
KEYFLİ OKUMALAR!
****
Telefonu tutan ellerim titrerken gözlerimi Kubra'dan çektim. Benim dediklerim onda şaşkınlık yaratırken mavi gözleri sonuna kadar açılmıştı. Elini birbirine girmiş gibi duran kıvırcık sarı saçlarına atıp kaşıdı.
"Ne oldu kızlar?" Sarp'ın sorduğu soru ile kendime gelip masadakilere baktım. Aklım hala almıyordu Ali'nin bizim evde ne işi olabilir ki? "Bizim eve girmiş birileri," diye cevapladı Kübra. Yani tarafımda oturan Bora duydukları ile doğrulurken gece yarıları bendeydi.
"Hırsız falan mı?"
Bora'nın sorduğu soruya kafamı salladım iki yana. Hırsız olmayacak kadar iyi tanıyordum kameraya bakanı. "Kafede ki adam mı?" Dirseklerimi masaya dayayıp sıkıntılı şekilde başımı ovaladım ve Samet'i cevaplama işini Kübra'ya bırakmıştım. Ne ara söylediler bilmiyorum ama diğerleri sanırım kafedeki olayları öğrenmişti bir şekilde.
"Sizin peşinizde kaç kişi var?"
Sıkıntılı bakışlarımı karşındaki adamlara çevirdim. "Bizde bilmiyoruz. Az önceki videoya kadar peşimde sadece Özgür var sanıyordum." Gün geçtikçe hepsinin içindeki merak daha da artıyordu. Merak arttıkça sorular sormaya başlayacaklardı ve ben bir şeyleri anlatmak istemiyordum.
"Bir izin versen şu iti yaka paça buraya getirsek yeter," diye konuştu Bora bir anda. Kafamı anlık telaşla o kadar hızlı çevirdim ki ona bu herkesin dikkatini çekmişti. "Lütfen," dedim zor çıkan bir sesle. "Benim için yeterince zor bir de siz zorlaştırmayın."
Onunla uğraşacak savaşacak gücüm yoktu. Daha yaşadıklarımı atlatamamışken ve onunla karşılaşmaya bile dayanamıyorken kaldıramazdım. "Tamam, sen üzme kendini. Biz bir ekip gönderelim baktıralım," deyip doğruldu Ulaş. O sırada kapıdan giren Oğuz'u gördüğüm gibi ayaklandım. Benimle beraber Kübra da ayağa kalkıp "İyiler mi?" Diye sordu. Bir türlü arayıp ne halde olduklarını sormaya fırsat olmamıştı.
Oğuz sakin şekilde kafasını sallayıp "Merak etmeyin," diye konuştu. "İkisi de iyi, tedavi edildikten sonra evlerine bıraktım." Üzerimden yük kalkmışcasına rahatlamışken sakince yerime tekrar oturdum. "Teşekkür ederiz, Oğuz," dedim güzelce gülümseyip.
Karşıma otururken sanki gülümseyişim yüzüne mutluluk yaymışcasına aydınlanmıştı yüzü. Bir şey demek yerine kafasını salladı sadece. O sırada Aras denen asker tekrar gelmişti bizim yanımıza. "Yusuf komutan bekliyor sizi," deyince ilk ayaklanan Bora olmuştu. Yarasına baktırıp baktırmadığıni sormayı unutmuştum ama baktıracağını söylediği için sormaya gerek duymamıştım.
"Siz biraz bekleyin işimiz bitince hep beraber gideceğiz eve," dedi gece yarılarını beni çevrelerken. Tuhaf bir hissin beni sardığını hissedince gözlerimi kaçırıp "Tamam," diye mırıldanmıştım. Onun bu davranışları vicdanımı sızlatmıştı. Yaşayıp yaşamadığını bilmesem de bir eşim vardı benim.
Sanki yanlış yapıyormuş gibi hissedişim karabasan gibi çökmüştü üstüme bir anda. Saçmalama Dolunay, diye fısıldadım içimden. Ben yanlış bir şey yapmıyorum. Demir'in yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum, yaşıyorsa da kime inanacağını bilmiyordum.
Gözüm kapalı şekilde, olanları duyunca bana inanır diyemiyorum. Çünkü onu tanıyorum, en büyük korkum onlara inanması. Ben kaçtıktan sonra herkese onları dolandırıp, Özgür'ü ayartıp kaçtığımı söylemişler ve buna Demir'in inanması beni yıkan en kötü şey olurdu.
"Sanki her şey birbirine karışıyormuş gibi hissediyorum," diye konuştum yan tarafımda ki Kübra'ya dönerek. Kübra merakla lobiyi incelerken söylediklerim ile anlamak ister gibi bana baktı. "Nasıl yani?"
Bora'lar gideli biraz olmuştu ve biz bu sırada lobiyi, askerleri, önümüzden, yanımızdan geçen herkesi izliyor ve inceliyorduk. "Yani her şey bir anda oldu. Daha düne kadar ikimiz vardık bu uğraşta şimdi ise bilmediğimiz adamlar girdi, yanımızda duruyorlar. Daha önce hiç duymadığımız bir topluluk gibi bir şey olan yerdeyiz. Ve buradan sonra ne olacağını kestiremiyorum."
Kübra sarı kıvırcık saçını yavaş şekilde kulağının arkasına koyup tamamen bana döndü. Yuvarlak masanın üzerinde duran ellerimi tutup "En azından yanyanayız Dolu," dedi manidar bir gülümsemeyle. "Ne olursa olsun ikimiz bir başederiz biz." Kafamı sallarken ellerini sıkı sıkı tuttum. Her şeyin üstesinden gelirdik biz. Senelerce ondan bir şekilde saklandık şimdide bir şekilde halledebilirdik.
Kübra'nın mavi gözlerinde muzip pariltilar oluşunca anında gülüşüne de yansıdı. "Ayrıca çok havalı ve yakışıklı değiller mi? Özellikle Bora sana fena takmış gibi," dediği an gözlerimi devirip ellerimi çektim. Yaptığım hareketten eğlenmiş gibi gülüp elini omuzuma attıp sarıldı.
"İnkar edemezsin asla. Adam 2 senedir sen fark et diye her şeyini sana göre ayarlıyor. Sokağa beraber giriyor, sokaktan beraber çıkıyorsunuz ve sen bunu hiç fark etmedin."
Zorlukla yutkunurken bakışlarımı Kübra'ya asla çevirmedim. Sanki daha önce düşündüklerimi biliyormuş gibi bir anda bunu demesi neye isaretti bilmiyorum ama tüylerimi ürpertti. Derin nefes alıp Kübra'nın dediklerini kafamdan atmaya çalıştım fakat bu sefer Bora'nın dedikleri çınlamıştı.
"Tam iki senedir komşuyuz Dolunay," demişti. O diyene kadar da bunu bilmiyordum.
******
İçinde bulunduğumuz büyük araba yavaşlayıp bir yerden dönünce eve geldiğimizi anlamıştım. Onların evine. Büyük ve geniş, bol çimenli bir bahçeye girince gözlerim hayranlıkla dolaştı bahçeden. Takım elbiseli birkaç adam vardı bahçede. Birisi evin kapısını çalarken diğeri arabaya yanaşıp inmemiz için kapıyı açmıştı.
İnmemizi bekleyen adamları görünce hiç oyalanmadan indim. Hemen arkamdan inen Kübra ile büyük malikaneye baka kalmıştık. Bora hariç diğer herkesin bu evde yaşadığını söylemişlerdi fakat buna rağmen yine de çok büyüktü. Az önce çalan kapı Ayla Hanım tarafından açılınca güzel bir gülümseme ile karşılaşmıştık.
"Hoş geldiniz," deyip geçmemiz için kapıyı sonuna kadar açtı. Yemyeşil çimenlerin aralarına evin kapısına kadar yol gibi döşenmiş taşların üzerine basarak kocaman olan evin önüne gelmiştik. Geniş bir koridorun karşıladığı giriş oldukça aydınlıktı. Ayla hanım önümüze terlik bırakınca hızlı şekilde terliği giyip ayakkabılarımızı kenara koymuştuk ve koridorun sol tarafındaki gösterdiği kapıya doğru yürüdük.
Salondaki Sema'ya selam vererek rastgele bir koltuğa oturdum. L şeklinde bir salondu ve salona girdiğim an sağ tarafta yemek masası sol tarafta oturma grubu vardı. Tam karşı ise salonun ucuydu ve verandaya açılan büyük cam duvardı. Ağrıyan başımı ovalarken diğerleri de çoktan salona gelmişlerdi.
Korhan Bey karşı koltuğa oturunca sırtımı dikleştirip ona baktım. "Yaptığınız her şey için teşekkür ederiz Korhan Bey," dediğimde başta ışıldayan gözleri sonradan sönmüştü bir anda. Yine de bunu fark ettirmemeye çalışarak gülümsedi. "Teşekkür etmene gerek yok Dolunay," deyip derin nefes aldı. Bir şey söylemek için kendini hazırlıyormuş gibiydi daha çok. "Ayrıca sürekli Bey demene gerek yok. Amca, abi istediğini diyebilirsin. Bir süre beraber kalacaksak eğer resmiyete gerek yok diye düşünüyorum."
Sadece vicdanları için miydi bu kadar yardım bilmiyorum ama bir yerden sonra sanki fazlaymış gibi geliyordu. Tamam onlar yüzünden başım derde girdi ama yine de rayına oturmayan bazı şeyler varmış gibi hissediyorum. "Eşyalarınız Bora'nın evinde kaldı yarın ve ya diğer gün almaya götürürler. Şimdilik odanızda idare edecek kadar eşya var. Dinlenmek isterseniz gösterebilirim," diye konuştu Ayla hanım Korhan beyin yanına oturarak. Onlara hemen amca ve yenge demek biraz tuhafıma gitse de haklılar.
"Ben çıksam iyi olur. Kafe için birkaç yerle telefon görüşmesi yapmam lazım," dediğim ellerimle dizlerimden destek alıp kalkarken. "Kahve istersen önce mutfağa geçelim," dedi Ayla yenge sanki içimi okumuş gibi. Yanımdaki kadını takip ederek salondan çıktığım gibi karşıya doğru uzayan koridorun sonundaki mutfağa girdim. Hızlı şekilde şekerli kahvemi hazırlayıp Ayla yengeyi takip ettim tekrar. Giriş kapısının tam karşısına denk gelen ve yukarı doğru dönen merdivenlerden çıkmaya başladı. İlk kata gelince duraksadı ve karşı çaprazdaki odaya doğru yürüdü. Onu takip ederken etrafı incelemeden edemedim.
Merdivenler hala yukarıya doğru dönüyor birkaç kat daha çıkıyordu. Bulunduğum katta 5 tane kapı vardı ve benim kalacağım odanın kapısını açınca birlikte girdik. Düz mobilyalardan oluşan sade dizayn edilmiş oda tam olarak misafir odalarını andırıyordu. Yan tarafta küçük bir balkon görünce sevinmiştim. Kendi evimde de uyumadığım geceler kendimi hep balkonda bulurdum.
"Şu taraftaki kapı tuvalet ve banyoya açılıyor. Dolapta her türlü kıyafet, havlu gibi şeyler bulabilirsin ama bir şey eksikse ve ya ihtiyacın olursa sakın çekinme tamam mı?" O kadar tatlı, naif ve sevecen konuşuyordu ki ister istemez içim ısınıyor, kanım kaynıyordu. Yaşına ve neredeyse torunu olacak bir babaanneye göre oldukça genç ve dinç duruyordu. Ona güzel bir gülümseme gönderip teşekkür ederken bir yandan da kupayı kenardaki küçük bir masaya koymuştum.
Ayla yenge odadan çıktıktan sonra kupayı tekrar alıp kendimi balkona attım. İnce ama uzan bir balkondu ve yan tarafta kim vardı bilmiyorum ama o odanın sahibiyle ortak bir balkondu. Sadece ince bir demir geçiyordu ortadan ayırmak ister gibi ama onunda pek bir işlevi yoktu. Yan yana iki puftan sarı olanını oturup elimdeki kupayı dizlerime dayadım. Tam telefonumu çıkarmış camcıyı arayacakken balkonu paylaştığımız odadan birisi balkonu çıktı.
Bu kişi Bora'ydı.
"Selam," dedim gülümseyerek. Bana yaptığı onca yardımdan sonra ona soğuk ve suratsız davranmak istemiyordum. Tamam, aramızda bir şey olamazdı fakat bu arkadaş olamayacağız demekte değildi. "İşin varsa yalnız bırakabilirim," dediğinde telefonu hemen pufun kenarına bıraktım. "Sadece kalabalıktan kaçmak için bahaneydi," dediğimde gülümsemişti. Camcıyı Kübra'ya da aratabilirdim.
Tek bir hareketle balkonu ayıran demiri aşmış karşımdaki pufa oturmuştu. "Alışırsın bu kalabalığa." Bakışları bahçedeki büyük ağaçlara kaymıştı. Balkonun baktığı taraf bahçenin yan tarafıydı. "Sen alışamadın sanırım," diye konuştum sakin bir şekilde. Bakışları bana dönerken kahvemden küçük bir yudum aldım çok sıcak olduğu için. "Anlamadım?"
Anlamıştı demek istediğimi ama sanki kendine zaman tanımak istemişti. Karşılaştığımız günden beridir bu aileye karşı soğuktu fakat yine de onlara güveniyordu. "Ben onları tanımadığım için onlara karşı soğuğum. Peki ya sen? Evlerine gözü kapalı güvenerek geldiğin bu aileye karşı soğukluğun neden?"
Soru belki haddim değildi ama konu bir kere açılmış ve ben kendimi tutamayıp sormuştum. Bora biçimli dudaklarını birbirine yapıştırınca zor bir soru sorduğumu anlamıştım. "Severim hepsini. Çocukluğumuz beraber geçti bizim kardeşten öteyizdir fakat bazen yaşanan şeyler kardeşler arasına duvarlar örer. Herkesin yolu kendine, ben kendi yolu çizmek istedim aramıza uçurumlar girdi. Hem onlarla hem Sema'yla."
Korhan Bey'in gelinin Bora'nın olan tutumuyla ne alakası vardı anlayamamıştım. Ama zor bir durum olduğunu Bora'nın durgunlaşan bakışlarından anlamıştım. Derin nefesler çekmişti arka arkaya, yarım kalan nefeslerinde boğulduğu buradan belliydi.
Daha fazla sorarsam yarası kanayacakmış gibi hissettim o an. Tam konuyu değiştirmek için bir şeyler diyecekken telefonuma artarda iki mesaj geldi. Kahveyi tek elime alıp dizime dayarken diğeriyle mesajı açmıştım. Kaşlarımı çatarak gelen resimdeki Bora ve bana baktım. Bora ile birbirimize baktığımız an çekilmişti.
05xxxxxxxxx: Öldürmem gereken insanlar çoğalıyor bebeğim. Seni kazanabilmem için kaç kere katil olacağım?
O an nefesim kesildi. Kalbimin atışı göğsüme sancı bırakarak hızlandı. Tam da o an dizime dayamadığım kupayı tutamayan elim sıcak kahvenin bacaklarıma dökülmesine sebep oldu. Sanki nefesim boğazıma sarılmış gibiydi ve ben o an çığlık dahi atamadım. Elimdeki telefonda parlayan o mesaj sanki kanıma işlemişti. Özgür'ün kararlı sesi o kadar net geliyordu ki kulaklarıma mesajı okurken, bir korku sardı tüm bedenimi. Yapardı dediğini. Kendi öz kuzenini öldüren bir adam karşımdaki yabancıyı öldürürken gözünü dahi kırpmaz.
O kadar çok dalmıştım ki korkunun esir aldığı düşüncelerime, kısa bir an kendime gelince bacaklarımdaki sızı acıyla inlememe sebep oldu. Kafamı telefondan kaldırdığımda Bora'nın doğrulmuş siyah taytımın kahve dökülen kısmını çekiştirmişti tenime yapışmaması için. "Ah be Dolunay," dedi Bora üzerinde büyük bir telaşla. Üzerimdeki elleri gerilmeme sebep olmuştu. Ayağa kalkıp hızlıca kendimi geri çekerken Bora ile mesafe koymuştum. Kahvenin döküldüğü yeri tek tek iğne batıyor hissi kaplayınca acıyla yüzümü buruşturdum.
"İyi misin?" Gerçek bir telaş sarmıştı yüzünü. Kaşları çatılmış ne yapacağını düşünür gibiydi. Gözlerim acıyla yaşarırken ellerimle taytı tutup çekmiştim. Bu acıdan daha fazlasını yaşamıştım, en azından biraz olsun dayanabiliyordum.
"Banyoda sus tut ben ilaç bakayım hemen," dedi balkondan çıkarken. Dudaklarımı acıyla birbirine bastırmıştım. Bu yüzden cevap vermek yerine sadece kafa salladım. O odadan çıktığı an yönümü fotoğrafın çekildiği ilerideki apartmanlara çevirdim.
Oldukça yüksek olan apartmandan çekildiğine eminim fakat kimseyi görmemiştim. Gözlerimi kapatırken bacağımdaki acı çoğalmıştı bu yüzden. Hızlı şekilde banyoya girip taytı çıkardığım gibi suyu tutmuştum. Suyun ilk değmesiyle sesli şekilde ağlayacak gibi olduk fakat sonra biraz daha dayanılacak gibi olmuştu.
"Dolunay?" diye seslendi Kübra banyo kapısına vurarak. "Geliyorum şimdi," diyerek cevapladım. Biraz daha su tuttuktan sonra musluğu kapatıp Kübra'dan şort istemiştim. Hızlı şekilde uzattığı şortu giyerek dışarı çıktığımda Kübra beni bekliyordu. "Yanıyor mu çok?" diye sorarken sanki kendi canı yanıyormuş gibi yüzünü buruşturmuştu. "Dayanırım," derken sesimden zaten ne kadar canımın yandığı belliydi. Bulduğum bir ince kitapla bacaklarımı yellerken yatağa oturmuştum. "Bora aşağıda ilaç bakıyor. Yoksa Melih almaya gidecek," diye konuşunca kafa salladım. Ne bacağımdaki yanıklar ne diğerlerinin bana olan iyiliği, hiçbiri şu an hissettiğim şeyleri kapatmıyordu. Sanki dört bir yanım Özgür tarafından çevrilmişti ve ben nereye gidersem gideyim beni buluyordu.
"Gitmemiz gerekiyor," diye mırıldandım. Ellimdeki kitabı hala bacaklarıma doğru sallıyordum. Kübra'nın kaşları çatıldı önce, ardından yavaş adımlarla yanıma oturdu. "Ne oldu?" derken sesi merak ve endişe doluydu. Masaya koyduğum telefonu gösterdim başımla. Uzanıp aldığı gibi bana verince mesaj kısmını açmaya başladım. "Özgür mesaj attı," deyip Kübra'ya baktım. "Fotoğraflı. Bu evde eve bu odada kaldığımı biliyor."
Kübra'nın gözlerini sonuna kadar açıldığında bunun sebebinin endişe, korku olduğunu biliyordum. "Ne diyorsun," derken soru sormuyor daha çok dediklerimi anlamaya çalışıyordu. Açtığım mesaj ile telefonu ona uzattım. Hızlı şekilde alp mesaja baktığı an ince parmakları dudaklarına kapanmıştı. "Bu adamdan kurtuluş yok mu ya?" diye yakındığı sırada kapı bir anda açıldı.
Bora ellerindeki mavi buz torbalarıyla girdiği gibi bana baktı. "Özgür mesaj attı," diye konuştu anlamaya çalışır gibi. Siyah kaşları hava kalkmıştı. "Ve sen o yüzden kötü oldun," deyip kısa bir an bakışları kıpkırmızı olan bacaklarıma düşürdü. Bu kısa sürse de anlık olarak elimdeki kitabı bacaklarıma kapadım.
"Fotoğrafı aç," deyip elindeki buzları tuvalet aynasının üzerine gelişi güzel bıraktı. Zaten elinde açık şekilde duran telefonu hemen uzattı Kübra. Kısa süre telefona bakan Bora'nın suratı an ve an değişti. Şakaklarındaki damar aniden gerildi gözleri katran karasına döndü. Sanki sakinleşmek ister gibi derin bir nefes alıp geniş göğsünü şişirdi. Fakat işe yaramadığı o kadar belliydi ki. Hiç bekletmeden elindeki telefonumu yatağa atar atmaz delirmiş gibi çıktı odadan. Kübra ile yan yana giden adamın arkasından bakarken şaşkınlıktan donup kalmıştık.
"Nereye gittiğini tahmin edebiliyorum," diyen Kübra'ya kafa salladım. Çünkü tahmin etmesi zor değildi. "Peşinden gidip durdurmalı mıyız?" Kübra şaka mı yapıyorsun der gibi anında bana döndü. Sarı kıvırcık saçları her zamanki gibi dağınık duruyordu. "Daha duruyor musun burada, Dolu?" Sanki bunu demesini bekliyor muşum gibi anında yerimden fırladım.
Çıplak ayaklarımın parkede çıkardığı sesleri umursamadan koşarak indim merdivenlerden. "Bora!" Bora girişte ayakkabılarını giydiğini görünce daha da hızlandım. "Nereye gidiyorsun sen? Saçmalama lütfen!"İçerideki herkes bağırtım ve koşuşturmam yüzünden telaşla koridora çıkmıştı çoktan. Nefes nefese Bora'nın kolunu tutmuştum gitmesin diye.
"Ne oluyor burada?" Kafamı çevirip arkadaki biriken kalabalığa baktım. Korhan amcaya cevap veremeden Samet "İyi misin Dolunay?" diye sordu. Bora'nın kolundan elimi çekip bir iki adım geriledim. Ne diyeceğimi bilemez şekilde alnımı kaşırken Bora'nın yandan bana bakan sinir dolu bakışlarını gördüm. "Anlatmak ister misin Dolunay?" Zorlukla yutkunup üzerimdeki bakışları düşünmemeye çalıştım. "Anlayacak bir şey yok," diye mırıldandım fakat eminim Bora benim yerime anlatacaktı.
Dudaklarını sinirler birbirine bastırıp ben başka tarafa çevirdi bakışlarını. Bir şeyler anlatmak benim için zordu. Evet buradaki insanlar bana yardım etmek için çok istekliler fakat ya sonra değişirlerse? Kimden yardım istediysem öyle oldu. Önce yardım etmek için öne atıldılar, elimden tuttular fakat sonra Özgür'ü görüp tuttukları elimi bıraktılar. Kimseye bu yüzden kızmıyorum, kim öyle bir belayı başına almak isterdi ki? Fakat boş yere kurtulacağım diye umut etmek istemiyorum.
"Özgür denen şerefiz, burada kaldığını biliyor. Karşı apartmandan resmimizi çekmiş az önce ve onu tehdit içerikli mesajla Dolunay'a göndermiş," dedi, son kısmı söylerken sinirli bakışları bana döndü. "Dolunay hanımda buradan gitmeleri gerektiğini söylüyordu Kübra'ya." Düşüncelerim Bora'nın dedikleri ile çakışırken kocaman bir yumru çoktan boğazıma oturmuştu.
"Ne yapmamı bekliyorsun?" diye sordum şaşırtacak bir sakinlikle. İçimde yenilmek üzere olduğum bir savaş varken dışımda yaprak kımıldamıyordu. "Buradaki herkes ne olursa olsun sana yardım etmek istiyorlar Dolunay! Şu inadı, şu yardıma ihtiyacım yok sözlerini bir kenara bırak artık!" Başkası olsa şu an korkuyla sıçramış ve belki de anlık olarak paniğe kapılmıştım ama nedense Bora'nın bu bağırtısı benim kararan geçmişime sakladığım korkularıma dokunmamıştı.
"Niye ya niye?" diye bir anda çığlık atar gibi bağırdım. O kadar dolmuştum ki, pimi çekilmiş bomba gibi patlayacak yer arıyordum. Bora ise sanki bunu biliyormuş gibi inatla üzerime geliyordu. "Neden bana bu kadar yardım etmek için uğraşıyorsun? Niye uğraşıyorsunuz?" derken kısa bir an diğerlerine baktım. "Tamam anlıyorum, bazı şeylere siz sebep oldunuz ama bu kadarı bile aşıyor bu durumu. Ben sanki sizin sorumluğunuzdaymışım gibi, sanki sizin bir şeyinizmişim gibi üzerime titriyorsunuz! Neden?!" Anlamıyor muşum gibi elerlimi havaya kaldırıp serbest bırakırken sinirle sesli nefes vermiştim. "Bir insan, tanımadığı başka bir insana, çıkarsız yardımda bulunmaz," derken artık bağırmıyordum.
Söylediklerim Bora'yı daha fazla sinirlendirmişti ve sinirli bir şekilde bana doğru bir adım attı. "Burada gördüğün insanlardan birisi, yaptığı yardımın karşılığını senden isterse," deyip dudaklarını yaladı. "Gel suratıma tükür. Sen değil, başkası da olsa aynı yardımı yapardık." Dediklerimin ağırlığını anında sırtıma yük gibi binerken anlık bir pişmanlıkla gözlerimi kapattım. Kendime olan sinirim anında kendini göstermeye başlamıştı. Adamların asker olduğu belliydi, böyle durumlarda elbet yardım edeceklerdi.
"Ben," derken sesim kısıktı. "Uzun zaman önce hiçbir iyiliğin karşılıksız olamayacağını öğrendim."
"Bak," dedi Bora'da benim gibi sakinleşmiş şekilde. "O şerefsizi anında yakalar karargaha götürürüz fakat onu elimizde tutmamız sana ve anlatman gerekenlere bağlı," dediği an kanım çekilmişti. Bir adım gerilerken kafamı iki yana salladım. "İşte, bu yüzden bizim yardım etmemiz lazım. Bu adam bu evi bulabilecek kadar eli uzun, tek başına baş edemezsin. En azından güvende kalman ve onu geri gönderebilmek için yardımımızı kabul etmek zorundasın."
Gözlerim dolduğu zaman en zorlandığım kısımlardan ilkidir konuşmak. Hani olur ya son raddeye gelmişsindir. Gözlerin dibine kadar dolmuştur ama sen ağlamak istemediğin için ağzını milim kıpırdatmıyorsun. Ama konuşman da gerekiyor, konuşup yardım istemen gerekiyor. Fakat boğazında sanki milyonlara düğüm birikmiş gibidir ve sen ağzını açtığın an gözünden firar edecek acın.
Öyle de oldu ya.
Yorgun ve bıkmış bir halde ağzımdan fısıltı gibi çıkan "Yardım edin," cümlesi bitirdi her şeyi. Bir acım damladı yanağıma geri kalan kırık izine çok ölüm sığardı. O kadar ağır bir atmosfer vardı ki ortamda herkesin acısı çoğalmıştı sanki. Üzerime ağırlık gibi binen gözleri umursamadan ıslak gözlerimi Bora'ya doğru kaldırdı. Sanki o daha fazla acı çekiyormuş gibi zorlukla yutkundu. Sonra daha ne olduğunu bile anlamadan kolumdan tuttuğu gibi göğsüe yasladı beni.
İçim yanlış yaptığımı deli gibi bağırsa da bir yanımın şefkat dolu bir sarılışa çok ihtiyacı vardı. Ellerim olduğu yerde sallanırken Bora'nın elleri kısa bir an sırtımı sıvazladı. "Üzgünüm," dedi, sesinde acı çeker gibi bir ses vardı. "Öğreneceklerin daha çok canını yakacak ve ben buna engel olamıyorum." Ben daha geri çekilmeden Bora bir adım geriledi ve "Karşı apartmana bakıp geliyorum," dediği gibi evden çıkmıştı.
Derin bir nefesi bırakırken arkasından bakmıştım sadece. "Hadi içeri geçelim kızım," diyen Korhan amca elleriyle omuzlarımı kavrayıp salona doğru yönlendirdi. Koltuğa kendimi bıraktığım gibi Bora gelene kadar kafamı kaldırmadım. Bir şey öğrenebilecek miydi bilmiyorum fakat çok merak ediyordum. Kimse bir şey sormuyor fakat gözlerini üzerimden ayırmıyorlardı. Bakınca insanın acısı azalmıyordu.
Ne kadar bekledik bilmiyorum fakat kapı çalınca anında kafamı kaldırmıştım. Elçin koşarak kapıyı açmaya gitti ve çok sürmeden Bora içeriye girmişti. "Apartmana hırsız girmiş ve hiçbir şey çalmamış. Evde kimse yok, parmak izi falan da yok. Oraya gittiğimde ortalıkta Özgür'de yoktu." Ne bekliyordum ki? Orada yakalanmayı bekleyeceğini falan mı?
"Dolunay, bu adam senden ne istiyor?" diye sordu Sarp. Karşı koltukta oturuyordu. Bakışlarımı çaprazımdaki tekli koltuğa oturan Bora'dan çekip Sarp'a çevirdim. "Takıntılı, hasta. Beni istiyor," derken sesim sanki içime kaçmış gibi kısıktı. Söylediklerim evdeki herkesin dikkatini çekmişti. Sanki bakışlar zaten bende değilmiş gibi daha da yoğunlaşmıştı. "Size ne anlatırsam anlatayım, hepsinin sonunda başka bir soru doğacak. Yaşadıklarımı anlatmak inanın benim için çok zor. Kafayı bana takmış bir hasta ve beni tekrar eline geçirmek için yapamayacağı bir şey yok."
"Tekrar derken?" Bora kaşlarını çatmış kolların dizlerine dayamış bana bakıyordu. Merakı kara gözlerini karartmıştı sanki. "1 yıl boyunca beni evinde hapsetmişti." Yaşadıklarımın altında sanki eziliyormuşum gibi hissetmiştim. "Akla hayale gelmeyecek şeyler yaşadım ve daha hiçbirini atlatamadım. 2 sene önce ondan kaçtım fakat asla peşimi bırakmadı."
Umut kırıntılarım resmen ayaklar altında un ufak oluyordu. Şu zamana kadar tek başıma savaş vermeye çalıştım, şimdi tanımadığım insanların yanımda durası tedirgin etsede çok güzel bir duyguydu. Şu zamana kadar en büyük hayalim Demir'in yaşıyor olup onun karşısında benimle birlikte durmasıydı. Belki bir gün gerçek olacaktı fakat o zamana kadar tek olmayacak olmam korkumu azaltıyordu.
****
NASILDI BÖLÜM?
DÜŞÜNCELERİNİZİ BELİRTMEYİ UNUTMAYIN.
SİZİ SEVİYOREE.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |