
Başlamadan önce bu bölüme kadar yanımda destek olup, kitabımı severek okuyan herkese çok teşekkür ederiiim. Bölümü bazı aksilikler yüzünden biraz geç attım. Yine de beklediğiniz için teşekkürlerr. İyi okumalaarr.
<3333
...
Kıyamet öncesi sessizlik ne dense, onların aklına gelecek tek an buydu. Denizin sesi kulaklarına vururken ikisi de ölüm sessizliğindeydi. Sanki önceden olacakları biliyormuş gibi suskundular. Hissetmiş gibi. Eren yaslamış olduğu başıyla denizin dalgalarını öylece seyrediyor, içeceğinden sakin yudumlar alıyordu. İlk değildi. Hayır bu ilk değildi ama en kötüsüydü. Ağrıyan göz kapaklarını sakince kapattı. Yanında oturan Aras ise gülememişti. Sessizdi. Ela'yı bile annesine bırakmıştı. Oysa kız çok istemişti onlarla takılmak. Lakin bu gün kimsenin keyfi yoktu. Asya'nın ise kızını bir daha öylece yanından ayırası. Aras'ın o çığlık sesi kulaklarında yankılandı. Burak'ın eşyaları deviriş sesleri sonra kardeşi... Bir şey olsaydı ya? Ne olacaktı o zaman? Derin bir nefes verdi. Sandıkları kadar kolay olmayacaktı. Babası için ikisinin kalbi de sızlarken özellikle. Eren öylece bakındı. Ses çıkartmadı. Tek bildiği abisine olan kızgınlığıydı. Küçük bir kız onun yüzünden... Ela onun yüzünden zarar görebilirdi. Bu kadar abartmasına elbette ki gerek yoktu ama ona da hak vermiyor değildi. Canından can gitmişti. Babası... Babası ölmüştü. Önemsiz görünebilirdi bu insanların gözünde. Ama hayatı boyu tek ilham kaynağı yaptığı adamı kaybetmişti o. Kamer Korlu. Gülüşü, sesi, kokusu, gözleri... Yıllar sonra her birini sırayla zihninden kaybedecek olsa da şuan hepsi canlıydı. Gözünün önünden gitmiyordu. Eğlenerek ona kızması. Silah tutmayı öğretmeye çalışması. Birlikte oynadıkları futbol. Seyretmeye gittikleri maçlar. Ve dahası. Hepsi tek bir şey ile mahvolmuştu. Bitmişti. Canı yandı. Küçüktü be. Daha küçük, çocuklardı onlar. Acıyla nefesini verdi. Şimdi ise lanet olası o şirket. Bitmeyecek gibi geliyordu iki çocuğa da olan biten. Oysa bilmiyorlardı ki bu akşam her şey son bulacaktı. İkisi de hem birbirini suçluyor hem de hak veriyordu. Suçlayıp bağırmak istiyorlardı ama canlarının acımasından da bir o kadar korkuyorlardı. Kardeş gibilerdi çünkü.
"Ne olacak?"
Aras'ın her zaman neşeye karışık çıkan sesi bu sefer bir ölüden farksız değildi. Bir çocuğa ölüm tohumunu bugün ekmişler, dakikalar sonra ise yeşermesi için ilk can suyunu dökeceklerdi. İkisi de bir sarmaşık misali büyütecekti umutsuzluklarını. O iki sarmaşık birbirine dolanacak, saracaktı. Ama onlardan başka kimse bilmeyecekti. Çünkü toprağın altında büyütecek, saklanacaklardı. Ta ki bir gün o sarmaşık toprağın altına dar geldiğinde, gün yüzüne öyle çıkabileceklerdi. Gün ışığı onları bitirecek ama sonrasında asıl can veren olacaktı. Eren duyduğu ile derin bir nefes verdi ve mırıldandı.
"Bilmiyorum."
İkisi artık birbiriyle düşüncelerini bile doğru düzgün paylaşamıyordu. Önceden geldikleri bu yer gülüşlerini, şakalarını, bir sürü olayı kapsarken şimdi bir sessizlik vardı. Çığlıklardan önce ki son sessizlikti bu. Telefonun çalmasından önce ki son sessizlikti bu. Eren tam aklında ne varsa söylemek için konuşacağında ise süreleri o an doldu. Telefon sesi kulaklarını doldurduğunda Aras yanında ki kişiye baktı. Eren sıkıntıyla alnını ovuşturdu ve cebinde olan telefonu sakince çıkardı. Lakin gördüğü isim ile yüzünün gerilmesi bir oldu.
"Kim?"
Aras öylece sorduğunda Eren yutkundu. Ancak ondan saklayacak değildi. Aras'ın zaten kızgın olduğunu biliyordu. Sinir ile mırıldandı.
"Abim."
Daha fazla konuşmadı. Kısa sürüp bitmesini sağlayacaktı. Hızla telefonu açtı.
"Ne oldu?"
Net sesi ile telefondan Burak konuştu.
"Neredesin?"
Eren o an abisinin alkollü olduğunu anlamasa da Burak ne yaptığını bilmez bir haldeydi. Oysa planını bu gün alkolün etkisiyle çekinmeden yapacaktı. Babasına hakaret etmişti o şerefsiz. Ne olacaksa olacaktı.
"İskele tarafında."
Eren bir an önce bitmesi için kısa cevaplar verirken Aras'ın gözleri onun üzerindeydi. Telefondan bir süre ses gelmediğinde Eren bıkkınlıkla mırıldandı.
"Abi kapatıyorum."
Telefonu tam kapatmak için kulağından çekmişti ki o kelimeleri zor seçen ses tekrar konuştu.
"Eren."
Sabrı kalmamıştı. Ne diyecekse bir an önce söylemeliydi derhal. Bıkkınlıkla telefona baktı. Annesi mahvolmuştu. O ise eve bile gelmemişti. Yıkıp geçmişti.
"Ne?"
Sesini sakin tutmaya çalışarak konuştu. Burak ise bir daha ömrü hayatı boyunca unutamayacağı o sözleri kurdu sakince.
"Annem. Annem nerede? Evde değil mi?"
Eren sıkıntı ile Aras'a döndü. O da konuşmaya odaklanmıştı. Ancak bıktığından bu sefer sinirini belli edercesine konuştu.
"Nereden bileyim abi. Evdedir işte."
Telefondan birkaç saniye cevap gelmediğinde daha fazla beklemedi ve sinirine yenik düşüp telefonu sertçe kapattı. Aras'ta gerilmişti.
"Ne oldu?"
Ofladı. Ardından içeceğinden bir yudum daha aldı. Birkaç saniye tanıdı kendisine. Sinirine hakim olmak istedi.
"Ne bileyim aptal aptal konuştu. Anlama-"
Onun sözünü kesen ise onların tüm hayatını bitiren şey oldu. Çocukluları bitti. Birbirlerine olan kardeşlikleri bitti. İkisinin de asla unutamayacağı o ses duyuldu. Bir ışık yandı önce. Ardından kulakları sağır eden o ses. İki çocuk da daha ne olduğunu anlayamazken korkuyla sese baktılar. Bir patlama. Siyahlar buz kesti. Hemen ardında kalan evden bir duman çıkmaya başlarken elinde olan içecek yere düştü. O gürültü içinde gördükleri tek şey yanan binaydı. Alevlerin arasına karışan çığlık sesleri ise kabuslarına eklenecek o müzikti. Aras afalladı. Sesi korkuyla çıktı.
"Ev." Ne dediğini bilemedi. "Evim." Zihni durmuştu. "Anne."
Yerinde sendeleyerek kalkarken düşecek gibi oldu. Ama onun bağırışları ise kesilmedi.
"Annem!"
Bilemediler ki iki kadının da orada yaşam verdiğini. Bilemediler ki bir çocuğun sarı saçlarının yandığını. Bilemediler ki sıcaktan böyle korkacaklarını. Bilemediler ki o çığlıkların asla susmayacağını...
Tek bildikleri bu gün olanları asla unutamayacaklarıydı.
…
"Abla!"
Sesler. Sesler ilk önce unutulurmuş. Öyle söylemişti birisi. Kimdi hatırlayamıyordum. Ama dediği cümle her bir kelimesiyle aklımdaydı. Demişti ki, birisinin sesini unuttuysan artık o kişi için çok geç demektir. İlk sesi unutur çünkü insan, sonra gülüşünü, yüzünü, gözlerini... Kokusunu unutursan ise sen o insanı silmişsindir demektir. Çünkü koku asla unutulmaz. Acı değil mi? Bu cümleler benim için çok acıydı. Ya da bu işlemler benim için tamamen tersten işliyordu. Çünkü ben ilk kokuyu unuturdum. Sesleri ise en son... Sesi hala zihnimdeydi mesela. Gülüşü, gözleri, saçları. Hepsi vardı. Tek eksik kokusuydu. Belki de her yağmur yağdığında kardeşimin kokusunu toprağa benzettiğim içindi. Toprak kokuyor derdim içimden. Benim kardeşim toprak olmuştu çünkü. Zihnime böyle kazıdığımdan mı unutmuştum onun kokusunu? Ya da kabuslardan, gerçek olmayan hayallerden mi hatırlıyordum? Eğer ki böyleyse, bir kez daha teşekkür edecektim. Binlerce ettiğim gibi. Gerçekten onu bu yüzden hatırlıyorsam, delirdiğim için teşekkür ederim. Hafifçe tebessüm ettim kargaşanın arasında ve tekrar teşekkür ettim. Kime teşekkür ettiğimi bilmeden? Gerçekten kime teşekkür ediyordum ben? Babama mı? Beni delirttiği için babamı mıydı bu teşekkür? Yoksa tüm bunları bana yaşatan hayata mı? Ya da... Ya da bir ihtimal kendime mi? Delirdiğim için kimeydi bu minnetim? Damlalar bedenime değerken sanki sorumun cevabını bana hatırlattılar. Ölümümeydi. Bu teşekkür ölümümeydi.
"Sen doğduğunda da yağmur yağıyordu."
Annemin sesini duydum. Zar zor hatırlıyordum. Kesik kesikti. Ama bu cümleyi derken uğraştığı işi hatırlıyordum. Yemek hazırlıyordu ve mutfak sıcak gelmiş olmalı ki, ardında yağmur yağan camı açmıştı. Bana bakıyordu gözleri tebessüm ederek. Gülmüştüm ben de. Ben doğarken de yağmur yağıyordu demek ki diye düşünmüştüm. Hani çocuklukta çoğu şey hatırlanmaz da belli başlı kesitler hatırlanırdı ya. Bu da o kesitlerden birisiydi. İçime işlemişti o an. Çok mutlu olmuştum. Adımı her türlü taşıyorum diye düşünmüştü küçük bedenim. Ama yıllar sonra şimdi ki gibi anlamıştım neden doğduğum gün de yağmur yağdığını. Hayatımı daha doğduğum gün anlatmışlardı bana. Yağmurlu bir günde doğduğun gibi yağmurlu bir günde öleceksin denmişti sanki en baştan. Ben ise çocukluk aklıma bunu daha anlayamamış gülümsemiştim o gün. Şimdi ise gülemiyordum. Sanki her şey yüzüme tokat gibi çarpıyordu. Beni ayakta tutan ise o gün ki gibi tekrar gülümseyebilmek isteyen çocukluğumdu. Nefes almak zor geliyordu mesela. Ölümün habercisi gibi. Sanki canımı almaya gelen melek hemen yanı başımdaydı. Bir elimden çocukluğum tutarken diğer elimden o tutuyordu. Her zaman derdim ya, çocukluğum şeytan diye. Şimdi daha da emindim bu cümleden. Ben iki şeytanın arasında ölümüme yürüyordum. Kalbim atmıyor gibiydi. Birisi avucuyla sökmüş de almış gibiydi. Ölmek istiyordum. Ama gözlerim bunu hala kabullenememiş gibi yaş akıtıyordu. Can acımdan dedim. Canım acıdığı için akıyor o yaşlar. Çocukluğum da kızamadı zaten. Yağmurda karışıp öyle yok oluyordu çünkü yaşlarım. Belli değildi. Derdim ya karanlığı kendimi belli etmediğim için severim, yağmuru da seviyordum artık. Çünkü göz yaşlarım ikisinde de gözükmüyordu.
Sarsak adımlarım sonunda tutunduğu yer ile bir dengeye kavuştuğunda öne doğru eğildim. Başımı eğip derin bir nefes almaya çalıştım. Başım dönüyordu. Diğer elim dönen başımı bulurken acıyla yutkundum. Az kalmıştı. Çok az kalmıştı. Arabadan destek aldığım elimde olan bıçağı daha da sıktım. Bitecekti. Silah. Silah hemen kapının ardındaydı. Açacak ve alacaktım. Basit bir işti değil mi? Öyleydi. Çok basitti. Başımı tutan elim zorlukla araç kapısını bulduğunda bayılmamak için kendimi tuttum. Bayılamazdım. Ölmem lazımdı. Bunun için de ayakta durmam lazımdı. Zorlukla kapı kolunu bulduğumda kendime çekmiştim ki açıldığımı hissettiğim kapının geri kapanması bir oldu. Ben ne olduğuna anlam veremezken kulaklarıma kesik kesik o ses geldi.
"Bu saçmalığa derhal son veriyorsun!"
Bıçağı tuttuğum bileğimden yakalandığımda gözlerimi zorlukla kaldırdım. Bedeni beni çektiğinde zorlukla kendimi geriye attım. Bileğim onun parmaklarından ayrılırken çocukluğum olaya el attı.
"Çisem!"
Ayaz karşımda bağırdığında yağmurun altında çıkan sesi bile bana çok geldi. Kulaklarımı kapatmak istedim. Bıçağı elim daha da sıktığında tekrar bana doğru adım atacağında çocukluğum geri plana gitmedi.
"Yaklaşma!"
Bıçağı düşünmeden ona doğru savurduğumda sertçe tekrar yakaladı. Bedenimi bu sefer arabaya doğru iteklediğinde oldukça yüksek bir şekilde bağırdı.
"İyi değilsin!"
Onu uyarmıştım. Kulaklarım sesinden rahatsız olurken gözlerimi kapattım. Bileğimi sertçe sıkmış arabaya yaslamıştı. Beni tekrar çekeceğinde ise uslu durmadım. Canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu. Neden yandığını bile doğru düzgün hatırlayamıyordum ama umurumda değildi. Tek isteğim bu bok gibi hayatımdan kurtulmaktı. Sertçe tam yaraladığım koluna vurduğumda kendimi ondan kurtardım. Başım döndüğü için ifadesini göremezken onun acılı o sesini duydum ama vazgeçmedim. Bıçağı tekrar kaldırdığımda içeride yapmış olduğum uyarıyı şimdi bitirecektim. Ölümüme giderken gerekirse herkesi öldürürdüm. Kardeşim uğruna kimse önemli değildi.
"Çisem!"
Bıçağı tekrar ona savuracağımda ise beklediğim o şey oldu. Basit birisi değildi. Tek elle bile olsa onu yenemeyeceğimi biliyordum. Ama bu kadar sert çıkmasını ise çocukluğum bile beklemiyordu. Ona doğru yönelttiğim bıçağı sağlam olan eliyle yakaladığı gibi kolumu ters çevirdiğinde ıslanmış kızıl saçlarını gördüm. Ardından o ela gözleri. Lakin siniri ise ikimizin önüne geçen o şey oldu. Kolumun ters çevrilmesiyle zaten ayakta zor duran bedenimi sertçe araca yasladı. Kolumu sırtıma bastırdığında acıyı hissettim. Ona doğru diğer elimle saldıracağımda ise dizini bel boşluğumda hissettim. Kolumu biraz daha kaldırdığında ise inlememe engel olamadım. Biraz daha bükerse kırılması an meselesiydi. Yağmur üzerime yağarken bileğimi sıktı.
"Bıçağı bırak!"
Sesi hala bana çok gelirken gözlerimi kapattım. Akıttığım yaşlar kısa süreli dururken o biraz daha sıktı.
"Düzgün düşünemiyorsun bırak şu bıçağı!"
Dediğinin aksine zor da olsa bıçağı biraz daha sıktım. Bırakamazdım. Gitmem için o bana lazımdı. Gözlerimi araladığımda bu sefer acıdan dolan gözlerimden aktı yaşlar. Bıraksın istedim. Bıraksın da gideyim istedim. Bedeni bana yaklaştığında onun aksine fısıldadım.
"Ayaz."
Sesimi belki yağmur altından duyamadı. Ama bileğimi daha da çevirdiğinde acıyla bağırdım.
"Ayaz lütfen!"
İlk defa birisine yalvarışım değildi bu. Ölümüm için tüm dünyayı önüme serseler ben yine çaresizce konuşurdum. Gözlerim acıdan yaş akıtırken bedenim soğuğa alışmaya çalışıyordu.
"Çisem. Bıçağı bırak."
Sesi bu sefer kısık çıksa da daha yakındı. Başımı olumsuzca salladım. İstemiyordum. Engel olmamalıydı. Tam ağzımı açacağımda ise beni duraksatan başka bir ses duydum.
"Ayaz!"
Bir kız sesi yağmurun altında yankılanırken bileğim bırakılmadı. Ses kimindi? Adım sesleri işittiğimde ikimizin de umurunda değil gibiydi.
"Canını daha fazla acıtmak istemiyorum."
Sesini kulağımın dibinden duyduğumda yutkundum. Bırakamazdım. Çocukluğum sinir ile dolup taştı. Zayıf olmak en sevmediğindendi. Oysa ben dediğim gibi ayakta bile zor duruyordum.
"Bıçağı bıra-"
"Ayaz!"
Bize doğru yaklaşan o sesi duyduğumda kurtarıcım olsun istedim. Çünkü ses Masal'dandı. Artık tanımıştım. Lakin biz yine umursamadık. Başımı tekrar olumsuzca salladım. Çünkü artık sesimi çıkartamıyordum. Canım acıyordu. Bıçağı ise bırakmazdım. Gerekirse kırsındı. Kırsın öyle alsındı. Ama ben kardeşime ihanet edemezdim. Bugün yanına gidecektim çünkü. Herkesi benden kurtaracaktım.
"Bıçağı bırakman için son şansı-"
Onun sesini bölen ikimizi de donduran o şey hemen yanımdan geçti. Silah sesi havada yankılanırken göz yaşlarım dondu. Yanımdan geçen o mermi arabanın camını parçalarken sanki zaman durdu. Sesimi çıkartamadım. Tek donmayan şey hala hızla yağan yağmurdu. Silahın yönü bana dönmüştü. Ayaz'ın da sesi çıkmazken onun da buz kestiğini anladım. İkimiz de beklemiyorduk.
"Bu kız için ölmene izin veremem! Onun için ölemem!"
Bizim sessizliğimi o ses tamamlarken benim gözlerim hemen altımda kalan kırılmak üzere olan o camdı. Mermi cama takılı kalmış, etrafını parçalamıştı. Yutkundum.
"Tüm planı bozamazsın! O yüzden çekil!"
Arkamda kasılan o bedeni hissettim. Ölüm sanırım ikimiz için de ilk defa bu kadar yakındı. Ayaz Kartal. En büyük korkusu ölümdü. Benim ise dileğim. Bırakmalıydı.. Bıraksındı ki ikimizin de dileği gerçekleşsindi. O yaşasın, ben ölseydim. Can acım giderek büyürken korkusunu hissettim.
"Masa-"
"Kızı bırak dedim! Yoksa gerçekten sıkarım!"
Göremiyordum. Ama duyduğum o çaresiz ses bana olacak olan her şeyi açıklamıştı bile. Bükülen kolum yavaşça indirildiğinde acıyla yüzümü buruşturdum. Ama biraz sonra bu acı dinecekti. Hızla kolumu kurtardığımda arkamı dönmüştüm ki o elaları gördüm. Yüzü ardımızda kalan o bedenden bana döndü. Pişman mıydı? Yazık. Daha fazla durmayacağım için oyalanmadan kırılan camlı yere doğru eğildim. Sızlayan kolum umurumda değildi. Birazdan her şey son bulacaktı nasıl olsa. Yangınlar sönecek, yağmur dinecekti. Tüm acıları kendi yağmurumla birlikte dindirecektim. Bıçağı sıkıca tutarken diğer elim kapı koluna gitmişti ki bileğimin tekrar tutulması bir oldu.
"Çise-"
Yönümü hızla döneceğimde ise korktuğum o şey oldu. Bir silah sesi daha duyuldu tekrar. Ancak beni bitiren şey başka oldu. Acılı bir inleme duyuldu o silahın ardından. Mavilikler korkuyla olanı anlamaya çalışırken bileğimi tutan o el çözüldü. Bıçağı sıktım. Elaları bulduğumda ise canım yandı. Yağmur yüzünden ıslanan bedenine bu sefer başka bir şey vurmuştu. Acı... Kolunu kaldırdığında eğilmek zorunda kaldı. Kendimi korkuyla arabaya yasladığımda kapı kolunu bırakamadım. Acıyla dişlerini sıkan o beden karşımdaydı. Nereye gelmişti? Ölecek, ölecek miydi? Korku sanki tüm vücuduma yayılıyordu. Canı yansa bile işte başka bir şey oldu. Zorlukla bana tebessüm ettiğinde sanki bir başka kurşun da benim bedenime sıkıldı. Ancak gülen yüzü çabuk soldu. Ben ise algımı yitirmiş gibiydim. Bıçağı sıkıca tuttum. Benim yüzümden miydi? Bedeni karşımda yavaşça çöktüğünde acıyla yüzünü buruşturdu. Gözlerimi ondan ayıramazken ise bıçağı daha da sıktım. Kurşun neredeydi? Çok mu acıyordu? Birisi daha mı ölecekti? Beni kurtarmaya çalışırken birisini daha mı kaybedecektim? Nefes alışverişim hızlanırken yutkundum. Gözlerim bu sefer onun için doldu. Her şey bir anda olmuştu. Bıçağı daha da sıkarken başımı olumsuzca salladım. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Ela gözler sağlam olan koluyla araçtan destek aldığında bana bakamadı. Başı eğilmişti. Kasılan yüzü ise acısının kanıtıydı. Bıçağı daha da sıktım. Benim yüzümden olmuştu. Kaç tane kişiyi öldürmüştüm? Kaç olmuştu? Kaç olacaktı? Nefesim daha da hızlanırken başım daha da döndü. Ayakta duramıyordum. Derin derin sakin nefesler almaya çalışıyordum ama becerdiğim söylenemezdi. Korku sanki her yerimi sarmıştı. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Düşünmemeliydim. Düşünmemeliydim. Düşünme Çisem Kalen.
"Çisem!"
Bir başka ses daha duyduğunda elalardan rahatlayan bir ses gelirken çocukluğum tüm bedenimi sardı. Bıçağı daha da sıktım.
"Gelmeyin!"
Masal'ın sesini duydum ama göremedim. Gelen sesi ise çıkartamadım. Hala tutmuş olduğum o kapı kolunu çekmeliydim hemen. Ama gözlerimi yerden ayıramıyordum.
"Çisem!"
Sesler birbirine karışmaya başlamıştı. Kim olduklarını ise anlayamıyordum. Gözlerimi yavaşça kaldırdığımda bedenimi daha da korkutan o şeyi gördüm.
"Gelmeyin sıkarım!"
Masal'ın sesi haykırarak çıkarken gözlerim tek bir noktadaydı. İntikam. İntikam için ölmeliydim ben. Böyle ölemezdim.
"Silahın yönü asla sana dönmez."
Babamın sesi kulaklarımda iken ben karşımda ki kişiye bakıyordum. Silahın yönü bana dönüktü. Delirmiştim. Düşünemiyordum bile.
"Çisem!"
Yağmur altında sesler artık çok yüksek gelmeye başlarken başımı olumsuzca salladım. Anlayamıyordum. Tek yapmam gereken kapıyı açıp torpidoda olan o silahı almaktı. Beni ben öldürmeliydim. Bu kız değil. Saçlarımdan damlalar süzülürken bıçağı tuttuğum elimi kulağıma götürdüm. Korkuyordum. Kalbim acıyordu. Kapı kolundan elim uzaklaştığında onunla da kulağımı kapattım. Tek hissettiğim korkuyla atan kalbim, tek gördüğüm ise bana doğrultulmuş bir sila-
Gözlerimi gördüğüm ile kapatırken o acılı ses kapalı kulaklarımdan bile duyuldu. Üçüncü bir silah sesi daha geldi. Masal'ın çığlığı beni mahvederken nefeslerim hızlandı. Artık birisinin eli daha kanlıydı. Kendi içime daha da sindim. Ama çocukluğum daha da sinirlendi. Ölecektik. Ölmeliydik. Ayakta duramayacağımı anladığımdan bir elimi mecburen kulağımdan çektim. Arabadan tutunduğumda gözlerimi açamadım. Ama o sesler kulaklarıma geldi.
"Ecdadını siktim şimdi senin!"
Masal'ın çığlıkları hala kulaklarıma gelirken gözlerimi açamadım. Ama nefes alamıyor gibiydim. Hızlı soluk alışverişlerim havaya karışırken bıçağı tutan elimi zorlukla kulağımdan ayırdım. O elim de araca tutunurken bıçağı daha da sıktım. Kim gelmişti? Korkuyordum. Ölmek istiyordum. Bıçağı daha da sıktım. Tek bir hamleme bakardı değil mi? Damar. Damarımı kesersem biterdi. Silahla olmasa ne olurdu ki? Sonuçta olacaktı. Kardeşime kavuşacaktım. Her şey yoluna girecekti. Bitecekti bu zulüm. Tek yapmam gereken bıçağı kaldırmaktı. Islanan saçlarımın ardında kalan damara yaslamaktı. Bana doğru gelen adımları hissettiğimde bıçağı tutan elimi araçtan çektim. Bitecekti. Her şey son bulacaktı. Kardeşime kavuşacak-
"Kaçak."
Titreyen o sesi duyduğumda tüm düşüncelerim susarken gözlerimi açmam bir oldu. Bana doğru yaklaşan bedeni gördüğümde tek hissettiğim yanan kalbimdi. o sözler yankılandı zihnimde.
"Eren Korlu için Yiğit'i geride bırakabilir misin Çisem Kalen?"
Bedenim titreyemeye başlarken korkum büyüdü. Gelmemeliydi. Gelmemeliydi. Gitmeliydi hemen. Gitsindi.
"İkisini de abim öldürdü."
"Büyük olan, seninkinin abisi. Burak. İyi bak ona."
"Eren Korlu, kendi ailesinin ölüm emrini veren kişi yani."
Sözler zihnimde yankılanırken o bana doğru bir adım daha attı. Kimseyi görmedi gözlerim. Sadece daha da doldu. Canım daha da yandı. Yanan o kalbimi bu sefer yağan yağmur bile söndüremedi. Çocukluğumun telaşı bedenimi sararken o bir adım daha attı. Bir yaş tenimden süzülürken hızla elimi kaldırdım. Gelmemeliydi. Bıçağı ona doğrulttuğumda gözlerimden akan yaşlar çoğaldı. Korkuyordum. Çok korkuyordum.
"Çiso!"
Bıçağı daha da sıktım. Sesleri artık ayırt edebilirken bedenim korkuyla titriyordu. Bana yaklaşan adımları duyabiliyordum.
"Kaan bir şey yap!"
Deniz. Deniz buradaydı. Kaan. O da mı? Sarı... Canım yanarken ben sadece bir noktaya bakabiliyordum. Bıçağı daha da sıktım imkanı varmış gibi. Gelmemeliydi. Bu çocukluğumun ona doğrulttuğu bir silahtı ve gitmeliydi. İkimizi de kalbimde ismim ile söndürmenin tek çaresi buydu. Korkuyordum. Görmeliydi. Bir adım daha attığında gerilemek istedim. Onun da bembeyaz olmuş teni, ıslanmış saçları ve gözleri... Korkusunu onun da belli ediyordu. Gitmeliydi.
"Kaçak."
Herkesin aksine sakin sesine rağmen bıçağı asla geri çekmedim. Ölmek istiyordum. Ölecektim. O ise bıçağa bakmıyordu bile. Gözleri gözlerimdeydi. Bir yaş daha akıttım. Sesimi ise çıkartamadım. Gelme demek istiyordum. Git demek istiyordum. Görmesin istiyordum o siyahlar. Yangından nefret ettiği gibi yağmurdan da nefret etmesindi. Ancak bir adım daha attığında bedenim pes etti. Ben gitmek istiyordum. Üzgünüm. Ben Yiğit'i tercih ediyordum. Ben kardeşimi tercih ediyor, sönmeyen kalbimi reddediyordum. Bıçağı kendime doğru kaldıracağımda ise beni durduran onun hiç tereddüt etmeden keskin tarafı sıkıca tutmasıydı. Bu yaptığı ile çocukluğumun hareketini ben kestiğimde acıyla yutkundum. Bırakmalıydı. Bırakmalıydı. Başımı olumsuzca salladım.
"Bırak."
Titreyen sesim ile tutmuş olduğu bıçağa baktım. Canı yanacaktı. O ise bana karşın daha da sıktı ve bir adım daha attı. Gözlerimden yaşlar akarken başımı olumsuzca salladım. Korkuyordum. Beni daha da korkutmamalıydı.
"Kaça-"
"Dayanamıyorum!"
Sesim haykırışa döndüğünde gözlerim bu sefer onu buldu doğruca. Siyahlar çaresizce bakarken anlasın istedim. Onun acısına da kendiminkine de dayanamıyordum. Başımı olumsuzca salladım.
"Bu kadarı çok."
Sesim giderek solarken derin bir nefes verdim. Kalbim dayanmıyordu. Onun o anıları, yaşadıklarım. Çoktu. Fazlaydı. Dayanamazdım.
"Kardeşimi istiyorum ben sadece..."
Sesim kısıkça çıktığında gözlerimde ki yaşlar aktı. Acı istemiyordum. Saçlarımdan akan yağmuru istemiyordum. Çaresizliğimi görmemesi için başımı eğdiğimde artık ayakta duramayacaktım. Korkum çoktu. Ama artık kendime o bıçağı yaslayacak bile gücümün olmadığını biliyordum. Tek güvencem çocukluğumdu. Ama o güvencemi yok eden de karşımda ki adam oldu. Elimde tuttuğum bıçağı yavaşça indirdiğinde adımları bedenimi buldu. Soğuk havada beni ısıtan onun bedeni olurken elini belimde hissettim. Yangın onun tüm her şeyini almışken soğukta o benim için tekrar kendisini yaktı.
"Ben varım, geçecek."
Sesi fısıltıyla çıkarken göz yaşlarım çoğaldı. Yapamayacağımı bildiğim için bıçağı bırakırken korkumu arttıran bedene korkumdan kurtulmak için dayandım bu sefer çaresizce. Saniyeler içinde diğer eli de bedenimi sardığında başını eğdi. Sanki ikimiz de berbat bir durumdaydık. Derin bir nefes verdiğinde kendi kardeşime ihanet etmiş gibi hissettim. Hissetmek ise bir hiçti. Çünkü evet, Ben kendi kardeşime ihanet etmiştim. Çocukluğumu yok saymış gibi hissettim. Bu acılar geçmez gibi hissettim. Çok şey hissettim, canım yandı. Ama ondan da kendimi uzaklaştıramadım. Göz yaşlarım çoğalırken fısıldadı.
"Sadece bana bir ölüm daha gösterme Çisem Kalen."
Dediği cümle sanki beni bir kapana itti. Önüme camdan duvarlar örüldü. İçeride sıkışıp kaldım. Yağmur ise o kapalı kaldığım yerde bile üzerime yağdı.
"Çisem!"
Duyduğum ses ile bedenim korkuyla gerilirken kimden olduğunu anladım. Lakin beni saran bedene iyice kendimi sakladım. İstemiyordum. Korkum büyüyordu. Kimseye bakacak gücüm yoktu. Korkum hala bedenimdeydi. Sesimi ise çıkartamadım. Ama sanki beni bir başkası anladı. Eli belimden ayrıldığında mırıldandı.
"Bu sefer birlikte kaçsak olur mu hanımefendi?"
Rahatlatıcı o sesi bedenime huzur verirken beni kaldırdığında düşünmeden ayaklarım beline, kollarımı ise boynuna doladım. Bu evet demekti. Gözlerimi kapattığımda giden çocukluğumu daha da geriye itmek istercesine başımı boynuna gömdüm. Düşünemiyordum. Ama tek bildiğim delirdiğimdi artık tamamen. Peki bir delinin düşünmesi beklenilir bir şey miydi? Nefes alamayan ciğerlerim nefes alsın istedim. Yağmur hala üstüme yağdı ama ben bir kez daha kendime ihanet ederek yaşadım onun sayesinde.
"Ere-"
"Kaan, şimdi değil."
Sarı'yı duydum. Göz yaşlarım hala aktı. Canım yandı. Biz ise yağmur altında öylece adımladık. Nereye götürdüğünü umursamadım. Sadece can acım bitsin istiyordum. Bu konuda da ölümden sonra ona güvendim. Adımları hiç durmadan giderken arkamızda bir kaos bıraktık. Biz ilerledikçe sesler arttı. Ama başımı kaldırmadım. Dakikaların sonunda adımlarımız yavaşlarken geriden gelen o başka sesi işittim.
"Ben, ben sürerim geçin siz."
Duyduğum ses yağmur altında tanıdıkken başımı kaldırmadım. Bir kapı açıldığında soğuk hava yavaşça kesildi. Ellerimi mecburen sardığım o boynundan ayıracağımda izin vermedi. Başımı kaldırdığımda ise arka koltuğa geçtiğimizi anladım. Ön kapı açıldığında o yüzü aynadan gördü hala dolu gözlerim. Bulut. Gözleri ise beni bulmadı. O da mı gelmişti? Yüzü bembeyazdı. Araba çalışırken başımda hissettiğim el ile gözlerimi ondan çektim. Manyak beni omzuna yasladığında elleri önüme gelen ıslanmış saçlarımda gezindi. Sesimi çıkarmadım.
"Müzik."
O her şeye rağmen konuşurken araba içinde dışarının sesini kesen müzik doldurdu. Sanki hayatım yine hissetmiş gibi hüzünlü bir parça açmıştı. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Ölememiştim. Ama canımı acıtan şuan o değildi. Yanımda kendisine yaslanmış olduğum adamdı. Canını onun da çok yakmışlardı. Araba ilerlediğinde başımdan öptü. O an anladım onu ne kadar korkuttuğumu. Silah sesini duymuş olmalıydı. Eli hızla ellerimi bulduğunda gözlerine baktım. Korkarak açtı ellerimi. Yaraları gördüğünde sanki karşımda onun canı yandı. Karanlık yolda araç ilerlerken tek çalan müzikti. Yaralarıma bakarken fısıldadı.
"Bu sefer gerçekten kaybettim sandım seni."
Sıcak parmakları soğuk tenimde gezerken sesimi yine çıkarmadım. O konuşsun istedim. Çünkü ben konuşursam ağlardım. Canını çok acıtmışlar mıydı? Çok üzülmüş müydü? Kendisini çok suçlamış mıydı? Benim gibi miydi o da? Gözlerim siyahlarda gezindi. Kendime engel olamadan bir göz yaşı daha akıttım. Siyahlar sanki hissetmiş gibi baktığı yerden doğruca yüzüme baktığında derin bir nefes verdi. Ben ise gözlerimi kaçırarak kendimi ona yasladım. En azından iyiydik. Şimdilik bile olsa şuan iyiydik. Dışarıda yağmur vardı. Lakin o yanımda olduğundan sanki güneşli bir gündeydim. Korkuyordum yine de deli gibi ama yanımda o vardı. Sessizce fısıldadım.
"Özür dilerim."
Neden özür dilediğimi bilmiyordum. Ama suçlu olduğumu biliyordum. Bedeni gerildiğinde gözlerime bakmak ister gibi başını eğdi. Gözlerim bu yaptığı ile siyahları bulurken hafifçe gülümsedi.
"Dileme."
Bu dediği canımı acıttı. Suçluydum oysa. Bunları başkasından dinlerken suçluydum mesela. Arkamı dönüp gittiğimde suçluydum. Ona her seferinde kendi acımı yüklerken suçluydum. Kendimi karşısında öldürmek isterken suçluydum. Hala ölmek istediğim için suçluydum. Ve her seferinde olduğu gibi yine ona yaslandığım için suçluydum. Başımı olumsuzca salladım. Elim elini sıktığında yaralarımdan dolayı kaçırmak istedi ben ise bırakmadım. Bu sefer ben destek olmak istedim ama onda bile ondan destek aldım.
"Kaça-"
"Anlattıkları doğru değil mi?"
Sesim korkuyla çıkarken gözlerine baktım. Yüzü gerilirken bu sefer benden kaçan o oldu. Gözlerini kaçırdığında ise fısıldadı.
"Şimdi yeri değil."
Elini daha da sıktım.
"Doğru yani."
Derin bir nefes verdi. Ardından beni iyice kendisine çekti. Bu da doğruluğunu kanıtlayan diğer şey oldu. Bu konuyu kapatmak istercesine tekrar başımdan öptü. Bu sefer ise daha uzundu. Sanki yaşadığıma kendini inandırmak istiyordu. Çekildiğinde ise eli elimden ayrılmadan kaldırdığında tersiyle alnıma dokundu. Ben ona anlamak istercesine bakarken mırıldandı.
"Onu boş ver şimdi. Sen iyi misin?"
Kaşlarım çatılırken o kontrolünü bitirmiş olmalı ki toparlanıp bana baktı. Boş ver mi demişti bu?
"Ne?"
Elimi sıkıca sıktığında konuşmaya devam etti.
"Alkol mü içtin sen?"
Sıkıntıyla konuştuğunda başımı olumlu anlamda sallayacaktım ki bu sefer sinir ile mırıldandı.
"Aferin sana. Kaç yaşına geldin öğrenmedin mi daha tanımadığının birisiyle bir şey yenip içilmeyeceğini?"
Sesi cidden sinirli çıktığında bunu beklemiyordum. Siyahlara bakındım ve hafif tedirginlikle sordum.
"Neden ki?"
Gözlerini benden çektiğinde bu konuya cidden sinirlendiği belliydi.
"Yarın kendine geldiğinde konuşuruz."
Kendime geldiğimde mi? Gözlerim asla dışarıyı bulmazken bu dediği ile dışarıya baktım. Yağmur damlalarının cama vuruşu ile kalbime bir korku düştü. Beni çocukluğum mu sanıyordu da böyle demişti? Oysa dememiş miydi çocukluğun ile seni ayırt edebilirim diye? Canım yandı. Sanırım fazla inanmıştım bu söze. Oysa ben gayet de kendimdeydim. Hatta ilk defa onun için bu kadar kendimdeydim. Kalbim acıdı. Sevdiğim adam beni tanıyamıyor-
"Cidden kafan uçmuş. Gel buraya."
Ona döndüğümde anlayamazken beni kendisine çekti. Eli belime dolanırken kokusunu hissettim. Ama hala anlayamadım. Kokumu soluduğunda omzumu yavaşça öptü. Ben ise aklıma takılan sorudaydım. Yanılmıştım. Karıştırmıyordu elbette ki. Ama ya bir gün ayırt edemezse. O zaman ne olurdu? Derin bir nefes verdiğimde gözlerimi kapattım. Doğru düzgün düşünemediğim kesindi. Ama düşünürsem neler olabileceğini de kestiremiyordum.
"Senin evine sürüyorum."
Buz gibi çıkan o sesi duyduğumda başımı kaldırmadım. Bulut. Arabayı süren oydu. Ama sanki kendisi farklı birisiydi. Gördüklerinden sonra benden uzaklaşacağına emindim. Boğazım düğüm düğüm olurken Manyak onaylayan bir ses çıkardı. Aynadan onu baktığımda göz göze geldik. Ama gözlerini benden çeken ilk o olmuştu. Saniye sürmüştü. Haklıydım. Bir deliyle kimse bağ kurmak istemezdi. Hele ona yaptığım tüm her şeye karşın benimle asla konuşmazdı. Normalde takmazdım bunu. Birkaç dakika üzerinde durur sonra hiç umursamadan sırıtmaya devam ederdim. Ama şimdi, sanki kalbim acıdı. Dümdüz yüz ifadesi tiksinirmişcesineydi. Canım yandı. Sanki yıllardır tanıdığım birisi ilk defa bu halimi görmüşte uzaklaşmış gibiydi. Bir boşluk oluşmuş gibi. Daha fazla bakamadığımda beni asla bırakmayacağını bildiğim o bedene daha da sokuldum. Ama birisini daha kaybettiğimi ise en içimde hissettim.
…
Gözlerim donuk bir biçimde öylece bakıyordu. Düşünemiyordum. Canım acıyordu. Ama ağlayamıyordum da. Sanırım akıtabileceğim yaş kalmamıştı artık. Soğuktan kurtulup ısınan bedenim sanki hala buz tutmuş gibiydi. Her şey çok korkunçtu. Hala karanlığın ardından aydınlık tarafta olanlara bakıyordum. Karanlıktan çıkmam gerektiğini biliyordum. Daha fazla kalamazdım. Ama diyordum ya, aydınlık çok korkunçtu. Kaktüse baktım öylece. Dakikalardır baktığım şeydi. Hiçbir şeye hevesim kalmamıştı sanırım bugünden itibaren. İncelenecek çok şey vardı, ama ben fazla sudan çürümekte olan bir kaktüste takılı kalmıştım. Merak edemiyordum. Çünkü gerçekler artık korkutucuydu. Ölmüşsün sözü yankılandı zihnimde. Bugün yüzüme vurulmuştu bu kelime. Ölmüş müydüm gerçekten? Geçmişe gittim. Hayır, çok geriye değil. Bir iki yıl öncesine. Ayna da hazırlanıyordum bir gün. Kırmızı bir elbise vardı üzerimde. Gülüyordum. Sanırım yeni yılı kutlamaya partiye gidiyordum. Acıyla yutkundum. Gezmeyi severdim önceden. Partilere akmayı. Sonrasında kendimi küçük bir dünyaya kapatmıştım. Neden mesela? Ama o küçük dünyamda da sevdiğim şeyler olmuştu. Çok az kişi bilirdi ama yemek yapmayı beceremesem bile çok güzel kurabiye yapardım. Selim o yüzden kafe demişti belki. Partiler belki içimde ki sessizliği bozmak için sevdiğim bir aktiviteydi ama ben öylece denize bakmayı da severdim. Sanat sergilerini hiç anlamasam bile gezmeyi severdim. İlginç gelirdi. Deniz ile gider, o anlatır ben dinlerdim. Dinlerdim... Bunu bile kimse bilmiyordu sanırım. Bana çok konuşuyorsun derlerdi ama bilmezlerdi ki ben huzura kavuştum mu sadece dinlerdim. Derin bir nefes verdim. Şimdi ne dinlemek ne de konuşmak istiyordum. Sanırım ben de giderek çürüyordum. Veya soluyor...
"Kaçak."
Bana seslenilmesi ile gözlerim kaktüsten ayrıldığında bana doğru gelen siyahları gördüm. Manyak. Derin bir nefes verdi. Saçları hala nemliydi. Onun evindeydik. Yağmur dininceye kadar arabada dolaşmış, sonra gelmiştik. Bana doğru geldiğinde elinde olan havluyu gördüm.
"Hastalanmadan kalk çabuk."
Havluyu kucağıma bıraktığında ona baktım. Üzerime doğru eğildiğinde hafifçe güldü.
"Ama istersen ben taşıyabilir..."
Canını çok acıtmışlardı. Çok acıtmışlardı. Babaları öldürülmüş, sonra ailesi... Şimdi anlıyordum aslında çoğu şeyi. Sarı'dan nefret ediyordu. Ama öldürmezdi. Emindim buna. Hatta silah ikisine doğrultursa o hiç düşünmeden kendisini öne atardı. Çünkü ikisi de birbirinin ailesiydi. Her ne kadar kabul etmeseler de bu böyleydi. Gülerek bir şeyler söylediğinde gözlerim gülüşüne gitti. Yine bana yetişmişti bugün. O ana dönsem gelmeden kendi işimi bitirirdim. Ama gelmişti. Gülümsemesi donuklaşırken beni kendime getiren o şeyi ellerinin bacaklarımın altından geçmesiydi.
"Manyak!"
Elim korkuyla boynuna dolanırken gülüşü büyüdü.
"İki seçenek sundum ve sen bunu kabul ettin."
"Ne?"
Anlamazken bedenimi büyük salondan çıkardı. Nereye gittiğimizi bilmezken koridorda adımladı.
"Ne, ne?"
Bana gülerek döndüğünde hala anlamıyordum. Derin bir nefes verdim.
"Beni bırakabilir misin acaba?"
Bir odaya girdiğimizde sonunda bedenimi indirdiğinde ellerimi boynundan çekecektim ki ikisinden tutarak boynundan ayrılmamı engelledi ve bana doğru eğildi.
"İstersen hala yardım edebilirim."
Sanırım ciddi manada anlama yeteneğimi yitirmiştim.
"Ne?"
Gülüşü büyürken gözlerim gülüşüne takılı kalıyordu. Şunu yapmayı kesmeliydi. Yutkundum. Cidden iyi değildim. Başım hala hafif hafif döndüğüne göre kesinlikle iyi değildim. Şarap. Şaraptandı.
"Diyorum ki eğer başın dönüyorsa yıkanma-"
Sözleri ile hızla ellerimi kendime çektiğimde bedenime sardım. O bu yaptığım ile konuşmayı kesip gülmeye başladığında sinir ile ona baktım.
"Sen..."
Cümlemin devamı gelmezken daha da sinirlendim. Sinir ile arkamı döndüğümde ise beni beklemediğim başka bir şey karşıladı. Yatağa baktığım sırada gözlerim kocaman açıldı. Beni bu ahlaksız, pis, lanet adam neden buraya katmıştı? Yatak odası. Bedenim hala şok duygusunu atlatamazken arkamdan bana doğru yaklaştığını hissettim. Hafifçe belimden tuttuğunda yutkunmuştum ki yönümü sakince çevirdi.
"Diğer duşta sıkıntı var. Tek olduğum için yaptırmadım ama sen yatakta duş almayı planlıyorsan bir düzenek kurarım."
Gördüğüm kapı ile derin bir nefes verirken onun güldüğünü hissedebiliyordum. Sinir ile belimde olan ellerinden kurtuldum.
"Ben duş falan alma-"
"Bence fazla itiraz etmen ikimiz için de hayırlı olmaz. O yüzden ben işe karışmadan yürü Kaçak."
Sözümü böldüğünde hala yüzüne bakmıyordum. Ama bana doğru tekrar yaklaştığını hissettiğimde sinirle konuştum.
"İyi, tamam."
Hızla duş olduğunu anladığım yere doğru ilerlediğimde gülüşünü duydum.
"Kıyafetleri yatağa bırakırım."
Ona ters bir biçimde baktığımda gülüşü büyüdü. Pis. Aptal. Çok güzel gülüyordu bir de geri zekalı. Daha fazla bakmamak adına kapıyı açtığımda sinir ile kapattım. Üstüne kilitlediğimde derin bir nefes verdim. Arkamı döndüğümde ise beni büyük bir lavabo karşıladı. Aynada gördüğüm kişi ise ben değildim. Yüzümde akmış makyajım vardı. Gülebiliyorduk. Bu sefer ise ikimiz de kaçmak adına gülüyorduk. Yoksa kalbimde ki yük taşınılabilecek gibi değildi. Kaldıramıyordum. Fazla bakmak istemediğim için üzerimde olan mahvolmuş takımı çıkardım. Krem rengi resmen kana bulanmıştı. Düşünmemek adına kendimi sıcak suya bıraktığımda derin bir nefes verdim. Gözlerimi kapattım. Sıcak su kemiklerimi ısıtmışken kendime geldiğimi hissettim. Ancak her şey bir anda gelişti. Duyduğum korna sesi ile gözlerimi açmam bir oldu. Korkuyla etrafa baktığımda kendimi yağmur altında gibi hissetmem ile hızla suyun altından çıktım.
"Yiğit."
Fısıltım ile bedenim ürperdi. Nefes nefeseydim. Bir anda olmuştu her şey. Kendime gelmem lazımdı. İyiydim. Tırnaklarım tekrar derime battığında bu sefer can acımı feci bir biçimde hissettim. Ellerimi açtığımda ise tekrardan kanayan yaralarımı gördüm. Sıkıntıyla soludum. Durumum giderek kötüleşiyordu. Elim göğsümü bulduğunda hızla atan kalbimi hissettim. Yakında kalp krizi geçirmesem iyi olurdu. Çünkü normal bir insanın bu kadar korkuyu kaldırabileceğini sanmıyordum. Gerçi normal olduğum sorgulanırdı ama. Başımı kendime gelmek amaçlı salladım. Ardından tedirginlikle tekrar suyun altına geçtim. Gözlerimi ise bir daha kapatamadım. Korktum. Duşu hızla bitirdiğimde kendimi banyodan çıkardım. Yatak odasına çıktığımda ise kapanmış kapı ile derin bir nefes verdim. Bana çıkardığı kıyafetleri sorgulamadan giyinirken istemsiz bir korku vardı. Sanki gözümü her kapattığımda o ana dönecektim. Eşofmanın ipini çekip bağladığımda onun olduğunu biliyordum. Tişörtü de üzerime geçirdiğimde saçlarımı zorlukla havluyla birkaç kez kuruladım. Yalnız kalmamalıydım sanırım. Lavaboya gidip hızla işlerimi hallettiğimde zorlukla çıktım. Derince bir nefes verdim. Abartmıştım yine. Sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Onun yanı güvenliydi. Kendimdim. Mutfak diye tahmin ettiğim yere girdiğimde seslenecektim ki beklemediğim bir manzara karşıladı beni. Elleri tezgaha yaslıydı. Başı ise eğik. Sanki dakikalar önce bana gülen beden o değildi. Dondum kaldım yerimde. Siyahlar sabahki gibiydi. Çökmüştü. Karşımda bitiyordu sanki o da. Bana gülen yüzünün benim için olması canımı acıttı. Acıyla yutkundum. Halimiz berbattı. Ben ise yine ona sığınmak için koşup gelmiştim. Oysa o... Kendime kızdım. Aptal olan bendim. Salak olan yine bendim. İyi olmasını nasıl bekleyebilirdim ki? Yüzünü kaldırdığında ise gözleri beni buldu. Bir an yüzü afallasa da hemen eski haline geri dönmeye çalıştı.
"Kaçak."
Gülümsemeye çalışması canımı acıttı. Biz bu kadar kötü bir halde miydik? Bana doğru geldiğinde sonunda rolünü yüzünde oturttu ve gülümsedi.
"Niye ses vermedin?"
Bana doğru adımladığında gözlerimi kapattım. Ardından bu sefer ona giden ben oldum. Adımlarım ise sarsaktı. Dolmaya hazır olan gözlerimi açtığımda zorladım bu sefer kendimi. Gülüşü bu halim ile solduğunda düşünmedim. Sarıldığımda kasıldı. Böyle olmasını istemediği belliydi.
"Özür dilerim."
Yine ondan yardım bekliyordum. Ama ikimizde birbirimizden beterdik. Sıkıca sarıldım. İçinde olan o yangını yağmurumla söndürmek istedim. Çisem ismim ilk defa bir işe yarasın istedim. Lakin bu hayatta tek öğrendiğim benim daha da kanattığım olmuştu. İlk defa sarmak istedim. Elleri saniyelerin sonunda beni bulduğunda gözlerim dolmuştu bile çoktan. Gerilen bedeni tüm rolünü anladığımı bildiğinin göstergesiydi. Bir elini ıslak saçlarımda hissettiğimde derin bir nefes verdim.
"Kaçak. Ben..."
Gözlerim ardımızda kalan kaynamakta olan suyu buldu. Daha fazla böyle kalırsak olan ikimize de olacaktı. Derin bir nefes verdim ve ilk defa bu sefer ben tebessüm ettim. Ondan ayrıldığımda göz göze gelebileceğimiz bir biçimde durdum.
"Ben yaparım."
Yüzü donuklaşırken bunu beklemediği belliydi.
"Ne?"
Afallayan yüzüne karşın tebessümümü korudum ve kollarının arasından çıktım. Ardından konuştum.
"Sen duşa gidiyorsun ben de bir şeyler hazırlıyorum, sonra..." Gözlerimi göremeyeceği için kapattığımda olabildiğince güçlü durmaya çalıştım. İkimiz de berbat bir haldeydik. Bu oyun daha fazla böyle devam edemezdi. "Sonra konuşacağız."
Sesimi net çıkarmaya çalışsam da anladığını biliyordum.
"Kaça-"
"Hadi Manyak. Su kaynatmayı bile becerememişsin zaten. Tencerede mi kaynatılır bu?"
Ona döndüğümde tebessümümü korudum. Ama ilk defa gülümsemek bu kadar güç geldi bedenime. Belki çocukluğum olmadığındandı. Sıkıntıyla soluğunda ikimizi de zor durumda bırakmamak adına başını salladı. Arkasını döndüğünde ise bir süre durdu. Artık gitmeliydi çünkü ben daha fazla dayanamayacaktım. Tekrar döndüğünde ise gitmesi için işaret verdim. Hafifçe tebessüm ettiğinde mutfaktan sonunda çıktı. Gözlerimi kapattığımda tüm gülüşüm bitti. Aklıma gelen tek şey o ekranda gülümseyen küçük bir çocuktu. Çok bağırmış mıydı? Yangını görmüş müydü? Eve girmeye çalış mıydı? O korkuyla ne yapmıştı? Ben sesimi çıkartamazdım mesela. Dünyam dururdu. O ne yapmıştı? Donup kalmış mıydı? Yoksa haykırışları yangının içinde kaybolup gitmiş miydi? Kendini suçlamış mıydı? Acıyla nefes verdim. Ben nasıl... Nasıl yapacaktım? Düşünürken bile kahrolurken ondan dinlerken... Acıyla tezgaha yaslandım. Su yanımda kaynadığını haber ederken zorlukla dolan gözlerimi açtım. Yangın ve su. Sanırım ikimizin sonu da bu su gibi olacaktı. Acıtacak ama ne sönebilecek ne de dinecektik. Korkum ise buhar olup gitmekti. Ayrılmaktı. Sait'in sözleri zihnimdeydi. Git diyordu. Gidersen yaşamanı sağlarım. Ama sözlerinin tam tersi çıkıyordu. Masal, Sait'in planı kızın ölmesiydi zaten diye haykırıyordu. Ben ne yapacaktım?
…
Bulduğum kupalara öylece suyu doldurdum. Dakikalar içinde kendime zor da olsa gelmiştim. Kaynamaktan yarısı bitmiş suyu bardaklara doldurduğumda bulduğum yiyeceklere göz gezdirdim. İkimizin de ağzına bir şey atacağını sanmıyordum. Buhar çıkan kupalarda gezindi gözlerim. Sevdiğini bildiğim tek şeyi yapmıştım. Kahve. İkimizde birbirimiz hakkında hiçbir şey bilmiyorduk oysa. Ne kadar acı. Duyduğum adım sesleri ile arkamı dönmek istedim ama başaramadım. Yüzüne bakarsam ağlamaktı korkum. Sonra beni teselli etmesi... İstemiyordum. Bu gün öyle olsun istemiyordum. Adımları yaklaştığında ikimiz de ses etmedik. Yanımda tezgahta durduğunda öylece kupalara baktım. Durduk. Sadece durduk. Sanki ikimiz de konunun ağırlığının farkındaydık ve birbirimize bakamıyorduk. Ancak beklemediğim soru ondan geldi.
"Benimle tanışmamayı hiç diledin mi?"
Acı dolu sesi tüm gerçekliğin yansımasıydı. Sorusu ise kalbimi parçaladı. Gözlerimi kapattığımda tezgahtan destek aldım. Onunla hiç tanışmamak... Olan hiçbir şeyin olmaması demekti. Acıların, pişmanlıkların, bilinmeyenlerin... Bugünkü ikinci ağır soruydu bu. Acıya rağmen tebessüm ettim. Ardından ilk defa saklamadım ondan düşüncelerimi.
"Bugün Kaan ne dedi biliyor musun?" Yavaşça onda döndüğümde gözleri bir noktaya dalmıştı. Lakin tüm odağının ben de olduğunu biliyordum. "Eren Korlu için Yiğit'i geride bırakabilir misin Çisem Kalen?"
Sözlerimin ardından gözleri beni bulduğunda kendi sorusundan da ağırını ben saniyeler içinde söylemiştim ona. Boğazım düğüm düğüm oldu. Kaşları çatılırken bana doğru yaklaştı. Canımın yandığını düşünüyordu sanırım. Yanıyordu da. Ama umurumda olan en son şuanda benim kendi canımdı. Ölmeyi becerememiştim. Bari yaşadığım hayata, sevdiklerime ilk kez bir yararım olsundu. Bir kere de ben insanların dayandığı o sağlam duvar olsaydım.
"Kaça-"
"Manyak." Sözünü bölmem ile gözlerini kapattı. Duymak istemez gibiydi cevabı. "Kardeşim benim her şeyim. Ölü bir insan benim tüm hayatım." Tezgahta olan eli yumruk olurken susmamı ister gibiydi. Ben ise devam ettim. Sesim titredi ama bir an olsun durmadım. "Ben kardeşimden ne olursa olsun bırakamam, bırakamam ama bugün ilk defa ona giden bir yolda çocukluğumu geride bıraktım."
Sözlerim ile siyahları bana baktığında gözlerimden bir yaş süzüldü. Bunu beklemiyordu. Yutkunduğunda elini yaşı silmek için kaldırmıştı ki hızla kendim sildim. Güçlü durmam lazımdı. Onun için. Bugün her şeyi silecektim ve ondan dinleyecektim. Yoksa ayakta kalamazdım. Derin bir nefes çektim içime. Düğümlenmiş boğazımı yok saymak istedim.
"Ayakta konuşmayalım böyle."
Hızla yönümü tezgaha çevirdiğimde kupaları aldım. Adımlamak için arkamı döneceğimde ise beklemediğim o şey oldu. Kupaları elimden aldığında gözleri netti bu sefer. Sıkıntıyla soludu.
"Eğer ki bir gün Yiğit ile kim olursa olsun, birisini tercih etmen gerekirse..." Gözleri gözlerime net bir biçimde baktı. "Bu işin içinde ölüm yoksa bir an bile tereddüt etme Kaçak."
Sözleri ile bedenim duraksarken gözlerini benden ayırdı ve kahvelerden birisini yudumladı. Zorlukla tebessüm ettiğinde fısıldadı.
"Ayakta durmayalım bence de."
O arkasını döndüğünde ben kalakaldım. Ne olmuştu daha önce? Ölüm yoksa mı? Yiğit... O arkasını dönüp öylece giderken sanki ben donmuştum. Aklıma gelen saçma düşünceler ile ellerim gözlerimi buldu. Saçmalıyordum. Hafifçe güldüm. Başka bir şey kastetmişti. Sertçe ağrıyan gözlerime baskı yaptım. Ağlamak yoktu, saçma sapan düşüncelere girmek hele ki hiç yoktu. Bugün gerçekler olacaktı sadece. Başka bir şeye yer yoktu. Ellerimi göz kapaklarımdan çektiğimde tezgahta duran yiyecekleri aldım. Onun ardından sakinlikle salona adımladım. Kaçmak yoktu. Aslında bu güne kadar kaçışım ondan değildi ki benim. Şimdi fark ediyordum. Benim kaçışım kendimdendi. O bana yaklaştıkça ise ondan da kaçıyordum. Bugün ise ona adım atan ben olacaktım. Salona girdiğimde kupaları küçük sehpaya bıraktı. Kendisi koltuğa otururken kendimi hazırlamak istedim. Basit olmayacaktı. Gerçi şimdiye kadar hiçbir şey basit olmamıştı. Düşünmemek adına ona doğru ilerlediğimde gözleri üzerimdeydi. Bunun bilinceydim. Sehpaya elimdekileri bırakırken karşısına geçmek için ilerleyecektim ki beni bileğimden yakaladı. Ona döndüğümde ise görmediğim o şeyi gördüm.
"Otur da bakayım."
Ne ara buraya getirdiğini bilmediğim o çantaya baktım. İtiraz etmedim. Bileğimi tutan sıcak parmaklarına izin verdim. Hemen yanına oturduğumda o küçük çantayı açtı bileğimi bırakarak. Sanki ikimiz de konuşmamak için farklı bir şey bulacaktık gece boyunca. Ellerimi araladım. Gerçi bakılması gereken bir durumdaydı artık tenim. Sızlıyordu. Yaraları görünce ise aklıma gelen o soruyu sordum.
"Ayaz." Gözlerine baktım. Sinirlenecek miydi? "İyi mi?"
Beklediğim tepkiyi vermedi. Bana bakmadı. Sinirlenmedi. Aksine oldukça sakindi. Derin bir nefes verdi.
"Bilmiyorum, Aras ilgilenecektir."
İkimiz de ilginç bir biçimde fazlasıyla sakindik. Çıkarttığı malzemeler ile parmakları elimi dizine koydu. Yine sesimi çıkartmadım.
"Masal'a ne olacak peki?"
Yine bana bakmayarak ilgilendiği işe odaklandı. Ben ise tamamen ona odaklanmıştım. Duştan çıktığı belliydi. Saçları önüne düşmüş, nemliydi. Kirpikleri daha da belirginleşmişti. Saçları eskisine göre daha da uzamış gibi geldi gözüme. Omuzları çökmüştü. Burada değil gibiydi. Birazdan konuşacağımız konuyu düşündüğü belliydi. Nasıl anlatacağını düşündüğüne emindim. Zordu. Çok zordu. Ama bilmesi gereken benim onu zorlamayacağımdı. Beklerdim. Ben beklerdim. Yarama dokunmasıyla sızlasa da sesimi çıkartmadım.
"Bilmiyorum. Ayaz ne derse o olacak."
Söylediği cümleler beni şoka uğrattı.
"Ne?"
Ayaz mı demişti o? Yarama ilacı döktüğünde elimi kapatacaktım ki engel oldu ve başını salladı.
"Her ne kadar sinir olsam da," Gözleri sonunda bana baktığında sıkıntı ile nefes verdi. "O Sait'in sağ kolu. Ben bir şey yapamam. Hele ki bu günden sonra."
Ayaz. Siyahlar gözlerini kaçırdığında başka bir şeyi anladım. Kendisini mi suçluyordu? Ayaz'ın beni kurtarmasından... Yok artık. Ciddi olamazdı.
"Man-"
Ne diyeceğimi biliyormuş gibi bu sefer sözümü kesen o oldu.
"Kaan'a sakın kızma."
Ani konu değişikliği ile gerilen kişi ben oldum. Kaan. Konuşmak için ağzımı açacağımda beni yine böldü.
"Sait seni ondan uzaklaştırmak için her şeyi yanlış anlatmış."
Gözleri gözlerime bakamadı. Ama tenimde gerilen parmakları konunun ağırlığını hissettiriyordu. Bunları duymayı beklemeyen ben ise ondan farksız değildim.
"O yüzden onu suçlama."
Sesi giderek solarken bir şeyi söyleyip söylememe arasında kaldığı belliydi. İçimde ki tedirginlik onun gerilmesiyle giderek büyüyordu. Gözleri gözlerime bulduğunda ilk defa çekinmeden baktım ona. O ise karşımda ilk defa benden kaçmak için çırpındı.
"Kaçak."
Elimde olan teni yavaşça yok olurken siyahları saniyeler içinde tekrar kaybettim. Lakin beklemediğim derin bir nefes alıp ellerinin saçlarını bulması oldu. Nasıl diyeceğini bilemiyordu. Ben ise ne yapacağımı... Saniyeler içinde ise benim beklemediğim o cümle döküldü dudaklarından.
"Kaan seni bırakabilir."
O sanki daha fazla bu cümleleri içinde tutamaz gibi aniden söylerken benim vücudum dediğini algılayamadı. Afalladığımda ne yapacağımı, düşüneceğimi bilmediğimden sadece histerik bir gülüş oluşturabildim yüzümde.
"Senden tek isteğim ona zaman vermen. O sana gelinceye kadar arama, sorma, yanına git-"
"Manyak sen ne dediğinin farkın-"
Elleri hızla ellerimi tuttuğunda ikimiz de ne dediğimizi bilmiyorduk. En azından o öyle olmalıydı. Korkum büyüdü.
"Farkındayım." Gözlerini kapattı. "Kaçak o kendini suçluyor. O yüzden izin ve-"
"Ne için?"
Bağırmak haykırmak istedim. Ama tek yapabildiğim titreyen sesim ile ellerimi ondan çekmek oldu. O ise sanki kaybetmek istemezmiş gibi hemen geri yakaladı. Boğazımda oluşan boğumlanmalar artarken konun nasıl buraya geldiğini, ne düşüneceğimi bilmiyordum.
"Sana sabah dedikleri içi-"
"Hayır. Hayır o değil."
"Ne o zaman!"
Bu sefer sesime engel olamadım. Bir kişi. O bir kişi her şeyimdi. Hızla ellerimi kurtardım. Kaan. Kaan Vural. Gidecek diyorlardı. Gözlerim tüm düşüncelerimi es geçerek dolarken ayağa kalkmak istedim. Ama beni engelleyen kişi yine ondan başkası olmadı. Manyak beni tekrar kendisine doğru çektiğinde çırpınamadım. Ne oluyordu? Konu yine nasıl sapmıştı da ben düşünmediğim bir yerden vurulmuştum. Kaan. Deniz. İçim daralmaya başladığında bir kez daha istemsizce ölümü diledi bedenim.
"Kaçak. Güzelim. Bulut ilgilenecek. Emin ol senin onu görmen ona iyi gelmez. Bak bir bana..."
Cümlelerinin devamını dinleyemezken karşımda gördüğüm kişideydim. Çocukluğum. Acılı bir tebessüm vardı yüzünde. Bana doğru bir adım attığında mavilerini acınası bedenimden çekti. Tiksinirmişçesine. Ellerim sıkı sıkı tutulurken ise o fısıldadı.
"Her gün, başka birisi gidecek. Ama sen yaşamak için ısrar edeceksin."
Bir adım daha attığında nefes alamadığımı hissettim.
"Dayanabilir misin? Ölmek mi Çisem öldürmek mi?"
Elimi elinden kurtardığımda sıkıntıyla daralan göğsümün üzerinde gezdirdim.
"Bana dönüşmekten korktuğun her bir gün, saat, dakika için birisi gidecek. Bunu unutma."
Gözlerimi maviliklerden çeken siyahlar oldu. Çocukluğum gitti sanmıştım. Gitmeyecekti. Ama asla yanımda da olamayacaktı. Çünkü siyahlar vardı. Bir köşede kalacaktı çocukluğum her zaman o olduğu sürece.
"Kaçak."
"Bir şey mi oldu?"
Çocukluğumu es geçmeye çalışarak korkumu sordum siyahlara. Hızla başını iki yana salladı.
"Hayır. İyi. Sadece ona biraz zaman ve-"
"Zaman yok ki."
Çaresizliğimi kendime verdiğim tüm sözleri yıkarak yine ona yansıtmıştım. Ama yine de ayakta kalmak adına ellerimi çektim. Hızla gözlerime bastırdım.
"Zaman yok ve ben her geçen saniye birisini kaybediyorum. Ama..."
Ama Kaan en değerlimdi. Onu kaybedemezdim. Başımı olumsuzca salladım.
"Benim onu bulmam la-"
"Kaçak."
Bu sefer sesi ciddiyetle çıktığında sıkıntıyla soludu. Gözlerim siyahları bulduğunda ise kendi sesinden nefret ediyormuş gibi baktı yüzüme. Ama ağır o cümleleri ise anlamam için sıralamaktan asla çekinmedi.
"Onun yanına gitmene artık ne kendisi, ne Sait, ne de ben izin veririm." Kaşlarım dedikleri ile çatılırken elimi tekrar sıkıca tuttu. "Sait bir oyun oynadı, biz de kaybettik."
Ellerimden sakinleşmemi ister gibi yavaşça öptüğünde gözlerimi kapattım. Bilmediğim bir oyuna düşmüş ve kayıp mı etmiştim? Neydi bu oyunun adı? Kumar mı? Acıyla yutkunduğumda fısıldadı.
"Kaybettiğini kabul et ve sıra sana gelince yanlış taşı hareket ettirme."
Gözlerimi eğdiğimde siyahlar yüzümden ne düşündüğümü anlamak ister gibi her bir ifademe ince ince bakıyordu. Acıyla yutkundum.
"Bilmediğim bir oyuna girip öylece dahil ol mu diyorsun?"
Başını olumsuzca salladığında hafifçe tebessüm etti.
"Bilmediğin değil, benim olduğum oyunda yerime sen oynayacak ve bitireceksin."
Bana güveniyordu. Karşısında çaresizce çırpınan bir kıza güveniyordu. Bir tarafım diyordu ki karşımızda ki kişi de delinin teki mi yoksa... Yoksa güvendiği bir dal mı var? Ama beni asıl korkutan Sait'in bugün bana yaptığı gibi tutunduğumuz her dalı kırmasıydı. Onu hafife almıştım. Ve bildiğim bir diğer en iyi şey de onun olduğu bir oyunu öylece bitiremeyeceğimdi. Ellerimi tutan ellerini sıktım ve bu sefer mırıldanan ben oldum.
"Anlamadığın da bu. Sait'in sizi bana karşı kullan-"
"Saçmalama."
Aniden sözümü kesmesini beklemezken tenim ürperdi. Kulaklarımda çınlayan tek ses ise onundu.
"Kısaca Çisem Kalen, onları bana karşı bir savaşa zorlayamazsın. Yapamazlar."
Sait. Sait Uluç. Siyahlar gerçekten ona güveniyor olamazdı değil mi? Ellerini bu sefer o tenimden uzaklaştırdığında vücudumun giderek soğuduğunu hissettim. Gözlerini üzerimden kaçırdı.
"Yıllardır adam bize bakıyor. Kendini suçladığından sırf. Tamam acımasız, kibirli, cana yakın değil ama onun hakkını asla ödeye-"
"Sen ne dediğinin farkında mısın?"
Sesim buz gibi çıkarken gözleri gözlerimi buldu. Benim kulaklarımda ise Sait'in onları küçümseyen sesi asla gitmiyordu. Abisini kullanmak istemesi. Küçücük bir kızın ölmesine öylece gülen. Abisini öldürdüğünü söylerken bir an bile tereddüt etmeyen bir canavar vardı karşımda. Lakin o... Manyak ona güveniyor muydu?
"Sen Sait'ten farksız mısın da?" Çocukluğum acımasızca konuştuğunda dinlememeye çalıştım. "Öldürdükten sonra sıkıntı pişman olup olmamak mı sadece senin için?"
Çocukluğum alay ile bir gülüş savurdu. Hemen yanımdaydı. Ama bakamazdım. Onunla inatlaşırsam şuan kaybeden ben olurdum.
"İyi o halde. Ben de öldürüp pişman olayım. Bir sen olur muyu-"
"Manyak. Bir şey desene."
Çocukluğumun susması için konuşsun istedim. Çünkü birisi can acıtıyordu. Diğeri ise üzmemeye çalışarak acıtıyordu. O acıtsın istedim. Gözlerini benden kaçırdığında derin bir nefes verdi.
"Sait sana zarar vermeyecek. Ama biz de ona artık daha fazla zarar vermeyeceğiz. Bir şekilde halledeceğim."
Haklıydı. Çocukluğum yine saniyeler içinde haklıydı. Sait karşımda onlardan birer kukla gibi bahsederken kendisi şimdi karşımda ona olan minnetini anlatıyordu. Bu iş böyle devam ederse her birisini gerçekten kaybedecektim.
"Saniye sürmüyor dediklerimi yapma hızın."
Çocukluğum homurdandığında gözlerimi siyahlardan ayırdım. İçimde bir ateş yanıyordu. Bu onların yangınıydı. O yangını söndürecek olan kişi ise çocukluğumdu. Alayla güldüm yoksa ağlayacaktım. Benim acı dolu yerimi ise çocukluğum sanki bu dönekliğime artık alışmış gibi sorgulamadan doldurdu.
"Öyle bir şey olmayacak."
Net cevabım ile gözleri bana döndüğünde nemli gözlerimi sildim. Bir ateş vardı. Giderek harmanlanıp, büyüyen bir ateş. Bu onların ateşiydi. Ben o ateşi kendi yağmurumla söndürürdüm.
"Ne?"
Dediğimi adlandıramamış gibi bana döndüğünde gözlerinde olan endişeyi gördüm. Çocukluğum ise tebessüm etti. O an anladım her şeyi.
"Beni vurabileceği başka bir şeyi yok." Manyak'ın kaşları dediğim ile çatılırken konuşacaktı ki izin vermedim. "Babam ile de araları bozulacak."
"Sen ne dediğinin farkın-"
"Gayet farkındayım. Oyun oynuyorsak o taşları baştan dizmesini bilirim. Ama bir daha onun oyununa gelme-"
"Ölüyordun bugün!"
Sesi yükseldiğinde hırsıma sinirlendiği gayet belliydi. Siyahları korkuyordu.
"Ölmedi-"
"Uyuşturucu içtiğinin bile farkında değilsin lan hala!"
Dedikleri ile bedenim buz keserken o sakinleşmek adına gözlerini kapattı.
"Ne?"
Bedeni yanımdan ayaklandığında sanki bir şeyi ağzından kaçırmış gibiydi. Ben ise giden bedenin ardında kalan o boşlukta takılı kaldım. Uyuşturucu mu? Başım. Elim başımı bulduğunda dönen başım aklıma geldi. Ayakta duramayan bedenim. Hala hafiften ağrıyan kafam. Düşünemem... Bu yüzden miydi? Sakin kalmaya çalışan bedenin bana döndüğünü hissettim.
"Buraya nasıl geldiğimi biliyor musun?" Gözlerimi yavaşça kapattım. "Ayaz bilerek söyledi her şeyi. Senin ölümünü izletmek için bilerek her şeyi söyledi lan!" Bana doğru yaklaştığında duyduklarım ile gözlerimi kapattım. "Kaan'a her şeyi bilerek yanlış anlattılar ki geç kalayım." Boğazım düğüm düğüm oldu. "Yıllar sonra ilk defa yüzüme vurdu Kaçak." Sesinin titremesi ile her şey koptu. Yanıma çöktüğünü hissettiğimde elimi nazikçe tuttu. "Ne yapacağımı bilemedim."
Gözümü açtığımda bir damla yaş aktı gitti. Ama ona bakamadım. Bakarsam yapamazdım.
"İki silah sesi geldi." Elimi sıktığında destek olmak istedim. Ama yapamadım. "İlkinde hareket edemedim. Sen sandım. Gözümün önünden geçti her şey..."
Elimin üzerinden öptüğünde canım yandı. Ama ben yine bakamadım. Siyahları yıkık göremezdim. Kendime sıraladığım tüm o cümleler yok olmuştu.
"İkincide silah sesinde beni kendime getiren neydi peki biliyor musun?"
Zorlukla gözlerine baktığımda o siyahları ilk defa dolu gördüm. Önümde diz çökmüş sıkıca elimi tutuyordu. Sanki bana destek olmak için her gülümsemesinin ardında yatan acı vardı o gözlerinde.
"Kendini tek seferde öldürebileceğini bilmemdi. Ölmediğine, ölme ihtimaline dayanarak çıktım ben o çukurdan."
Elimden bir kez daha öptüğünde acısını dindirmek istediği belliydi. Her zaman anlatan ben olmuştum. Anlatmasam bile anlayan ise o. Ama şimdi ilk defa... İlk defa döküyordu kendini, benliğini... Ağırdı. Onu hiç tanımamış olmak çok ağırdı. Onun tüm bunlara rağmen bana sürekli tebessüm etmesi çok ağırdı. Tek elimi diğer eliyle de tuttuğunda gözlerimi kapattım. Ancak beklemediğimi bu sefer o yaptı. Başını dizlerime yasladığında gözlerini sakladı benden. Maviler ona bakarken ise ruhunu saklayamadı bu sefer. Karşımda o ekranda ki çocuk vardı. Derin bir nefes aldı.
"Öldün sandım..."
Sesi kısıktı. Elimi iki eliyle de sıkıca tutarken sanki kaçmamı engellemek istiyor gibiydi yine. Ama bu sefer beni sakladığı yer kendisiydi. Ölümden beni kendisine saklamak isteyişi ise canımı acıtandı. Gitmediğime hala o andan beri kendisini inandıramadığı belliydi. O korkuyla gelip beni sakinleştirmişti. Her şeye rağmen gülümsemişti. Bu sefer ise ona yardım eden ben olmak istedim. Boşta olan elimi kaldırdığımda titrediğini gördüm. Ama onun acısını geçirmeye çalışarak yaralı tenim onun nemli saçlarını buldu. Bunu beklemeyen bedeni elimi sıkmayı bırakırken sessizce fısıldadım.
"Özür dilerim."
Gözümden bir yaş süzüldü. Kardeşime gitmek istediğim için ise tüm ömrüm boyunca söylemediğim o cümleyi ona kurmuştum. Çünkü o bugün ilk defa bana sığınmıştı. Elim tutamlarında gezinirken acıyla yutkundum.
"Karşına çıktığım için, yağmurdan da korkuttuğum için özür dilerim." Bir damla daha süzüldü gözlerimden. "Benim ile hayatın arasında kaldığın için özür dilerim."
Susmamı ister gibi elimi yalvarırcasına sıktığında derin bir nefes verdim. Devam edemezdim zaten. Düğümlenmiş boğazım daha fazlasını kaldıramazdı. O da konuşamadı. Sustuk. Ama ikimiz de biliyorduk ki tanıştığımızdan bu yana biz ilk defa konuşmuştuk. Ne Çisem Kalen vardı, ne de Eren Korlu. Biz ilk defa Kaçak ve Manyak olabilmiştik. Biz ilk defa acılarımızı göstermiştik. İlk defa birbirimize destek olmuştuk. İlk defa birisinin yarası kalbime işlemişti. İlk defa onun için kahrolmuştum. Elim saçlarında gezinirken dakikalar sonra fısıldadı.
"Babam ile Arda amca..."
Gözlerimi kapattım. İlk konuşmanın acısı işte şimdi başlayacaktı. Kalbim işte şimdi kavrulacaktı. Ama o bana kendisini anlatacaktı ya... İsterse öldürsündü. Elimi daha da sıkı tuttu. Küçük bir çocuğun destek aldığı bir yaşam kapısı gibi. Ölüm ile dolup taşmış bedenim birisine yaşam oldu bugün.
"Sedat ile buluşmaya gitmişti."
Sedat. Tahmin ettiğim kişiydi. O ise nefretle doğruladı tahminimi.
"Sedat Uluç..."
Sait Uluç. Gözlerimi aralayamadım. Abisiydi. Bir an bile tereddüt etmeden öldürdüğü abisiydi. Kamer ve Arda'yı öldüren kişiydi. Yüzünü göstermedi bana.
"Baban ile anlaşmışlardı. O yüzden onu reddet-"
Sesi titrediğinde elini destek olmak adına sıkan ben oldum. Ama Sait'in anlatmadığı her şey kalbime mızrak gibi saplandı. Bizi reddetti demişti. Ama baban için reddetti dememişti. Yasin Kalen. Kapalı gözlerimden bir yaş süzüldü. Babam sonra Sait'le mi çalışmıştı üstüne? İki adam, aile öylece yok olmuş ama onlar çalışmış mıydı?
"Son bir kez konuşalım demiş."
Zorlukla devam ettiğinde acılı sesi kalbime vuruyordu direkt.
"Anlaşma reddedilince..." O anda gibiydi. Çocukluğunun acı yerlerinde gibiydi karşımda. "Sedat o restorandan çıktıktan sonra bina patlamış."
Dizlerime başını iyice gömdüğünde kendini sakladı benden. Acısını sakladı. Gözümden süzülen yaşlara ise engel olamadım bu sefer. Süzüldüler. Hazmetmeye çalıştım. Patlamıştı. İki adam öylece yok olmuştu. Bir patlamanın ardından gelen yangın ile. Dakikalar geçti. Ben sindiremedim. Ama sanki o bir an önce kurtulmak ister gibi fısıldadı.
"Ben daha ne olduğunu anlamamışken hisse kavgası oldu."
Eli elimi sıktı ama ben de onu sıkıca sarıp sarmaladım.
"Cenaze günü..." Cenaze günü mü? O kadar mı? "Aras'ın amcası, Hasan şirkette çalışıyordu. Babam gidince,"
Gözlerimi hızla temizledim. Akan yaşlardan artık göremiyordum. Ardından tekrar her bir teline öleceğim o saçlarına dokundum. Buradayım demek ister gibi.
"Babam gidince ilk kavgayı başlattı o gün. Sonra abim."
Gözlerimi kapatıp nefes almaya çalıştım. Lakin ciğerlerime hava gitmedi. Anlattıklarının ağırlığı beni nefessiz bıraktı.
"Bir iki ay normal kavgalar edildi. Ama o gün..."
O güne gelmek istemedim. Gitmek istemedim. Duymak istemedim.
"Aras ile yan odadaydık."
Duymuşlardı. Her şeyi. Şimdi anlıyordum asıl onları. Birbirlerine olan nefretlerini de sevgilerini de.
"Babama hakaret edince abimde tüm ipler koptu. Evi başlarına yıktı."
Bu sefer acılı sesi başkası için çıktı.
"Ela televizyonun altında kalacakmış abim yüzünden."
Ela ismi bana yabancı gelirken o beni tamamladı.
"Ela Altan."
Gözlerimi duyduğum ile kapattım. Bedenim sarsıldı. Sarı... Aras'ın en değerlisi. Sait'in aklına bile gelmeyen o isim. Ela Altan. Sarı'nın beni onun yerine koyduğu Ela Altan.
"İlk defa herkes birbirine girdi o gün. Annem ve Asya teyze anıların hatırına, babamların acısıyla ses çıkartmazken çocukları için o gün ilk defa seslerini yükselttiler."
Elimi sıktı. Ben ise her şeyin buradan sonra gerçekleştiğini anladım. Sessizce bekledim. Anlatmasını.
"Akşamında Aras'la kaçmıştık herkesten. Annem sinir ile eve gitmişti. Abimden haber yoktu."
Duyacaklarımı biliyordum. Nefesimi tuttum. Ciğerlerime hava yetmezken onun yangınında ben de nefes alamayım istedim. Onunla yanmak istedi bedenim.
"İskelede otururken telefonum çaldı."
Elini sıktım. Ama saçlarıyla oynamaya titreyen elim bir şey yapamadı bu sefer. O ise acıyla söyledi.
"Burak..."
Sesi titrediğinde titremesin istedim. Geçsin, bitsin istedim. Onun yerine ben olmak istedim. Yağmurdan da yangından da ben kaçayım istedim.
"Annemi sordu."
Elini sıktım. Tüm gücümle sıktım. Tek yapabildiğim bu olmuştu çünkü. Onun parmakları ise tenimde gücü kalmamış gibi artık gevşiyordu.
"Ela'ya bir şey olabileceği için sinirlenmiştim ben. Telefonu o yüzden o kadar çabuk kapat-"
Devamını getiremediğinde gözlerimden akan yaşları durduramadım.
"Evdedirler dedim sonra,"
Tek bir kelime. Tek bir kelime onun ailesine mi mal olmuştu? Annesine. Bana tutunmuş ellerinden birisi elimden kayıp giderken nefes alamadım.
"Annem yaşananlar için özür dilemeye gitmiş Çisem. Annem..."
Acısı kalbimin her bir yerine işledi. Anladım. Acısını anladım. Hissettim. Hem de öyle iyi hissettim ki bedenimin ürperdi. Dondum. Zaman aktı. Biz öylece durduk. Ama son kalan elini asla bırakmadım. Benden destek aldığı parmaklarını bırakmayan ben oldum. Yanında olduğumu bilsin istedim. Acısını, onu anladığımı görsün istedim. Gözlerimden yaşlar akarken durduk. Sustuk. Ama asla anlayamadığım tek şey nasıl dayandığı oldu. Bu kadar şeye bir insan dayanamazdı çünkü. Ama o... O karşımda tebessüm edebilmişti. Ben ağlarken beni teselli eden o olmuştu. Ben ise... Elimden anca bu geliyordu. Dakikaların sonunda gözlerimden akan yaşlar yeni yeni yavaşlarken ise ilk adımı atan yine o oldu. Düşen eli tekrar parmaklarımı sardığında dudaklarını hissettim. Bileğimden öptüğünde korkuyla fısıldadı.
"Çisem."
İsmim. İsmimi tenimin üzerinden fısıldarken acıyla yutkundum.
"Buradayım."
Zorlukla parmaklarım desteğini belli edercesine artık kurumaya yakın olan saçlarında gezindiğinde mırıldandı.
"İkimizi de öldürmek yerine... Benim için yaşamaya çalışır mısın?"
Saçlarında gezinen elim sorusu ile duraksadığında yutkundum. Gözümden bir yaş süzüldü. Kalbim acı ile sızladı. Gözlerimin gördüğü beden ise beni asıl sınıra getiren o şey oldu. Çocukluğum gözlerime bakıyordu. Çalışırım demek bu kadar zor olmamalıydı. Karşımda olan maviliklerde Yiğit vardı. Hayatım vardı. Bileğimden uzaklaşan dudakları ile ona zorlukla döndüğümde dakikaların sonunda siyahları gösterdi bana. Acısını gizlemişti. Ama korkusunu gizlemedi. Sıkıca tutundu. Yutkundum. Ancak beni şoka sokan şey başka bir kişi oldu.
"Su ateşi dindirene kadar."
Çocukluğum ruhsuzca konuştuğunda gözlerim bu cevap ile karşımda olan çocukluğumu aradı. Ama, yoktu. Lakin tek bir cümle benim acımı, onun ise korkusunu dindirmişti. Siyahlara geri döndüğümde nemli kirpiklerini gördüm. Bana korkuyla bakan gözlerini. Siyahlar yalvarıyordu. Hafifçe tebessüm ettim ve elini sıkıca tutan ben oldum. Gözleri ellerimize kayarken ise fısıldadım.
"Yağmur yangını durduruncaya kadar."
Bu cevabım ikimize yeterdi. Bu soru ikimizin her şeyiydi. Bu soru sevgimizdi. Şimdi cevaplıyorum her şeyi ben. Yaşama tutunmak için artık küçük bir nedenim vardı. Yağmurda elini yine böyle sıkıca tutabileceğim o adam vardı. Çocukluğum vardı. Ve cevap veriyorum. Sevgi, hoşlanma, bağlılık veya evet; aşk vardı. Çünkü kalbimin bir yarısı artık tamamen ona aitti. Gözleri bunu beklemezken siyahlar beni buldu. Dediğimi duyamamış gibi gözlerime baktı. Oysa ikimizde duymuş, anlamış ve sevmiştik. Berbat olan durumumuzu yine tek bir cümle toparlamıştı. Korku dolu o yüz yavaşça tebessüm ettiğinde elimi sıkıca tuttu. Bana teşekkür eden o gözler bu sefer korkusuzca başını dizlerime yasladı. Yüzünü saklamadan. Hafifçe gülümsedim. Gözümden son yaş daha süzüldüğünde elim saçlarında gezindi. Manyak ve Kaçak. Eren ve Çisem. Fark etmezdi artık. İki kişi birbirini tanıyordu. Acıları sevinçleri tüm yaşamı. Gerisine gerek var mıydı? Bence yoktu. Gözlerim yapılmış olan kahveleri bulduğunda kendimize gelmek amaçlı fısıldadım.
"Kahveler, soğumuş."
Hafifçe güldüğünü gördüm. Acıdan sonra gelen ama artık bittiği için huzurlu o gülüşlerdendi bu. Derin bir nefes aldığında yine elimi yüzüne çekti.
"Soğusun."
Sesi fısıltıyla çıktığında ona baktım. Gözlerini açmış gördüğü ile kaşlarını çatmıştı. Ellerimize baktığımda anlam veremdim ama o bir anda elimi bırakmasıyla afalladım.
"Kaçak."
Sesi telaşlı çıktığında ne olduğunu anlayamıyordum. Ona döndüğümde başını yasladığı dizimden kaldırdığı gibi her şeyi unutmuş, iki eliyle dikleşerek elimi nazikçe tuttu.
"Ne, ne oldu?"
Elimi çektiğimde kızarmış olduğunu gördüm.
"Niye uyarmıyorsun? Hay aklıma sıçayım."
Küfürü ile avuç içimi açtım. Yaralar alt tarafı biraz daha kızarmış, hafif kanamıştı. O oturduğu zeminden hızla getirmiş olduğu çantaya uzandı.
"Bir şey yo-"
"Çok acıdı mı?"
Telaş ile bir şeyler çıkardığında tekrar elime uzandı. Bu haline istemsizce güldüm. O gülmemi beklemediği için boşluğuna denk gelmiş olmalı ki afallayarak bana baktı. Ben ise oturduğum koltuktan ona doğru eğildim.
"Acıdı, öpersen geçer ama."
O bu dediğim ile kendine gelirken ofladı.
"Ben ciddiyim sen anca dalga geç."
Elimi tuttuğunda sakinlikle onu izledim. Siyahları dikkatle sardı elimi. Saçları karıştırdığım için önüne dağılmıştı. Gözleri gözlerime bakmıyordu. Aslında ikimiz de iyi olmaya çalışıyorduk şuan. Ama konunun ağırlığından uzun süre çıkabileceğimizi sanmıyordum. Bir elimi bitirdiğinde diğerini de uzatmamı bekledi. İtiraz etmedim. Elimi sıcak teni tutarken ise merak ettiğim o soruyu sordum.
"Nasıl dayandın?"
Uğraştığı iş ani sorum ile yarım kalırken bedeni duraksadı. Bunu sormamı beklemiyordu. Ben de beklemiyordum. Ama devam ettim.
"O gün seni suçladığımda, nasıl dayandın? Nasıl peşimden geldin? Her şeye rağmen nasıl belli etmedin?"
Yutkunsa da tekrar elime odaklandı. Bir süre ne cevap vereceğini düşündü. O gündü kastettiğim. Evim yandığında ilk onları suçlamıştım. Gözüm bir şey görmemişti. Şimdi o güne geri gidebilsem dilimi keser yine öyle bir şey söylemezdim. Elimi sarmaya başladığında mırıldandı.
"Alıştım. Alıştırdı. Kabullendim."
Gözleri gözlerimi buldu. Hafifçe güldü. O gülüş ise tanıdıktı. Acıya batmıştı.
"Sait zayıflık sevmezdi." Gözleri geri işine döndü. "Ama cezaları hep farklıydı."
Ben anlamazken o derin bir nefes verdi.
"Bir gün intihara kalkışmıştım. Aras, Burak'ı vurduktan aylar sonraydı. Beceremedim."
Siyahları inceledim. Sargının çıkmaması için yavaşça kulpuna taktı. Ama elimi bırakmadı.
"Hastane de uyandığımda Sait öldürür sandım beni. Ama Sait yoktu."
Gözleri gözlerimi bulduğunda kendini suçladığı başka bir noktayı gördüm.
"Yanımda Aras vardı Kaçak." Bunu beklemeyen bedenim öylece kalırken o devam etti. "Kaldığı evi yakmış. Yanı başımda yatakta yatıyordu."
Bir eli elimden uzaklaştığında üst bacağımın yan tarafında durdu.
"Burasında büyük bir yanık izi var. Benim yüzümden."
Duyduklarımın etkisinden çıkamadım. Bu çok, çok acımasızcaydı. O ise gerçekten kabullenmiş gibiydi. Hafifçe tebessüm etmeye çalıştı.
"Onun yüzünden de ben köpeğimi kaybettim. Yangında."
Kalbim sızladı. Ama o acısını göstermedi bile.
"Kısaca bizi hem yangına alıştırıp duygusuz hale getirdi, hem de birbirimiz ile cezalandırdı."
Gözlerim tekrar dolmaya başladığında hızla elimi bıraktığı gibi akacak olan yaşı sildi parmağı. Sesi ise kızar gibi çıktı bu sefer.
"Kaçak, ağla diye anlatmadım."
Elim ile onu itekleyip hızla gözlerimi sildim. Haklıydı. Ağlamak olmazdı. Acıyla güldüm.
"Ağlanmayacak gibi olsa ağlamazdım zaten."
Ellerimi tuttuğunda baskı uyguladığım gözlerimden ayırdı ve hafifçe güldü.
"Öpeyim de geçsin mi?"
Gülmeye çalışarak sorduğu soru konudan uzaklaşma isteğini belli ediyordu. Ayak uydurdum. Hafifçe güldüm.
"Of ya."
Gülüşüm ile o da güldüğünde tuttuğu ellerimi çekmesi ile mırıldandı.
"Kaldırır mısınız beni hanımefendi ayaklarım uyuştu da?"
Dediği ile ellerim ile onu çektiğimde beklediğimden atik bir biçimde kalktı. Bu anilik ve benim onu çekmem ile doğruca üzerime geldiğinde ben şokla kalırken onun planının bu olduğunu yüzünden anladım. Ben koltuğa yapışırken üzerimde olan devasa bedenine baktım. Hafifçe güldüğünde tutunduğu ellerimi yaralarıma dikkat ederek kaldırdı. Bir ayağı yerde diğeri dizimin hemen yanında, koltuktaydı. Kaşlarım çatıldı.
"Hani ayakların uyuşmuştu senin?"
İki elimi de koltuğun arkasına yasladığında olacakları yeni anlayan bedenim ile ona döndüm. Bu halime gülüyordu. Hızla ellerimi kurtarmaya çalıştım.
"Manyak..."
Bana eğildiğinde mecburen başımı da geriye doğru kaçırdım. Gülüşü büyüdü.
"Düşün, düşün bakalım da bu sefer bulamazsın."
Anlamamıştım.
"Neyi?"
Biraz daha yaklaştığında gözleri gözlerimden çoktan ayrılmıştı.
"Kaçmak için bahaneyi."
Ben öyle bir şey mi arıyordum? Hayır. Aksine benim beynim daha ne olduğunu yeni anlamıştı. Bu halime gülüşü büyürken bu sefer ani gaza gelerek içimden geçeni yapan ben oldum. Kaçırdığım başımı bana eğmiş olduğu yüzüne yaklaştırdığımda bunu beklemiyordu. Hafifçe güldüm.
"Aramıyordum ki. Bahanem hazır."
Kaşını kaldırdığında biraz daha yaklaştı.
"Neymiş?"
Nefesi nefesime karışırken hala kaçmamı bekliyordu. Yerine gelmeye başlayan zihnim ile bunu yapmam an meselesiydi. Ama şuan giderek hızlanan kalbimi dinlemek istedim. Bana kendini açan adama bir ilki de bugün ben yaşatmak istedim. Gülümsemem büyüdü.
"Tuvaletim geldi."
Gülüşü büyüdü. Kaçacağımı düşünüyordu. Tam tahmin ettiğim gibi bahanemi çürütmek için konuşacaktı ki onu engelleyen benim düşünmeden yaptığım şey oldu. Dudaklarına dudaklarım buluştu. Gülüşü bu yaptığım ile donuklaşırken güldüm. Beklemiyordu. Kesinlikle beklemiyordu. Bedeni kaskatı kesilirken saliseler süren olayla hızla ayrıldım. Kaçmadım. Kaçamadım ondan bugün. Çünkü karşımda benim gibi bir çocuktu o da. İki çocuktuk biz acı içinde yüzen. Büyüyemeyen... O hala şokla bana bakarken gülüşüm büyüdü.
"Ama sonra kullanırım bu bahaneyi."
Siyahları mavilerime şokla bakarken bir ilk daha gerçekleşti. Yazmalıydı bu tarihi herkes. Manyak ve Kaçak bir ilki daha başarmıştı çünkü. Boşluğundan faydalanarak ellerimi ellerinden kurtardığımda önüne getirdiğim saçlarını hızla eski haline getirdim. O hala ona yaptığımın şokundayken ise işlemi bitirip ayaklanmak için hareket ettim.
"Geç oldu, nerede yatacağı-"
Beni bir anda belimden kavramasıyla bedenimi kendisine çektiğine inmek yerine geri oturdum koltuğa. Ona döndüğümde yüzünde ki şok ifadesi gitmiş, yerine hayranlık kalmıştı. Bana doğru eğildiğinde fısıldadı.
"Sen hala uyuşturucu etkisinde olabilir misin acaba?"
Dudağımı büzdüm.
"Bilmem. Bu işten anlayan sensin." Belimde olan elini çözdüm. Bu kadar olan olaydan sonra mutluluk şuan çok geliyordu. Derhal her şeyi sindirmem gerekiyordu. "Bak bakalım öyle miymişim?"
Siyahlara baktığımda bu sefer benim beklemediğimi o yaptı. Dudakları dudaklarımı bulduğunda dondum. Şuan ki amacım bu değil, kaçmaktı. İyice üzerime eğildiğinde gözlerim anlık olarak kapanırken ilk defa içten öptüğünü hissettim. Tüm gerçekler ile, tüm olan biten ile, tüm manyaklığı ile... Belime sarılı eli bacaklarımın altından geçtiğinde dudaklarımız ayırdı. Beklemediğim için nefes nefeseyken ise fısıldadı.
"Tam emin olamadım."
Ben hala olan bitenin şokuyla ona bakarken bedenimi kaldırdı. Bacaklarım refleks ile saatler öncesi gibi beline sarılırken ellerimi boynuna doladım. Yüzlerimiz dip dibeyken heyecan ile kaçan ben oldum. Yüzümü tam bir rezillik yaparak boynuna gömdüğümde güldü. Kokusu ciğerlerime nefes olurken ben utançla mırıldandım.
"Gülme."
Kısık sesim ile gülüşü büyüdü. Adımladığını hissettiğimde boynuna iyice sarıldı ellerim. Utanç duygum şuan tüm olanlardan sonra azalsa da bu kadarı benim için çoktu. Aydınlık salondan ayrıldığımızda karanlık o koridorda adımladı. Boynum ile omuz aramda dudaklarını hissettiğimde tenim ürperdi.
"Kaçak."
Fısıltısı tüm hislerini söylerken gömdüğüm başımı karanlığa güvenerek sakince çıkardım. Yüzüne yaklaşamasam da omzuna yasladığımda o girdiğimiz odada bana döndü. Gülüşüm büyüdü. Ardından onun gibi bir ses ile ben de fısıldadım.
"Manyak."
Adımları yavaşlarken nereye geldiğimizi gayet iyi biliyordum. Beni iyice kendisine çektiğinde karanlıkta kaybolmuş siyahları görmek istedim. Ama onlardan karanlığa kaçan da yine bendim. Sanırım her şey özüne tekrar dönüyordu. Hızlanan kalbim tüm duygularımın tarifiydi. Tüm her şeyin.
"Dedin ya."
Bana doğru başını eğdiğinde asla kaldırmadım başımı. Gülümsemem büyüdü.
"Ne dedim?"
Yavaşça eğildiğinde geldiğimizi bildiğimden ayaklarımı belinden sakince çözdüm. Sırtım yumuşak çarşafa değerken kollarımı ayırmadan onu da nereden geldiğini bilmediğim bir cesaret ile kendimde çektim. Üzerime bedeni düşerken karanlığa yavaşça alışan gözlerim o gözleri görebilmeyi başardı.
"Yağmur dedin."
Elim ensesinde olan saçları bulduğunda mırıldandım.
"Dedim."
Bir eli hemen başımın yanında yer alırken cümlesine devam etti.
"Yangın dedin."
"Dedim."
Sorgulamadan kabul ederken gülüşünü maviliklerim yakaladı. Bana doğru biraz daha eğildiğinde dikkat ederek boşta kalan eli hafif nemli saçlarımda gezindi. Kulağıma doğru eğildiğinde ise kalbimin sesinden onu duyabileceğime emin değildim.
"O yangını durdurabilene aşk olsun."
Dediği ile ona dönmem ile dudaklarımız sakince birbirine tekrar temas etti. Heyecan katsayımı artık hesaplayamıyordum. Acilen bir halt yapmam lazımdı.
"Olsun."
Kalbim tamamen kontrolü ele geçirmişken milimler olan dudaklarımızı birleştirmek adına tamamen eğilmişti ki ben rahat durmayıp hızla bedenini üzerimden devirdim. Kalbime bu kadarı çoktu. Olayları atlatmak adına gülüyor, geçiştiriyorduk. Ama bu kadar büyük bir olay geçiştirilemezdi. O yaptığımın şoku ile kalırken derin bir nefes verdim.
"Her ne olacaksa olsun da ben yamuk ve örtüsüz yatamam."
Yatakta ayaklandığımda bana şokla bakan o bedeni hissedebiliyordum. Yatağın etrafını sakin adımlar ile dolaştığımda ayağımda ki terlikleri de fırlattım.
"Bir de terlikli."
Örtüyü kaldırdığımda onun homurdanan sesini duydum.
"Şuan ciddi olamazsın."
Bedenimi yatağa attığımda son sürat koşan kalbimi yok saymaya çalışarak yastığı başıma göre ayarladım.
"Niye? Sen yamuk ve üstünü örtmeden mi uyursun?"
Alay ile güldüğünde görmemesini umut ederek gülüşümü bastırmaya çalıştım. Ancak kendisini devirdiğim yerden ayaklandığında örtüyü kendi tarafından açtı.
"Uyumak gibi bir planım yok-"
"Kahve de içmedik halbuki."
Sözünü kesmem ile güldü. Yanıma hiç sormadan geldiğinde belime elini doladı ve beni kendisine doğru çekti. Daha fazla ileri gitmeyeceğini bildiğimden ona sokulmakta sakınca görmedim.
"Elbet bir gün kahve de içeriz be Kaçak."
Yastık olarak kolunu devreye kattığında başımı koydum. Onaylayan bir ses çıkardığımda o beni iyice sarmaldı. Bedeninin arasında kendimin uyurken kullandığım ve sabahında yerlerde sürünen yastık gibi kalırken ofladım.
"Pestilim çıka-"
"Çok uykum geldi benim."
Boynuma sokulduğunda derin bir nefes verdim. Bırakmayacaktı. Ona bugün yaşattığım korkudan sonra sesimi ise çıkaramadım. Parmağım yanağında dolaştığında gülümsedim. Uzamakta olan sakalları tenime battı. Gözlerini açtığında mırıldandı.
"Uslu dur Kaçak."
Güldüm. Ancak fazla üstüne gidersem de olayın bana bir şekilde patlayacağını bildiğimden usluca başımı salladım. Yine de parmaklarımı yüzünden ayırmadım. Bok gibi geçen bir günün ardından huzurluydum. Onun yanındaydım. Korkuyordum. Ama diyordum ya, huzurluydum. Güvendeydim. Aklına sorduğu ile başka bir soru gelmiş olacak ki bu sefer durgun bir ses ile sordu.
"Gerçekten uslu duracaksın değil mi?"
Sait'i kastediyordu. Gözlerini tekrar araladığında maviliklerime baktı. Tebessüm ettim. Ardından tek yapabildiğim dudak büzmek oldu.
"Bilmiyorum."
Mırıldanmam ile gözlerini kapattı. Ardından homurdanan bir ses ile mırıldandı.
"Unutturma."
"Neyi?"
Gözlerimin ağırlaşmasıyla ben de kapattığımda o fısıldadı.
"Yarın kızacağım sana."
Hafifçe güldüm. Şuan ikimiz de bu anı bozmak istemiyorduk. Mutluyduk. İyiydik. Güzeldik. Ona imkanı varmış gibi daha da yaklaştığımda kokusuyla uyumak istedim. O ise beklemediğim bir biçimde fısıldadı.
"Buraya da sana bir şampuan alalım."
Yüzünde olan elim sakince boynuna dolanırken mırıldandım.
"Niye?"
"Sevmedim bunu."
Hafifçe güldüm. Kendi şampuanıydı oysa bu. Salak. Aramızda ki sessizlik sürerken birazdan uykuya dalacağımı biliyordum. O yüzden onun gibi asla alakası olmayan bir konu açtım.
"Teşekkür ederim Manyak."
Duyduğunu biliyordum. Belimde olan eli sözlerimin ardından sıkılaştığında daha fazla düşünmedim. Uyumadan önce duyduğum tek şey ise yine onun sesi oldu ve yanağıma küçük bir buse bırakması oldu.
"Ben de Kaçak. Ben de teşekkür ederim."
...
Hafifçe tebessüm ettim. Mayışan bedenim inceden sızlıyordu. İyiydim. Yıllar sonra ilk defa bu kadar huzurla uyanmıştım. Belimde sarılı olan kolda gezindi elim yavaşça. Manyak. Yanımdaydı. İyiydik. Odanın karanlığında gözlerimi araladım. Lakin fazla uyumuş olmalıyım ki ağrıyan gözlerimi geri kapattım. Sırtım sıcak o göğse yaslıydı. Üzerimde olan örtü düşmüş, bacaklarımı sarıyordu sadece. Gülümsemem büyüdü ve yavaşça gerindim. Ne kadar uyumuştuk? Oda karanlık olduğuna göre birkaç saat anca demekti. Ama sanki günlerdir uyuyor gibiydim. Bir gün boyunca uyumuş olamazdık değil mi? Gülüşüm düşünceler ile büyüdü. Arkamda kalan bedeni görmek adına bu sefer gözlerimi açtım ve mırıldandım.
"Manyak."
Ona doğru döneceğimde ise bedenim duraksadı.
"Ne kada-"
Sözüm yarım kalırken elim dehşetle gözlerimi buldu. Ovuşturduğumda hızla geri açtım. Ben. Rüya mıydı? Ne oluyordu? Korkuyla hızla belimde olan eli itekledim. Yatakta doğrulduğumda etrafa baktım. Tanıdık o yere. Burası benim odamdı. O odadaki odamdaydım. Koltuk, duvarlar, tablo, yatak... Korkuyla etrafta gezindi gözlerim. Kabustu bu. Biz, biz İstanbul'daydık. Burası. Gözlerimi inanmak istemez gibi geri kapattım. Ancak araladığımda yer değişmedi. Burası Antalya'ydı. Yutkundum. Ne oluyordu? Korku bedenimi esir alırken ise belimden ittiğim eli tekrar hissettim. Belime dolandığında beni kendisine çekti.
"Manyak biz nerede-"
Sözüm gördüğüm ile kesilirken belimde olan el beni sanki hiçbir şey yok der gibi geri yatırdı. Şoka uğrayan bedenim öylece verilen talimatı yaparken karşımda ki yüz gülümsedi. İçimde ki korku son bulurken tanıdık o yüze baktım. Gözleri hala uyku sersemliği ile kapalıydı. Gülüşü büyüdü ve iyice sarıldı.
"O gece gözlerini açman için çok yalvardım."
Uykuya karışık o ses kulaklarımdan geçti. Bembeyaz tenli, kahve saçlıydı. Tanıdıktı. Çok tanıdıktı. Kimdi? Gözlerini açtığında kahve hareler gördüm. Gülüşü büyüdü. Belimde olan bir eli beni asla bırakmadığını söylüyordu. Diğer eli yatağa dökülen saçlarımda gezindiğinde yutkundum. Ateş. Ateşim çıktığı gece. Yüzü. Yanıma yatan adam o muydu? Tek görebildiğim saçlarına baktım. Benziyordu. Gözlerini geri kapattığında hızla konuştum.
"Sen kim-"
"Abla." Homurdanan sesi ile sözlerim son bulurken tekrar gülümsedi. "Daha erken, uyuyalım."
Dondum. Öylece kaldı bedenim. Kulaklarım ise sadece o sözü duydu. Abla. Gözlerimin dolmaya başladığını hissettiğimde ise o kahveler tekrar açtı gözlerini. Belimde olan elini ayırdığında gözlerim kapanmadan önce tek gördüğüm gülen yüzü oldu.
"Gözün açık uyuyamazsın."
Sıcak teni göz kapaklarımı örttüğünde kendimi derin bir kuyuya atılmış gibi hissettim. Sıcaklık tenimden uzaklaştı. Aksine bu sefer bir soğuk vurdu. Tenime değen soğukluk ile gözlerimi tekrar aralamıştım ki elimde olan kanı gördüm ilk. Ancak beklemediğim elimde ki kanın yere damladıkça artmıyor olmasıydı. Her bir damla da kan giderek azalırken çığlık sesleri duydum. Korkuyla gözlerimi kaldırdığımda ise beklemediğim o ses bedenimi sarstı. Çığlıklar kesildi, onları kesen ise asla unutmayacağım o fren sesiydi. Kalp atışlarım korku ile hızlanırken kanı boş verip hızla adımladım. Yiğit. Yiğit. Yiğit'ti bu. Yiğit. Ablacım. Korku bedenime hücum etti. Kalabalığın arasına hızla daldığımda üzerimize yağan yağmur hızlandı.
"Yiğit!"
Zorlukla geride kalan aracı gördüm. Kalabalıktan daha hızlı sıyrılmaya çalıştım. Ölecekti. Biliyordum. Çocukluğum dikilecekti karşıma. Sarılamayacaktım. Onun acıyla bağırışını duyacaktım. Abla haykırışları zihnimde yankılanacaktı. Ama görmem lazımdı. Benim o haykırışlara bu sefer yetişmem lazımdı.
"Abla!"
Geliyordum. Bu sefer başaracaktım. Çığlık sesleri kalabalıktan çıkmam ile kesilirken bedenim duraksadı. Yiğit. Bir kadın derin bir nefes verdi.
"Çok şükür bir şeyi yok."
Gözlerim kahveleri buldu. Ancak gülemedim. Kolunda oluşan sıyrık ile gözleri dolmuştu. Hızla oturduğu yerden kalktığında bana doğru adımladı.
"Abla!"
Bedenim kaskatıydı. Ben ileri gidemedim. Korku içimde büyüdü. Bana yaklaşan bedenden bir göz yaşı süzülürken onu silemedim. Lakin beni asıl korkutan o şey oldu. Küçük beden korkarak bana sarıldığında nefes alamadım. Yiğit. Başını anca yetişen boyu ile karnıma gömdüğünde içli içli ağlamaya başladı. Çocukluğum... O yoktu. Ben vardım. Yiğit... Yiğit yaşıyordu. Korkuyla bana sarılan bedene baktım. Korkum yaşamasına değildi. Korkum bunun bir rüya olduğunu bilmemdi. Kahve gözlerden süzülen göz yaşlarıyla yüzünü bana kaldırdı. Dudaklarını büzdüğünde ise fısıltısı beni bitiren şey oldu.
"Yaşıyorum..."
Derin bir nefes aldığımda hızla gözlerimi açtım. Göğsüm kalkıp inerken bu aniliğe alışamayan göz kapaklarım sızladı. Rüya. Hayır. Kabustu bu...
…
4 Saat Sonra
Elinde olan fotoğrafa öylece baktı gözlerim. Tüm gözlerin ne tepki vereceğimi beklediğini biliyordum. Gülümsemeye çalışsam da beceremedim. Siyah beyaz fotoğrafta olan o fotoğraf. Yiğit. Ciğerlerimin nefes alamadığını hissettim. Lakin beklediğim şey oldu. Kapı çalındığında ellerim sonunda zorlukla bana uzatılan çerçeve karesini tutabildi. Titrediğini gördüm parmaklarımın.
"Kaçak."
Gözlerimi kaldırdığımda bana hevesle bakan o gözlere baktım. Benim ise gözlerim dolmuştu bile. Bu ifadem ile yüzü gerilirken kapıyı açmaya giden kişiyi hissettim. Acıyla nefes verdim.
"Çiso, sevinmedin mi?"
Sarı heyecan ile yine de sordu. Ancak tepkimi görmüştü bile. Çerçeveyi sıktım. Elimi değil, parçalamak istercesine elimde olan çerçeveyi sıktım bu sefer. Bana doğru gelen adımları hissetmem ile çocukluğum kontrolü elimden aldı. Tüm bakışlar gelen kişiye dönerken ben gözlerimi siyahlardan ayıramadım. Bu halime anlam veremiyordu.
"Sen."
Sarı şok ile konuşurken bana doğru yaklaşan adım sesleri ile dolan gözlerimi parmaklarım hızla sildi. Çocukluğum kontrolü ele aldığında çerçeveyi bırakmadım. Bu her şeyimdi.
"Çisem."
Duyduğum ses ile siyahlardan zorlukla ayırdım gözlerimi. Bana tebessüm ederek bakan o kişiye baktım. Kim olduğunu anlayamayan, ama tanıdık o sesi duyan Manyak ise zorlukla arkasını döndü. Ancak onu çoktan geçen beden hafifçe güldü ve bana doğru geldi.
"Ağzına sıçmışlar."
Manyak'ı geçtiğinde kimseden ses çıkmıyordu. Çocukluğum hafifçe gülümsedi. Bedenim aniden değişirken o çoktan anlamıştı bile kimin geldiğini. Elimde olan, kimseye güvenip de veremeyeceğim o şeyi karşımda ki kişiye uzattım. Özür dilerim. Herkesten özür dilerim ama ben bekleyemezdim. Oyun yeni başlıyordu. Üzgünüm kalbim. Canı yanan asıl kişi sen olacaksın çünkü. Gülüşüm büyürken mırıldandım.
"Sıra bizde."
Gülümsediğinde elimde ki çerçeveyi sakince aldı. Bu fotoğrafı zaten çokça kez görmüştü.
"Çiso. Ne olu-"
"Kitabım mutlu son olacak mı?"
Korku ile sorduğum soru ile Berk'in gözleri beni bulduğunda kimse benden bunu beklemiyordu. Ancak çocukluğumun bile korkusu bu yöndeydi şuan. Çisem Kalen, çocukluğumun korkusunu ilk defa gördüler. İlk defa duydular. Ama karşımda ki adam bu halime daha da güldü. Bana doğru bir adım attığında göz kırptı.
"Ben bu güne kadar sana kötü sonlu kaç kitap anlattım?"
Yutkundum ve korkum yavaşça son buldu. Hafifçe tebessüm ettim. Başlıyorduk. Herkesin intikam duygusu içimde yanıyordu.
"Hiçbir zaman."
Sesim net çıktığında elim elinde tuttuğu çerçevede gezindi. Ardından fotoğrafta olan o minik yüze baktım.
"Kaçak."
Tedirgin çıkan o sesi duydum. Ancak hayır. Durmayacaktım. Daha yeni başlıyordu her şey. Parmağım siyah beyaz olan o karede bir noktada durdu. Berk oraya bakarken derin bir nefes verdim ve beni bitiren o cümle dudaklarımdan döküldü. Herkes ise o cümlem ile vurulmuşa döndü. Ben bile...
"Kardeşimi bulur musun?"
...
☆☆☆☆
★ ★ ★ ★
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |