
KEYİFLİ OKUMALAR!
YORUMSUZ GEÇMEYİNNN:)
****
Yaralanan Bora'ydı fakat etkilenen tamamen bendim. Elimi içini kaplayan yapışkan kırmızı sıvıdan asla gözlerimi ayıramadım. Ağır odunsu hoş kokusunu kan kaplamıştı. Bora beni çoktan tam dibimizde duran ve ateş edilen pencerenin altına çekmişti.
"Bana bak," diye konuştu Bora. Ona bakmak bir yara gözlerim elimden bir saniye ayrılmıyordu. Bir anda tuttuğu elimdeki kanı kendi tişörtüne sildi ve çenemden tutup kafamı kendisine çevirdi. "Kendine gel, ben iyiyim." Bugün duyduğum kaçıncı silah sesiydi bilmiyorum ama bunu yapanın Özgür olmadığına emindim.
"Vuruldun Bora," diye fısıldadım. Arka arka gelen kurşunlar korkuyla sıçramama sebep oluyordu. Bora beni iyice duvara yaslayıp korumaya çalıştı. "Durum bildir Bora!" diye bağırdı Sarp. Bora sinirle nefes verip salonun kapısına baktı. Herkes koridora kaçmıştı fakat biz hemen yanımızdaki pencerenin dibine çökmüştük.
"Sadece sıyırdı," deyip elini yaranın üzerine koydu. Sarp kapının pervazının kenarından kafasının ucunu çıkardı. "Karşı atağa geçip Samet'i gönderiyoruz yanına. Yaraya baksın." Bora o sırada üzerindeki tişörtü çıkartıp yaraya bastırdı. "Saçmalama! Nereden ateş ediliyor bilmiyoruz! Karşı apartmanda aileler var aptal."
Hemen yan taraftaki duvara gelen kurşun korkuyla çığlık atamama sebep olurken çoktan eğilip kulaklarımı kapatmıştım. Bora'nın elini sırtımda hissettiğimde çoktan kendine çekmişti. "Sakin ol bitecek şimdi." Deyip cebinden telefonu çıkardı. Korkunun içimi kavurmasına engel olamıyordum. O kadar artarda ateş ediliyordu ki hiç bitmeyecek gibi hissediyordum.
Telefonundan daha önce tuşladığım sayıları tuşlayıp kulağına dayadığında yine o karargah denen yeri aradığını fark ettim. Kurşun sesleri yüzünden kulaklarımı tıkadığım için ne dediğini duymadım ama kısa sürede telefonu kapatmış koridordakilere "Bizimkiler geliyor!" diye bağırmıştı.
O sırada Sarp'ın küçük bir ecza çantasını bize doğru atmıştı. Hızlıca uzanıp alarak içini açtım. "Sıyırdığından emin misin?" diye sordum. Kafasını salladığından birkaç malzemem alarak diğer tarafına geçtim. Elimi yaranın üzerine bastırdığı tişörtüne koyunca tedirgin bakışları beni buldu. "Bakabilecek misin?"
Her bir yanını kan kaplayan tişörtü tuttuğum gibi çektiğim sırada "Daha kötü yaralarımı temizledim zamanında," diye konuştum. Aslında böyle bir cevap vermek istememiştim ama bir anda çıktı. Kol kaslarının gerildiğini gördüğüm sırada kafamı çevirip kopardığım pamukla kanları temizledim. "Acıyor mu?" diye sordum merakla. Sanki bu duruma alışıkmış gibi sırtını yaslamış yarayı temizlememi bekliyordu. Kısa sürede yarayı temizleyip üzerini kapatırken Bora bir saniye ayırmamıştı benden gözlerini.
Ona bakmak bir yana gözlerimi yaradan ayırmamıştım bile. Geri çekildiğim sırada "Vurulduğum dediğin zamanki yaran mı?" diye sormaya başladı. Kafamı iki yana sallayıp sırtımı duvara yasladım. Hala kurşunlar yağıyordu üstümüze.
En kötü yaram o değildi ama o da kötüydü. En az tedavisi kadar kötüydü. "Vurulmaktan daha kötü ne yaptı?" derken sesi fısıldar gibiydi. Bacağına koyduğu elleri gergindi. Omuzlarımı silkerken acı bir gülümseme yerleşti dudaklarıma. "Her zaman en kötüsü dediğimiz şeylerin daha kötüsüyle karşılaşıyoruz," gözlerimi Bora'ya çevirdiğimde bana bakıyordu. "Bir insanın seni yaralamasına alışırsız fakat iyileştirirken bile yaralıyor olmasına dayanamazsın."
Bakışları sertleşirken çenesi seğirmişti. Bakışları kısa süre etrafa kayıp bakındı fakat sonra hemen tekrar bana çevirdi. "Ben anlamıyorum," diye konuştu eliyle suratını sıvazlarken. "Bu adam senden ne istiyor?" Sorduğu soru derin bir nefesle ciğerlerimi doldurmama sebep oldu. O adam beni yaşarken öldürmek istiyor. Hayatımı yıkması, beni kendine esir etmesi, bana işkenceler etmesi, bana zorla dokunması, hiçbiri yetmedi ona.
Anlık kesilen silah sesleri etrafa bakındım. Bora tam doğrulacakken korkuyla kolundan tuttum, tekrar ateş edebilirlerdi. "Korkma," diyerek kolunun üzerindeki elimin üzerine kapattı geniş ellerini. Tam tekrar doğrulacağı sırada bir anda tekrar ateş sesleri geldi. Korkuyla yerimden sıçradım. Bora'nın duraksaması anlık sürmüştü çünkü ateşin bize edilmediğini anlayıp hemen pencereden dışarı bakmıştı.
"Bizimkiler." Söylediği tek kelime koridordaki adamların ayaklanarak içeri girmesine sebep olmuştu. "İyi misin Dolunay?" diye soran Melih kalkmam için elini uzatmıştı. Kafamı sallayıp ayağa kalkmam için elini tuttum. Tedirginliğim yerli yerinde olduğu için pencerenin önünden çekildim. Yanıma doğru gelen Kübra'yı kendime çektim ve sıkıca elini tuttum.
"Sema pek iyi değil, hastaneye götürelim," diyen Ayla hanım ile Bora anında koridora doğru yürüdü. Bakışlarım Bora'nın arkasında kalırken Sema'nın Korhan Bey'in oğlu Ayhan'ın eşi olduğu hatta hamile olduğunu anımsadım. Bora'nın telaşına anlam veremesemde az önce yaşananların hamile bir kadında iyi sonuçlanmayacağını tahmin edebiliyordum.
"Sağlık ekipleri yukarı çıksın çabuk," diye seslendi Bora içeriye doğru ki diğerlerinin çağırmansa gerek kalmasan birkaç sağlık ekibi gelmişti bile. Sema ile ilgilenen hemşireler "Hastaneye götürmeliyiz," diyerek aşağıya ambulansa indirmişlerdi. "Bora seninde yaran var," diye seslendim hala evin içinde dolanan Bora. Elleri belinde evin içindeki kurşun sağlanan yerlere göz atarken dediklerim ile duraksayıp bana döndü.
"Tedavi edildi benim yaram," derken gözlerimin içine bakıyordu. Benim yaptığım ilk yardımla olur muydu hiç? Kurşun yarası o, dikiş ister. Gözlerim yarasına kaydı, koyduğum bez kan olmuştu. "Saçmalama Bora, ben gördüm yaranın derinliğini. Dikiş gerekli, dikişsiz aylarca kaynamaz o." Onu da kendimden biliyordum. Karnımda dikiş olmadığı için biçimsiz birleşen bir yara var. Derin nefes aldığı sırada içeriye birileri girmişti fakat o benden ayırmadı gözlerini.
"Tamam karargaha gidince baktıracağım," dedi. Bakışlarım rahatlarken üzerimden yük kalkmıştı. Az olda benim yüzümden vurulmuştu, bir anda üzerime kapanmıştı kurşunlar üzerimize yağarken. "Komutanım," diye içeri girdi iri yarı bir adam. Kafasıyla amcama selam verip gözlerini Bora'ya çevirdi. "Sema'yı hastaneye götürdüler, durumu iyi. Sağ yakaladığımız adamları sorgu için Nia'ya götürdük. Muhtemelen Soyak'ın işi bu."
Sahte kimliğimdeki soyadı duyunca kaşlarım çatılmıştı. Başıma bela olan soyadın sahibi Cevdet dedikleri adamın işiydi demekki.
Kumral kısacık kesilmiş saçları ve vücudu asker olduğunu belli ediyordu. Zaten üzerinde de asker üniformasının simsiyah olanı vardı. Bir göğüslerinde Türk bayrağı varken diğer göğüslerinde değişik bir amblem vardı. Dikenli bir yuvarlağın ortasında büyük harflerle Y ve K harfleri vardı. Harflerin uçlarını kapsayan ve yönü aşağıya bakan hilal ve harflerin hemen altında ise iki tane yıldız vardı.
"Tamam burada bir şey kalmadı," diyen Bora'ya başka bir asker tişört uzatmıştı. Hızlı şekilde tişörtü giydiği gibi gözleri bize dönmüştü. "Seninde gelmen gerekiyor," dedi kara gözlerini bana dikerek. "Kimlik olayında soruşturma başlatılmış. Emniyete bağlı olduğumuz için otomatikman açılıyor soruşturma." Anında gerildim Karargahta olanlar aklıma gelince. "Sadece sorgulanacaksın sonra direk kapanacak soruşturma, sen gerçeği anlat gitsin."
Yaptığımız suçtu bu yüzden böyle bir soruşturmayı göze alarak girişmiştim bu işe. Zaten şu saatten sonra polis işine karışsam ne fark edecek. Bulmaması gereken kişi beni çoktan bulmuştu. Kafamı sallayıp "Hadi gidelim artık," diyen Korhan Bey ile diğerlerini takip ettim. Ayla hanımları başka bir araba ile eve göndermişlerdi fakat Kübra beni yanlız bırakmak istemediğini söyleyip gelmek istemişti.
Geniş, karşılıklı koltuklara sahip lüks araca bindiğimiz de herkes rahat bir şekilde sığıştı. Arabayı Samet sürerken yanına Ulaş ve Melih oturmuştu. Kübra cam kenarına ben yanına hemen yanıma da Bora otururken tam karşımda Korhan bey, Oğuz ve Sarp vardı. "Gözlerimizi kapatacak mısınız?" diye sordum ister istemez. Geçen sefer o şekilde getirilmiştir.
Sarp'ın gözlerine düşen mahcup ifade ile biraz laf sokmuş gibi olduğumu fark ettim. "O zaman, yıllardır aranan bir suçlunun yakını olduğun için yüzün kapatılmıştı. Nia'nın konumunun bilinmemesi için bir önlem." Anladığımı belirtircesine kafamı salladım Sarp'a. Filmlerden aşina olduğum bir sahneydi fakat yaşanması korkutucu ve tedirgin ediciydi.
"Cevdet denen adam ile olayınız nedir?" Kübra'nın sorusu ile Oğuz'un sıkıntıyla kıpırdadığını gördüm. Yaşanan olaylardan dolayı az da olsa Kübra'nın bilgisi vardı. "Cevdet yıllar önce bize ihanet edip ailemizi katletti." Oğuz'un cümlesi kaskatı kesilmeme sebep oldu. Katletti derken? Midemin burkulduğunu tüylerimin ürperdiğini hissettim. "Bir gece hem bizim ailemize hem Bora'nın ailesine saldırdı. Geriye sadece bizler kaldık."
Boğazıma oturan yumrunun büyüyüp beni boğduğunu hissettim. "Ne?" diyerek hemen yan taraftaki Bora'ya kaydı gözlerim. Böyle bir şey beklemiyordum, bu çok acımasızcaydı. Bora kaskatı olmuş suratını bana çevirdiğinde zorlukla yutkundum. Bakışı kısa sürmüştü ardında tekrar önüne dönmüştü.
"Neyse kapatalım konuyu," diyen Bora ile önüme döndüm. "Benim evin tadilatı ve güvenlik işi bitene kadar Korhan amcalarda kalalım," dedi Bora bir anda. Önce kime diyor diye düşünmeden edemedim. Kafamı çevirip baktığımda bana bakıyordu. "Gerek yok,"dedim karşımdaki adamlara dönerek. "Rahatsızlık vermek istemiyorum. Kalacak evimiz var zaten."
Melih'in bir anda bize doğru döndüğünü gördüm. "Saçmalama Dolunay ne rahatsızlığı. Zaten oldukça kalabalık bir aileyiz bol bol yerimiz var. Hemen daha güvenlikli."Minnet duygusuyla Melih'e minik bir gülümseme gönderdim. Kabul etmeyi düşünmüyordum, zaten Bora'nın evine de Bora'nın zoruyla gelmiştin. Ağzımı açacaktım ki "Bak kızım yeterince şey geldi başına bizim yüzümüzden. Kafenin onarımı var, kimlik durumu var, zaten o adam daha peşinde, üstüne bir de Cevdet'in kulağına çalınmış olmalı ki bu saldırı oldu. Kendini düşünmüyorsan arkadaşını düşünmelisin. Senin peşindeki adamda bizim peşinde olduğumuz adamda acımasız. Bir şeyler rayına oturana kadar kalın bizde."
Kübra'ya döndüğümde Korhan beyi haklı bulduğunu bakışlarından anlamıştım ama benim tedirginliğimden kararı bana bırakıyordu. "Hem bak elimizden her iş gelir iki güne kafeyi onarırız," diyen Melih ile gülümsemeden edemedim. Kübra'yı düşünmem gerektiğinin farkındaydım. Bugün kafenin o hali hala gözlerimin önünden gitmiyordu. Kübra o sıra yoktu fakat olsaydı eğer onunda Yiğit ve Nesrin'den bir farkı olmayacaktı. En azından bazı şeyler rayına oturana kadar kabul edebilirdim. Kafamı salladığımda dizimdeki elimi tuttu Kübra, yanımdayım der gibi. Her zaman yanımda olduğunu biliyordum zaten.
Araba yavaşlayıp bir yerlerden dönmeye başladığı sırada kafamı cama çevirdim. Daha önce gelmiştim ama görme fırsatım tam olmamıştı. Döndüğümüz yerde ormana doğru kaçtığım yeri görünce gerildim. O günkü korkumu hala hatırlayabiliyordum. Oldukça geniş ve yüksek bir binanın önünde durdu araç. Bora kapıyı açıp indiği gibi kenara çekildi.
Korhan Bey eliyle bana ve Kübra'ya inmem için yer verdiğini gösterince hızlı hareketlerle inmiştik bile. İkimizde şaşkın gözlerle etrafa bakmadan edememiştik. Oldukça büyük bir bahçeye sahipti ve yüzlerce siyah üniformalı kadın-erkek askerler vardı. "Hoş gediniz," diyerek kafasıyla selam verdi bir asker. "Yusuf komutan sizi bekliyor Komutanım," dedi adam Korhan Bey'e. Onaylayan mırıltılar eşliğinde yanımızdan ayrılan Korhan Bey ile asker duruşunu rahatlattı.
"Olanları duyduk. Yaralanan yok değil mi?"
Gözüm ister istemez Bora'ya kayınca herkes ona döndü bu sefer. "İyiyim lan sıyırdı sadece," diye açıklamak zorunda kaldı. Memnuniyetsizlik suratından okunurken bu sert hallerini hiç benim yanımda takınmadığını fark ettim. "Tamam bir baktıralım, sonra sorgu işi için sizi çağıracak Yusuf komutan."
"Yusuf komutan da şuranın sahibi gibi davranmıyor mu? Ayar oluyorum yemin ederim."
Ulaş'ın dedikleri sanki hepsinin kanayan yarasıymış gibi sert nefesler alıp verdiler. Yusuf komutan kimdi bilmiyorum fakat hepsinin dert yandığına bakılırsa ondan çektikleri belliydi. "Boşuna mı gelmiyorum uzun zamandır buraya," diye konuştu Bora. Ortamda dönen muhabbeti anlamaya çalışarak dinliyordum fakat karmaşık konuşmaları anlamadığım gibi daha da merak etmiştim.
"Alkım evdeki durumla ilgileniyor, o yüzden dediğim şeyi sen yapacaksın Aras," diye tekrar konuştu Bora. Az önce ki asker ile mesafeli değil de sanki arkadaşlarmış gibi konuşuyordu. "Tabii, ne olursa?" Aras denen adamın cevabı ile Bora'nın gözleri kısa süreliğine bana döndü. "Dolunaydan şu sahte kimlik için sen ifade alacaksın. Biz alamıyoruz maalesef. İfadede bazı değişiklikler olması lazım."
Aras'ın sarı kaşları çatılırken kısa süreliğine bana baktı ardından kafa salladı. Başka olmaz diyecek diye bekledim fakat nedense hemen kabul etmişti. Ardından Bora elini omzuma atıp bizi diğerlerinden biraz uzaklaştırdı. "Aras'a güvenebilirsin. Kimlik olayı direk olduğunu gibi anlat sorun değil Aras, senin ve arkadaşlarının başının yanmayacağı şekilde değiştirecek ifadeni," deyince o an aklıma gelmişti ancak. Benim vereceğim ifade Pınar'ın başını derde sokabilirdi.
"Neden siz halletmiyorsunuz?"
Bakışları yanımızdan geçen birkaç askeri izledi. Onların gittiğinden emin olunca tekrar bana döndü. "Yusuf komutan bazı sebeplerden dolayı ifadeyi bizim almamızı istemiyor. Sen bunları dert etme, dediğimi yap. Kısa sürecek merak etme." Kafamı sallayarak onu onayladım ve tekrar diğerlerinin yanına gitmiştik.
Aras bana eliyle yol gösterince onu takip etmeye başladım. Bilmediğim, fakat daha önce buradan korkudan deli gibi kaçtığım koridorlardan geçip sorgu odalarının birebir aynısı odalara girmiştik. Hafif loş odanın ortasındaki sandalyeyi çekip oturarak ellerimi masaya koydum.
Karşıdaki kameranın birkaç yeriyle oynayıp içinden bir şeyi çıkartıp cebine koydu. Bu kameranın kaydetmesini engelleyecekti ve sebebini tahmin edebiliyordum. Karşımdaki sandalyeye oturarak eline kağıt kalem aldı. Sapsarı saçları, sakalları ve kaşları vardı. Gözleri cam gibiydi. Diğerleri gibi oldukça geniş bir yapısı vardı. "Pek soru sormayacağım, zaten değişiklik yapılacağı gibi sen hızlı şekilde anlat," deyince doğruldum.
Çok fazla detaya girmeden, kaçtığım birinin beni bulmaması için sahte kimlik kullandığımı söylemiştim. Fakat o kağıda ne yazıyor bilmiyordum. Anlatacaklarım bittikten sonra kağıdı imzalamam için bana uzattı. Hızlı şekilde, daha fazla bu odada kalmak istemediğim için imzalayıp ayaklandım.
Geldiğimiz yollardan geçerek binan girişindeki lobi kısmına gelmiştik. Geniş bir masada bizimkilerin oturduğunu görünce hemen o tarafa doğru yöneldim. Masaya otururken "Hallettiniz mi?" diye sordu Bora. Kafamı sallarken ona gülümsemiştim. Bu yardımlarını belki de asla ödeyemezdim.
"Sorun yok değil mi?" diye soran Samet'e hızlı şekilde cevap verecekken aynı anda hem Kübra'nın hem de benim telefonuma bildirim düştü. Sesleri masada gözleri bize doğru çevirirken "Hayırdır inşallah," dedi Kübra. Hayır olmadığını o an iliklerime kadar hissetmiştim. Tedirgin bir nefes bırakıp telefonları çıkardık ve Pınar'ın gönderdiği videoyu açtım.
Ne olur ne olmaz diye eve taktığımız güvenlik kameralarından kısa bir videoydu. Eve giren iki kişi vardı. Birisinin üzerinde kapüşon vardı ve kim olduğunu göremiyordum fakat diğeri sanki kameranın yerini biliyormuş gibi direk oraya dönmüştü.
Bu Demir'in abisi Ali'ydi. Diğeri hiç kameraya bakamdan evin içinde kaybolurken Ali son kez bakıp diğer adamın peşinden gitmişti. "Kim bunlar?" diye sordu merakla Kübra. Zorlukla nefes alıp kafamı Kübra'ya çevirdim. Vücudum gerim gerim gerilmişti. Boğazıma yine bir yumru oturmuş zorlarken burnumun direği sızlamıştı. Ağzımı açtığımda kısa bir cümle zorlukla
çıkmıştı.
"Demir'in abisi."
*****
NASILDI BÖLÜM?
KAPÜŞONLU ADAM KİM SİZCE :)
SİZİ SEVİYORE.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |