6. Bölüm

Bölüm 5

Suveyda Rey
suveyda_rey

KEYİFLİ OKUMALAR!

 

PAMUK ELLER CEBE OYSUZ Ve Yorumsuz GEÇMEYELİM ;)

 

***

 

Sevinç kırıntıları serpiştirdiğim hayallerim vardı benim. Ailemle kurduğum üzerini gülüşlerle süslediğim huzurum vardı benim yarınlarıma sakladığım. Büyüdüğünü görmek istediğim bir kızım vardı benim. Kurduğum bir dünya hayalim var, huzuru kokladığım kollarda yazıp oynadığım ve yaşayarak sergilemek istediğim.

 

Olmadı, belki de olmayacak.

 

Buna rağmen tutunduğum o umudun ayakta tuttuğu hayaller için fütursuzca yaşamaya çalışıyordum; o içimdeki umut bana karşımdan pişkin pişkin el sallarken.Tam ölümün kıyısından topladığım toprağı üzerime serpiştireceğim sırada 'Ya yaşıyorlarsa?' diye fısıldıyor ve o toprağın avuçlarımdan süzülmesine sebep oluyordu.

 

O fısıltı yüreğimi sarmasa zaten şu an bu evde olmazdım asla. Gözlerim hafif loş olan koridorda gezerken doğru yapıp yapmadığımı düşünmeyi artık ertelemiştim. Doğrusu yanlışı neydi bilmem bir şekilde yaşayıp görecektik. Kahve içmek için mutfağa giderken gecenin bir vaktinde ev sessizliği kuşanmıştı. Merdivenlerden indiğim sırda mırıltılı bir konuşma sesi geliyordu fakat nereden geldiğini anlayamıyordum.

 

"Bora'nın evine geldim şimdi ben," dedi çıkaramadığım ses. Kaşlarım çatılırken yanlış bir şey yapmaktan çekinsem de adımlarım sese doğru gitti. "Operasyon çıktı son dakika o yüzden Bora ve Ulaş gitti, ben bekliyorum." En azından endişemi silip süpüren konuşmayla rahat nefes verdim. Konuşan kişi normal bir sesle konuştuğu için onu dinlemiyordum, onun sesi bana geliyordu.

 

Bora operasyona gitti demişti, asker miydi? Beni götürdükleri yer gelmişti gözümün önüne. Orada çalıştıkları beliydi ama orası neydi? Hala üzerimdeki stresin sunduğu yorgunlukla yan tarafımdaki mutfağa girdim. Uyku tutmuyordu, uyursam kâbus görmekten de korkuyordum ayrıca. Dolapları karıştırırken bulduğum kupa ve kahve ile rahat bir şekilde kendime kahve hazırladım.

 

Ev sanki benimmiş gibi hareket ediyor oluşumu kenara itekledim. Burada kalacaktım madem, ufak tefek şeyleri düşünmeyecektim. Yaptığım kahveyi alıp tekrar odama çıkmayı planlarken kapıya geldiği sırada çarpıştım beden elimdeki kahvenin çalkalanmasına sebep oldu. "Hiii!" Ağzımdan kaçan nidanın ardından yanmamak için kendimi bardaktan uzaklaştırmıştım fakat zaten bardağın içindeki kahve çoktan karşımdaki adamın üzerine sıçramıştı.

 

Adam hızlı bir şekilde hafif eğilerek tişörtü göğsünden uzaklaştırdı. "Ayy, kusura bakmayın." Elimdeki kupayı telaşla tezgâha bırakıp hızlı şekilde kenardaki bezi ıslattım. Adama doğru uzattıktan sonra göğsünü tişörtün üzerinden silmesini izledim.

 

"İyi misiniz?"derken sesim oldukça endişeliydi. Adamı resmen haşlamıştım fakat adamın sesi çıkmamıştı. Yeşil gözlerini bana çevirip sakin bir şekilde gülümsedi. "Telaş yapmayın, yakmadan çektim tişörtü," dedi. Duyduklarım ile gözlerimi üzerinden çekip kahve olan elimi yıkadım ve tekrar bir bez alıp dökülen yeri sildim.

 

"Benim dikkatsizliğim, hiç ses vermeden daldım," diye konuştu adam elindeki bezi kenara bırakırken. "Ev kazaları işte," diye geçiştirdim. Kahve isteğim kaçmıştı ki adamın yanımdan geçip "Sen otur ben halledeyim kahveyi, zaten kendime de yapacaktım," demişti. Bora kadar olmasada dikkat çekici bir yapısı vardı.

 

Fakat nedense adamı gördüğüm ilk an farklı bir hava sezmiştim. Hoşlanmak değildi bu daha farklı bir şeydi ama çözememiştim. Normalde erkeklere karşı olan tutumun adamın samimi gülüşü ile kendini büyük bir istekle geri çekmişti. Değişik bir bağın görünmez ipleri gerinmiş gibi hissettim.

 

Geri çekilip masaya otururken gözlerim üzerindeydi. İlk defa bir şey yapacak korkusundan değildi daha çok neden böyle bir şey hissettiğimdi. Yüz hatlarını izlerken Ulaş ve Sarp'a ne kadar çok benzediğini fark ettim. Kuzen falan olabilirlerdi. "Bu arada adım Oğuz," dedi kahveleri bardağa koyarken bedenini yan şekilde tezgâha dayayıp bana bakmıştı.

 

"Sen Kübra'ydın sanırım," diye konuşmaya devam etti. Beni tanımıyor oluşu normaldi fakat tanımasa da Kübra'yı biliyor oluşu kaşlarımı çatmama sebep oldu. "Bora ve diğerlerinin acil işleri çıkmıştı o yüzden ben ve kardeşlerim geldik. Sizden bahsettiler." Kardeşlerini görememiş olmamın muhtemel sebebi sabahın 5'i olmasıydı.

 

"Yok," dedim nazik bir şekilde gülümserken. "Ben Dolunay, Kübra yatıyordur bu saatte." Kahveye suları dolduran Oğuz'un anlık eli titredi ve duraksadı. Duymayı beklemediği bir şeyi duymuş gibi gözlerini kırpıştırırken zorlukla yutkunduğuna şahit olmuştum. Kendini zorlukla toparlayıp kafasını bana çevirdiğinde yüzündeki acı çeken ifade beni afallatmıştı.

 

Kübra olmadığım için bu kadar üzülmüş olamaz herhalde? "Dolunay," diye fısıldayışındaki serzeniş bir enkazın altındaki son nefes gibiydi. Ev şu an bu kadar sessiz olmasaydı asla ismimi söyleyişi duyamazdım. Acı bir tebessüm suratına çizilirken gözlerine ulaşmadığının farkındaydım. Sahtede olsa acıya bulanmış bir sahtelikti.

 

"Tanıştığıma memnun oldum," derken gerçekten sevindiğini görebiliyordum. Gözlerindeki kırılan acının kaynağı neydi o zaman? Samimi bir şekilde gülümseyip "Bende," dedim. Suratına yayılan çocuksu heyecan ile eline aldığı kupayı bana uzatmıştı. "Teşekkür ederim," dedim fısıldayarak. Kendi kahvesini dudaklarına yaklaştırırken masada karşıma oturmuştu.

 

"Allah'ım evi kahve kokusu sarmış," diye mutfağa dalan kişi ile korkum boğazıma takılmış, gözle görülür şekilde sıçramıştım. "Bana da," diyerek karşımdaki Oğuz'un elindeki kahveyi aldığı gibi içmeye başladı. Oğuz bu duruma kızmak yerine sanki alışkınmış gibi gözlerini devirdi.

 

"Merhaba," dedi kahveyi dudaklarından uzaklaştıran genç. Yaşı Bora'lara göre oldukça genç duruyordu. Hatta aynı yaşta gibiydik. "Melih ben," dedi gülümseyerek. "Sen de Kübra olmalısın." Oğuz'un dediklerinin aynısını yeni tanıştığım bu gençte söyleyince kaşlarımı çattım ister istemez.

 

Oğuz gözle görülür şekilde gerilirken nedense endişe kırıntılarının dolduğu bakışlarını Melih'e dikti. "Hayır," derken sırtım yaslandığım sandalyeden uzaklaşmıştı. "Dolunay ben, neden ikiniz de beni Kübra sandınız?" Melih gülümseyişi yavaş yavaş solarken avuçlarındaki bardağı kavrayıp sıktı.

 

Afallamış suratını toparlamak bir yana bakışlarını şok olmuş gibi bana dikmişti. "Bora dedi," diyerek ortamdaki değişik atmosferi dağıtmaya çalıştı Oğuz."Kübra ona senin odana kapanma huyundan bahsetmiş. Bugün odasından çıkmaz demiş, o yüzden seni o sandık." Evet yaşadığım duygularım bazen üzerime fazla binince birkaç saat, hatta bir gün boyunca kendimi odaya kapatırım.

 

Delirene kadar düşünür, kendime doğru yolu bulmak için uğraşırdım fakat odadan çıktığım zaman daha bir yorgun olurdum. Kübra'da muhtemelen beni rahatsız etmemeleri için demişti. Biten kahvemin bardağını masaya yerleştirirken "Tanıştığıma memnun oldum, size de zahmet ettim," diye konuştum mahcup şekilde.

 

Melih adımı öğrendiğinden beri, mutfağa girdiği zamanki heyecanını kaybetmişti. Sadece gözlerini dikmiş hiçbir şekilde anlayamadığım duygularının içinde sanki boğuluyormuş gibiydi. Hatta ara sıra ciddi nefes alma ihtiyacı ile göğüsleri kalkıyordu. "Saçmalama, zaten başına gelenler bizimkiler yüzünden," dedi Oğuz gülümseyerek. Gözlerinde kırılan gülümsemesini umursamadan arada yandan bir bakışla Melih'i süzüyordu.

 

Minik bir gülümseme gönderip masadan destek alarak ayağa kalktım. "Gidip yatayım, sizi de tuttum." Melih sanki şimdi kendine gelmiş gibi şaşkın şekilde gözlerini kırpıştırdı ve yaslandığı tezgâhtan doğruldu. "Öyle düşünme bizde uyumuyorduk zaten, deyip hemen ardında gülümsedi Oğuz. "İyi uykular."

 

Kafamı sallayarak "Size de," diyerek yanlarından ayrılıp odaya çıktım. Kahve içememe rağmen uykum tekrar kendini göstermişti ve ben kendimi yatağa attığım gibi gözlerim çoktan kapandı.

 

****

 

Rüya ve gerçeklik arasında duyduğum kavga seslerini umursamayıp uyumaya devam etmiştim ki ikinci ve daha yüksek gelen gürültü benim korkuyla doğrulamama sebep olmuştu. Evin alt katında bir şeyler kırılmıştı. O kadar telaşlanmıştım ki saniyeler içinde yataktan hemen arkasından da odadan çıkmıştım. Ne olduğuna dair en ufak bir fikir üretemeyen beynim henüz daha uyanma işlevini yeni gerçekleştirmişti. Koridora adım attığımda kimse yoktu fakat ışığı yanıyordu ayrıca büyük bir kalabalık sesi hemen aşağıdan geliyordu.

Çıplak ayaklarımın parkede bıraktığı ses eşliğinde koşarak merdivenleri indim. Salonun ışığı yanıyordu ve büyük bir ses cümbüşü oradan geliyordu. "Melih!" diye bağıran ses Bora'ya aitti. Sesindeki sinirin yanında endişe de vardı. Hemen ardından büyük bir gürültüyle bir şeyler devrildi. Endişenin ilmek ilmek ördüğü ağı üzerime örtüp hızlı adımlarla salon kapısına ilerlemiştim.

 

Fakat mutfak kapısını geçmeden ne zaman geldiğini bilmediğim Pınar kolumdan tutmuş gitmemi engellemişti. "Aile arası bir kavga sanırım," dediğinde anlamsız boş bakışlarımı kısa süre Pınar'da tuttum. Salondan çıkan Oğuz hızlı bir şekilde yanımızdan mutfağa girdim. "Neyi var?" diye sordum gerçek bir merakla. Melih'in birkaç saat önceki gülen gözlerinin şimdiki sebebi neydi merak etmiştim. Oğuz bana bakmadan çekmecelerden bulduğu enjektörü yırtıp avucundaki ilacı çekti.

 

"Sinir krizi, panik atak," diye mırıldandığında elindeki ilacın sebebini anlamıştım. Evet bende o atakları geçiriyordum fakat en azından sakinleştirici almadan bir şekilde kendimi iyileştiriyordum. Bu ilaçların anlık olarak faydası vardı gerisi boş.

 

"Bu kadar zaman acı çektik biz birimizden uzakta! Yetmedi mi, bu sizi doyurmadı mı?" Diye acı şekilde bağıran ses Melih'e aitti. Kendisini mutfak kapısından görebiliyordum ve sesi benim içimde bir yerleri dağlamıştı. Nefes alışları düzensizdi ve bu onu çıldırtacak raddeye getirmişti. Karşımdaki gencin acısı yüreğimin içindeki odacıklarından bir kapıyı aralayıp anılar dolu sahneme benim tek başıma kriz geçirdiğim günlerin görüntülerini sundu.

 

İçimi dağlayan acı, kabuğu yeni oluşmuş yaramı ince parmakları ile soymaya başlamıştı. Yaranın üzerini kan talan ediyordu geçmişimdeki anıların üzerime gelmesi gibi. Adımlarım öne doğru koşmak için hazırda beklerken elindekileri yine bir yere fırlatan Melih'in üzerine Bora'nın uçtuğunu gördüm.

 

"Hadi Oğuz!" diye bağırdı Bora, kolları titreyen kendini ittirip duran genci sararken. Onu buradan öylece izlemek insani yanımın canını yakıyordu. Oğuz'un elindeki şırıngayı kaptığım gibi salon kapısından girdim. Bora göğsüne yasladığı gençle yerde otururken Ulaş perişan haliyle Melih'e bakıyordu.

 

Sarp'ın elleri titrerken tanımadığım bir başka adam yerdeki Melih ile konuşmaya çalışıyordu. İğneyi sıkı sıkı tutarken çoktan Melih'in yanına oturmuştum. "Hey," dedim sakin ama kısık şekilde. Korkmaması için güzelce gülümsedim. Nefes alıp vermekten boğulurken gözlerini bir saniye bile ayırmamıştı benden. Yan tarafımdaki tanımadığım adamın da gözleri benim üzerimdeyken arkamdan gelen bir kişiyi durdurdu.

 

Kaskatı olan elini avucumun içine aldığımda Melih acı çeker gibi gözlerini kapattı kısa süre. "Bununla savaşmak zorundasın," diye mırıldandım. Herkes susmuş şekilde bize bakıyordu. İçime bir yerlerde bir şeyler volkan gibi patlıyordu fakat dışımda yaprak kımıldamıyordu. "Kaçtığın sürece peşinde biliyorsun değil mi?"

 

Dudaklarımı yalayıp geniş şekilde gülümsedim fakat gülüşüm acı kokuyordu. "Korkuna yenik düşme Melih," diye konuştum yüzümdeki manidar gülümseme kaybolmadan. "Senin nasıl güçlü olduğunu göstermek zorundasın. Nefes alabildiğini ikimiz de biliyoruz." Elinin avucunu yüzünü bakacak şekilde çevirdim hemen ardımdan boştaki elimle kendi ağzımı kapattım. "Tut nefesini," diye konuştum ve elini dudaklarına kapattı.

 

Beklemiyordum ama yaptı, önce göğsü şişti sonra nefesini tuttu. Ben elimi ağzımdan çektim ve "Bak sen şimdi nefes alamıyorsun, arada ne kadar çok fark var," dedim hala tüm sakinliğimle. "Şimdi yavaşça elini çekeceğim ama sen önce burnundan derin bir nefes alıp ağzından sakince vereceksin. Sonra hiçbir şeyin kalmadığını göreceksin."

 

Bana kafasını sallarken dolu gözlerinden bir damla akmıştı. Elinin üzerinde tuttuğum elini kavradığım gibi yavaşça geri çektim. Titremeleri durulmuştu ama nefesinin düzeni hemen geçmezdi eminim. Benim dediğimi yaparak derin bir nefes çekti, ardından geri verdi ve bu sürede rahatlaması için neredeyse Bora'nın kucağında yayılan gencin saçlarını okşadım.

 

"Çok güzel kokuyorsun," diye fısıldadı kısılmış sesiyle. "Annem gibi."

 

Anneler güzel kokar derler. Eminim annesi benden daha güzel kokuyordur, çünkü benim her yanıma sinen tek koku ölümün is kokusuydu. Neredeyse yorgunlukla uyuklamak üzere olan gencin düzeldiğini anlayınca kafamı kaldırıp ayakta bekleyen Ulaş'a baktım. "Yorgun düştü," derken Ulaş kendine gelmiş gibi birkaç saniye gözlerini kırpıştırdı. Ardından o ve tanımadığım diğer adam yerdeki gence doğru hareketlenince zorlukla kendimi yerden kaldırıp kenara çekildim.

 

"Birazdan Saliha Hanım gelir temizler," dedi Bora ayağa kalkarken yerdeki camlara baktı. "Terlik falan giyin batmasın," derken evdeki herkese diyordu bunu. Sıkıntılı şekilde nefes verdiğim sırada salonun durduğum tarafındaki balkon kapısını ve balkondaki salıncak çekti dikkatimi. Evdeki telaş yerini sakinliğe bırakırken kendimi balkondaki salıncağa attım.

 

Üzerimdeki yorgunluk öyle bir yapışmıştı ki ruhumun yaşlandığını hissettim. Sonra fark ettim zaten. Büyümeden yaşlandım ben; değer verdiğim onca insanın gözümde değersiz kişiliklere bürünmesi yüzünden. Oysa şu anki halimin aksine eğlenceli ve şen şakrak bir insandım. Omuzlarıma bırakılan ince battaniye ile bir anlık irkildim. Ama bu kısa sürmüştü çünkü yanıma oturan beden battaniyeyi kimin örttüğünü gösteriyordu. Bora'ya baktığım sırada dimdik karşıya baktığını gördüm. Arada bir de ayaklarını yere basıp ittirerek salıncağın sallanmasına yardımcı oluyordu.

 

"Yorgun görünüyorsun," dedi tok bir sesle. Uykumu çok alamamıştım düşünmekten, ondandır diye düşündüm. "Yoo," dedim sakin bir şekilde. "İyiyim." Yandan kısa bir bakış atıp tekrar karşıya bakmıştı. Ona baktığım sırada yutkunuşu dikkatimi çekti. "Melih'e az önce çok yardımcı oldu." Minik bir gülümseme ile kafamı eğdiğimde onun bana doğru döndüğünü gördüm.

 

"Bir şey yapmadım, sadece o halini en iyi ben bilirim. Anladığım kadarıyla kendine hakim olamıyordu."

 

Bora beni doğrular gibi kafasını salladığında ona bakmıyordum. Bakamıyordum. Daha doğrusu göz göze gelmeye çekiniyordum. Demir ve kızımı, Özgür'ün bana olan takıntısı yüzünden kaybettim. Şimdi böyle hiçbir şey olmamış gibi gülümsememek, başkaları ile sohbet etmek kendimi suçlu hissetmeme sebep oluyordu. Yaşayıp yaşamadıklarını bilmemek yeterince zorlarken bir de böyle tam gülümsediğim zamanlar aklıma geldikleri zaman sanki umudum boğazıma sarılıyordu.

 

"Sen kendine hakim olabiliyor musun?" diye sordu Bora hala kafası bana doğru dönükken. "Birisi dokunmadığı sürece ilaç almasam da atlatabiliyorum. Ama birisi dokunursa, kendimi kaybediyorum." Son kelimemle Bora'ya dönünce bana bakan şaşkın bakışları ile karşılaştım. "O yüzden kolundan bile tutturmadın kötü olduğunda," derken sanki kendisine anlatır gibiydi. Kafamı salladığım sırada birisi balkona girmişti.

 

Salıncağa yakın bir yere bırakılan terlikler ile kafamı kaldırıp yabancı adama baktım. Gözleri Bora'ya kısa bir an değse de hemen ardından tekrar bana çarpmıştı. Bakışları parlıyor, her bir duyguda boğuluyormuş gibiydi. "Sultan hanım gecikecek, Oğuz bir şeyler hazırladı hadi gelin yiyelim," derken sanki sadece bana diyormuş gibi bakıyordu. "İyi alıştınız evime, kovdurmayın kendinizi," diyen Bora ile anında ona döndüm.

 

Ayıp olduğunu söyleyecektim ki son anda sustum. Adamın evi sonuçta istediğini alır istediğini kovardı. Karşımdaki adam balkon demirliğine yaslanıp alaylı şekilde güldü. Gözümün önüne Ulaş gelince aralarında ki benzerlik dikkatimi çekti. "Bu saatten sonra zor be kardeşim," deyince Bora'nın homurdandığını duydum.

 

Adam yeşil gözlerini bana çevirim samimi bir şekilde tebessüm etti. "Samet ben," deyip elini uzattı. "Dolunay," diyerek uzattığı eli kavrayıp kısa sürede geri çekmiştim. Temas sevmiyordum. Salıncaktan kalkarak battaniyeyi katlayıp kenara bıraktım ve Samet'in getirdiği terlikleri giyip yanlarından geçmiştim.

 

Pınar, çoktan gitmişti, Kübra ise kafeyle tek başına uğraştığı için sabahın erken saatlerinden gidiyordu. Bu duruma her ne kadar canım sıkılsa da kafeye gelmemem için özellikle baskı yapıyordu. Hazırladıkları masanın başında yaptıkları sohbet ile Melih'in derin derin uyuduğunu duydum. Sakin şekilde masaya yanaşıp çayları doldurmaya başladığımda "Şu herifler hallederdi sen niye yapıyorsun," diye konuştu Bora masanın başına otururken. Yamuk şekilde gülümsememden edemedim. "İş alışkanlığı."

 

Diğerleri de gülümsediğinde çayları halletmiştim, herkes uzanıp alınca masanın diğer ucuna ben oturdum. Tam karşımda Bora, solumda Sarp sağımda ise Oğuz vardı. Tedirginliğim tenimi karıncalandırsa da kendimi sakinleştirip kahvaltıya odakladım. 'Adamlar sana yardım ediyor Dolunay' diye tekrarlamaktan yemek boyunca dalgınlaşmıştım.

 

"Dolunay," diye seslenen ses ile anında kafamı kaldırdım. Ulaş seslenmişti. "Teşekkür ederiz Melih'e yardımcı olduğun için," diye konuşurken utangaç bir tavırla kafamı salladım. "Sadece nasıl sakinleşebileceğini bilmiyordu," dedim. Kafasını salladığında gözleri dalgınlaşmıştı. "24 yaşında ama evin hala küçüğü gibidir. Hem anne babamız hem ikizinin eksikliği ona daha çok yönelmemize sebep oluyor."

 

Suratım düşerken gözlerim yorgun bir şekilde masadaki tabaklara kaydı. "Üzüldüm," derken sesim kısıktı fakat sessizlik yüksek olduğu için duyulmuştu. "Siz kardeş misiniz?" diye sordum hemen konuyu çevirmek için. İnsanların acısını konuşmak istemiyordum. Çünkü hiçbir acı konuşunca geçmiyordu.

 

"Evet," dedi yan tarafımdan Sarp. Gülümsemesi yüzüne yayılmıştı, kardeşlerine düşkün olduğu çok belli oluyordu. "Ne güzel," dedim samimi şekilde gülümseyerek. "5 erkek kardeş, vay be."

 

"Aslında altıydı," diye konuştu tabağıyla ilgilenen Oğuz. "Melih'in ikizini kaybetmeseydik ama o erkek değil kızdı." Kaşlarım hava kalkarken bir kez daha üzüldüm. Bu çam yarmalarının kız kardeşleri yaşasaydı eğer epey şanslı olacaktı. İçimden kıskanmadan edememiştim. Benim zamanında yanımda olacak beni kurtaracak bir ağabeye bir babaya ihtiyacım vardı, onlarında onları çekip çevirecek onlara anne olabilecek bir kız kardeşe ihtiyaçları vardı.

 

Hayat istediğimiz şeyleri başkalarında görmemiz için var sanki.

 

Bir şey demekte zorlandığı sırada imdadıma telefonum yetişmişti. Ne ara koltuğa fırlattığımı hatırlamadığım telefonu masadan kalkıp aldım. "Efendim Pınar," diye cevap verdim. "Dolu, Kübra'yla konuştun mu bugün?" diye sorduğunda kaşlarım çatılmıştı. "Hayır, neden?" Masadakiler yemeklerine devam ederken dikkatlerinin bende olduğunu arada bana kayan bakışlarında anlıyordum. "Bir saat önce ofisime gelip evrakları alması gerekiyordu, en son çıkacağım şimdi diyordu."

 

Kalbime serpiştirilen korku tohumları karınca misali her yere yayılmıştı. "Muhtemelen kafe kalabalıklaşmıştır. Ben ulaşırım şimdi," diyerek cevaplayıp telefonu kapattım. İçimden Pınar'a söylediğimin doğru olması için dua ederken Kübra telefonuna cevap vermiyordu. Hızlı şekilde Yiğit'i aradığımda telefonu kapalıydı ve bu benim artık telaşlanmama sebep olmuştu. Son olarak kafenin telefonuna da ulaşamayınca anında masadakilere döndüm.

 

Araba Kübra'daydı ve ben şu an onlardan başka kimseden rica edemezdim. "Kafeden kimseye ulaşamıyorum, birisi beni bırakabilir mi?" derken utancımı telaşımdan dolayı hissetmiyordum bile. Korkudan nefeslerimin hızı biraz artmıştı ve ben kötü bir şey olmasın diye dua etmekten başka bir şey yapamıyordum. "Ben götürürüm," diye ayaklandı Bora masadan. Ona kafa sallayıp çantamı almak için koridora çıkarken "Bende geliyorum," diyen Oğuz'u duydum. Telaşım hareketlerime yansımıştı ve çok çabuk arabaya binip yol almıştık.

 

Yaklaşık yarım saatin sonunda tabelasında beyaz parlak şekilde "UKTE" yazan cafe&barın önüne geldik. Kafenin camlarını görünce midemin burkulmasına engel olamadım. "Ne olmuş buraya,"diyerek arabadan inen Oğuz'u umursamadan koşarak kafeye girdim. Fakat girdiğim gibi geri çıkmayı istedim. Bir yıl önce özenerek rengârenk döşediğim her yerinde emeğimizin dolu dolu olduğu kafe yerle bir olmuştu.

 

"Kübra?" Yerde Yiğit'in bacağındaki bıçakla ilgilenen Kübra beni gördüğü gibi gözlerini büyüttü. "Burada ne işin var Dolu?" derken sesi ağladığını belli ediyordu. Hızlıca ilerleyip Nesrin'in yanına geçtim. Yiğit de Nesrin de çok kötü hırpalanmış, dövülmüştü. "Kim yaptı bunu?" diye sorarken sesim kısılmıştı.

 

"Ben yaptım."

 

Daha olanların şokunu atamadan kafenin kapısından bağıran kişiye döndüm. Gördüğüm beden karşısından gözlerim sonuna kadar açılırken Özgür sadist gibi gözlerini kısıp gülüyordu.

 

"Beni özledin mi hay

atım?"

 

****

 

EVVET ARTIK BAŞLIYORUZZZ.

 

BÖLÜM NASILDI?

 

SİZİ SEVİYOREE

 

Bölüm : 08.10.2025 22:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...