
KEYİFLİ OKUMALARRR!
OYSUZ VE YORUMSUZ GEÇMEYİN :)
***
Duyduğum ses kalbimi yerinden hoplatırken hiç yoktan var olmuş gibi sesin sahibine korkuyla döndüm. Yekta tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu. Üzerindeki gri tişört üzerine yapışmıştı ve vücudunun yapılığını ortaya seriyordu. Gözlerindeki zümrütler güneşte parlıyor ve rengini açıyordu.
"Bu sefer kimi arakladın?" diye gerçek bir merakla sordu bana. Diyecek bir şey bulamadım ve bulsam bile konuşamayacağımı biliyordum. "İyi yol edindin mahalleyi," diye devam etti ben konuşmayınca. Kaşlarını çatmış bir şey dememi bekliyordu fakat bilmiyordu benden bir kelam oluşmaz. Boş sokağa kısaca göz attıktan sonra bana doğru adım attı. Sonra bir adım daha.
Aramızdaki mesafeler azalınca bende geriye doğru adım attım. "Dilsiz misin, Cepçi? Konuşsana," dediğinde gerçekten dilsiz olup olmadığımı sormuyordu. Gözleri avını hapsine alan atmaca misali üzerimden ayrılmıyordu. Birkaç adım daha geldi bana doğru ve o hazin son yaşandı. Sırtım duvardan destek alırken aramızdaki milimleri hoyrat bir hareketle kapattı. "Buralarda göze batarsan senin için hiç iyi olmaz, dilsiz cepçi." Burası Karadul'un iniydi. Hani şu herkes tarafından bilinen ama kimsenin görmediği illegal grup. Artık burada yaşayacak olmam bir sorun yaratır mıydı ki? Bana iyilik yapmış olabilir fakat bu iyilik bir istisnaymış gibi gelmişti bana. Sanki başka hatamda affedilmeyecekmişim gibi hissettiriyordu.
Vücudu bana değmese de onunla duvar arasında olmak beni fena halde utandırmıştı. Bir de benden izinsiz burnumdan sızan kokusu yok muydu? Deli gibi nefesler içinde içime çekmek istiyordum.
"Dilini mi yuttun?" dedi yine ve ben daha fazla dayanamayıp duvara sürterek yanında geçip koşar adımlarla evin yolunu tutmuştum ki, arkamdan sesini duydum:
"Kaç bakalım, Dilsiz Cepçi. Yine göreceğiz."
Ne demek istemişti inanın bilmiyordum ama tekrar görüşmek gibi bir niyetim asla yoktu. O gözleri korkutucu bakıyordu ki, o adamda bir şeyler olduğunu, beni kurtardığı zaman anlamıştım. Torbasını çaldığımız adamlar saatlerce peşimizden koşarken o adam dedi diye, beni bırakıp geldikleri gibi geri gitmişlerdi.
Evin sokağına dönmüştüm ki çarptığım beden ile geriye doğru yalpaladım. Hem duvardan tutunarak hem de çarptığım adamın beni tutmasıyla düşmemiştim. "Kusura bakma, acelem var," diyerek bana bakmayıp, yanımdan geçip giden adamı tanımıştım. Bu adam, o gün Yekta'nın yanındaki adamdı. Dövme mezarlığı olan.
Benim bir şey dememi beklemeden aceleyle gidip "Yekta, duydun mu haberi?" Diye bağırıyordu. Yekta'ya seslenmesinden dolayı hızlı hızlı apartmana girip eve çıktım. Kapıyı çalmamla anneannemin açması bir olmuştu. Artık onları benimsemek zorundaydım, en azından denemeliydim.
Anneanneme sofrayı kurmakta yardım etmeye başladım. O tabakları doldururken ben o tabakları çabucak masaya koyuyordum. Her solana geçmem de dedem televizyondan bana çeviriyordu kafasını gülümseyerek. Bende ona aynı şekilde karşılık gösteriyordum. Tamam, yaşlı insanlar diye yardım ediyor olabilirim ama benim buraya gelmemdeki amaç sadece annemdi.
Ona birisi bir şey yaptı ve anneme ne olduysa buradaki birilerinin parmağı vardı. Bu yüzden annem buraya sığınamadı.
Sofra hazır olmuştu ki kapı çaldı. "Alaz'dır," diye seslendi anneannem mutfaktan. Masanın kenarından geçerek koridora girdim. Kapıyı açıp kenara çekildiğimde Alaz gülümseyerek "N'aber kız," deyip yanağımdan makas aldı. 20 yaşında bir kızdım ama hala çok severdim şu hareketleri. Arkasından gülümseyerek baktığımda yavaş yavaş onlara olan ön yargım kırılıyordu. Her ne kadar buna engel olmak istesem de olamıyordum.
Son eksikleri de anneanneme bırakmadan ben yaptım hızlıca. Kadın kim bilir kaç yaşındaydı, o gidip gelirken izlemeye vicdanım el vermiyordu. Alaz masanın kenarına atılarak otururken böreklerden birini ağzının içine tıkıştırmıştı. Bu haline gülerken anneannem kınayan bakışlar atıyordu.
"Çocuk huysuzlanmış, Nazlı'lar inmeyecek. Hadi kalk götür şu yemeği yukarıya," diye konuşan anneannem ile Alaz'dan önce ben kalktım. El hareketlerim ile Alaz'a "Ben götürürüm," diyerek tabağı alıp evden çıktım. Herkesi, her şeyi incelemeli ve bir şeyler bulmalıydım. Hızlıca giydiğim ayakkabılar ile merdivenlerden çıkarak karşıma çıkan kapıyı tıklattım. "Hakan, kapıya bak," diye bağıran Nazlı'nın sesini duymuştum.
"Ah," dedi hala tanışamadığım adam. "Gelsene Neva," diyerek kenara çekildiğinde girme niyetinde değildim ama derdimi anlatamayacağımı bildiğim için içeriye girdim. Aşağıdaki evle aynı planda olan evin salonuna girdiğimde Nazlı bebeğinin altını değiştiriyordu. "Ay Nevacığım kusura bakma," diyerek bebeğin kıyafetini giydiriyordu. "Öyle bir kaka yaptı ki benim bile üstüme çıktı," dediğinde ister istemez gülmüştüm. Bu durumu yurttaki bakıcılarımızda birkaç defa bebekler yüzünden yaşamışlardı. Hazır duran yemek masasının kenarına tabağı bırakıp defteri çıkardım. "Ben ineyim bekliyorlar beni," diye yazdığımda Nazlı kafasını salladı. "Yemekten sonra gel istersen, yalnızlık çekme."
Kafa sallayarak hızlıca evden çıktığımda farkına vardım. Buraya geldiğimden beridir hiç yabancılık çekmemiştim. Henüz saatler olmuştu belki ama öyle içtendiler ki sanki yıllardır onlarla birlikte yaşamıştım. Merdivenin dönemecine gelmeden bir bağırtı duydum. Korkum kalbimde canlanırken bağırtı apartmanda yakılandı tekrar. "Lan Alaz!" Dayıma bağıranın sesindeki dehşet bana ulaşmış kanımı fokur fokur kaynatmıştı.
Anneannemlerin katına geldiğim sırada aynı kata çıkan kişiyle karşılaştım. Karşılaştığım Zümrüt gözler bana koyunun tüm tonunu kuşanarak bakıyordu. "Sen..." Dumura uğrayan suratı beni burada beklemediğini ortaya seriyordu. Yekta'nın vücudunda can bulan sinir kendini atacak yer arıyor gibiydi. Bir anda koluma asıldı ve "Sen Alaz'ın yeğeni misin?" diye sordu.
Önce ne diyeceğimi bilemedim fakat yalan söylemeye de gerek yoktu. Kendini zümrütlükten karanlığa bırakan gözleri sinir harbi içinde boğulmuştu. Cevap vermemi istediğini belli edercesine kollarımdan beni sarstı bir anda. Anın verdiği telaşla kafamı aşağı yukarı salladığımda gözlerindeki nefret çoğaldı ve boynuma asıldı.
Sıktığı dişleri her an kırılabilirdi. Yanakları çukurlaşmış ve koyulaşan gözlerinin yanında dehşet saçıyordu. "Yürü,"diyerek bir anda asıldığı kolumla beni merdivenlerden sürüklemeye başlamıştı. Şaşkınlığın esiri olan gözlerim sonuna kadar açılmıştı ve ayaklarım hazırlıksız yakalandıklarından ötürü birbirlerine dolanmışlardı.
O sırada anneannemlerin kapısının açıldığını ve dayımın bağırdığı duymuştum. Fakat bu Yekta'yı durdurmamış, aksine odun atılan ateş gibi daha da harlanmıştı. Ben kendimi çekiştirip onun işini zorlaştırmak istesem bile bu onda hiçbir etki etmiyordu. Bana karşı kullandığı gücü karşısında hiçbir karşılık veremezdim şu an. Göze batmamam gerekiyordu ve bu yüzden sadece ne yapmaya çalışıyor onu izleyecektim. Temkinli olmak zorundaydım, çünkü ne kadar karşılık verebilecek olsam da benden oldukça güçlüydü.
Şu an konuşabilmeyi ne çok isterdim anlatamam. Bağırıp çağırıp, beni nereye götürdüğünü sormak isterdim. Sadece arkasından sürükleniyor, kendimi geri çekmelerim tüy etkisi gibi kalıyordu Yekta'nın yanında.
Apartmanın önündeki aracın ön koltuğuna beni oturtmaya çalışırken işini zorlaştırıyor bir yandan da tekmeler atıyordum. Tekmemin biri onu bir anda duraksattı. "Siktir," derken acıyla karnının sağ yanını tutuyordu. Bunu fırsat bilerek anında arabadan çıkmıştım fakat bileğimin kaldırıma takılıp burkulmasıyla dengemi sağlayamadım ve düşüp kafamı çok sert şekilde çarpmıştım. Acıyla inlerken sesim o kadar zor çıkmıştı ki sinirin esiri olan zümrütlerin sahibinin duymadığına eminim. Anlık kararan gözlerimden yararlanarak beni çok rahat şekilde koltuğa oturtup kapıyı suratıma çarpmıştı.
O kadar hızlı hareket ediyordu ki ne ara şoför koltuğuna oturduğunu dahi hatırlamıyordum. Araba çalışırken gördüğüm son şey apartmandan çıkan Alaz ve Nazlı'nın kocası Hakan'dı. Alaz neye uğradığını şaşırmış şekilde arabaya bakarken ben ondan yardım istercesine arabanın camına vurmuştum arka arkaya.
Nefes nefese ve zonklayan başım ile hemen yanımda delirmiş şekilde araba süren adama döndüm. Bu muydu beni o gün adamlardan kurtaran? Kafamı tekrar yola çevirdiğimde anlamadığım şekilde yolda gördüğümüz her genç adam arabaya uzanıp yolumuzu kesmek istiyor "Abi, yapma," diye haykırıyorlardı arkamızdan.
Resmen mahalle ayaklanmıştı.
Git gide uzaklaştığımızı fark ettiğimde kendime gelebilmiştim. Bir şeyler yapmazsam bu adam bana kim bilir ne yapacaktı. Gerilere gömdüğüm o korkum kendini kapattığı yerden çıkarmış ve tüm sinir sistemimi çökertmişti.
Bana 8 yaşımı hatırlatmıştı.
Korkunun verdiği adrenalin nefeslerimi zorlarken yan gözle kapıya baktım. Kilitli değildi. Atlasam? Atlayacaktım. Hala mahallede bir yerlerdeydik ve caddeye çıkarak daha da hızlanmadan kendimi bu adamdan kurtarmalıydım.
O sırada önümüzde kıran arabanın içinde Alaz'ı ve Dövme Mezarlığı olan adamı gördüm. Sevinç kendini belli ederken minikte olsa gülümsemiştim. Arkamdan gelmişlerdi ve bu sefer yalnız değildim. Fakat çabuk sevinmiştim. Çünkü Yekta bir anda sola kırarak ara bir sokağa son gaz girdi. Onlar, arabanın yönünü çevirip bizim girdiğimiz sokağa girene kadar biz çoktan araya mesafeyi açmıştık.
Şimdi tam sırasıydı. Elim çaktırmadan kapının kulpuna giderken Yekta'nın dikkati yoldaydı. Kapıyı açarak kendimi dışarıya sarkıtmıştım ki Yekta'nın refleksleri planımı suya düşürmüştü. Arabanın frenine asılmasıyla eli sırtımdan tişörtümü yakaladı. Beni bir anda kendine çekerek yüzüne yaklaştırdı. "Senden alacaklarımı almadan ölmek yok, Cepçi. Unut bunu," demişti ki elimi yumruk yaptığım gibi geniş açıdan aldığım güçle karnının üstüne indirdim.
Yüzümü buruştururken kendime sövdüm. Bir duvara vurursun anlarım, taşa vurursun anlarım, masaya vurursun anlarım ama mideye attığım yumrukta benim elim nasıl acıyabilir?
Canı acımamıştı ama benden bunu beklemediği için şaşırmıştı ve şaşkınlığı elini biraz gevşetmişti. Bundan yararlanarak onu ittirdim ve arabadan çıktığım gibi koşmaya başladım. Her zaman iyi koşardım, hatta bu yüzden çoğu zaman Emre'nin yaptığı hırsızlıklarda malı ben alır adamları peşime takardım.
Şimdi de kendime güvenerek koşuyordum ama nerden bilebilirdim ki benim iki katım hızda koştuğunu. Bir anda boynumda bir el hissettim ve çok geçmeden o el boynuma sarıldı. Yekta benim sırtımı göğsüne yaslayarak beni kendine yapıştırırken kolu boğazıma sarılmıştı. Boğazımı sıkmıyordu. Nefesini kulağımın dibinde hissediyordum. "Bir cepçiye göre gayet iyi koşuyorsun," dediğinde nefesi boynumu gıdıklamıştı.
Nefes nefese olan göğsüm hızlı inip kalkıyordu. "Şimdi," diye konuştu ürkütücü bir sakinlikle. Bu adamın her hareketi bir olaydı ve ben bu bilinmez olaylar içinde cidden korkuyordum. "Söyle bakalım, o annen nerede?" Karnıma yumruk yemiş gibi hissetmiştim sorduğu soruyla. Dakikalardır neden böyle davrandığını düşünmeye fırsat bulamamıştım ki, düşümsem dahi sebebinin annem olabileceğini asla ama asla bilemezdim.
Yaşadığım benzerlik 8 yaşımın canını yakmıştı.
Hiçbir şey diyemiyordum ve konuşuyor olsam bile bu soru karşısında sanırım ağzımı açamazdım. Boynuma sarılı olan kolu daha da sıklaştı ve ben parmaklarımın ucunda yükselirken ellerim geniş ve sert koluna tutundu bir anda.
Tırnaklarım kolunda imzalar atarken vücudum Yekta'nın vücuduna yapışmıştı. Hala bir cevap vermiyor oluşum hırıltılı nefesler almasına sebep olmuştu. Beni bir anda savurarak yanımızdaki duvara dayadığında sırtımda beklediğim ağrı yerine yumuşak bir şeyle karşılaştım. Yekta elinin birini sırtım ve duvar arasına koymuştu. Kendimi sürüklendiğimden beri zor tutuyordum ağlamamak için fakat daha fazla dayanamamıştım ve arka arkaya akan gözyaşlarımdan dolayı gözlerimi kapatmıştım. "Konuş!" diye haykırması korkuyu bana sarmasına ve sıçramama sebep olmuştu. Onun umurunda değildi.
"Annen nerede? Niye kendi çıkıp gelmiyor?!" Annemi sorarken suratına yayılan nefret o kadar somut haldeydi ki canım yanmıştı. Birileri annemden nefret ediyordu ama neden? Kafamı iki yana sallamıştım ama niye salladığımı bile bilmiyordum.
Elini bir anda çeneme geçirdi ve kafamı arkaya doğru yatırıp yüzüme doğru eğildi. Çenemi sadece canımı yakmayacak şekilde tutuyordu. "Bana annenin yerini söyle!" diye bağırtısı yüzünden bir anlık korkuyla gözlerimi kapatmıştım. Başım hala zonkluyordu. En sonunda dayanamayıp parmaklarımı hareketlendirdim. İşaret dilinde ona sadece beni bırakmasını istediğimi söyledim. Çatılmış kaşlarının altında yuva gibi duran gözlerini gözlerimden aşağıya indirdi.
Parmaklarımın hareketlerini gördüğünde kaşları yumuşadı bir anda. Yüzünü şaşkınlık esir alırken çenemdeki elini çekip bir adım geriledi. Gözleri hala ellerimdeydi. "Sen gerçekten dilsizsin." Sanki kendi kendine açıklamaya çalışır gibiydi. Benim konuşamadığımı hiç düşünmemiş, böyle bir şeyi hiç beklememişti. Dudaklarımı birbirine bastırarak hiçbir tepki vermedim ona. Parmaklarımın yardımıyla "Konuşamıyorum," dedim. Zümrüt tonuna ulaşan gözleri parmaklarımda dolandı yine.
Hareketlerimi anlıyormuş gibi bakmıyordu hiç. Belki de işaret dilini anlamıyordu. Gözleri sonunda gözlerime ulaştığında şaşkınlığı hala yerli yerindeydi fakat afallatıcı etkisini üzerinden atmıştı. "Annenin yerini ver," dedi buz gibi bir sesle.
Parmaklarım tekrar hareketlenecekken, "Lanet işaret dilini bilmiyorum!" diye hırlayınca korkuyla sıçradım. Titreyen vücudumu umursamadan arka cebimde bulunan mini defter ile ona takılı duran kalemi çıkarıp hızlıca yazdım.
"Annemin nerede olduğu bilmiyorum." Kâğıdı kopararak ona uzattığımda dişlerini sıkarak okudu ve kâğıdı buruşturarak attı. Üzerime doğru adımlayarak "Bana yalan söyleme," diye konuştu korkutucu bir tınıyla. Kafamı iki yana sallarken yine deftere doğru eğiliyordum ki defter bir anda elimden çekilip kenara fırlatıldı. "Dudak okuyabiliyorum, konuş!" korkutucu sesi elimi ayağımı birbirine karıştırıyordu. Birinin gözlerine bakarak dudaklarımı oynatmayalı o kadar zaman olmuştu ki tuhaf hissettirmişti. "Ben annemi tanımıyorum," diye dudaklarımı oynattığımda zümrütlerin dudaklarımda dolanması içimi gıdıklamıştı.
Dudaklarımdan kopanları okuduğunda kaşları çatılmıştı fakat neden yutkunduğunu anlamamıştım. Zümrütler gözlerime tırmandı çabucak. "Ne demek tanımıyorum?" Ketum sesi onu olduğundan daha ağır ve olgun gösteriyordu. Hâlbuki aksine aykırı ve serseri bir tipi vardı. Derin nefes alarak kendimi sakinleştirip omuz silktim. "Beni bebekken yetiştirme yurduna bıraktı," dediğimde yine yüzünü şaşkınlık kuşatmıştı.
Dişlerini sıkarak kafasını yana çevirdi. Sanki bunları duymayı hiç beklemiyor gibi bir hali vardı. Tek eliyle yüzünü sıvazladığında hala hazmedemediği ortadaydı. "Yekta!" diye bağırtı koptu. Korkuyla sıçradığım an ikimizin birden kafası sesin geldiği tarafa döndü. Sokağın başında iki kişi bize doğru koşturuyordu. Biri dövme mezarlığı olan adamdı, diğerini ilk defa görmüştüm.
"Bak Alaz'ı zor durdurduk, Vedat abiyi arayacaktı." Dedi tanımadığım adam. Muhatabı Yekta'ydı. "Kızı bırak gitsin," dediğinde dövme mezarlığı olan adama kaydı gözlerim. Sert suratıyla bana, benden nefret ettiğini hiçbir gizleme girişimine girmeden bakıyordu. "Günahım kadar sevmedim şu kızı," dedi dövme mezarlığı olan adam. Beni sevmeyecek kadar ne yaşamış olabilirdik ki? Buradaki insanları tanıyalı sadece saatler oldu, benden ne diye nefret edebilirlerdi? Aklım almıyor.
"Ama cezasını buna kesmek bize yakışmaz," diye devam ettiğinde neyden bahsettiklerini anlayamıyordum. Neyin cezasını için şu an bu haldeydim? Yekta benden milim ayırmadığı gözlerini bir şey demediğim halde kısacık bir an dudaklarıma indirdi. "Ceza kestiğim yok, öğrenmek istediklerim vardı. Zaten bir işimize yaramadı," dedi. Sesi yıkılmış, sarsılmış gibi çıkmıştı. Sanki istediği şeyleri öğrenememenin yanında bir de duydukları onu etkilemiş gibiydi. Kafasını arkadaşlarına çevirdi dedikleri arkadaşlarında merak uyandırmıştı.
"Onu da bizim gibi yarı yolda bırakmış, Nihan," dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm. Annem onları yarı yolda mı bıraktı? Beni yetimhaneye bırakırken ki perişan halini duyduğumdan beri anneme karşı olan öfkem tuzla buz olmuştu. Beni, doğalı henüz birkaç saat olmuşken kan revan içinde yetimhanedeki müdürün kucağına bırakmıştı.
"Eğer bir gün yaşamayı başarabilirsem, kızımı almaya geleceğim," demiş. Ve ben bunu öğrendikten sonra senelerce yolunu gözlemiştim gelecek diye. Her gelmeyişinde beynime üşüşen, ölmüş olmuş ihtimali beni bitiriyordu. Annem beni yarı yolda bırakmadı.
Annem beni kurtarmak istedi ve kendini feda etti.
Yekta'nın dediklerinden sonra arkadaşları şaşkınlıkla bana döndü. En büyük şaşkınlığı da dövme mezarlığı yaşıyordu. "Kızı götür Alaz'a," dedi Yekta ve arkasını dönüp arabasına bindi. Kurtulmuş olmak içime minik bir sevinç yaratırken burukluğuma anlam verememiştim. Dövme mezarlığı olan adam önemsemeden kolumu tutarak beni yanına çekti. "Sen şunun peşinden git, bir delilik yapmasın," diyerek yanımızdaki diğer adamı Yekta'nın peşinden gönderdi.
Gözleri bana döndüğünde alnıma baktı kısa süre. "Salak herif şimdi sana zarar verdi diye kendini yiyecek," deyip gözlerini devirdi. "Bir şeyin var mı?" Sorusuna kafamı iki yana sallayarak cevap verdim.
Kolumu öyle bir sıkıyordu ki yüzümü buruşturmadan edemedim. Beni peşinden sürüklüyor ve bir şeylere takılıp düşmemi önemsemiyordu. Başıma aldığım darbe yüzünden sürekli dönen başım yüzünden dengemi sağlayamıyordum. En sonunda ayaklarım birbirine girdi ve ben düşmek üzereyken dövme mezarlığının beni tutan koluna tutundum.
Duraksayarak bana baktığında canımı acıtan kolu gevşemişti ve bana destek vermişti. O sıra Yekta'nın fırlattığı defterim aklıma gelmişti ve geriye dönerek baktığımda, duvarın dibinde duruyordu. Hızla oraya yönelerek yerden defterimi ve kalemi aldığımda adam bana bakıyordu.
"Herkes seni bekliyor, defter derdine mi düştün?" dediğinde o görmese de gözlerimi devirdim. O defter olmasaydı ben kimseyle iletişim kuramazdım. Hızlıca deftere "Benden neden nefret ediyorsunuz, ben size bir şey yapmadım?" yazdım. Kâğıdı koparıp uzattığımda adam bana anlamsız bakışlar atarak elimden kâğıdı aldı. Kâğıdı okuduğunda konuşmak yerine yazmış olmama çok şaşırmıştı. Sorduğum soruya mı yoksa konuşamıyor olmamamı zorlukla yutkunmuştu bilmiyorum, ama zorlandığı suratından okunuyordu.
"Ne benim karşıma ne de Yekta'nın karşısına çıkmamaya çalış, iyiliğin için." Diyerek kafasıyla yürü işareti yaptı. Sesi çok sertti ve her kelimesinde nefreti hissetmiştim. Bu kez sürüklemek yerine önden yürüyordu. Hala anlamıyordum ortada ne döndüğünü fakat onlardan uzak duramayacağımı biliyordum. Yekta unuttuğum korkularımı yüzüme vurmuşken ve en büyük korkumun yanından sıyırmışken, onunla tekrar karşılaşmak asla istemezdim. Fakat ortada bulmam gereken annem vardı.
Yekta ve diğerlerinde anneme karşı duydukları nefreti gördüm. Bu bana annemi bulmam için bir yol veya işaret olabilir.
Annesini takip eden yavru ördek gibi adını bilmediğim adamı takip ediyordum. Hemen arkasında nereye dönüyorsa oraya dönüyordum ki, tanıdık sokaklara gelmiştik. Biraz daha yürüdüğümüzde apartmanın bulunduğu sokağa girmiştik ve sokaktaki kalabalıkla karşı karşıya gelmiştik.
Alaz bir o yöne bir bu yöne yürürken yanındaki adamlar onu sakinleştiriyor gibi duruyordu. O sırada bizi gören birisi Alaz'ı dürttü. Bize dönen gözler arasında adımı bağırdı Alaz ve Nazlı. Oturdukları sandalyelerden beni gördükleri an ayaklandılar anneannem ve dedem.
Birilerinin benim için endişelenmiş olması harika bir şeymiş.
Alaz bir anda bana sarıldı ve "İyi misin?" diye sayıklıyordu. Geri çekildiğinde sarı saçlarımı okşuyordu. "Bir şey yaptı mı sana?Korkma dayıcığım, söyle." Kafamı iki yana sallarken içimdeki dolmuşluk hissi beni bitiriyordu. Birilerinin benim için böyle telaşlanması beni yalnız hissettirmiyordu.
Sesli şekilde ofladı dövme mezarlığı olan adam. Gözlerimiz ona döndüğünde bize katlanamıyormuş gibi bakışı vardı. "Ne yapabilir? Öğrenmek istediği tek şey var Yekta'nın,"diyerek bize son kez bakış atıp giderken Alaz durdurdu. "Çakır, bu yaptığınız olmuyor. Beni başka şeylere itmeyin," dediğinde Çakır dediği dövme mezarlığı adam dalga geçer gibi baktı. "Siz alışıksınız başka şeylere itilmeye, sıkıntı yok."
Ne demek istediğini ben anlamamıştım ama dayım anlamış olacak ki sinirlenmişti. Kasları gerim gerim gerilirken dövme mezarlığı olan herif bir daha bize bakmadan köşeye dönüp gözden kaybolmuştu.
Burada ne dönüyor bilmiyorum fakat ortada uçuşan gizem beni çoktan içine çekmişti. Karşılaştığım tek tük insanların hepsi annemden nefret ediyordu.
Ama ben inanıyorum, zamanında ne olduysa oldu fakat olan şeyde annem suçsuz.
Ve ben bunu ispatlayacağım.
****
AY NOLDUU NOLDUU HSJAHAJHA
EVVET BÖLÜM HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ?
YEKTA VE ÇAKIR HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ?
NEVA HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZ?
ALAZ HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZ?
YENİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |