
KEYİFLİ OKUMALAR!
BOL BOL YORUM GÖRMEK İSTİYORUM BEBEKLER.
***
Alışkanlıklar öyle bir raddeye gelir ki bazen, sevip sevmediğimizi anlamayız. Sevdiğimiz bir şeyin alışkanlığı içimizde büyük bir yer edinirken, sevmediğimiz şeyin alışkanlığı sırtımızda yüktür. Sadece koparıp atmak gereklidir. Sevdiğimiz alışkanlıklara ise gün geçtikçe daha çok bağlanırız ve ayrılmak istemeyiz.
Benim istemediğim gibi.
Emre ve Gözde'den, buradan gitmek istemiyordum ama öte yandan hayatımdaki bilinmezliklerin artık bilinmesi gerekiyordu. Geçmişteki boşlukların dolması gerekiyordu.
O yüzden bu gün akrabam olan insanlarla beraber gidecektim. Belki yeni bir hayat olacaktı benim için, belki de büyük bir pişmanlık olacaktı. İki türlü de gitmemin tek bir amacı vardı ve ne pahasına olursa olsun amacıma ulaşmam gerekiyordu.
Saat öğlenin 12'sini geçmişken üçümüzün de gözlerine gram uyku girmemişti. Bir yanımız saatler sonra eksileceği için buruktu fakat bunu kimse belli etmiyordu. Sabahladığımız ve birçok anımıza şahitlik eden bu çatı katı artık sadece ikisine ev sahipliği yapacaktı.
Türlü ayrılıklar vardı ve benim payıma düşen, bilinmezliğin ayrılığıydı.
Elimdeki koladan bir yudum alarak gözlerimi yola çevirmiştim. "Gelmelerine az kaldı," diye konuştu Gözde kederli sesiyle. Kafa salladığımda hüzün çökmüştü üçümüzün üzerine çoktan. "Kızı giderayak üzme, zaten zorlanıyor." Emre'nin dedikleri ile Gözde önüne dönmüştü. Bize yıllarca ağabeylik yapmış olmasına rağmen konu biz olunca en duygusalımızın o olduğunu biliyordum.
"Bana bak," dedi Gözde ve bana döndü. "Kimsenin seni üzmesine izin vermeyeceksin. Buradan gidiyorsun, bizden değil. Telefondan sürekli mesajlaşacağız," dediğinde dolan gözleri tepeye ulaşan Güneş'ten dolayı parlamıştı. Emre diğer yanımdan elini omzuma atarak kendine çekti.
"Bir şey olduğu an bana söyleyeceksin. Nasıl bir yere gideceğini, nasıl bir insan olduklarını falan bilmiyoruz, en ufak şeyde haber edeceksin bana." Kafamı sallayarak onu cevapladığımda gözlerim yurdun bahçe kapısında hareketlilik sezdi. Benim gibi diğerleri de o tarafa doğru baktığında çoktan anlamıştım akrabalarımın geldiğini. Kendi aramızda gıcır diye tabir edeceğimiz bir arabadan indi dayım olduğunu bildiğim adam.
Hemen yolcu koltuğundan genç bir kadın daha indi ve kendi aralarında kısa bir konuşma yaparak güvenlikten geçip yurda girdiler. Onları bahçe kapısında karşılayan kişi müdür olmuştu. El sıkışarak ne olduğu bilemediğim kısa bir şeyler konuştular ve müdür arkasına dönerek çatı katına baktı. Onunla birlikte diğerleri de baktı. Kadının gözleri büyürken adam kaşlarını çatmıştı. Emre'nin gülen sesini duydum. "İntihar edeceğini düşünmedilerse ben bir şey bilmiyorum." Düşüncelerimizin aynı olmasıyla bende gözlerimi devirdim.
Bir anda oturduğum yerden ayağa kalkmam ile dayım olan adam vücuduna oturan telaş ile hızla birkaç adım atmıştı. "Siz yine orada mı sabahladınız?" diye bağırarak azarladı bizi müdür. Dayım olan adamın gözleri kısa süre müdüre çevrildi ve tekrar bana baktı. "Hadi inin aşağıya," diye yine bağırdı müdür. Benim gibi Gözde ve Emre'de ayaklanmışı. Aşırı yavaş adımlarla indik aşağıya.
Binaya gireceklerken kapıda karşılaştığımızda benim gözlerim müdürdeydi. "Arkadaşlarının sana açıkladığını umuyorum," dedi müdür gözlüğünü düzelterek. Kafamı salladığımda ilk kez akrabalarım olan iki insana baktım. Onların gözleri bendeydi ve sanki gördüklerine inanamıyormuşlar gibiydi.
Kadın gözleri dolu dolu bakarken bana doğru adım attı. "Nihan," diye fısıldadı. Kaşlarım çatıldığında aynı ismi yaşlı adamında söylediğini hatırladım. İsim kalbimdeki çukurun içinde çığlık çığlığaydı. Gözlerimi ayırmadığım kadın, yüzündeki acıya bulanmış ifadeyle bakıyordu bana.
Bir anda boynuma dolanan kollardan sonra kadının ağlayışlarını duydum ve şaşkınlıktan donup kaldım. Dayım olacak adam benimde öylece donup kaldığımı görünce uzanıp kadını omuzlarından tutarak çekti. "O kadar uyardım seni araba, Nazlı," dediğinde Nazlı dediği kadın geri çekilmiş yanaklarını siliyordu.
Derin nefesler eşliğinde kendini sakinleştiren kadın elini yanağıma koydu. "Annenin kopyasısın be küçüğüm," dediğinde afallamıştım. Zorlukla yutkunurken boğazımdaki düğüm canımı acıtmıştı. Kadın işaret dili biliyor muydu bilmiyorum ama yine de ellerim ile "Annemin nesi oluyorsun?" diye sormuştum. Nesi olduğunu zaten biliyordum. Kadının şaşkınlıkla gözleri ellerime indi ardından daha büyük şaşkınlıkla bana bakıp müdüre döndü.
"Konuşamıyor mu?" diye sordu acıyla. Şaşıran tek kişinin kadın olduğunu işaret dili ile sorduğum soruya cevap veren adamdan anlamıştım. "Ben, Nihan ve Nazlı kardeşiz." Konuşamadığımı bildiği gibi işaret dilini de biliyordu adam. Kadın önce bana cevap veren kardeşine baktı ardından bana döndü. Kardeşi olan adamdan büyük duruyordu. "Doğuştan mı?" diye sorduğunda bir cevap vermek yerine öylece baktım suratına. Cevabını vermek istemediğim bir soruydu ki bu yüzden konuşmayı müdür devraldı. "Neva 8 yaşından beridir konuşamıyor," diyerek devam etti. "Önce evrakları halledelim, Alaz Bey."
Adının Alaz olduğunu öğrendiğim adam müdürü kısa bir baş sallamayla onayladı ve onu takip etti. Onların ardından Gözde "Ben sesin eşyalarını ayarlayayım," diyerek yanımızdan Emre'yi sürükleyerek götürdü. Kadın ile baş başa kalınca ne yapacağımızı bilemediğimden dolayı sadece etrafı seyrediyordum. O sırada kadının elini kolumda hissettim.
"Bir kere daha sarılabilir miyim?"
Bu kez sormasının tek sebebi, az önce bana sarıldığında hiçbir tepki vermemiş olmamdı. Kendisinin bana sarılmasını istemediğimi düşünmüş olmalıydı. Peki, istiyor muydum? Onu hiç bilmiyordum ama gözümün içine böyle heves ve kederle bakarken asla hayır diyemezdim.
Saçımı kulağımın arkasına koyarken kafamı olumlu anlamda sallamıştım ki kadın bunu bekliyormuş gibi bir anda boynuma atladı. Sarılmak yerine ellerimi kadının belinin iki yanına koymuştum ve onun bu sarılma senfonisinin bitmesini bekliyordum.
Birkaç dakikanın ardından kadının geri çekilmesiyle Alaz ve müdürde gelmişti. "Her şey tamam," dedi elindeki kâğıtları katlayıp cebine yerleştirirken. "Eşyaların da tamam ," dedi Emre elinde valizim ile yanımıza gelince. Arkadaşlarıma doğru döndüğümde derin bir nefes almıştım. Yılların ayıramayacağını söylediğimiz birlikteliğimiz buraya kadardı belkide.
Ellerimin yardımıyla "Veda vakti he?" dedim. Gözde'nin yüzüne hüzün çökerken Emre bakışlarını kaçırmıştı. İkisi de benim gitmemi hiç istemiyorlardı ama hayatıma karışmakta istemiyorlardı. "Vedalar dönüşü olmayan gidişleri içerir," diye açıkladı ağlak sesiyle Gözde. Gülümseyip ona doğru yürüdüm ve boynuna sarıldım. "Sen temelli gitmiyorsun, yine görüşeceğiz."
O da bana sıkıca sarılarak ağlarken ben çoktan sessiz gözyaşları dökmeye başladım. Birbirimize sıkıca sarılıp öptükten sonra yönümü Emre'ye çevirdim. Bana bakıyordu kaskatı çenesiyle. Bir anda beni çekerek sarıldığında hiçbir zaman boşluğunu hissettirmediği o ağabeyliğini çok özleyeceğimi biliyordum. Ben hala sarılmayı düşünürken Emre geri çekilip "Hadi, git artık," dedi çatallaşmış sesiyle. Bana bakmıyordu bile. Yüzüm buruşurken kendimi tutamayıp daha fazla ağlamaya başladım ve onlara arkamı döndüm hızla. Yoksa asla gidemeyecektim.
Alaz valizimi alırken ben çoktan yürümeye başlamıştım bile. Arkama tekrar bakmamıştım ve ağladığımı anlamamaları için kas katı kesilmiştim. Göğsümün ortası sanki yarılıyor gibiydi ve ben kardeşlerimden ayrılmanın acısında boğuluyordum.
Arka koltuğa bindiğim gibi ellerimi yüzüme kapatıp sarsılan omuzlarımı durdurma çabasına girmeden ağladım. Ben onlarla 9 yaşında tanıştım ve hiç ayrılmamıştım, bu çok acı verici bir şey. Alaz arabaya biner binmez bana döndü. "Bak onlardan temeli ayrılmadın," dediğinde ellerimi yüzümden çekip ona baktım. "İstediğin zaman seni onlara getiririm. Hatta onları da sana," dediği zaman onu gördüğümden bu yana, ona ilk defa içten şekilde gülümsedim.
Aynı gülümseme ona da konduğunda kafamı yurda çevirdim. Gözde Emre'ye sarılmış ağlarken Emre'nin gözleri arabadaydı. Araba çalıştı ve aramızda ki bağlar gerinip koptu.
Alaz çevik şekilde arabayı kullanırken gözlerim pencereden dışarıdaydı. Yol altımızda akıp gidiyordu ama acı olduğu yerdeydi. 20 dakikadır yoldaydık ve Alaz artık yavaşlamış ve birkaç sokağı aşmış artık dar sokaklara girmişti. Yavaş yavaş ilerlerken yoldan geçen herkes arabayı gördüğü gibi eliyle selam veriyordu Alaz'a.
Sokakta oyun oynayan çocuklar arabadan dolayı kenara çekiliyordu ve araba geçtikten sonra yolun ortasında tekrara birleşiyorlardı. Sonra araba biraz daha yavaşlayıp bir grup gencin yanında durdu. Gençlerden birisi Alaz'ın kapısının olduğu tarafa gelerek pencereye eğildi. Ben yolcu koltuğunun arksına denk geliyordum ve Alaz'ın penceresi benim tarafımdan çok net görünüyordu.
Açık pencereden kısacık tokalaştılar önce, ardından "Neredeler?" diye sordu Alaz. 23'lerinde gibi duran adam omzunu arabaya yasladı. "Bilmiyorum, işleri varmış, Çakır öyle dedi." Alaz kafasını olumlu anlamda sallayarak "Bu gün yoklar yani?" diye sordu, sanki bir şeyden emin olmak ister gibiydi. Adam omuz silkti hızla. "Öyle görünüyor, dükkânı açtırmadılar bu gün." Alaz duyduklarından tatmin olmuş gibi karşıya bakarak "Eyvallah," dedi. Adam geri çekilirken kısa süre göz göze geldik. Kısa sürmüştü çünkü araba çoktan hareket etmişti.
Bir iki sokağı da aşınca Alaz artık arabayı kenara park etmişti. Arabadan indikleri sırada bende onlara uyarak arabadan inmiştim. Herkesin sokaklarda oluşları birbiriyle sohbetleri falan harika bir atmosfer yaratmıştı sanki. Çocuk sesleri insana huzur veriyordu.
Sokakta ki insanlar beni merak içinde göz hapsine alırken Nazlı kolunun altına alarak beni apartmana doğru yönlendirdi. Üç katlı apartmanda ikinci kata doğru çıktığımızda içimde tarifsiz bir his vardı. Yeni bir hayata adım atmıştım.
Yeni bir aileye katılıyordum ve içimdeki his karnımı ağrıtıyordu. Kapının önüne geldiğimizde Alaz cebinden çıkardığı anahtar ile kapıyı açtı ve önce elindeki valizi kapının hemen yanına koydu. Ardından kapıyı ittirerek benim geçmem için yolu açtı ama ben adım atamadım. Yeniliklere açık bir insan değildim ve ben cidden korkuyordum.
"Hadi geç güzelim," diye yardımcı oldu bana Nazlı. Hala onlara dayı ve teyze demeye çekiniyordum. İçeriye girdiğim gibi ayakkabıları çıkarmak için eğilirken önüme terlik konmuştu çoktan. "Anne," diye seslendi Nazlı kapalı salon kapısına doğu.
"Ay vallahi geldiler!" diye şakıdı bir kadın içeriden. Ayak sesleri çoğalırken salonun kapısı açıldı ve bizi başörtülü yaşlı bir kadın karşıladı. Arkasında dün yetimhanede gördüğüm yaşlı adam vardı. "Oyy," diye dolan gözleriyle konuştu yaşlı kadın. Sanırım anneannem oluyordu. "Benim bahtsız yavrum," diye bir anda sarıldı boynuma. "Anne," diye uyarı geldi Alaz'dan.
Ayıp olmaması için ellerimi sırtına koyduğumda kadın daha da sıkı sarıldı ve ağlaması arttı. Derin nefes alırken ne yapacağımı bilemediğimden Nazlı'ya baktım. Nazlı, sanki bu olanları bekliyormuş gibi dudaklarını bastırarak annesinin kollarını tuttu ve kadını ayırdı benden. "Anne seninle ne konuştuk biz?" derken kadın yazmasına yüzünü siliyordu.
Yaşlı adam ne yapacağını bilmiyor gibi bana bakıyordu. En son onun önünden çekilip gitmiştim ve şimdi bir şey demeye yanaşmıyordu. Hem daha önceki yaptığım yüzünden hem de yaşına hürmetten ona doğru yürüyerek eline uzandım.
Beni geri çevirmeyip elini öpmeme izin verdikten sonra sıkıca sarıldı. Beklediğimin aksine sıcacık karşılamışlardı beni. Aslına ne beklediğimi de bilmiyordum fakat ister istemez korkuyordum.
Yaşlı adam kenara çekilerek salona geçmem için yol verdiğinde daha fazla bekletmedim kimseyi. Salona geçtiğimde bir adamı kucağında bir bebekle ayakta dikildiğini gördüm. Adam bana gülümseyerek bakıp "Hoş geldin," dediğinde gülümsedim. Tiz bir ses geldiğinde kafamı oraya çevirdim. Yerde 5-6 yaşlarında bir oğlan çocuğu vardı ve oyun oynuyordu.
Nereye oturacağımı ne yapacağımı bilemediğimden kenarda dikilmeyi tercih etmiştim. "Ay uyanmış benim kızım," diyerek adamın kucağındaki bebeğe uzandı Nazlı. Yerdeki çocukta Nazlı'yı görünce şakıyarak ona sarılmıştı. Sanırım çocuklarıydı.
"Kızım otursana, çekinme sakın," diyen yaşlı kadın ile dibimdeki kanepeye oturdum. Alaz benim oturduğum kanepeye otururken diğerleri dağınık şekilde oturmuştu. Gözlerim Nazlı'nın kucağında sırtını sıvazladığı bebeğe kaydı. Taş çatlasın 3 aylık duruyordu. Gülümseyerek baktığımda, kucağına bebeğin ne kadar çok yakıştığını fark ettim.
"Nasılsın kızım, aç mısın?" diye soran yaşlı kadına baktım. Onları içimde sıfatlandırmak zaman alacaktı. Bir şey diyemeyeceğimi bildiğimden kafamı iki yana doğru salladım. "Bir isteğin var mı?" diye sordu bu seferse kadın. Ben derin nefes alırken yine kafamı iki yana salladım. Kadının bu sefer kaşları çatılmıştı. Hatta sadece onun değil, yaşlı adamın ve Nazlı'nın kocası olduğunu düşündüğüm adamında öyle.
"Anne,"diye konuştu yan tarafımda oturan Alaz. Odadaki gözler Alaz'a döndüğü zaman o da oturduğu yerden sırtını dikleştirdi. "Neva, konuşamıyor," dediği an Nazlı ve Alaz hariç herkes şaşırmıştı. Ben bu tür şeylere alıştığımdan dolayı yadırgamıyor ve üzülmüyordum fakat yaşlı kadın için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Gözleri dolu dolu olmuş çenesi çoktan titremeye başlamıştı bile. "Neden?" diye sordu Nazlı'nın kocası. Sonra sorusunu düzeltme ihtiyacı duydu. "Yani doğuştan mı?" Bu soru kederli bir nefes çekmeme sebep olmuştu. Doğuştan olmasını yeğlerdim. Benim yerime Alaz cevap verdi. "8 yaşından beridir konuşamıyor ve artık kapatalım bu konuyu."
Alaz'ın koyduğu son noktadan sonra yaşlı adam soru yöneltti ki yönelttiği soru onlar açısından önemliydi. "Nasıl anlaşacağız?" Alaz nereden biliyor bilmem ama işaret dilini biliyordu. Diğerlerinin bilmediğini Alaz'ın düşünceli bakışlarından anlamıştım. Arka cebimden yanımdan asla ayırmadığım küçük not defterini çıkardım gülümseyerek onu gösterdim.
Demek istediğimi anlamışlardı fakat nedense mantıklı görmemişlerdi. "Çok zor olmaz mı?" Nazlı'ya kafa sallarken not defterine "Kendimi bildim bileli insanlarla bu şekilde konuşurum ve artık alıştım," yazarak uzattım. Nazlı şaşkınlıkla kaşlarını kaldırıp kısaca kâğıda baktı. "Ne çabuk yazdın öyle, hayran kaldım vallahi," dediğinde ister istemez gülmüştüm.
Yan tarafımdaki Alaz ayaklandı dizlerinden destek alarak. "Bu konu hallolduğuna göre ben artık dükkâna gideyim. Akşama görüşürüz," dedi en son bana bakarak. Hızlıca evden çıktığının ardından Nazlı ile kocası ayaklandı. "Ben de gideyim çocukların ikisinin de yıkanması gerekiyor," deyip birkaç eşyayı kocasına uzattıktan sonra bana döndü
"Benim ev üst katta. Canın sıkılırsa bir şeye ihtiyacın olursa veya istediğin zaman çıkabilirsin," diyerek yanağımdan öperek kapıya doğru gittiler. Onlar da evden çıktıktan sonra yaşlı kadın bana baktı. "Gel sana odanı göstereyim," dedi gözlerine çöken hüzün ile.
O hüzün benim yüreğimi de kaplamıştı. Bunca zamandır hep kalabalık odalarda kalmıştım. Yeri geldi bir yatağı Gözde ile paylaşmıştım. Şimdi bir odada tek başıma kalacak olmam üzerini örttüğüm korkularımı yerinden oynatıyordu. Yine de bir şey belli etmeyerek kalkıp kadını takip ettim. Dış kapısının önünden geçip koridor boyunca yürüdük ve en sondaki kapının önünde durduk.
Kapıyı açacakken bana baktı kadın. "Annenin odasıydı burası. Belki kalmak istersin diye burayı hazırladım," dediği zaman içimde bir yerler kahrolmuştu. Seneler sonra ilk defa annem ile ilgili bir şeye dokunacaktım. Yıllar önce annemin odam dediği yer artık benim odamdı. Annemin kokusu acaba duruyor muydu? Kadın kapıyı açtığında çoktan gözyaşları akmıştı. "O gittiğinden beridir hiç dokunmamıştım buraya. Kızımdan kalanlara bir şey olmasın diye pencereyi bile açmamıştım." Keder sesine bulaşmış gözyaşları ile canlanmıştı. O yılların evlat acısında boğulurken ben de annesizlikle can çekişiyordum.
Anneme ne olmuştu?
"Sen bana bakma. Böyle onu özledikçe gelirler bana. Belki kızımı kaybettim ama onun bir parçasını buldum. Allah'ın hikmeti işte, sen dinlen biraz bir şeye ihtiyacın olursa sakın çekinme. Ben senin annen sayılırım," diyerek yanağımı okşadığında boğazımdaki düğüm kendini göstermişti. Sırf annemin annesi olduğu için bile ona anne demek isterdim.
Belki de buraya çok fazla ön yargıyla gelmiştim. Buradaki insanların hiç birisi bana kötü davranmamıştı. Beni hemen bağırlarına basmışlar hemencecik kabul etmişlerdi. Kadın gittiğinde dolu gözyaşlarımın izin verdiği ölçüde odaya göz attım.
Annem, hissediyor musun buradaki anılarına dokunduğu mu?
Neler yaşadın bu odada? Hangi duygulara boğdun burayı, annem? Odadaki lavanta senden kalan bir koku mu yoksa? Ciğerlerim lavanta bahçesine döndü. Kalbimdeki mezarında lavantalar açtı annem.
Boğazımdaki düğüm büyüdü ben hıçkırmamak için kendimi zorlarken. Annemin yıllar önce bıraktığı izlerini topluyordum. En son yatağa oturduğum da omuzlarım şiddetli şekilde sallanıyordu. Yataktaki yastığı alıp sıkıca sarılarak cenin şeklinde yatağa uzandım. Gece uyumayışım ve günün getirdiği yorgunluğun içinde ağlayarak uyumuştum bile çoktan.
******
Lavanta kokusu bana bazı şeyleri hatırlatırken rüyalarım karman çorban şekilde şekillenmişti. O karışık rüyaların bir anlamı var mıydı bilmiyorum ama gerçeklik hissi karşısında nefesim kesilmişti.
Bu yüzden sadece iki saat uyuyabilmiştim. Bir yarım saat boyunca da annemin izleri arasında tavana bakarak içimde bir takım düşünme seanslarına girmiştim.
Derin nefes alarak boğulduğum kuyulardan çıkıp yataktan kalkarak kapıya doğru yürüdüm. Evin içinde bir takım sesler geliyor bir saattir ve bunun odadan çıkınca mutfaktaki yaşlı kadın olduğunu anlamıştım.
Birilerine söylendiği belliydi. Kapıda bir süre ona öylece bakarken kadın beni görünce önce korktu sonra gülümsedi. "Ben mi uyandırdım seni? Kusura bakma kızım, dayına sinirimden sesimi ayarlayamadım," dediğinde gülümseyerek cebimden çıkardığım deftere "Önemli değil, ne yaptı seni bu kadar sinirlendirecek?" diye yazarak kadına okuttum.
Okuduktan sonra sinirle nefes alarak "Ah ah," dedi. "Böreği dükkâna götürmeyi unutmuş. Arıyorum açmıyor birde, kim bilir kimin peşine takıldı." Kadının söylenmeleri beni güldürürken tekrar defteri kendime çekerek "Ben götüreyim?" yazdım ve kadına uzattım. Kadın bir çırpıda okuyarak bana baktı. "Dükkânı bilmiyorsun ki kızım sen, hem o birazdan döner sen merak etme," dediğinde evde çok sıkılacağımı fark ettim.
"Yerini tarif et, hem öğrenmiş olurum hem de uykum açılır biraz," diye yazdığımda kadın çok istediğimi fark edip uzun uzun dükkânın yolunu tarif etti. İki sokak aşağıda olması buraya çok yakın kılıyordu onu. Elime tutuşturduğu saklama kabının içi börek doluydu. Tezgâhın üzerinde de geri kalanlar vardı ve ağzım sulanmıştı.
Sanki içimi okumuş peçeteyle köşesinden tuttuğu böreği elime bıraktı. "Akşama yiyeceğiz ama canın çekmiştir," diyerek beni kapıya yönlendirdi. Hızlı şekilde apartmandan çıkarak tarif ettiği yönden ilerlemeye başladığımda sokaktaki insanların gözü bendeydi. Tamam, beni ilk defa görüyor olabilirler fakat her yabancı mahalleye girebilir, öyle değil mi? Böyle incelemeleri tuhafıma gitmişti açıkçası ve hiç kimseyle göz göze gelmeden dükkânın bulunduğu sokağa girmiştim.
Bu sokak daha çok gençlerle doluydu ve daha az apartman vardı. Geçtiğim yerden birisi oto yıkamaydı birisi kadın kuaförü. Karşısında berber vardı. İleride daha çok dükkân vardı fakat ben gelmem gereken dükkâna çoktan gelmiştim. Ne kafe olduğu, ne kahvehane olduğu ne de aşevi olduğu belli olan dükkânın kapısından girdiğimde kimse yoktu. İçeride bir yerlerde birileri olabileceğini düşünerek kapıyı sert şekilde çaldım fakat yine de bir ses çıkmadı.
Yine birileri çıkmayınca yanımdaki boş masaya kabı bırakarak dışarıya çıktım. Çökmek üzere olan karanlığa kısılan gözlerim ile etrafa birilerini görme umuduyla bakındım. Tam vazgeçip içeriye girecekken "Birisine mi baktın?" diye seslendi birisi.
Kafamı hemen sesin geldiği yöne çevirdiğimde yanından geçtiğim kadın kuaföründen esmer genç bir kadın çıkmıştı. Saçlarını tepeden topuz yapmış ayağında parmak arası terlikleri ile tam bir kuaför çalışanıydı. Arka cebimdeki defteri hızla çıkartıp "Alaz'ın nerede olduğunu biliyor musun?" diye yazarak kıza uzattım.
Kız uzattığım deftere değişik bakışlar atarak elimden aldı ve yazdığımı okudu. Hızlıca okuduktan sonra kafasını kaldırarak bana baktı. Gözleri kısılmış kim olduğumu sorgular gibiydi. "Sen ne yapacaksın bakalım Alaz'ı?" Sesindeki ima ve sertlik karşısında ister istemez dediklerimi tarttım fakat yanlış bir şey bulamadım.
Ne yazacağımı bilemedim başta sonra hızlıca "Börek getirmiştim," diye yazarak kadına okuttum ve ondan sonra olan oldu. Kadının kahverengi gözlerinde şimşekler çaktığına yemin edebilirdim. Bir anda üzerime doğru yürüyünce gözlerimi sonuna kadar açıp refleks olarak geriledim. "Bana bak kızım, o böreklerini alırım sana tek tek ellerimle yediririm, duydun mu beni?!" Başta sakin çıkan sesi cümlenin sonunda öyle yüksek çıkmıştı ki korkudan sıçramıştım.
O sırada duyduğum Alaz'ın sesine bu kadar sevineceğim hiç aklıma gelmezdi. "Canan!" diye bağırarak oto yıkamanın olduğu taraftan çıktı hışımla. Önce gözleri Canan diye seslendiği kadına ardından karşısındaki bana kaydı ve şaşkınlıkta bize doğru atıldı. "Ne yapıyorsun kızım sen?" diye konuştu Canan denen kadına hitaben.
"Bıktım kırıklarını buradan kovmaktan be!" diye yüksek sesiyle azar çekti Alaz'a. Bir dakika! Kırıkların mı dedi o? Beni Alaz'ın sevgilisi mi sandı cidden? Kendimi tutamayıp gülmeye başladığım da tıslamalarıma ikisi birden döndü. "Bir de gülüyor musun karşımda!" diye cırlayarak üzerime gelmeye kalkan Canan'ı Alaz tuttu. "Gülme valla ikimizi de parçalar," diyen Alaz ile daha fala gülmüştüm ister istemez.
Kız daha fazla sinirlenince durmam gerektiğini anlayarak dizginledim gülüşlerimi. "Neva kırığım falan değil," diye açıklama yaptı Alaz sinir olmuş gibi. Canan bir anda duraksayıp bana baktı. "Neva mı dedin?" Kafamı olumlu anlamda sallayarak onu onayladığımda siniri bir anda uçup gitti.
Genişçe gülerek bana baktı. "Ay Nihan ablanın kızı Neva mı?" diye şakıdığında Alaz gözlerini devirdi. "Evet de ne bağırıyorsun kızım?" Canan sevgilisi olduğunu düşündüğüm Alaz'ın dediklerini umursamadan bana doğru gelip sarıldı kısaca. "Kusura bakma olur mu? Senin bu dayının buraya gelen kırıklarını bilseydin eminim hak verirdin," dediğin ister istemez gülmüştüm.
Canan'ın samimiliği bana Gözde'yi hatırlatmıştı ve özlemim üzerime çökmüştü. Alaz bana döndü "Sen niye gelmiştin, güzelim?" diye sordu. Parmaklarımın yardımıyla durumu açıkladıktan sonra Alaz kafasını salladı ve ben parmaklarımı oynatarak "Ben gideyim, akşam yemeği hazırlanıyordu yardım ederim," dediğim de Alaz kafa salladı. "Ben bırakayım?" diye sorduğunda kafamı sallayarak evin yolunu tutmuştum.
Geldiğim hızda geri giderken dönemece gelmiştim ve arkamda kalan sokağa refleks olarak baktığımda olduğum yere çivilendim. Sokağın tanıdıklığı beni şaşkına uğratırken oraya doğru yürümeye başladım. Yüreğime ağırlık çökerken Yekta denen o adamın beni burada kurtardığını hatırladım.
Karadul'un ini.
Beni o adamlardan kurtardığı yere geldiğimde ister istemez durmuştum ve gözümün önünde canlanmasına izin vermiştim. Allah'ım! Adam beni hırsız sanmıştı be! O sırada bir koku doldu burnuma. Böyle genzi yakan ağır bir kokuydu ama geride bıraktığı nahoşluk insanı mest edecek şekildeydi. Ve duyduğum ses gelen kokunun etkisinden beni çıkardı ve büyük bir şaşkınlığa bıraktı.
"Yine mi başın belada, Cepçi?"
****
EEVVEEET NASILDI BÖLÜM?
YEKTA HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZ?
ALAZ HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZ?
NEVA HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZ?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |