
Kız kitaplığın önünde olan koltukta durgun bir biçimde gözlerini kitaplarda gezdiriyordu. Uyumadığı her halinden belliydi. Arkasından gelen klavye sesleri ona ninni gibi gelse de saatlerdir uyuyamayan bedeninin şimdi de uyuyabileceğini sanmıyordu. Selim'in ölümünün üstünden bir ay geçmişti. Kendisine ise hala gelememişti. Kaan'a karşın güçlü gösteriyordu kendisini. Ama buraya gelince tüm gücü çekiliyordu.
"Çok sıkıcı burası."
Konuşan çocukluğuna baktı. Onunla konuşan sadece o vardı sessiz ortamlarda. Arkasında kalan kişi de şuan oldukça meşguldü.
"Bir an önce söylese de gitsek."
Çocukluğu sıkıntı ile kızın etrafında dolaşırken Çisem derin bir nefes verdi ve üzerine örtülü olan ince pikeye iyice sarıldı. Sıcak. Sıcak bir şeyler arıyordu. Bedeni sanki yıllardır soğukta kalmış gibiydi. Asla ısınamayacak gibi. Çocukluğunun konuşmasından ise bıkmış gibi mırıldandı.
"Ne zaman bitecek?"
Arkada kalan kişi. Berk. Soru ile gözlerini bilgisayardan kaldırmış, ona bakmayan o kıza bakmıştı. Şimdiden belliydi onu takıntı haline getireceği. Sesiyle bile kalbinin hızlandığını hissediyordu. Kalbini yaşatıyordu bu ölü kız. Berk'in isteği ise onun bir an önce toparlanmasıydı. Gözleri kitaplarında gezindi. Dakikalardır kız oraya bakıyordu.
"Var biraz daha, istersen okuyabilirsin birisini."
Çisem gözlerini kitaplarda gezdirdi. Hangisini okuyacaktı pardon? Bir sürü vardı. Ayrıca uykusu da vardı. Derin bir nefes verdi ve gözlerini kapattı.
"Sen anlatır mısın?"
Berk bunu beklemezken bilgisayarda yazıştığı kişiyi bir kenara bırakıp kıza baktı. Ne demişti o? Bedeni anlık bir heyecana bulaşırken ağzından çıkan ilk sözcük ne kelimesi olmuştu. Çisem bıkkınlıkla nefes verdi. Kafasında olan sesleri bastırmak istiyordu. Bir başka hayatın sesini duymak istiyordu.
"En sevdiklerinden birisini, sen anlatır mısın?"
Sanki saatler sonrasında birisinin canını yakmayacakmış gibi istediği masum soru Berk'in ona olan hayranlığını daha da arttırdı. Karşısında bir katil uyumak üzereydi. Ama katilin istediği soru o kadar masumdu ki... Sanki küçük bir kız çocuğu yatıyordu karşısında. Uyuyamamak için direniyor, ama uykusuzluktan da ölüyordu. Hafifçe güldü. Oysa kızın yaşadığı şeyler bir çocuğun yaşadıklarına göre çoktu. Belki de bu yüzden yaşayamadığı çocukluğuna güveniyordu en çok. Onun gibi davranıyordu. Derin bir nefes verdi ve mırıldandı.
"Hangisini istersin."
Çisem uykulu bir sesle fısıldadı.
"Mutlu sonlu olsun mu?"
Acıyla yutkundu Berk bu istek karşısında. Ardından fısıldadı.
"Olsun."
O gün birbirlerine karşı ilk defa yakın oldular. Sonra bu yakınlık daha da arttı. Birbirlerine güvenlerini sağlayan ilk şey bir kitap oldu. Sonrasında ki her gün Çisem'in hırçın tarafı daha da arttı. Ama kitapların önüne her geçtiğinde masum bir çocuğa dönüşüyor, seçtiği kitabı Berk'e götürüyordu. Önce kendisi konuyu anlamak adına arkasını okuyor, sonra merakla Berk'e soruyordu. Tek bilmediği ise Berk'in ilk zamanlar sırf o soru yüzünden kötü sonlu kitapları bile mutlu sona bağlaması oluyordu. Kız bazen kitabı saçma buluyordu. Haklıydı da. Çünkü Berk'in mutlu sona çevirdiği kitap mutlu sona uygun olmuyordu. O kitabı güzel yapan şey, aslında kötü sonla bitmesi oluyordu.
...
Göz kapaklarım bile ağır geliyordu artık bedenime. Düşünmeden kapattım. Avuç içlerim sızlıyordu. Bir ölüden farksız değildim. Vücudum sanki artık isyan ediyordu. Bu kadarına katlanamadığını bağırıyordu. İyice çökmüştüm. Gücüm yoktu hiçbir şeye. Oturduğum yerde kalmak istemedim. Kaldırmasınlardı beni. Takip edemiyordum çünkü ben artık. Bıraksalardı da bu noktada takılı kalsaydım. Dünyam şuan burada dursaydı. Deniz sesi kulaklarımdaydı. Karanlık yanımdaydı. Şuan iyiydim. Kötüleşeceğimi biliyordum. Bu yüzden ben burada kalmak istiyordum. Her şey durgunlaşacağı yerde artıyordu. Yanıma gelen adım seslerini işittim. Hemen ardından saçlarımda gezinen parmakları. Sakinleşmemi ister gibi bilerek buraya getirmişlerdi beni. Sakindim oysa ben.
"Çisem."
Gözlerimi araladığımda Deniz tepemde tuttuğu çaylardan birisini Kaan'a uzatıyordu. Bunu tam tepemde yapması ise beni yakmak için en güzel yoldu. Kaan ellerini saçlarımdan çektiğinde içeceklerden ikisini sonunda aldı. Birisi benimdi. Boşluğa bakarcasına baktım ve mırıldandım.
"İçmeyeceğim."
Kaan derin bir nefes verdi. Ardından yanımda ki taşların üstüne koydu. Kendininkini ise içmeyi ihmal etmedi. Hava soğuktu burada. Peki ben nerede miydim? Acıyla gözlerimi kapattım. O görüntüsü geldi aklıma. Çökmüş bedeni. Ben böyle olsun istemiyordum. Sakince de gidebilirdik. Yıkmadan, dökmeden de gidebilirdik. Ama ben yine yıkmıştım. Yüzüme bakar mıydı? Kaçak der miydi yine? O simsiyah gözleri yine tüm karanlığa rağmen aydınlık bakar mıydı? Sıcacık bakar mıydı bana? Severken acıtıyorduk. Bir tarafım diyordu ki sevelim. Her şeye rağmen biz yine birbirimizi sevelim. Diğer tarafım ise bitsin diyordu. O seni defalarca kanattı, bugün sen de kanattın. Ne alınacak bir intikam, ne de kanayabilecek bir yer kaldı. Canım yandı.
"Çisem."
Kaan'ın sesini duyduğumda gözlerimi açmadım. Açarsam dolardı. Dizine yasladığım başımda, yine parmakları saç uçlarımda gezindi.
"Bak artık yüzüme."
Gözlerimi araladığımda yüzü karşımdaydı. Ama canımı acıtan her ne vurguladıysa pişman olmamasıydı. Çocukluğum gibi. Çaydan ısınan parmak uçları tenimi ısıtırken fısıldadım.
"Anlat."
Bilmek hakkımdı. Ne öğrendiğini bilmek benim de hakkımdı. Sevdiğim adama onca şeyi söyledikten sonra beni peşinden sürüklemişti ve ben o siyahları resmen geride bırakmıştım. Uçaktan ineli bir saat olmuştu evet. Siyahlardan ayrılalı ise uzun bir süre... Kaan yutkunduğunda anlatmayacak sandım. Çünkü yol boyunca ertelemişti. Ama şimdi farklı bir şekilde konuştu.
"Gerçekten seviyor musun onu?"
Sorusu beni donuklaştırırken gözleri gözlerime gerçekten merak eder gibi bakıyordu. Gözlerimi kaçırdım.
"Bunun konuyla alakası yo-"
"Var."
Sözümü böldüğünde sesi sert çıkmıştı bu sefer. Gözlerim sesi yüzünden tekrar onu bulduğunda beklemediğim bir biçimde devam etti.
"Basit bir hoşlanma mı yoksa..."
Cümlenin devamı gelmediğinde ayaklarımın bitiminde kalan Deniz onu devam ettirdi.
"Yoksa aşk mı?"
Gözlerim onu bulduğunda bize değil denize bakıyordu. Ama canının yandığını görebiliyordum. Sarı ile konuşmuştu gitmeden önce. Ve bize kırıldığı her halinden belliydi. Hafifçe güldüm.
"Aşk diye bir şey yok."
Kalbim ise geçiştirmek için dalgaya vurduğum sözlerime kırıldı. Ben ise alışmıştım artık onun parça parça sökülmesine. Bu yüzden yine işime geldiği gibi yaptım ve umursamadım.
"O zaman basit bir hoşlanma."
Kaan sorgular bir ses ile bana baktığında konu canımı sıkmıştı. Benim sorum ile bunun ne alakası vardı? Kaçmak adına başımı yasladığım dizinden kaldırdım ve oturur pozisyona geçtim.
"Benim sorum ile bunun ne alakası var? Aşık olsam ne değişecek?"
Sinir ile Kaan'a döndüğümde bu halime hafifçe güldü. Umutsuz vakaymışım gibi kafasını olumsuzca salladı. Ardından gözlerini dalgalara dikti. Canımı yakan sözleri ise hemen devamında geldi.
"Öylece bir takılmasıyla söyleyeceklerim seni sinirlendirir." Çayından bir yudum içtiğinde bana döndü. "Ama ondan gerçekten hoşlanıyorsan canın yanacak. Ve ben canının acımasını istemiyorum. En azından bugünlük."
Gözlerim gözlerinde gezinirken bunu beklemiyordum. Alaya alıp geçmek istedim ama dilim varmadı. Sessizce durdum. Yeni bir kilitli kapı daha açılmıştı karşıma. Manyak. Seviyor muydum? Daha doğrusu o saçma soru, aşık mıydım? Gözlerim denize dönerken yutkundum. Eren Korlu. Manyak. Düşüncelerim birbirine girerken aklıma o hali geliyordu. Hoşlanıyorsun diye bağırıyordu kalbim. Gerçekten seviyorsun diye. Ama ben emin olamıyordum. Çünkü zihnim tam tersine alay ediyordu.
"Aşık olduğunuza emin misiniz? Bunu nasıl bilebilirsiniz? Sizce aşk o kadar basit bir şey mi?" Deniz yanımda mırıldandığında gözlerim onu buldu. O ise hafifçe güldü. "Beni Asla Bırakma. Kitabın adı bile sizi yansıtıyorken sen bu alıntıya cevap verebilir misin Çisem Kalen?"
Gözleri sonunda beni bulduğunda acılı bir gülüş belirdi yüzünde.
"Ben dakikalardır bir cevap bulamadım da..."
Yutkundum. Bu konular bana göre değildi. Ağırdı. Çok ağırdı. Ve ben her şeyden kaçarken buna da cevap veremezdim. Gülmeye çalıştım.
"Dediğin gibi. Bunu nasıl bileceğiz?"
Deniz'e bakarken onun da canının yandığını görebiliyordum. İkimiz de birbirimize bakıyor bir cevap arıyorduk. Bizi yanıtlandıran ise Kaan oldu.
"Onun için kendi canına kıyabilir misin mesela?"
Bakışlarım ona döndü. Çayımı bana uzatıyordu. Soğuk parmaklarım sıcak karton bardağı tuttuğunda bu soruya cevabım vardı. Düşünmedim bile. Evet. Canıma kıyar-
"Bu soru onun için geçersiz sayılır."
Deniz beni bozarken hafifçe güldü. İlk defa üçümüz yıllar sonra bu kadar ağır bir meselede konuşuyorduk. Sarı saçları rüzgarda geriye giderken bana baktı.
"Gerçeklerden kaçmayacağım. Senin için ölüm basit bir şey." Derin bir nefes verdi. "Asıl soru şu. Onun için yaşayabilir misin? Kendine verdiğin söze ihanet edebilir misin?"
Sanki sözler kulaklarımdan geçti. Zihnime vardığında ise bir yankı oluşturdu. Yaşamak. Onun için yaşamak. Kendim için bile yaşamazken onun için yaşayabilir miydim ben? Deniz acı sözlerini bitirmedi.
"Her güldüğünde canının acıdığını söylüyorsun, pişmanım diyorsun. Onun için gülebilir misin? Onun için rahat bir uyku çekebilir misin mesela? Yıllar sonra hayatı tekrardan sevebilir misin?"
Gözlerimi kapattım. Durmalıydılar derhal. Ama Deniz'in diyemediği o sözleri Kaan çekinmeden yüzüme vurdu.
"Eren Korlu için Yiğit'i geride bırakabilir misin Çisem Kalen?"
Kalbim acıyla çarptı. Sanki bir yarısı biri, diğer yarısı diğeri için atıyordu. Sanırım asla bir cevaba ulaşamazdım bu soru karşısında. Birisi için yaşamımdan tereddüt bile etmeden kendi boğazımı keserdim. Ama diğeri... Onun için bu kadar emin değildim. Korktuğum için miydi bu? Yaşamaktan korktuğum için miydi yoksa pişmanlık mıydı? Emin değildim. Kaan elimi eliyle sıkıca tuttu. Gözlerimi araladığımda acılı bir gülüş attı.
"Yarına kadar düşün, eğer ki cevabın yaşamak olursa bunu ondan dinle. Ben yapamam..."
...
Uzun zamandır gelmediğim bir yerdeydim. Ellerim zorlukla bir rafı buldu. Kitaplar. Hafifçe tebessüm ettim. Onunla ilk tanıştığımda bu huyuna çok özenmiştim. Çok havalı gelmişti. Evinin bir köşesi tamamen kitaplardan oluşuyordu. Parmaklarımı kaldırdığımda ise acı bir gerçek yüzüme vurdu. Tozlanmıştı. O da burayı kendince ayrı bir rafa kaldırmış olmalıydı. Gözlerim kitaplarında gezindi. Babası seviyordu sanırım bu köşeyi. Babasının sevgisini yıllaca kendi içinde korumuştu. Ve emindim ki tüm kitapları ayrı ayrı sorsam her birisini anlatırdı. Yapmıştım çünkü. Kendim okuyamadığım için ona anlattırırdım. Bilgisayarda oyalınırken benim adımlarım yine huzurlu bu yere kaçardı. Seçerdim birisini. İsmini mırıldandığımda anlatmaya başlardı. Bilgisayar tuşu sesine karışan sesini gayet iyi hatırlıyordum. O zamanlar çocukluğumdan kaçtığım yer burasıydı. Derin bir nefes verdim ve elimi uzatmış olduğum raftan geri çektim.
"Senin gitmen ile orası da giderek soldu."
Sesin gelmesiyle gözlerimi kaldırdım. Kapıya yaslanmış tebessüm ederek bana bakıyordu. En son konuşmamızdan çok uzun zaman geçmemişti ama şimdi düşününce... Onunla aramızda kocaman bir uçurum vardı. En azından benim için. Onun bakışlarında ise bana karşı olan özlem vardı. Hafifçe güldüm. Ama geçmişin izlerini taşıdı gülüşüm. Ağırlığını...
"Benim için mi okumuştun her birisini?"
Gözleri gülen yüzümde gezindi. Hala zihnimde Deniz'in sözleri vardı. Aşk. Karşımda ki adamın bakışları mıydı aşk? Sanmıyordum. Özlemdi bu duygu. Ama her şey içimde daha da bir karıştı. Başını olumsuzca salladığında odaya doğru bir adım attı.
"Hayır, ama sana anlatmak için her seferinde kendi içimde tekrar etmiştim."
Gözlerim kitaplarda gezindi. Bana doğru yaklaştığında yanımda durdu bedeni. O günden sonra elbette ki yanımda olan kişiyi araştırmıştı. Yalanımı anlamıştı. Korumam olmadığını da. Yüzünden belliydi.
"Sorsam peki şimdi? Anlatabilir misin?"
Bedenimi ona çevirdiğimde gözleri kitaplarında gezindi. Hafifçe güldü. Bedeni bana döndüğünde mırıldandı.
"Evet."
Bunu beklemiyordum işte. Elinde olan dosyaları bıraktığında çekingen bir biçimde yüzüme baktı.
"Ben hala tekrar ediyorum çünkü her birisini. Olur da bir gün karşıma çıkıp da sorarsan diye."
Başımı eğip gülmüştüm ki o beklemediğim bir biçimde fısıldadı.
"Peki sen?" Bakışlarım yüzüne dönerken acı bir biçimde konuştu. "Anlattığım bir kitabı bana anlatabilir misin?"
Gülüşüm donuklaşırken karşımda çoktan cevabımı okumuş olan o bedeni gördüm. Kabullenmişti ama. Kısa bir bakışma aramızda geçtiğinde o anlıyormuş gibi başını salladı.
"Berk."
İsmini fısıldadığımda ise tamamen konuyu dağıttı. Yüzü güldüğünde her zamanki tavrını aldı. Kendimi suçlu hissettim.
"Kaan'ın istedikleri."
Dosyaları gösterdiğinde sıkıntıyla soludum. O ise alayla güldü.
"Senin koruman da içerisinde mevcut. Eren Korlu."
Dudağımı dişlediğimde şuan kendimi aşırı suçlu hissediyordum. Kalbini kırdığım her halinden belliydi.
"O gün öyle demek zorunda kaldım."
Anlıyormuş gibi başını salladı. Ardından sakinlikle koltuklardan birisine oturdu. Dosyalar önündeyken gözleri gözlerime değmedi. Aylarım burada geçmişti. Hatırlıyordum. Her bir detay zihnimin kapalı kapıları ardındaydı. Hırsımı, intikam duygumu, kanatmak istediğim bedenleri, kazanmak istediğim parayı, öldürdüğüm insanları... Her birisi ayrı bir kapıdaydı. Kilitleri ise karşımda olan beden ile benim aramdaydı sadece. Kaan bu yüzden onu sevmezdi. Kaç dayak yemişti Kaan tarafından? Sayamamıştık. Bu işi bırakmam için kaç defa dövülmüştü benim yüzümden? Kaç defa birbirimizin yaralarını sarmıştık? Kaç defa boktan bir işe bulaşıp yine bütün olayı Kaan'ın üstüne yıkıp kenarı çekilmiştik? Geçmişim bir parçasıydı o. Ama dediğim gibi. Geçmiş. Gelecek göremiyordum. O her ne kadar gözlerime her seferinde farklı baksa da, gülse de ben öyle değildim. Bunu o da biliyordu. Ama geçmişimi de öylece çöpe atamazdım ki. Sessizce fısıldadım.
"Kızgın mısın?" Gözleri gözlerimi bulmazken dosyaya uzandı. "Ya da kırgın?"
Dosyayı tutan elleri duraksarken derin bir nefes verdi. Gözleri saniyeler sonra maviliklerimi bulduğunda elinin yumruk oluşunu gördüm.
"Kızgınım." Canım yandı. O ise sanki bunu görmüş gibi cümlenin devamını getirdi. "Bana huzurlu bir hayat istediğini söyleyip, bu pisliğe bulaştığın için kızgınım. Kaan'ın buna izin verdiği için kızgınım."
Tırnaklarım derime battı. Haklıydı. O ise devam ettirdi.
"Kırgınım da. Beni bir kenara ittiğin için. O gün yüzüme bakıp yalan söylediğin için de."
Boğazıma bir yumru oturdu. Utandım. Rezilliğime utandım. Çocukluğum ise utancımı bastıracak o soruyu mırıldandı yanımda.
"Niye hala yardım ediyor öyleyse? Salak mı bu?"
Gözlerim onun sorusu ile Berk'e dönerken yüzünden belliydi. Kızdığı da kırgınlığı da. Tırnaklarım derime batarken gözleri biliyormuş gibi oraya döndü ve yüzünde ki tüm ifade silindi. Dediğine pişman olmuş gibi gözlerini kapattığında mırıldandım.
"Neden o zaman? Niye hala yardım ediyorsun benim gibi bir aptala?"
Eli başını bulduğunda bugün gerçekten ağır konular konuşuyordum. Kaçamıyormuş gibi. Sıkışıp kalmış gibi. Gözlerini araladığında bana baktı ve hafifçe tebessüm etti. Zormuş gibi ilk bir şey söyleyecek oldu ama başaramadı. Ardından ise fısıldadı sadece.
"Sevdiğim kişiyi korumaya çalışıyorum."
Kaşlarım çatıldı.
"Ne?"
Sesim kısıktı. Lakin ev öyle sessizdi ki sanki bu konuşmayı bekliyormuş gibi. Sesimiz ne kadar çıkmasa da bu konu konuşulsun der gibi. Acılı bir tebessüm kondurdu yüzüne.
"Değişmişsin." Bedenim iyice gerildi. Değişmiş miydim? Acıyla yutkundu. "İlk tanıdığım Çisem Kaya gibisin Çisem. Ölüyorsun."
Dedikleri kalbime saplandı. Kırıldı. Haklıydı. Ölüyordum. Canım yanıyordu. Bitiyordum. Karşımda ki görüyordu bunu. Gözleri kendime batırdığım tırnaklarımı buldu ve kendi canı acıyormuş gibi ellerini daha da sıktı. Ben ise sessizdim.
"Kendi canını acıtıyorsun. Başkaları umurunda gibi. Ölümü bile dalgaya alan kız şimdi karşımda espri yapmıyor." Gözleri gözlerimi buldu. "Kaybetmişsin."
Son sözünü ben bile beklemezken tırnaklarımı derimden çektim çünkü ayakta duramıyordum. Elim koltuğu bulduğunda derin bir nefes verdim. Canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu. Bedeni ayaklanacağında diğer elimle durdurdum. Selim. Selim'den sonra ki halime mi benziyordum? Kaybetmiştim. Evet ben kaybetmiştim. Ama neyi kaybettiğimi bile bilmiyordum? Berk yine de ayaklandığında koluma girdi. Derin bir nefes verdim. Haklıydı. Ölüyordum. Beni kendi oturduğu yere oturttuğunda ellerim ağrıyan başımı buldu. Hemen yanıma bedeni çökerken sıkıntıyla soludum.
"Ve neyi kaybettiğimi bile bilmiyorum."
Sadece artık kaldıramıyordum. Bunu biliyordum. Berk ise tüm düşüncelerimi reddeden o şeyi söyledi.
"Sen mi kaldıramıyorsun yoksa o mu?"
Dediği ile eğdiğim başımı kaldırdığımda hafifçe tebessüm etti. Dolan gözlerim sözü ile durgunlaşırken hissettiğim o kişiye döndü bakışlarım. Çocukluğum karşımda olan rafların ardından tebessüm ediyordu. Yutkundum. Korkutucu bir tebessümdü. Berk ise aksini söyledi.
"İki taraf da sensin biliyorsun değil mi? Ve dalgaya alan karşında ki. Çisem Kalen. Bırak, her şeyi sen yüklenme. O halletsin. Ki sen de bir çukurun içine gömülme."
Ama... Çocukluğum. Çocukluğum sabah ki soruyu cevaplandıramazdı ki. Onun tek aşkı kardeşiyken... Biz bu konuda tamamen zıttık.
"Bunu ona yıkamam."
Tedirginliğim vücuduma yansırken Berk'e döndüm. Kafamı olumsuzca salladım.
"Bu konuda tamamen farklı düşünüyoruz. İşine geleni yap-"
"Farklı düşünen sensin. O değil. Sen." Cümleleri zihnimde yankılanırken tebessüm etti. "Bu da işini kolaylaştırır. Düşünceler birbirine aykırıysa bunun kararı basit olmalı."
Siyahlar. Manyak. Çocukluğuma baktım. Mavilikler tebessüm ediyordu. Bana doğru bir adım attı.
"Haklılar. Ve ben sana söylüyorum. Senin ki aşk falan değil. Takılı kaldın. Buna zorlandın çünkü ona ihtiyacın vardı."
Kaşlarım çatıldı. Yanılıyorlardı. Tamam belki o lanet duygu olmayabilirdi ama yanılıyor-
"Yanılıyorlar değil. Yanılıyorum." Çocukluğum bir adım daha attığında derin bir nefes verdi. "Sana gerçek aşk ne göstereyim mi?"
Gözlerim maviliklere tırmanırken onun bakışları Berk'teydi. Gözlerim onun gözlerinden ayrıldığında kolumdan destek sağlayan adama baktım.
"Aşk bu. O da çocuktu ve Kaan'ın nefretine rağmen sevdiği için yanında durdu. Nereye gidersen peşinden geldi." Berk karşımda hafifçe tebessüm etti. "Gitmek istiyorum dedin. Seni bıraktı. Aşk kaçıp kovalanmak değil Çisem Kalen. Sen nerede mutluysan seni orada bırakmak. Bunu cesaret edebilmek. Kendine bağımlı halde gibi göstermek aşk değil." Acıyla yutkundum. "Sizinki basit bir oyun ve sen ona aşık değilsin."
Kolumu Berk'ten zorlukla kurtardığımda tırnaklarım derime battı. Sussun istedim. O ise bir adım daha atıp onu iyice dinlememi istedi.
"Seni ben olmaktan korkuttu. Ama bak." Berk'i işaret etti. "O seni benken bile sevdi."
Kalbim acıdı. Çocukluğum ise asla susmadı.
"Aşk karşında ki adam. Peki sen o adamın sana yaptıklarını Eren Korlu'ya yapabilir misin? Ya da o sana?"
Bedenim buz tutarken susması için yalvardım. Çocukluğum ise diretti.
"Onu geçmişi her neyse kabul edebilir misin? Baban ile bağlantısına rağmen? İntikamının önünde olduğunu bilerek? Sakladığı tüm sırlara rağmen onu kabul edebilir misin Çisem?"
Gözlerim dolduğunda kapattım. Çocukluğum ise fısıldadı.
"Ben edemem."
Vücudumun titrediğini hissettim. Kapattığım gözlerimin ardına ise çökmüş olan o bedeni yansıdı. Siyahlar. İhanet ediyor gibi hissediyordum. Canım yanıyordu. Bu sevmek değil miydi?
"Değil. Çünkü benim canım bir gram olsun yanmıyor. Ve sen bensin."
"Çisem."
Ellerimden Berk tuttuğunda gözlerimi açtım zorlukla. Bir damla yaş öylece süzülürken fısıldadım.
"Haklısın."
O önümde çökerken gözümden bir yaş daha süzüldü. Dayanamıyordum. Bayılacak gibiydim. Ölecek gibiydim. Kalbim dayanmıyordu artık. Acıyla yutkundum. Berk telaşla bana bakarken fısıldadım.
"İki tarafı dengede tutmak yükleri azaltır. Acıyı da."
Ve içimde ki sevgiyi de. Ama sözleri haklı gibi geliyordu. Çocukluğum derin bir nefes verirken hafifçe tebessüm ettim akan göz yaşlarıma rağmen. Berk bu halim ile derin bir nefes verip güldüğünde elini sıkıca tuttum ve mırıldandım.
"Ve ben çok sıkıldım her şeyden."
Bedenim titrerken onu durduran çocukluğumun dengesi oldu. Biz aynı kişiydik. Bir zihinde yaşam süren aynı kişiydik. O bendi. Ve belki ben haklıydım. Aşk değildi bu. Sevgi, hoşlanma olabilirdi. Ama aşk değildi. Berk tebessüm ettiğinde fısıldadım.
"Teşekkür ederim."
Çocukluğum eski günlerde ki gibi beni bastırırken bundan sonradan pişman olacağımı biliyordum. Ama acım artık çok geliyordu. Ve ben en azından bunu bugün azaltmazsam, sağ çıkamazdım. Gözlerim duvarda olan saati bulduğunda gülümsemem büyüdü.
"Bana yaşamam için ne vaat ediyorsun Berk Yalçın?"
Gülümsemesi bu sözüm ile artarken hemen arkamızda duran dosyayı bana doğru uzattı ve mırıldandı.
"Kimi istersin?"
Gözlerim dosyada dolanırken bugün konuşacağım o kişinin adı ağzımdan döküldü sadece.
"Sait Uluç'u"
…
3 Saat Önce
Eren Korlu
Saatte gezindi gözlerim. On bir. Sevdiğim gidiyordu. Acıyla gözlerimi kapattım. Sesim çıkmamıştı. Beni en kötü yerimden vurmuştu. Kaan Vural. Kardeşi için herkesi ezip geçmişti. Kimsenin sesi çıkmamıştı. Yüzüne bakamamıştım. Kendime gelememiştim. Haklıydı çünkü. Karşımda olan Aras'a baktım. Şişeyi yarılamıştı. Ve bu onu kesmeyecekti. Tek isteğim yine o illete başlamamasıydı. Erdem yanımda oturuyordu. Bulut olan vatandaşa ulaşamıyorduk. Gücüm çekilmiş gibiydi. Bitmiş gibiydim. Erdem odadan çıkartıp bedenimi buraya atmıştı. Hala kalkamamıştım. Şişeden bir yudum daha aldım. Gidişini bile görememiştim. Biliyordum. Kaan izin vermeyecekti. Hele Sait gerçekleri anlatırsa bir daha göremeyecektim. Belki de... Gerçekten anlatırsa onu tamamen kaybede-
Düşünmeyi kesip şişeden bir yudum daha aldım. Sanırım Aras ile benim de bir şeyler kullanmaya başlamam gerekecekti. Aras sinirle camın önünden bana döndü.
"Öldürelim birbirimizi."
Erdem sinire karışık güldüğünde başımı koltuğa yasladım. Aklımdan geçmiyor değildi bu fikir. Her şey boka sarmıştı. Kaçak yoktu. Yeniden gelen pişmanlık duygusu beni yiyip bitiriyordu. Hisseler ayrı bir meseleydi. Bu işin içinden çıkamayacak gibiydik. Aras bana doğru geldiğinde kafasını olumluca salladı.
"Biz gerçekten birbirimizin yüzüne nasıl baktık lan? Haklı. Abini öldürdüm ben senin! Niye sıkmadın kafama!"
Şişeyi yanımda olan masaya bıraktığımda ellerim gözlerimi buldu. Tek isteğim şuan oydu. Kaçak. Sarılsın istiyordum. O gece ki gibi sıkıca sarılsın. Unutmak istiyordum.
"Eren!"
Gözlerimi açtığımda Aras delirmişti. İçki yaramıyordu. Başımı yasladığım yerden kaldırdım.
"Delirme. Saçmalamayı da kes."
Alayla güldü ve elinde ki şişeyi umursamadan yere bıraktı.
"Lan sikeyim!"
Cam kırıkları ayaklarıma dağılırken Aras gülmeye devam etti.
"İşler bok yolunda farkında mısın? O gün birbirimize sıkmalıydık."
Konuşacağımda başka bir ses odaya doldu.
"Ne o? Ölmeye mi karar verdiniz siz de? İşime gelir şahsen."
Kan beynime sıçrarken o cıvık ses odaya girdi.
"Sesini kes."
Duyduğum ile başımı çevirdiğimde Kerim'in kolundan destek almış giren göt kafaya baktım. Sırıtıyordu. Kerim bıkkınlıkla mırıldandı.
"Anlatacağı varmış."
Ben sinirle ayağa kalkacağımda durduran Erdem oldu. Bırakması için baksam da olumsuzca kafasını salladı.
"Ayakta duramazsın. Şişeyi bitirdin."
Bir boka yaramamıştı ama! Bırakacaktı.
"Sinirlenme hemen ya."
Ayaz sikiği çaprazıma kendini attığında kolu sarılıydı. Bunu ona kimin yaptığını biliyordum ama asla içim soğumuyordu. O an Kaçak'ı alıp, kapıyı tekrar kilitlememek için zor durmuştum. Bir türlü ölememişti piç. Kerim kendini karşıma attığında hepimiz beter durumdaydık. Kerim güzel bir azar yemiş gibiydi. Benim halim ortadaydı. Boş boğazı dinleyesim ise yoktu. Başımı geri koltuğa yasladığımda gözlerimi kapattım. Yıllar sonra ilk defa birisi yüzüme vurmuştu. Kaçak'ı asla kendime benzetmemiştim. Ben... Bilerek olmamıştı.
"Gidiyorum ben."
Aras sinirle konuştuğunda onu durduran, beni de geren o sözler ortaya saçıldı.
"Nereye ya? Koral ve Altan ailesi hikayesini dinlemeyecek misiniz?"
Başımı hızla kaldırdığımda herkes gibi ben de doğruca kızıla bakıyordum. Gülerek bize bakıyordu. Ağzına kuruyemişlerden birisini attığında gevşek gevşek sırıttı.
"Kaan çok beğendi."
Aras hemen yanımda ayakta dikilirken duraksadım ve doğruldum.
"Ne saçmalıyorsun sen?"
Ayaz gülerek Kerim'e döndü. Ardından eliyle kalp yaptığında anlamıyordum.
"Seninki vardı ya, Masal." Kerim gerilirken diğer kolunu da deşecekti. "Kaan'a çok güzel bir masal anlattı."
Aras'ın gerildiği her şekilde belliydi. Ama korktuğum şey kendimdi. Sinir katsayım artıyordu ve beni durdurabilecek Kaçak, artık sayesinde yoktu.
"Ne masalı?"
Kerim sorgulayan bir biçimde fısıldadığında Ayaz gülerek bana baktı.
"Abin, neydi adı?" Ellerim yumruk olurken kolumdan yakalayan kişi Erdem oldu. "Hah, Burak."
Dişlerini göstererek güldü.
"Seni ve abini Masal karıştırmış. Kısaca sizin hikayede sen Burak oldun." Gözleri Aras'ı bulduğunda dedikleri zihnimde yankılandı. Algılayamadım. "Sen de masum Burak'ı öldüren kişi oldun canım. Yani biraz ters köşe yapıp ikinizi de kötü karakter yapmış Masal."
Kanım donarken Aras'ın bağırışını duydum.
"Ne saçmalıyorsun lan sen!"
Sesleri uğultulu bir hal alırken yanımdan hızla geçen o beden Aras'tan başkası değildi. Ben ise yerimden kalkamadım. Kaan'ın sözleri kulaklarımdaydı. Katil. Beni katil olarak anlatmışlardı. Kaçak ile o yüzden mi kıyaslamıştı beni? İçimde olan saatlerdir geçmeyen o yara sanki geçti. Olaylar yanlıştı. Aras ile beni yanlış anlat-
Neden? Gözlerim anlık olarak Aras'ı buldu. Bizden uzaklaştıracaktı. Kaçak. Kaan. Alkol yüzünden kafam allak bullaktı. Toparlayamıyordum. Kaan'ı uzaklaştırmıştı. Kaçak. Sıra Kaçak'taydı. Bedenimi korku kaplarken yutkundum. En kötü yerden vuracaktı ve ikimizin de haberi olmayacaktı. Olay buydu. Bu gevşek ise bize söylemiş-
Bir yerler tutmuyordu. Ama emin olduğum tek şey Sait'in bizi anlatacağıydı. Diğer konu zaten en başından beri saçma geliyordu. Yasin izin vermezdi. Zorlukla kalktım. Benden nefret ederdi. Olaylar yanlış anlatılırsa benden nefret ederdi. Mavilerin bana nefretle bakmasına asla dayanamazdım. Bana tamamen çocukluğunu göstermesine dayanamazdım. Kaçak'ı bir kere daha kaybedemezdim.
...
4 Saat Sonra
Çisem Kalen
Ölüm ile dalga geçen bir kız. Kimseyi umursamayan bir kız. Kendi akıttığı kanı da, başkasının kanını da umursamayan o kız. Her şeye rağmen gülmeyi becerebilen o kız. Tüm yaşadıkları sonucu deliren, ama deliliğini kullanan o kız. Evet. O kız benden başkası değildi. Küçük aynada kendimde gezindi gözlerim. Haklıydı. Ölüyordum. Yüzüm hafifçe tebessüm etti. Ölmüştüm de artık. O ben sıkıcıydı. Ama karşımda ki. Çocukluğumdu. Korku yoktu. Nereden geldiği belirsiz bir cesaret geziyordu kanımda. Bu işte oydu. Çocukluğum. Bu bendim. Normal Çisem. Rujumu çıkardığımda dudaklarıma yavaşta tekrardan sürdüm. Soluk pembe dudaklarımda yer edinirken gülümsemem büyüdü. Sait Uluç'a gidiyordum. Sıfır korku ve endişeyle. Giydiğim şık takım tamamen bana tersti. Ama sonuçta gittiğimiz kişi Sait'ti değil mi? Süslenmem lazımdı. Ölecek olsam bile. Araç dururken ön koltukta olan bedenim sanki günlerce bu anı bekliyor gibiydi.
"Fazla gaza geldi."
Gözlerim aynadan endişeyle bana bakan Deniz'e döndü. Kaan hafifçe güldü.
"O geri zekalı sonunda bir işe yaradı, ne güzel işte."
Gözlerim bu sefer hemen yanımda olan Kaan'a döndü. Bu halimi o da seviyordu. Hafifçe gülerek beni süzüyordu. Ayıp olmasın diye giydiği gömlek tamamen ona tersti. Ruju kapattığımda yanımızda duran küçük gözlerden birisine bıraktım. Sesimi asla kısmadan duyabilecekleri bir biçimde mırıldandım.
"Fazla abartmışım." Gözlerim Kaan'ı bulduğunda bu halimi sevdiği belliydi. Ama canının yandığı da. Ben ise tebessüm ettim. "Aklım karışmıştı."
Kaan anlıyormuş gibi başını salladı.
"Fazla mı abartmışsın?"
Deniz'in benim ciddi olup olmadığımı anlamaya çalıştığı sesine karşın derin bir nefes verdim. Dışarıya baktım ve gülümsedim. Evet. Artık gülümsüyordum.
"Evet."
Çocukluğum hemen yanımdaydı. Kalbimin ağırlığını taşıyan oydu. Duygularımı bastırıp beni duygusuz yapan ondan başkası değildi. En büyük yük ondaydı. Ama şikayetçi değildi. Çünkü yapacakları ona güç veren şeydi. Alacağı hazzı umursuyordu o. Diğer duygular umurunda değildi. Ölümü özlemişti. Öldürmeyi. Can acıtmayı. Can acımı çekerdi çünkü acıtmak ona daha güzel gelirdi. Ama benim başımı eğmem onu kızdıran şey olmuştu.
"Beni benden değiştirdiler. Sıra bende."
Araba kapısını açtığımda bedenimi soğuk havaya bıraktım. İlk günlerimi hatırlıyordum. Ölecektik. Biz yine ölüm eşiğindeydik. Değişen pek bir şey yoktu gerçi. Yine ölüm karşımdaydı. Ama o günden bu güne değişen tek şey bendim. Bedenim, duygularımdı. Güçlü halim sönmüştü. Duygusal yapım artmıştı. Aşk. Hafifçe güldüm. Sıçardım aşkına. Benim için önemli tek bir şey vardı. Yaşamak. Yaşayıp öldürmek. Acıtmak. Ve sonra kendi kafama sıkmak. Önemli olan buydu. Hayatta kalmak. Ama kaldığın hayatın sana yaşattıklarının da intikamını almak. Duygu... Bu dünyada sadece duygusuzlara yer vardı. Bu hayatta çocukluğuma yer vardı. Kaan kapıyı kapattığında gözlerinin bende olduğunu biliyordum. Berk'i sevmiyordu. Ama onu görünce çocukluğuma dönüşeceğimi de gayet iyi biliyordu. O eve bilerek beni yalnız göndermişti. Anılarımı göstermek, gücümü göstermek içindi. Hatırlatmıştı. Hatırlamıştım. Çisem Kalen. Bendim o. Bir başkası değil.
"O gün de bu haline güvendim."
Sözleriyle binadan bakışlarımı çektim. Sait. Sait gerçekten pis oynuyordu. Gözlerim Kaan'ı bulurken bana bakıyordu. Emindi.
"Ne?"
Bana doğru adımladığında Deniz arabadan inmişti. Adımları bedenimin önünde dikilirken fısıldadı.
"Seni ölüme öylece göndermeyeceğimi biliyorsun."
Anılar zihnimde canlandı. Uyuşturucu. Kafe. Buraya korkuyla gelişimiz. Ölümü kapımda görüşüm... Bunu sorgulayacak vaktim olmamıştı evet. Kaan beni ölüme göndermezdi. Histerik bir gülüş belirdi yüzümde.
"Çocukluğuma mı güvendin gerçekten?"
Derin bir nefes verdiğinde Deniz hemen yanımızdaydı. Kaan ise içimi rahatlatmak ister gibi mırıldandı.
"Tabi seni öldürmeleri sonucu kendilerinin de patlayacağı güvencesi vardı ama benim çocukluğuna güvenim tam-"
"Ne?"
Ağzımdan şokla tek bir kelime dökülürken Kaan sırıttı. Ardından göz kırptı.
"Kardeşimi kimseye yem etmem."
Gözlerim o günkü yeri bulduğunda sadece gülebildim. Kahvaltı ettiğimiz restorandaydık. Yine burasını tutmuştu. Benim yerime ise Deniz endişeyle mırıldandı.
"Şaşırmadım. Ve inşallah bugün de birilerini bizim için patlatacak bir şeylerin vardır?"
Kaan'a döndüğümde gülen yüzü donuklaştı. Gözlerime bakıyordu.
"Var değil mi?"
Ben de sorduğumda öldürülmeyeceğimizi bilsem de yine de sağlama almak istiyordum. O gün kesinlikle binanın bir yerine bomba yerleştirmişti. Lütfen o bomba hala orada olsundu. Dudaklarını birbirine bastırdığında eh işte der gibi bir yüz takındı ve bana baktı.
"Kaan bir şey desene."
Deniz korkuyla fısıldadığında tuttuğu nefesini bıraktı ve eliyle beni gösterdi.
"Bizi koruyacak ondan başka bir bomba gelmedi aklıma."
Deniz şokla ne diye konuşurken ben gözlerimi kapattım. Kastettiği kişi tam olarak yanımdaydı. Çocukluğum gururlu bir biçimde güldü. Tabi ki övülmek hoşuna gidiyordu. Gözlerimi araladığımda Kaan gülümseyerek bana bakıyordu.
"Kaan mal mısın sen? Bana güvenerek mi gel-"
"Evet."
Net cevabıyla çocukluğum olduğu yerde daha da coştu. Beni gaza getirmeyi de biliyordu salak.
"Senden daha akıllı olduğu kesin."
Çocukluğum beni terslerken hafifçe güldüm. Cidden delirmiştim. Harikaydı. Mükemmel ilerleme kaydediyorduk. Sinirime karışık onları geride bıraktığımda bizi bekleyen cehenneme belki de cennete doğru ilk adımımı attım. Hava kararmaya başlamıştı bile. Topuklularım ses çıkartırken çocukluğumun özgüveni bedenime yerleşti. Planımız hazırdı aslında. Kaan'ın bana güvenmesi konusunu bu yüzden çocukluğum çok hoş karşılamıştı. Gerekli bir durumda bu kozu kullanmaktan çekinmeyecektim. Berk yine işini iyi yapmıştı. Beni kurtarmayı yine bir şekilde bulmuştu. Kaan hemen ardımdan adımlarken Deniz bıkkınlıkla konuştu.
"Buraya iki deliyle girmek hiç çıkamayacağımın garantisi olsa gerek."
Onun da topuklu sesini duyduğumda kendimce mırıldandım.
"Ya da sizi kendim pahasına yaşatacağımın garantisi."
Otomatik kapı benim yaklaşmam ile açılırken derin bir nefes verdim. Başlıyorduk. Çocukluğumun sakinliğini hissettim. Bu sakinlik kıyamet öncesine hazırlık gibiydi. Kapı tamamen açıldığında kendime güvenim tek şeyimdi. Elimden tutulduğunu hissettim. Minik parmaklar avucuma temas ederken bunun ondan başkası olmadığını biliyordum. Kendi ellerimi kanattığım gibi yine kendim tutuyordum. Arkamdan olan kişilerin beni beklediğini biliyordum. Çocukluğumun teni saniyeler içinde bedenimden uzaklaşırken sesi zihnimi doldurdu.
"En olmadı kapalı bulutların ardına gideriz. Ama asla başımı eğmeyeceğim Çisem Kalen."
İşte bundan emindim. Güçlü bir adıma attım. Kapalı havadan kurtulurken bugün ki tek istemediğim havanın yağması olurdu sanırım. Sıcak hava tenimi okşarken Kaan'ın adımlarını yanımda hissettim. Deniz hemen arkamdaydı. Bildiğim yoldan adımlamaya başladım. Birazdan oraya varacaktık. Ölüme gittiğim o yere.
"Kaçak, git."
"Dediğim gibi. Benim işim yüzünden kimse ölmeyecek."
"Çiso, git. Zaman yok."
"Gitmeyeceğim."
"Seni bu cehenneme katmayacağım."
Her bir adımımda sesler zihnimde yankılanırken çocukluğum o sesleri susturan kişiydi. Canımın yanmasını, düşünmemi engelleyendi. Kendimi ona bıraktım. O lanet yemek masası göründü gözüme. Beni bu cehenneme sürükleyen o masa. O dakikalar tek tek geçti gözümün önünden. Korkudan titreyen bedenim. Çocukluğum ile kavga edişim. Ellerimde yaraları oluşturduğum ilk yer. Kendimden korkum... Burası cehennemdi. Burası lanetli o yerdi. Ve beni bilerek buraya çağırmıştı. Korkumu tazelemek, gücünü göstermek için. Adımlarımı durduran ise ne onun gücü ne de korkum oldu. Gördüğüm bedendi. Kaan beni bileğimden tuttuğunda bunu o da beklemiyordu. O yüz ise hemen o yemek masasının önündeydi. Gözleri gözlerimdeydi. Gülerek bedenimi süzüyordu. Yanında olan kişiye anlık olarak baktım ama gözlerimi ondan, elalardan çekemedim. Nasıl? Bana doğru bir adım attı.
"Çisem Kalen."
Kaşlarım çatılırken giydiği takım, üzerine tam oturmuştu. Bir adım daha attı. Kaan beni kendisine doğru çekse de sadece yerimden biraz olsun gerileyebildim. Ben bunu beklemiyordum. Ama çocukluğum. Dedikleri gibiydi. Her ihtimal zihnimin içindeydi. Kaan'ın elimi tutan elinin üzerinde elimi gezdirdim ve iyi olduğumu ona bir nevi söyledim. O beden bana doğru bir adım daha attığında ise elimi bırakmasıyla çocukluğum çekinmedi ve hafifçe güldü. Giydiği takıma rağmen sarılmış kolunda gezdirdim gözümü. Ela gözleri gözlerime hala arsızca, utanmadan bakabiliyordu. Kızıl saçları her zamanki gibi dağınıktı. Sağlam olan eliyle elimi nazikçe tuttuğunda gözlerime bakarak elimi kaldırdı. Elimin tersine dudaklarını bastırdığında kendimde olsam tiksinirdim. Çocukluğum ise hafifçe güldü.
"Lan."
Kaan geriden adımlayacağında diğer elimle onu durduran ben oldum. Bilerek uzun tutuyordu. Teni tenimden ayrılsa da elimi bırakmadı ve gülüşü büyüdü.
"Hoş geldin."
Hala gülen o yüzde gezindi gözlerim ve mırıldandım.
"Seni daha bu sabah uyardım."
Bana dokunmaması gerektiğini gayet iyi anlaması gerekiyordu sarılı kolundan. Bu dediğim ile daha da güldü ve inat edermişçesine bir adım daha yaklaştı. Eli elimden ayrılmazken avuç içimde olan yaralarımda gezindi parmakları. Bana doğru eğildiğinde ise fısıldadı.
"Orası senin çöplüğünde geçerliydi."
Elini uyaran bir biçimde sıktığımda tırnaklarımı onun derisine geçirmekte çekinmedim. O ise yaptığımın aksine daha da geniş güldü ve biraz daha eğildi.
"Burası ise çöplüğün geri kalan kısmı Çisem Kalen. Benim çöplüğüm."
Dediğine alayla güldüm. Çocukluğumdan artık kendi duygularımı hissedemiyordum. Baskındı. Hem de öyle bir baskındı ki beni tamamen kontrol edebilirdi. Ona diklenerek baktığımda kafamı olumsuzca salladım ve gülüşüm büyüdü.
"Eğer bir çöplükteysek Ayaz Kartal, orası senin çöplüğün değildir."
Ona doğru ben bir adım attığında bedenlerimiz dip dibeydi. Elimi elinden sertçe kurtardım ve diğer koluna doğru ilerledi. Sargısında parmaklarımı gezdirdiğimde bu halimden gerçekten zevk aldığı belliydi. Ben ise cümlemi tamamladım.
"Sen anca o çöplükte kedilerin öylece oynadığı bir fare olursun."
Gülümsemesi büyüdüğünde kimseyi gözü görmüyordu. Bana doğru eğildiğinde ise artık çocukluğum bile bu uslanmaz arsızdan sıkılmaya başlamıştı.
"Benimle oynayan kedi sensin o halde."
Parmaklarım yarasının üstüne sertçe baskı yaptığında eli doğruca elimi bularak uzaklaştırdı beni kendisinden. Sanırım artık yapabileceklerimi biliyor ve kendince tedbir alıyordu. Bu ise asıl beni eğlendirendi. Hafifçe güldüm bu haline.
"Ben daha seninle oynamadım bile."
Elimi elimden kurtardığımda tehditkar bir biçimde salladım. Gülen yüzüne rağmen canı sıkılmıştı. Artık anlayabiliyordum.
"Kendini benden, Sait'in arkasına saklasan iyi edersin."
Sözlerimin ardından bir adım gerilediğimde derin bir nefes verdim. Kaan hemen yanımda bu yakınlığa karşın gerilmişti. Sinirini hissediyordum. Elalar gözlerime kısa süreliğine dalmıştı. Yutkunduğunda afallayan o gülüşünü geri eski haline getirdi. Bu konuda onu Sarı'ya benzetiyordum işte. İkisi de gevşek gevşek gülme konusunda birbirlerinin eline su dökemezlerdi. Deniz ürkek bir biçimde yanıma geldiğinde sanki benim gücüme dayanmak ister gibi koluma girdi. Ayaz hafifçe başını salladığında ise onun ardından sinir olduğum o kişi adımladı. Destek olması gerekmişti sanırım.
"Ben de seni bu konuda uyarmıştım. Sait'e kafa tut-"
"Seni hala hiç kale almadığımın farkındasın değil mi?"
Sözünü umursamazca böldüğümde bunu doğruca yüzüne söylememi beklemiyordu. Üzerine yine pahalı diye en rüküş kırmızı elbiseyi giymişti. Ona bu sabah dediğim dokunmuş olmalıydı. Kaşları çatıldığında üzerime doğru bir adım atacaktı ki Kaan'ın koca vücudumu önüne atmasıyla sinirlenen bedeni de korkuyla duraksadı.
"Fazla konuştuğunu söylemiştim."
Buz gibi o ses Kaan'dan çıkmıştı. Ve evet. Masal ile tanışmışlardı. Ona uçak biletlerini veren bu kızdan başkası değildi. Manyak ile ne anlattığını hala öğrenememiştim. Lakin Kaan bu sabah onda iyi bir korku yaratmıştı. Bu o fardan gözükmeyen gözlerinden belliydi. Ayaz hala kızın önüne geçmeden öylece bana bakarken Kaan bir adım daha attı.
"Kendini gösterme çaban bir gün hayatına mal olacak."
Kaan buz gibi konuşurken hafifçe güldüm ve Ayaz'a baktım.
"Bunu da ben zevkle yaparım."
Masal'ın konuşmamın ardından bana baktığını hissetsem de elalardan ayırmadım gözlerimi. Birkaç saniye dursa da en sonunda ne düşünüyorsa o düşünceden çıkarak her zaman ki gibi tebessüm etti. Masal'ı ise sonunda Kaan'dan korumak adına önüne geçse de Kaan gözlerini ondan asla ayırmayacaktı. Ben ise buna adım kadar emindim. Ayaz'ın gözleri gözlerimi bulduğunda boğazını temizledi.
"Sizi yan odaya alayım."
Kaan'ın omuzundan tuttuğunda Kaan en sonunda daldığı Masal'dan gözlerini ayırdı. Ayaz ise hafifçe güldü ve mırıldandı.
"Seni ise Masal ile yalnız bırakıyorum."
Gözleri Masal'ı bulduğunda lafın bana geldiği belliydi. Deniz kolumu daha da sıkı tutarak mırıldandı.
"Ne? Nereye?"
Elim onu sakinleştirmek adına ince parmaklarını bulduğunda kızıl mırıldandı.
"Sait onunla tek konuşmak istiyor."
Net cevabı ile Kaan bana baktı. Derin bir nefes verdim ve başımı sorun yok der gibi salladım. Ama beni Masal ile tek bırakmamalardı. Bu konuda kendime hiç güvenmiyordum açıkçası. Ayaz hafifçe güldü ve kendini tekrar saklamaya çalıştı.
"Merak etme, çöplükte seni yalnız bırakmam. Bu koca oğlan ile konuşup gelirim."
Bana göz kırptığında Kaan'ı zorlukla çevirdi. Gözleri Deniz'i bulduğunda onun da gelmesini istediği belliydi. Gözlerim sarışınıma döndüğünde tedirgindi. Ama kendisi için değil, benim içindi. Ona doğru eğildim ve fısıldadım.
"Sarı falan buraya gelirse o kendini parçalamadan şu kırmızı elbiseyi parçalamam lazım. Beni merak etme sen." Gözlerinde olan korku dediğim ile yavaşça solarken bilerek onu ittirdim ve sırıttım. "Kendi aşkını merak edebilirsin."
Hafifçe güldüğünde kolundan çıktım ve Kaan'ı işaret ettim. Kaan onu yanından ayırmazdı biliyordum. Yine de o da kendine dikkat etmeliydi. Bedenimden sakince uzaklaşırken Ayaz bana baktı ve gülerek konuştu.
"Bensiz dayanabilir misin?"
Kaan sinir ile ona dönse de benim gözlerim Masal'da durdu. Kaan'ın gitmesiyle gözlerine yine o dik dik bakan ifade yerleşmişti. Ben ise oldukça rahat bir biçimde mırıldandım.
"Seni öldürmeden onsuz dayanabilir miyim sence?"
Ayaz hiç şaka olmayan şakama aptalca bir gülüş sergilediğinde Kaan ile birlikte yavaşça adımladı ve konuştu.
"Kimseyi bıçaklama."
Son sözleri bunlar olurken yanımdan ayrılan bedenlere baktım. Ardından hala bana bakan Masal'a. Ya ben Sait ile konuşmayacak mıydım? Bu aptallar ne alakaydı? Gözlerim odaya giden Ayaz'a baktı. Gözleri kapıyı kapatmadan önce gözlerimi buldu. İyiydi. O yaraya rağmen şuan ayakta olması gayet iyi olduğunun bir göstergesiydi. Sandığımdan dayanıklıydı. Kızıl saçları kapının kapanmasıyla kaybolurken derin bir nefes verdim ve hala aptal gibi beni süzen kıza baktım. Kollarını göğsünde bağlamış hala üsten üste bakıyordu. Ben de umursamazca baktım. Lakin saniyeler içinde daralmıştım.
"Böyle bakışacak mıyız?"
Saniyeler sonra deşebileceğim gözleri bedenimi alaycı bir biçimde süzdü. Kaan'dan çekiniyordu ama bana geldikçe oldukça rahattı. Giydiğim takımı aşağılayıcı bakışlarını gezdirirken mırıldandı.
"Senin gibi birisinin burada olması bile lüks."
Bana söylediği şeyin ardından hafifçe güldüm. Ne sanıyordu acaba? Gerçekten bir kafe sahibi olduğumu falan mı? Paradan yadırgıyordu sürekli. Derin bir nefes verdim. Ona doğru bir adım attığımda gözleri gözlerimi buldu. Ben ise giydiği iğrenç elbiseye baktım. Bedeninden küçük almıştı. Resmen üzerine yapışmıştı. Emin olduğum ise bu elbisenin hafif bol bir biçimde daha güzel olacağıydı. Bir adım daha attım. Yeni eğlencem karşımda ki kadındı. Bana karşı nasıl davranması gerektiğini bilecekti. Boyum topukluları yüzünden milimlerce kısa kalırken alttan gösterecektim ona gücümü. Öğrenecekti o da. Yaptığı ağır makyajda gezdirdim gözlerimi. Abartıydı. Çok abartıydı. Gülüşüm büyüdü. O ise hala bu tavrımı anlayamamış, kendine güveni ise hala tamdı.
"Benim gibi birisine bu lüks yerde güzel hizmet et o zaman."
Elim açık omzunu bulduğunda gülüşü donuklaştı. Elbisesini yavaşça düzelttim ve mırıldandım.
"Ki sonun kötü olmasın."
Tebessümüm büyürken makyajdan gözükmeyen gözlerine baktım. Yüzü solmuştu. Ama içinde canlanan hırsı görebiliyordum. Öğrenecekti.
"Sen ne saçma-"
"Sait ile nerede konuşacağım? Zamanımı boşa harcamak istemiyorum."
Net sözüm ile cevabını ağzına tıkarken derin bir nefes verdi. Tekrar konuşmak için ağzını açmıştı ki asla geri adım atmadım.
"Masal, yapacağın bana hizmet etmek ve yolu göstermek. Zor bir iş olmasa gerek değil mi?"
Hizmet sözcüğünü bastırdığımda tüm vücudu gerildi. Anlaşılan bu hanımefendiyi fazla aşağı sularda yüzdürmüşlerdi. Kendisini her altta gördüğümde daha da geriliyor, su yüzeyine çıkmak için daha da hırslanıyordu. Bilmediği ise benim onu boğabilecek olmamdı. Tebessümümü asla bozmadım. Karşımda sinirini korumaya çalışırken gözlerinin baktığı o yönü işaret etti.
"Buradan."
Bedenim gösterdiği yöne doğru dönerken büyük alanın hemen dışına doğru giden küçük bir koridor vardı. Adımlarım beklemeden o yönü bulurken asıl canımı sıkan şuan Kaan ve Deniz'in benden ayrı kalmasıydı. Bu arkamdan beni takip eden Masal malı değil yani. Koridoru görebileceğim bir şekilde yaklaştığımda adımlarım yavaşladı. Loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. Ve gerçekten dardı. Üç kişi yan yana geçemezdik. Bu da cesedim buradan çıkacaksa bunu zorlaştırırdı yani değil mi? Bence beni burada öldüremezlerdi yani. Koridor üç kapıya açılıyordu. Lütfen birisi dışarıya açılan kapı olmasın çünkü üç kapı da dip dibeydi. Kısaca dışarı açılan varsa çok da basit ceset gömülürdü.
"Buyurun lütfen Çisem Hanım."
Masal arkamdan alay edermişçesine güldüğünde çocukluğum derin bir nefes verdi. Bu ise beni rahatlatan ana kaynak oldu. Adımlarım tekrar bir ritme kavuştuğunda topuklumdan çıkan sesler sanki ölümüme ya da bitimime kalan dakikaları sayıyor gibiydi. Ama bildiğim şeyler bana cesaret verenlerdi. Kapıların bitimine geldiğinde Masal'ın söylemesini bekledim. Lakin konuşmayınca ona dönmek zorunda kaldım. Halime acır gibi bakıyordu. Üzerime doğru eğildiğinde bu sefer o önüme doğru gelmiş saçı nazikçe düzeltti. Ardından fısıltısını duydum.
"Buradan aynı bu şekilde çıkabilirseniz lütfen beni bulun, Çisem Hanım."
Çisem Hanım'a baskı yaptığında üzerime eğilip hemen arkamda kalan kapıya elini vurdu. Hafif bir korku dalgası kalbime inerken içeriden "Gel!" sesi beni kendime getirdi. Hafifçe gülümsedim ve fısıldadım.
"Kötü çıkarsam, benden kaçın."
Arkamı sözlerimin hemen ardından dönerken derin bir nefes verdim. Kapı koluna tutundum. Kötü çıkarsam iki gün üzülür, üçüncü gün üzerdim. Kapıyı açtığımda içeriye adımlamıştım ki Masal'ın sesini duydum.
"Kaçması gereken sizdiniz."
Söyleyebilecek ne bir sözüm ne de zamanım kalmıştı. Adımlarım içeriye girerken kapıyı ardımdan kapattım. Beni karşılayan oda ne çok büyüktü ne de çok küçük. Ama yine loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. Büyük bir L koltuk vardı. Masa. Büyük bir ekran ve... Ekranın hemen yanında beni gülerek bekleyen o adam. Kapı kolunu tutan parmaklarım yavaşça çözüldüğünde yaralarım soğuk demirden uzaklaştı. Sait Uluç. Gülerek yaşlanmış olan bedenini bana doğru çevirdi ve bir adım attı.
"Bakıyorum da kimler gelmiş?"
Boğuk gelen sesi beni kendime getiren şey oldu. Ona doğru bir adım attığımda kanımda dolaşan o cesaretim sonunda bedenime doldu. Çocukluğum bu anı bekliyordu. Adımlarım ona doğru yaklaşırken hafifçe gülümsedim.
"Beklemiyor muydunuz?"
Elini aynı o gün ki gibi öpmem için ileriye doğru uzattığında gözlerim buruşmakta olan teninde gezindi. Çisem. Ben Çisem Kalen'dim. Bugün öğrendiğim şey ise karşımda gördüğüm adamın kendi korkularıma göre bir hiç olduğuydu. Ben Çisem Kalen. Yasin Kalen'in kızı. Babasından nefret eden o adamın kızıyım evet. Ama her çocuk kendi ailesinden bir şey öğrenir. Öğrenir yani öyle değil mi? Gözlerim göz altları çökmüş o adamın gözlerinde gezindi ve yavaşça gülümsedim. Evet. Öğrenir. Ben de öğrendim. Yasin Kalen'den öğrendiğim ilk şey ise kim olursa olsun asla kendinden ödün vermeyeceğiydi. Elim elini bulduğunda gülen yüzü donuklaştı. Elini sıkıca kavradım. O gün buraya gelen kız ile aynı kız değildim. Bunu o da görmeliydi. İkinci öğrendiğim şey ise öldürmekti. Evet. Babamdan öğrendiğim ikinci şey öldürmek ve asla ölmeyeceğimdi. Bu yüzden karşımda olan adamın elini sıkmakta asla çekinmedim. Beni bugün öldüremezdi. Canımı acıtabilirdi. Ama çabuk toparlardım. Acıtabilirlerdi. Karşımda olan adam yaptığım ile donuklaşırken ona uzun zamandır kimsenin saygısızlık yapmadığını anladım. Çok yazık. Çünkü bu gün deli bir tarafım vardı. Asla uslu durmayacak deli bir taraf. Elini elimden kurtardığında hafifçe güldü. Bir kaşını kaldırdığında mırıldandı.
"En azından bunu beklemiyordum."
Hafifçe güldüm.
"Şartlar ve koşullar farklı."
Beni alaya aldığı belliydi. Bedenimi süzdü ve mırıldandı.
"Bu şart ve koşullar babandan mı geçiyor? Ona mı güveniyorsun?"
Bu dediği ile alaycı bir biçimde gülen ben oldum. Babam. Yasin Kalen. Başımı olumsuzca salladım.
"O gün ile bu gün arasında fark babam mı sizce?"
Beni anlamak ister gibi baktı. Ben ise soğukkanlılığımı korudum. Güvendiğim tek bir şey vardı. Ki bunu da o yaşlı beden biliyor olmalıydı. Ama içimde olan korku yavaşça giderek soluyordu. Günlerdir içim içimi yerken şuan o duygu yok olmuştu. Çocukluğum sağlamış sanmıştım.
"Soyadım Sait Bey. Soyadıma güveniyorum."
Soyadım demek çocukluğum demekti. Anlamış gibi güldü. Lakin bu sefer gülüşü kısa sürdü.
"Seni babana benzetmişlerdi de inanmamıştım." Bu dediği ile bedenim gerilirken o güldü. "Babanın aynısısın Kalen." Soyadıma vurgu yaptığında çocukluğuma oynuyordu. "Baban da karşıma ilk çıktığında bu kadar cesaretliydi."
Gözleri bedenimi süzdüğünde bu söz canımı yaktı. İki. Bu gün iki kişi beni bu şekilde yargılamıştı. Babam. Ona mı benziyordum gerçekten? Biri çok sevdiğim bir kişi tarafından biri karşımda ki adam tarafından söy-
Çocukluğum düşüncelerime el attığında derin bir nefes verdim ve tebessümümü korudum. Yeri ve zamanı değildi. Gerekirse beni babam gibi görebilirlerdi. İlk defa bir canavarın kızı olmaktan çekinmiyordum. Çünkü etrafım zaten canavarlarla doluydu. Karşımda ki yaşlı bunak ise bu halime daha da güldü ve fısıldadı.
"Ama ben o cesareti kırmasını bilirim."
Bu dediğine histerik bir gülüş yolladım. Ama beklemediğim bir biçimde konuyu değiştiren o oldu. Bedeni ekranın önünden ayrılırken odanın bir köşesinde kalmış olan masaya doğru ilerledi. Masa da olan içki şişeleri gözüme yansırken gülüşüm daha da büyüdü. Umarım ciddi değildir. Onun ile birlikte içeceğimi düşünüyor olamazdı değil mi? O arkası dönükken ise bana doğru seslendi.
"Çekinme, lütfen otur."
Dedikleri ile gözlerim koltuğu bulduğunda derin bir nefes verdim. Adımlarım zorlukla koltuğa ilerlerken içimde bir daralma başlamıştı. Odanın loşluğundan olsa gerekti. Neden bu kadar sarı ışık kullanılmıştı ve neden sarı olmalarına rağmen az sayıdalardı? Oturasım nedensiz gelmiyordu. O bardakları doldurduğunda her ihtimale karşın dikkatle baktım. Bardağıma bu şerefsiz her an herhangi bir şey atabilirdi. Emindim. Bardakları dikkatle doldururken alaycı bir sesle beni görüyormuş gibi güldü.
"Hiçbir detayı kaçırmadan inceliyorsun."
Ona baktığımı elbette ki anlamıştı. Elinde ki bardaklar ile bana doğru dönmüştü.
"İncelenesi bir şey var demek ki."
Dediğim ile o sahta gülüşü genişledi.
"Güzel bahane."
Elinde içkiler ile yanıma yaklaştığında birisine bana uzattı. Yavaşça aldım.
"Otur lütfen."
Koltuğa mecburen oturduğumda hemen ardımdan oturdu. İçki bardağına baktım. Şarap. Hafifçe güldüm. Neye güldüğümü bilmiyordum. Tek bildiğim çocukluğumun çok rahat olmasıydı. Sıkıntı ise benim de tamamen ona dayalı olmamdı. Geldiğimizden beri ağzımı ben olarak asla açmamıştım.
"Neye gülüyorsun?"
Gözlerimi kaldırdığımda gözleri beni süzüyordu. Derin bir nefes verdim ve içkiyi önümde duran sehpaya bıraktım. Elbette ki içecek değildim.
"Halime."
İnşallah sağır değildi de mırıldanmamı duymuştu. Gözlerimi kaldırdım. Değilmiş. Benim aksime şaraptan yudumladığında güldü.
"Açıkçası sevdim seni. Acınası bir durumdasın ama başın dik."
Direkt böyle girmesini beklemeyen yüzüm donuklaştı. Bu halime ise daha da güldü.
"Şaşırma öyle kızım. Yalan mı söylüyorum?"
Yutkunduğumda tekrardan gülümsemeye çalıştım. Çok başarılı olduğum söylenemezdi tabi.
"Acınası halimi siz bitireceksiniz, öyle mi yani?"
Bu dediğime daha da keyiflendi.
"Ben öyle bir şey demedim."
Derin bir nefes verdim. Sandığımdan daha karmaşık birisiydi. Sözlerini pek anladığım söylenemezdi. Yarıladığı bardağını benim gibi bıraktığında donuklaşan yüzüme doğru eğildi.
"Tahminlerin var değil mi?"
Kaşlarım çatıldı. Ne zırvalıyordu bu yaşlı bunak? Çünkü ben yine bir şey anlamıyordum.
"Öldürüleceğini düşünerek gelmiş olabilirsin, arkadaşlarınla tehdit edilebileceğini düşünerek gelmiş olabilirsin, baban ile tehdit edebileceğimi düşünmüş olabilirsin ya da tüm gerçekleri anlatmamı bekliyorsundur. Değil mi?"
Boş boş yüzüne bakarken gülümsedi.
"Ve tüm bu ihtimaller için ya bir güvencen ya da bir planın var." Elini kaldırdığında beni işaret etti. "Çünkü sen bir Kalen'sin."
Çocukluğumun gerildiğini hissediyorum. Ve gerilmesi tüm bunları onaylıyordu. Hepsine bir güvencem ya da dayanağım vardı. Sait ise yüzümden anlamış gibi güldü. Sıçayım ki bu adam beklediğim gibi değildi. O yemekte ki gibi birisi olarak sanmıştım oysa ki.
"Ama kaçırdığın şey, benim zaten Kalen'leri tanıyor olmam. Siz her ihtimali inceler, her türlü planı kafanızda gerçekleştirirsiniz."
Kaşlarım çatıldı. Beklediğim konuşma bu değildi. Bunu bugün ikinci duyuşumdu ve sinirlerimi bozuyordu.
"Bu yüzden sizde sürekli işleri tersten işlerim kızım. Farklısınız. Ben de ona göre oynarım."
"Ne?"
Sesim kısık çıktığında içkisine tekrar uzandı.
"Bugün dik tuttuğun o başını eğeceksin. Baban gibi." Sesine nefret vurduğunda bana doğru eğildi. "Baban doğru olanı yaptı ve eğdiği başını bir daha kaldırmadı, sen de onun yolundan gidersen kurtarırım seni."
Çocukluğum sinirleniyordu. Kurtarmak mı? Hafifçe güldüm. Yılların biriktirdiği bir egosu vardı. Ben ise o egoyu bitirmezsem emindim ki sinirlenmeye başlayan çocukluğum kökten kesebilirdi. Derin bir nefes verdim ve gülüşüm onu aşağılayıcı bir hal aldı.
"Sürekli benim sorunlarımdan mı bahsedeceksiniz?" Bunu beklemiyordu. Ama kimse çocukluğuma fazla yüklenmemeliydi. "Sizin sorununuz da beni direkt Kalen olarak değerlendirmeniz. Ve yılların biriktirdiği egonuz."
Bunu beklemezken bardağını parmakları sıktı. Ben ise ellerimi açtım ve sırıttım.
"Sait Uluç beni benden kurtarabilir mi?"
Gözleri ellerime kaydığında tırnak izlerimin açtığı yaraları gördü. Yüzünü buruşturduğunda görmesiyle kaçması bir oldu. İçkisini yudumladığında mırıldandı.
"Beni tehdit edebileceğiniz tek nokta babam. O yüzden şovu kesin ve başlayın."
Gözleri gözlerime geldiğinde başını olumsuzca salladı. Ardından her şeye rağmen yine de o lanet dudakları kıvrıldı.
"Yanılıyorsun."
Kısa cevabının hemen ardından ayağa kalktığında tekrar masaya doğru ilerledi. Şarap yenileyecekti anlaşılan. Derin bir nefes verdim. Ben şimdiden çok sıkılmıştım. Bu böyle böyle bir yere gitmezdi. Zorlukla ayağa kalktığımda konuştum.
"Ne yapacaksınız benimle?"
Şarabı doldururken ona doğru yaklaştım. Hafifçe gülmüştü. Anlaşılan onun nizamına göre hareket edecek olduğumu anlamam hoşuna gitmişti. Ona doğru bir adıma attım. O ise konuştu.
"Senin yüzünden kaç milyon kaybettim haberin var mı?"
"Konu para yani?"
Başını olumsuzca salladığında masadan destek alarak bana baktı.
"Konu, beni umursamayan kişiler. Bir rüzgara kapılıp gidiyorlar."
Anlamamıştım. Kişi? Rüzgar? Ne diyordu bu? Yaşlanınca da böyle kafa gidecekse ben yanmıştım.
"Ne?"
"Eren Korlu ve Aras Altan. Şimdi bir kişi daha ekleniyor."
Anladığım ile hafifçe güldüm. Saygınlığını yitiriyordu sanırım karşımda ki beyefendi. Derin bir nefes verdim ve anladığımı belli ettim.
"Bulut."
Fısıldamam ile kafasını salladı. Ben ise sadece şaşkındım. Bir insan para için nasıl bu kadar düşebilirdi?
"Para için her şeyi yapabilirsin değil mi?"
Ona net bir biçimde baktım. Sarı'nın dediğini hatırlıyordum. Abisini öldürmüştü. Gözlerinde biraz olsun duygu arıyordu gözlerim. Ama sıfırdı. Hiçti.
"Para herkesi değiştirir. Seni bile."
Kafamı olumsuzca salladım. Bir duygu beklemiyordum evet. Ama bu kadar duygusuz olmasını da beklemiyordum.
"Para için asla değişmem."
Bana alayla güldü.
"Para için adam öldüren birisi mi söylüyor bunu?"
Derin bir nefes verdim. Ardından gülmeye çalıştım. Ruhum daralmıştı. Bir şey beni olumsuz etkiliyordu bu odada.
"Para için değildi."
"Ne içindi?"
Masaya doğru ilerledim. Normal bir kafayla çekilmezdi burası. Ama onun kattığı bardaktan da asla içmezdim. Temiz bir bardağı seçtim. Hemen yanımdan bakıyordu. Onun içtiği şişeyi aldığımda kendi bardağıma doldurdum.
"Can acımı dindirmek içindi."
Bardaktan büyük bir yudum aldığımda soğuk sıvı mideme doğru yol aldı. Daralan bedenim soğuk ile biraz olsun rahatlarken gözlerimi araladım. Bu halimi keyifle izliyordu.
"Can acının geçmesi için insanlardan değil, kendinden kurtulmalısın."
Beni biliyordu. Araştırmıştı. Her yaşımı, her işlediğim cinayeti biliyordu. Hafifçe güldüm.
"Bunu bana sağlayabilir misin Sait Uluç?"
İsmine vurgu yaptığımda gözleri gözlerimde gezindi. Gülümsemesi donuklaşmıştı. Saniyelerce bir şey düşündü. Ben ise cevabını bekledim. Gözleri gözlerimi bulduğunda ise başını olumsuzca salladı.
"Senin için daha iyi planlarım var."
Evet demesini beklemiyordum zaten. Anlamış gibi başımı salladım ve içkimden bir yudum daha aldım. Ama rahatlamam gerekirken daha da daralıyordum. Bugünün bitmesi gerekiyordu. Acilen.
"Ne gibi?"
Bıkkınlığımı sesime yansıtmaktan çekinmedim. Bu halimi süzdü. Sanki oynayacağı oyunu bedenimde kuracaktı. Hafifçe güldü.
"Dağılan kafaları geri toplamak gibi."
Kimden bahsettiğini anlayabiliyordum. Derin bir nefes verdim. O ise sıkıntımı geçirecek o cümleyi sonunda kurdu.
"O gün, baban beni aradı."
Bakışlarım doğrudan gözlerine tırmanırken oldukça netti. Bardağında parmakları dolaştı. Hafifçe güldü.
"Evini yakmasını ben söyledim."
Tüm vücudum gerilirken gözleri ifademdeydi. Tırnaklarım derime batarken yutkundum. O ise mırıldandı.
"Yangının ne ifade ettiğini bile bilmiyorsun değil mi Kalen?"
İçkimden bir yudum daha aldım. Ne zaman vuracağı belli olmuyordu. Selim. Selim'in evini karşımda ki adam mı yakmıştı? Babalık yapan adamın bana aldığı evi babam denen o pislik yakmış ve emri karşımda ki adam mı vermişti? Hafifçe güldüm. Sonunda başlıyorduk. Tüm konuları geçmiştik. Gülümsemem büyüdü. Gülmemi elbette ki beklemiyordu. Şok olmamı mı bekliyordu? Gülen yüzü gülüşüme takılmıştı. Masadan ona doğru eğildim.
"Anlatın. Anlatın ki beni yaşatın."
Çocukluğumun şu güne kadar beni öldürmeme nedeni intikam arzusuydu. Bu halime güldü. Ama içkisinden yudumlaması planını bozduğumun göstergesiydi. Bardağını bitirdiğinde güldüm. Çocukluğum günlerdir bu ana hazırlanıyordu. Ve elbette ki indirmek istedikleri başımı asla indirmeyecektim. Sait beklediğimden de basitti. Gururu her şeydi. Ve ben onun gururunu her saniyede yok sayacaktım. O ise beni gebertemeyecekti.
"Emin misin?"
Başımı olumlu olarak salladım. Başlıyorduk. Ve ben kendim ile ilgili her şeye hazırdım.
"O gün arkana baksaydın gördüğün yüzlerden anlardın. Eren ve Aras'tan."
Ne? Eren ve Aras mı? Ne alakaydı? Hafifçe güldü karşımda Sait. Bunu beklemediğimi biliyordu.
"İkisi de şuan yolda. Buraya yetişmeye çalışıyorlar. Çünkü sana tüm olan biteni yanlış anlatacağımı düşünüyorlar." Yutkundum. Ne oluyordu? Sait kafasını olumsuzca salladı. "Ben ise sana tüm gerçekleri anlatacağım."
Bardağına gülerek şarabını kattığında mırıldandı.
"Senin de ihtiyacın olacak."
Bana da doldurduğunda kendim ile ilgili bir şey bekliyordum. Tam olarak ne oluyordu? Sait mırıldandı.
"Kamer ve Arda'yı bilmiyorsun değil mi?"
Anlamayarak gözlerine baktım. O ise bana bakmıyordu. Şişeyi geri yerine koyduğunda konuştu.
"Oysa baban ikisiyle de seni tanıştırmıştı." Bana doğru eğildi. Ben ise hala hiçbir bok anlamıyordum. "Kamer Korlu ve Arda Altan. Tanıdık geldi mi?"
Duyduğum isimlerim ile gülmeye zorladığım yüzüm gaflete uğrarken Sait güldü. Kamer Korlu mu? Arda Altan... Tırnaklarımı derime batırdım. Çocukluğum bu konuda yetersiz kalacaktı. Kime mi? Kalbime. Zorlukla bastırdığında güldüm.
"Hatırlamıyorum."
Anlıyormuş gibi başını salladı. Ardından mırıldandı.
"Küçüktün, normal." İçeriye doğru döndüğünde koltuklara doğru adımladı. "Ama kendileri var merak etme."
Eğilip bir tuşa basmasıyla büyük ekran aydınlandı. Loş oda beyaz ışık ile aydınlanırken yutkundum. Gözüm oraya dönerken bulanık o fotoğrafa baktım. Kaşlarım çatıldı. İki adam gülerek ekrana bakıyordu. Siyah o gözleri gördüğümde kim olduğunu anladı zihnim. Bardağı elim sıktı. Kamer Korlu. Manyak babasına benziyordu. Çok benziyordu. Hemen yanında olan kişiye baktım. Arda Altan. Kumrala çalan saçları vardı. Gözleri Sarı'dan başkası değildi. O alaycı gülüş bile karşımda onu gösteriyordu. Yutkundum. Bunlar ne alakaydı ve neden bana gösteriyordu? Bana beni anlatmalıydı. Benimle vurmalıydı beni. Gözlerimi ekranda olan adamlardan zorlukla ayırdığımda halime güldü. Ardından hiç beklemediğim o cümleyi kurdu.
"İkisini de abim öldürdü."
Bedenim buz keserken o duygusuzca karşımda gülüyordu. Ne demişti? Çocukluğum zorlukla bedenimde kalırken kulaklarımdan geçen cümleyi anlamdırmaya çalıştım. Kim demişti? Başım dönüyor gibi oldu. Elinde olan kumandayı sallarken yanıma keyifle yaklaştı.
"Nedenini öğrenmek ister misin?"
İstemiyordum. Bana beni anlatmalıydı. Babam ile tehdit etmeliydi. Bunlar olmazdı. Öğrenmek istemiyordum. Bugün karşımda çöken o siyahların nedenini öğrenmek istemiyordum. Dayanamazdım. Yapamazdım. Sait ise durmadı.
"Çünkü bizimle anlaşmadılar. Koral Holding hisseleri bize geçmedi. Sonuç ise abimin kızgınlığı ile ölümleri oldu." Gözlerimi kapattım. Para. Para için miydi iki adamın ölümü. İki ailenin yok oluşu bunun için miydi? "Tamam, abim hatalıydı. Haklı bu konuda herkes. Cezasını da bizzat ben kestim." Yanıma yaklaşan adım seslerini hissediyordum. Gözlerimi ise açamadım. "Öldürdüm onu."
Bedenim ürperdi. Duygusuz bir şekilde söylemişti. Ben kardeşim için yıllardır kendimi affedemezken o nasıl da acımasızca bir çırpıda söylemişti? Nasıl dayanıyordu? Çocukluğumun gittiğini hissediyordum. Kafam bozuk olursa gelirdi. Gözlerimi araladığımda içkimden hızla yudumladım. Sait güldü.
"Bu daha başlangıç ama."
Bardağım biterken titreyen bedenim hala duyduklarının şokundaydı. Bir yandan da başım dönüyor gibiydi. İçkinin bu kadar çabuk etki etmesini beklemiyordum.
"Devamında ne oluyor bilmek ister misin?"
Gözlerimi kaldırdığımda gözlerime bakıyordu. Gülüyordu. Karşımda gülüyordu. Elimde tuttuğum bardak ile öldürebilirdim şuan onu değil mi? Tek yapmam gereken bardağı masaya vurmak ve o kafasına saplamaktı. Bedeni dayanamazdı bile. Derin bir nefes verdim ve düşüncelerim ile yerine gelen çocukluğum beni güldürdü. Dedikleri gibi, zayıflığını gösterirsen seni tam olarak o noktadan vururlardı. Sait ise sanki çoktan o noktayı bulmuş gibi mırıldandı.
"İki dost aile hisseler için birbirine girdi."
Bardağı sıktım. Diğer elimden kanımın tırnaklarımın arasında yer aldığını hissedebiliyordum. Sait bu halime daha da güldü. Ardından önüme düşen saçımı sakince geriye itekledi.
"Bak, beklemediğin bir yerden girince o yüzün nasıl da düştü. Ama şimdi dinleyeceklerin canını daha da acıtacak."
Kumandaya bastığında yeni bir görsel belirdi ekranda. Gözlerim oraya kayarken dört çocuk gördüm. Birisi büyüktü. On sekizlerinde olmalıydı. Sarışın küçük bir kız çocuğu vardı bir oğlanın kucağın-
İki yaşıt olan çocuğa baktım. Sarı ve Manyak'tı. İkisi de gülüyordu. Sarı'nın kucağında olan kıza baktım. Kendisininki gibi sarı saçları uzundu. Beni benzettiği kız kardeşi... Gözlerim Manyak'ın omzundan tutan büyük çocuğu buldu. Abisi miydi? Mutlulardı. Hepsi gülüyordu. Yüzlerinden belliydi. Sahilde çekilmişlerdi fotoğrafı. Arkalarında deniz vardı. Sait derin bir nefes verip arkasını döndü.
"Kızın adını ne yazık ki hatırlamıyorum. Çok da yaşamadı zaten."
Dediği sözler kulaklarımdan geçerken donuklaştım. Ne demişti o? Ben daha ona şaşıramadan kumandayla işaret etti.
"Büyük olan, seninkinin abisi. Burak. İyi bak ona."
Gözlerimi zorlukla daha küçük olan kızdan çektim. Burak. Manyak'dan farklıydı. Babasına çok benzemiyordu. Sadece saçlar. Sait düşüncelerimi böldü.
"Çocuğun içinden ortaya hisseler girince canavar çıktı. Bütün aileyi birbirine düşüren kişi kendisi."
Bunu beklemiyordum.
"Ne?"
Sait hafifçe güldü.
"Aras öldürmese onunla çok iyi planlarım vardı. Para için yaşayanları severim."
Her bir lafıyla beni şoka sokabiliyordu. İçkimi tekrar doldurdum. Buradan sonrası daha da kötüleşecek gibi hissediyordum. Beklemediğim ise kapının çalması oldu. Sait güldü.
"Kısa bir ara. Gir!"
Kapıya döndüğümde duyduklarımı sindirmeye çalıştım. Ama kapıda gördüğüm beden beni daha da mahvetti. Ayaz. Dediği gibi gelmişti. Fırsat bilerek içkide olan yudumlarımı arttırdım. Kalbim dayanmayacak gibiydi. Sevdiklerimi bir başkasından dinlemek... İhanet ediyor gibiydim. Gözlerimi zorlukla kaldırdığımda Ayaz başı eğik bir biçimdeydi. Yutkundum. Biraz daha. Biraz daha dayanmalıydım. Belki yalandı. Yalan olabilirdi. Yalan. Beni zor durumda bırakmak için yalandı.
"Efendim."
Başı yere eğik, asla kalkmıyordu ve onu ilk defa böyle görüyordum. Bana bakmamıştı bile.
"Gel gel." Kapıyı kapattığında başını yine kaldırmadı. "Baya kötü mü kolun?"
Başı hala eğikken bana bakmadı.
"İyiyim."
Sait ona doğru ilerlerken neye şaşıracağımı bilemiyordum. Sait hafifçe güldü.
"Haşlamış seni. Ne yaptın lan?"
Ayaz sonunda başını kaldırdığında tebessüm etti.
"Dediğiniz gibi elimi kaldırmadım."
Sait güldü ve bana baktı.
"Bundan sonra kendini korumayı unutma o zaman. Sen de az değilmişsin."
Gözlerim donuk bir biçimde bakarken Ayaz ile göz göze geldik. Karşımda dimdik duruyordu. Yüzümde gördüğü halim, dediklerinin haklılığını yansıtıyordu. Yutkundum ve gözlerimi kaçırdım. Ekranı buldu mavilerim. Siyahlar çocuktu daha. Mutluydu. Bu sabah ki gibi değildi. Gözlerimi kapattım. Beni benimle vurmalıydılar. Onunla değil. Çocukluğum onlara yetersiz kalıyordu. Başım dönmeye başlamıştı.
"Yaptın mı dediklerimi?"
"Yaptım. Her şey istediğiniz gibi."
Sarı'ya kaydı gözlerim. Kız kardeşini sıkı sıkı tutmuştu. Biraz afalladığı kesindi ama gözlerinden belliydi sevgisi. Yiğit ile kendimi gördüm onların bu halinden. Manyak ise zorla güldürülmüş gibiydi. Ama mutluluğu her şekilde anlaşılırdı. On üç, on dört yaşlarında olmalılardı.
"Daha en zevkli kısma girmedim, sen anlatmak ister misin?"
Gözlerim onları bulduğunda Sait sırıtıyordu. Ayaz bana döndü. Hafifçe güldü. Sait ise mırıldandı.
"Sen anlat. Ben sadece izlemek istiyorum."
Sanki sinema izleyecekmiş gibi koltuğa oturduğunda güldü ve bana bardağını kaldırdı. Dinlemek istemiyordum. Ayaz güldü. Gecenin intikamını her zerresiyle alacaktı. Sait ise mırıldandı.
"Burak'ta kaldık."
Yüzü daha da bir aydınlanırken masadan destek aldım. Manyak'ı istiyordum. Kalbim eziliyor gibiydi. Onun hayatını öylece bir başkasından dinlemek canımı acıtıyordu. Ayaz bana doğru yaklaştı.
"İki ailenin evlerinin yan yana olduğunu biliyor muydun?"
Bardağı sıktığımda Sait kumandaya bastı. Fotoğraf değişirken iki tane yalı karşıladı beni. Yan yanalardı. Ayaz ekrana doğru ilerledi. Birisini gösterdi.
"Korlu'ların ve Altan'ların."
Eli bir hizada gittiğinde denizin dibinde olan iskelede durdu. Gülüşü büyüdü. İstemiyordum. Şişeyi titreyen parmaklarım tuttuğunda zorlukla tuttum. Yangın. Bana güzel şeyler anımsatmıyorlardı. Dinlemek istemiyordum. Bardağımı zorlukla doldurduğumda karşılarında böyle durmak çocukluğumu sinirlendiriyordu. Ama gücü kalbime yetersiz kalıyordu. Bugün silmiştik oysa biz onu. Aşık değildik. Sadece basit bir hoşlanmaydı. Öyleydi. Öyleydi yani değil mi? Şişeyi zorlukla bıraktım. İyiydim. Ayaz'a döndü gözlerim. Bu halimi süzüyordu. Gece'den farklı olan bu acınası halime bakıyordu. Gözleri ilk defa bu kadar donuktu. Ama hemen saniyeler sonunda donukluğunu anlamış gibi halime yavaşça güldü. Ve acımadı. Sözcüklerinin hedefini doğuca kalbim olarak belirledi.
"Burak'ın mükemmel planı diğer aileden kurtulmak."
Duyduğum ile şok olurken Ayaz ifademe güldü. Ardından iskeleye vurdu.
"Eren ve Aras iskelede otururken abisi senin aşkını arıyor."
Gözlerimi kapattım. Dinlemek istemiyordum. Ayaz ise hiç durmadan devam etti. Elim zorlukla bardağıma uzandı. İçmek istiyordum. Anlamak istemiyordum.
"Annelerinin nerede olduğunu soruyor. Eren de umursamadan evdelerdir diye cevap veriyor."
Anlamıştım. Her şey zihnimden geçerken bedenim titredi. Ayaz ise durmadı.
"Tek sıkıntı Seher'in Asya'nın evinde olması. Ve o gece Altan'ların yalısının bir anda yanması."
Tüm bedenim titremeye başlarken çocukluğum falan kalmamıştı. Elimden süzülen kanımı hissediyordum. İki eve baktım öylece. Yangın. Yangın. Birimiz soğuktan birimiz sıcaktan ölümüne mi korkuyorduk? Bedenim titrerken gülmesi büyüdü.
"Eren Korlu, kendi ailesinin ölüm emrini veren kişi yani. Sonrasını anlamışsındır. Aras Altan ilk cinayetini Burak'ı öldürerek gerçekleştiriyor."
Elimde tuttuğum bardak yere düşerken ayaklarımın altında parçalandı. Sait karşımda kahkaha atmaya başlarken Kaan'ın cümleleri zihnimde yankılandı. Onu öldürdü diye suçlamıştı. Haberi yoktu. Onun haberi yoktu. Annesinin orada olduğundan haberi yoktu ve Kaan onu suçlamıştı. Benim acımı görürken bunu onlara nasıl bağırarak söylemişti? Sabah yıkılan bedeni hayal ettim karşımda. Ayakta duramayan o beden. Yüzüme bakamayan o beden. Zorlukla ayakta dururken yanan bedenler aklımdan gitmiyordu. Sait ise susmadı.
"Sonrası basit. İki çocuğu sahiplendim. Büyüttüm. Yetiştirdim. Bana olan saygıları bu yüzden. Babalarının katillerini öldürdüm ve onları yaşattım." Oturduğu koltuktan kalktığında gözlerim doldu. "Kısaca Çisem Kalen, onları bana karşı bir savaşa zorlayamazsın. Yapamazlar."
Göz yaşımın akmaması için gözlerimi kapattım. Öldürseydi. Şuan kafamdan sıkıp da öldürseydi keşke. Bu kadar acıtmazdı. Babamın önüne atsaydı bedenimi. Ama bunu yapmamalıydı bana. Kalbim sızlıyordu. Canım yanıyordu. Derin bir nefes verdim. Çocukluğum. Çocukluğum gelmeliydi. Aşık değildim. Sevmiyordum. İki adam da umurumda değildi. Gözlerimi araladığımda Sait ayaklandı oturduğu yerden ve bana doğru adımladı. Daha fazlasını kaldırmazdım. Ayaklarımın altında olan cam parçaları beni kanatsın istiyordum. Yaşamak istemiyordum. Mavilerim daha fazla dayanamazken bir yaş akıttım gözlerimden. Kaybetmiştim. Bugün ben, Çisem kaybetmiştim. Hayır. Bugün ben, Kaçak kaybetmiştim. Kalbimde ki sızı sızladı. Masadan destek alan ellerim bedenimi zor tutuyordu. Bu kadar kötü olmasını beklemiyordum. Nasıl dayanıyordu? Nasıl başarıyordu? Canının acısını nasıl göstermiyordu? Nasıl o siyahlar sıcaktan deli gibi korkarken bana sıcacık bakabiliyordu? Acıyla yutkundum. Sait yanımda doğru geldiğinde kırık camlar ayakların altında ezildi. Gözlerim ekrandan ayrılmazken gözlerimden bir yaş süzüldü. Dayanmalıydım. Çocukluğum dayanmalıydı. Sait hafifçe güldü ve üzerime doğru eğildi.
"Eğer ki benim işimden uzak durmazsan iki tarafın da canını acıtırım."
Gözlerim zorlukla onu bulduğunda hafifçe güldü. Bir adım daha attı bana doğru. Dayanamıyordum.
"Seni babanın eline verir, onları da yanıp öldüğüne inandırırım."
Kulaklarımdan geçen cümleler zihnime ulaştığında dayanamadım. Kalbime giden yoldan geçemedi o cümleler. Tıkandı. Sait gözümden artık benim iznim dışında öylece akan yaşlardan birisini takip etti. Ardından fısıldadı.
"Olur da söylediklerimi ciddiye alıp, başını eğersen seni buradan kaybederim." Babacan bir biçimde tebessüm etti. "Deniz kenarında bir ev, yeni bir kimlik, arkadaşlarının hayatını bağışlarım."
Gözlerimi kapattım. Ciğerlerime hava ulaşmıyordu. Nefes alamıyordum. Sait anlamış gibi mırıldandı.
"Süren başladı Çisem Kalen."
Yanımdan uzaklaşan adımları hissettim. Cebimde taşıdığım küçük çakıyı biliyordum. Ağırlık yapıyordu. Ya ona ya da kendime saplayacaktım. Seçemedim lakin. Çünkü adım sesleri uzaklaşırken, o gitmeden elimi masadan çekmek istemedim. Tüm planlarımı anlattıkları mahvetmişti. Duygularımı bin katıyla yaşıyor gibiydim. Başım dönüyordu. Ellerim. Ellerim sızlıyordu. Çekersem bedenim yere düşerdi. O gitmeden düşmek istemedim. Nefes alamıyordum. Kapı kapandığında acıyla inledim. Nefes alamıyordum. Çoktu. Bu kadarı çoktu. Ellerim masadan kayarken adımın seslenişini hissettim.
"Çisem!"
Bana doğru gelen adım seslerini çıkartamıyordum. Ancak canım acısın istiyordum. Bedenim dökülen camların arasında parçalansın istiyordum. Gerçeklik algım bitsin istiyordum. Ancak bunların hiçbiri olmadan bedenim tutuldu. Gözlerimi açtığımda bulanıktı etraf. Tanıdık o koku burnuma dolarken ben hala nefes alamıyordum. Karşımda beni tutan beden de acıyla inlediğinde bıraksın istedim. Ayakta duracak gücüm yoktu. Hissetmiyordum. Başım dönüyordu. Canımın acıdığını hissetmiyordum. Tek hissettiğim kalbimin ezildiğiydi. Aşk. Aşk ha? Acıdı kalbim. Bu muydu aşk? Sevgi bu muydu? Canımın yanması mıydı? Canım yanıyordu lanet olsun ki. Kanıyordum. Beni tutan eller zorlukla bedenimi kaldırdığında camların arasından uzaklaştığımı hissettim. İyiydim. Kalbimde bir ağırlık vardı ama ben iyiydim. İyi olmak zorundaydım. Beni tutan bedenden zorlukla uzaklaşmaya çalıştığımda mırıldandı.
"Çisem. Saçmalama."
Zorlukla onu kendimden ittirdiğimde gözümden yaşlar süzüldü. İstemiyordum! Kimseyi istemiyordum! Ayaz'dan kendimi kurtardığımda bedenim duvara çarptı. Canım acımalıydı. hayat benden böyle intikam almamalıydı. Öldürsündü. Ama böyle acıtmasındı. Ölmek istiyordum. Ölecektim. Kana bulanmış ellerim gözlerimi bulduğunda zorlukla sildim. Bir karar vermeyecektim. Ölecektim. Sevmiyordum kimseyi. Ben sadece kendimi düşünen bir piç kurusundan başkası olamazdım! Çocukluğum hangi cehennemdeyse çıkıp gelmeliydi. Gözümden süzülen yaşları sertçe sildim. Bana doğru yaklaşan Ayaz'ı gördüm. Acıyan tüm acılarımı bastıracaktım. Haklılardı. Ben çok basite almıştım. Haklıydı. Ben bir Kalen'dim. O ise bizi biliyordu. Acıyla bana yaklaşan Ayaz'ı ittirdim. Adımlarım sarsak bir biçimde kapıya doğru ilerlediğinde tekrar adım seslenildi. Yürüyemiyordum bile. Başım çok dönüyordu. Tutundum o dar koridora. Arkamdan gelen adım sesleri ve söylenmeler kesik kesikti. Bulanıktı her şey. Tek bildiğim canımın yandığıydı. Ve daha da yanacağıydı. Bilmediğim tonla şey olduğunu biliyordum. Ama artık bilmek istemiyordum. O yemek masasına vardığımda tek dileğim bu güne dönmek ve kendi kafama sıkmaktı. Masalardan destek aldığımda dış kapıya doğru ilerledim. Beyaz masa örtülerinde elimde olan kan izlerim geçiyordu. Nefes alamıyordum. Göğsüm daralıyordu. Araba. Arabada silahım vardı. Sıkacaktım kafama. Hiç dönmeyen o silahın yönü bugün bana dönecekti. Kapıya az bir şey kalmıştı ki ayaklarımın yere doğru çökmesiyle yere düşecektim ki belimden tutuldum. Bedenim sertçe kapıya yaslandığında o sesi duydum.
"Kendine gel artık!"
Ayaz isyankar bir biçimde bağırdığında dışarıda çalışan arabayı duydum. Sait gidiyordu. Öldürmüş gidiyordu. Karşımda ki bedenin da yarasından dolayı canı yanıyor olmalıydı ki gülemiyordu. Yoksa gülerdi değil mi? Acıma rağmen güldüm. Gözlerim elalarda gezindi. Acıyla yutkundum.
"Kazandınız Ayaz Kartal. Bu sondu."
Gözleri dediğim cümleleri beklemiyordu. Bu kadar çabuk pes etmemi beklemiyor gibiydi. Ben ise pes etmiyordum. Dayanamıyordum artık. Yanımda olan camdan dışarıya baktım. Hava kararmıştı. Aydınlatan ışıklardı. Bulutlar. Giderek siyahlaşmış olan o bulutlar. Beni bekliyorlardı. Yiğit ablasını çağırıyordu. Sesi zihnimde yankılandı. Niye çabalıyordum ki? Benim tüm dünyam bulutların ardınayken ben daha neyin çabasını gösteriyordum? Neyin acısıydı bu? Kardeşimin intikamının mı? Kabul ediyordum. Ben canımın acısını kabul ediyordum. Artık intikam son bulmuş olmalıydı. Değil mi? Çünkü canım ilk defa bu kadar çok yanıyordu. İlk defa bu kadar çaresiz hissediyordum. İlk defa kaçabileceğim tek yer ölümüm gibi hissediyordum. Acıyla yutkundum ve göz yaşlarıma izin verdim. Aşık değildim. Sevmiyordum. Canım acımıyordu. Arkamda bırakacaklarım umurumda değildi. Ölecektim. Dayanamıyordum. Yapamıyordum. Ayaz karşımda yutkunduğunda fısıldadı.
"Daha bitmedi."
Her şeye rağmen yavaşça gülümsediğinde yüzüme doğru eğildi. İtemedim. Ayakta kalmaya gücüm yoktu çünkü. Karşımda ki adam ise bu halime güldü.
"Sana dedim, onu hafife alıyorsun dedim."
Bedenime biraz daha eğildiğinde eli kalbimin üstünde durdu. Gözümden süzülen yaşa baktı elaları. Bağıramadım. Daha ne vardı? Onuna acısı vardı kalbimde. Kendi acımı bile bastıran bir acı. Daha ne vardı? Yer yoktu. Daha ne yapabilirlerdi? Öldürselerdi. Öldürsünler istiyordum. Ve bunu bugün ben yapacaktım. Ayaz biraz daha eğildiğinde nefesini hissettim.
"O yüzden, eğ şu başını. Kabul et. Bırak yardım etsin Sait."
Yardımdan kastı bu muydu? Kalbim sızladı. Bunu ben de yapabilirdim. Yüreğim kabul etse bunu ben de yapabilirdim. Ama artık kalbim izin veriyordu. Yaşamak için çabalayan bir Çisem yoktu. Yaşamak için çabalayan bir Kaçak yoktu. Yaşamak için çabalayan bir ben yoktu. Gücüm yoktu çünkü. Çocukluğumu hissettim. Ölümüm için buradaydı. Kanayan elimden damlayan kan sesi yere dökülürken acıma rağmen tebessüm ettim. Elalar gülüşüme dönerken fısıldadım.
"İstemiyorum."
Gitmek istemiyordum. Kaçmak istemiyordum. Sevdiklerimi bir kez daha öldürmek istemiyordum. Onun acılarına destek çıkmak istemiyordum. Dayanamıyordum. Bu çoktu. Kendi ailesinin ölüm emrini verişini düşündüm o siyahların. Gülerek denize bakan iki bedeni hayal etti zihnim. Bir telefon geliyordu. İkisinin de sevdiği abilerindendi. Annem nerede diyordu. Basit bir soruydu değil mi bu? O çocuk bedeni düşündüm. Evde deyip belki gülerek, belki de bıkkınlıkla kapatıyordu telefonu. Ardından ise hemen bir yangın başlıyordu o iki bedenin ardında. Çığlık sesleri geliyordu belki. Ailesinin ölümü izletmişlerdi ona. Karşısında yanan bedenlerin seslerini duymuştu o kulaklar. Ama bana hala gülebiliyordu. Ben ise tüm bu duyduklarımdan sonra onun bana destek olmasını isteyemezdim. Çünkü onun bir başka yaralıya daha değil, ona iyi gelebilecek birisine ihtiyacı vardı. Yağmuru belki sırf yangınlar için severken, ben onu sevdiğinden de korkutamazdım. İkimiz terstik. Ben ateşler içinde yanmayı yağmuru reddedip kabul edebilirken o boğulmayı tercih ederdi belki. Biz zıttık. Terstik. Acı içindeydik. Ama onu benden daha iyi yapan şey o telefonu açarken her şeyden habersiz olmasıydı. Benim ise her şeyi bile isteye yapmamdı. Elimi sıktım. Kanlı ellerim her zaman kanlı kalacaktı. Geçmeyecekti. Kanatacaktım. Başkalarıyla da kana bulayacaktım elimi. Bundan emindim.
"Çisem."
Ayaz karşımda çaresizce adımı fısıldadığında gülse bile canı yanıyor gibiydi. Adımı fısıldadığında sanki yaşam tüm düşüncelerimi yanıtladı. Ben Çisem Kalen. Çisem. Yeryüzüne düşen ilk yağmur tanesi demek. Ölmüş bir yağmur tanesi. Üzgünüm anne. Ben hiçbir zaman atıştıran o yağmur altında gezinen kişi olamadım. Üzgünüm anne. Verdiğin ismi taşıyamadım. Üzgünüm annem. Seni de kardeşimi de öldürdüğüm için. Ve baba. Yasin. Bana verdiğin bu isim için sana kızgınım. Beni doğduğum gibi öldürdüğün için. Beni bu şekilde büyüttüğün için. Ama senden da özür dilerim. Oğlunu ve karını elimden aldığım için. Ve hayatım. Sana kızgınım. Beni bu şekilde büyüttüğün için. Benim çoktan duyduğum şeyi Ayaz karşımda yenice görürken yüzü bembeyaz kesildi. Bedeni beni kendisine daha da çektiğinde korumak istedi. Hafifçe tebessüm ettim. Koruyamazdı. Koruyamayacaktı. Ben Çisem Kalen, teşekkür ediyorum. Çocukluğumun elimi sıktığını hissettim. Ayaz küfrederken teşekkür ettim. Teşekkürler hayat, bugün kirli olan bedenimin yağmurla temizleyeceğin için.
"Çisem. Çisem. Hayır."
Ayaz beni kendisinde bastırdığında başım göğsüne geldi. Kanlı elim giydiğim o krem takımın yavaşça cebine uzandı. Kirli bedenimi, kirlettiğim hayatların acısını bugün temizleyecektim. Cama vuran yağmur seslerini hissettim.
"Çisem."
Ayaz sessizce adımı fısıldarken biliyordu sanki ne olacağını. Bilmediği ise ne yapacağıydı. Çocukluğum yıllardır beklediği şeyin gerçekleşmesiyle huzura ererken diğer kanlı elim sarılmış olan o kolu buldu.
"Bırak."
Gözlerimden yaşlar akarken bedenim oldukça donuktu. Sanki ölmeden önce ne kadar az hareket edersem o kadar çabuk bedenim hareketsiz kalır gibiydi.
"Hayır!"
Sesi kulaklarımda yankılanırken acımadım. Yarasına sertçe bastırdığımda beni saran bedeni kasıldı. Acıyla inlediğinde kollarını bedenime daha sıkı sardı. Daha yeni sızlayan ayaklarım ölüm için bu sefer oldukça zemine sert basıyordu. Başka bir odanın kapısının açılmasıyla o bedeni gördüm. Masal. Gözümden bir yaş daha aktığında kaşları çatıldı. Kanlı ellerimi, cebimden çıkardığımda gördüğüyle şokla kaldı.
"Ayaz!"
Beni kurtaran bu kız olacaktı. Parmaklarım yaralı tenine daha da baskı uyguladı. Acıya alışmıştı. Ama her seferinde yine de acıyordu. Onu en büyük korkusuyla korkuttum. Çıkardığım bıçağı beni çekmiş olduğu bedeninde, boynuna yasladığımda cesaretli sandım bedenimi. Lakin titreyen sesim korkumu ortaya çıkardı.
"Bırak."
Masal bize doğru yaklaştığında sertçe diğer kolunu tuttu Ayaz'ın. Onun ise bu yaptığım ile bedeni buz kesmişti. Ölmekti en büyük korkusu.
"Ayaz!"
Keskin ucunu biraz daha bastırdığımda bedenimi saran sağlam kolu beni bırakmak zorunda kaldı. Nefes alamazken almaya uğraşmadım. Masal onun büyük bedenini benim küçük bedenimden sertçe ayırdığında yere bastığımı sanıyordum. Ama asıl desteğim oydu. Zorlukla kapıya yaslandığımda o gözlerde korku vardı sanırım. Gülmüyordu. Emin değildim. Umurumda da değildi. Zorlukla sağlam olan elim ile dış kapıya yaslı olan bedenim kapıyı kendine çekti. Soğuk havayı hissettiğimde günler sonra o sesi duydu kulaklarım.
"Çisem."
Adım korkuyla fısıldanırken o sesi duydum.
"Delirdin mi sen? Bırak öldürsün kendisini!"
Masal yanımızda bağırırken ben nefes almak adına korkuma adımladım. Başım daha da döndü. Oysa kanım kaynıyordu. Düşünemiyor gibiydim. Bildiğim ise ölmek istediğimdi. Duygularım çok ağır geliyordu. Her zaman dediğim gibi. İlk adım en zor olanıydı. Onu da bedenimde yıllardır bu an için yaşayan çocukluğum gerçekleştirdi. Kapı bedenimin ardından tamamen açılırken hafifçe güldüm. Açıkta kalan sırtıma ilk soğuk hava vurdu. Ardından bir damla hissettim. Sonra iki. Ardından üç. Damlalar arttı. Ama ben ilk defa kaçmadım. Saçlarımda hissettim. Sonra kanlı ellerime dokundu yağmur. Derin bir nefes çektim içime. Bu son aldığım en büyük nefes olacaktı belki. Yağmura karışık toprak kokusu daha ortaya çıkmamıştı. Oysa en sevdiğim kokulardan birisiydi o. Ölmeden önce o kokuyu almak istedim. Alırdım değil mi? Bir adım daha geri gitti bedenim. O alandan tamamen çıkan vücudum atıştıran yağmur altında ıslandı. Gözlerimden yaşlar aktı. Ama ben ilk defa bu kadar emindim. Dayanamıyordum. Tenime değen yağmur taneleri arasında elimi kaldırdım. Ela gözler bana korkarak bakarken gülsün istedim. O gülsün, alaya alsın istedim. Ardımda kalan bir kişi bari gittiğim için mutlu olsun istedim. Ama bu dileğimi gerçekleştirmedi. Bedenim araca doğru döndü. Silah. Kendimi bir silah ile öldürecektim. Babam yanılacaktı. Benim kitabım mutlu sonla değil, kötü sonla bitecekti. Bunu hakkediyorum çünkü.
Silahın yönü yağmur altında bugün ilk kez bana dönecek, ardından ateş edecekti...
…
10 Dakika Sonra
Eren Korlu
Az kalmıştı. Yağmur yağıyordu. Lanet olsun ki korkuyordum. Çok korkuyordum. Hava karanlıktı. Gaza biraz daha baskı yaptığımda yanımda olan Aras küfretti.
"Kaan yanında!"
Yanımdan bağırdığında her şeyi daha yeni anlıyordum. Kaan'a tüm olaylar yanlış anlatılmıştı ki bana kızsındı. Kaçak. Kaçak'a ise doğrusunu anlatacak, kendi abisinden nefret ettireceklerdi. Benim yüzümden onun yüzüne bile bakmayabilirdi. Herkesten uzaklaştıracaktı. Benden de uzaklaşacaktı öğrendiği ile. Ölümü için ona sebep yaratmışlardı. Yağmur damlaları aracın camına vururken tek dileğim bir şey olmamasıydı o bedene. Mavi gözler yüzüme baksındı. Yanımda olsundu. Gülsündü. Bu lanet şey daha hızlı gidemez miydi?
"Eren!"
"Ya Kaan'a her şeyi anlattılarsa!"
Sesim arabayı doldururken ben Aras'a baktım. O da endişeliydi ama endişesini üzerimde çıkarmamalıydı. Yutkundu ve başını anlıyormuş gibi salladı. Kaan'a gerçekleri anlattıysalar emindim ki o koca aptal yerinden bile kalkamazdı. Kal gelirdi. Kendini suçlayacaktı. En başta hepimize olduğu gibi kendini suçlayacaktı. Ve evet. O bizden de beter olacaktı. Çünkü kendi kardeşini sürekli geçiştiren oydu. Silecekler önümde olan yağmur damlalarını hızla silerken ışıklı o binayı sonunda görebilmiştik. Geliyorum. Geliyorum Kaçak. Aracı imkanı varmış gibi biraz daha hızlandırdığımda Aras korktuğum o şeyi söyledi.
"Uyuşturucu vermemiştir değil mi?"
Derin bir nefes verdim. Sait. Sait Uluç. En sevdiği şeylerden birisiydi. Kaçak'ın asla uyuşturucu kullanmadığını Yasin'den dolayı biliyor olmalıydı. Küçük bir dozda kendisini etkilenmezdi. Ama karşısında ki beter olurdu. Baş dönmesi, yürüyememe, düşünememe. En sevdiği yöntemlerden birisiydi. Korkum da buydu. Düzgün düşünememesi. Anlatılan her şeyi abartması. Hızla yoldan döndüğümde fısıldadım.
"Bir şey yiyip içmemiş olsun."
Aras ani dönüş ile tutunurken derin bir nefes verdi. Yağmur giderek hızlanırken korkum büyüdü. Kaçak. Dayan güzelim. Tek isteğim o bedene sarılmaktı. İkimizin acısını da durdurmaktı. Sait yine bildiğim gibi yapmıştı. Tersten oynamış, bizi de oyunun dışında bırakmıştı.
"Ne kadar kötü olabilir?"
Arkamızdan o korku dolu sesi duyduğumda kalbim acıdı. Görecekleri hiç iyi şeyler değildi. Bundan emindim işte. Kaçak'ın değişiyle Bulut. Bulut Akay. Bugün onu ilk defa görecekti. Gerçek Kaçak'ı ilk defa görecekti. Canı yanacaktı. Kendisini ne kadar suçladığını soruyordu. Boğazımdan sözcükler geçmedi. O maviliklerin kendisini ne kadar suçladığını tarif edemedim. Kerim ise hepimizin yerine devraldı o sözcükleri.
"Kendisini öldürebilecek kadar kötü."
Çisem Kalen'in küçüklüğünü gören kişiydi Kerim. Onun o korktuğu çocukluğunu gören, bilen kişiydi. Sağa döndüğümüzde bina hemen ileride kalıyordu. Derin bir nefes verdim. Gelmiştim. Yetiştim Kaçak. Kapının açılmasını beklemeye zamanım olmadığı için aracı hızla durdurdum. Geliyorum. Dayan. El frenini çekip dışarıya çıkacaktım ki hepimizi durduran bir ses yankılandı. Kapıyı açmak için giden elim durdu. Bedenim buz kesti. Havada bir silah sesi yankılandı. O ses yükseldi, ben bittşm. Kaçak... Düşünemedim bile. Hiçbirimizden ses çıkmadı. Düşüncelerimiz batırdı. Kalbim atmadı sanki. Ne olmuştu? Kaçak. Çisem. Silah. Korkum daha da büyüdü. Silah. Silahın yönü ona dönmezdi ki. Dönmezdi. Kaçak'a bir şey olmamıştı. Olmayacaktı. Nefes alamadım. Hareket edemedim. Mavilerin kapanmış olma düşüncesi beni öldürdü. Her şeye rağmen çok güzel gülen o yüzün, bir daha gülemeyecek olması ihtimali beni bitirdi. O sesini bir daha duyamama ihtimali tüm sesleri kesti. Zaman bizim için anılarımızı bu güne kadar getirdi, benim için ise şu an dondu ama belki...
"Her deliğe bakacak kadar manyak olamazsın, Manyak."
"O ne demek? Manyak'sın işte."
"Çok pardon ama beni tehtid etmeseydin şuan bu halde değildim."
"Ne demek sana kaldım."
"Kulaklık, Manyak."
"Sus Manyak, keyfimi bozma."
"Dediğin gibi, ya kurtulacak, ya da cehennemi bulacağız."
"Pardon. Ben üşüdüğüm için şey..."
"Eren Korlu."
"Kapıyı kilitlediler..."
"Çok yakışıklı olmuşsun."
"Bence sen sürekli siyah giymelisin."
"Biliyor musun seni rüyamda gördüm."
"Kıyıda köşede ne yapacağız?"
"Sapık, pis, lanet adam!"
"Manyak!"
Belki birisi için çoktan bitmişti...
Çisem Kalen.
Kaçak...
…
☆ ☆ ☆ ☆
★★★★
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |