sadece o umutla ayaktaydım. İkisi de benim ailemdi, hayalimdi, hayatımdı... Ölmüş olmalarını benden kopmuş olmalarını kabullenemezdim.

 

***

 

NASIL

DII? Bölüm hakkında düşüncelerinizi alayım lütfen.

 

Oy vermeyi unutmayın ;)

 

sizi seviyoree;)

 

Bölüm : 08.10.2025 22:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...