19. Bölüm

19. Bölüm

Ölü Yağmur
suwiiniz

Canlarım bölümün geç gelmesinden dolayı size özürlerimi sunuyorum. (Tüm kitabı ve bölümler kafamda artık hazır bu yüzden bu bölüm biraz gecikti. Ayrıca 20. bölümü de sezon finali gibi yapmak istiyorum) Bu bölümü biraz daha uzun tutmak istiyordum aslında ama diğer bölüm kısa olacaktı bu yüzden çoğu olay diğer bölüme kaldı. Yapacak bir şey yok:(1

İyi okumlar dileriiiim

 

 

♡♡♡♡

...

 

Bazı şeyler bedel gerektirir. Aslında detaylı bakınca her şey buna bağlı değil miydi? Birisi ölür, birisi doğar. Birisi batar, birisi zirvenin sahibi olur. Birisi kaybeder, birisi kazanır. Hayat bundan ibaret değil miydi? Peki kimin için? Yüzüne sert bir yumruk daha yediğinde bedeni acıyla eğilmek istedi lakin yapamadı. Koca boş mekanda tek duyulan ise acılı feryadı oldu. Kimin için sorusunu hak eden bugün oydu. Yasin Kalen. Derin derin nefesler çekti içine. Hayatın böyle olduğunu en iyi o bilirdi. Birisi kaybeder, birisi kazanırdı. İşin rengi de burada değişiyordu işte. Çünkü ona göre kendisi kaybetse bile zihni kazananın yanında bir şekilde yer alırdı. Aptal değildi. Zekiydi. Lakin zekiliğin ve deliliğin arasında ki o sınırı tanımazdı. Kendi öz kızına da tanıtmamıştı bu sınırı. Bu güne kadar kaybetmeyen bedeni bu gün de kaybetmeyecekti. Yediği yumruktan sonra yavaşça tebessüm etti. İleride bu gülümsemenin aynısı, küçük mavi bir hayaletin bedeninde de yer edineceğini nereden bilebilirdi?

"Hala gülümsemeni sağlayan bu cesaret nereden geliyor?"

Önünde ki adam sakince sandalyeden ona doğru eğildi. Sait. Sait Uluç. Daha beyaz düşmemiş saçları, şekillendirilmiş sakalları ve o gözleri. Aşağılayarak karşısında ki adama bakıyordu. Bilmediği ise bu adamın bu yaşında kimseye kendisini ezdirmemesiydi. Yasin Kalen'in en önemli çizgisiydi bu.1

"Beni öldürmeyeceksin."

Yasin gülerek konuştu. Bu hayatında az insan tanımamıştı. Ağzı iyi laf yapardı. Duygusunu belli etmezdi. Kısaca bir canavardan farksızdı. Sait alayla gülerek elinde ki silahla oynamaya devam etti. Bir yandan da adamlarına işaret verdi. Yasin'in kolları bırakıldığında zayıf düşen bedeni dizlerinin üzerine düştü.

"Senin böyle düşünmeni sağlayan ne?"

Yasin'in gözlerini bulmuyordu gözleri. Hırsından korkuyordu. Ancak karşısında ki adam da ondan farksız değildi. Bekledi Yasin. Gözlerine bakıncaya kadar. Ve isteğini elde ettiğinde sakince konuştu.

"Biliyorum seni. Oyalanacak adam değilsin sen Sait."

Sait derin bir nefes verdiğinde daha fazla oyalanmaya niyeti yoktu zaten. Silahını yavaşça kaldırdı.

"Haklısın. Abimi öldüren adama çok bile zaman tanı-"

Yasin'in gülüşü ile sözü yarım kesilirken bunu beklemiyordu işte. Karşısında nasıl bir deli vardı? Yasin'in gülüşü kesildiğinde bu sefer yüzü oldukça ciddiydi.

"Sait, Sait..." Derince ismini tekrarladı. "Bana teşekkür etmen gerekirken yaptığına bir bak."

Sait'i geren konuya sonunda girebilmişti. Elinde ki silahı sıktı adam sertçe. Tetiğe basmamak adına zor duruyordu.

"Ne saçmalıyorsun lan sen!"

Yasin üstten bir bakış attı.

"Biz bizeyiz şurada. Birbirimizi kandırmayalım." Dizinin üzerinden yavaşça doğruldu. "Benim sayemde abini öldürdün Sait. Bunun planını zaten yapıyordun. Koca bir aile mirasının tek varisisin. Ben sana daha ne yapayım?"

Sait'in bedeni duraksadı. Karşısında ki adam ciddi miydi?

"Yasin Kalen. Bu oyunlarla mı ölmemeyi planlıyorsun sen? Ulan iki yüzlü herif! Koral ve Altan ölmese yüzüme bakmazdın şerefsiz! Ben senin yüzünden abimi öldürdüm!"

Yasin oldukça sakin bir biçimde dinledi. Ancak konuşmanın sonunda yavaşça tebessüm etti.

"Yanılıyorsun. Ben sadık bir adamımdır. Planım başından belliydi. Uluç'ların gözünün Koral Holding'de olduğu yüzyıllar öncesinden belliydi zaten. Zeki olanınız kazanacaktı ve sen kazandın. Sayemde ise Koral Holding'de artık seni-"

"Dalga mı geçiyorsun lan sen!"

Sait oturduğu yerden ayaklandı. Nasıl bir herifti bu? Ancak beklemediği Yasin'in de ayaklanması oldu.

"Dalga geçer bir halim mi var Sait!"

Ona doğru bir adım attığında silahlar bedenine doğrultuldu. Lakin umurunda değildi.

"Ben asla boş yere kulaç atmam."

Sait aptal değildi. Ancak dediklerinde haksız da sayılmazdı.

"Abin sinir hastasının tekiydi, Allah rahmet eylesin. Koral Holding'le tek başıma da bir halt yapamazdım. Kısaca plan en başından Holding'i batırmaktı."1

Sait hafifçe güldü.

"Madem amacın en başından belliydi neden gelmedin bana?"

Yasin hafifçe güldü.

"Sen beş parasız bir adamın yüzüne bakacak bir tip misin? Dikkatini çekmem gerekiyordu ve başardım."

Sait'in aklına yatmaya başlasa da güvenemeyeceğini biliyordu. Silahı gülerek sandalyeye bıraktı.

"Peki hadi buraya kadar dediklerine inandım diyelim. Senin karın ne burada Yasin Kalen?"

Aşağılayıcı bir şekilde tekrar adama bakındı. Yasin ise derin bir nefes verdi.

"Ortağın olmak. Her işin içinde olduğunu biliyorum. Kafamın çalıştığını da şuana kadar anlamışsındır. Paranı temizlerim."

Sait karşısında olan aptal adama iyice güldü. Cidden bir deliye bulaşmıştı.

"Ortak mı olmak? Her dediğini yine geçtim ortak olunabilecek bir iş bile yo-"

"Var!"

Sait'in gülüşü yavaşça donuklaştı.

"Ne?"

Yasin derdin bir nefes verdi.

"Tüm miras iki tane çocuğa kaldı. Al yanına, büyüt. Sonuçta sen onların babalarının katilini öldürdün. Zaten sana borçlular. Gerisi basit. Koral Holding hisseleri on sekiz oluncaya kadar devlet tarafından zaten güvende. Tek yapman gereken yaşamalarını sağlamak."

Sait bir süre durdu. Karşısında ki adama bakındı. Birkaç dakika düşündüğünde ise mantıksız gelen hiçbir şey yoktu aslında. Tek sorun karşısında ki adamdı.

"Bunları yaptım diyelim. Senin gibi iki yüzlü bir adama nasıl güveneceğim ben?"

Yasin bir süre duraksadı. Çünkü her ihtimali düşünen zihni burayı es geçmişti. Sait ise devam etti.

"Paran yok, borcun var. İşime yaramıyorsun, iş istiyorsun. Güvencen yok, güven diyorsun. Ne boş adamsın lan sen?"

Yasin derin bir nefes verdi. Ardından aklına gelen ilk şeyi ortaya atmakta gecikmedi. Yolun sonundaydı. Tek bir sallantıya daha yer yoktu. Hayatı kurtulacaktı.

"Her ne istiyorsan vereceğim."

Sait hafifçe güldü bu dediğine. Ancak Yasin elini kaldırdı.

"Benim sözüm sözdür Sait Uluç. Param yok, ama kazanırım. İşim yok ,ama istediğim işi ben yaratırım. Güvencem yok ,ama güvenli ortamı da ben sağlarım. İster şimdi iste, ister kırk yıl sonra. Ama dediğim gibi; beni yanına al, hayatımı çekilebilecek hale getir. Sonra ne dilersen dile benden."

Sait göz ucuyla karşısında olan adamın eline baktı.

"İsteklerim can acıtır genelde, emin misin?"

Yasin yavaşça başını salladı. Sait ise eline uzanmakta geç kalmadı.

"Anlaştık o zaman Yasin Kalen."

Yıllar önce ise ilk dönüm noktası tam bu anda oldu, ve bitti. İstekler ise çok hasar bıraktı...3

...

4 Saat Önce

"Yaşıyorum."

Nefes al. Soğuk hava ciğerlerine işlesin Çisem Kalen, sen sadece nefes al. Kapattığın kulaklarında olan sesleri bastır ve nefes almaya devam et. Gözlerin görmesin o kahveleri kapat ve nefes al. Bedenin ona hasret kalmış olsun ama sen sadece nefes al. Ve... Ve başarabiliyorsan reddet tüm bunları Çisem Kalen. Kolay değildi. Kolay olmayacaktı. Kalbimde ki acı kolay dinmezdi. Ama eğer ki o tebessüme kanarsam her şey işte tam olarak şuan biterdi. Rüzgar tenime vururken titreyen bedenimin ayakta kalması için iyice yaslandım. Nefes al. Nefes al Çisem. Unut. Gülüşünü. Sesini. Abla demesini...

"Daha erken, uyuyalım."

Gözlerimi daha da sıktım. Haykırmak istedim. Boğazımda öyle bir yumru vardı ki çığlık çığlığa bağırıp onu oradan söküp atmak istiyordum. Olanlara gözümü yummak o kadar güçtü ki. Canım yanacaktı. İnanırsam, bir an bile olsun inanırsam tüm hayatımı kendi kendime zindan ederdim. Bedenim dayanamazdı. Bunu kanıtlayan tek şey ise kendi kendime savaşmamdı şuan. Çocukluğum yoktu. Ben vardım. O bile korkup kaçmışken ben... Gözlerimi araladığımda tuttuğum nefesimi acıyla verdim.

"Yaşıyorum..."

Kapattığım kulaklarımı acıyla açtım. Olmuyordu. Ben... Ellerime baktım karanlıkta. Hayatımda ilk defa bu kadar kötü olmama rağmen lanet ellerimde kan yoktu. Titreyen ellerimde benim nasıl kan olmazdı! Katildim ben! Benim kardeşim ölmüştü! Ben öldürmüştüm! Sinir ile kafama vurdum. Bir söze inanıp beni kandıramayacaktı. Bir defa daha vurdum. İnanmayacaktım! Kendi öldürdüğüm birisine inanamazdım! Sinir ile tekrar vurdum. Bu kadar vicdansız olamazdım! Bu kadar şeref yoksunu olamazdım! Kendi öldürdüğüm birisinin yaşadığına kendimi inandıramazdım! Ben bu kadar delirmiş olamazdım...

...

Titreyen bedenim kendine karşı olan savaşını bitirirken acıyla ellerimi sıktım. Biliyordum oysa bu savaşın asla bitmeyeceğini. Sadece bitkinliktendi. Camdan zorlukla tutundum. Ter içinde uyanmış, buraya zorlukla gelmiştim. Çünkü nefes alamıyordum. Dolu gözlerimin geçmesi adına kapattım. Derin bir nefes verdim. Sesleri bu sefer kendim bastırmak istedim. Yanılıyordum. Her şey bir rüyaydı. Kendime iyi geleceğini sandığım bir kabustu. Ama yanılmıştım. Yiğit. Yiğit ölmüştü. Ben öldürmüştüm. Soğuk havayı ciğerlerime çektim. Bir rüyaya mı inanacaktık? Yoksa anılara mı? Anıların yalan olma ihtimali var mıydı? O sesleri susturacak tek ses gerçeklerdi. O çığlıklardı. O kahvelerin kapanışıydı. Gözlerimin önünde benim kardeşimin ölüşü tüm kabusları susturmaya yetmez miydi? Titreyen bedenim dakikaların sonunda sakinleştiğinde gözlerimi araladım. Olmuştu işte. Her şey rayına oturmuştu. Bir yaşayanı görsem belki yıllar sonra ölmüş diyebilirdim. Ama bir ölüyü gördükten sonra yaşıyor diyemezdim değil mi? Özelliklede onun katili benken. Karanlık gökyüzüne baktım. Canım çok yandı. Kalbimi ezdim attım. Ama bu iyi olandı. Onun hayaline inanmaktansa kendimi kanatmak daha iyi olandı. Dayandığım camdan titreyen ellerim sayesinde doğruldum. Acıyla etrafa baktım. Şimdi gidecek, öldürdüğüm kişiyi bilerek uyuyacak ve bir daha böyle bir saçma-

Yanan sönen ışığı görmem ile tüm düşüncelerim son buldu. Kaşlarım çatılırken korkan bedenim gerildi. Bahçenin dışında olan araçtan geliyordu. Ellerim pencereyi sıktı. Korkuyla içeriye baktım. Manyak. İçerideydi. Onu uyandırmamak adına zaten bu kadar sakin kalmayı başarabilmiştim. Dışarıya döndüm tekrar. Araç aynı şekildeydi. Doğruca hemen evin önündeydi. Manyak için gelmiş olsa zaten her kimse kornaya basardı. O zaman... Tekrar içeriye döndüm. Yatak odasındaydı. Bunca şamataya rağmen onu uyandırmamayı başardıysam şimdi de bence bir şey olmazdı. Fazla düşünmedim. Kimdi bilmiyordum. Ne kadardır orada olduğunu da bilmiyordum. Lakin emin olduğum şey çağrıldığımdı. Kapıya doğru adımladığımda ses çıkarmamaya özen gösterdim. Üzerimde olan tişörte aldırış etmedim. Şuan kalın bir şey aramanın zamanı değildi. Zaten bir saattir o pencerenin önünde yanan bedenimi soğutuyordum. Kendimi sessizce dışarıya attığımda kapıyı aralık bıraktım. Merakım bir gün beni öldürebilirdi evet ama hislerim her zaman beni yaşatan olmuştu. Ben ise yine o lanet hislerime sığındım. Hızlı adımlar ile bahçeden çıktığımda siyah camlı o araba hemen karşımdaydı. Adımlarım bu sefer yavaşladığında saniyelerin sonunda kanıma bir korku karıştı evet. Ben niye çıkmıştım ki? Aracın yanıp sönen ışıkları sönerken ben tedirginlikle ilerlemeye uslanmadan devam ettim. Lakin camda gördüğüm o küçük bulut sembolü ile kim olduğunu anlamam bir oldu. Bedenim rahatlarken soğuktan kurtulmak adına adımlarımı hızlandırdım ve doğruca araca ilerledim. Bu aptalın burada ne işi vardı ve beni nasıl bulmuştu? Koyu mavi araca kendimi attığımda hızla başımı çevirdim.

"Sen beni nasıl bul-"

"Önemli olmasa buraya kadar gelmezdim merak etme."

Bozuk çıkan sesi ve yüzüme bakmayışı ile sözlerim yarım kaldı. Derin bir nefes verdim ve mırıldandım.

"Berk. Burayı nasıl bul-"

"Çisem." Gözlerini gözlerime kenetledi. "Sence benim seni bulamama gibi bir ihtimalim mi var?"

Sözümü kendisi böldü ancak canı yanan yine kendisi oldu. Gözleri gözlerimden üstümdekilere dönünce ona bakamadım. Üzerimde onun kıyafetleri vardı. Manyak'ın. Derin bir nefes verdiğinde fazla uzatmamak adına arka koltuğa uzandı. Konuyu değiştiren ise kendisi oldu.

"Sabahı beklerim sanmıştım ama anlaşılan senin yine uykusuz gecelerine denk gelmişim."

Bahsettiği kabuslarımdı. Biliyordu her halimi. Karşısında böyle dururken de canının yandığını bilen bendim. Ama anlaması gereken ise oydu. Bizden olmazdı. Bana olan duygularını ben silemezdim ki. Bunu onun yapması gerekiyordu. Çantayı ortamıza bıraktığında ona döndüm. Lakin bana bakmadı. Onun da bütün gece uyumadığı gözlerinden belliydi.

"Berk."

Çantayı açtığında konuşacaktım. Biz böyle ilerleyemezdik. Bana yardım ediyordu ama yardım ederken canı yanacaktı. Çünkü ben Manyak'ı bırakmayacaktım ve o bunu gördükçe... Bu iş olmazdı. Çantanın içerisinden beni hiç takmadan bir şey çıkartacağında elimi çantanın üzerine koydum. Onu engelleyişim ile gözleri sonunda gözlerimi bulduğunda yutkundum.

"Bak bu böyle olmaz. Senin canını acıtmak değil niyetim. Bu yüzden bence bu-"

"Kendi canımla ben ilgilenirim."

Aniden ve netçe sözümü kesmesiyle laflarım son bulurken karşımda ki kararlılığına şaşırdım. O ise hiç umursamadan çantadan bilgisayarı çıkardı. Ancak sözlerini bitirmedi.

"Kendi canımdan önemli olan ise senin canın."

"Berk böyle ol-"

"Eğer onun yanında mutluysan ben de mutlu olurum Çisem."1

Sözleri bıçak gibi tenime saplanırken son dediğinden sonra ağzımı açamadım. Berbat bir haldeydi karşımda. Lakin hafifçe gülümsedi. Her şeye rağmen bana gülümsedi. Kendimden bu gece bir kez daha tiksindim. Karşımda o kadar iyiydi ki... Eli elimi bulduğundan hafifçe sıktı.

"Bakma bana öyle. Ciddiyim."

"Özür dilerim."

Sesim kısık çıkarken tek diyebildiğim bu olmuştu. Neden özür dilediğimi bile bilmiyordum. Ama bu kadar iyi olması, benim gibi birisine bu kadar iyi olması canımı acıtıyordu. Hak etmiyordum çünkü. Küçük yaşımızda ciddi manada bana takıntılıydı. Bunu ikimizde biliyorduk. Şimdi ise büyüdüğünü gösteriyordu. Ben ise onun takıntısını ilk kullanmıştım. O gün yanıma çağırmış üstüne yalan söylemiştim. Sonra yüzsüz gibi gidip bugün de yardım istemiştim. Ama o hala gelmiş bana iyiliğini gösteriyordu. O kadar alışmıştım ki kötülükten kötülüğe sanki bu bir suçmuş gibi geliyordu. Özürüm ile elimi daha da sıktı. Ben ise bu akşam her şeye ağlayabilirdim artık. Çok dolmuştum. Onu niye sevememiştim ki mesela? Ne engel olmuştu bana? Çocukluğum olmadığı kesindi. Gözlerimi kapattığımda mırıldandı.

"Ağlarsan ezberlediğim her şeyi unuturum ve ikimizde berbat oluruz. Ama arabada peçete de var yani."

Gülerek söylediği şeye hafifçe güldüm ben de. Gözlerimi araladığımda çoktan dolmuştu. O ise elimi bırakarak tebessüm etti. Ardından mırıldandı.

"Ben iyiyim, o yüzden kendini suçlama."

Derin bir nefes verdiğimde konuştum.

"Çok iyisin. Bu kadar iyi olma bana karşı Berk."

Hafifçe gülümsedi ve bilgisayarı uzattı.

"İşlediğim günahları sevaba dönüştürüyorsun. Fena mı?"

Hafifçe güldüğümde bilgisayarı aldım. Dizlerime koyduğumda yavaşça açtım. O ise konuyu tamamen kapattı.

"Akşam olanları az çok biliyorum ama anlat."

Derin bir nefes verdim. Duygular şimdi kenara gidebilirdi. Bilgisayar şifresini asla değişmediğine emin olduğum o tarihi girdim. Babasının ölüm ve doğum yılıydı. Bilgisayar açılırken o kendisi için mouse çıkardı. Gerisi ondaydı zaten.

"Sait beklenmedik yerden vurdu."

"Baban değildir."

Başımı olumsuzca salladım. O önümde olan bilgisayardan bir dosya açtığında gözlerim oradaydı.

"Korlu ve Altan'lardan vurdu."

Sıkıntı ile soludu. Elbette ki o hikayeyi de öğrenmişti.

"Şu yanan ev meselesi mi?"

Kalbimde bir yerler sızladı. Başımı sadece olumlu anlamda sallayabildim. Önümde olan bilgisayardan bir belge açtığında o beklemediğim bir biçimde mırıldandı.

"Güzel, konuya direkt giriyorum o zaman. "

Kaşlarım gördüğüm isim ve imzalar ile çatılırken bedenim donuklaştı. Sakince ekrana eğildim. Tanıdık o imzaya bakındım. Bu kadar ani bir giriş beklemediğim kesindi ama ikimizin de en sevmediği şey lafı dolandırmaktı. Bu bir savaştı ve evet, ben ilk adımı atmıştım. İkinci adımı ise onlara bırakmayacaktım. Her ne olursa olsun.

"Bu..."

Berk'e döndüğümde başını olumlu anlamda salladı.

"Kamer ve Arda'nın baban ile imzalamış olduğu o belge. Kısaca onlar çoktan işi halletmişler bile."

Sait'in sözleri zihnimde canlandı. Baban ile onlar işi halletmiş demişti, abisi ise öldürmek adına gitmişti ve son bir defa konuşalım diye de bahane üretmişti. İyi de tamam, bu anlatıldığı gibiydi. Anlamayarak Berk'e döndüm.

"İyi de bunun konuyla ne ilgisi var?"

Hafifçe güldü ve mırıldandı.

"Sence de Sait'in abisinin ölmesine zemin hazırlayan bir diğer kişi Yasin olmuyor mu bu imzaya göre?"

Anladığım ile tekrar ekrana döndüm. Haklıydı. Çok haklıydı. Babam ilk olarak imzayı onlar ile atmış ama onlar ölse bile ölmemişti. Hatta üstüne Sait ile iş... Nasıl? Hayır. Yanlış soru. Ne vadetmişti? Neyi bırakmıştı?

"Ne uğruna?"

Ağzımdan sessizce kelimeler döküldü. Sait onu asla yaşatmazdı. Neyi vermişti de yaşamış, üstüne onunla çalışmıştı. Berk benim donuk olan halimi takmadan imzalı belgeyi kapattı. Yeni bir dosya açtığında ise bunu beklemiyordum.

"Canını sıkacak asıl konu bu."

Ekranda olan siyah beyaz resim ile kanım donarken saatler sonra içimde tekrar canlanan o bedeni hissettim.

"Canım şimdiden sıkıldı benim. Ne bu fotoğraf?"

Çocukluğum sinir ile arkamızdan konuşurken Berk'e döndüm. Ne olur olmaz bu fotoğrafın bir kopyası onda olması beni şaşırtmamıştı.

"Berk bu ne?"

Karşımda Yiğit'in canım pahasına koruduğum o fotoğrafı vardı. Derin bir nefes verdi ve elimi tuttu. Sanki bir uçurumdan düşecektim ve o da beni önceden tutuyordu.

"Dün benden Sait ile bilgi istediğinde sana ne dedim ilk olarak?"

Konudan konuya geçiş yapıyorduk. Kalbim ise korkudan giderek hızlanıyordu.

"Her şeyi olan bir..."

Cümlemin devamını getiremedim. Dün kendime güvenim bu bildiğimdendi. Bana Sait bir şey yapacak olursa bununla kendimi koruyabileceğimi söylemişti. O ise cümlemi tamamladı.

"Her şeyi olan bir kızı var demiştim değil mi?"

Başımı olumluca salladım ve tekrar önümde olan o resme döndüm. Sait'in tek kızı. Neden bir çocuğu olduğunu dünden beri sorguluyordum. Ama işime gelmişti. Çünkü onu canı pahasına sevdiğini öğrenmiştim. Benim canımın içi olan o fotoğraf değiştiğinde ise gördüğüm ile duraksadım. Simsiyah saçlı, bembeyaz tenli bir kadın vardı karşımda. Ünlü bir yerde olmalı ki şıktı. Üzerinde olan krem elbiseye tezat bordo bir ruj sürmüştü. Bu o muydu? Sait'in göz bebeği. Gözlerinde olan güneş gözlüğü ile gülümsemiş bir manken vardı sanki karşımda.

"Eflal Uluç."1

İsmi kulaklarımdan geçerken benimle yaşıt gibiydi. Gençti.

"Kızı daha detaylı araştıramadım. Ama yanılmış olabiliriz."

Anlamadığım ile tekrar Berk'e döndüm.

"Anlamıyorum."

Benim fısıltım ile anlamamı ister gibi mırıldandı.

"Sence Sait gibi bir adam soyunun tükenmemesi için bir erkek çocuk istemez miydi?"

Evet. Kesinlikle bunu ben de düşünmüştüm. Ama gördüğüm kızın öyle bir aurası vardı ki sanki ben o adamın tek varisiyim diyordu. Başkasını o bile kabul etmez gibiydi.

"Bilmiyorum."

Ben olaylara yetişemezken Berk beni beklemedi. Fotoğraf karesi değiştiğinde karşıma eski bir fotoğraf, hayır gazete çıktı. Siyah beyazdı. İki tane görsel vardı ve ikisi de çocuktu. Ancak dikkatimi çeken bu değil yazıydı. Sait Uluç'un Gizli Veliahttı. Kocaman bir boyutta yazılmıştı. Lakin yazıyı bana göstermeyen ve görseli büyüten Berk oldu. Fotoğrafları yakınlaştırdı.

"Bunu dün buldum. Yıllar öncenin bir gazetesi. Birisi fotoğrafını çekip kendi sosyal medyasında yayınlamış."

Fotoğraflardan birisini yakınlaştırdı. Bir kız vardı. Tam net olmasa da yüzü belliydi. Onlu yaşlarındaydı. Berk ise tahmin ettiğim gibi mırıldandı.

"Bu Eflal."

Fazla beklemeden diğer fotoğrafa kaydırdı ekranı. Karşıma çıkan bu sefer daha bir bebekti. Berk fotoğrafı daha da yakınlaştırdı. Hayretle mırıldandım.

"Bir çocuğu daha mı var yani sence?"

Berk'ten ses gelmediğinde hafif bulanık olan ekrana yakınlaştırdım gözlerimi. Net gözükmüyor-

Gördüğüm fotoğraf ile bedenim dondu.

"Ne?"

Çocukluğum korkuyla fısıldarken ben düşünmeden bilgisayarı kaldırdım. Kalbim korkuyla attı. Bu... Bu hayır. Olamazdı. Korkuyla mırıldandım.

"Diğer, diğer fotoğrafı aç çabuk."

Berk sessizce dediğimi yaptığında bulanık fotoğrafın hemen yanında o kare çıktı. Korkuyla baktım. Siyah beyaz olan o iki fotoğraf karesine de baktım. Korkum ise gerçeğe dönüştü. Bedenim dondu. Bu... Bu iki fotoğraf aynıydı. Yiğit'in bebekliği ve bu iki fotoğraf...

"Ne bu?"2

Acıyla fısıldadım. Sesim titremişti. Neydi bu şimdi? Berk'e döndüm. Gözlerini kapatmıştı.1

"Berk ne bu?"

Gözlerini araladığında çaresizliğimi görmemiş olması imkansızdı. Yeni bir kabusta mıydım? Yoksa kabus dediklerim aslında tamamen bir hiç miydi?

 

"Dediğimi yapabilir misin? Yaparsın be güzelim. Onun için. Her şeyi anlamak için."

Ellerimi sıktım.

"Sana söz en ince detayına kadar araştıracağım."

Karanlık olan o odada çıkan tek ses onun sesiydi.

"Her şey daha çok belirsiz, bugün kesinleşecek sadece bekle."

Nefes alışverişleri bile beni kendime getiriyordu ancak Berk'in sözleri zihnimden gitmiyordu.

"Fotoğraf bulanık. Bir şey belli değil. Belki de tamamen magazin haberi."

Yutkundum. Sakin kalmalıydım. Yorgun bedenimi bir ateşe daha öylece atamazdım. Söz vermiştim. Bir plan vardı.

"Beni gördüğün an ne yapman gerektiğini anlayacaksın zaten. Hep anladın. Onlar bize gerekeni verecek zaten."

Yiğit. Ben neyin içindeydim tam olarak? Neyin içine düşmüştüm? Beni kim çıkartabilirdi buradan? Kimin gücü yeterdi? Benim çok az kalmıştı çünkü?

"Bana güveniyor musun?"

Halledecektim. Her şey bir ip yumağına dönmüştü ama emin olduğum hepsinin birbirine bağlı olmasıydı. Ve inancım tamdı. Ben o ipin başını bulduğum gibi gerisi kendisi çözülecekti. Ve çok yaklaşmıştım. Bugün ya da yarın. Her şey çözülecekti. Buna da kendi adıma söz veriyordum. Çisem Kaya veya Kalen. Gerekirse ölürdüm ama bu işi artık çözecektim. Çünkü ucu en değerlime dokunmaya başlamıştı artık. En sevdiğime. Herkesi harcayabileceğim o kişiye. Kardeşime. Sait mi? Yiğit için düşünmeden kendimle gebertirdim o pisliği. Karşımda olan o masum çocuk için yine yapardım bunu. Dur demişti bana. Ateşe atmana izin vermem demişti ama çok geçti. Eğer bugün gördüklerim doğru çıkarsa... Ateşi daha da harlar kendimle birlikte söndürürdüm herkesi tek tek yaktıktan sonra. Bu benim yeminimdi işte. Kimseyi görmezdi gözüm. Ama şimdilik... Derin bir nefes verdim. Can acımı yok saydım. Olan biteni yok saydım. Beni kendim yapacak o kişiye doğru adımladım. Buz tutan bedenimi sıcak o yatağa yavaşça bıraktığımda hareketlilik ile o da yerinde kıpırdandı. Yavaşça yaklaştım yanına. Hareketlendiğinde uyandığını anlamıştım.

"Kaçak."

Uykulu o ses bedenimin tüm sinir katsayılarını yok ederken bedenim onun yanında yerini aldı. Yavaşça mırıldandım.

"Su içmeye kalkmıştım."2

Eli belime dolandığında çekinmeden kendimi ona yasladım. Kokusu tüm gerçekleri bende bitirdi zaten. Derin bir nefes çektim içime. Çok ağır geliyordu olanlar. Çok...

"Buz gibisin."

İki eliyle beni tamamen kendisine çektiğinde sıcak o beden karşıladı beni. Rol. Rolünü güzel oyna. Bir şey belli etme sevgili ben. Çünkü bunlar güzel anlar. Çok güzel anlar. Elimi karanlıkta kalan yüzüne doğru götürdüm. Gözlerinin altına götürdüm parmağımı. Bugün bu koca adamı yıkık göstermişlerdi bana. Bugün en değerlimi onun çocuğu olarak göstermişlerdi bana. Bugün gururumu ezmiş geçmişti. Sana yeminim olsun Sait Uluç. Sırf bugün için, sırf bu tarih için senin ölümünü kimseye bırakmayacaktım. Benim gururum belki bir hiçti ama diğer iki sebep. O siyahlar ve kahveler uğruna dünyayı yıkacaktım başına. Üzgünüm Manyak. Kızacaksın bana. Çünkü çocukluğumun sahte çekinikliği buraya kadar. Asıl ben geliyorum. Gözlerinin altında dolaşan parmağıma yavaşça dudağını bastırdığında tebessüm ettim. Beni iyice kendisine çektiğinde ise fısıldadı.

"Daha erken, uyuyalım..."

 

Şimdiki Zaman

Çok nadiren olan bir şeydi bu. Bedenime, ruhuma yabancıydı. Ama öyle güzeldi ki... Bir tarifi yoktu. Ya da bir anlatımı. Ama insan bilirdi o anın kıymetini. Zaman dursun isterdi. Ben sonsuza kadar böyle kalayım derdi. Neydi peki bu? Basit bir cevaptı da aslında. Tek kelime, iki hece, beş harf. Huzur...

Benim için bu güne kadar asla bir şekli, biçimi olmamıştı. Sadece tek bildiğim öyle bir anda geliyordu ki sanki her şey bitiyordu. Tek isteğin sadece o duyguyla yaşamak oluyordu sanki. Ölümü, yaşamı, tüm acılarımı unutturacak anlarda gelmişti hep. Anlık sürerdi. Ben daha bir şey anlamadan biterdi genellikle. Bunun da böyle olacağını biliyordum. Daha uyanmamış bedenimin tek düşüncesi ise uyanmamak ve bu anda takılı kalmaktı. Herkesin dileyeceği herhangi bir dilek gibi...

Gözlerimi açmak istemedim kabusa. Ben bu rüyada kalmak istiyordum. Saçlarımda gezinen o parmaklara tek yapabildiğim ise yavaşça gülümsemek oldu. Kokusu zihnimin anahtarlarını çalıp kilitlerken uyuşmuş bedenimin ondan başka güvencesi yoktu sanki. Her şey, tüm hayatım ona bağlı gibi hissediyordum. Kapalı gözlerimin ardında kalan o ışık artık mavilerimi açmam gerektiğini söylüyordu. Benim bildiğim ise gözlerimi açınca kilitli kapıların kırılarak açılacağıydı. Lakin o ses doğruca kalbime işleyerek tüm her şeyi eritti.

"Güzelim."

Mavilerim aralanırken ışık gözlerimi ilk olarak yaktı. Lakin o karanlık siyahlar öyle güzel baktı ki kapattığım gibi açmam bir oldu. Ölmüş müydüm acaba? Hafifçe gülümsedim. Lakin içimde ki aşk anını bozan elbette ki kapıyı kırarak giren kişi oldu.

"Güzelim mi? Kusacağım şimdi."3

Aptal sırıtmam anlık duyduğum ses ile bozulurken o asla susmadı.

"Sen bu adamla takıla takıla iyice aptal bir şeye dönüştün haber edeyim. Mıymıntı gibi ne bu be!"

Çocukluğum nerede olduğunu bilmediğim bir biçimde bas bas bağırırken kabus işte başlamıştı. Yine de olabildiğince karşımda ki karanlık o rüyada kalmaya çalıştım. Siyahlarda. Tekrar yavaşça tebessüm ettim ve mırıldandım.

"Saat kaç?"

"Sence tek sorun bu mu? Saatin kaç olması mı?"

Çocukluğum beni aptal aptal terslerken ben olabildiğince anda kalmaya çalışıyordum. Lakin o gıcık ses sabah sabah hiç çekilmiyordu. Hemen yanımda olan yüz ise bugün tek çekilir şeydi. Hafifçe güldü. Başımın hemen altında olan kolu beni iyice kendisine çekerken saçımla oynadığı elini de bedenimi sarmaladı.

"Bilmiyorum."

Göğsüne bedenim gömülürken çocukluğum bu duruma karşın bir küfür savurdu. Her neredeyse bir an önce defolup gidebilir miydi acaba? Ben tüm her şeyi bu sabah unutmayı diliyordum da.

"Alaaddin'in sihirli lambasında ki cin miyim ben çok pardon? Dilek falan. Bir an önce uyansan mı artık?"

Sinirli sesi bedenimi delirtirken yine onu takmadım ve gülüşümü daha da büyüttüm. Ona inat yanımda olan siyahlara daha da sokuldum ve mırıldandım.

"Sen ne zaman uyandın?"

Başımı yavaşça kaldırdığımda bana bakan o gözleri gördüm. Manyak. Dün gece olanlar... Her şey beni daha da bir savaşa iterken benim tek merak ettiğim şuan buydu. Gülümsedi ve bana doğru eğildi.

"Bilmem."

Dediğine gülüşüm büyüdü ve mırıldandım. Hala onunla hiçbir şey yokmuşçasına uyumaktı isteğim. Gözlerimi kapattım ve uykulu sesimi hiç takmadan mırıldandım.

"Uyuyabiliriz o zaman hala."

Bedenimi ona saklarken tüm olan bitenden yorgun ben buna hayır diyemezdi işte.

"Hayır."

Çocukluğum dışında tabi. Dün gece adam akıllı uyuyamamıştım. Ve cidden yorgun-

Bedenime dolanan kollar çözülürken gözlerimi bu anilik ile açtım. Siyahlar yavaşça doğruldu ve üzerime doğru eğildi. Boynumun altında olan kolu yerinden yavaşça ayrılırken ona ters ters baktım. Bu halime güldü. Sanırım çocukluğumun destekçisi kendisi olacaktı. Ne güzel bir ikili ama. Bana doğru eğildiğinde ne yaptığını anlamaya çalıştım. İlk defa reddediliyordum sanırım onun tarafından.

"Bu haline bayılsam da uyanmamız lazım."

Ona ters ters baktım. Niye uyanıyorduk pardon? Başını biraz daha bana doğru eğdiğinde kalbim uyandığını belli edercesine hızlandı.

"Neden?"

Homurdanmama yavaşça güldü. Kalbim gülümsemesi ile daha da hızlanırken biraz daha eğildi. Sabah sabah bu derece yakınlık hiç uygun değildi. Ve bunu daha yeni ona yapışan benim demem kadar da bir saçmalık yoktu. Ama şuan iş değişmeye başlamıştı. Bir eli önüme gelen saçımı yavaşça ittirdiğinde yutkundum. Siyahlar mavilerimden ayrılırken farklı yerlerde dolaşmaya başladı.

"İşimiz var?"

İşimiz mi vardı? Bana biraz daha eğildiğinde nefesini hisseden bedenim gerildi. Dün gece yaptıklarımın hiçbirini şuan yapmaya cesaretim yoktu. Hafifçe güldüm.

"Ne işi?"

Sesim ile siyahları tekrar harelerimi bulurken yavaşça dudağını ısırdı. Bunu şuan yapmamalıydı. Hem de hiç yapmamalıydı. Kalbim giderek hızlanırken ise yavaşça eğildi. Biri onu acilen durdurmalıydı bence. Çocukluğum... Dudaklarını tenimde hissettiğimde bilerek yaptığına emin olduğum bir biçimde fısıldadı.

"Unuttuğumu söylesem inanır mısın?"

Sesimi ani heyecan ile çıkartamazken bende olan tüm hatlar çoktan kopmuştu. Ne yapacaktım? Bahane. Bahanem vardı benim bir tane. Neydi o?

"B12 eksikliği mi var bunda?"

Çocukluğumun söylenmesi ile aklıma gelen ilk şeyi onun sayesinde mırıldandım.

"Osman."

Karşımda gülen yüz dediğim ile donuklaşırken ben hızla fırsattan istifade onu ittirdim. Aklıma gelen ilk isme edeyim ama. Hızla doğrulduğumda ise onun sorgulayan sesini duydum.

"Osman mı?"

Yataktan güç bela kendimi attığımda odadan çıkmak için adımlayacaktım ki o da doğruldu.

"Osman kim lan?"

Elim başımı buldu. Gel bunu açıkla açıklayabilirsen. Hızla odadan çıkmak adına daha yeni aklıma gelen o bahaneyi ortaya attım.

"Tuvaletim geldi benim."

"Kaçak!"

Hızlı adımlarlar odadan çıktım. Neredeydi bu lava-

Bileğimden tutulduğum gibi çekildiğimde çatılan kaşları gördüm. Sıçtım işte. Bana doğru eğildiğinde gerilemek istedim lakin eli hızla belime dolandı ve beni sertçe çekti. Anlaşılan en denmemesi gereken anda en güzel ismi söylemiştim.

"Şimdi bana kaçmadan adam akıllı anlatıyorsun bu vatandaşı."

Yutkundum. Neredeydi o çocukluğum?

"Buradayım."

Hemen arkamdan gelen o gıcık sesi gülüyordu halime. Buradaysa o lanet aklı yardım edebilir miydi?

"Hayır."

Kesin cevabı ile sakince gülümsedim.

"Hangi vatandaşı?"

Manyak söylediğim ile daha da gerilirken derin bir nefes verdi.

"Osman olan vatandaşı. Kim bu Osman tam öp-"

Anladığım o kelime ile boğazıma kendi tükürüğüm kaçarken öksürmeye başladım. O bu halimi daha da yanlış anlarken zorlukla kendimi toparladım ve mırıldandım. Heyecanıma sıçayım ama.

"Doktor."

Ne güzel de açıklamıştım öyle. Manyak daha da garipseyerek baktı.

"Doktor mu?"

Başımı olumlu anlamda salladım ve gülümsedim.

"Doktorumdu yani."

Kasılan yüzü bu işin iyiye gitmediğini ve derhal çenemi kapatmam gerektiğinin kanıtıydı.

"Doktorundu."

Başımı yine çaresizce olumluca salladım. Lakin lanet çenem yine açıklama yapma isteğiyle açıldı.

"Yani adam çok yaşlıydı bana Kaan tutmuştu ama eksikliği yüzünden öyle dedim. Ama yani senin üzerine alınacağın hiçbir du-"

"Kaçak."

Buz gibi sesi iyice boka sardığımın kanıtıydı. Hafifçe gülmeye çalıştım.

"Ne eksikliği bu?"

Sesi iyice durumun vahimliğini açıklarken aklıma gelen ilk şeyi yavaşça yaptım. Çünkü iyice yanlış anlamıştı. Ne eksikliği olabilirdi Allah aşkına yaşlı bir adam... Böyle deyince cidden çok yanlış anlaşılıyordu. Tatlıca gülümsedim. Ellerim belime sarılı ellerine ulaştığında hızla beklemeden gülümsedim ve tek yaptığım sinirle gerilen yüzünden öpmek oldu. Bu yaptığım ile afallarken yavaşça gülümsedim ve mırıldandım.

"B12."

Bakışları ne olduğunu anlamaz bir biçimde bana döndüğünde daha anlamamıştı. Ben de bu halinden olabildiğince faydalanarak ellerini belimden çözdüğüm gibi ardımızda kalan lavaboya doğru koşturdum.

"Kaçak!"

Kapıyı kilitlerken derin bir nefes verdim. Hap içmemi düzgün tutmak adına cidden B12 eksikliği çeken bir adama mı kalmıştım lan ben daha önce? Ah Osman amca ah. O zamandan belliymiş bu acı halimiz.

 


İnsanlar karanlıktan genellikle korkarlardı. Görememekten, görünmezlikten... Oysa bana her zaman daha iyi gelirdi. Göremediğin tüm her şey karşına çıkabilecek tüm durumların planlarını yaptırırdı sana çünkü o karanlıkta. Görünmezliğini ise olabildiğince iyi kullanırsan o karanlığın padişahı sen olurdun. Bu yaşıma kadar böyle idare etmişti bedenim. Güldüğüm yerde bir karanlıkta bedenimin diğer yarısı ağlardı. Ağlarken diğer taraf gülerdi. Bir yer aydınlığa kavuşurken bir taraf karanlıkta kalırdı. Ve bu güne kadar o karanlık çocukluğumdu. Her zaman o karanlığa sığınırdım. Lakin korkutucu olan asıl şey bir gün o karanlığın aydınlığa kavuşması olurdu sanırım. Binlerce kabusla savaşmış o karanlıkta ki yaratık aydınlığa çıkacaktı. Bir katil, bir kabus, bir rüya, bir şeytan karanlıktan aydınlığa çıkacaktı. Ve bu gün ilk adımını atmıştı. Korkusuzca. Bedenim gece ağlarken sabah, şuan ki gibi gülümseyebilmişti. Karanlıkta kalan, duygularını bastıran ben olmuştum. İşte bu da kötüye işaretti. Lakin şuan umurumda olan asıl şey farklıydı. Karanlıkta kalan bedenim sıkılmıştı artık.

"Daha çok mu? Midem bulandı artık."

Sızlandığımda cidden kusmak üzereydim. Sabahın köründe beni uyandırdığı yetmezmiş gibi gözümü kapatmış öylece arabaya bir eşyaymış gibi koymuştu. Gülen sesi ise beni sinir eden o ses oldu.

"Çok az kaldı."

Ofladım. Lakin oflamamı bozan aracın dönmesi oldu. Zorlukla bir kenara tutunduğumda gözümde ki şeyi çıkartıp fırlatmama az kalmıştı. Allah'tan güveniyorum demiştim. Bu kadar da olmazdı ki.

"Ya bir saattir az kaldı diyorsun."

Midem görmediğim için altüst olmuştu.

"Kaçak arabaya bineli daha yarım saat olmadı."

"Görmüyorum ben!"

Sinir ile bağırdığımda yüzünü buruşturduğuna emindim. Ama kusarsam asıl o zaman görürdü işin rengini. Sürpriz demişti. Nasıl bir sürpriz olabilirdi acaba? Cidden delirmeme az kalmış-

Bir anda yapılan fren ile öne uçmama ramak kala ağzımdan bir çığlık kaçtı. Zorlukla kendimi uçuştan engellerken küfretmekten bu sefer asla çekinmedim.

"Geldik."

Zorlukla bir nefes verdim. Gelmiş miydik cidden? Böyle bir gelinme mi olurdu çok pardon? Ölecektim. Emin olamadığımdan dolayı tutunduğum yeri hala bırakamazken sinirle mırıldandım.

"Bilerek yapıyorsun değil mi?"

Soruma yanıt alamazken bir kapı sesi duydum. Tabi ona eşlik eden de bir gülme sesi. Tutunmuş olduğum kapı açıldığında hala inip inmemekte emin değildim. Benim gözlerim ne zaman açılacaktı acaba?

"Kaçak abarttığının farkında mısın?"

Gülen sesine artık ciddi manada sinir olmaya başlıyordum. Ben nasıl abartıyor olabilirdim? Beni iki saattir oyalıyordu gözüm kapalı. Nereye geldiğimiz ise tamamen bir muammaydı. Tutunduğum kapıyı açmak adına çekiştirdiğinde izin verdim.

"Abartmıyorum. Ayrıca ben bunu ne zaman çıkartacağım?"

Homurdanmama karşılık o sadece elimden tutarken inmeme yardımcı oldu. Gözüme bağladığı bandajın altından bakmak istesem de öküz gibi sıktığı için hiçbir halt göremiyordum. Sabah sabah bu ne biçim bir işti be? Ondan tutunduğumda soğuk hava bedenimi esir aldı. Derin bir nefes aldım ve başının olduğu yeri tahmin ederek yüzümü kaldırdım. Biraz yumuşasam bence hiçbir sorun olmazdı.

"Geldik zaten. Biraz daha beklesen ölmezsi-"

"Ya midem bulandı."

Ağlamaklı çıkan sesime karşın nefesinden üzerime eğildiğini anladım. Elleri yine belime sarılırken hızlanan kalbim ve görmeyen gözlerim şuan hiç iyiye gitmiyordu.

"Açlıktan olabilir mi acaba küçük hanım?"

Güldüğüne emin olduğum sesine karşılık iyice yüzümü astım. Gayet olası bir durumdu şahsen evet ama bunun da bir uslubü olurdu. Beni sürükleyerek gözüm bağlı kahvaltıya getirmek şart mıydı yani?

"Kahvaltıya geldik ya-"

Bir fren sesi sözlerimi keserken hızla bulunduğum bedene sığındım. Ellerim bandajı çözmek adına yukarı kalkmıştı ki geri tutuldu.

"O neydi?"

Korkuyla sorduğum soruma bir cevap gelmedi. Ancak açılıp kapanan araç sesleri hiç iyiye işaret değildi o frenden sonra. Manyak ise bana cevap vermeliydi. Babam. Olabilir miydi? Görmüyordum lan ben!

"Manyak gözüm kapalı dövüşemem ben!"

Hemen üzerimde olan başı derin bir nefes verirken ellerimi tutan elleri yavaşça ellerimi indirdi. Onun bu hareketinden sonra ise bir gülme sesi aramıza katılan şey oldu. Bedenim giderek kasılırken gülen kişinin kim olduğunu anlamaya çalıştım. Tanıdıktı. Biri bana bir şey söyleyebilir miydi?

"Ne işin var senin burada?"

Manyak'ın sert sesi ile daha da gerilirken kimse beni durduramazdı artık. Meraktan ölecektim lan. Ellerimi hızla gözlerimi açmak adına kaldırdım. Lakin yine sertçe tutuldu.

"Kaçak! Bir dur güzelim."

Başımı belki bir umut alttan görürüm diye kaldırsam da Manyak yine bana engel oldu. Gülen kişi de artık bir ses verebilir miydi lütfen? Çatlamak üzere-

"Çisem'cimin sürprizini hiç kaçırır mıyım? Ama kızı da bu hale sokmuşsun ya helal olsu-"2

"Kızıl."1

Ani sesim ile onun sözleri yarım kalırken duraksadım. En son ne olmuştu? Ne olmamıştı ki? Sesin geldiği yere doğru baktım. İyi miydi? Neresinden vurulmuştu? Benim yüzümden... Saçmalıyordum. Ama merakım arttı. Görmek istiyordum artık.

"Kaça-"

"İyiyim merak etme."

Kızıl yanımda sinirden kasılan adamın sözünü bölerken ben delirecektim. Bir şey göremiyordum. Lakin sesi gayet iyi geliyordu. Dün gece zihnime yansırken Manyak'ın yanında debelenmeyi bıraktım.

"Çisem!"

"İyi değilsin!"

"Bıçağı bırak!"

Bedenim onun seslerini hatırladıkça ürperirken ellerimi sıktım. Sakin olmalıydım. Bir şey olmamıştı. Herkes iyiydi... Kendimi kandırıyordum. Nefes alışverişim değişirken sakin kalmaya çalıştım. Rüzgar vurdu bedenime.

"Yaşıyorum."

"Abla!"

"İkimizi de öldürmek yerine... Benim için yaşamaya çalışır mısın?"

Tüm zihnim bulanıklaşmaya, ortalık karışmaya başlarken sıktığım ellerimden iki sıcaklık geçti.

"Kaçak, Kaçak buradayım."

Fısıltıyla çıkan o ses gerçekliği bana vurguladı. Ancak içimden akan onca şey durmadı. Ayaz vurulmuştu. Onlar... Onlar tekrar mahvolmuştu. Geçmişlerini ben deşmiş-

"Biraz daha abartacak mısın?"

Net o sesi duyduğumda bedenim donuklaşırken duygularım sanki birer hiçmiş gibi teker teker kayboldu. Korkuyla kasılan bedenim kendisine gelirken karanlık aydınlığa kavuştu. Yutkunduğumda çocukluğumun bedenini hemen yanımda hissettim.

"Kaçak."

Çocukluğum onun sesini bozuk bir biçimde taklit ederken ben tekrar bir nefes çektim içime. Ardından iyi olduğumu belli edercesine başımı salladım. Çocukluğum yavaşça koluma girdiğinde güvenli kapılar bana açıldı. Karanlığa kendi bedenimi attım. Hafifçe gülümsedim, içimde kilitlenen kapılar ardında korkular yokmuşçasına.

"İyiyim."

Sesim fısıltıyla çıksa da bize gelen adım seslerini bastırdı.

"Kızın gözünü bağlayıp sana güvenmesini mi bekledin cidden?"

O alaycı ses bu sefer daha yakından gelirken kendimi sakin kalması adına Manyak'a yasladım. Bu hem kendim için hem de kızılı haksız çıkartmak adınaydı. Elimi tutan eli sinirini bana belli ettiğinde ise onun yerine mırıldandım.

"Eğer gözüm bağlı tartışacaksanız ikinizi de umursamada-"

"İçeri geçelim."

Manyak buz gibi bir ses ile konuştuğunda hafif bir gülme sesi geldi kızıldan.

"Önden buyurun efenim. Benim yüküm biraz ağır."

Kızıla adam akıllı bakmam lazımdı. Yoksa içim rahatlamayacaktı. Kurşun neresine denk gelmişti? Umursadığımdan değildi. Lakin ona bir can borcum olduğu kesin-

"Ona borcumuz yok, aksine onun bize öldüremediği için ölüm borcu var."

Çocukluğum sınırı net bir biçimde devralırken sözlerimi de hemen ardından sıraladı. Manyak beni yavaşça ilerlettiğinde söyledim onun sözlerini.

"Hala arsızca konuşabildiğine göre domuz gibisindir."

Alaylı sözler ağzımdan çıkarken arkamızdan bir gülme sesi geldi.

"İnan sen buna arsızlık diyorsan beni bir de farklı yerde ve farklı bir biçimde görmelisin."

Adımlarımız buz keserken onun gülme sesi gitmedi. Lakin arkamda gerim gerim gerilen kişi Manyak'tan başkası değildi. Yutkundum. Bilerek damarına basıyordu. Elini sıkıca tuttum. Sakin kalması şuan hepimizin hayrınaydı. Özellikle de benim. Boğazını temizlediğinde ne olacağını yavaşça beklemekten başka seçeneğim yoktu. Manyak bedenimden bir adım uzaklaştığında iki elini de bırakmadım.

"Sana kendi arsızlıklarımı göstermeme bir kelime kaldı. O karnını sana yemin ederim bir de ben deşerim."

Kelimeleri sinirini yansıtırken ben zorlukla bir adım attım ve Manyak'ın ilgisini kendime çektim. Anlaşılan kızıl karnından vurulmuştu. Nasıl ayaktaydı lan bu o zaman hala? Tekrar adımlamaya başladığımızda ise düşünceli bir şekilde ağzını kıracağım o kızıl yine durmadı.

"Bu cümlelerde birden fazla anlam var yalnız. Ben hengisini tercih edece-"

"Kusacağım artık!"

Sinir ile bağırdığımda Manyak'ın ellerini bıraktım. Biraz bana dönebilirler miydi acaba? Nereye gittiğimi biilmeden öylece son sürat adımlarken arkamdan sonunda bir seslenme geldi.

"Kaçak!"

Hiç umursamadan öylece adımlamaya devam ederken takılıp düşmeme cidden az kalmıştı. Hissediyordum. Bir an önce beni tutabilirler miydi? Gururum uğruna burnumu kırmak istemiyordum da. Saniyeler içinde tekrar koluma girildiğinde sinir ile mırıldandı.

"Nereye gidiyorsun acaba bu halde?"

"Ebenin körüne Manyak!"

Ayağım takıldığında beni düşmekten kurtaran o oldu. Sinir ile nefes verdim. Artık cidden delirecektim. Çok, çok az kalmıştı. Ve şükürler olsun ki bunu ikisi de anlamış olmalı ki sesleri çıkmadı. Rüzgar bir kapının açılmasıyla kesildiğinde bedenimi sıcak bir alan karşıladı. Ardından sakince adımladık. Sesleri ise yine çıkmadı. Ancak emin olduğum şey bakışarak birbirlerini yedikleriydi. Bir asansöre bindiğimizi hissettim. Nereye gidiyorduk biz ya? Merakım artık son noktadaydı ve bu son nokta tamamen sinir katsayılarından oluşuyordu. Asansör durduğunda Manyak beni yavaşça ilerletti.

"Daha ne kadar var?"

Adımlarım belli bir noktada durdurulduğunda Manyak'ın arkama geçtiğini hissettim. Bir tık sesi geldiğinde olan bitene anlam veremiyordum. Lakin kulağımın ardından mırıldandı.

"Geldik."

Fısıltısı ilginç bir biçimde oldukça sakindi. Acaba kızılı asansörde öldürmüş olabilir miydi? Bir açılma sesi duyduğumda sıcak parmakları gözlerimi bağladığı kumaşta hissettim. Heyecan katsayım artarken kulaklarıma farklı fısıltı sesler geldi. Gözlerim karanlıktan kurtulurken mavilerimi yeniden açtım. İlk gördüğüme anlam veremedim. Karşımda açılmış olan kapıdan gülerek bana bakan bir Sarı vardı. Hafifçe gülümsedim.

"Sarı."

Anlamamış olmama daha da güldüğünde zorlukla etrafa baktım. Siyah kapının ardında kalan tertemiz o...

Bedenim dondu kaldı. Heyecanım anladığım ile doldu taştı. Zorlukla Manyak'tan destek aldığında bana sorsalar en beklemediğin ne diye. Kesinlikle diyeceğim şey bu olurdu. İçeriden bana bakan o gözleri gördüm. Gökçe, Erdem, Ceylin, Bulut, Kerim, Mert... Nutku tutulmak ifadesini şuan iliklerime kadar yaşıyordum. Ne yapacağımı, ne tepki vereceğini bilemeyen bedenim sadece fısıldadı.

"Burası, burası..."

Anılar zihnimde yerlerine yerleşirken çocukluğumun bile sesi çıkmamıştı. Gözlerim istemsizce dolduğunda Sarı bu halime daha da güldü.

"Dışarıdan bakmak olmaz."

Bana doğru yaklaştığında elini kaldırdı. Heyecanım ile onun elini tuttuğumda beni yavaşça içeriye kattı. Gözlerim yenilenmiş o yere baktı. Anılar ilk defa canımı çok az yaktı. Yavaşça fısıldadım.

"Burası, burası benim evim mi?"

Gözümden bir yaş akarken yenilenmiş o daireme baktım. Selim amcanın gülüşü canlandı gözümde. Sarı beni yavaşça bırakırken yanan bir evden eser kalmayan o yere baktım. Mobilyalar değişmişti. Dağılan evim toparlanmıştı. Mutfağım, oturma odam... Gülümseyerek kendi odama doğru ilerledim. Heyecanla gülümsedim. Her şeyi beklerdim ama bu... Bu çok büyüktü işte. Bu bana yaptıkları en güzel şeydi. Odama göz gezdirdim. Yatağıma yeni bir nevresim takımı serilmişti. Gözlerim yanmaktan ise boyanmış dolaplarıma döndü. Hepsi yenilenmişti. Gözümden bir yaş daha döküldü. Ama ben yıllar sonra ilk defa mutluluktan ağlıyordum. Manyak gözlerime denk geldiğinde kapıya yaslanmış gülerek bana bakıyordu. İçten bir gülüştü. Tebessümüm büyüdü. Heyecan ile tekrar odama döndüm. Yanıp kırılan o pencereler tekrar takılmış, odam tamamen benim zevkime göre yenilenmişti. Değişmişti. Eskisi gibi değildi ama... Ama tamamen bendi işte. Bunun anlamı çoktu. Bunu onlara asla geri ödeyemezdim işte. Zorlukla tekrar kapıya döndüğümde Sarı bu halime bütün ifadesiyle sırıtmış bakıyordu. İçeriye adımlayan ise o siyahlar oldu. Bana yaklaşan bedene baktım. Siyahlar yanan o evi söndürmüş üstüne düzetmişti. Benim için...

"Yanan yerler söndürülebilirmiş değil mi?"

Hafifçe bu dediğine güldüm. Sadece söndürmekle kalmamışlardı. Ona doğru yaklaştığıma ne yapacağımı bildiğinden kollarını açtı. Düşünmedim. Bu benim için çok anlamlıydı. Bu benim her şeyimdi. Güvenli alanımındı. Sevdiğim hatıralarımdı. Yağmurdan sığınağımdı. Burası bir kaçış yeriydi. Burası benim hayatımdı. Sıkıca sarıldığımda göz yaşlarım durmadı.

"Teşekkür ederim."

Sessizce fısıldadığımda hafifçe güldü. Elleri bedenime dolanırken imkanı varmış gibi daha sıkı sarıldım.

"Manyak, teşekkür ederim."

Gözümden bir yaş daha süzüldü. Lakin gülüşüm kesilmedi.

"Bir dakika bir dakika, burası benim mi şimdi?"

"İstemiyorsan eğer, beğenmediyse-"

"Hayır, hayır. Burası... Burası çok güzel."

"Beğenmiş gibi yapmak zorunda değilsin Çisem. Lüksü sevdiğini biliyorum ama burası senin kazandığınla. İşinin parası ve küçük bir sığınağın olsun istedim. Olabildiğince ayar-"

"Selim amca, teşekkür ederim. Gerçekten."

Dün gibi aklımdaydı o gün. Kazancıma ekleme yapıp almıştı burayı. Lüksü sevdiğimi vurgulasa da buraya körü körüne bağlanacağımı o günden biliyordu. Benim için değerini o gün gözlerimden anlamış dalgasını geçmişti. Kaan'a hediye edebileceğimizi bile söyleyerek dalga geçmiş yine de o anahtarlı benim parmaklarıma bırakmıştı. Sıkıca sarıldım. Onlara göre burası öylece bir ev olabilirdi ama burası benim hayatımdı. Çisem Kalen'in gizli sığınağıydı burası. Onları o gün suçlamam rağmen... O acılarına rağmen bana bunu yapmaları benim için paha biçilmez bir şeydi. Manyak benden gülerek ayrıldığında parmakları göz yaşlarımı buldu ve hafifçe mırıldandı.

"Hala kusmak istiyorsan eğer..."

Hafifçe güldüm. Başımı olumsuzca salladığımda ise bir diğer beklemediğim şey kolumdan çekilmesi oldu. Bedenimi başkası sararken bunun kim olduğu ebette ki belliydi.

"Şahsen böyle iltifata bende kusardım. O ne be öyle?"

Sarı homurdanarak Manyak'a laf atarken gülüşüm büyüdü. Başını eğdiğinde onu yadırgayan yüzü hafifçe güldü ve elbette ki o halini geri aldı.

"Teşekkürünü bana edebilirsin Çiso'cum. Tüm bunları tek tek ben düşündüm. İnanır mısın boyasını bile kendi ellerimle senin için yaptım."

Gülüşüm daha da büyüdü. Gözümden akan yaşı bu sefer o umursamadan sildiğinde bileğimden tuttuğu gibi beni heyecan ile oturma odasına geri çekti. Kapımda olan kalabalıktan zorlukla odaya geçtiğimde hızla ilerledi.

"Bak bunu da ben düşündüm. Bence tam senlikti."

Salonumun köşesinde duran o yuvarlak salıncağa baktım. Gülüşüm büyüdü. Sarı ise durmayıp beni yine çekiştirdi.

"O halatları tek tek kendi ellerimle doladığıma emin olabilir-"

"Abartmasan mı acaba?"

Erdem onun sözünü bölerken Sarı yavaşça durdu. Ona cevap vereceğinde ise günlerdir görmediğim Gökçe gülerek bana baktı.

"Hepsi hazır, bu aptala bakma."

Bana kırgınlıkla bakmıyordu o neşeli gözleri. Hafifçe tebessüm ettim. Başımı anlamış gibi salladığımda ise Sarı çocuk gibi beni yine çekiştirdi.

"Sen bakma bunlara Çiso. Bir boku beceremediği için beni de kendilerine benzetmeye çalışıyorlar."

Beni bu sefer mutfağa götürdüğünde hazırlanmış o kahvaltıya baktım. Masa da her çeşit yemek vardı. Lakin yemeklere olan bakışım çok uzun sürmedi. Tekrar yenilenmiş o eve dönünce içimde anlaşılması güç bir duygu birikimi vardı. Çok güzeldi. Çok harikaydı. Çok... Çok buna ihtiyacım varmış gibiydi. Gözlerim tekrar dolmaya başlayacağında ise Sarı bıkkınlıkla mırıldandı.

“Ne ara bu kadar sulu göz oldun sen?”

Dediğine hafifçe güldüm ve göz yaşlarım ellerimle olabildiğince bastırdım.

“Tamam ya.”

Sarı tekrar benim dibimde bitmeden bana yaklaşan başka birisi oldu. Ceylin gülerek bana doğru geldiğinde çoktan kollarını açmıştı. İtiraz etmedim. Onu da ortalıkta görmeyeli uzun zaman olmuştu. Yeşil o gözlerini özlesem de ne yalan söyleyeyim psikoloğumu özlediğim pek söylenemezdi.

“Çok özledin mi beni?”

Gülerek söylediğine ben de içtenliğimle cevap verdim.

“Çok.”

Alaya aldığımı anladığında hafifçe güldü. Ayrıldığımızda ise elbette ki tahmin ettiğim o cümleleri kurdu.

“Burada bol bol özlem gideririz artık.”

Onu onayladığımda gözlerim diğer herkeste gezindi. Erdem sanki bu anın bir an önce bitmesini bekler gibi duvara yaslanmış, bizi bekliyordu. Gökçe hemen onun yanındaydı. Gözleri gözlerime bakıyordu. Ona baktığımı görünce tebessüm edişi ise Miraç’a olan durumda beni affettiğinin, belki de anladığının bir göstergesiydi. Bu içimi rahatlatan bir diğer şeydi işte. Hemen yanında bana alttan alta bakan Mert’e baktım. Onu burada bile görmek artık beni hiç şaşırtmıyordu. Bir delikten çıkmasını biliyor ve yanımda bitiyordu. Bu hali ise hoşuma giden bir şeydi. Ve kahvaltıyı onun hazırladığına emindim. Pencerenin önünden bu halimi keyifle izleyen ise Bulut’tu. Onun gelmesini ise beklemeyen bendim. Dün geceden, bana tiksinir gibi bakan o gözlerden sonra onu burada görmek sürprizdi benim için. Evimi ise benim gibi hala inceleyen bir diğer kişi Kerim’di. Gözleri etrafta dolaşırken sonunda beni buldu. Tebessümüme karşılık verirken ise mırıldandı.

“Tam senlik bir yer olmuş.”

Başımı onaylarcasına salladım. Tam benlik bir yerdi. Buradan çıkmayacağım ise artık kesindi. Ancak şuan eksik olan tek şey gözlerimin aradığı kişilerdi. Heyecan ile bağıramamanın, onlara doyasıya sarılamadığım o iki kişi. Kime baktığımı elbette ki herkes biliyordu. Olabildiğince ifademi korumaya çalıştım ve siyahlara döndüm. Gözleri gözlerime bakıyordu. Sorumu bile biliyordu. Zorlukla mırıldandım.

“Kaan ve Deniz... Gelmedi mi?”

Basit bir soruydu. Kaan. Onun burayı görmesini istedim. En çok onun burayı görmesini ve bana gülümsemesini istedim şimdi. Gözlerine bakıp gülümsemek, sarılmak istedim. Ancak bu soruma karşın ortaya çıkan tek şey bir sessizlik oldu. Yoktular.

“Anlaşılan Masal onları da bir güzel haşlamış.”

Bana beklenmeyen o ses cevap verdiğinde gözlerim sonunda onu buldu. Kapının önünde kalan bedeni bir adımla içeriye girdiğinde gülümsemesi her zamanki gibi aynıydı. Bana bakıyordu. Benim ilk baktığım yer ise vücudu oldu. Kolunda olan sargıyı çıkartmıştı. Anlaşılan ona yük oluyordu. Kurşunun ise karnına geldiğini öğrendiğimden dolayı gözlerim belli olan o noktaya hizalandı. Ancak oldukça dik duruyordu. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Beklemediğim ise elinin kazağını kavrayıp hiç çekinmeden kaldırması oldu. Gözlerim yarayı tararken ise onun yardımı ile hemen bandajla sarılı yeri gördü. Anlık olarak baksam da sinirle gözlerimi kaçırdım. Gözleri gülerek bakıyordu.

“Ayaz.”

Siyahlardan beklediğim sinirli o ses gelirken ben yavaşça boğazımı temizledim ve gözlerimi elalardan kaçırdım. Bilerek yapıyordu.

“Bende bıraktığın hasarı gördün mü?”

Alayla hala cümlelerini kurarken sakinlikle arkamı döndüm. Bu mutluluğumu ona bozdurmayacaktım. Aras’ı yadırgayan bir biçimde ona bakarken yakaladım. Hafifçe güldüğümde ise gözleri beni buldu. Arkamı işaret ettim.

“Kendinden beterini görmek yük oldu sanırım.”

Ne dediğimi ilk başta anlamasa da gözleri arkamızda kalan elemanı buldu. Benim gibi histerik bir gülüş attı. Ardından karşımda içli içli nefes verdi.

"Daha çok şükür ki bu kadar delirmedim Çiso."

Dediğine gülümsedim. Bu kadar, şu kadar delirmedik derken hepimiz bir şekilde beter olup çıkmıştık. Ele başları da bendim sanırım. Lakin şuan canımın sıkılmasını sağlayan ne Ayaz’dı ne de bir başkası. Kaan ve Deniz’di. Zorlukla yutkundum. Ardından karşımda düşüncelerimi bilen o kişiye baktım. Sarı. Etrafa tekrar göz ucuyla baktığımda ise mırıldandım.

“Buradan haberleri var mı?”

Sesim net çıkmasa da yanımda olan sarışın anlardı. Cevabını vermeden önce ise gözleri arkamda kalan bir noktayı buldu. Haberleri olsa gelirlerdi değil mi? Bilmiyorlardı. Ancak Sarı gerçekler için onay almış olmalı ki sıkıntı ile konuştu.

“Var.”

Tek kelime. Kaan. Buradan haberi vardı öyle mi? Canım acıdı. Ona rağmen gelmediyse... Benim gitmem lazımdı. Kötüydü. O kötü olunca ne yapardı? En istemediğimi. Deniz kendisini bir yere kapatmıştı büyük ihtimalle. Ya da bilmiyorum ama lütfen Kaan ile ilgileniyor olsundu. Çünkü onun yapacağı şey belliydi. Alkol.

“Ben...”

Cümlenin devamını getiremedim. Ama bildiğim tek şey bir başkasına Kaan’ı alkollüyken emanet edemeyeceğimdi. Hele Deniz’in halini bile daha bilmezken. Sarı sanki ne olacağını anlamış gibi bakışlarını tekrar arkama çevirdi. Ben ise bekleyemezdim. Burası ikimiz için de değerliyken gelmemezlik yapmazdı. Eğer ki yaptıysa durum kötüydü. Hem de çok kötü. Beklemedim.

“Ben gidiyor-”

“Çiso.”

Sarı beni tutsa da umursamadım. O her anımda yanımda olurken ben...

“Benim onun yanı-”

“Kaçak.”

Net ses ile o yüzü göremesem de Sarı’ya olan çırpınışım kesildi. Gözlerim belli bir noktada hizalanırken yutkundum. Kaan’ı bulmam lazımdı benim. Ama o...

"Onun yanına gitmene artık ne kendisi, ne Sait, ne de ben izin veririm."

Dün gece ki sesi kulaklarıma vururken tırnaklarımı derime batırmak, kanatmak istedim. Ancak beni durduran ne bu söylemler ne de tehditler oldu. Beni durduran çocukluğumdu.

“Bir saçmalık yapmadan önce planı düşün. Herkes burada.”

Delirmek üzereydim. Herkes beni durduranın Manyak olduğunu düşünse de asıl kişi bir başkasıydı. Sarı ortamı ve beni toparlamak adına hafifçe güldü.

“Bence hepimiz günler sonra ilk olarak adam akıllı yemek yemeliyiz.”

Omuzlarımdan tuttuğu bedenimi sakince kahvaltı masasına çevirdiğinde dolmak için yalvaran gözlerimi kapattım. Bu ev her şeyimdi. Evet. Ama bu evden de kıymetlim Kaan ve Deniz’di. Planı bozmamam mı gerekiyordu? Bozmazdım. Ama beni onlardan hiçbir şey uzak tutamazdı. Ne Sait, Ne Manyak, ne de kendileri. Sarılınca düzelirdik biz. Sarı bedenimi yavaşça oturmam için iteklediğinde bir sandalyeyi çektim. Bedenimi bıraktığımda hemen karşıma hiç kimseyi takmayan o birey geçti. Kızıl sandalyeyi çekip dikkatlice oturduğunda Sarı sanki uyarılmış gibi yanıma oturdu. Kızılın yanına Bulut geçerken gözleri üzerimdeydi. Lakin o kahvelere fazla bakmadım. Önümde olan boş tabağa odaklandım. Yanımda ki bir diğer sandalye de çekildiğinde gözlerimi kaldırmadım. Lakin hareketlerinden bile anladım kim olduğunu. Benim sandalyemi kendisine çektiğinde gözlerim boş tabaktaydı hala. Kaan’a gitmeme izin vermeyeceğini kendisi dün bizzat bana söylemişti. Kulağıma eğilmesiyle nefesini hissettim.

“Kaan konusunu halledeceğim.”

Boş olan tabağa bakmaya devam ettim. Hafifçe güldüm bu dediğine. Halledemeyecekti. Bana en son böyle davrandığında, beni kendisinden uzak tuttuğunda Selim ölmüştü. Yine öyle yapıyordu. Yağmur yağarken yoktu, ben gülmek isterken yoktu. O önemli bir noktada yoktu. Deniz yoktu. Bana gülerek bakan, yanımda gerekirse benimle ağlayacak olan o kız yoktu. Ve ikisini de halledemeyeceklerdi. Çünkü beni ondan uzak tutacaklardı. Ancak tabaktan bakışlarımı kaldıran kişi ağzı dolu bir birey oldu.

“Korkağın önde gidesiniz.”

Kızıl karşımda ağzına bir zeytin attığında gözlerim elalara baktı. Ne diyordu bu aptal yine? O ise bana bakmak yerine elinde ki çatalla ben hariç herkesi işaret etti. Onu takmayan tek kişi ise sigara yakmış bir yandan da çay içen Erdem’di. Sarı yanımda alayla güldü.

“Pardon da niye korkak olduk biz şimdi?”

Önüne gelen saçın bir tutamını geriye attığında ela gözler beni buldu. Küstahça gülümsediğinde çatalının yönünü bana doğrulttu.

“Çisem’e olan korkunuzdan kızı asla rahat bırakmıyorsunuz.”

Ağzına bir peynir attığında elalar ilk defa oldukça ciddi bir konu konuşuyor gibiydi.

“Ona olan korkumuzdan mı sence? Yoksa ona olacaklardan korktuğumuz için mi? Bir düşün istersen.”

Kerim ona cevabını verdiğinde elinde ki çayı yudumluyordu. Ben ise bu konuyu sevmemiştim.

“Ben çok sevdim şahsen.”

Çocukluğum yine bir köşeden gereksiz o düşüncesini dile getirdiğinde umursamadım. Ayaz ise çok ciddi bir biçimde başını olumsuzca salladı.

“Ona olan korkunuzdan.”

Çocukluğumu Sarı ile kendi sandalyemin hemen arasında hissettim. Ama bakışlarımı şuan oraya çeviremezdim.

“Ben bu kızılı sevdiğimi söylemiş miydim?”

Alayla çocukluğum konuşurken Bulut bıçağını dikkatleri üzerine çekmek ister gibi tabağına ses çıkartarak bıraktı. Konuşacağında ise onu yine bölen kızıl oldu.

“Özellikle de sen Bulut Akay."

Gözlerim kahveleri bulurken bu cümleden sonra gülen yüzü donuklaşmıştı. Bakışlarımı gördüğünde ise hafifçe güldü.

“Ben niye korkayım?”

Kızıl tekrar konuşacağında ise o net ses yine tüm konuşmayı böldü.

“Ortalığı karıştırmayı kes.”

Siyahlara döndüğümde bana değil Ayaz’a bakıyordu. Ancak yüzü sinirini net bir biçimde belli ediyordu. Sessiz kaldım. Kızılın ise sessiz kalmaya niyeti yok gibiydi.

“Sence Korlu, ortalığı karıştıran ben miyim yoksa siz mi?”

Siyahlar anlık olarak bana baksa da gözlerini kaçırdı. Bu da beni şüpheye düşüren bir diğer şey oldu.

“Aya-”

Sarı duruma el atmak istese de o da bu girişiminde başarısız bulundu.

“Öğrendiklerinden sonra yapacaklarından korkuyorsunuz.” Bu konu bedenimi gerse de kızıl bana inançlı bir biçimde bakıyordu. Hafifçe güldü. “Ben sizin yerinde olsam ise kimseyi beklemeden o mavilerde ki kıyameti ortaya çıkartırdım.”

Çatalını yavaşça bıraktığında gözleri gülerek bu sefer yanımda olan kişiyi buldu. Gerilmiş bedenini hissediyordum.

“Ama siz şimdi bunu da yapamazsınız değil mi?” Aşağılayıcı ses tonu hoşuma gitmemişti. “Çünkü o kıyamette yanacak kişi sizsiniz çünkü artık her şey için çok geç.”

Ellerinin yumruk olduğunu gördüğümde durumun iyi bir yöne gitmediğini biliyordum. Ama durdurmakta gelmiyordu içimden. Çünkü bu konu artık sevdiklerime dokunmuştu ve ben ne varsa öğrenmek istiyordum.

“Biraz daha konuşursa-”

“Her şeyi öğrenince yüzüne bile bakmayacak biliyorsun değil mi?”

Kızılın net cümlesi ile benim içimde de bir şeyler koptuğunda siyahlardan gözlerimi ayırdım. O ne demekti? Kızıl hafifçe güldü. Ardından bana doğru eğildi.

“Bu masada gelecek için değerli olan sadece iki isim var Çi-”

“Yeter bu kadar.”

Sesim bu sefer masayı kapladığında ona sinirle baktım. Saçmalamaya başlamıştı. Bu halime hafifçe güldü ve başını anlıyormuş gibi salladı. Parmaklarım yumruk olmuş o ele sakince dokunduğunda neden yaptığımı bilmiyordum bunu. Belki gitmeyeceğimin, onu bırakmayacağımın bir garantisini vermek istemiştim. Lakin benden önce beni asla bırakmayacağını bana gösteren o oldu. Parmakları parmaklarımın arasından geçtiğinde sıkıca tuttu.

“İki isim mi?”

Çocukluğum yanımda gereksiz bu bilgiyi sorgularken konuşan Mert oldu.

“Bu kadar güzel bir konudan sonra bence artık başlayabiliriz.”

Gözlerim onu bulduğunda aptala yatan o yüzü gördüm. Bana şekeri uzattı sakince. Benden önce alan ise Sarı oldu. Derin bir nefes verdi.

“Bence de.”

Çayına şekerini atarken ise hafif gülen bir ses duydum.

“Bence hepiniz yanılıyorsunuz.”

“Gökçe.”

Manyak onu uyaran bir biçimde konuşsa da ben Gökçe’ye döndüm. O ise bana bakmıyor tabağına aldığı yumurta ile uğraşıyordu. Manyak’ı umursamadan konuştu.

“Seni Miraç konusunda neden affettim biliyor musun?”

Gözleri gözlerimi bulduğunda bunu beklemiyordum.

“Ne?”

İstemsizce mırıldandım lakin Manyak yine uyaran bir tonda mırıldandı.

“Gökçe.”

Gökçe ise beni geren o cümleleri tek tek sıraladı.

“Miraç’ın arabasının kamerasını buldum.”

Çatalını bir kenara bıraktığında acıyla güldü. Bu halinden anladım hala onuna acısının içinde olduğunu. Ama gözlerinde olan şey de beni artık yadırgamayacağının göstergesiydi.

“Orada seni öldürmesi için yalvarıyorsun.”

Gözlerimi dediği ile kapattığımda yanımda bir hareketlenme oldu. Anlaşılan o kayıdı inceleyen tek kişi bu masada Gökçe’ydi.

“Ne? Kaçak.”

Manyak elimi sıktığında Gökçe devamını getirdi.

“Nedeni ne biliyor musunuz?”

“Gökçe.”

Bu sefer onu uyaran bendim. Nedenini bilmelerine gerek yoktu. Ama o gerekliymiş gibi konuştu.

“Kendinin onu öldürmemesi için beni öldür diye yalvardın.”

Gözlerimi araladığımda gördüğüm ilk elalar oldu. Bu olayı bilmediği yüzünden belliydi. Ancak gözlerinde yine saçma sapan bir duruma olan hayranlık vardı. Zorlukla Gökçe’ye döndüm. Çatalını tekrar eline aldı ve gülümsedi.

"Bunu anlatmamın sebebinin içinde sen de varsın. Bakma bana öyle.”

Anlamıyordum anlattığından bir şey. Kimse anlamıyor olmalı ki açıkladı.

“Kısaca kendini kendisi bile kontrol edemiyor.” Ağzına yumurtasından bir parça attığında gözleri kızılı buldu. “Yani bu göt kafanın dediklerine varıyor olay. Bence içinde yatan o canavar zaten her şeyi biliyor.”

Duyduğum ile gözlerim çocukluğumu bulurken o hayranlıkla Gökçe’ye bakıyordu.

“Bu mümkün değil mi doktor?”

Gökçe merakla sorusunu sorduğunda gözlerim Ceylin’i buldu. Ceylin ise tüm bu ihtimallerin farkında gibiydi. Başını olumlu anlamda salladı.

“Güçlü taraf sonuçta çocukluğun.” Gözlerim dedikleriyle çocukluğumu bulduğunda övülmek hoşuna gitmiş, keyifle dinliyordu. “Ama onun bildiklerini sen bilirsen güçsüz düşersin ki bu onu da güçsüz düşürebilir. Bu yüzden senden sakla-”

“Saçmalık.”

Elimi kendime olan sinirim ile Manyak’tan kurtardığımda çatalıma uzandım. Saçmalıktı. Tamamen saçmalıktı. Ayrıca şuan neden konu bendim? Tabağıma bir şeyler koymaya başladığımda çocukluğum bu halime güldü.

“Hadi ama, haklılar. Bir şeyler bildiğimi biliyor-”

Ona dönen bakışlarım ile susması gerektiğini kendisi anladı. Tabağıma koyduğum peynirlerden birisini ağzıma tıktığımda ise tüm bakışların benim üzerimde olduğunu biliyordum. Her ne yapmamız gerekiyorsa artık yapsaydık da defolup gitseydik. Ancak kafamda ki düşünceleri dağıtmayı en iyi bilen kişi tüm moralimi bir anda düzeltmeyi de bildi.

“Çiso.”

Sandalyemi kendisine çektiğinde ağzım dolu ona baktım. O ise bana değil kahvaltılıklardan tabağıma koymaya başladı.

“Adam akıllı bir şeyler ye de evin en önemli parçasını getirelim hadi.”

“Ne?”

Ağzım dolu şaşkınlıkla konuştuğumda bu halime sırıttı. Evin en önemli eşyası mı demişti o? Neydi? Daha ne vardı? Düşüncelerim dediği ile tek bir noktaya toplanırken o çoktan amacına ulaşmıştı. Elimde tuttuğum çatalı tabağımda ki bir şeylere batırdı ve ağzıma doğru götürdü.

“Bu işi de lütfen kendin yap ama. Yemek yeme eylemini de yapmaya yapmaya unutmaya başladın gibi.”

Onun zoruyla mecburen domates yerken o bu halime daha da sırıttı.

“Ne parçası?”

Kafamda olan tüm düşünceleri kendisi tek bir sözüyle sildi. Eline çayı aldığında gözlerime bakarak mırıldandı.

“Kaan aradı, o söyledi bize evin en önemli parçasını.”

Yediğim domates ağzımda kalırken bunu beklemiyordum. Hayret ile ona bakarken çiğnemem gerektiğini hatırlatmak adına bana ne yapmam gerektiğini kendince gösterdi. Ben ise dediğindeydim. Kaan mı demişti? Aramış mıydı gerçekten? Kalbimde bir heyecan dalgası oluştu. Bu iyiye işaretti.

“Yemin et. Yalan söylemiyorsun değil mi?”

Çayından yudumlarken bana yok artık der gibi baktı.

“Aşk olsun Çiso, ben ne zaman yalan söyledim?”

“Sürekli söylüyorsun, bunun pek bir zamanı olmuyor genellikle.”

Konuya benim yerime Erdem girdiğinde Sarı’nın gülen yüzü bir süreliğine donuklaştı. Onun yerine gülen ise karşımızda olan kızıl oldu. Ben ise bu sefer Manyak’a döndüm. Çünkü Sarı şuan benden çok Erdem ile uğraşacak gibiydi.

“Gerçekten aradı mı?”

“Ne zaman yalan söylemişim lan ben?”

Cümlemin arasına birileri girse de benim ana hedefim siyahlardı. Bu halime hafifçe güldü ve başını salladı. Bu ise yeterliydi. Kaan aramıştı. Kaan iyiydi. O zaman Deniz de iyiydi. Sorun yoktu. Yani yoktu değil mi? Yalan söylemezlerdi. Yani umarım söylemiyorlardı. Sarı ve Erdem laf atışmasına girerken ben tebessüm ederek tekrar önüme döndüm.

 ... 

Şuan iyiydim. Deliler gibi gülemezdim belki ama mutluydum. Huzur duygusunu belki bu gün bir kez daha hissettirmişlerdi bana. Çayımı Bulut doldururken bir yandan da konuştu.

“Orada ki tek suçlu sendin.”

Sarı hayretle yanımda doğruldu.

“Ne?” Sinir ile bardağını bir yandan ona uzatırken bir yandan bu hallerine gülüyordum. “Lan ben sadece işimi yaptım. Nasıl ben suçlu oluyorum?”

Şekere uzandığımda yanımda olan Manyak’da Bulut’u desteklemede geç kalmadı.

“Oraya o adamı koyarak suçlu oluyorsun.”

Gökçe alayla güldüğünde şuan herkesin tek uğraş kaynağı sarışındı.

“Bir kere o gün siz olmasanız o adam o otobüse yüzde bir milyon eminim ki binecekti.”

Hafifçe güldüm. Götümüzün deli gibi tutuştuğu anları şuan gülerek cidden konuşuyorduk. Çayımı elime alıp sandalyeye iyice kuruldum ve ben de geri de kalmadım.

“Üzgünüm Sarı ama o adam bana hiç bulaşmasa bile uyuşturucuyu asla teslim edemezdi.”

Sarı bunu benden beklemez gibi baktığında gülüşüm büyüdü. Ama yine de pes etmedi.

“Evet. Edemezdi çünkü siz iki salak yine benim işime burnunuzu sokacaktınız.”

Manyak ve Bulut’u kastettiğinde yanımda ki birey omuz silkti.

“Bulaşacağımızı biliyordun. Yine olsa yine gelir işini haşlarım.”

Sarı daha da alıngan bir biçimde baktı bu sefer. Ardından kırılmış gibi bir tavır takındı.

“Bu kadar günün hatırına yine bulaşırdın yani.”

Manyak hiç çekinmeden başını salladığında Kerim keyifle mırıldandı.

“Ceylin bile psikologluğu şuan gözden geçiriyor.”

Gözlerim Ceylin’i bulduğunda bir yere dalıp gitmişti. Adının geçmesiyle gözlerini kaldırdığında hafifçe yüzünü buruşturdu.

“Ben almayım.”

Bütün gün peşimde koşturan kız ile uğraşan elbette ki ben oldum.

“Bence bir düşün.”

“Sende mi Çiso?”

Sarı bana hayretle baktığında gülüşüm büyüdü ve omuz silktim.

“Çok kötü bir zamanda geldi yanıma o ölüp bittiğin teslimatçın.”

Sinir ile bana döndü Sarı.

“Lan onun yanına siz gittiniz!”

Bu sefer gülüşüme engel olmaya çalışarak ben de doğruldum.

“Mezarlıktan eve kadar yürüyemedim çok pardon!”

Sarı sesim ile yüzünü buruşturduğunda başını çevirdi. Lakin onun işine yarayacak başka bir bilgiyi bana gol atan kızıl oldu.

“Bir şeyi merak ediyorum.” Gözlerim onu buldu. İlginç bir biçimde kimseye bulaşmadan kendisi sohbete katılabiliyordu. “O kadar para içinde neden bir araba bile yok?”

Sorusu banaydı. Gülümseyen yüzüm bir süre donuklaştı. Nedeni yoktu aslında. Arabaya binebilirdim. Korkum yoktu. Sakince omuz silktim.

“Gerek duymadım.”

Cevabım kısa netti. Ama sanki içeride bir yerlerde araba sürmeye korkan bir ben vardı. Kendi arabam olursa bir yerlerden böyle de bir korkum çıkacak gibi geliyordu. Çıkmasa bile hız yapabileceğimi düşünmüyordum.

“Kızın bizden önce on beş dakikalık hayatı vardı. Kafe ve ev. Haklı o da.”

Kerim konuşsa da konuya dahil olamadım.

“Çiso’nun mu? Güldürmeyin beni.”

Sarı elini omzuma attığında beni kendisine çekti. Ben ise bir anda yaşadığım duygu değişimine alışmaya çalışıyordum. Kahvaltımızı yapmıştık, şimdi ise bir zamanlar korkudan öldüğümüz anları gülerek anlatıyorduk.

“Şundan iki üç yıl öncesinde bizden de betermiş. Ortamdan ortama.”

Ortamdan ortama olan ben. Bu dediğine hafifçe gülümsedim ve tekrar konuda kalmak adına mırıldandım.

“Çocukluğumun gergin olduğu yıllardı.”

Sarı bu bahanemi oldukça hoş bir biçimde anlamış gibi kafa sallarken beklemediğim soru Gökçe’den geldi.

“Nasıl bir şey?”

Gözlerim onu bulurken ilk ne demek istediğini anlamadım. Onun ise gözleri beni buldu. Gerçekten merak ediyor gibiydi.

“Yani onu görmek, konuşmak. Ne bileyim örneğin sana dokunsa hissediyor musun?”

“Gökçe.”

Manyak uyaran bir tonda ismini söylese de ben bir süre durdum.

“Gerçekten merek ettiğimden soruyorum kızmayın hemen. Yani cevaplamak istemiyorsan anlarım.” Gözlerim tekrar onu bulduğunda bana değil bir noktaya odaklanmıştı. “Mesela ben sanırım korkudan bir şey yapamazdım.”

Gözlerim onun ardında kalan bedeni buldu. Çocukluğum bu saçmalığı anlamaya çalışır bir vaziyette dalıp giden Gökçe’ye bakıyordu.

“Mal mı bu?”

Cümlesine hafifçe tebessüm ettim. Böyle bir soru beklemiyordum evet. Acıydı. Korkardım. On altı yaşımda gecenin bir yarısı onu görünce aklım başımdan giderdi mesela. Ya de ne bileyim, bir anda ortaya çıkınca kendimce bir kalp krizi geçirirdim. Ama insan her şeye alışıyordu.

“Çisem.”

Ceylin adımı söylediğinde derin bir nefes verdim.

“Bir anda karşıma çıksa ben de kalp krizinden giderdim sanırım.”

Gözlerimi kendi küçüklüğümden ayırmadım. Ama o bir anda gelmemişti. Acıyla yutkundum.

“Yiğit öldükten sonra ya da...”

"Korkmak yok, tamam mı?"

O anı bedenim sanki tekrar yaşadı. Ellerimden tutulmuş büyük eller, bana acıyla bakan bir çift göz. Çocukluğum sessizleşti. O bile gözlerini kaçırdı. Ortak bir diğer acımızdı bu. Korkmak yoktu.

“Ya da annemin öldüğünü öğrendikten sonra geldi.”

O fotoğrafları unutmamın imkanı yoktu.

“Annemden sonra olmalı ama sanırım, çünkü bir kişiyi daha kaybettim annemden sonra.”

“Kerem abi!”

Karşımda ki küçük bedenin çığlıkları hala kulağımdaydı. Ben ise tebessüm ettim. Ardından bu sefer Gökçe’ye döndüm. Belki acımaydı, belki halime üzülmeydi bilmiyorum ama bana öyle bakıyordu. Hüzünle.

“Ama yine bir anda ortaya çıkmadı. İlk duygularıma karıştı. Kendimden nefret ettirdi. Sonra kendimle konuştuğumu sandırdı zihnimde. Sonra kendimle, yani onunla çeliştim, kavga ettim.”

Gözlerim bu sefer evi taradı. Selim. Selim Vural. Gülümsemem büyüdü.

“Bana kendini sürekli gösterdi. Rüyalarımda, zihnimde, hayallerimde. Selim ölünce de o kadar berbat bir durumdaydım ki onu görmeyi bile yadırgayamadım.”

Tebessümüm büyürken Sarı beni kendisine iyice çektiğinde ona yasladım bedenimi. Selim. Kaan olmalıydı. Şuan Kaan olmalıydı yanımda. Kimseden ses çıkmazken derin bir nefes verdim. Birisi sandalyesinden kalksa da kim olduğuna bakamadım. Ancak bugün hüzünlenmek yasaktı. Hafifçe doğruldum. İyiydim. Sorun yoktu. Bunlar benim bildiğim, alışık olduğum şeylerdi. Gülümsediğimde sıktığım ellerimi gevşettim ve mırıldandım.

“E hani benim evimin en önemli parçası.”

Şuan ona ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. Kaan’a ihtiyacım vardı aslında ama o bilirdi beni iyi etmesini. Sarı’da bana ayak uydurmakta geç kalmadı.

“Eren, onu getirmiş ol.”

Anlık olarak yan tarafıma döndüğümde boş sandalye ile karşılaştım. Başımı kaldırdığımda ise ayakta dikilen ve acılı bir tebessümle elinde ki paketi sallıyordu. Küçük hediye paketine sarılmış olan o şeye baktım. Kaşlarım çatıldı. Neydi bu önemli parça?

“Ne bu?”

Sarı hafifçe sandalyesini ittirdiğinde hala kimseden ses çıkmıyordu. Sanki anlattıklarım herkese dokunmuştu. Hafifçe etrafa bakındım. Mert mutfak tarafında gözlerini tezgaha sabitlemiş, kollarını bağlamıştı. Gökçe sorduğuna pişman gibiydi. Erdem bir sigara daha yakmıştı. Lakin gözleri ben de değil kardeşindeydi. Kerim’i ise ilk defa bu kadar kötü bir halde gördüm. Kaşlarım çatıldı. İyi miydi? Ancak ben soramadan Sarı kalkmış olduğu sandalyeden beni hafifçe itekledi.

“Hadi ama Çiso.”

Onun dokunuşu ile mecburen ayaklandığımda Gökçe beklemediğim bir biçimde elimden yakaladı. Ona baktığımda gözlerini daldığı yerden ayırdı.

“Özür dilerim.”

Zorlukla tebessüm ettim. Ama aklım arkamda kalan Kerim’deydi. Bana bile bakamamıştı.

“Sorun, sorun yok.”

Sesim bile duraksarken Sarı beni tekrar itekledi.

“Bu kadar duygusallık çok fazla ama hadi.”

Hafifçe tebessüm ettim ve Manyak’a doğru ilerledim. Sarı hafifçe gülerek mırıldandı.

“Bence bunu beklemiyorsun.”

Çocukluğumda merakla Manyak’a doğru ilerlediğinde elinde ki şeyi inceledi gözüm. Kitap boyutundaydı. Çocukluğumun adımları durduğunda benim bedenim de hemen onun yanında durdu. Manyak bizim yerimize adımları tamamladığında çocukluğum ise mırıldandı.

“Anladım.”

Sesi hüzünle çıktığında anlam veremedim.

“Ne bu?”

Hem çocukluğuma hem de onlaraydı bu neşeli sorum. Ancak çocukluğum sağ olsun neşeli yüzümü soldurmayı bildi.

“Yiğit.”

Söylediği isim ile gülen yüzüm donuklaşırken Manyak bana doğru adımladı. Hediyeyi bana doğru uzatsa da anladığım ile dokunamadım.

"Bir çocuğu daha mı var yani sence?"

"Ne?"

"Diğer, diğer fotoğrafı aç çabuk."

"Berk ne bu?"

Küçük bir bildirim sesi geldi. Bu sesi zaten tanıdım. Her şey yine olmaması gereken zamanda oluyordu. Elim uzattığı hediyeyi tutmaya varmıyordu. Manyak’a bile bakamadım. Sadece paketlenmiş o şeye bakabiliyordu bedenim. Sabahki olanlar aklımdan gitmiyordu işte. Hafifçe eli paketi buldu.

“Ben açıyorum o zaman.”

Durumu toparlamak adına söylediği şey ile sadece başımı sallayabildim. Yavaşça paketi açtı. Çocukluğumun elimden tutuşunu hissettim. Rahatlatmak ister gibiydi ama gergin olduğunu onun da hissedebiliyordum.

“Plana uyacağız.”

Kendine hatırlatmak ister gibi söylediği şeyi tekrarladı bir kez daha. Paketi açtığında ise gördüm. Kalbim hızlandı. Elinde olan fotoğrafa öylece baktı gözlerim. Tüm gözlerin ne tepki vereceğimi beklediğini biliyordum. Gülümsemeye çalışsam da beceremedim. Siyah beyaz fotoğrafta olan o fotoğraf. Yiğit. Ciğerlerimin nefes alamadığını hissettim. Lakin beklediğim şey oldu. Kapı çalındığında ellerim sonunda zorlukla bana uzatılan çerçeve karesini tutabildi. Titrediğini gördüm parmaklarımın.

"Kaçak."

Gözlerimi kaldırdığımda bana hevesle bakan o gözlere baktım. Benim ise gözlerim dolmuştu bile. Bu ifadem ile yüzü gerilirken kapıyı açmaya giden kişiyi hissettim. Acıyla nefes verdim.

"Çiso, sevinmedin mi?"

Sarı heyecan ile yine de sordu. Ancak tepkimi görmüştü bile. Çerçeveyi sıktım. Elimi değil, parçalamak istercesine elimde olan çerçeveyi sıktım bu sefer. Bana doğru gelen adımları hissetmem ile çocukluğum kontrolü elimden aldı. Tüm bakışlar gelen kişiye dönerken ben gözlerimi siyahlardan ayıramadım. Bu halime anlam veremiyordu.

"Sen."

Sarı şok ile konuşurken bana doğru yaklaşan adım sesleri ile dolan gözlerimi parmaklarım hızla sildi. Çocukluğum kontrolü ele aldığında çerçeveyi bırakmadım. Bu her şeyimdi.

"Çisem."

Duyduğum ses ile siyahlardan zorlukla ayırdım gözlerimi. Bana tebessüm ederek bakan o kişiye baktım. Kim olduğunu anlayamayan, ama tanıdık o sesi duyan Manyak ise zorlukla arkasını döndü. Ancak onu çoktan geçen beden hafifçe güldü ve bana doğru geldi.

"Ağzına sıçmışlar."

Manyak'ı geçtiğinde kimseden ses çıkmıyordu. Çocukluğum hafifçe gülümsedi. Bedenim aniden değişirken o çoktan anlamıştı bile kimin geldiğini. Elimde olan, kimseye güvenip de veremeyeceğim o şeyi karşımda ki kişiye uzattım. Özür dilerim. Herkesten özür dilerim ama ben bekleyemezdim. Oyun yeni başlıyordu. Üzgünüm kalbim. Canı yanan asıl kişi sen olacaksın çünkü. Gülüşüm büyürken mırıldandım.

"Sıra bizde."

Gülümsediğinde elimde ki çerçeveyi sakince aldı. Bu fotoğrafı zaten çokça kez görmüştü.

"Çiso. Ne olu-"

"Kitabım mutlu son olacak mı?"

Korku ile sorduğum soru ile Berk'in gözleri beni bulduğunda kimse benden bunu beklemiyordu. Ancak çocukluğumun bile korkusu bu yöndeydi şuan. Çisem Kalen, çocukluğumun korkusunu ilk defa gördüler. İlk defa duydular. Ama karşımda ki adam bu halime daha da güldü. Bana doğru bir adım attığında göz kırptı.

"Ben bu güne kadar sana kötü sonlu kaç kitap anlattım?"

Yutkundum ve korkum yavaşça son buldu. Hafifçe tebessüm ettim. Başlıyorduk. Herkesin intikam duygusu içimde yanıyordu.

"Hiçbir zaman."

Sesim net çıktığında elim elinde tuttuğu çerçevede gezindi. Ardından fotoğrafta olan o minik yüze baktım.

"Kaçak."

Tedirgin çıkan o sesi duydum. Ancak hayır. Durmayacaktım. Daha yeni başlıyordu her şey. Parmağım siyah beyaz olan o karede bir noktada durdu. Berk oraya bakarken derin bir nefes verdim ve beni bitiren o cümle dudaklarımdan döküldü. Herkes ise o cümlem ile vurulmuşa döndü. Ben bile...

"Kardeşimi bulur musun?"

Kardeşim. Ölü kardeşimi bana bulabilirler miydi? Ne olduğunu? Ne olacağını? Gücüm tepkilere bakmaya yetmezken birisinden ne sesi geldi hayretle. Kimden geldiğini bile ayırt edemedim. Çocukluğum ise sanki her bir hücremi yavaş yavaş doldurmaya başlamıştı. Plan basitti. Sait’in en yakınları şuan onlardı. Bize istediğimiz tepkiyi verecek kişilerde. Lakin benim yerime tepkilerine bakan kişi karşımda olan Berk oldu. Gücümün yetmeyeceği belki bir bahaneydi. Çünkü çocukluğum vardı. Benim asıl korkum göreceklerimdi. Tepkileriydi.

“Kaçak.”

Korkuyla çıkan o seslenişe bakamadım. Çünkü göreceğimden korkuyordum. Ellerimi sıkıca sıkarken ise başka birisi yanıma adımladı.

“Çisem sen ne dediğinin farkında mısın?”

Sarı bana ismim ile hitap ederken koluma dokunuşunu hissettim. Ancak dönüp yine de bakamadım. Gözlerim tuttuğu o fotoğraftaydı. Ne dediğim gayet farkındaydım. Farkında olmadığım ne olduğuydu. Ve bugün öğrenecektim. Berk’in eli elimi bulduğunda gözlerim gözlerini buldu. Kardeşim için güvenli ilk kapı bendim. Ama bir diğer kişi de oydu. Burada ki kimseye kardeşim konusunda güvenemezdim. Bu da diğer bir acı gerçekti. Berk hariç. Çünkü o benim çırpınışlarımı bilirdi. Ben de onun aileye verdiği değeri bilirdim.

“Çisem.”

Konuşulan tek ses ismimdi. Ancak benim baktığım o gözlerdi. Bana kardeşimi bulabilir miydi? Gerçekleri gösterebilir miydi? Berk hafifçe tebessüm etti.

“Bulacağım. Sana söz bulacağım.”1

... 

Gözlerim dışarıdaydı. Soğuk hava bedenimi yakıp geçerken oluşmuş olan su birikintilerine bakıyordum. Çocukluğum ise olaya dakikaların sonunda mecburen el attı.

“Ne bulabildin?”

Gözlerim sonunda Berk’i buldu. Kimseden ses çıkmamış herkes donup kalmıştı. Berk ise ikimizi de küçük bu balkona çekmişti. İçeriden gözler bizim üzerimizdeydi. Lakin tek bildiğim duyamayacaklarıydı. Gözlerim emin olmak balkonun yanında olan pencereyi buldu. Yatak odamın penceresi de kapalı olduğuna göre bizi duymalarının imkanı yoktu. O da bunu bilerek beni buraya çekmişti sanırım. Derin bir nefes verdi ve eli çantasını buldu.

“İlk olarak tepkilerinden anladığım kadarıyla bu işin içinde kesinlikle bir bokluk var.”

Orasını ben de gayet iyi anlamıştım. Başımı olumluca salladım. Küçük masaya birkaç kağıt çıkardığında gözlerim onları buldu.

“Yiğit konusunda canımı sıkacak.”

Berk yavaşça kafasını salladı. Ardından derin bir nefes verdi.

“Ama bizde onun canını sıkacağız. Ayrıca ne kadar kötü olabilir ki?”

Yiğit. Altı yaşında ölmüştü. Haklıydı. Ne kadar kötü olabilirdi ki? Dört yaşına kadar hiçbir sıkıntımız yoktu zaten. Yasin Kalen o iki yılda işleri bu kadar büyütmüştü. Kısaca iki yılda o fotoğraf dışında başka ne olmuş olabilirdi? Ve lanet olsun ki her bu cümleyi kurduğumda daha da beteri bir biçimde olup beni buluyordu. Yine de derin bir nefes verdim. Benim dikkatimi tekrar toplayan ise çantayı bir kenara bırakıp ayaklanması oldu. Ona baktığımda elinde tuttuğu zinciri gördü gözlerim. Yavaşça arkama geçti.

“Artık her anını takip edeceğim, bu iş ciddiye binmeye başladı.”

Saçlarımı yavaşça tuttuğunda ona yardımcı olmak adına saçlarımı toparladım. Boynumda hissettiğim kolyeyi boynuma taktığında her şeye rağmen gülmeye çalıştım.

“Kendimi insanların hayvanlarına taktığı tasmalara takılmış gibi hissetmem normal mi?”

Bu dediğime o da hafifçe güldü. Kolyeye bakmak adına yavaşça başımı eğdim.

“Tasmadan çok sana bıçak görevi görecek. Küçük düğmeyi bulabilirsen keskin uç çıkar.”

İşini bitirdiğinde saçlarımı serbest bıraktım. Kolyeye yavaşça bakındım. Beğenmiştim. Bulut seçmişti yine. Gülümsemem büyüdü. Kolyenin alt kısmında küçük bir düğme vardı. Bıçakları severdim.

“Bu işi biliyorsun.”

Tekrar karşıma oturduğunda derin bir nefes verdi. Anlaşılan can sıkıcı o konuya geçiş yapacaktık. Kolyeyi sakince kazağımın içine kattım.

“Hepsinin yüzünde korku vardı.”

İçeriyi işaret etse de bakmadım. Berk ise elini masaya hizaladı ve parmaklarını sakince vurdu. Bu ise onun düşünür bir halde olduğunun kanıtıydı.

“Normal değil mi?”

Başını olumsuzca salladı.

“Öyle bir korku değil, sanki kıyamet kopmuş da ölmüşsün gibi bir yüz vardı.”

Ayaz’ın dediklerine uyuşuyordu karşımdakinin dediği.

“Yani benden korktular.”

Berk kafasını olumluca salladığında gözleri daldığı yerden beni buldu. Ben ise emin değildim. Çocukluğuma baktım. O ise farklı bir diyardaydı.

“Ne biliyorsun sen?”

Ani soruma Berk şaşırmazken çocukluğum gözlerini kaldırdı.

“Bir şey bilmiyorum.”

Gayet de biliyordu. Hatta yüzünde olan endişeyi bile gizleyemiyordu şuan karşımda.

“Gerçekten bilmiyorum. Bakma öyle. Şu aşığına sor o ne biliyormuş.”

Berk bana döndüğünde sıkıntı ile soludum.

“Sen ne buldun?”

Kağıtlara şöyle bir baktı ve dudağını dişledi. Normalde olsa kötü bir şey çıkacak sanırdım. Lakin hafifçe güldüğünde sonunda iyi bir şeye işaret vardı.

“Neler bulmadım ki.”

Bir kağıdı açtığında önüme itekledi. Yavaşça ben de doğruldum ve eğildim. Gördüğüm sadece belli başlı bir isimdi. Eren Korlu ve Aras Altan.

“Ne bu?”

“Hisse anlaşmaları.”

Kağıda göz gezdirdiğimde cidden öyle olduğunu anladım.

“İyi de bu ne işimize yarayacak?”

Ölürlerse bütün hisseler Sait’e kalacaktı işte.

“Anlayacağını düşünmüştüm.”

Kağıda daha da detaylı bakmaya çalıştım ama bir şey anlamıyordum.

“Bunu bir anlaşma gibi değil de miras gibi düşün.”

“Ne?”

İyice anlamıyordum.

“Şöyle düşün. Kimsesi olmayan bir adam ölürse bütün varı yoğu kime kalır?”

“Devlete.”

Başını olumluca salladı.

“Bu kadar hisse ama bu iki kişiye çocukken kaldı ve devlet tarafından koruma altına alındı. Peki sence Sait bu kadar malı riske atar mı?”

Hala anlamıyordum. Sanırım maldım. Anlamadığımı anlamış olmalı ki derin bir nefes verdi.

“Eren ve Aras’a küçük yaşta bir veraset çıkartmış. Çünkü çocukken malları doğruca teslim edemezler.”

Anladığım ile birkaç saniye durdum. Bu kadarı çok fazlaydı çünkü artık.

“İyi de çocukken veraset yapılabiliyor mu?”

Bu dediğime alayla güldü.

“Paran varsa her şeyi yaptırabilirsin.”

Cidden akıl alır bir iş değildi.

“Ama bizim için önemli olan bu değil.”

Daha ne vardı çok pardon.

“Evlenirse veya akrabaları ortaya çıkarsa bu veraset bölüşülmek zorunda kalı-”

“Sadece yüzde on ya da beş Sait’e kalıyordu. Öyle bir şeydi.”

Hatırlıyordum. O gün evlenmekle ilgili bir şeyler söylemişlerdi. Hafifçe güldüm. Bu çok işimi görürdü işte. Sait bunları bildiğimi bilmeliydi. Heyecan ile gülümsedim.

“Başka.”

Berk bu halime güldü. Ve önüme yeni bir belge koydu. Yavaşça onu da açtım. Ancak fotoğrafta gördüğüm kişi ile gülen yüzüm donuklaştı.

“Bir diğer önemli kişi. Ve bugün İstanbul’da.”

Kızın adını bile hatırlamıyordum. Ta ki o başlığı görene kadar. "Eflal Uluç." Derin bir nefes verdim. Sait’in göz bebeği. Yirmi üç yaşındaydı. Yurt dışında doğmuştu. Avukattı. Ve şirketin avukatlığına çoktan ismini yazdırmıştı anlaşılan. Gözlerim ise fotoğrafında oyalandı. Eflal. Sait’in Eflal’i. Annesi ölmüştü. Kısaca tam bir babacıydı.

“Bu işlerde var mı yoksa masum mu?”

Sorumun cevabı elbette ki çok net belliydi. Yine de bir ihtimal masum olsun istedim. Ama sonuca şaşırmadım.

“Sicili tertemiz ama bu işlerde olmamasının imkanı yok.”

Berk bana cevap verdiğinde başımı anlıyormuş gibi salladım. Berk ise tahmin ettiğim o cümleyi söyledi.

“Sait’e savaş açacaksan kız buradayken yap bunu. En değerlisinden vur.”

Hafifçe gülümsedim ve dosyayı kapattım. Bu kızdan başkasını gözüm görmezdi artık zaten. Kısaca merak etmesindi.

“Başka ne var bilmem gereken.”

Derin bir nefes verdi ve kağıtları önümden aldı. Çantasını açtığında ise asıl ağır konuya sona bıraktığını anladım.

“O fotoğrafta ki bebek kim bilmiyorum ama Sait’in bir oğlu var ya da vardı Çisem.”

Tek bir cümle. Ellerimi sıktığımda yutkundum. En ağırı buydu işte. Başımı anlıyor gibi salladım. Bir oğlu daha vardı. Gizli bir oğlan. Belki de kardeşim. Yutkundum. İşte tüm gücümü yerine getiren bu cümleydi. Gözlerim içeriye döndü. Manyak. Siyahlar net bir şekilde bana bakıyordu. İkimiz de ilk defa birbirimize gülümsemedik. İlk defa anlayışla bakmadık. İlk defa sanki bir düşman gibi baktık birbirimize. O benden sırları daha da gizledi, ben ise bütün bu oyunu bitirmek adına daha da hırslandım. İkimizin çakışacağı konu buydu anlaşılan. Bakışmamızı kesen ise telefonunun çalması oldu. Gözlerini benden ayırdığında telefona baktı. Yavaşça oradan ayrıldığında en son gördüğüm telefonu kulağına götürmesi oldu. Ben de onunla birlikte ayaklandım.

“Başka bir şey var mı?”

Berk’te benimle birlikte ayaklandı.

“Şuanlık yok. Olursa haber ederim. Kolyeyi çıkartma.”

Başımı olumluca salladım. Ardından balkon kapısını yavaşça açtım. Çoğunluk ortada gözükmüyordu. Kerim ve Sarı ayakta doğruca bana bakıyordu. Üşümüştüm. Lakin herkesin intikamı adına bugün o adımı atacaktım.

“Çiso.”

Sarı gerginlikle konuştuğunda gözleri benim üzerimdeydi. Ben ise etrafa bakındım.

“Diğerleri nerede?”

Sarı yerine Kerim konuştu.

“Bulut’un işi vardı, Ceylin onunla çıktı. Erdem’e bu kadar olay çok gelmiş. Gökçe’yi de aldı. Kısaca dağıldılar.”

Anlıyor gibi başımı salladım. Ardından benim odamdan gelen sese doğru bakındım. Manyak oradaydı. Kiminle konuşuyordu bu?

“Ben de çıkıyorum o zaman.”

Berk arkamdan konuştuğunda onu buldu gözlerim. Derin bir nefes aldım. Olan biten bir anlık çok gelmişti.

“Kalsaydın.”

“Kafama takılan birkaç şey var. Ona bakacağım.”

Hafifçe tebessüm ettim ve başımı salladım.

“Aman bak o kafana takılan-”

Sarı’nın sesi acıyla kesildiğinde anlık olarak arkamı döndüm. Kerim sırıtmış Sarı ise karnını tutmuş eğiliyordu. Göz devirdim. Aptallar.

“Bana da haber edersin o zaman.”

Berk’e tekrar döndüğümde kapıya doğru adımladık. Onu kısa bir vedalaşmadan sonra gönderip tam kapıyı kapattım. Salona doğru adımladığımda ise beklemediğim o kişi lavabodan çıktı. Şokla ona baktığımda kaşlarını çatmış bu halime bakıyordu.

“Ne bakıyorsun öyle kızım?”

“Seni ben unuttum.”

Kızıl kafa lavabodan sakince çıktı ve yüzünü buruşturdu.

“Valla sana şuan kendimi çok güzel hatırlatırdım ama kötüyüm.”

Yarasına baktığımda elini oraya götürdü. Bütün gün ayakta dikilirse olacağı buydu. Ancak yine de hafifçe gülümsedi.

“Ama diyorsan ki ben sana kendimi hatırlatırım bir anda her şeyi unut-”

“Çok fazla boş yapıyorsun sen bu aralar.”

Sözünü kestiğimde içeriden Sarı bize bakındı. Ben ise kızılı boş verip odama doğru yöneldim. Asıl merakım oradaydı.

“Çiso.”

Arkamdan bana Sarı seslense de umursamadım. Odama doğru ilerlediğimde ise o sesi duydum.

“Gökçe bak fazla göze batıyorum. Bu işi kusursuz halledin. Akşamki de hallolursa Sait’in ilgisini bir süreliğine bizden uzaklaştırırım.”

Akşam ne vardı?

“Aras’ın öyle dediğine bakma. Bu işe karışmaz.”

İçeriye adımladığımda ses ile yavaşça bana döndü. Gözleri beni görünce ilk başta telaşa kapılır gibi oldu. Veya ben yanlış gördüm.

“Ayaz haber edecek ona. Kapatıyorum şimdilik.”

Ayaz, Sarı, o... Maşallah. Her ne yapıyorsa on saniyede en olmayacak üçlü bir aradaydı. Telefonu yavaşça uzaklaştırdığında istemsizce kapıyı kapattım. Bu hareketime o da anlam veremezken hafifçe gülümsedim.

“Mükemmel bir üçlü.”

Bana doğru yaklaştığında bedenimi süzdü. Üzerimde hala onun eşofmanı vardı. Bana bir adım attığında ise onun asıl konusunun farklı olduğunu anladım.

“Geç bakalım sen üçlüyü.”

Gözleri belirli bir noktada durduğunda siyahlara bakındım. Ben bu gözlere düşman falan olamazdım. İmkanı yoktu böyle bir şeyin. Bir adım daha attığında gözleri boynumdan tekrar gözlerime kaydı.

“Anlat bana. Ne bu Yiğit olayı?”

Bir adım daha sakince attığında elinde olan telefonu cebine koydu. Ben ise tebessüm ettim.

“Önemli bir şey de-”

“Önemli.”

Bir adım daha attığında bedenlerimiz artık yan yanaydı. Gülümsedim ve düşünmeden ellerimi boynuna doladım. Bu hareketimi beklemezken tek amacım şuan sinirini yok etmekti.

“Sait hassas bir noktaya dokundu.”

Dediğim ile ellerini belime doladığında beni kendisine çekti. İki elimi boynunun ardında birleştirdiğimde gülümsedim. O ise bu dediğime gerilmişti.

“Bana bir şey yapmayacağına söz ve-”

“Manyak.”

Sözünü kestiğimde gözlerini kapattı. Karışmamı istemiyordu. Ben ise biraz daha huyuna gittim.

“Hem belki fazla gaza gelirim ve evlenirim seninle.”

Bu dediğim ile o siyahlarını tekrar açtı. Neleri öğrendiğimi anladığında derin bir nefes verdi. Çoktan bulaşmıştım bile. Ancak o beklediğimin aksine daha da gerildi.

“Kaçak bak bu işe girme. Çıkamazsın. Seni ben de çıkartamam.”

Sesi çaresiz çıktığında canım tekrar sıkıldı. Ancak netliğimi anlamalıydı.

“Emin ol her şeyin farkındayım.” Siyahlar ise dediğimin aksini der gibi baktı yüzüme. Aldırış etmedim. “Beni durdurmaya çalışma. Çünkü konu sana ve Yiğit’e dokundu.”

Elleri daha da sıkılaştığında bu sefer anlamamı ister gibi eğildi.

“Kaçak. Güzelim. Canım.” Sanki anlamamı ister gibi her birini teker teker sıraladı. “Konu bende hep sensin. Ama elimden bir şey gelmiyor. Görmüyor musu-”

“Gördüğüm tek şey bu adama olan korkunuz.”

Ellerim sinir ile boynundan çözüldü. Korkmasını anlayışla karşılayabilirdim ama beni sürekli uzak tutmasını kabullenemezdim. Bu işin artık geri dönüşü yoktu. Ellerini kendimden kurtarmak istedim ama bırakmadı aksine daha da beni kendisine yasladı.

“Bana bir gün ver.”

Dediği ile ona tekrar odaklandığımda mırıldandım.

“Ne?”

Bana eğildiğinde tebessüm etti.

“Bu akşam konuşacağım. Baban karşına çıkamayacak, tüm tehditler bitecek, hayatına kaldığın yerden devam edeceksin. Canın söz veriyorum yanmayacak.”

“Pes mi edeceğim yani?”

Çocukluğumundu bu soru. Manyak ise derin bir nefes verdi ve mırıldandı.

“Benim için pes etmez misin?”

Sorusu içimde bir yerleri ürpertti. Onun için... Hafifçe güldüm.

“Bu savaşı ben zaten senin ve Yiğit için aç-”

“Kaçak. Bu bir savaş değil. Bu sonunun belli olduğu bir oyun.”

Bedenim donuklaştı. Bana inanmıyor muydu? Kalbimde bir yerler kırıldı.

“Denemedik mi sanıyorsun sen? Başka insanlar ona karşı gelmeyi denemedi mi sence? Zaaflarınla oynar. Sen bitti sanırsın ama o senin bile bilmediğin zaaflarını teker teker ortaya sere-”

“Tamam.”

Sesim donuk çıkmıştı. Ellerini belimden çözdüm. Yavaşça uzaklaştım. Anlamıştım anlayacağımı.

“Benim için kimseyle konuşma. Çünkü ben sizin gibi olacaklardan korkmuyorum.”

Arkamı döndüğümde kapıya adımladım. Kapıyı açtığımda ise bir kol tekrar kapattı. Derin bir nefes verdim.

“Manyak bana karışıp dur-”

Dudaklarımı sertçe kapattığında işte bunu kesinlikle beklemiyordum. Üzerime eğilmiş olan bedeni ittirmeye gücüm yetmezken çocukluğum küfretti. Dünyaya savaş açmaya hazır olan zihnim onu bile ittiremedi. Kalbim yaptığı ile hızlanırken ellerim tutunacak bir yer aradı. Saniyeler içinde her şey olup biterken ben yenilmem dediğim adama tekrar yenildim. Yavaşça ayrıldığında ellerim istemsizce omuzlarını buldu.1

“Korktuğum olacaklar değil, sana olabilecek her türlü şey ve benim seni tamamen koruyamayacak olmam.”

Bir parmağını saçlarımda hissettiğimde önüme gelen tutamı geriye attı.

“Ve evet Kaçak, ben bu konuda korkağın tekiyim.”

Nefesi nefesime karışırken yutkundum. Ancak beni vazgeçiremedi.

“Risk almazsan kazanamazsın.”

Ellerim omuzlarından çözülürken çocukluğumun ona köşeden dil çıkardığını hissettim.

“Silahın kilidini açmadan da hedefi vuramazsın Manyak.” Elim kapı kolunu bulduğunda bedenimi ondan uzaklaştırdım. “Kısaca kendi zaaflarımı ortaya açmadan zaten asıl hedefi vuramam. Ve ben bunun riskini çoktan aldım.”

Kapıyı açtığımda kolunun altından sakince geçtim. Kapı aralığından kendimi odadan çıkarttığımda salona doğru ilerledim.

“Kaçak.”

Kapım sertçe çarpıldığında bunu beklemiyordum. Sanırım fazla itiraz etmiştim. Ama umurumda değildi. Ben bu işe bulaşacaktım bir kere. Kafaya koymuştum.

“Bana bak bu iş böyle olmaz.”

“Ne oluyor lan?”

İçeride gördüğüm Sarı ayaklanırken ben mutfağa doğru ilerledim. Gördüğüm Mert de bana şaşkınlıkla baktığında yavaşça tebessüm ettim. Gayet de olurdu.

“Kaça-”

“Eren ne oluyor?”

Kerim de hayretle mırıldandığında ben tezgahta olan elmayı aldım ve hiç çekinmeden tezgaha oturdum. Siyahlar bana sinirle döndü.

“Kaçarak kurtulamazsın.”

Omuz silktim.

“Sen de beni susturarak kurtulamazsın.”

Elmadan bir ısırık aldığımda herkes bize bakıyordu. Kızıl hafifçe sırıttı.

“Ben bu ortamı çok sevdim lan. Her an kavga.”

“Sen o işe bulaşmayacak...”

Onun telefonu kendi sözünü bölerken derin bir nefes verdi. Gülerek cebini işaret ettim.

“Telefonun.”

Sinirle telefonu çıkardığında gözleri ekranda gezindi. Bana tekrar döndüğünde önemli olduğu her halinden belliydi.

“Bu iş burada bitmedi.”

Anlıyor gibi başımı salladım. O sinirle telefonu açtığında bu sefer balkona doğru ilerledi.

“Ne oldu Gökçe?”

Kapıyı açması ve kapatması bir olduğunda Sarı hayretle bana baktı.

“Ne yaptın çocuğa?”

Elmadan bir ısırık daha aldığımda omuz silktim. Sarı ise kızgın tavrını bir kenara atıp bir anda sırıttı.

“Ne yaptıysan yapmaya devam et. Sürüm sürüm sürünsün bu salak.”

Hafifçe güldüm. Balkonda sinirle elini kaldırdığında ise derin bir nefes verdi.

“Ben bir bakayım.”

Sarı’da balkona doğru döndüğünde ben siyahlıma baktım. Elmayı gülerek çiğnesem de içimde bir sinir katsayısı vardı. Balkon kapısı tekrar kapandığında ise Mert mırıldandı.

“Her gün gerçekten böyle mi?”

Ona döndüğümde bana bakıyordu. Başımı sakince salladım.

“Bunlar daha sakin günler...”

Sözüm gördüğüm ile yarım kaldı. Kızıl karşımda olan koltukta kazağını kaldırmış dişlerini sıkarak yarasına bakıyordu. Gözlerim bandajı buldu. Lakin daha ben göremeden kazak kapatıldı. Kaşlarım çatıldı.

“Ölmem merak etme.”

Alayla cümle kurduğunda gözlerim elalara tırmandı. Daha yeni acısını gösteren yüzü şuan gülümsüyordu alayla. Derin bir nefes verdim. Benim yüzümden vurulmuş olmasa gram takmazdım ama durum farklıydı işte. Elmayı tezgaha bıraktığımda oturduğum yerden yavaşça indim. Ardından mırıldandım.

“Masal’a ne oldu?”

Dolaplara bakındım. Nereye koymuş olabilirlerdi? Eşyaları bence değiştirmemişlerdi. Değiştirseler bile mutlaka evde olmalıydı. Dolapları açıp kapattım. Kutusunu değiştirmemiş olsunlar. Tabi yanmadıysa.

“Ne o? Merak mı ettin?”

Bulduğum kutuyu tezgaha indirdiğimde içini karıştırdım.

“Evet.”

Bulduğum ile tekrar gözlerimi kaldırdım. Bir bardak daha bulduğumda gözlerim anlık olarak ona baktı. Ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Ben ise konuştum.

“Beni öldürmek isteyen birisine ne olduğunu merak etmem normal değil mi?”

Bu dediğime de o aptal gülüşünü gösterdi.

“Normal aslında ama merak etme ben onun hak ettiğini almasını sağlayacağım.”

Suyu doldurduğumda oturduğu yere doğru ilerledim. Elimdekini görünce ise gülen yüzü donuklaştı.

“Merak ederim.”

Net cevabım ile suyu ona uzattım. Sorgular gibi baktığında sinir ile elini kaldırdım. Suyu eline tutturduğumda o konuşmadan konuştum.

“Can borcum olan birisini zehirlemem merak etme.”

Diğer elini de kaldırdığımda avuç içini açtım. İlaç paketinden hapı onun eline bıraktığımda hala boş gözlerle yüzüme bakıyordu.

“Ağrı kesici, bakıp durma aptal aptal.”

Gözleri elinde ki hapa kaydı. Derin bir nefes verdim.

“İçmeyi planlıyor musun?”

Dediğimden sonra yine bir düşünse de sonunda hapı içmeyi başardı. Ancak yüzü gülmedi. Ela gözlere bakındım ve mırıldandım.

“Seninle de ayrı konuşacağım.”

Yutkunduğunda geri eski haline döndü. Bardağı uzattı ve yavaşça güldü.

“Ne hakkında?”

Düşünmeden dışarıda balkonda olan kişilere baktım. Ne hakkında olduğu gayet basitti. Ancak dışarıda olan şeyler daha çok dikkatimi çekti.

“Bence ne hakkında olduğunu sen gayet iyi biliyorsun.”

Manyak telefonu kapatmış Sarı ile çok ciddi bir biçimde konuşuyorlardı. Kızıl nereye baktığımı anlamış gibi hafifçe güldü.

“Bana göre de sen onların ne hakkında konuştuğunu bilmelisin.”

Ona sinir ile döndüğümde bana gülerek bakıyordu. Gözlerim tekrar istemsizce balkona döndü. Sarı ellerini kaldırmış ciddi bir şey anlatıyordu. Sanki nerede olduklarını bile unutmuşlardı.

“Bilmem gereken bir şey olsa söyler-”

“Neyi söylediler de bunu söyleyecekler sence?”

Bedenime bir tedirginlik yüklendi.

“Bu adam bu aralar fazla haklı şeyler söylüyor.”

Çocukluğum konuştuğunda hemen balkon kapısının önündeydi. Tedirginlikle ellerimi sıktım.

“Yürü Çisem Kalen.”

Çocukluğum ne yapmam gerektiğini söylediğinde derin bir nefes verdim ve mırıldandım.

“Çok fazla boş yapıyorsun kızıl, söyledim sana. Üzerimi değiştireceğim ben.”

Hızla salondan ayrıldığımda yatak odama doğru adımladım. Onun dediğini yapacak olmam ise beni geren şeydi. Kapıyı kapattığımda hızla pencereye doğru adımladım. Bu yaptığımdan utanacak olsam da suçu atacağım kişi hemen yanımdaydı.

“Hadi artık.”

Çocukluğum camı işaret ettiğinde düşünmeden yavaşça açtım. Kapalıyken hiçbir şey duyulmazdı ama dip dibe olan yerden de duyardım. Camı yavaşça açtığımda beni göremeyecekleri bir noktaya geçtim.

“Sait’in gözüne girmeye çalışırken her şeyi batırmada.”

Sarı ciddiyetle konuştuğunda canım cidden sıkılmıştı. Yine mi bu Sait’ti?

“Sen işime burnunu sokmazsan bu iş tıkırında. Akşam ki yerden de Bulut’la parayı temizledim mi tamamdır.”

Sarı’nın ofladığını duydum.

“İşler iyice boka sarmaya başla-”

“Boka sarma falan yok. Silahlar bu gece teslim edilecek. Para yatırıldığı gibi temizlenecek. Daha ne?”

Duymamı istemedikleri şey bu muydu cidden? Bu gece yapacakları iş mi?

“Herkesi çağırmasan hiçbir sıkıntı yoktu işte!”

Sarı sinirle bağırdığında bunu beklemiyordum. Herkes derken.

“Neden çağırdığımı bilmiyormuş gibi konuşmayı bırak! Bu gece tüm her şeyi çözeceğim.”

“Basit bir şeymiş gibi görmeyi bırak şunu! Neyi nasıl çözmeyi planlıyorsun?”

Sarı’nın sinirli sesi beni de gererken derin bir nefes vermiştim ki görmeyi beklemediğim o şeyi gördüm. Kızıl karşımda sırıtmış beni izliyordu. Yakalanmanın korkusu ile bedenim buz keserken bana doğru yaklaştı. Sesimi çıkartamadım. Hemen dışarıda olan ikili tartışmaya devam ederken o beden bana yaklaşmaya devam etti. Ne ara gelmişti? Pencereyi örtmek için hamle yapacağımda bileğimden yakaladı. Sinirle ona döndüğümde ise ileri giderek daha da yaklaştı. Bana doğru eğildiğinde sinirimden bağırmamak için zor duruyordum. Gülümsediğinde eli saçımda gezindi. Elini yakaladığımda ise umursamadan mırıldandı.

“Her dediğimi yapacaksın biliyorsun değil mi?”1

Sinir ile ona baktım. İttirdiğimde ise kımıldamadı. Bu sefer elim doğruca karnına ilerledi lakin onu da tuttuğunda ikisini de duvara sabitledi.

“Çisem bu olaya dahil oldu bile!”

Sarı dışarıda bağırdığında dibimde olan kızıla baktım.

“Çekil şuradan.”

Gözleri dudaklarıma kaydığında gülümsemesi büyüdü.

“Seni şuan bu şekilde öpsem ne yapabilir-”

“O kolunu tekrar oyarım.”

Net cevabım ile gülüşü daha da büyüdü.

“Bu haline delik deşik olduğumu biliyorsun zaten.”

Üzerime biraz daha eğildiğinde ayağımı kaldıracaktım ama bunu da diziyle iki ayağıma da bastırarak engelledi. Gülüşü büyüdü.

“Sadakati takdir ederim ama ikili olunca güzel olur bu.”

Anlamadığım cümlesi ile çırpınmayı bıraktığımda elalara bakabildim.

“Ne?”

Hafifçe gülümsedi ve kulağıma doğru yaklaştı. Nefesini tenimde hissettiğime kendimden tiksindim.

“Benimle gelirsen tüm gerçekleri öğreneceğini biliyorsun değil mi?”

Bedenini bana bastırdığında uzaklaşmak adına onu ittirdim. Ama sanki hiç yaralı değil gibiydi.

“Aya-”

“Ben seni esirgemem Kalen, bir kafese koymam, etrafında dolanmam. Önünü açar, gerektiğinde önüne geçerim.”

Nefesimi istemsizce tuttuğumda dışarıdan hala sesler geliyordu. Kulağıma eğildiği yerden ayrıldı lakin bu sefer yüzüme daha yakındı. Yutkundum.

“Ne istiyorsun?”

Gözleri anlık olarak dışarıya kaydığında gülüşü büyüdü. Bana biraz daha yaklaştığında ise fısıldadı.

“Çocukluğunu. Çocukluğunun her şeyi görmesini...”4

... 

Bir işe karışmış gidiyordum. Araçta müzik çalarken gözlerim dışardaydı. Bulutlar her zamanki yerindeydi. Saat kaçtı bilmiyordum. Yanımda müziğe ıslıkla eşlik eden birisi vardı. Keyfi yerindeydi. Hiçbir şey demeden öylece çıkmıştık. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Ne olacağını da. Tek bildiğim kızılın oyununa kanmamam gerektiğiydi. Çok güzel oynardı. Buna emindim. Otelde benden korktuğunu sandığım adam oysa bana oyun içinde oyun oynuyordu. Oyunculuğuna şüphem yoktu. Ayaz Kartal. Ama ona karşı içimde bir his vardı. Canımı kurtarmıştı. Belki buna mecbur olduğundan yapmıştı belki gereklilikten. Emin değildim. Güvenilmezdi. Tıpkı benim gibi. Deliydi. Tıpkı benim gibi... Belki kendimi ona benzettiğimdendi.

“Ne düşünüyorsun?”

Bana döndüğünde derin bir nefes verdim.

“Neden sana uyduğumu düşünüyorum.”

Hafifçe güldü cevabıma.

“Beni düşünmen ne hoş. Ben de seni düşünüyorum.”

Ona döndüğümde bedenimi süzdü. Aptal adam. Pislik. Dudağını dişlediğinde gözlerimi devirdim. Lakin onun gözleri boynumda durdu. Anlaşılan kolye herkesin dikkatini çekmişti. Yola tekrar döndüğünde mırıldandı.

“Bu arkadaşın sorun açmaz umarım.”

Kimi dediği açıkça belliydi. Berk. Derin bir nefes verdim.

“Senden daha sorun kimse yok bana. Merak etme.”

Telefon almamıştım. Üzerime kıyafet geçirip öylece evden çıkmıştık. Ve evet Manyak ve Sarı hala tartışıyordu. Evi emanet ettiğim kişi ise Mert olmuştu. Kerim’e görünmeden çıkmamızı da sağ olsun o sağlamıştı. Araba sonunda durduğunda gözlerim etrafı taradı. Sanayi gibi bir yerdeydik. Bir sürü araba tamirat yeri görüyordum şuan. Gülerek bana baktı.

“Burası da benim, sorununun mekanı hanımefendi.”

Arabadan sözlerini bitirdiği gibi çıktığında ben de derin bir nefes verdim ve indim. Ne olacağı hakkında pek bir fikrim yoktu. Bana kolunu uzattığında ona ciddi mi diye baktım.

“Bakma öyle, kolumu sen sakatladın.”

Delirmek üzereydim. Elbette ki koluna girme gibi bir niyetim yoktu. Bugün bana fazlasıyla yaklaşmıştı zaten.

“Diğerini de sakatlamamı istemiyorsan yürü.”

Güldüğünde eliyle önden gitmem adına yolu gösterdi. Hiç takmadan ilerledim. Önümüzde eski bir yer vardı. Orası mıydı? Garaj gibi bir yerdi. Benden hızlı adımladığında kapıyı benim yerime açtı.

“Buyurun.”

İçeriye korkarak baktım. Sait’in beni kaçırma ihtimali yoktu değil-

Gördüğüm ile çocukluğum heyecan ile saklandığı yerden çıkarken istemsizce güldüm. Kızıla baktığımda bu halime o da gülmüştü.

“Bu, bu o mu?”

Bana doğru eğildiğinde mırıldandı.

“Bana gösterdiğin hünerlerini istediğin gibi ona da gösterebilirsin. Kıskanmam merak etme.”

Düşünmeden içeriye adımladığımda çocukluğumun heyecanı kimsede yoktu. Birkaç adam sorgular bir biçimde bana baksa da hemen ardımda olan kızıldan seslerini çıkartamadı. Ben ise ortada başı eğik o kişideydim. Üstü başı kan içindeydi. Çocukluğum mırıldandı.

“Bugün beni çok mutlu ediyorlar.”

Duyduğu adım sesleri ile kız yavaşça güldü.

“Doktor mu getirdin bana Ayaz’cım?”

Gözlerini yavaşça kaldırdığında bütün yüzü donup kaldı. Onun yerine ise ben gülümsedim. Bir kaplanının günler sonra bulduğu ava gülümsemesi misaliydi bu gülüş. Çocukluğumun alacağı intikamın gülümsemesiydi bu. Tüm hücrelerime tek tek hükmetti.

“Benim onun yaralısı olduğum kesin de senin yaralıyla kalacağını sanmıyorum canımın içi.”

Dudaklarına sürdüğü boya, makyajı yüzüne akmıştı. Ayaz’ın bana doğru yaklaştığını hissettim. Ancak baktığım tek kişi o gözlerdi. Korkuyla arkamda kalan adama baktı.

“Ayaz. Ayaz yapma.”

Gözlerinin dolduğunda şahit oldu bedenim.

“Ayaz! Bana bunu yapamazsın! Ben sadece emirlere uydum!”

Her bir haykırışında vücuduma öyle bir dalga vurdu ki uzun zamandır bunu hissetmiyordum. Bir canavarın kana susamışlığıydı bu. Başka bir şey değildi. Ama beni huzura erdiren işte buydu. Bana doğru eğildi.

“Önünde hiç kimse yok. Ama ardında sana tüm her şeyi sunacak ben varım.” Biraz daha eğildiğinde nefesini hissettim. Lakin bu sefer umursadığımı söyleyemezdim. “Ben çocukluğunu kısıtlamam Çisem Kalen. Ateşi yakarım ve kıyametin kopmasını keyifle izlerim.”

Gözlerim elaları bulduğunda hafifçe güldüm.

“Aptala mı benziyorum?”

“Ayaz!”

Karşımda olan kız ağlamaya başladığında yönümü tamamen kızıla çevirdim.

“Yapacaklarımdan sonra başıma bir iş gelmeyeceği ne makul? Sana nasıl güveneceğim?”

Bu dediğime güldü.

“Güvenemezsin.”

Net cevabı hoşuma giden bir diğer şey oldu.

“Ayaz!”

“Ama ben sana güven ihtiyacı bile hissettirmeyeceğim güzelim.”2

Çocukluğum her bir dediği daha da hoşuna gidiyordu. Doğruca çocukluğuma oynuyordu. Ve bunu biliyordum evet.

“Nasıl olacak o?”

Bana bir adım daha attığında gülüşü büyüdü.

“Ateşi yakan ben olacağım çünkü.”

Dediğinden bir şey anlamamıştım. O ise anlamamı sağladı.

“Garaj benim üzerime. Kısaca burada olabilecek her şeyden ben sorumluyum.”

Gülümsemem büyüdü. Ardından ona doğru ben adım attım bu sefer.

“Ayaz Kartal.” Adını söylemem ile gözleri dudaklarımı buldu. “Eğer olurda başıma en ufak bir olay açılırsa, sana yemin ederim bu kıza yapacağım her bir şeyi misliyle sana yaparım.”

Eğildiğinde nefesini hissettim.

“Ona da razıyım.”

Biraz daha yaklaşacağında gerileyen ben oldum. Bu hamlemle ise dudağını dişledi. Gözlerimi kızıldan ayırmamı sağlayan ise ağlayan kişiydi. Korkuyla başını olumsuzca salladı.

“Ayaz! Ayaz lütfen! Ayaz!”

Benden korkması çok hoşuma gidiyordu. Dünkü o saçma elbise hala üzerindeydi. Eli öylece sarılmıştı. En son vurulmuştu değil mi? Yüzlerce kez vurulmaya yalvaracak bir hale gelecekti. Çünkü ben çok sinir olmuştum.

“Ayaz onca yılın hatırına yalvarırım! Ayaz!”

Gülüşüm büyüdü. Ardından başımı olumsuzca salladım. Parmaklarım ise boynumda olan kolyemi buldu. Küçük düğmeyi yokladım. Bu kolyenin bu kadar iş görebileceğini kim bilebilirdi?

“Ayaz!”

Çığlık çığlığa bağırdığında korkuyla bana baktı. Başını olumsuzca salladı. Yavaşça fısıldadım.

“Onun adını değil...”

Önüne geldiğimde titremeye başladı bedeni. Öldürdüğüm insanları gördüğüne emindim artık. O gözler çünkü başına ne geleceğini biliyordu. Çocukluğumu biliyordu. Katil mavileri biliyordu. Önüne gelen saçını geriye attım ve eğildim.

“Benim adımı sayıklayacaksın Masal.”1

... 

Beni öldürmeye kalkmak ne demekti bu güne kadar herkese göstermiştim. Bu da bir başka örneği olmuştu. Ben yapmasam zaten babam yapardı. Buna emindim. Bu dünyada en çok ölmeyi isteyip de başaramayan bendim sanırım. Ölümsüz Çisem Kalen. Bunları düşünürken kalp krizi falan geçirmek çok ikonik olurdu. Ama hayatın bana böyle bir ölüm bahşedeceğini düşünmüyordum. Bu bana çoktu. Kalp krizinden ölen Çisem Kalen. Kendime bile yedirememiştim. İsmimin yanına uymamıştı. Benim ya intihar ya da karşımda ki gibi sürünerek ölmem lazımdı.

“Arka kapıyı açın lan!”

Arkamdan kızıl bağırdığında kusanlar vardı. Karşımda ki kıza baktım. Dizlerimin önüne eğilmiş öylece gözlerine bakıyordum. Artık sesi çıkmıyordu. Yavaşça mırıldandım.

“Ölecek.”

Gözlerinden yaş bile gelmiyordu. Tek dileği şuanlık ölmek gibiydi.

“Hadi canım.”

Kızıl arkamdan söylendiğinde göz bebekleri beni buldu. Hala korkuyordu. Yaşamaktan korkuyordu. Acı çekmekten de değil. En büyük acı buydu zaten. Yaşamaktan korkmak. Ben yıllardır yaşamaktan da ölmekten de korkuyordum. Çocukluğum hala bedenimdeydi. Kolyede olan küçücük bıçağı yavaşça derisine sürttüm. Silmek babınaydı bu yaptığım lakin acıyla gözlerini kapattı. Kan izleri onun teninde yer edinirken yeni yerleri de kanattı. Ben ise sakince çektim. Üzerinde temiz, kan olmayan bir bölge aradım. Lakin yoktu. Sakince kendi kıyafetime sildim. Benim üzerim de ondan halliceydi zaten. Kolyenin ucuna tekrar taktığımda derin bir nefes verdim. Hafifçe güldüm karşımda yatan bedene. Acının dinmesini bekliyordu ama dinmezdi. Asla dinmeyecekti. Benim çocukluğumdan beri dinmemişti. Beni öldürmeye kalkmayacaktı. Yavaşça yüzüne dokundum. Gözünden bilmem kaçıncı akan yaşı sildim. Korkuyla gözlerini açtı.

“Bitti merak etme.”

Gözlerime baktığımda hafifçe gülümsedim. Sanki dakikalardır onu bu hale getiren ben değilmişim gibi. Kime benziyordum şuan? Cevabı basitti. Yasin Kalen’e. Babamın aynısıydım. Ama zerre umurumda değildi. Tebessümüm büyüdü.

“Benim elime düşmesen babam seni bir şekilde bulurdu.”

Sessizce beni dinledi. Gerçi beni herkes dinliyordu şuan. Dudağımı büzdüm.

“O seni benden de kötü bir hale getirirdi.”

Bu haline şükretmesini bekleyemezdim elbette. Zaten şükredemeyecekti. Çünkü ben babam gibi değildim. Bu huyum babamdan da beterdi işte.

“Ama sen daha kötüsüne düştün. Keşke kaçsaydın be Masal.”

Korku tekrar gözlerini sararken başını olumsuzca salladı. Bir şeyler yapacağımı düşünüyordu. Oysa ben hiçbir şey yapmayacaktım.

“Babam seni böyle bırakır, öldürürdü.”

Anladığı ile dona kaldı. İçli bir nefes verdim. Ardından ona kendi acımı yandım.

“Ama ben de yıllardır ölmek istiyorum. Beni öldürtmediler Masal.”

Ağzını açmak istedi. Yalvaracaktı büyük ihtimalle. Gülümsedim.

“Benim de huyum kurusun ki ben ne yaşarsam başkası da onu yaşasın istiyorum.”

Gözlerime yalvararak baktı. Ne yaptığımı her detaylıyla ona anlatmıştım. Vücudunu yaşasa bile kullanamayacaktı. Yatağa bağlı yaşayacak gibiydi. Yavaşça gülümsedim.

“Merak etme, doktor varmış. Yaşayacaksın. Benlik bu kadar yani.”

Acıyla inlediğinde ben eğildiğim yerden doğruldum. Kan kokusu artık benim de kusacağım bir raddeye gelmişti. Gözlerim ilk olarak kızılı buldu. Yerde yatan kıza bakıyordu. Acıyarak. Oturduğu yerde onun da pansumanı yapılıyordu. Üst kısmı şuanlık yoktu. Gözlerim vücudunda gezindi. Arkamdan adımı seslenmeye çalışsa da bakmadım. Ayaz daha fazla bakamamış olacak ki gözlerini bana çevirdi.

“Şuan şükrettiğimi söylesem inanır mısın?”

Koluna baktığında istemsizce güldüm. Yarasını tekrar sardıklarında onun da işlemi bitmiş gibiydi. Ben ise onun yerine ayakta bekleyen adama doğru ilerledim. Adam korkarak bana baktı. Derin bir nefes verdim ve mırıldandım.

“Ben gidince sık kafasına.”

Ardımda kalan kızı işaret ettim. Çocukluğumun bu kadar gaddar olmasına gerek yoktu. Ayrıca birini daha yaşatarak yeni düşman istemiyordum. Ona ise bu korku yeterdi. Ölmememe korkusu. Birkaç dakikada sanki yaralarından bile daha ağır gelmişti bu düşünce ona. Dakikalardır hareketsiz yatan bedeni şuan arkada çırpınıyordu. Adam sadece başını sallayabildi. Tekrar arkamı döndüğümde kendimi işaret ettim. Elalar bana bakıyordu.

“Ben bu üstüme ne yapacağım?”

Üzerime baktı. Elim kolum affedersiniz ama tamamen kandı. Yanında ki kadına baktığında kadın mırıldandı.

“Bitti Ayaz Bey.”

Kazağını aldığında derin bir nefes verdi.

“Üst katta sana uygun bir şeyler vardır.”

Merdivenleri gösterdiğinde başımı salladım. Bana eşlik ettiğinde kan kokusundan kurtulabildik. O ise üzerini hala giyinmemişti.

“Duş var. Alırsan güzel olur.”

Hafifçe güldüm. Sanırım kan kokuyordum. Küçük bir oda karşıladı bizi. Dolaplardan birisine ilerledi. Şaşırmadığım biçimde bir eşofman çıktı. Bana baktı gülerek.

“Elbiseli haline daha da bayılıyordum ama yapacak bir şey yok.”

Alt katta yaptıklarım hiç umurunda değilmiş gibiydi. Birde kazak bulduğunda bana doğru geldi. Yavaşça süzdü ve mırıldandı.

“Benim için bir daha hazırlanma ihtimalin yüzde kaç.”

Elindekileri aldığımda mırıldandım.

“Sıfır.”

Yavaşça gülümsedi. Ardından anlıyormuş gibi başını salladı. Ben ise merak ettiğim o şeyi sordum.

“Nasıl bir kafan var senin? Aşağıda yaptıklarıma rağmen hala bana nasıl böyle şeyler diyebilirsin? Rol yaptığını fazla iyi rol yaparak belli ediyorsun.”

Dediklerimi sakince dinledi. Her dediğimde ise daha da gülümsedi. Sözlerimin sonunda ise bana doğru eğildi.

“Normal bir kafam yok. Senin gibi. Bu yaşıma kadar neleri feda ettiğimi aklın hayalin almaz.” Dedikleri can acıtıcıydı. Hafifçe eğildi ve tebessüm etti. “Senin şu yaptıklarını bana on yaşındayken izlettirmeye başladılar.”

Dediği ile bedenim dondu. On yaşında bu kadar ağır... Ne?

“Kısaca Çisem Hanım, deli dediğin çocukluğunun kopyasıyım ben. Bana da istemesen bile bu yüzden güveneceksin. Çünkü sen kendi çocukluğuna deli gibi güveniyorsun.”

Dedikleri canımı sıkmayı başarmıştı.

“Benim kopyam mıymış? Kafasının kırık olduğu kesin.”

Çocukluğum söylendiğinde derin bir nefes verdim.

“Havlu nerede?”

... 

Feci bir şekilde uykum vardı. Duştan sonra ise bu ortam beni doğruca uykuya sürüklüyordu. Kayan yol, sıcak... Üzerimden zaten bir yük kalkmış gibiydi. Pişman falan değildim. Bu cümleyi artık ezberlemiştim. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Bildiğim şey uykumun olduğuydu. Kahvaltı yapmasam büyük ihtimalle şuan bayılmıştım bile. Bütün gece ise kendimi harap etmiştim. Manyak ile birlikte uyumak varken hem de.

“Eğer dayanamayacaksan eve götüreyim.”

Gözlerimi kapattım. Ancak başımı olumsuzca salladım.

“Dayanırım.”

Saat kaçtı? Kaç saattir o berbat ortamdaydık biz?

“Akşama sağlam kalman lazım ama.”

Kızıl tekrar konuştuğunda anlamdıramadım.

“Ne?”

Derin bir nefes verdi ve müziğin sesinin kısıldığını hissettim.

“Akşam Eren’in düzenlediği organizasyona gelmezsen olmaz.”

Gözlerimi zorlukla araladım.

“Neden? Yapın işte siz.”

Gözlerim yanımızdan geçen arabada kilitlendi. Arabalar kayıp gidiyordu.

“Görmeni istediğim şeyler var çünkü. Ayrıca baban da gelecek.”

Dediği ile tüm uykum yok olurken başımı kaldırdım.

“Ne?”

Bu halime hafifçe güldü.

“Baban ile konuşmak için daha iyi bir yer var mı?”

Beynimin acilen uykudan kurtulması lazımdı.

“Bir dakika, bir dakika. Babam gelecek mi?”

Başını olumluca salladı.

“Ve seni orada bekleyen güzel birisi olacak.”

“Kim?”

Soruma sadece omuz silkti. Araba bir yerde durduğunda gözlerim etrafa bakmadı. Nerede olduğumuz umurumda değildi.

“Güzel bir şeyler giyin.” Göz kırptığında ben hala kimin orada olacağındaydım. “Benim için değil, davet için.”

Gözleri dışarıyı bulduğunda derin bir nefes verdi. Ardından yan tarafa doğru eğilip bir telefon çıkardı.

“Seninki tahminimce yine bir yerlere kaybolmuştur. Bununla konumu ve saati atarım. Eve araç gönderebilirim ya da. Şimdilik kısaca yollarımız ayrılıyor.”

Anlamıyordum. Telefonu elime tutuşturduğuna ona tek bir kelime söyleyebildim.

“Ne?”

Bu halime hafifçe güldü.

“Anladın sen beni boş ver. Yani yanımda kalmak isteğini de anlıyorum ama o kafanı biraz boşaltmamız lazım. Bu akşam sana bellek boş lazım çünkü.”

Hala bir bok anlamıyordum. Bana dışarıyı gösterdi. Dışarıya baktığımda tanıdık o sokağı gördüm. Kaşlarım çatıldı.

“Git. Büyük ihtimal yüzüne bakmayacak ama.”

Sözleri kesilirken daha yeni yeni anladım. Onunla uğraşmayıp kendimi arabadan doğruca attığımda tanıdığım o yere doğru adımladım.

“Akşam görüşürüz!”

Arkamdan seslenen kişiyi umursamadım. Aklımdan tamamen çıkmıştı. Kalbim korkuyla çarptı. Yutkundum. Tüm uykum gitmiş sadece o kalmıştı. Korku bedenimi şimdi ele geçirmişti. Düşünmeden bildiğim o şifreyi girdim ve binaya girdim. Camlarının açık olmasıyla evde olduğunu anladım. Boğazım şimdiden düğüm düğüm olmuştu. Adımlarım onun kapısının önünde durduğunda elimi yavaşça zile basmak adına kaldırdım. Ancak yapamadım.

“Yok artık.”

Çocukluğumun sesini duyduğumda ona baktım.

“Ya korktuğum başıma gelirse?”

Çocukluğum bıkkınlıkla bana baktı. Yavaşça başımı kapıya yasladım. İçerideydi. Düşünmedim. Düşünürsem olacakların korkusu bana yaptırtmazdı. Hızla zile bastığımda kalbim korkuyla çarptı. Kafamı kapıya yasladım. Sesini duymak adına. İlk dakikalar ses gelmedi. Tekrar çocukluğuma sığınarak bastım zile. İkinci basışımda kapıya yaklaşan adım seslerini duydum. Gözlerim ise doldu. Kapıdan destek aldım. Yutkundum. Açardı. Açardı değil mi?

“Kaan. Kaan benim.”

Sesimi duyduğunu biliyordum. Gözlerim doldu. Kapıyı yavaşça tıklattım.

“Kaan.”

Gözümden bir yaş aktı. Şimdiye kadar açardı çünkü o kapıyı.

“Kaan lütfen.”1

Bana kapılarını asla kapatmazdı. Abimdi o benim. Ailemdi. Güvendiğim, sığındığım kapımdı. Acıyla yutkundum ve kapıyı tıklattım. Deniz de orada mıydı? Ağlarsam dayanamazlardı değil mi? Tekrar yavaşça vurdum kapıya.

“Kaan orada olduğunu biliyorum, lütfen aç kapıyı. Yüzünü göreyim.”

Gözümden bir yaş daha aktığında pes etmedim ve tekrar çaldım kapıyı.

“Kaan, korkutuyorsun beni. Lütfen.”

Dakikalardır güçlü duran bedenimin güçsüz olduğu nokta bu adamdı işte. Acıyla kapıya vurdum ve bu sefer düğümlenen boğazımı ondan saklayamadım.

“Kaan lütfen. Her şey üst üste geliyor. Lütfen.”

Kapı koluna tutunduğumda titreyen sesime rağmen yalvardım.

“Bak söz bir şey sormam, konuşmam bile... Ama sadece yüzünü göreyim. Kaan. Lütfen.”

Dakikalardır çığlık çığlığa yalvarmışlardı bana. Ama ben bu adama bir ömür boyunca yalvarırdım. Umursardı o beni. Ancak yorgun olan bedenim ayakta durmaya dayanamadı. Sırtımı soğuk kapıya yasladım. Yavaşça mermere oturdum. Gözlerimden yaşlar aktı. Yavaşça sildim. Oradaydı. Biliyordum. Anlatmak istedim yük olanları. Belki o da kendi yükünü anlatırdı.

“Bugün ne oldu biliyor musun?”

Hafifçe gülümsedim. Gözümden akan yaşları sildim.

“Sana anlatmazsam olmaz. Sen olmayınca gülemedim zaten. Ama bana Yiğit’in fotoğrafını göndermişsin. Söylediler bana.”

Acıyla yutkundum ve gözlerimi sildim. Evimin en güzel köşesine koymuştum o fotoğrafı. Ardından anlatmaya devam ettim.

“Kaan çok güzel olmuş. Evimizi çok güzel yapmışlar.” Hafifçe tebessüm ettim. “İçine salıncak bile kurmuşlar biliyor musun? Deniz çok sevecek.”

Gözlerimden yaşlar aktı. Çocukluğum tam karşımdaydı. Ancak o da beklemediğim bir biçimde yavaşça çöktü. Sırtını duvara yasladığında gözleri bendeydi.

“Dün olanlardan sonra merak etme. Ben iyiyim. Sadece, sadece sen yoksun. Sen iyi değilsin. Ama sana ne dedilerse onun intikamını da aldım.”

Göz yaşlarımı kollarıma sildim.

“Ama bitmedi. Kızma bana. Durmayacağım. Sen yüzüme bakmıyorsun ya, ben bunun hesabını herkesten soracağım. Sana ne dedilerse...”

Göz yaşlarım çoğaldı. İçimde atan kalbim korkusunu gösterdi. Acıyla yutkundum ve fısıldadım.

“Kaan.” Sesim kısık çıktı. Ama duyduğuna emindim. “Korkuyorum.” Ellerime baktım. Göz yaşlarım avuç içlerimi ıslatmıştı. “Gerçekten korkuyorum. Çok korkuyorum hem de.” Derin bir nefes verdim. “Seni bile susturdular çünkü bana...”

Gözlerim çocukluğumu buldu. Bunu o da merak ediyordu işte.

“Çok canım yanar mı?”

Sesim kısık çıktı. Benim gücüm ona bu kadar yetti. Acıyla mırıldandım.

“Çok canın yandı mı?”

Çocukluğum maviliklerini benden gizleyerek kapattığında acım çoğaldı. Gözlerimden akan yaşlar arttı. Ben dayanamayacak gibi hissettim. Herkese diklenişim onun yanında eridi. Sanki o kadar acınası bir haldeydim ki elimi bile kaldıramazdım. Gözlerimi ben de çocukluğum gibi kapattım. Akan yaşlar dursun istedim. Güçlü olmak istedim.

“Çok yoruldum.” Derin bir nefes verdim. “Ama çok yakınım. İpin ucunu bulmama az kaldı.” İnsan hissederdi değil mi? Ben hissediyordum. “Kaan.” Acımı ondan saklayamadım. “Düşersem beni kaldırırsın değil mi?”

Bir güvenceye ihtiyacım var gibiydi. Tutunacak herhangi bir dala. Bütün güven duygum ise ona bağlıydı. O beni bu güne kadar tutmuştu. Yine tutardı. Kapalı gözlerime bastırdım ve acımı ondan gizlemedim. Güven duygusunu istedim.

“Kaan.” Yaşlı gözlerimi araladım. “Abi... Sarılsak da mı geçmez?”

... 

Kaan Vural

Bazen öyle büyük bir şey gelirdi ki çıkışın olmazdı. Dilin tutulur kalır, gözlerin yaşla kaplanır, ellerin kelepçe misali bağlanırdı. Ruhunu bedenin zincirlemiş, çığlıklarını hapsederdi. Gözümden bir yaş süzülürken ölümü ilk defa bu kadar yakından diledim. Alsınlar canımı, bitsin bu çığlıklar. Canımdan çok sevdiğimi... Canımdan çok sevdiğimdi lan o! Her şeyimdi. Çisem'di lan. Bu kadarı nasıl kaldıracaktı? O maviler nasıl dayanacaktı? Kendimi geçmiştim artık. Ama o... Ardımda ağlayan mavilere ben bakıp nasıl derdim gerçekleri? Ben içimde atan haykırışlarımı susturmak için onu nasıl harcardım? O küçücük kız çocuğuna nasıl anlatırdım lan ben! Kapıya yaslanmış bedenimin ardında ki kız çocuğuydu daha. Küçücüktü. Babamın bana emanetiydi. İçkiyi sıkıca tuttum. Sesimi çıkartamadım. Tek yaptığım babama olan özrümdü. Gözümden bir yaş süzüldü. Nasıl bir abiydim lan ben? Nasıl göremezdim? Şişeden içtiğimde boğazıma dizilen hiçbir sözcük çıkmadı. Aynadan yansıyan kendime baktım. Çökmüş bedenime. Acıyla kıvranan kendime baktım. Ben böyleysem, o nasıl olacaktı? Onun gülen o yüzünü ben bir daha nasıl görecektim? Güçlü olmam gerekmez miydi benim? Onun gibi. Onun beni tekrar ayağa kaldırdığı gibi benim de ona destek olmam gerekmez miydi? Zavallıydım ben. Ne o pislikler gibi karşısına geçip gülebilir, ne de gerçekleri söyleyebilirdim. Ama olur da canımdan çok sevdiğime bir şey olsun, kılına zarar gelsin işte o zaman kimseyi görmezdi gözüm. Şimdi kalkıp kapıyı açamazdım ama acımız dinince... Ne babası, ne de Sait. Ama başlıca onlar. Yanımda telefondan çalan o isme baktım. Gözümden bir yaş aktı. Telefonu kaldırdım. "Eren Korlu." Yüzsüz herif. İçkiyi zemine bıraktım. Eğer olur da Çisem'e bir şey olsun... Sonunu ben yazardım. Senin kadar yüzsüz olamazdım ben Eren Korlu. Ama cesaretim de arada ki kapıyı açmaya yetmezdi. Daha kendime yediremediğimi ona anlatamazdım. Gözlerimi kapattım. Ama o vardı. Hep o vardı.

"Kaan. Abi... Sarılsak da mı geçmez?"

Çaresiz sesi bedenimi mahvederken gözümden akan yaşlara engel olamadım. Bu hayatta beni bir babam, bir de o ağlatabilirdi. Başarmıştı. Hızla elimle sildim yaşları. Sesimi ise kendim bile duyamadım.

"Geçmez, geçemez abim..."

Özür dilerim Çisem. Korkaklığım için. Özür dilerim babam. Kızını koruyamadığım için.

 

Çisem Kalen

Bazen küçük bir taş çıkardı insanın hayatına yolda yürürken. İlk başta küçük görürdünüz. Lakin yaklaştıkça anlardınız o taşın ne kadar büyük olduğunu. Uzaktan görülmezdi. Aslında yakınlaşınca da taşın boyutu değişmezdi. Sadece karşıya geçtiğinizde olacakların büyüklüğünü yeni yeni görür, her bir korkunuzu ise o taşa atardınız. Benim taşım ise sırtımı yasladığım o kapıydı. Arkasında uğruna dünyayı yakacağım kişi vardı. Ama o kapıyı bana kapatan yine oydu. Açması kolaydı da göreceklerim, duyacaklarım zordu. Kaç saat geçmişti? Ne kadar olmuştu? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey uyku ile uyanıklık arasında gidip gelirken telefona uyanmamdı. Gitme vaktim gelmişti ama gitmek istemiyordum. Kapının hemen ardında olan o bedeni biliyordum çünkü. Hayır. Ses çıkarmamıştı. Ya da bana kendini göstermemişti. Ama biliyordum işte. Oradaydı. Benim gibi sırtını o da yaslamıştı. Yanında büyük ihtimalle içki şişesi vardı. Telefona baktım. Saat altıya geliyordu. Attığına göre ise yedi buçukta başlayacaktı. Anca yetişirdim. Ama güvenli alanı terk etmeyi asla istemiyordum. Olabilecekleri bilmiyordum. Ya da yaşanabilecekleri. Ama hepsinin ağırlığı teker teker üzerime düşüyordu sanki. Sakince konuştum.

“Bu gece bir şeyler olacak.”

İçimde bir his vardı. Bu gece her şeyin kırıldığı o yer olacaktı. Herkes vardı. Babam vardı. Yutkundum.

“Bence her şey güzel olacak.”

Zorlukla oturduğum yerden ayrıldım. Kendimi kandırışımın bittiği noktadaydım. Tutulan vücudumu umursamadan kapının ardında kalan o bedeni görmeye çalıştım. Açsın istedim. Sarılayım. Öyle gitmek istiyordum. Gözlerine bakmak. Ama kapı açılmadı.

“Kaan...”

Korkumu ondan yine gizlemedim. Gözlerim tekrar dolduğunda ise mırıldandım.

“Olur da bu gece yanına gelemezsem, kaybolursam beni bulur musun?”

Sorum kalbimde bir yerleri ezdi geçti. Korkum daha da büyüdü. Ama bana yine tek bir cevap bile verilmedi. Oysa ben kaybolmaktan da korkardım. Sanırım çok korkaktım...2

... 

Korku duygusu insanı aslında tamamen korumaya yönelik bir duyguydu. Cesaret ise tam zıttı. Korku, herhangi bir tehlike durumunda ortaya çıkıp insanı uzaklaştırmak isterdi. Cesaret ise ters işleyerek o tehlikenin üzerine yürürdü. Korkuyu hiçe sayar. Peki ya cesaretli insan korkusuz mudur? İşte bu soruya da herkes cevap veremezdi. Ben de dahil. Zihnimin bir yarısı korkusuzca ilerlerken diğer taraf korkağın tekiydi çünkü. Kalbim hızla çarparken zihnim su gibi berraktı. Rahattım. Rahatım ama telaşlıyım denir sanırım buna. Kapının ardında kalan o yer, filmlerde yapılan davetlerden farksızdı. Ama benim kabuslarım kadar da gerçekti. Planım belliydi. Yapacaklarım hazırdı. Bu sefer ise tek bir değişiklik vardı. Çocukluğum, çocukluğum da çekingendi. Çünkü bu davette onun kabusları da yer alıyordu. Sıkıca elimi tutan o minik el bu sefer kendisine de cesaret vermek zorundaydı. Çünkü bu davet, ikimizin de kabuslarını barındırırken yeni lanetlere de yer açacağını daha kapısından belli ediyordu.

Korkumu belli etmeden attığım adımlarım yavaşladı. Bedenim hemen girişte durdurulurken üniformalı genç bana bakıyordu. Her şeye rağmen tebessüm ettim. Lakin elinde olan liste de gözleri dolaştı.

"Hoş geldiniz. İsminizi alabilir miyim?"

Zorlukla yutkundum. Belki de bu cehenneme girmemem gerektiğini hayat bana böyle tekrar uyardı. İsmim yoktu. Davetli değildim. Ancak gelmememi bekleyemezlerdi. Çünkü cehennemi söndürecek o fırtına bendim. O fırtınayı bana hatırlatan ise arkamdan gelen, çocukluğumun gerçek korkusu olan o kalın ses oldu.

"Çisem Kalen. Hanımefendi benimle birlikte."

Gözlerini kapat, görme. Kulaklarını ört, duyma deseler bunu şuan sorgusuz sualsiz yapardım. Karşımda olan görevli bana şaşkınlıkla döndüğünde tırnaklarım derime battı. Dayan ben, dayan çocukluğum. Sen bitersen ben hiç kalmam çünkü.

"Kendisi kızım olur."

Mavilerim korkarak aynaya bakabildi sadece. Oradaydı. Oradaydık. O çocuk benim ellerimi korkuyla sıkarak ardında kalan bedene bakıyordu.

Babasına, Yasin Kalen'e.

Kendi kabusuna... 2

...

 

☆☆☆☆
★ ★ ★ ★

Bölüm : 22.01.2025 11:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...