
İyi okumalarr
♡♡♡♡
...
Küçük bir çocuğun hayalleri genelde ne olurdu? Basit bir soruydu değil mi? Çikolata, şeker, oyuncak bir ayı ya da daha basitinden birkaç şey. Çisem’in o gece ki hayali çok can acıtırdı. Gözlerinden yaşlar süzülürken dileği yağmur yağmamasıydı. Babasının daha fazla bağırmamasıydı. Rüzgarın esmemesiydi. Kokunun bir an önce gitmesiydi. Aç karnının doymasıydı. Ama her şeyden önce o beden bir bardak suya muhtaçtı o gece. Uyumaya çalıştığı kulübeye iyice sokuldu bedeni. Dışarıda kan kokan cesedi unutmaya çalıştı. Gözlerini kapattı. Karnı aç olmasa çoktan gözlerini kapatıp o lanet geceye son verebilirdi belki. Ama aç karnı buna da izin vermiyordu. Bedeni daha fazla dayanamayıp tam uykuya dalacakken ise o ses duyuldu. Korkuyla mavi gözler açıldığında gece soğuğunda adım sesleri yaklaştı. Kapı sesini duyduğunda ise bedeni titredi.
“Baba.”
Sesi fısıltıyla çıktı. Gece içerse Yasin’in ilk durağıydı burası. Zaten sızlayan bedeninin daha fazla yanacağını düşününce göz yaşlarına hakim olamadı bu sefer. Sığındığı o küçük yerden çıkmak istemedi. Cesedi görmek istemedi, babasını duymak istemedi, canı yansın istemedi... İsteklerinin gerçek olduğu nadir gecelerden birisi ise o gece oldu.
“Çisem.”
Duyduğu ses ile akan göz yaşları dururken bulunduğu yerin hemen önünde bir çift ayak durdu. Cesedin önü kapandı. Kız doğrulduğunda ise o bir çift ayak yavaşça eğildi ve içeriye baktı. Kız korkuyla fısıldadı.
“Kerem abi.”
Kerem yavaşça gülümsedi. Nereden bilebilirdi ki iki gün sonra tam karnından vurulacağını. Nereden bilebilirdi ki bu gece yapacaklarının o kurşuna zemin hazırlayacağını. Onun tek düşündüğü bu lanet kan kokusunda, soğukta bu kızın hala yaşama olan çabasıydı. O mavi gözlerde olan korkuydu. Hayatın küçük bir kıza olan acımasızlığıydı. Korkutmamaya çalışarak yavaşça eğildi o küçük bedene. Her gece kaldığı bu berbat kokulu yerde yaşamak ona göre bir mucizeydi. Bu mavi gözler bir mucizeydi. Elini uzattığında sakince konuştu.
“Gel hadi.”
Mavi gözler önce çekindi. Ardından korkuyla mırıldandı.
“Babam görürse kızar.”
Kerem yavaşça tebessüm etti. Emin olduğu tek şey o kadar uyuşturucudan sonra o iğrenç bedenin bir yerde sızmış olduğuydu. Gece üç sularıydı.
“Görmez. Gel sen.”
Çisem ilk korksa da bu adama güveni tamdı. Annesinin öldüğünü daha bilmeyen beden annesinin güvenli kolları yerine bu adamın kollarını tercih etmişti. Ona uzatılan eli yavaşça tuttu. Kerem’in ise içi bir kez daha yandı. Küçük parmaklar buz tutmuştu. Kızı hızla çıkardığında eski kulübenin arkasına doğru çekti. Olurda birisi binadan çıkarsa buradan görünmezlerdi. Hızla montunu çıkardı. Küçük bedenin üzerine sardığında mırıldandı.
“Buz gibi olmuşsun.”
Kıza o mont kocaman gelirken bu haline tebessüm etti. Yüzünde ki yaralara dikkat ederek mavi gözlerden akan yaşları yavaşça temizledi. Kız ise içinin acıyacağı o cümleleri kurdu.
“Yağmur yağmaz değil mi?”
Kerem tebessüm etmeye çalıştı. Ardından başını olumsuzca salladı. Kızın gözünden akan son o yaşı da parmaklarıyla sildiğinde yavaşça yere oturdu. Soğuk zeminde sırtını eski o kulübeye dayarken kızı kucağına oturttu. Ona giydirdiği ceketin cebine uzandığında mırıldandı.
“Bak bakalım havaya.”
Çisem’in mavileri gökyüzünü bulurken yıldızları gördü. Kerem cebinden ekmeği çıkardığında kızın ceketin içinde kaybolan ellerinden birisine uzandı.
“Bulut var mı?”
Kız hafifçe gülümsedi ve başını olumsuzca salladı. Ardından heyecanla Kerem’e döndü.
“Yok.”
Kerem bu haline daha da güldü. Gülüşünü solduran ise o küçük ellerde gördüğü oldu. Koku zaten ciğerlerini mahvetmişti ama gördüğü... O küçük parmaklarda kurumuş kan vardı. Ardında kalan cesedin kanıydı bu. Silah sesini duymuştu. Ama bakmaya gönlü razı olmamıştı. Kıza belli etmemeye çalışarak tebessümünü korudu ve tuttuğu eli tekrar montun içine koydu.
“Çok üşümüş ellerin, ben yedireyim sana olur mu?”
Çisem umursamadan başını sallarken gözlerini tekrar gökyüzüne çevirdi. Ardından tebessüm etti.
“Bulut yoksa yağmur da yok.”
Onun şuan ne aç karnı ne de üşüyen bedeni umurundaydı. Onun tek umursadığı gökyüzünden düşecek en küçük bir yağmur tanesiydi. Kerem’in gözleri istemsizce dolduğunda yüzünü kızdan kaçırdı. Eliyle dolan gözüne bastırdığında hafifçe gülümsedi ve tekrarladı.
“Yağmur yok.”
Bir parça kuru ekmeği böldüğünde kızın ağzına uzattı. Bulabildiği buydu mutfakta. Elinden sadece bu geliyordu. Çisem’e ise bir kuru ekmek bile oldukça fazla geliyordu. Hafifçe çiğnediğinde Kerem’in omzuna yasladı başını ve gözlerini kaldırdı tekrar. Yıldızlarda gezindirdi gözlerini. Aklına gelen ilk şey ise kardeşiydi. Ekmeği bir yandan yerken bir yandan da sordu.
“Kerem abi.”
“Efendim.”
Çisem bir süre durdu. Ardından sordu.
“Annem demişti ki melek olanlar yıldızlardan bizi izlerlermiş. Yiğit bizi izliyor mu?”
Kerem’in boğazı düğüm düğüm oldu. Yağmur Kalen. Yiğit Kalen. O öldürülme sebebini hep yaptıklarından sanacaktı ama asıl sebep bildikleriydi. Yağmurun haykırışları hala aklındaydı.
“Çocuklarımı aldı o adam benden! Yasin! Senin için bir gram olsun sızlamıyor mu?”
Bir kadının en büyük acısı ne olabilirdi deseler bunu söylerdi. Tek bir isim. Yağmur Kalen. Oysa Yağmur Kalen daha en başından demişti. Bu işe çocuklarımı katmam demişti. Sanki hissetmiş gibi. Ancak olan şey onun sesinin kesilmesi olmuştu. Haberlerde çıkan o sallanan bedeni herkes sanmıştı ki intihar. Ama bilinen bir şey vardı ki bir annenin çocukları için yapmayacağı şey yoktu. Kerem bunu biliyordu işte. Yiğit için de Çisem için de o kadının yapmayacağı hiçbir şey yoktu. Korkmuşlardı bir kadının gücünden. Çisem’e ise bunların hiçbiri denmedi. Sandı ki annem beni bıraktı. Kerim kendini zor tutarken ise mırıldandı.
“İzlemiyor.”
Yavaşça mırıldandı Kerem. Bir çocuğun acısı ona çok geldi. Çisem bu cümle ile duraksarken ona doğru döndü. Kerem gözünden bir yaş akıtırken elini kaldırdı. Montun içinden o küçük atan kalbi gösterdi.
“Yiğit hep seninle tamam mı? Burada. Bırakma onu.”
Bu cümleler belki o gün çok anlam içerdi. Ama sadece o günle kalmadı. Çisem kalbiyle zihnini ilk o gün ayırdı. Yiğit kalbindeydi. İleride hep diyecekti ki Yiğit benim kalbim. Kardeşini hiçbir şey bilmeden kalbine gömecekti. O maviler ise o gün tebessüm etti. Küçük el Kerem’in elinin üzerinde durduğunda başını salladı.
“Bırakmam.”
...
Bir Saat Önce
“Ben bunu yapamam.”
Derin bir nefes verdim ve gözlerimden yaşlar akarken başımı olumsuzca salladım. Her şeyi yapardım ama bunu asla. Berk gözlerimin içine bakarken her şey tamamdı. Tek eksik bendim. Planı uygulayamazdım. Başımı tekrar olumsuzca salladım.
“Berk ben yapamam.”
Ellerimi sıkıca tuttuğunda kendime gelmemi ister gibiydi.
“Çisem. Kendine gel artı-”
“Ben ona ihanet edemem!”
Acıyla bağırdım. Siyahlar her şeyimdi. Ona bunu yapmak ona ihanet etmek olurdu. Bunu ise yapamazdım işte.
“İhanet değil ki bu.” Berk anlamam için yalvaran bir haldeydi. “Bu senin savaşın. Ona ihanetin değil Sait’e olan savaşımız.”
Canımı acıtan buydu işte. O savaşın içinde onun da olması. Ben bu savaşa onu dahil edemezdim. Onu çiğneyip geçemezdim. Ellerini ise yalvaran bir biçimde sıktım.
“Berk. Başka bir şey yapalım bu olma-”
“Elimizde başka bir şey yok!”
Ellerimi bıraktığında gözlerimden akan yaşı hızla temizledi ve iki eliyle başımı tuttu. Anlamamı istiyordu ama ben anlayamazdım işte. Hızla başımı saate çevirdi.
“Bak. Bak şuna!”
Gözlerimi kapattım. Ama istemiyordum.
“Zamanımız yok. Şimdi ise kendinle direnmeyi bırak. Canın yanacak biliyorum ama zaman yok. Oraya elin boş gidemezsin. Gidersen vurulan sen olursun.”
Gözlerimi açtığımda acıyla yutkundum.
“Kendim vurulmamak için Manyak’ı vuramam!”
Yüzümde olan ellerini sıkıca tuttum. Anlamasını istiyordum. Ona olan sevgimi anlamalıydı. Yapamayacağımı görme-
“Vurulan o olmuyor ama Çisem Hanım.”
Başka bir ses aramıza katıldığında ikimiz de donuklaştık. Dakikalardır Berk ile birbirimizi harcıyorduk. Kaan’ın evinden beni almış kendi evime getirmişti. Berk’in elleri yüzümden ayrılsa da ellerimi bırakmadı. Konuşan kişi ise Mert’ti. Onu evde bulmayı beklemesem de pek düşünmemiştim. O ise bana bakıyordu ciddi bir biçimde.
“Sonuçta tüm her şey şirket üzerinden yapılmıyor mu?”
“Sonunda.”
Berk onu destekleyen biri olduğu için sevinirken anlamam gerektiğini biliyordum. Ama o gözlerin her şeyi öğrendikten sonra bana bakışını kaldıramazdım.
“Şirket onların tamam ama şirket yönetimde alakaları yok. Bu durumda suç onlara bile kalmaz.”
Gözümden bir yaş daha aktığında Berk’in ellerini sinir ile bıraktım. Haklılardı tamam ama... Yapamazdım işte. Bedenimi koltuğa bıraktığımda acıyla yutkundum. Çok çabaladığı telefonda olan konuşmalarından belliydi. Ben bunu ona yapamaz-
“O sana yaptı ama.”
Dakikalardır konuşmayan o beden bana sertçe kendini gösterdi.
“O bu evi senin başına babanla birlikte yıktı ama!”
Çocukluğum gerçekleri yüzüme vurduğunda gözlerimi kapattım.
“Kaçma Çisem Kalen! O seni her seferinde vururken bu sefer aptallık edemez-”
“Sus.”
Acılı sesim çocukluğumaydı. Yalvarırcasına söylemiştim. Tüm bunları bende biliyordum ama...
“Ama falan yok. Sen yapmazsan ben yaparım.”
Çocukluğum netçe kendini belli ettiğinde dayanamıyordum. Berk olan biteni anlamış gibi önümde eğildiğinde hafifçe tebessüm etti. Ellerimi tekrar tuttuğunda mırıldandı.
“Çisem bak bana.”
Gözlerim onu bulduğunda bu sefer oldukça sakindi. Ellerimi sıktı.
“Sait’i ayrı ayrı parçalayamayız. Her bir tarafı ayrı güçlü. Bunu sen de biliyorsun. Ama hepsi tek bir yere bağlanıyor. Şirkete. Bu şirketi vurmak için tek şansın gibi bir şey. Eğer soruşturmaya alınırlarsa Sait’in elinde ki gücün neredeyse hepsini alırsın.”
Başımı olumsuzca salladım. Berk ise itiraz etmeme izin vermedi.
“Baban, Yasin Kalen’in ona olan güveni bu gün azalacak. Birisi gitti. Eren ve Aras zaten en küçük bir ihtimale bakar. Sait yine azaldı. Eğer bunu yaparsak Fatih Gür’ün fişini zaten çekeriz. Şirket elinden gider. Bulut şirket gidince otomatikman iptal. Para temizleme işi yatar böylece babanda gider. Hadi güzelim. Kalbini değil çocukluğunu dinle. Sadece bunu yapsan yeter.”
Derin bir nefes çektim. Haklıydı bunu biliyordum ama ben... Tüm suç benim uğruna öleceğim o siyahlara kalacaktı. Gözümden bir yaş daha süzüldüğünde Berk onu hızla sildi. Ardından mırıldandı.
“Ve sen son golünü de bu akşam atabileceksin.”
Dahası da mı vardı? Gözlerimi kapattım. Dinlemek istemiyordum. Ama konu beklemediğim o isme geldi.
“Eflal Uluç. Sait’in kızı.”
Gözlerim istemsizce açıldığında Berk yavaşça tebessüm etti.
“Kızı şirketin avukatı ve tüm anlaşmalarda onun da imzası var. Kısaca onun da ipi kesilecek.”
Gözlerim saati buldu. On iki. Çocukluğum yavaşça tebessüm etti.
“Bu işi devralıyorum Çisem.”
Bana doğru o küçük adımlar yaklaştığında bedenim titredi. Bu işi yapmazsam olabilecekleri düşünmüyordum. Sait sert vuracaktı. Ondan önce davranmam için ise sadece birkaç saatim vardım. Çocukluğum eline ipleri aldığında tek diyebildiğim bir cümle oldu.
“İhbarı benim yerime sen yapar mısın?”
...
Şimdiki Zaman
Her şey tamamdı. Her ihtimale hazırdım. En küçük şeyleri bile o kafamda tartmış, hesaplamıştım. Kalbimi yok saymış, zihnimi devreye katmıştım. Zaaflarımı ortaya sermiştim. Bitti, en çok ben zarar gördüm. Daha fazlası gelmez değil mi? Bitti çünkü. Hayır. Bitmemişti. Bir savaştaydık evet. En çok hasarı ben almıştım. Daha fazla vuramazlardı. Delik deşikti çünkü bedenim. Ama öyle bir şey vardı ki işte buna kimse çare olamazdı. Her bir detayı düşünsen bile sen sonuca varamazdın. Bu bedene işlemezdi. Vuramazdınız. Savuramazdınız. Bu doğruca hala atan o kalbe işlerdi. Bedenim ölmedikçe geçmezdi. Korkuydu bu. Çaresizlikti. Bu iki duyguyu atamazdınız. Eğer o korku çocukken işlemişse bedeninize, daha da korkutucu olurdu. Çünkü korkan bir çocuktu hala. Ve çocuklar her şeyden korkabilirdi. Karanlıktan, canavarlardan... Büyüdüm, geçer deseniz bile geçmezdi. Çünkü o karanlıktan korkan çocuk hala kalbinizde atardı. Çığlıklarını susturamazdınız. O çocuk korkaktı çünkü. Ben korkaktım.
"Kendisi kızım olur."
Kendisi babam olur. Yasin Kalen. Kalbimi korkutan adam. Her şey tamamdı. Saat sekizdi. Plan hazırdı. Yapacaklarım belirliydi. İhtimaller... Her şeyi çocukluğuma bırakmıştım. Berk ona sığın demişti. Ama asıl korkum buydu. Tüm her şeyi düşünen zihnim elbette ki bunu da düşünmüştü. Ama çare yoktu işte. Çocukluğuma bırakabilirdim her şeyi. Tüm benliğimi. Peki o? O kime bırakacaktı kendini? En büyük korkusu hemen arkasında kalırken kimden destek alacaktı? İkimizi de nasıl ayakta tutacaktı? Korkuya elden ne gelirdi? Onun kabusundan nasıl uyandırabilirdim? Titreyen o mavileri nasıl ayakta tutabilirdim ben? Bunun bir yolu var mıydı? Ben cevap vereyim. Yoktu. Titreyen bedenimi durdurmanın bir yolu yoktu. Sızlayan yaralarımı geçirmenin bir yolu yoktu. Çığlıkları susturmanın bir yolu yoktu. Burası çıkmaz bir sokaktı. Çaresizliği orada hissederdiniz. Kapana kısılmıştım. Arkamda kalan o beden bana bakıyordu. Çocukluğuma. Babamın tebessümü yüzündeydi. Yutkundum. Çıkmaz bir sokaktaydı elimi sıkan o küçüklüğüm.
“Ben bilmiyordum efendim. Buyurun lütfen.”
Adam afallayarak konuşurken bedenim daha da sızladı. Efendim. Ona böyle diyorlardı. Bana doğru bir adım attı. Nefes al. Sadece nefes almaya devam et. Aynadan gözlerimin içine bakarken bile o gözler haykırıyordu. Kork benden diye. Vücudu hemen ardımda yer alınca en son gördüğüm elini kaldırması oldu. Mavilerim korkuyla kapandığında nefesimi tuttum. Çıkmaz sokakta ölüm vardı. Açık kalan saçlarımda hissettim onu. Önüme gelen tutamı açık kalan omuzlarımdan ittirdiğinde bedenim titredi. Kalbim korkuyla attı.
“Biz önce ayrı bir konuşalım. Değil mi?”
O ses hemen ardımdaydı. Bana dokunuyordu. Gözlerimi araladım. Kahve elbisemde geziniyordu gözleri. Vücudumda... Gözleri gözlerimi bulduğunda tek yapabildiğim başımı sallamak oldu. Ayrı konuşmak. Nasıl olacaktı? Nasıl ağzımı açacaktım? Ben korkuyordum. Çocukluğum bir köşeye sinmişti. Korku vücudumda tümüyle dolanırken ben nasıl yapacaktım tüm bunları? O her zaman yanımda olacaktı. Peki ben...
“Sakin ol.”
Kulağımda o sesi duyduğumda ilk donuklaşan bedenim duraksadı. Berk’in sesi. Yutkundum.
“Ben yanındayım. Sadece sakin ol.”
Babam aynadan değişen ifademi izlerken derin bir nefes verdim. Yanımdaydı. Beni izliyordu. Buradaydı. Yalnız değildim. Yalnız değildik. Aynadan yaşlanmış olan vücuduna bakındım. Ardından mırıldandım.
“Konuşalım.”
Sesim ilk titredi. Çocukluğum yoktu. Ben korkağın tekiydim ama yalnız değildim. Berk vardı. Manyak buradaydı. Sarı. Kerim. Benim sırtımı güvenle yaslayabileceğim herkes buradaydı. Çaresiz o sokakta tek bir çığlığıma bakardı değil mi? Sadece sakin olmalıydım. Plan. Plan Çisem Kalen. Diyeceklerim, kelimelerim, cümlelerim her şey belliydi. Ben dedikleri gibi Kalen’dim. Ve her şeyi düşünürdüm. En ince detayına kadar.
“O zaman sizi diğer tarafa alalım.”
Görevli konuşurken yavaşça arkamı döndüm. Aynadan değil, doğruca gözlerine baktım. Beni bu hale getiren adama baktım. Yasin Kalen’e baktım. Mavilerim babasını buldu. Çocukluğum sustu. Korktum ama ayakta kaldım.
“Ölü bir yağmur.”
“Yiğit öldü.”
“Götürün şunu gözüm görmesin!”
“Çisem Kalen.”
“Kendi kardeşindi o.”
“Kızım.”
Geçmiş. Geçmişimdi beni bitiren. Yaptıklarımdı. Olanlardı. Ama bugün, şuanda ise korksam bile ayakta kalmaya gücüm yetecek kadar sevdiğim vardı. Bu evin içinde tek bir çığlığıma herkesi yakacak o adamlardı ayakta kalmamı sağlayan. Ve her ne kadar bir köşede kendini karanlığa gömen çocukluğum.
“Sen Kalen’lere eşlik et lütfen.”
Görevli birilerine bir şey derken benim gözlerim babamdaydı. Ancak keşke sadece gözlerim görseydi olan biteni. Bir kan kokusu geldi burnuma. Öldürdüğüm bedenleri gördüm o gözlerde. Küçük bir kızın çığlıklarını duydum. Soğuktan titredi bedenim yanarken. Tırnaklarım derimde yer edindi. Diyorum ya. Ben korkumdan öldüm ama sesim çıkmadı. Babam beni bugün tek bitirebilecek kişiydi.
“Bu taraftan efendim.”
Önümüzden bir adam ilerlediğinde babam gözlerimin içine baktı. Hareket edemeyeceğimi bile tahmin ediyor olabilirdi. Yavaşça gülümsedi. Bedenim ise dondu. Yapamadım. Ne geriye gidebildim ne de ileri. Her bir yanımda çocukluğumun ayrı bir acısı vardı. Kalbim dayanmazdı. Yapamazdım. Ben bu adamın karşısına geçemezdim. Babama direnemezdim. Gözlerim yanmaya başladı. Çığlıklarım içeride yankılanırken ben gerçekten bağırmak istedim.
“Çisem. Çisem kendine gel.”
Kulağımda takılı olan küçük kulaklıktan Berk’in sesi gelse de benim tek duyduğum kendi çığlıklarımdı. Bu gece ölüm vardı. Bunu onun gözlerinden görüyordum. Bedenimin titremesi artarken Berk’in sesi arttı.
“Çisem gözünü seveyim bir şey yap. Hadi güzelim.”
Yutkundum. Ancak ayaklarım ileriye gidemedi. Adım atamadım. Babam bu halime daha da tebessüm etti. Zayıflığım onu güldürdü. Biliyordu üzerime kurduğu gücünü. Biliyordu tüm olanları. Biliyordu o gözler içimde kopan fırtınaları. Eli tekrar kalktığında bedenim titredi. Her bir hareketinde çocukluğumun canı acıyordu sanki. O ise tekrar saçımı geriye attı. Ardından mırıldandı.
“Kızım.” Sesinde olan aşağılayıcı ton beni ezdi. “İyi misin? Bembeyaz oldun.”
Gözlerim daha da yandığında buraya gelmenin bir aptallık olduğunu anladım. Benim gibi bir zavallı ne planlıyordu? Savaş mı? Ben daha silahımı doğrultamamıştım ki. Ne savaşını planlıyordum ben gerçekten. Her şeyi ezip geçen bedenimin planlarına uymayan kişi oydu işte. Babam. Onun gözlerinde küçük beni öldüren bir katilin gözü vardı çünkü. Korkum daha da büyüdü. Çünkü o gözlerin sırada ki hedefini de biliyordum. Beni de öldürecekti. Acıyla yutkundum. Ben yapamayacak-
“Çisem’im. Güzelim.” Duyduğum ses tüm her şeyi durdururken dona kaldım. “Korkmak yok.”
Kulağımda duyduğum ses... Gözlerim o gözlerden ayrılırken kalbim en olmayacak bir zamanda güvenle attı. Bütün düşüncelerimi onun sesi yok etti. En beklemediğim anda destek oldu. Elim kalbimin üzerine gittiğinde devam etti.
“Boyundan büyük bir işe bulandın. Ben seni almaya gelece-”
“Kaan saçmalama!”
Berk bir yanda ona engel olsa da benim duyduğum isim beni iyi edendi. Her şeye rağmen yavaşça tebessüm ettim.
“Baban ile konuşuyorsun ama korkma tamam mı? Ben geliyorum. Dedin ya bugün. Sarılırsak geçer mi diye?” Gülümsemem büyüdü. “Geçermiş. Geçiririz. Sen sadece kendinde kal tamam mı güzelim benim? Kalbinde olanı yaşat. Zihnindekiyle.”
Bakışlarım tekrar babamı bulduğunda gülüşüme anlam veremeyen o yüzü gördüm. Öyle bir anda gelmişti ki içime su serpmişti. Tüm güven duygumu tazeleyen o oldu. Abim.
“Kaan saçma-”
Kulaklığımda olan o ses kesilirken benim gözlerim babamdaydı. Ama aklım artık tamamen başka bir yöndeydi. Bu da iyiye işaretti. Bir adım attım düşünmeden. Kaan iyiydi. Kaan konuşmuştu. Sesinde alkolün etkisi vardı ama iyiydi. Babam şaşkınlık ile bana bakarken ben görevliye baktım. Adam adım atmam ile ilerlediğinde derin bir nefes verdim. Sakin kalacaktım. Dediğim gibi, çocukluğum yoksa ben olacaktım. Onu ben tamamlayacaktım. Kaan ise beni. Korkularım onunla son bulacaktı. Çünkü o geliyordu. Bir koridora girdiğimizde ardımdan gelen o bedeni hissediyordum. Ama gözlerim kameralardaydı. Kaan oradaydı çünkü. Kaan. Görevli önümde bir kapıyı açtığında kapının üzerinde olan o kameraya son kez baktım ve düşünmeden içeri girdim. Yavaşça başımı çevirdiğimde ise hemen ardımdan babam donuk bir yüz ifadesiyle ardımdan girdi. Kapı ardımızdan kapanırken gözlerime bakarak tebessüm etti.
“Görüşmeyeli uzun zaman oldu.”
Kulaklığımdan sesler gelmezken ben sadece gözlerimi kaçırdım. Babam ise bana doğru bir adım attı.
“Değil mi?”
Bana doğru bir adım daha attığında gözlerimi kapattım. Kaan bir an önce bana ses vermeliydi. Başımı salladım. Bir adım daha attığında artık bedeni karşımdaydı. Buraya gelmem canını sıkmıştı. Bir anda çenemden tuttuğunda korku tekrar bedenimi ele geçirdi. Başımı kaldırdığında gözlerim gözlerini buldu.
“Sen buraya hangi cesaretle gelebiliyorsun.”
Sinirli sesi bedenimi bir telaşa sürüklerken ne diyeceğimi bilemedim. Oysa diyeceklerim belliydi.
“Benden kaçtın, dediklerimi yapmadın, yıllar sonra karşımda hala yüzsüzce nasıl dikilebiliyorsun!”
Gözlerimi korkuyla kapattığımda karanlık beni esir alsın istedim. Babam çenemi sıktığında sinirle konuştu.
“Aç o gözlerini. Bana hesap vereceksin.”
Karanlıktan çıkmak istemedim. Korku beni daha da kötü bir duruma sürüklerken ise beklenmeyen bir yerden ışık yandı bu sefer.
“Konu en sevdiğime dokunursa korkuları da sikerim.”
Çocukluğum zihnimde bir anda canlandığında kalbime bir güven kapısı daha açıldı. İki kişi beni saniyeler içinde tamamlayan o iki kişi... Benim her şeyimdi. Vücudumda olan korku duygusu yok olurken gözlerim istemsizce açıldı. Her bir yanımı doldurdu. Bu sefer ise beklemediğini ben yaptım. Çenemi tutan elini sertçe tuttum. Bunu beklemeyen gözleri bana şokla baktığında yutkundum. İki kişide deli gibi korkaktı ona karşı. Ama ikimizin düşünceleri de ilk defa aynıydı.
“İkimiz de sözlerimizi tutmuyoruz sanırım.”
İğrenç elini kendimden kurtardığımda çocukluğumdan bunu ben de beklemiyordum. Babam bu halime şok olurken tek dediği benim de merak ettiğim bir şeydi.
“Delirdin mi sen? Bu ne cüret!”
Bana doğru elini kaldırdığında gözlerimi kapattım. Beklediğim oldu. İtiraz etmedim. Dudağımın hemen altında bir yanma oldu. Kulağımda bir çınlama. Bedenim sızladı. Başım yan dönerken boynum sızladı. Gözlerimi araladığımda ise dolmalarına bu sefer engel olamadım. Acıdan sansındı. Korkaklığımdan dolan gözlerimi acıdığından doldu sansındı. Onun gözleri bana sinirle bakarken ise fısıldadım.
“Bana böyle gel Yasin Kalen.” İlk direnişimizdi bu işte. “Sesimi çıkartmam, bu güne kadar da çıkarmadım.”
Bana delirmişim gibi baktı. Dediklerimden bir şey anlamıyordu. Eğilen başımı yavaşça kaldırdım. Elim sızlayan yeri bulduğunda dokunamadım. Hafifçe tebessüm ettim.
“Ne saçmalıyorsun sen?”
Sesinde ki değişme canımı acıttı. Gözümden bir yaş süzüldüğünde ona bu sefer acımı göstererek baktım.
“Bana olana sözünü neden tutmadın?”
Babam bu halimi beklemezken yüzü donuklaştı. Ben ise bu sefer acımı göstererek haykırdım. Bu çocukluğumun bağırışıydı.
“Ben senin oğlunu öldürdüm! Sen bana olan sözünü neden tutmadın?”
Babam bir adım gerileyeceğinde elini tuttum. Bu halime şaşkınlıkla baktığında anlamıyordu. Bu ise doğru yolda olduğumun bir diğer göstergesiydi. Elini kaldırdım. Gözümden bir yaş daha akarken konuştum.
“Vur tekrar.”
Babam daha da şaşırdı. Ben ise elini sıktım. Lakin o elini hızla kurtardı benden.
“Ne saçmalıyorsun sen!”
Bağırışı sinirlendiğinin kanıtıydı. Gözümden bir yaş daha aktığında bu sefer acıyla onun sözleri dudaklarımdan döküldü.
“Silahın yönü asla seni bulmayacak kızım.”
Gözümden bir yaş daha süzüldü. Dün olanlar... Çocukluğum ve babamın bu hayatta tek bir ortak düşüncesi vardı. O da buydu.
“Beni öldürmeyeceğine söz verdin! Oğlunun intikamını almadan beni öldürmeyeceğine söz verdin! Beni süründüreceğine söz verdin!”
Delirmiştim evet. Yiğit hassas noktamdı. En çok da çocukluğumun. Ama babam da gerilmeyi başarmıştı.
“Ben sözümde dur-”
“Dün ölüyordum!”
Haykırışım ile bedeni buz kesti. Dediğimi anlamdıramadı. Ben ise acıyla yutkundum.
“Sait Uluç beni öldürmeye kalktı Yasin Kalen! Tek bir kurşunla hem de!”
Bedeninin buz kesmesi işte bunu bilmediğinin kanıtıydı. Ben ise ona doğru bir adım attım bu sefer. Bedenim deli gibi titrese de ona olan korkumu hiçe saydım.
“Senden korksam bile o elini tutmamamın sebebi ne biliyor musun? Oğlun. Oğluna olan intikamın Yasin Kalen. Ama eğer ki bundan vazgeçtiysen söyle bana. Kendime ben sıkayım. Vazgeç-”
“Yok öyle bir şey.”
Sesi beni bölse de güçsüz çıkmıştı. Gözümden akan yaşlar durmazken ona baktım. Bunu bilmiyordu. Anladığım şey ise Sait ile anlaşmalarında bunun kesin bir çizgi olmasıydı. Babam dediğim gibi benim ölmeme izin vermezdi. Sait ise anlaşılan bu kesinliği es geçmişti. Yutkundum.
“O zaman dün neden bana o silah doğrul-”
“Ölmeyeceğini biliyordur.”
Gözleri tekrar gözlerime baktığında hafifçe tebessüm etti.
“Sait bu. Seni korkutmak için yapmıştır. Ölmeyeceksin merak etme.”
Sesinde olan güvensizlik bizim istediğimiz tek şeydi. Ve elde etmiştim. Gözümden akan tek yaşı da sildiğimde yavaşça çantama uzandım. Gözlerini ise o tekrar kaçırdı.
“Emin misin?”
O sorgulamadan başını salladığında ise ben çıkardığım fotoğrafı ona uzattım.
“Güzel o zaman. Biliyorsun ki canım konusunda senden başkasına güvenmem.”
Uzattığım kağıt parçasına baktı bir süre. Ancak zihni artık çok başka yerlerdeydi. Ben ise diğer konuya geçmiştim. Fotoğrafı yavaşça aldı. Açtığında ise benim bu sabah gördüğüm o gazeteyi görecekti o gözleri.
“Ben bunu buldum. Böyle bir şey yapmayacağını biliyorum ama...”
Gözlerim tekrar dolduğunda fısıldadım.
“Baba. Yiğit’i bu adama vermedin değil mi? Ben başkasına soramazdım.”
Gözlerinin içine baktım. Gördü. Ama hiçbir tepki vermedi. Sadece durdu. Derin bir nefes verdiğinde ise beklemediğimi yaptı. Kağıdı katladığında cebine koydu. Ben dolu gözler ile öylece ona bakarken ise gözleri beni buldu. Gardını düşürmedi.
“Sen iyice delirmişsin. Saçmalıyorsun da.”
Bana doğru yaklaştığında benim tek derdim şuan o fotoğraftı. O ise beni kolumdan yakaladı.
“Baba.”
Sesim fısıltıyla çıktı. Bana bir cevap vermeliydi. Oğlumu ona bırakmadım demeliydi!
“Burayı terk ediyorsun. Gece boyu seninle uğraşamam.”
Bedenimi odadan çıkardığında sürüklemeye başladı.
“Baba.”
Yüzüme bile bakmadı. Öylece çıkışa doğru ilerliyorduk.
“Seni benim evime götürecekler.”
“Baba bana cevap ver. Vermedim de. Yapmadığını söyle...”
İnsanların bakışları bizi bulurken o bana bakmadı bile. Adımları kapıya doğru giderken ise konuştu.
“Tüm bunları daha sonra konuş-”
“Yasin Kalen!”
Gür bir ses tüm koridorda yankılandığında adımlarımız kesildi. Sesin geldiği yere doğru döndüğümde ise bedenim donuklaştı. Tüm herkes bize bakarken ise tebessüm eden o yüz bize doğru geldi. Korkum istemsizce azalırken babam bana doğru eğildi.
“Buradan derhal gidiyorsun. Anladın mı beni?”
Başımı olumluca salladığımda gözümden bir yaş öylece aktı. Bize doğru gelen o sağlam adımların gözleri bendeydi. Her bir adımında ise daha da rahatladım. Tek isteğim beni yanına almasıydı. Rahatlayan bedenim kendine ona güvendiğim için kızsa da bir şey yapamadım. Ben eğer bugün o eve gidersem...
“Nereye böyle?”
Gülerek konuştuğunda hemen önümdeydi. Babamın tuttuğu elimi nazikçe aldığında yavaşça eğildi. Babam boğazını temizlediğinde bunu beklemiyordum.
“Hem de onur konuğumuzla.”
Dudaklarını elimin tersine bastırdığında derin bir nefes verdim. Kulaklığımın da tekrar açıldığını hissettim. Berk sonunda gelmişti. Erken olmuştu ama... Gözlerim karşımda olan adamda dolaştı. Giydiği takım elbise vücuduna tam oturmuştu. Yavaşça doğrulduğunda o elalar beni buldu. Kızıl saçlarına hiç dokunmamıştı. Babamı ise zerre umursamadan bana gülerek baktı.
“Uzun zaman sonra bu şıklıktan gözlerimi alamam.”
Hiçbir şey yokmuşçasına davranıyordu. Gözümden akan yaşları görmüyor gibiydi. Beni yavaşça etrafımda döndürdüğünde sonunda kendi yanına çekti. Kızılın yanımda olmasından sevineceğim ise aklımın ucundan geçmezdi. Eli belime yerleşirken babama döndü.
“Siz gidiyorsunuz anladığım kadarıyla Yasin Bey.”
Gözlerimi usulca kaldırdığımda babamın bakışları bendeydi. Konuşmamı bekliyordu. Benim anladığım ise kızılın ondan üstün olmasıydı. Ancak bedenimi yöneten o yaşlı bedendi. Korku bir yönetim biçimiydi evet. Bunu ben de oldukça kullanırdım hem de. Gözlerimi kaçırdım ve mırıldandım.
“Ayaz.” Belimde olan eline uzandım yavaşça. “Babam değil, ben gidiyordum.”
Ondan ayrılmak adına bir adım atacağımda belimde olan eli beni iyice kendisine çekti. Bu hareketiyle istemsizce ona döndüğümde gülüşü yerindeydi.
“Çisem ayrıl oradan. Plan iptal.”
Berk’in sesi de kulağımda yankılandığında gitmememe engel olan tek kişi şuan Ayaz’dı. Gülüşü büyüdü.
“Seni böyle gördükten sonra hiçbir yere bırakmayacağımı biliyor olman gerekir.”
“Ayaz Kartal.”
Babam net bir biçimde konuştuğunda Ayaz’ın gülüşü büyüdü. Yavaşça ona doğru döndü. Bedenim ise titredi.
“Çisem’in başı biraz ağrıyormuş. Eve gidecek başka bir zam-”
“Ben alırım onun baş ağrısını merak etmeyin siz.”
Ayaz elinin üzerinde olan elime uzandığında beklemediğim bir biçimde sıktı. Destek olmak ister gibi.
“Ayrıca pansumanımı yenilemem gerekecek. Bana kendisi yardım eder değil mi?”
Elalar bana döndüğünde ne yapacağımı bilmiyordum. Babam. Babam eğer sözünü dinlemezsem... Elimi onaylamamı ister gibi yavaşça sıktığında gözlerimi kapattım ve başımı olumluca salladım. Kızıl ise gülerek mırıldandı.
“Sonuçta yaralarımın kaynağı kızınız. Anlarsınız umarım.”
Gözlerimi araladığımda babama korkuyla baktım. Ama babamın gözleri bende değil oldukça sert bir biçimde elalardaydı. Yavaşça tebessüm etti.
“Tabi.”
Bize doğru bir adım attığında korkuyla gerileyecektim ki Ayaz izin vermedi. Elini sıktım. Bıraksındı. Arada kalmak demek, babamın isteklerini yapmamak sonrasını daha da kötüleştirmekten başka bir sonuca çıkmazdı.
“Pansumandan sonra gideriz o zaman biz.”
“Eve-”
Babamı onaylayacağımda ise sözümü bölen yine kızıl oldu.
“Maalesef. Kızınızın bana bir dans borcu var. Kısaca gitmek istiyorsanız, defolabilirsiniz.”
Son dediğini beklemeyen bedenim şokla ona bakarken o oldukça küstah bir biçimde babama bakıyordu. Ve evet. Bu bir güç göstergesiydi. Elini sıkan ben oldum. Bu bir güç göstergesi olabilirdi ama yanan kişi benden başka kimse olmayacaktı. Bu yüzden bir an önce durmalıydı.
“Bu adam ne yapıyor?”
Berk’in sorusu kulağımda yankılandığına ben de bilmiyordum. Gözlerim korkarak babamı buldu. Babam ise bana değil gülerek kızıla bakıyordu. Anlıyormuş gibi başını salladı.
“Bütün gece burada kalacağımdan şüphen olmasın.”
İşte benim beklemediğim buydu. Yasin Kalen... Gözleri bana dönse de korkumu bir kenara bıraktım. Gururundan ödün vermezdi o. Ne ara... Tek diyeceği bu muydu? Bana bakan gözlerinde ne anlatmak istediğini anlayamadım. Kızıl da dahasına müsaade etmeden hafifçe güldü.
“İyi eğlenceler o zaman. İzninizle biz gidiyoruz.”
Gözlerimi babamdan ayıran bu adam oldu. Bir başkası değil. Elimi tutarak beni çıkmaz sokaktan çıkaran kızıldan başkası değildi. Koridorda öylece beni ilerlettiğinde neler olduğuna anlam veremiyordum. Bir odaya girdik. Babama ne demişti? Defol demişti. Babam ise ağzını açıp bir şey dememişti. Donakalan bedenim korkudan hala hareket edemezken kapının kapanma sesiyle yerimde sıçradım. Derin derin nefes alabilmeyi bedenim yeni akıl ederken elim kalbimi buldu. Ne olmuştu?
“İyi misin?”
Gözlerim elaları bulduğunda gülen yüzü artık oldukça ciddiydi. Hala el ele olan ellerimizi sinirle kurtardım. Kalbim hızla çarpıyordu. Korkum iki katıydı şimdi. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Ne yapmıştı?
“Sen, sen ne yaptığının farkında mısın?”
Ona korkuyla baktım. Babamın gururunu bilmiyor olamazdı. Bunun acısını çıkartacağı kişi ise bendim. Gözümden süzülen yaşa baktı. Ben ise sinir ile bedenini ittirdim.
“Niye aklına uyup da geldim ki ben! Senin gibi bencil birisine güvenmem ise aptallığımın kanıtı! Olacakların farkında mısın!”
Gözümden yaşlar süzülürken güçsüz düşen bedenimi acıyla kapıya yasladım. Buradan çıkamayacaktım. Babam beni bekleyecekti. Ne olacaktı? Yine bir çıkmaz sokağa mı girecektim? Babam beni bırakmazdı ki. Bana doğru bir adım attığında gözlerim korkarak elalara baktı.
“Beni bekleyecek. Sinirini benden çıkarta-”
“Hayır.”
Bana doğru eğildiğinde gözlerimi kapattım. Ne hayırdı? Kendi babamı bilmeyecek değildim. Gözlerinde olan o siniri görememek zaten akıl işi değildi. Daha yeni toparlayabilen bedenimi ise ezip geçecekti.
“Çisem.”
Gözlerimi açtığımda onu bu kadar yakınımda beklemiyordum. Hafifçe tebessüm etti. Eli havaya kalktığında ise beklemediğim bir şey yaptı. Saçımı yavaşça geriye ittirdiğinde fısıldadı.
“Dediğim gibi, gerektiğinde önünde durmasını bilirim. Gerektiğinde arkanda.” Yutkunduğumda boşta kalan eli elimi tuttu. “Gerektiğinde yanında.”
“Çisem ne anla-”
Berk’in sesi kulaklığımı çıkarmasıyla son bulurken ona hayretle baktım. O ise tebessüm etti. Kulaklığı gözlerimin önünde yere attığında dehşetle ona baktım. Elalar ise biraz daha bana doğru eğildi.
“Kısaca seni asla yalnız bırakmayacağım. Ama bir kafese de kapatmayacağım.”
Kulaklığa ayağıyla sertçe bastırdığında yutkundum. Dediğim gibi. Korkutucu bir detay yeteneği vardı. Rolünü güzel oynuyordu. Ve... Ve istemsiz bir güven veriyordu. Elimi sıktığında elimi hızla kurtardım. Onun ve kapı arasından bedenimi çıkarttığımda acıyla nefes verdim.
“Tanışmamı istediğin kişi kim?”
Göz yaşlarımı hızla sildiğimde odayı inceledim. O ise eski haline dönerek güldü. İkimiz de hiçbir şey olmamış gibi oynamayı güzel başarıyorduk.
“Sürpriz.”
Yanımdan geçtiğinde koltuğa doğru ilerledi. Bir yandan da konuştu.
“Ben pansuman yaparken sen de şu makyajını düzelt.”
Gözlerine baktığımda o aynalı dolabı işaret etti.
“Ayarladım sana göre bir şeyler.”
Gözlerim aynayı bulduğunda mavi gözlerimden akmış siyahlıklar oldukça net bir biçimde gözüküyordu. O yanımda üzerini çıkartırken ise derin bir nefes verdim. Bu gece daha bitmemişti. Zorlukla dolabı açtığımda kendime göre bir şeyler buldum. Sakince hiçbir şey olmamış gibi, olmayacak gibi makyajımı tekrar yaptım. Uykusuz göz altlarım kapandı, yanaklarım al al oldu, tokadın izini, sızlayan dudak kenarımı olabildiğince kapattım. Yüzüm halloldu. Evet. Ama peki ya gözlerim. Korkuyla bakan gözlerimi nasıl kapatacaktım? Bir katile geri nasıl dönüşecektim? Beni dakikalar sonunda kendime getiren ise acıyla verilen nefes oldu. Gözlerim kendimden ayrılırken kızılı buldu. Karnındaydı eli. Gözlerim yarayı buldu. Kapatamamıştı. Aksine tekrar kanatmayı becermişti. Derin bir nefes verdim.
“Bırak ben yaparım.”
Gözleri beni bulurken acıyla gerdiği yüzünü sanki canı ölümüne acımıyormuş gibi saniyesinde düzeltti.
“Hallettim ben, sarması kaldı.”
Sıkıntıyla soludum. Yapacaklarım belirliydi zaten. Tek belirsiz olan kişi tanışacağım o bireydi. Ama ona da tahminlerim vardı. Kızıla doğru ilerlediğimde düşünmeden yanına oturdum. Aşırı derecede beyaz bir teni vardı. Yarasını sarmaya çalışan elini yaradan uzaklaştırdığımda derin bir nefes verdim.
“Tekrar kanatmak dışında hiçbir halt yapamamışsın.”
Gözlerim teninde gezinmeden doğruca yüzünü buldu. Bu halime yavaşça güldü. Bana doğru eğildiğinde ise mırıldandı.
“Sen sararsın o zaman.”
Gözlerimi elalardan çektim. Bilerek konuyu her zaman oraya getiriyordu. Ama benim asla öyle bir amacım yoktu. Ne yapacağımı sırasıyla asla bu güne kadar doğru düzgün öğrenememiştim.
“İlk ne yapacağım anlat.”
Gözlerim yüzüne döneceğinde ise belli bir noktada takılı kaldı. Beyaz teninin hemen ardında kalan o dövme. Sözlerim yarım kalırken ok gibi olan o dövmeyi elbette ki hatırladım. Manyak’ta da aynısı vardı. Çekinmeden omzundan iteklediğimde dövmeyi göz hizama olabildiğince soktum. O ani hareket ile küfrederken gözlerim dövmede gezindi. Aynıydı. Hiçbir farkı yoktu.
“Çisem yaram var.”
“Dövmenin anlamı ne?”
Ani sorum ile eğilen bedeni donuklaşırken ben ona döndüm. Ok gibi çizginin üzerine harfler kazınmış gibiydi. Başında ve sonunda birer nokta vardı.
“Ne bileyim ben ne? Yaptır dediler yaptırdım. Amblem falandır örgüt için.”
“Ayaz.”
Netçe konuştuğumda elalar beni buldu. Bu halime hafifçe güldü.
“Efendim.”
Derin bir nefes verdim.
“Dövmenin anlamı ne?”
Dudaklarını büzdüğünde eğilmesini sağlayan elimden yavaşça kurtuldu ve doğruldu.
“Gerçekten bilmiyorum. Bir anlamı olması mı gerekiyor?”
Bana doğru eğildiğinde cidden ayrı bir deli olduğunu anladım. Köşelerimi çıkartmam resmen hoşuna gidiyordu. Biraz daha eğildiğinde ise tebessüm ederek konuştum.
“Eğer herhangi bir şey daha yaparsan elimdekinin ne olduğunu hiç sorgulamadan yarana dökerim.”
En son bedenine etil alkol döktüğümden dolayı olsa gerek bedeni duraksadığında gözleri doğruca elimde tuttuğum şeye döndü. Ağzından bir küfür savurduğunda tatlıca tebessüm eden ben oldum.
“Seviyoruz dedik de çek vur öldür demedik. Sürekli böyle olmaz yani.”
Elimdekini hızla aldığında derin bir nefes verdi.
“Sarsan yeter.”
Bu haline gülerek yavaşça sargıyı aldım. O derin bir nefes verirken gözlerim kolunu da süzdü. Orası da buradan farksız değildi pek. Yine de dikiş izleri işini baya görmüş gibiydi. Yarayı yavaşça sardım. O ise elbette ki susmadı.
“Bu gün çok eğlenceli geçecek.”
İnsanların aklını yitireceği şeylere kendisi eğlence diyordu. Başımı onaylayan bir biçimde salladım.
“Ne demezsin.”
Hafifçe güldü.
“En zoru bitti öyle düşün. Baban ile konuştun. Sait falan artık sana fıs gelir.”
Gözlerim kısa süreliğine elaları buldu. Bana bakıyordu. Tepkime. Ne yapacağımı anlamaya çalışır gibi. Ben ise mırıldandım.
“Söylesene Ayaz Kartal. Beni buraya sırf eğlence için mi çağırdın?”
Çağırma sebebinde elbette ki Sait’in onayı vardı. Soruma yavaşça güldü. Ama artık emin olduğum bir şey gülmesiydi. İnsanlar tıkandığında dona kalıyordu. O ise tebessüm ediyordu. Bunu anlamıştım işte. Sarma işlemi bitince teninden ellerimi çektiğimde daha da gülümsedi.
“Fazla zekisin Kalen. Ama evet. Sırf eğlence için çağırdım.”
Anlıyormuş gibi başımı salladım ama anladığım bir halt yoktu.
“Nasıl bir eğlence peki bu?”
Bana doğru eğildiğinde gerileyecektim lakin elimi yakalayarak izin vermedi. Gözleri gözlerimden ayrılırken ise hedef noktası değişti.
“Bugün sana dediğimi hatırlıyorsun değil mi?”
Uzaklaşmak adına elimi kurtarmak istedim ama izin vermedi. Elalar kısa süreliğine gözlerime uğradığında bu sefer fısıldadı.
“Sadakat iki taraflı olunca güzeldir Çisem Kalen.”
Dediği ile istemsizce yine duraksadığımda yavaşça dudağını ısırdı. Biraz daha eğildiğinde ise elim doğruca yarasına doğru gitti ama elbette ki artık her hamlemi ezberlemişti.
“Ayaz.”
Adını uyarır tonda söylediğimde dişlediği dudağını bıraktı. Biraz daha eğildiğinde gözlerimi kapattım.
“Ve benim bugün ki eğlencem senin bana gelmen olacak. Çünkü ben sana onun vermediği her şeyi tek tek önüne sunacağım.”
Dudaklarını kulağımın hemen yanımda hissettiğimde bedenim titredi. O ise anlamamı ister gibi fısıldadı.
“Güveni, sadakati ve en önemlisi de gerçekleri Çisem Kalen.”
Dudağının yönü boynuma doğru ilerlediğinde ellerimi hızla kurtardım. Bu kadarı çoktu. Bilerek yapıyordu ama çoktu. Bedenini sertçe ittirdiğimde hafifçe tebessüm etti. Ben ise ondan kendimi kurtardım. Koltuktan hızla kalktığımda yüzüne bakmadım. Öyle şeyler diyordu ki donup kalıyordum ve evet. O bundan yararlanmasını gayet iyi biliyordu. Artan sinirim ile ona döndüm.
“Bugün bunu ikinci yapışın. Sakın. Üçüncü olursa affetmem anladın mı?”
Gömleğine uzandığında tebessümü hala yerindeydi. Yavaşça ayağa kalktığında ise kendinden oldukça emin bir biçimde konuştu.
“Üçüncü olmayacak. Çünkü dediğim gibi Kalen. Bana gelen sen olacaksın.” Tebessümü büyürken gözleri bedenimde gezindi. “Ve ben seni çok güzel karşılayacağım.”
Korkuyla geri çekilmedim. Aksine ona doğru adımladım.
“Ne saçmalıyorsun sen?”
Gömleğinin düğmelerini yavaşça iliklerken derin bir nefes verdi.
“Bir saate kalmadan anlayacak ilk yadırgayacaksın. Sonra ise kulaklıkta ki arkadaşın sana ulaşacak merak etme.”
Anlamıyordum. Hiçbir şey anlamıyordum. O ise tebessüm ederek konuştu.
“Şimdilik oyuna devam etmeni öneriyorum ama.”
Hala bir şey anlamazken o bana arkasını döndü. Ceketi yavaşça giydiğinde ise kendime gelmek amaçlı süre tanıdım. İyiydim. İyiydik. Sorun yoktu. Telaş yoktu. Oyuna devam etmeliydim ama kızılın oyununa da kanmamalıydım. O Sait’in sağ koluydu. Elbette ki en iyisi olacaktı. Elbette ki doğruca çocukluğuma hitaben konuşacaktı. Ve elbette ki yanımda olmaya çalışacaktı. Buna kanamazdım. Özellikle de hala siyahlara sorgusuz şartsız güvenirken. Bana döndüğünde kendime geldiğimi gördü. Yavaşça gülümsedi. Bana doğru adımladığında ise gerçekten de hiçbir şey yaşanmamış gibi kolunu girmem adına uzattı.
“Kendini şimdilik geçiştirmeye devam et.”
Bir ona bir de uzatmış olduğu koluna bakındım. Kendimdeydim. Çocukluğumu hissettiğimde koluna girdim ve ben de sınırımı çektim.
“Geçiştirme değil bu, gerçekler Ayaz.”
Anlıyormuş gibi resmen benimle alay ederek başını salladı. Ben ise onu takmadım. Odadan çıktığımızda ise müzik sesini duydum. Koridorun devamından çok kısık bir sesle geliyordu. Lüks bir davet olduğu müzikten bile belliydi. Ancak adımlarken yine beklemediğim o cümleleri söyledi.
“Söz verdiğim gibi. Bu gece seni yalnız bırakmayacağım. O sevgilin her ne kadar buna karşı gelse de.”
Ona sinirle döndüğümde adımlarım yarıda kesilmişti. Ayaz ise bana tebessüm ederek baktı.
“İtiraz etmemelisin bence. Çünkü baban konusunda kimin daha güvenilir olduğu aşikar.”
Cümleleri doğruca çocukluğuma hitap ediyordu. Sesimi çıkartamadığımda kendimi onun kuklası gibi hissettim. Cümleleriyle etrafında döndürüyordu. Büyük alana yaklaştığımda o sıkıcı müzik sesi biraz daha arttı. Babamın da burada olması canımı sıkıyordu. Çünkü korku kalbimdeydi. Ancak beklemediğim cümleleri kuran bir diğer kişi de ben oldum.
“Babam konusunda en güvenilir kişi daha burada değil.” Dediklerim ile elalar bana döndü. Ben ise tebessüm ettim. “Ve bu gece tek sürpriz yapacak olan kişi sen değilsin.”
Gülen yüzü donuklaşsa da onu ilerleten ben oldum bu sefer. Lakin o benim attığım pası tutarak golü sertçe attı.
“Kaan’ın buraya geleceğini düşünüyorsan çok yanılıyorsun.”
İçeriye giren adımlarım dediği ile dondu. Gözlerim ona hayretle baktı.
“Ne?”
Tebessümü büyüdü ve bana doğru eğildi.
“Abin senin yüzüne bakmadı bile Çisem Kalen. Sence buraya nasıl gelecek?”
Dedikleri bu sefer kalbime ilerledi. Nasıl anlayabilirdi? Korkum büyüdü. Kaan. Ama demişti ki...
“Şimdi tüm gözler üzerimizdeyken kendine çeki düzen ver. Benim eğlencem başladı çünkü.”
Elaların dediğinden bir şey anlamazken müzik sesinin ardından gelen o sesi duydum.
“Kaçak.”
Elalar zafer kazanmışçasına tebessüm ederken içim sızladı. Dediğini yapıyordu. Güven veriyordu gerçekten. Ama bir yandan da vuruyordu. Hem de öyle sert vuruyordu ki düşmeme bile izin vermiyordu. Beni ayakta tutuyordu. Ama öldürerek. Mavilerim zorlukla ondan ayrılırken büyük salona baktım. İnsanların bakışları üzerimizdeydi. Ancak mavilerim tek bir noktada durdu. Siyahlarda. Ayaz’ın kolunu canımın yandığını gösterircesine sıktığımda o halime aldırış bile etmedi. Keşke yaralı kolu olsaydı da bir daha kırabilseydim. Ama yapamadım. Siyahlar bana hayretle bakarken benim bedenim bir kez daha titredi. Ona yapacaklarımız...
“Sıra bende.”
Çocukluğum konuşurken başımı salladım.
“Sıra sende.”
Fısıltımı sadece kızıl duydu. Benim ise umurumda bile olmadı. Çünkü o siyahlara bakarken tüm bunları yapamazdım. Çocukluğum zihnime giriş yaptığında tüm korkularım es geçildi. Bedenim, duruşum dikleşirken derin bir nefes verdim. Üzgünüm Manyak. Bu bir savaş. Ve ben savaşta duygulara yer veremem. Sana zarar vermeden ise anca böyle. Adımları sinirle bana doğru gelirken olacakları biliyordum.
“Eren.”
Onun ardında kalan Sarı onun kolunu tuttuğunda yanımda oldukça keyifle eğlenen kişi Ayaz’dan başkası değildi. Siyahlar kısa süreliğine benden ayrılsa da Sarı bir şeyler demiş olmalı ki bu sefer daha sakin kalmaya çalışarak bana doğru yaklaştı. Derin bir nefes verdim.
“Kaçak sen neredesin? Kaç saattir seni aradığımdan haberin var mı?”
Ben cevap bile veremeden gözleri kızılı buydu.
“Sen hala ne hakla onun yanında olursun lan!”
Sesini kısık tutmaya çalışarak sinirini bize haykırmaya çalıştı.
“Manyak.”
“Eren bak yeri değil.”
Sarı onu uyaran bir şekilde konuştuğunda onun da gözleri bizdeydi. Manyak ise beni dinlemedi.
“Bu adamla kaç saattir neredesin sen? Ve burada ne işin var?” Eli başını bulduğunda delirmemek için zor duruyor gibiydi. “Kaçak ne yapmaman gerekiyorsa yapıyorsun.”
Derin bir nefes verdim ve konuştum.
“Manya-”
“Yürü gidiyoruz. Burada kalamaz-”
Bana doğru uzanan eline ise başka bir el dolandı.
“Vay, kimler var buralarda.”
Neşeli bir kadının sesi aramıza girerken gözlerim tek bir noktadaydı. Onun elini tutup koluna giren bu beden...
“Ayaz’cım, kız arkadaşın mı?”
Gözlerimi zorlukla onu tutan, sesini kesen bedeni bulduğunda o tebessüm ederek bana baktı. Hafifçe güldü.
“Valla görüşmeyeli herkes çok değişmiş.”
Başını siyahların omzuna yasladığında siyah saçları onun bedenine döküldü. Ellerimi sıktığımda anlam veremedim. Kimdi bu? Kimdi bu benim olana dokunmaya kalkan?
“Eflal, görüşmeyeli uzun zaman oldu.”
Yanımda olan kızıl gülerek ismini söylediğinde boşta olan elini uzattı. Benim ise duyduğum tek bir isim oldu. Eflal. Eflal Uluç. Siyah saçları benim daha bu sabah uzandığım bedene dökülürken giydiği kırmızı elbise bedenine göreydi. Onu yadırgayacak tek bir şey bile bulamayan gözlerim güzelliğine hayran bile kaldı. Ama bu her şeyden daha kötüydü işte. Çünkü o... Gözlerim zorlukla Manyak’ı buldu. Onun gözleri ise bendeydi. Ellerimi kızıldan sinirle kurtardım. Ben yaptığım için bu yakınlığa izin veriyorsa derhal bırakmalıydı.
“Ben bunu yerim.”
Çocukluğum sinire karışık güldüğünde asıl sinir olanın o olduğunu anladım. Eflal ise hiçbir şey yokmuşçasına kızılın elini sıktı.
“Evet, bakıyorum da kız arkadaş yapmış-”
“Eflal.”
Net o ses kızın konuşmasını keserken siyahlara baktım. Ondan başkası değildi. Derin bir nefes verdim.
“Ne var canım? Neye kızdın?”
Canım mı? Gözlerimi siyahlardan ayıran o yeşil gözler oldu. Beyaz bedeninin, siyah saçlarının ardında kalan yeşil gözler. Elini tebessüm ederek bana uzattı. Benimle kesinlikle böyle tanışmamalıydı. Çünkü karşısında olan ben, artık ben değildim.
“Memnun oldum hayatım. Eflal ben.”
Gülerek bana baktığında gözlerim elini buldu. Çocukluğum alayla kahkaha attığında bedenime tamamen giriş yaptı. Elimi hiç düşünmeden kaldırdığımda kimsenin bunu beklemediği belliydi. İnce parmaklarını sertçe kavradım. Onun gülüşü bu hareketim ile donuklaşırken onun gibi tebessüm eden ben oldum.
“Ben de memnun oldum. Çisem ben. Çisem Kalen.”
Duyduğu isim ile donuk bir hal alan tebessümü bile yok olurken soyadımı bu hayatta nadiren de olsa bir kez daha sevdim. Bizim gözlerimizi ayıran ise kabus gibi parlayan o gözler oldu.
“Yeter bu kadar saçmalık. Gel benimle. Derhal gidiyorsun.”
Aramıza onun bedeni girerken o kendini Eflal’den kurtardı. Eli benim elimi tuttuğunda derin bir nefes verdim. Bedenim onunla gitmeye razı olacakken ise ikimizi de engelleyen diğer elimden yakalanmam oldu.
“Hoppala. Eren Korlu.”
Adımlarımız duraksarken gözlerimi kapattım. Soğuk parmaklar bileğimdeydi. Siyahlar delirmemek adına zor dururken hafifçe güldü ve beni tutan o bedene doğru döndü.
“Nereye böyle?”
Kızıl gevşekçe gülümsediğinde ise beklemediğim oldu. Manyak elimi sertçe bıraktığında ona doğru adımladı.
“Eren.”
Sarı dikkat çekmemek adına sinirle konuştuğunda onu durduramadı. Kızılın beni tutan elini kavrayan ise o oldu. Ellerimizi ayırdığında fısıldadım.
“Manyak.”
Boğazım korkudan düğüm düğüm olmuştu.
“Bana bak, seni son kez uyarıyorum.”
Yarasının olduğu yeri sıkıca sıktığında dudağımı dişledim. Canı çok acıyacaktı. Lakin o elalar aksine tebessüm etti. Hiçbir şey yokmuşçasına.
“Benim olana bir daha elini sürersen olacakları sen düşün. Anladın mı beni? Son uyarım bu sana.”
Kolunu sıkan eline uzandım.
“Manyak. Tamam. Hadi gidel-”
“Güldürme beni Korlu.”
Ayaz kolunu tutan elini kavradı. Eğlenceden kastı bu muydu? Manyak’ın elini sıktım. O ise yüzüme bile bakmadı. Ayaz kolunu ondan kurtardığında bana doğru döndü.
“Çisem. Gitmek istersen dediğim gibi seni tutmam. Ama kalmak istersen yerin belli.”
Elini bana uzattığında dehşetle ona baktım. Bunu yapıyor olamazdı. Gidemeyeceğimi bilirken hem de.
“Lan sen ne diyor-”
“Cevap onun Korlu. Bu kadar sinir vücuda zarar bak. Sakin biraz.”
Tebessüm ederek siyahların omzuna vurdu. Lakin gözleri bendeydi. Elini kaldırmış bana bakıyordu. Tutmam için. Manyak ise beklediğimi yaptı.
“Asıl gülünç duruma düşecek olan sensin. Sence o senin elini tutar mı?”
Gözlerimi kapattım. Ancak o cümle geldi.
“Gidelim Kaçak.”
Gözlerimi araladığımda doğruca siyahlara baktım. Bana elini uzatan bir diğer kişi de oydu. Ancak benim gözlerim ikisini de değil, hemen çaprazımda tüm dikkatiyle beni izleyen o adamdaydı. Korkuyu vücuduma saran ana kişideydi. Ayaz bunu biliyordu. Gidemeyeceğimi, gitmeye kalksam beni onun alacağını biliyordu. Yasin Kalen’i biliyordu. Ve tüm bunları bildiği için yapıyordu. Beni bir kez daha vuruyordu. Manyak’a baktım. O ise benim hala bekliyor olmama şaşkındı.
“Kaçak. Neyi düşünüyor-”
“O burada...”
Sesim kısık çıktığında tüm sinirinin geçtiğini gördüm. Ama anlamadı. Kimin burada olduğunu bile anlamadı. O benim en büyük korkumu gözlerimden göremedi. Gülen ise elbette ki kızıl oldu.
“Daha sevgilim dediğin kızı bile tanıyamamışsın Korlu.” Elini indirdiğinde Manyak’ın elini de indiren o oldu. “Babasının burada olduğunu, gidemeyeceğini bile anlamadın. O babasının eline düşmüşken sen ne yapıyordun? Ya da ağlarken. Korkuyla titrerken sevgilisi olan sen neredeydin? Ben söyleyeyim. Burada düzenlediğin partinin keyfini çıkartıyordun.”
Gözleri gözlerimdeydi. Duyduklarıyla daha da gerilen yüz hatları ise beni mahveden şeydi. Ancak beklediğimi yapmadı. Saldırmadı.
“Şimdi de olacakları bildiğinden onu buradan uzaklaştırmaya çalışıyorsun.”
Gözlerim istemsizce dolduğunda çocukluğum çoktan gitmişti. Çünkü konu dönüp dolaşıp aynı yere gelmişti. Babama. Ama beklemediği Manyak yaptı. Sinirden gözü dönmüş bedenini bir kenara attı. Ardından yavaşça elimi tuttu. Kızıl bunu beklemezken yüzü donuklaştı.
“Konuşalım.”
Sıcak parmakları parmaklarımın arasından geçerken beni iyi etmeye çalışan sesi bugün tek iyi hissettirendi. Sakince önümü açtığında tebessüm ettim. Yanılmamıştım. Ona güvenerek yanılmamıştım. Siyahlar beni düşünürdü. Siyahların önceliği her zaman bendim. Kızılı dinlemek aptallıktı. Güven veren o beden beni kalabalıktan çekip çıkartırken adımları oldukça sağlamdı.
“Manyak.”
Sesim fısıltıyla çıktığında elimi sıktı. Susmamı ister gibi. Sinirini kontrol etmek ister gibi. Bir odaya girinceye kadar yüzüme bakmadı. Odaya girdiğimizde elimi tutan eli beni bırakırken canım acıdı. Kapıyı kapattığında başımı eğdim. Daha bu yapacaklarımın yarısı bile değildi oysa. Bedeni bana döndüğünde tekrar kendimi açıklamak istedim ve gözümden bir yaş aktı.
“Manyak ben...”
“Tamam.”
Bana yaklaştığında beni donduran o şeyi yaptı. Elleri bedenime dolanırken beni sertçe kendisine çekti. Bunu beklemeyen ben donuklaşırken derin bir nefes çekti içine. Belime sarılı olan elleri imkanı varmış gibi daha da kendine hapsetti beni.
“Tamam.”
Sesi fısıltıyla çıktığında başını boynuma gömdü. Sakinleşmeye çalışır gibiydi. Ellerim öylece havada asılı kalırken ne yapacağımı bilemedim. Tek yapabildiğim gözlerimi kapatabilmek oldu. Ellerim onun bedeniyle benim aramda kalırken derin bir nefes çektim. Kokusu bedenimi rahatlatırken onun da bana ihtiyacı varmış gibiydi. Eli saçımı bulduğunda mırıldandı.
“Kaçak, nerelerdesin sen?”
Onu en son sabah Sarı ile o şekilde bırakmıştım. Başımı göğsüne gömdüğümde gözümden bir yaş daha aktı. Ardından gerçekleri ona söyledim. Çekinmedim.
“Masal’a götürdü. Sonra da ben Kaan’a gittim.”
Yapma dediği her şeyi gerçekten yapmıştım. Beni korumaya çalıştığı her bir yanını ezip geçmiştim. Elleri belimden yavaşça ayrıldığında gözlerime bakmak istediği belliydi.
“Başka.”
Kendini tuttuğu belliydi. Babamdan dolayıydı. Korkutmak istemiyordu. Eli önüme gelen saçımı yavaşça itekledi.
“Başka yok.”
Sesim kısık çıktı. Oysa çok şey vardı. Berk, babam... Yapacaklarım.
“Buraya da başka bir şey olmadan mı geldin?”
Sorgulayan sesi doğruca gözlerime bakıyordu. Ben ise kaçtım. Her zaman olduğu gibi. Ardından fısıldadım.
“Sizi duydum, babam ile konuşmam lazımdı...”
Ona söylemekten çekinmedim. Anlıyormuş gibi başını salladığında tekrar bana sarıldı. Başımı göğsüne gömdüğümde fısıldadım.
“Özür dilerim.”
Bir eli benim kaçmamdan korkar gibi sıkıca tutarken diğeri rahatlamamı istermiş gibi saçlarımda gezindi. Derin bir nefes verdiğinde dudaklarını saçlarımda hissettim.
“Dileme.”
Kokumu içine çektiğinde bunu benden gizlemedi. Bu sakin kalmaya çalışan çabası ise daha çok canımı yaktı. Çünkü bunlar daha işin başlangıcıydı. Dakikalar geçti ama biz öyle kaldık. Sanki babam ile konuştuğum her bir dakika yanımda olamayışını geçirmek ister gibi sardı beni. Saniyelerin sonunda ayrıldığımızda gözleri gözlerimi buldu.
“Şimdi senden bir şey isteyeceğim.”
Oldukça ciddi bu hali bedenimi gerdi. Ne isteyecekti?
“Buradan gideceksin. Anladın mı? Şoförüm seni benim evime götürecek. Bir saat sonra yanına ben gelece-”
“Olmaz.”
Sesim onun sesini keserken bu cevabım daha yeni yeni sönen sinirlerini geri çıkartmak üzereydi.
“Olmazı falan yok. Gidiyor-”
“Niye herkes gitmemi bu kadar çok istiyor?”
Sorum siyahları benden kaçırtırken derin bir nefes verdi. Ardından anlamamı ister gibi bana doğru eğildi.
“Baban burada, Sait birazdan gelecek. Canın sıkılacak ve ben bunu istemiyor-”
“Sen yanımda olursan sıkılmaz. Kalmak istiyor-”
“Kaçak.” Sesi uyaran bir tondaydı. “Bir kere de dediğimi yap güzelim. Hadi.”
Başımı olumsuzca salladım. Bu plan artık yarım kalamazdı. Babam konusunda kendimi riske atamazdım. En önemlisi de onu o kızla yalnız başına bırakmazdım. Bu gece her ne olacaksa olacaktı. Ve canımı en çok acıtan şey ise bu siyahların bir daha bana böyle bakmama ihtimaliydi. Planladığı silah teslimatı gece on ikideydi. Berk ise çoktan yerini ve saatini polise ihbar etmişti. Özür dilerim Manyak. Ama bu bir savaş. Konu Yiğit’e dokundu.
“Kaça-”
İçimden geldiğini yaptım. Beni göndermekte kararlıydı. Bana kızacağı sesini onun yöntemiyle susturduğumda bunu beklemeyen gözleri şokla bana baktı. Ben ise tüm her şeyi bu akşam yapmak istiyordum. Belki bir daha öpmezdi beni. Bu yüzden bu olsun istedim. Sıcak dudaklarını sakince terk ettim. Bu bana yeterdi. Gözleri hala yaptığımı anlamdırmaya çalışıyordu.
“Kaçak şunu en olmayacak anlarda yapmayı keser-”
“Siyah sana çok yakışıyor.”
Ellerim boynuna dolandığında giymiş olduğu simsiyah o takıma baktım. Sözleri benim dediğim ile yarım kalırken yutkundu. Kalbim hızlanırken ben durmadım. Yavaşça tebessüm ettim.
“Söylemiş miydim?”
Gözleri gözlerimden dudaklarıma kaydığında bu sefer tüm sinirini çıkartacak gibiydi. Bana doğru eğildiğinde ise fısıldadı.
“Canımı çok sıkıyorsun.”
Dudaklarımın hemen üzerinde nefesini hissettiğimde kalbim hızlandı. Boşta kalan eli de belime dolandığında cümlesini tamamladı.
“Söylemiş miydim?”
Cümlesini bitiriş şekli dudaklarımla olurken izin verdim. Hızlanan kalbim son sürat koşabilirdi. Bedenim heyecandan titreyebilirdi. Korkularım onunla yok olabilirdi. Ama benim bu gün tek isteğim oydu. Beni sarması, korkularımı dindirmesi. Kendisinin yöntemi ise farklıydı. Benim yaptığım bana bir ömür yetse de ona yetmeyecek olmalı ki bedenim ne ara olduğunu bilmediğim bir biçimde duvara yaslandı. Açık kalan omuzlarım soğuk zemine yaslanırken nefes almak adına kısa bir süre ayrıldı. Ancak durmadı. Dursun da istemedim. Yakınlığına ihtiyacım varmış gibiydi. Utanma duygumu ilk defa bu kadar geriye iteklemiştim. Çünkü bugün korkularım vardı. Ayaz’ın dedikleri, babam, olacaklar... O siyahlar ise sanki düşüncelerimi hissetmiş gibi dudağımı ısırdığında acıyla inledim. Dudağımın üzerinden gülümsediğinde gözlerimi araladım. Ayaz’ı düşündüğümü falan anlamış olamazdı değil mi? Çünkü resmen sinirini üzerimden, dudaklarımdan çıkartıyordu. Gülüşü yüz ifadem ile büyüdü.
“Gitmemeye kararlı mısın hala?”
Ensesinde olan ellerimle onu kendi hizama gelebileceği bir biçimde eğdim. Bu hareketime uyum sağladığında bedeni benden uzaklaştı. Ama benim yönüm farklıydı.
“Gidiyim de o varoşla kal de mi?”
Dediğimi anlamadığında ben omzuna yöneldim. O beni ısırmasını biliyorsa bunu ben de gayet yapabilirdim. Düşünmeden sertçe omzunu ısırdığımda bunu kesinlikle beklemiyordu. Dehşetle bana baktığında benim tek düşündüğüm o aptaldı.
“Niye ısırıyorsun be?”
Bana gülerek baktığında bir eli omzunu buldu. Ben ise bu konuda oldukça ciddiydim.
“Kim bu Eflal? Neydi o sarmaş dolaş hal?”
Saçları, başı neden omzundaydı mesela? Soruma yavaşça güldü.
“Bunu bana sen mi soruyorsun küçük hanım?”
Küçük hanım mı? Başlardım küçük hanımına. Boyum ondan kısa diye küçük mü olmuştum şimdi? Manken gibi kadın olabilirdi ama o bacaklarını kıracak kişi de bendim. Bir an olsun düşünmezdim hem de.
“Pardon da, bir kere onun kadar topuklu giysem ebem de uzun olur.”
Dediğimi ilk anlamadığında yüzüme gülerek baktı. Lakin konunun vahimliğini saniyeler sonra anlamış olacak ki... Yüzü daha da güldü. Nasıl daha da gülebiliyordu bu pişkin?
“Manyak, gülmesene.”
Bana doğru eğildiğinde mırıldandı.
“Konu sence boy yani?”
Küçük hanım diyen o değil miydi? Bence değil onca konu boydu bence. Gözleri tekrar dudağıma yöneldiğinde ise gülüşü donuklaştı. Ona anlamayarak ben baktım. Belimde olan eli kalktığında ise yüz ifadesi tamamen değişti.
“Bunu benim yaptığımı söyle.”
Parmağını dudağımın hemen yanında hissettiğimde anlayamadım. Ancak sesi çoktan sinir ile çıkmıştı.
“Neyi?”
Elim boynundan ayrıldığında parmağının olduğu yere dokundum. Dudağımın hemen altı... Gözlerimi kapattım. Babamın vurduğu yer...
“Kaçak.”
Sesi daha da gerginlikle çıktığında ben umursamadan elimi çektim ve tekrar boynuna doladım.
“Bir şey yok. İyi-”
“Bana kimin yaptığını söylüyorsun. İyi olup olmadığına da ben karar veriyorum.”
Sesi oldukça net çıktığında bedenim gerildi. Yavaşça yutkundum. Babam.
“Manyak. Konuyu kapatsak olmaz mı?”
Sesim tekrar kısık çıktığında gözlerinde olan o kabus bu sefer geçmeyecek gibiydi.
“Olmaz.”
Benden uzaklaşacağında izin vermedim. Bir olay çıksın istemiyordum.
“Lütfen.”
Gözlerime baktığında bir süre durdu. Ardından derin bir nefes verdi.
“Her şeyi geçiştirdiğinin farkında mısın sen?”
Ciddi sorusu hala konudan kopmadığının göstergesiydi. Ben ise onun ilgisini kendime çekmeyi bilirdim.
“Bunu bana sen diyor olamazsın büyük bey.”
Cümlem ile ilk biraz durdu. Boy konusunu hala unutmuş değildim. Ciddi olup olmadığıma baktığında duraksadı. Ben ise oldukça ciddiydim. Ve istediğimi de sonunda başardım. Siyahlar eski haline döndüğünde hafifçe güldü.
“Şunu yapmayı bırak.”
Ellerimi boynunda sıkılaştırdığımda kendime tekrar eğdim. O buna razı olurken kaşlarımı çattım.
“Kim bu Eflal? Son kez soruyorum.”
Bu halime gözleriyle baktı. Ardından gülüşüne engel olamadı yine.
“Hiç kimse.”
“Manyak.”
Net sesim ile dudağını dişledi. Ardından elleri tekrar belimi bulduğunda fısıldadı.
“Tek sorunumuz sence şuan boy mu?”
Küçük hanım diyen oydu. Başımı olumluca salladım. O bu kadar boya takmışsa benim de şuan tek sorunum boy-
Bir anda yaptığı ile ağzımdan bir çığlık kaçtığında bacaklarımı elbisemi umursamadan beline doladım. Bedenim havaya kalktığında beni duvara bastırdı. Bu yaptığına şokla bakarken şuan resmen aynı boydaydık. Yaptığı şey ise bende devreleri yakmıştı. Bedeni ve duvar arasında kalan benken şuan çok yakındık. Yavaşça gülümsedi.
“Sorunumuz halloldu mu?”
Elleri kalçalarımı bulduğunda yutkundum. Sanırım fazla kaşınmıştım. O bu şaşkın halime güldüğünde bana doğru yaklaştı.
“Oldu gibi.”
Sesim heyecandan kısık çıktığında bu halime güldü. Kesinlikle fazla kaşınmıştım. Bir eli yüzümü bulduğunda daha yeni işaret ettiği noktada parmağı gezindi.
“Güzel.”
Dediğini onaylarcasına başımı salladım. Ne güzeldi? Bu hareketlerime daha da güldüğünde bedenini bana bastırdı. Gözlerim kapanırken ise beklediğimi çekinmeden yaptı. Dudakları dudaklarımı daha sert bir biçimde örttüğünde elim ensesinde ki saçları buldu. Ne yaptığımız hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ancak alev alan bedenimin tek ihtiyacı şuan oydu. Bir fırtınanın başlangıcıydı bu. İkimizde birbirimize muhtaç gibiydik. Ama acı gerçek ise tüm gerçeklerin fırtınadan sonra ortaya çıkacağıydı. Benim ise şuan bunları düşünmek gibi bir niyetim yoktu. Dakikaların sonunda nefes almak adına ayrıldığımızda ikimiz de nefes nefeseydik.
“Manyak.”
Fısıldadığımda gözlerimi araladım. Beni onayladığında onu durdurmazsam bu işin artık iş olmayacağı belliydi. Lakin zihnim şuan çok farklı düşüncelerdeydi. O düşünceleri zorlukla zapt ettiğimde yutkundum ve gözlerimi araladım. Alnını alnıma bastırdığında dur dememi beklediği belliydi. Yoksa onun da durmayacağını anlamıştım. Derin bir nefes aldım.
“Yeri değil.”
Gözlerini araladığında hafifçe güldü söylediğim şeye. Bana doğru yaklaştığında fısıldadı.
“Yeri olduğunda da seni yakalayabilsem.”
Dediği ile dudağımı dişlediğimde bunu yapmamam gerektiğini kısa sürede anladım. Boynuna doladığım elimi yavaşça çözdüm. Onun gözleri tekrar odak noktasını kaybederken ben mırıldandım.
“O da senin sorunun.”
Bu dediğime kaşlarını kaldırdı. Ardından tehditkar bir biçimde süzdü bedenimi.
“Bu davetten sonra gerçekten kaç benden.”
Söylediğine istemsizce güldüm. Ancak olacak olan gerçekler gülüşümü donuklaştırdı. Saat on ikide... Düşünmemeye çalıştım. Hafifçe tebessüm ettim.
“Boy konusunda anlaştığımıza göre bence artık inebilirim.”
Bedenine doladığım bacaklarımı çözdüğümde beni yavaşça indirdi.
“Tam da anlaşmamıştık aslında.”
Ona kınayan bir bakış attığımda karşımızda olan aynadan dağılmış bedenime baktım. Burası beni Ayaz’ın soktuğu odaydı. Elbisemi düzelttiğimde arkamdan o beni süzüyordu hala. Derin bir nefes verdim. Bedenimin düşündüğü tek şey ardında bıraktığı olsa da o gözlerden kaçtım. Şuan gerçekten kendimize gelmemiz lazımdı. Bana doğru yaklaştığında ise onun hiç bu düşüncelerde olmadığını anladım.
“Diyorum ki,” Elleri bedenime tekrar dolandığında boynuma doğru eğildi. “Seni kaçırsam mı?”
Saçımı bir eliyle geriye iteklediğinde mavilerimin gördüğü tek şey bizdik şuan. Bu anı bozmak istemedim. Ayna da olan yansıma o kadar güzeldi ki bıraksalar fotoğrafını çekerdim. Yutkunduğumda ise mırıldandım.
“Saçmaladın iyice.”
Belime doladığını eline uzandığımda bu dediğim ile eğildiği yerden doğruldu ve benim gibi o da aynadan baktı.
“Niye? Benimle kaçmaz mısın?”
Siyahlara bakındığımda onun gözleri mavilerimden ayrılmış, bedenimi süzüyordu. Bu soruya şimdi ne cevap verilirdi ki? Sorusunun cevabını isteyen bir ses çıkardığında belimde olan eli daha sıkı dolandı. Başımı yavaşça kaldırdığımda ise o siyahları gördüm. Gözleri gözlerimi bulduğunda bu halime güldü. Ben ise cevabımı verdim.
“Kaçarsak...”
Kaçarsak yanardık. Ama ben doğru kelimeyi bulamadım. Kaçarsak biterdik. O ise cevabı ister gibi eğildi.
“Kaçarsak ne?”
Bedenimi iyice kendisine çektiğinde kanım tekrar alev aldı. Bilerek yapıyordu. Ve benim bu oyununa kanmama çok az kalmıştı. Elini tuttuğumda bu sefer onun cümlesini yüzüne ben söyledim.
“Şunu yapmayı bırak.”
Dediğime güldüğünde ikimiz de tüm gerçeklerden kopmuş gibiydik. Farklı bir evrendeydik ve ben burayı çok sevmiştim. Siyahları çok sevmiştim ben.
“Neyi?”
Biraz daha eğildiğinde daha fazla dayanamazdım. Ama yanan o olsundu. Bana doladığı elini çekmeden yavaşça ona doğru döndüğümde buna elbette ki itiraz etmedi. Gözleri hareketlerimi takip ederken diğer eli de diğerinin yanını buldu. Ben ise ters de olsa iki elini yavaşça tuttum. Parmak uçlarıma kalktığımda gözleri hareketlerimi en ince detayına kadar inceliyordu. Ve o gözlerde birer alev vardı. Yakıp geçmek isteyen. Yavaşça gülümsedim. Dudağına doğru yaklaştığımda cüretkar bir biçimde ona bakan ben oldum.
“Sırnaşmayı.”
Dediğimin hemen ardından öpmemi beklese de ben tam tersini yaparak bana dolanan ellerini çözdüm. Kötü kalan o olsundu. Bedenimi ondan en uzak köşeye götürürken hafifçe güldü. Ben ise dolabı açmış, yerini bildiğim ve ihtiyacım olan şeylere bakıyordum. Aynı ruju seçtiğimde bu iş görürdü. Dolabı kapattığımda ayna beni karşıladığında o gözler hala üzerimdeydi. Ama bu sefer daha feci bir şekilde.
“Manyak bakmayı bırakıp kendine gelmeyi düşünüyor musun?”
Başını olumsuzca salladığında ben işime odaklandım. Dudaklarımda rujdan pek eser kalmamıştı. Onu umursamadan yapmam gerekeni yaparken yerinden asla kımıldamadı. Aksine gülerek izlemeye devam etti. Ruju kapattığımda ise sonunda konuşabildi.
“Gitmeyeceksin değil mi?”
Dolabı açtığımda mırıldandım.
“Gitmeyeceğim.”
Ruju koyduğumda ona omzumun üzerinden baktım. Sonunda bulunduğu noktadan ayrılabilmişti. Elleri saçlarını karıştırdığında derin bir nefes verdi. Şuan kendisi pek itiraz edebilecek gibi gözükmüyordu. Dolabı kapattığımda gözleri beni buldu. Ben ise onu yavaşça süzdüm. Siyah cidden en çok bu adama yakışıyordu. Gömleği, ceketi, ayakkabıları... Gözleri. Siyah bir insana bu kadar yakışamazdı. Bana doğru yaklaştığında ise mırıldandı.
“Şöyle bakmayı bırak.”
Gözlerim hala üzerinde dolanırken konuştum.
“Nasıl?”
Bana biraz daha yaklaştığında ise fısıldadı.
“İkimizi de yakacak gibi.”
Dediği ile gözlerim siyahları bulduğunda yavaşça gülümsedim.
“Peki.”
Bu cevabımla gözleri gözlerimden ayrılmazken elbette ben de ondan çekmedim bedenimi. Yaptıklarım, yaptıklarımız hayra alamet değildi. Lakin beni kendi çekim alanına öyle bir almıştı ki, bu sefer ben bile kaçamıyordum. Güzeldi. Çok güzeldi. Bu hayatımda en büyük yanlışım o olabilirdi. Hayatıma onu almam belki tüm hayatımı bana kaybettirmişti. Ama... Ama asla pişman değildim. Çünkü ben siyahlar olmasa ne tür bir boşlukta olduğumu biliyordum. O, bu boşluğu tamamlayan kişi olmuştu. Manyak’tı o. Benim Manyak’ım. Belki insanlığın bir başka delirme ilkesiydi bu. Ama ben ikinci kez delirmekten yine hiç pişman değildim. O siyahlar uğruna dünyayı yıkardım. Yaşardım. O benim için neler yapabilirdi bilmiyordum ama ben... Yapmayacağım şey yoktu. Onun uğruna yapmayacağım şey yoktu. Bunu da şimdi fark ediyordum. Bana bir adım daha attığında yutkundu.
“İkimizi de yakacağının farkında mısın?”
Bedeni tekrar bana doğru yaklaşırken kendimi tutamayacağımı gayet iyi biliyordum. Her seferinde kaçsam da beni daha çok kendisine bağlıyordu. O siyahlar gerçekten bir karadelikten farksızdı. Ne kadar uzağa gidersem gideyim kurtulamaz gibiydim. Bana bir adım daha attığında yavaşça tebessüm ettim.
“Biz zaten yanmamış mıydık?”
Gözleri bu sefer onun da bedenimi süzmeye başladığında ise beklemediğim bir şey söyledi.
“Ben daha önce hiç bu kadar yandığımı hissetmemiştim.”
Siyahlar bana döndüğünde bu dediği ile kalan kişi bendim. Kalbim hızlandı. Bedeni bedenime biraz daha yaklaştığında aramızda yine hiçbir şey kalmamıştı. Elimi yavaşça bir eli tuttuğunda imkanı varmış gibi kalbim daha da hızlandı. Parmakları parmaklarımın arasından geçerken sakince elimi kaldırdı. Dudaklarını elimin tersine bastırdığında onu sadece izleyebildim. Siyahlar öyleyken bana baktığında acilen durmamız gerektiğinin farkındaydım. Ama bu sefer onun yapması gerekliydi. Çünkü ben çoktan onda kaybolmuştum. Elimden ayrıldığında yavaşça geri indirdi lakin bırakmadı. Aksine daha sıkı tuttu. Bedeni bedenime eğildiğinde ise gözleri tek bir yere odaklandı. Mavilerime. Elimi daha da sıkı tuttuğunda ise şuan en olmayacak bir söz döküldü dudaklarından.
“Özür dilerim.”
Dediği şeyi ilk anlayamadım. Gülen yüzüm donuklaştı. Ne olmuştu? Neden özür dilemişti? Alev alan siyahları bir hüzün kapladığında elimi daha da sıkı tuttu.
“Ne?”
Hafifçe gülümsemeye çalıştı lakin gözlerini bir hüzün kaplamıştı.
“Sana yaşattığım ve yaşatacağım her şey için özür dilerim.”
Alevle yanan bedenimin üzerini karanlık bulutlar kaplarken yutkundum. Şuan... Şuan bu konu neden açılmıştı? Çünkü, çünkü bende yaptıklarım ve yapacaklarımdan dolayı onun canını yakacaktım. Yavaşça gülümsedim.
“Bende özür diler-”
“Kaçak.”
Gözleri gözlerime daha da kötüleşerek bakarken gülümsedi. Acıların barındırdığı bir gülümsemeydi bu ama. Tüm yaşadıklarımızın. Tüm yaşanacakların... Ama o gözlerde bir diğer gördüğüm ise güven duygusuydu. Her ne yaptıysak, yapacaksak bu güven kırılmaz gibiydi. Özrünü diledi ve bana izin vermedi. Boşta kalan eli yüzüme geldiğinde derin bir nefes çekti içine.
“Senin hep yanında olduğu-”
“Manyak.”
Yavaşça gülümsedim. Açıkçası bu anı böyle hayal etmemiştim bir iki dakika önce. Boşta kalan elim daha yeni dağıttığım saçlarına gittiğinde gözlerini kapattı. Olabildiğince düzeltmeye çalıştığımda konuşan ben oldum.
“Bence bunları konuşmamıza gerek yok.”
Sözlerimin ardından yüzümde olan elini de yavaşça tuttum. Gözlerini bu yaptığım ile açtığında gülümsedim. Bu konuları konuşmaya bugün gerek yoktu. Siyahlara inanıyordum zaten. Bunu o da görmeliydi. Elini sıkıca tuttuğumda görsün istedim.
“Sana güveniyorum.”
Bu sözümün ardından sanki içinde bir şeyler koptu. Karşımda daha da kötü oldu. Ben ise buna inanmayı reddettim. Ona güveniyordum. Her ne yaparsa yapsın, bunu kıramayacaktı. Gülüşüm ise bu sefer konuyu kapatmaya yönelik oldu.
“Ve bu konuyu kapatıp, kendine çeki düzen vermen için on dakikan var.”
Elimi ellerinden kurtardığımda anlam veremedi. Ama ben karşımda yıkılmış, pişman bu haline bakmak istemedim. Gülerek saçlarını hızla tekrar karıştırdım. Daha yeni hiç ben düzeltmeye çalışmamış gibi.
“Ben içeriye gidiyor-”
“Birlikte gideriz.”
Sesi düzeldiğinde önemli olan ana konuyu hatırladım. Ama canım sıkılmıştı ve onu böyle görmek istemiyordum. Ona doğru bir adım attığımda gözleri tekrar eski haline dönmeye başladı. Ben ise ellerimi boynuna doladığımda mırıldandım.
“Şuan gözüme fazla yakışıklı geliyorsun olmaz.”
Bu dediğim ile yüzü aniden değiştiğinde ben arsızca gülümsedim. Daha cümlem bitmemişti. Bana doğru eğildiğinde ellerimi hızla boynundan çözdüm. Bu yaptığıma anlam veremediğinde gülerek arkaya doğru adımladım.
“Sarı’yı görüp kriterlerimi tekrar yükseltmem gerekiyor.”
Dediğim hakaret misali cümlemin ardından tüm yüzü donduğunda tatlıca gülümsedim ve kapıya doğru yaklaştım. Çünkü bu yüz ifadesinden anladığım kadarıyla sonum hiç iyi değildi. Bir süre sözümü hazmetmeye çalıştığında gözleri gözlerimi buldu. Ben ise çoktan kapıya varmıştım.
“Ben doğru mu anladım?”
Sorusu giderek gerilen bedenini bana gösterirken tatlıca tebessüm ettim.
“En azından kızıl demedi-”
“Kaçak!”
Sinirle bana doğru adımladığında yanlış noktada sinirlendirdiğime emindim. Ama umurumda değildi. Kapıyı açtığım gibi bedenimi dışarıya atarken gülümsedim. Tam kapatacağımda ise diğer taraftan asılan o oldu. Ama bırakmayıp güldüm. Kapı aralığından kafasını çıkardığında ben de eğildim.
“Şakaydı.”
Tatlıca tebessüm ettiğimde kapıyı zorlayan bedeni durdu. Tüm sinirini yüzünden sildiğinde ise yavaşça gülümsedi.
“Öyle mi?”
Kapı aralığından başımı salladığımda anlıyormuş gibi o da aynı hareketi yaptı. Ardından ise kanımı donduracak o cümleyi kurdu.
“Ben de Eflal’i göre-”
Duyduğum isim ile kapıyı sertçe bırakmaktan asla çekinmedim. Cümlesi bedenin geriye savrulmasıyla kesilirken ben sinir ile konuştum.
“Bok gör!”
Kapıdan kurtulan bedeni bana hayretle baktığında gülmeye başladı. Hala gülebiliyordu öküz. Salak. Aptal. Elimi tehditkarca kaldırdım.
“Yanıma gelmiyorsun. Peşimden de gelmiyorsun. Git o kızın yanına.”
Hala bu halime gülerken ben gıcıklık ederek arkamı döndüm. Adımlarım salona doğru giderken ise arkamdan seslendi. Bok dönerdim. Adımlarım hızla koridordan döndüğünde topuklulardan bir kez daha nefret ettim. Nefretim şuan başkasınaydı ama her an topuklulardan çıkarabilirdim. Salona sinir katsayım daha da yükselerek giriş yaptığımda gözlerim etrafta dolaştı. Sarı’yı ilk gördüm. Ama asıl gördüğüm onun yanında yine gevşek gevşek gülen kızdı. Eflal. Oraya gitmeyi es geçtiğimde gözlerim burada olmasını tahmin etmediğim o kişileri gördü. Erdem, Bulut, Gökçe, Kerim, Ceylin... Hepsi buradaydı. Gerçi neden tahmin etmemiştim ki? Burada olmaları kadar doğal bir şey yok muydu? Adımlarım oraya doğru yönelirken asıl hedefim olan o kişileri gördüm. Fatih ve Aylin de buradaydı. Sinirimin geçmesi adına adımlarımı hızlandırdım. Masaya ilerlediğimde ise ilk beni gören kişi ise Kerim’di. Bulut birisini görüp masadan ayrılırken umursamadım.
“Çisem.”
Derin bir nefes verdim ve ellerimi masaya yasladım. Kerim hemen yanımda kalırken gözleri beni süzüyordu. Ceylin önüme alkollerden birisini ittiğinde çekinmeden uzandım. Ama benden önce davranan Kerim oldu.
“Ne oldu sana?”
Canım şuan aşırı derecede tatlı istiyordu. Bu sanırım Kerim’i görünce artık otomatikman yüklenen bir şeydi. Adamla sürekli tatlı yediğimizden resmen tatlı istiyordum.
“Versene şunu ya.”
Alkolü istediğimi söylediğimde Ceylin beni onayladı.
“Ver de kafası biraz rahatlasın.”
Teşekkür edercesine ona kısık bir bakış atsam da Kerim başını olumsuzca salladı. Ardından beklemediğim bir biçimde elini kaldırdı. Gözlerim elini kaldırdığı noktayı bulurken bir garson bize doğru adımladı.
“Alkol daha da beter eder seni. Tatlı ne istiyorsun?”
İstemsizce bu hareketine güldüm. Sanırım ikimizde artık birbirimizi tatlı olarak görüyorduk. O bu halime anlam veremese de garsona döndü.
“Çikolatalı bir şeyler bul getir kardeşim bize.”
Gözlerim karşımda olan adamda dolaştı. Beni artık tanıyordu. Gerçi sanki beni her zaman tanıyormuş gibiydi. Onu asla yadırgamamıştım. Derin bir nefes verdiğimde mırıldandım.
“Söyleyin patronunuza ben ona bakmam.”
Erdem bu dediğime aniden gülmeye başladığında kısa süreliğine ona baktım. İlk defa bu çocuğu bu kadar gülmüş bir halde görüyordum sanırım. Eli gülen yüzünü kapattığında gözlerini benden kaçırdı. Hepsine baktığımda ise gözleri gülüyordu. Kerim dalga geçercesine konuştu.
“Kime bakarsın söyle, ayarlayalım biz.”
Tatlı beklediğimden hızlı bir biçimde geldiğinde yavaşça gülümsedim. Garson önüme koyduğunda mırıldandım.
“Şuan en akla yatkın sen varsın.”
Kerim bu dediğime daha da güldüğünde ben çoktan çatala uzanmıştım. Gökçe ise mırıldandı.
“Eren’in pabucu dama atıldı öyleyse.”
Tatlıdan bir dilim aldığımda yüzümü ekşittim. Tatlıdan değil, kurulan cümledendi.
“Bok baksın ona.”
Boktan kastım Eflal’di. Ama bu ince detaya gerek yoktu. Dediğim ile hepsi yine sırıtırken Kerim beni koluyla dürttü. Ona ağzım dolu döndüğümde bu halime daha da güldü.
“Ne o? Kavga mı ettiniz?”
Lokmamı yutup tam konuşacaktım ki beni bölen başkası oldu.
“Kerim. Sen de Eren’i bilmiyormuşsun gibi konuşma.”
Yüzüm duyduğum ses ile düşerken Erdem ile Gökçe’nin arasına girip karşıma geçen kişi Eflal oldu. Gözlerim anlık olarak ona döndüğünde yine gülümsüyordu. Kerim’in önümden çektiği içkime uzandığında derin bir nefes verdi.
“Üzülme sende hayatım. Birkaç güne yumuşar o da.”
Elimde tuttuğum çatalı yavaşça sıktım.
“Boğarım ben bunu.”
Çocukluğum hemen yanımda konuşurken Kerim boğazını temizledi. Yüzümden anlamış gibiydi ne olup bittiğini.
“Ya, öyle mi?”
Eflal içkisinden bir yudum aldığında tebessüm etti. Başını olumlu anlamda salladığında masaya bir başka katılan kişi Sarı oldu.
“Ben de Aras ile takıldığımda çok sinir olurdu.”
Gözlerim yakışıklı aptalı bulduğunda durumu geldiği gibi anlamış gibiydi.
“Değil mi Aras?”
Sarı yavaşça tebessüm ettiğinde gözleri hepimizi es geçerek doğruca Kerim’i buldu. Anlık olarak Kerim’e baktığımda kaş göz yaptığını gördüm. Onu uyaran bir biçimde topuklumla ayağına vurduğumda gözleri yakalanmanın verdiği etkiyle bana döndü. Sinir ile ona baktım. Dinlemek istiyordum. Bu iki aptalın arasında ne olup bittiğini öğrenmem lazımdı.
“Ya, evet evet.”
Müzik değiştiğinde gözlerimi hiç ayırmayacağım o yeşilleri buldu. O da bana bakıyordu. Yavaşça tebessüm etti. Ardından içkisini gösterdi.
“Sen içmiyor musun canım?”
Kaşlarımı hayır dercesine kaldırdım. Ardından onun gibi konuşmaya özen gösterdim.
“İçki bana yaramıyor canım.”
Bu dediğim ile merak etmiş gibi bana baktı.
“Niye? Kusuyor musun?”
Alay eder gibi söylediği cümle kanıma dokunurken çocukluğumun daha da hırslandığını hissettim. Ceylin boğazını temizlediğinde ise bu sakin kalmam adına bir uyarıydı.
“Yok.” Gülümsemem büyüdü. “Aksine insanları kusturtacak şeyler yap-”
Kerim sertçe boğazını temizlediğinde cümlem yarıda kaldı. Ona döndüğümde ise Sarı’ya yine bir işaret yapmıştı. Ona sinirle döndüğümde benim konuşmama engel olan sarışın oldu.
“Eflal Hanım.” Gözlerim onları bulduğunda Sarı elini kaldırmış tebessüm ediyordu. “Benimle dans eder misiniz acaba?”
Beni susturamayacaklarını bildiklerinden miydi bu şimdi? Eflal yavaşça tebessüm etti.
“Tabi ki Aras Bey.”
İkisi el ele tutuştuğunda Deniz hatırına o sarı saçlarını tek tek yolacaktım. Masadan ayrıldıklarında çatalı biraz daha sıktım. Ancak elimi tutan kişiye dönmem uzun sürmedi.
“Çatalı büktün, gitti çatal gitti.”
Kerim elimden çatalı aldığında ona doğru döndüm. Bitmişti işte şimdi.
“Sen niye gönderdi-”
“Hadi biz de dans edelim.”
Aniden sözümü böldüğünde kaşlarım çatıldı.
“Ne?”
Derin bir nefes verdiğinde elimden tuttu.
“Kıskançlığından çatlama hadi.”
Ben hala anlamazken o beni tuttuğu gibi insanların arasına doğru sürüklemeye başladı. Salonun ortasına geldiğimizde değişen müziği yeni fark ediyordum. Ben kaskatı dururken derin bir nefes verdi.
“Ellerini ve ayaklarını kullanman gerek küçük hanım.”
Elimi omzuna koyduğunda sıkıntıyla soludum. Ne küçük hanımmış arkadaş. Ama ben de onun sinirine gidecek o cümleyi kurdum.
“Yaşlı adamlar ilgimi çekmiyor. Söylemiş miydim?”
Bu dediğime güldüğünde zoraki ona ayak uydurdum. Elimi tuttuğunda mırıldandı.
“Benim de sen ilgimi çekmiyorsun merak etme.”
Yavaşça dönmeye başladığımızda ona sorgular bir biçimde baktım.
“Sen gerçekten ne zaman evlenmeyi düşünüyorsun? Hayır çocuğun on yaşındayken elli yaşında olmayı planlamıyorsun değil-”
“Abartma istersen.”
Bana homurdandığında yavaşça gülümsedim. O ise bana bakıp derin bir nefes verdi.
“Ayrıca çocuktan farksız sen varsın. Otuzumda on yaşında Çisem adında birisi var yani bende, merak etme.”
Bu dediğine dudak büzdüm.
“Biraz daha küçült de cebine sok bari.”
Yavaşça güldü ve beni kendi etrafımda çevirdi. Ardından mırıldandı.
“Benim gözümde hep çocuk gibi masum kalacaksın.”
Hafifçe güldüm söylediğine.
“Bir katile söylenebilecek çok güzel bir söz bu gerçekten.”
Gözleri gözlerime baktığında ise buna bir cevap vermedi. Sanki gözleriyle bir şeyler anlatmak istedi ama başaramadı. Çünkü ben hiçbir halt anlamamıştım. Konuyu ise farklı bir yöne çeken ben oldum.
“Sen böyle şeyleri sevmezsin.”
“Nasıl şeyleri?”
Halimize baktım. Benimle zoraki kahve içmeye çıkan bir insandı kendisi.
“Dansı falan işte.”
Bir süre düşündüğünde başını ciddi bir biçimde salladı. Kendisi de onayladığında derin bir nefes verdi.
“Sevmem.”
Ona neden dans ediyoruz o zaman dermişçesine baktım. Kendisi ise devam ettirdi.
“Nedensiz bir biçimde dans edesim geldi ama.”
Alayla güldüm dediğine.
“Patronun buradaysa ve bizi görüyorsa kıskançlığından sıkmasın kafana.”
Tebessüm etti.
“Ölmeden önce son dansımı seninle yapmış olurum işte. Kötü mü?”
Gözlerimi kısıp ona baktım.
“Yani ölmek pahasına benimle dans edersin. Bu çok şüphe çekici.”
Vurguladığım şeyi anladığında kahkaha atmaktan çekinmedi. Ama cevabı daha da şüphe çekti.
“Seni gördüğüm an ölüm denen şeyi kabullendim desem.”
İkimiz de bu saçma konuşmayı sürdürmeye kararlı gibiydik. Ona doğru eğildim ve fısıldadım.
“Bu dediklerinin hepsini patronuna ve Manyak’a söyleyeceğim. Kısaca kaçmalısın.”
Gülüşü büyüdü ve o da benim gibi alay edercesine eğildi.
“Sen en son Eren ile kavgalı değil miydin?”
Hatırlattığı ile aklıma olan biten gelirken şokla ona baktım. Evet. Ben en son o bireyle kavga etmiştim. Hızla omzumda olan elimi yavaşça yakasına vurdum.
“Benim acilen yakışıklı birisini bulmam lazım.”
Dediğime daha da güldüğünde kendisini işaret etti. Sinir ile ona baktım.
“Sen değil, üstün bir yakışıklılık.”
Sarı malı şuan Eflal ile dans etmese yanına gideceğim ilk kişi olurdu. Ama beyefendi doluydu. Gözlerim etrafı tararken ise biz başka bir şarkıya geçiş yapmıştık. Kerim bana doğru eğildi.
“Saat üç yönünde bize doğru gelen kişiye bırakıyorum o zaman seni.”
Gözlerim dediği yöne doğru döndü. Gördüğüm kişiyi beklemezken Kerim çoktan ona doğru beni yöneltmişti. Olabilirdi ama...
“Kerim.”
Tedirginlikle ismini fısıldadığımda bu halime anlam veremedi. Ama durmadı. Bize doğru gelen kişiye doğru seslendi.
“Bulut.”
O kahve gözler bizi buldu adının seslenilmesiyle. Ben uyaran bir biçimde Kerim’in elini sıktım. İstemeyebilirdi. Bizi geçip masaya ilerleyecek olan o adımları durdu.
“Çisem seni dansa davet edi-”
Sertçe ayağımla ayağına bastırdığımda sözleri yarım kaldı. Bana sinir ile döndüğünde gözlerim kahveleri bulmadı.
“Benim işim var.”
“Ne?”
Karşımda olan çocuk anlamaz gibi konuşsa da Kerim bana doğru ilerledi.
“Hadi, hadi. Utanma yok.”
Bulut bulunduğu yerde kalırken Kerim onun elini sakince kaldırdı. Ben öylece dururken ise tuttuğu elimi onun eline bıraktı. Beni bırakıp kenara geçerken ise gülümsüyordu. Kahvelere ürkerek baktım. Benden küçüktü daha. Bunun farkındaydım. Ama dün gece olan bakışından korkuyordum. Tiksinir gibi... İkimiz de öylece kalırken ben yavaşça elimi elinden çektim.
“Şey, istemiyorsan gerek yo-”
Elimi tuttuğunda bunu beklemeyen bendim. Gözlerine döndüğümde onun da benden farksız olduğunu gördüm. Yavaşça tebessüm etti.
“Hayır. Sadece beklemiyordum.”
Gözlerim gözlerinde oyalandı. Ardından içimde tutmanın gereksiz olduğunu fark ettim.
“Bulut. Benden korkuyorsan gerçekten mecbur gibi hissetmene gerek yo-”
“Korkmak mı?”
Dediği ile ikimiz de hala öylece kalmaya devam ederken ben derin bir nefes verdim.
“Dün bana nasıl baktığını gördüm.”
Gözleri dediğim ile yüzümde takılı kalırken ben gözlerimi kaçırdım. Ama beklemediğim elini belime koyması oldu. Ona döndüğümde hafifçe tebessüm etti. Beni dansa kendince davet ettiğinde kabul ettim mecburen. O ise benim eksik kalan düşüncelerimi tamamladı.
“Nasıl baktım? Tiksinir gibi mi?”
Başımı yavaşça salladığımda onun gözleri yüzümde gezindi. Ardından ise mırıldandı.
“Tiksindiğim sen değildin. Hayatın bize getirdiği haldi.”
Söylediği içimi biraz olsun rahatlatırken gülümsemeye çalıştım. Elim omzunu bulduğunda biraz daha yaklaştık. Sonunda ikimizde ritme uyum sağladığında ise konuştum.
“O zaman aramızda bir sorun yok.”
Yüzü tebessüm ederek beni onayladığında mırıldandı.
“Yok. Olamaz da.”
Net ifadesi sorgulamama sebep olurken kahvelere baktım. Tanıdık o yüze. Yavaşça tebessüm ettiğimde ise başka bir duygu beni ele geçirdi.
“Sence tanıdık tek şey yüzü mü?”
Çocukluğumun sesini duyduğumda ilk anlam veremedim. Gözlerim onun üzerinde gülüşümü koruyarak gezinirken bulamadım. Başka, başka ne vardı?
“Bütün salonun gözünün sizde olduğunun farkında mısınız?”
Hemen yanımda duyduğum ses ile yerimden sıçradığımda Bulut’a iyice yaklaşmış oldum. Kızıl hemen yanımda, bir kız ile dans ederek biterken ise onu anlayamama sebebim bana tanıdık gelendi. Bedenim hissettiği ile şaşkınlık içinde kalırken ne yapacağımı bilemedim. Çocukluğum ise konuştu.
“Kimin kokusu bu?”
Düşündüm. Tanıdık bu kokuyu. Çünkü o kadar tanıdıktı ki. Ama aklıma tek bir şey bile gelmedi. Çocukluğumdan da ses çıkmadığında bedenim zorlukla ondan uzaklaştı. Ancak kesinlikle tanıyordum. Kimdi? Gözlerim kahveleri bulduğunda o bana değil yanımızda olan kızıla bakıyordu. Kimdi o?
“İzninle sana yaşıt birisini getirdim ve Çisem’i çalıyorum Bulut’cum.”
Ayaz dalga geçercesine konuştuğunda dansımız yarıda kesildi. Bulut boğazını temizlediğinde gözlerim onun üzerindeydi. Belimde olan eli çözüldüğünde kahveler beni buldu. Ama değişen ifademi görmemesi imkansızdı. Bana sorgularcasına baktığında sakince tebessüm ettim. Bir şey yoktu. Başkasıyla aynı parfüm... İşte o başkası kimdi?
“Çisem burada mısın sen?”
Kızıl yandan konuştuğunda zorlukla elimi omuzundan ayırdım. Ama ikimiz de ellerimizi ayıramadık. Gözlerimiz birbirimizin üzerindeydi. Bakışmamızı bölen ise kızılın uslu durmayıp ellerimizi ayırması oldu.
“Bir dakika doğru dursan şaşarım kızım.”
Kızıl hala bana söylenirken ise başka bir sesin aramıza girmesi tüm bedenimi kendisine getirdi.
“Bu senin için de geçerli Ayaz Kartal.”
Sinirli o sese yavaşça döndüğümde siyahları gördüm. O gözler ise sinirini belli ediyordu. Ayaz yavaşça tebessüm ettiğinde benim dikkatimi dağıtan kişi Bulut oldu. Gözleri benim üzerimdeyken yavaşça geriledi. Bana tebessüm ettiğinde ise arkasını dönerek uzaklaştı. Ne oluyordu? Kimdi ve benden ne saklıyordu? Bu soruyu uzun zamandır düşünmüyordum. Bu gece ise tekrar zihnime giriş yapmıştı. Yutkunduğumda mavilerimi yine daldığı yerden çıkaran kişi elimi tutan birey oldu. Korkuyla yerimden sıçradığımda sıcak o eller elimi tuttu.
“Ben çalarım onu.”
Siyahlar bedenimi kendisine çektiğinde kaşlarım çatıldı. Eli belime yerleşirken ise gözlerimi kapattım. Başıma bir ağrı girmişti. Bu iyiye işaret değildi. Çocukluğum suskundu. Bu da iyiye işaret değildi. Bir şeyler oluyordu. Yine benim etrafımda olaylar dönüyordu.
“Kıskançlık mı seziyorum ben Korlu?”
Zorlukla elim ondan destek alma adına omzunu bulduğunda kafam allak bullaktı. Ama neden olduğunu bilmiyordum. Bunu bilen şahıs çocukluğumdu. Acıyla yutkundum. Alkol. Alkol içip rahatlamak istiyordum. Kafamı susturmak istiyordum. İçeride duymadığım çığlıklar yankılanıyordu.
“O sezgilerini sikip attırtma bana da defol.”
Elim elini sıktığında dansa eşlik etmek isteyen adımlarım durdu. Çünkü çok başım dönmeye başlamıştı. Ne olduğunu ise bilmiyordum.
“Kaçak.”
O adımı seslenirken omzunda olan elim başımı buldu. Her ne yapıyorsa acilen durmalıydı kafamın içinde. Çünkü ben ayakta duramıyordum. Gözlerimi araladığımda şarkının bittiğini duydum. Elimi elinden ayırdığımda mırıldandım.
“Şarkı bitti.”
Bedenim ondan uzaklaştığında boşta olan bir masa bile arayamadım. Gözlerim geldiği yeri bulduğunda bedenim oraya doğru adımladı. Ne yapıyordu bu aptal? Derhal gelmeliydi. Bir çınlama duydum zihnimin içinde. Elim başımı bulduğunda yutkundum. O lanet ise beni sağır edercesine yükseldi. Susturamadım. Kulaklarım kanatır derecesine geldiğinde ise ayakta kalamayacağımı hissettim. Ayaklarım yerden kayıp gideceğinde ise o ses bir anda kesildi. Gözlerim sesten dolmuşken ben zorlukla geldiğim masadan tutundum.
“Çisem. Çisem bana bak.”
Bana seslenişleri duydum. Tenime dokunulduğunda gözlerim tek bir noktayı buldu. İçki bardağına doğru uzandım. İçmek. İçmek onu ya susturacaktı ya da bas bas bağırtacaktı. Sonuç olarak ise acı çekmeyecektim.
“İyiyim. Başım döndü sadece.”
İçkiden yudumlayacağımda ise elimden alındı. Gözlerimi kapattım. Şuan sırası değildi.
“Başın falan dönmedi.”
O sesi tekrar duyduğumda alnımda bir el hissettim.
“Manyak.”
Sessizce fısıldadığımda o konuştu.
“Neyin var senin?”
Elini başımdan uzaklaştırdığımda sırası değildi. Tek isteğim ise içki ya da haptı. Deniz olsa her zaman yanında bulundururdu. Benim aksime. Şimdi ise... Acıyla yutkunduğumda gözlerimi araladım. Dolmasına ise engel olamadım. Yoktular. Kaan yoktu. Deniz yoktu.
“Kaçak.”
Bedenimi kendisine çevirdiğinde gözlerim gözlerini buldu. Bana telaşla bakıyordu. Benim ise düşüncelerim tek bir tarafta yığılmıştı yine. Çocukluğumdu bunu sağlayan. Ne halt ettiğini bilmiyordum ama artık duygularımı etkilediği kesindi. Yutkundum.
“Ağrı kesici bulabilir misin bana?”
Dediğim ile duraksadı. Bunu beklemiyordu.
“Ne? Neren ağrıyor?”
Nerem ağrıyordu? Derin bir nefes verdim.
“Başım ağrıyor.”
Eli tekrar başımı bulduğunda ben elini yavaşça tuttum. Tek amacım şuan onu yanımdan göndermekti. Çünkü çocukluğum hedefini bulmuştu. İçimde dolaşıp taşan hırs ondan geliyordu. Tek anlamadığım o çınlamaydı. Ama şuan onu umursayacak bir halde de değildim.
“Mutfakta olması lazım.”
Siyahlar gözlerimde dolaştı. Yalan söylediğimi gayet de anlamıştı.
“Sen emin misin başının ağrıdığına?”
Sinirle konuştum.
“İyi tamam kendim bulur-”
“Tamam. Tamam ben bulurum.”
Elimi tuttuğunda siyahlar halime anlam veremiyordu. Yine de inadımı bildiğinden yavaşça elimi bıraktı. Son bir kez daha beni kontrol ettiğinde derin bir nefes verdi. Arkasını döndüğünde gözlerim hedefini değiştirdi. Gelen kişinin gözleri gülerek üzerimde geziniyordu. Onun hemen yanında olan o yüz ise tam zıt bir halde bana bakıyordu. Sinirle. Eflal’in yeşilleri üzerimden ayrıldığında bulunduğu masadan sinirle ayrıldı.
“Çiso sen şimdi bu adamı niye gönder-”
“Arkamdan gelmeye kalmıyorsunuz.”
Hepsini uyardığımda çocukluğum bedenimi ele geçirdi. Ancak üzerimde öyle bir nefret vardı ki nereden geldiğini bile bilmiyordum. Kaynağı çocukluğumdu ama... Bir anda ne olmuştu? Adımlarımı kesen sertçe bileğimden tutulmam oldu. Gözlerim elaları bulduğunda bana sinirle bakıyordu.
“Ne halt ediyorsun sen?”
Elimi elinden ondan farksız bir biçimde kurtardım.
“Yapacaklarımı haber etmeye.”
Tekrar elimden tuttuğunda bana doğru eğildi.
“Bana bak, kendi kafana sıktırtmayı mı planlıyorsun sen?”
Çocukluğum beni hiç umursamadan daha da su yüzeyine çıktı. Ardından yavaşça tebessüm ettim. Elini tuttuğumda bileğimden yine kurtardım. Beni bırakması için ise onu da ezip geçmekten çekinmedim.
“Senin gibi ölüm korkum yok benim.”
Dediğim ile bedeni donuklaşırken ben umursamadan hedefime tekrar döndüm. Sait. Sait Uluç. Masada yalnız bir biçimde elinde içki bardağıyla beni bekliyordu. Yüzü gülüyordu. Beni sinirlendiren ana etken ise bu gibiydi. Masasına yaklaştıkça benim de yüzüm gülmeye başladığında gözleri üzerimde gezindi.
“Çisem Kalen. Bakıyorum da kafan iyice uçmuş.”
Yavaşça gülümsedim. Kendimi bir odaya kapatmıştım. Kendi isteğimle. Çocukluğumdu. Tüm bedenim ona aitti. Başkasına değil. İçimde giderek büyüyen hırsım onundu.
“Benden korkuyorsun.”
Aniden söylediğim ile yüzü donuklaştı. Ama bu ifadesi kısa sürdü. Hafifçe dediğime güldü.
“Benim gibi birisi sence neden senden korksun?”
Beni aşağılamaya kalksa da başaramadı. Derin bir nefes verdim. Ardından çekinmeden içkilerden birisini önüne doğru ittirdim.
“Uyuşturucu yok.”
Dediğime yavaşça güldüğünde kendiminkinden yudumladım. Başlıyordum. Bu işten artık kurtuluşum yoktu. Kanıma dokunmuştu. Canıma dokunmuştu. Sevdiklerimin yanımda olmama sebebi bu adamdı. Ona doğru eğildiğimde ise fısıldadım alayla.
“Sait. Sait Uluç.”
Adıyla seslenince yüzü gerilirken bardağını yavaşça sıktı. Ben ise tebessüm ettim.
“Sana artık çıkış noktası bırakmayacağım. Beni öldüremeyeceksin, benden kurtulamayacaksın. Elinde ne varsa alacağım.”
Tek tek cümlelerime yavaşça güldü. Ama gözlerinde bir kere olsun ben o korkuyu yakalamıştım.
“Bu sözlerinin desteği kim?”
Bana baktığında gözlerim etrafta gezindi. Ardından tanıdık o yüzde durdu. Fatih. Fatih Gür. Şirketi yöneten o isim. Yemekte tanıştığım o isim. Derin bir nefes verdim ve bu sefer doğruca ona baktım. Çekinmedim. Yapacağım her bir şeyi anlattım.
“Soy adım. Babam.”
Dediğim ile yüzü donuklaşırken susmadım.
“Babamı benden daha iyi kimse tanıyamaz bu hayatta Sait. Ve o adamın yaşamı boyunca önemsediği iki şey vardır. Birincisi gurur, ikincisi söz.”
İki parmağımı kaldırdığım gibi gözlerinin içine bakarak yavaşça ikisini de indirdim.
“Sen gururunu hiçe saydın, sözünü ise beni öldürmeye kalkarak es geçtin. Babamın seni vurması tek bir hamleme bakar.”
Bu dediğime alayla güldü.
“Sence baban olmasa bu işi yapamam yani öyle mi?” Bana doğru eğilen o oldu. “Çisem Kalen, babanı fazla büyütmüşsün gözünde. Baban o kadar işimin yanında bir hiç. Gitse ne gitmese ne? Senin kafana şuan sıksa-”
“Benim kafama şuan sıksan ne olacağını sana söyleyeyim.” Elimi kaldırdım ve etrafı işaret ettim. “Önce babam, babam seni tek kalemde harcar ve onun zekasını küçümsemen aptallık olur. Eren ve Aras. En büyük, en ihtiyaç duyduğun iki kişiye de bir daha ulaşamazsın ama o hamleni de anladım.”
Halimi alayla izlemeye devam etti.
“Neymiş?”
Gülümsedim ve mırıldandım.
“Onları da öldürür, hisseleri alırsın.”
Başını olumlu anlamda salladığında beni işaret etti.
“Sandığımdan zekiymişsin.”
Hafifçe gülümsedim ve can alıcı noktadan vurdum.
“İmzalattığın belgeler için suç duyurusunda bulundum.”
Dediğim ile gülen yüzü buz kestiğinde yavaşça tebessüm ettim.
“Küçücük çocuklara belge imzalatıp onları yaşından büyük göstermek sence ne kadar pahalıya patlar?”
Gerilen vücuduna göz gezdirdim.
“Daha bitmedi. Ve sen çok çabuk gerildin.”
Bana dün yaptıklarının her birisini bu gün misliyle yapacaktım. Bir anda bu hırsım nereden, nasıl çıkmıştı bilmiyordum. Ama düşündüklerim onu harcayacaktı. Burası kesindi. Çantamı masadan aldığımda konuşacağımı sandı. Ancak ben tebessüm ettim.
“Kızına dikkat et Sait Uluç. Senin gibi girmemesi gereken sulara girdi.”
Geçmek için adım atacağımda bileğimden sertçe yakaladı.
“Bana ba-”
“Sen bana bak.”
Elini sertçe kavradığımda çoğu bakış üzerimizdeydi. Bileğimden kurtardım ve sertçe kaldırdım. Anlamalıydı. Nasıl bir bela olduğumu görmeliydi. Bana yaptıklarını ona bedel bedel ödeteceğimi bilmeliydi. Sevdiklerime bir daha dokunmaması gerektiğini o aklına kazıyacaktı.
“Her şeyden vurabilirdin ama sen en keskin yerden vurdun. Yiğit’ten ya da olur da o iki çocuktan beni bir daha vurmaya kalkarsan bugün olacak olan her şey sana yapabileceklerime göre çok az kalır. Anladın mı beni?”
Elleri sinirden titremeye başladığında yavaşça gülümsedim.
“Bugün daha bitmedi Sait Uluç. Gece yarısından önce yaşamaya çalış”
Alayla söylediğimden sonra hiçbir şey olmamış gibi arkamı döndüm. İsterse kızını kastettiğimi sansındı. İsterse de parasını ve namı değer ününü. Çünkü ben ikisini de elinden alacaktım. Zorlukla tebessüm ettiğimde arkamı dönmüştüm ki konuştu.
“Yanılıyorsun.”
Bedenim dursa da arkamı dönmedim. O da bakmamı beklemedi.
“Ben seni daha en değerlinden vurmadım Çisem Kalen.”
Soy adımı bastırarak söylediğinde gözlerimi kapatıp zorlukla gülümsedim. Başımı yavaşça çevirdiğimde gözlerine baktım.
“İlk atış benden geliyor o zaman. Ayakta kalabilirsen vur beni.”
Son sözüm bunlar oldu. Arkama bakmadan ilerlediğimde ise son gördüğüm hala gülebilen yüzü olmuştu. Amacım oydu. Arsızca gülümseyebilen o duygularını hiç etmek. Gözlerim etrafı tararken bir noktada kesildi. Yasin Kalen. Bulunduğu masadan beni izliyordu. Bedenim duraksarken gözlerine baktım. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Ama bulamadım. Nefret, kızgınlık, sinir yoktu. Boştu. Yutkunduğumda önüme bir başkası geldi.
“Çiso bana lütfen güzel bir şey söyle.”
Gözlerim zorlukla sarışını bulduğunda bir şey diyemedim. Yapabileceğim tek şey belliydi. Masaya doğru ilerlediğimde bıraktığım çantama uzandım.
“Çiso bir şey der misin?”
Çantayı açtığımda herkesin gözleri üzerimdeydi. Rehberden kayıtlı o numarayı buldum. Düşünmeden aradığımda kimseye bakmadan çalmasını bekledim. Saniyeler içinde açıldı.
“Bana iyi haberi ver.”
Berk’in sesi tedirginlikle çıktığında salonun köşesinde olan o kameraya baktım. Sesimi duyamamış ama her şeyi izlemişti. Tırnaklarım derime battı. Bu bir savaştı ve kimseyi düşünemezdim. Üzgünüm. Yutkundum. Gözlerimi kapattığımda yapıp yapmamakta kararsız kaldım. Bir darbe zaten onlara gelecekti. İkinciye gerek var mıydı? Çocukluğum benim yerime onayladı.
“Yapalım.”
Gözlerimi açtım. Sarı bana ne olduğunu anlamak ister gibi bakıyordu. Elim boğazımı buldu.
“Emin misin? Bunun geri dönüşü olmaz.”
Berk her şeye rağmen sorguladığında derin bir nefes verdim. Emin miydim? Gözlerim Sarı’yı buldu. Yüzüme bakar mıydı?
“Biz nasıl baktıysak onlar da bakar. Bakmazlarsa da hepsini ezer geçersin.”
Çocukluğum kendi aptal fikrini bana sunarken tedirginlik içinde kaldım.
“Çisem.”
Berk adımı seslendiğinde elimi sıktım. Kaan yanında yoktu. Olsa çoktan konuşurdu. Bana fikrini alabileceğim bir kişi lazımdı ama yoktu işte. Bedenimin titrediğini hissettim. Zaaflarımdan birisi buydu. Onlar. İnsanın sevdiğinin, sevdiklerinin olması çok aptalcaydı. Ancak benim gözlerimi odakladığım yer karar vermemi sağladı. Sait Uluç bana bakarken zorlukla gülümsedim.
“Eminim.”
Tek bir kelimem ile telefonu indirdiğimde gözlerimi kapattım. Başlıyordum. Saat az kalmıştı. Zaman doluyordu.
“Çiso bana artık bir şey der misin?”
Sarı sinirle konuştuğunda gözlerimi araladım. Bana gerginlikle bakıyordu.
“Özür dilerim.”
Bu dediğimi beklemezken duraksadı. Yavaşça tebessüm ettim. Burada ki işim bitmişti işte. Şimdi her birinin yüzüne baktıktan sonra çekip gidebilirdim. Sarı hayretle kalırken benim gözlerim her birinde dolaştı. Herkes anlamaya çalışır gibiydi. Ben ise hiçbir açıklama yapmadan çantamı aldığım gibi arkamı döndüm. Bu kadar yeterliydi. Tüm bulduğum bilgileri onlara savaş olarak kullanacaktım evet. O gün... O gün o bilgisayarı bulduğumda az şey bulmamıştım. Üzgünüm Kerim. Beni o eve sokmamalıydınız. Çünkü ben uslu durmamıştım. Bilgisayarda olan tüm bilgiler, benim çok işime yarardı. Kimin bilgisayarı olduğunu bilmiyordum, patronları hala bir muammaydı ama benim işimi görmüştü. Salondan ayrıldığımda çıkışa doğru ilerledim. Babam falan artık umurumda değildi. Bir an önce buradan çıkmak-
Bileğimden tutulduğu gibi bedenim çekildiğinde şokla kaldım. Kızıl beni bir odaya kattığında sinirle mırıldandım.
“Delirdin mi sen?”
Bu dediğime güldüğünde kapıyı kapattı. Ardından sinirle bana baktı. Lakin bu kadar gergin olabileceğini beklemiyordum. İlk defa böyle görüyordum.
“Ne dedin Sait’e?”
Sinirli sorusuna ise yine aptalca güldüm.
“Ne oldu? Beni destekleyişinin sonuna mı geldik?”
Dediğim ile gerildiğinde bana doğru geldi. Ama dediğim gibi ilk defa bu kadar gözü dönmüş gibiydi.
“Benim sayemde burada olduğunu unut-”
“Ayaz.” Sesini netçe kestim. “Senin sayende burada değilim. Bunu o aklına sok.”
Dediğim ile bana biraz daha yaklaştığında uzaklaşmadım. Meydan okumam ona da mı gerekti? Yapardım. Çünkü canım zaten yeterince sıkılmıştı. Lakin dediğime sinire karışık güldüğünde eli boynunu buldu. Sakin kalmaya çalıştığını anlayabiliyordum.
“Öyle olsun.”
Elini boynundan çektiğinde beklemediğim bir biçimde sertçe çenemden tuttu. Bu ani hareketi ile canım yanarken o umursamadı bile. Yüzümü kaldırdığında elim yüzümü tutan bileğin buldu.
“Ama Çisem Kalen gözlerime iyi bak. Her şey olup bittikten sonra teşekkür edeceğin kişi benim çünkü.”
Elini kendimden uzaklaştırmaya çalışsam da izin vermedi. Mecburen geriye adımladığında beni kendisinden esirgemiyordu.
“Anladın mı beni?”
Tüm gücümle elini kendimden uzaklaştırdığımda sinirle ona ilerleyen ben oldum.
“Asıl sen bana iyi bak.” Bileğini daha da sıktım. “Sence birisine muhtaç gibi bir halim mi var?”
Cevabını beklerken o bu yakınlığı bozmadan gözlerime baktı. Bu siniri ne zaman yüklenmişti bilmiyordum. Sait ile konuşmamamı istediği belliydi. İlk defa bu kadar berbattı çünkü karşımda. Ancak siniri geçmedi. Beni ise küçümsemesi en beklemediğim oldu.
“Öyle muhtaç bir halde kalacaksın ki bana kendin geleceksin.”
Dediği ile bedenim duraksarken çocukluğum alayla güldü ve kontrolü eline aldı. En sevmediğim şeydi bu hayatta. Birisinin beni küçümsemesi en sevmediğim şeydi.
“Çok beklersin. Bugün yapacaklarımdan sonra asıl yanıma gelen sen olacak-”
“Ben senin yanındayım zaten!”
Bir anda bağırmasını beklemezken bedenim korktu. Çünkü tanıdığım adam bu değildi. Bana doğru adımladığında geriye gittim istemsizce.
“Neden yanındayım bunu hiç sordun mu?”
Sesi daha da kötüleştiğinde bana yaklaşmaya devam etti.
“Ayaz.”
Bedenim kapı yüzünden daha da geriye gidemezken o durmadı. Elini kaldırdığında gözlerimi kapattım. Parmağı sertçe başımı iteklediğinde bunu beklemiyordum.
“Kafanda ki o canavara güvendiğimden.”
Parmağı üzerimden ayrıldığında anlamamı ister gibiydi. Ama ben hiçbir şey anlamıyordum. Gözlerimi araladım. Çocukluğum ise bu sefer kendisini göstermekte çekinmedi.
“En büyük aptallığı bana güvenerek yapmışsın o zaman.”
Mavilerim korksa bile cüretkarca bakmayı sürdürdü. Bu halime ise yavaşça tebessüm eden Ayaz oldu.
“Güvendiğim sen değilsin.” Elini tenimde hissettiğimde bana doğru eğildi. “Güvendiğim çocukluğun Kalen. Bunu asla unutma.”
Yutkunduğumda onu iteklemek adına elimi kaldırmıştım lakin elimi yakaladığı gibi sertçe kapıya yasladı.
“Ve eğer bugünkü gibi kalbin ve zihnin arasında kalıp kalbini seçersen o kalbini susturmaktan çekinmem. Anladın mı?”
Sesi korkutucu bir boyuta ulaştığında gözü görmüyordu. Belki de oynadığı rolü bitirmişti. Gerçek oydu bu. Bilmiyordum. Ama bana gücünü bugün ilk defa gösteriyordu. Ama ben reddettim.
“Anlamayacağım.”
Sözümü net bir biçimde belirttim. Dediği hiçbir şeyi anlamayacaktım. Çünkü kalbimi susturmak, benliğimi hiçe saymak gibi bir planım yoktu. Elimi kapıya yaslayan elini meydan okurcasına sıktım.
“Olanlardan rahatsız oluyorsan o patronunun yanına dön. Çünkü bu yaptıklarım daha hiç. Duygularıma göre hareket edeceği-”
Sözlerim ile gerilen bedeni beni susturdu.
“Duygularına başlatma! Ne kızım senin duygun?”
Acırcasına söylediği bedenimi bir kenara iterken o durmadı.
“İki canın acıyınca Sait’in duracağını mı sanıyorsun? Sana yaptığı daha yapacakları arasında bir hiç! Onu küçük gördüğün her an seni daha da bitirecek ve sen bunu anlamayacak kadar aptalsın karşım-”
“Düzgün konuş!”
Sesim sesini bastırdığında acıyarak güldü bana.
“Gerçekler canını mı yaktı?”
İğrenen sesi canımı yakarken kalbimin acıdığını hissettim. Çünkü şuan durmuyordu. Karşısında nasıl bir halde olduğumu gayet de görüyordu. Ama sanki bu halimi bitirmeye, yok etmeye oynuyordu.
“Seni kurtarmadım ben.” Tuttuğu elimi çektiği gibi karnına götürdüğünde düşünmeden kurşun yarasına bastırdı. “Bu kurşunu aptal kalbin için yemedim. O yüzden son kez uyarıyorum kendine çeki düzen ver.”
Yarasına biraz daha bastırdığında gözlerimi kapattım. Elime bir sıcaklık geldiğinde onun kanı olduğunu biliyordum. Gözlerimi açtığımda yüzüne baktım. Onun ise canı sanki acımıyor gibi hala sinirle bana bakıyordu. Sesimin kısık çıkmasını umursamadan fısıldadım.
“Nasıl bir delisin sen?”
Gözlerime sorumu duymamışçasına bakarken boşta kalan eli saçlarıma uzandı. Önüme gelen tutamı geriye iterken ise mırıldandı.
“Önce seni özüne döndür-”
Elini sertçe iteklediğimde elimi elinden kurtardım. Bedenini ittirdiğimde ise bağırdım.
“Benden uzak duracaksın!”
Sesim odada yankılanırken tekrar sinirlendiğini gördüm. Bana doğru yaklaştığında ise düşünmeden kolyeme uzandığım gibi tuşa bastım. Keskin ucu ona doğrulttuğumda bedeni bana yaklaşamadı.
“Asıl beni çok merak ediyorsan, sana da göstermekten çekinmem.”
Sinirli sesime karşın gözlerim doldu. Çünkü dayanamıyordum. Her bir taraftan itilmekten, vurulmaktan yorulmuştum. Gözleri çıkarttığım şeye bakındığında umursamadı. Gözleri gözlerime baktığında bana doğru bir adım attı.
“Yaklaşma dedim.”
Çocukluğum gün yüzüne çıkmak adına bekliyordu. Onu engellemem ise karşımda ki adama bir şey yapacak olursam başıma alacağım işlerdi. Kahretsin ki onu öldürürsem beni ölü haliyle bile rahat bırakmazdı. Bana bir adım daha attığında yavaşça gülümsedi.
“Senden uzak durmayacağım. Kafandan bu ihtimali sil artık Kalen.”
Ona doğrulttuğum elimi sertçe tuttuğunda uzaklaştırmak yerine tam olarak boynuna götürdü.
“Diğer dediğine gelecek olursak da asıl seni gayet iyi biliyorum.”
Gözümden bir yaş süzüldüğünde elimi boynuna yasladı. Boşta kalan eli gözümden akan yaşı yavaşça sildiğinde ise fısıldadı.
“Misal, asıl sen bu şeyi hiç düşünmeden boynuma yaslardı. Ama sen karşımda ağlıyorsun.”
Gözümden bir yaş daha aktığında fısıldadı.
“Çünkü beni öldürmekten de korkuyorsun.”
Keskin ucu doğruca boynundan geri sürteceğinde elimi uzaklaştırmak adına kendime çektim. Elimi bıraktığında ise yavaşça tebessüm etti. Şokla ona baktım. Elimi çekmesem... Kendisini öldürür müydü? Bu adamın en büyük korkusu ölüm değil miydi?
“Ne yaptın sen?”
Korkuyla ona baktığımda gözlerime bakındı. Sorumu es geçti.
“Önce o aptal kalbini susturacağım. Sonra da korkularını.”
“Ölebilirdin!”
Haykırdığımda o bunu umursamadı bile. Gözümden bir yaş daha süzüldüğünde artık gerçekten korkuyordum. Çünkü karşımda çocukluğumdan farksız bir adam vardı. Ama beni de delirtmeyi başarmıştı. Sinirim ve korkumla ittirdim bedenini.
“Sen bana böyle bir konuda nasıl güvenirsin!”
İçimde ki canavarın öldürme isteğini bilmemesi imkansızdı. Ya elimi çekmeseydim. Bir kez daha ittirdim bedenini.
“Aklını mı kaybettin sen!”
Gözümden bir yaş daha süzüldüğünde sinirim ile son bir kez daha ittirdim. Bedeni gerilediğinde ise sertçe göz yaşlarımı sildim. Ardından elimi tehditkar bir şekilde kaldırdım.
“Bana bak Ayaz Kartal.” Nefes nefese soludum. “Nasıl bir kafan var bilmiyorum ama beni kendinden korkutamazsın anladın mı? Sözlerinle sindiremezsin. Ve sana asla güvenmeyeceğim!”
Küçük jileti ona doğrulttuğumda yavaşça tebessüm ettim.
“Çünkü benim senden de beter bir sığınağım var.” Çocukluğumdu. “Dediğinin aksine ise o sığınağa sığınmayacağım. Kendimden vazgeçmeyeceğim asla. Çünkü çocukluğum hariç sevdiğim insanlar var.”
Dediklerimin ardından arkamı döndüğümde derin bir nefes verdim. Ne yaşıyordum ben? Korkum büyürken odadan çıkmak adına adımlayacaktım ki alayla çıkan o sesini duydum.
“Eren Korlu gibi mi?”
Bedenim dediği ile duraksarken umursamamaya çalıştım. Tekrar adımlayacağımda ise bana doğru geldiği gibi bedenimi sertçe çevirdi. Ama uslu durmadım. Elimdekini yüzüne doğru savurduğumda beni kendisinden kaçırdı. Elimi kavradığı gibi bedenimi ters çevirdiğinde acıyla gözlerimi kapattım. Bedenimi kapıya yasladı ve elimi büktü. Biraz daha yaparsa kırılacaktı. Acıyla nefes verdim.
“Söylesene! O piçe mi güveniyorsun!”
Sesi hemen yanımda gelirken gözlerimi araladım. Gözü dönmüştü. Görmüyordu. Gözümden bir yaş daha süzüldüğünde gücünü unuttuğumu anladım. Aslında unutmamıştım. O bu güne kadar bana böyle davranmamıştı. Kendisini daha yeni gösteriyordu.
“Canını acıtmamak adına sustum. Ama senin anlayacağın yok.”
Kulağımın yanından konuştuğunda elimi biraz daha çevirdi. Acıyla inledim. Durmalıydı. Derhal durmalıydı. Ne içip böyle olduğunu bilmiyordum ama bir an önce durmalıydı.
“Ayaz.”
Adını söylediğimde bırakmadı.
“Sana gerçekleri bizzat göstermemi ister misin? O adamın seni nasıl parmağında oynattığını?”
“Ayaz.”
Gözümden yaşlar süzülürken tek diyebildiğim ismiydi. Ama içimde giderek büyüyen çocukluğum beni asıl korkutandı. Beklemediğim ise bir anda beni bırakması oldu. Kolumun acısı biter sandığımda ise durmadı. Kapıyı açtığı gibi beni kendisiyle birlikte çıkardığında artık olan bitene yetişemiyordum. Lakin çocukluğumu tamamen üzerine salmama çok az kalmıştı. Dayanamıyordum çünkü. Koridor boyunca adımladığımızda salondan giderek uzaklaştık ve bu beni daha da korkuttu. Işığı yanan bir yere doğru adımladığımızda korkuyla konuştum.
“Ayaz.”
İsmini söylemem ile adımları döndüğünde bedenimi ittirdiği gibi duvara yasladı. Bu yaptığını anlamazken üzerime doğru eğildi.
“Neredeydi Eren’in? Tüm her şey olup biterken söylesene neredeydi?”
Fısıldamasına anlam veremezken o bileğimi daha sıkı tuttu.
“Ona öyle aptal bir biçimde güveniyorsun ki seni suya itip boğulmanı beklediğinin bile farkında değilsin.”
“Ne?”
Bedenime artık yeni bir endişe yüklenirken korkuyla elalara baktım. Bu halime acıyla tebessüm etti ve parmağı dudaklarımı buldurdu.
“Sadece dinle Kalen.”
Onun yakınlığına sinir olup ne saçmaladığını haykıracağımda ise ışığı yanık o yerden bir ses geldi.
“Cidden böyle bir duruma düşecek kadar aptal olamazsın.”
İçeriden tanıdık o ses geldiğinde dakikalardır korkumun yersizliğini anladım. Çünkü asıl korku şimdi başlıyordu. Kalbim korkuyla attı. Eflal’di bu. Elalar yavaşça tebessüm etti.
“Efla-”
“Kız delinin teki farkında mısın?”
Duyduğum sesler kalbime korkuyu yerleştirirken ne yapacağımı bilemedim. Çünkü ikisi buradaydı. Manyak ve o kız. Mavilerim korkuyla kapıya baktığında ise beni asıl korkutan o cümle elalardan geldi.
“Söylesene Kalen.” Bana doğru eğildiğinde fısıldadı. “Korlu sana daha önce bu kadın ile nişanlandığını söyledi mi?”
Algımı kaybettim sanki. Dedikleri bedenimi titretirken o bu halime acıyla tebessüm etti. Gözümden bir yaş süzüldü. Ne demişti? Bir yaş daha aktığında başımı olumsuzca salladım. İnanmıyordum. Yalan söylüyordu. Manyak demişti ki aramızda bir şey...
“Yalan söylüyorsun.”
Fısıltım ile gülümsediğine başını olumsuzca salladı.
“Düzgün konuş.”
Manyak’ın sinirli sesi içeriden geldiğinde bedenim daha da titredi. Ardından kendimi inandırmak adına tekrar aynı şeyi söyleyebildim.
“Yalan söylüyorsun...”
Gözümden bir yaş daha süzüldüğünde akan yaşı silen karşımda ki adam oldu. Elalarda olan sinir giderek solarken ben inanmak istemedim.
“Haline bir bak! Sen bu musun? O kızın arkasında daha ne kadar koşturabileceğini sanıyorsun! Gerçekleri öğrendiğinde sana bakacak mı sanıyor-”
“Bana bak haddini bil!”
Sesler giderek yükselirken destek aldığım kişi elalar oldu. Çünkü nefes alamadığımı hissediyordum. Bedenimin titreyişi arttı. Yalandı. Aralarında bir şey olsa Manyak bana söylerdi. Destek aldığım beden ise halime acıyarak baktı.
“Dediğim gibi. Gerçekleri gör ve yanıma gel.”
Sözleri bıçak gibi bedenime saplanırken beni tutan eli bedenimi bıraktı. Ona şokla baktığımda ise arkasını döndü. Beni bu halde bırakıp giderken gözümden bir yaş daha aktı. Kabus muydu? Bu yaşananlar kabustu. Ben daha uyuyordum. Sabah Manyak ile birlikte uyuyordum. Bunlar rüyaydı.
“Babam sence ona daha fazla ne kadar katlanacak? Yasin ölmesine dünden razı olacak zaten. Senin tek sığındığın o iki yüzlü adam. Adam kıza babalık bile yapmamış. Öldürmesine mi engel olacak sence para için?”
Eflal’in cümleleri göğsüme birer ok gibi saplanırken görmek istedim. Tüm bunların yalan olduğunu görmek. Zorlukla o kapıya doğru bir adım attım. Babam... Babam bana babalık bile yapmamıştı ama ölmeme izin vermezdi. Yanılıyordu. Ben ölmeyecektim.
“Çisem ölme-”
“Çisem babama diklenerek bugün son ipi de kendisi çekti. Anla artık bunu!”
Manyak’ın inançlı sesini Eflal böldüğünde gözümden akan yaşlara artık engel olamıyordum. Kapıya zorlukla geldiğimde göreceklerime güvenerek mavilerimi onlara çevirdim. Siyahlar bana ihanet etmez, tüm bunlar yalan dedim. Ona güvendim. Ama gördüklerim beni bitirdi. Zaman dondu. Bedenim daha da titredi. Ellerimi sıktım. Gözlerim doldu. Çünkü karşımda olan adam yıkılmıştı. Bedeni çökmüş, tezgaha tutunmuştu. Benim için gelmişti o buraya. Hap almaya gelmişti... Nefes alamadım. Göğsüme hava gitmedi. Ne oluyordu? Olan her neyse bir an önce son bulmalıydı.
“Bak anlıyorum.” Eflal ona doğru yaklaştığında kalbim sızladı. “Sevmişsin. Ama Eren, o kızın sonu belli. Elinden bir şey gelmez.”
Siyahlar gözlerini acıyla kapattığında sanki silah çekildi kafama. Çünkü gördüm, o bu gerçeği kabul etti. Kalbime bir kurşun saplandı. O benim ölümümü kabul etmiş gibi acıyla gözlerini kapattı. Öldürmüş müydü beni? Yaşayan ben öldüm. Gördüklerimi yalanladı bedenim. Ama bitmedi ki olanlar.
“Benim yüzü-”
“Eren. Çocuk gibi kendini suçlamayı, ona borçlu hissetmeyi bırak. Kabullenmen en iyisi. Babam dedi. Bugün değilse yarın... Onun ölümü yakın.”
Siyahlar karşımda benim ölümümü acıyla kabul ettiğinde iki eli yüzünü buldu. Nefes alamadım. Tırnaklarım derimi kanatırken gözümden bir yaş süzüldü. Lakin gördüklerim beni daha da bitirdi.
“Sadakati takdir ederim ama ikili olunca güzel olur bu.”
O sözler zihnimde yankılanırken siyahlarını kapattığı eli başka bir el tuttu.
“Eren...”
Gözümden bir yaş daha süzüldü. İzlemek istemedim. İçeriye girip haykırmak istedim. Ama çocukluğum acımadı. Görmemi istedi. Sevdiğim adamın bana olan tavrını görmemi istedi. Ayaz dediklerinde haklı çıktı. Çünkü ona olan güvenim beni bir kez daha dibe sürükledi. Boğuldum. Çığlıklarım kendi içimde kayboldu. Kendi göz yaşlarımda boğuldum.
“Eren sen böyle birisi değildin. Benimleyken böyle değildin. Kendini bir oyuna kaptırmış gidiyorsun ama oyun sona erecek.”
Elini tuttuğunda Eflal’in tebessümünü gördüm. Dün gece benden uğruna kaçırdığı o siyahlar yine berbattı. Ama karşısında olan kadından kaçırmadı gözlerini. Benden kaçırdığı gözlerini bu kadından kaçırmadı. Benim ölümümü onunla kabul etti karşımda.
“Biliyorum.”
Sesi beni bitirirken gözlerimden yaşlar sessizce döküldü. Ben yine sadece kendimi kanattım.
“Özür dilerim.”
“Sana yaşattığım ve yaşatacağım her şey için özür dilerim.”
Nefessiz kalmamı o sağladı. Bu yüzden miydi özür dilemesi? Bu yüzden mi gözlerime öyle bakmıştı? İlk defa sesini bu kadar çaresiz duydu bedenim. O çaresiz ses ise ölümüm içindi. Yaşayan beni öldüren kişiydi o. Siyahların dolduğunu gördüm. Acıyla kapattığında ise beni daha da bitirdi.
“Eflal bak o daha çocuk gibi. Gözümün önünde o çocuğu öldürecekler ve elimden bir şey gelmi-”
“Eren...”
Gözlerimden yaşlar süzüldü. Ama asıl o cümleleri acımadan söyledi Eflal.
“Bir kız çocuğu ölebilir ama tek bildiğim ne biliyor musun?” Uğruna ölebileceğim o siyahlar başkasına da bana baktığı gibi baktığında gözlerimden bir yaş daha süzüldü. “Bir erkek çocuğunun daha delirmeyeceği, senin kendine geleceğin, tüm bu gizli saklıların biteceği...”
Cümleler zihnimden geçti. Her birisi başka bir yeri kanattı. Ama kalbimi asıl kanatan şey o siyahlar oldu. Benden başkasına böyle güzel bakamaz dediğim adam ona baktı. Karşımda o gözlere baktı. Öyle güzel baktı ki bütün anılarımızın hatırası benim kalbimde yaşamına son verdi. Öldüm. O siyahlar uğruna bugün gerçekten öldüm. Çünkü ben ilk defa... İlk defa kalbimin ihanete uğramasıyla karşı karşıya kalmıştım. Ve dayanamıyordum.
“Onun sana iyi gelmediğini biliyorsun.”
Gözlerim bitsin istedi. Ama olan oldu. Eflal topuklularının üzerinde yükseldiğinde akan göz yaşlarım durdu. Nefes alamadım.
“Bizi bir düşünsene sadece Eren. Benimleyken sen böyle miydin?”
Yapmaz dedim. İzin vermez. Ama benim her bir dediğim, düşüncem yalan oldu. Ona ben bir kez daha güvendim ama o ittirmedi bile. Daha fazlasına bakamayacağımda elim çığlıklarımı bastırmak adına ağzımı kapattı. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Bir dokunuşuyla alev aldığım o beden başkasına dokunmuştu. Ben kendimle onun uğruna savaş verirken o benimle başkasını kıyaslamıştı. Gördüklerim, duyduklarım ile dona kalırken acı tüm bedenime yayıldı. Nefes alamazken bulunduğum duvardan zorlukla ayrıldım. Bedenim afallayarak ilerlediğinde gözlerimden yaşlar aktı. Kalbim ilk defa bir ihanet gördü. İlk defa bunu tattı. Koridorda kendimde kalmaya çalışarak ilerlemeye çalıştığımda ise bedenim dayanmadı. Duvardan birisine tutunmaya çalıştım. Lakin bedenim dayanmadı. Bulduğum ilk odaya kendimi kattığımda kapıyı kapatmam ve yere yıkılmam bir oldu. Gözlerimden yaşlar süzülürken bastırdığım sesim tüm acısını bana gösterdi. Kalbim atamadı. Ben sadece deli gibi ağlayabildim. Gördüklerimi sindiremedi bedenim. Tek isteğim bu kabustan beni onun uyandırmasıydı. Bana yine tebessüm etmesiydi. O gözlerin sadece bana öyle bakmasıydı. Kalbimi hızlandırması, kokusunu solumaktı. Heyecanla ellerimi omzuna dolasam ona sarılsaydım. Bana yaşananların yalan olduğunu söyleseydi. Ağlamam nefes alamayacağım bir boyuta ulaştığında avuç içimde bir ıslaklık hissettim. Onun sardığı ellerim kanadı. Onun kabuk olduğu acılarım tek tek gün yüzüne çıktı. Manyak... Manyak bana bunu yapmazdı ki.
“Kaçak.”
“Söyle güzelim.”
“Benimle kaçmazsın yani öyle mi?”
Acıyla inledim. Bu kadara dayanamazdım. Çoktu. Ellerim nefes alamayan boğazımı buldu. Ama kabullenemedim. Ona olan güven duygum öyle güçlüydü ki gördüklerini sindiremedi. Hala yapmadığına inanmak istedim. Bağıra bağıra inkar etmekti dileğim.
“Korkma.”
“Ben varım.”
Titreyen bedenim duymak istemedi. Ellerim parçalarcasına kulaklarımı bulurken gülüşü gözümün önünden gitmedi. Gözleri.
“Bilerek yaptım.”
“Mavi yakışmış.”
“Kim olduğunu görebiliyorum Kaçak.”
Manyak. Bana sevgiyle bakan o siyahlar. Ellerimden, kanlı parmaklarımdan tutuşu, sesi, kokusu, yaptıkları...
Elimde sıkıca tuttuğum o küçük jilete baktım. İlk defa düşünmeden kesmek istedim bileğimi. Onun sardığı parmaklarımı kesmek istedim. Gerçeğe uyanmak istedim. Çünkü ben hala o siyahların düşündeydim. Kendimi ise o rüyadan çıkartamadım. Kalbim oraya aitti çünkü. O adama. Ama o... Gözlerimden yaşlar süzüldü. Soğuk zeminde öylece kaldım. Ne gördüğümü unutmak, kafamı bir yerlere vurmak istedim. O ya da hiçti çünkü. Kalbim onsuz bir hiçti. Düğümlediği bedenimi ondan kopartamazdım ki ben. İnandığım o gözlere nefretle bakamazdım. Ama o... Mavilerimi öldürmüştü. Bugün beni bir mezara gömmüş, kalbinin üzerine benimle birlikte toprağa gömmüştü. Ölmeyeceğime en olmayacak o adam bile güvenirken o beni nasıl ölü görebilirdi! Beni nasıl... Beni nasıl öylece bırakabilirdi... Hani kaçsam bile kovalardı? Yorulmuş muydu? O yüzden mi öldürmüştü? Öleceğime bu yüzden mi inanmıştı? Her şeye tamamdım. Ama neden... Neden ona izin vermişti? Boğazım düğüm düğüm oldu. Ağlayan sesim kısıldı.
Benim gözlerimin önünden anılarımız, yaşadığımız her bir an gitmezken... O gözlerimin önünde beni bir suyun içine itmiş, boğulmamı bekliyordu. Başarmıştı da. Çünkü artık nefes alamıyordum...
...
Biliyordum. Böyle olacağını biliyordum. Demişti bana. Kimseye bu kadar bağlanma diye beni defalarca kez uyarmıştı. Ama ne yapabilirdim ki? Beni sevdiğine öyle güzel inandırmıştı ki benim onu sevmekten başka çarem kalmamıştı. Tüm umutsuzluklarıma çare olmaya çalışmış, beni kendisine umut etmişti. Onun uğruna yaşarım dedirtmişti bana. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Onun uğruna yaşıyordum evet ama beklemediğim burada olmuştu. O ölmüştü. Siyahlar bana kendini öldürtmüştü. Uğruna yaşayabileceğim, ölebileceğim o gözler beni yarıda bırakmıştı. Sen git, ben gelirim diyen sözleri beni yarıda bırakmıştı. Yolun ortasındaydım. Onu bekliyordum. Gelmesini ve beni almasını. Oysa gelmeyeceğini biliyordum. Sanırdım ki ikimizden birisi ölecek. Ama o ikimizi de öldürmüştü. Parmağımda gezdirdim jileti. Her birinde yeni yeni yaralar açıldı. Canım ise yanmadı. Giydiğim elbiseye kanlarım aktı ama ben acıyan kalbimin derdindeydim. Artık ses çıkartamıyordum. Gözlerimden yaşlar her aktığında gözlerim ağlamamam adına artık haykırıyordu. Çünkü bitmişti. Ne ağlayabileceğim göz yaşım, ne de seslenecek gücüm vardı. Boşluktaydım. Onun gelmesini hala bir umut bekliyordum. Buna itiraz edemezdim işte. Elimden kan damlaları süzüldü. Acıyla yutkundum. Telefonum çantamın içerisinden bir kere daha çaldı. Ama açamadım. Kılımı bile kıpırdatamadım. Diyorum ya. Ölmüştüm. Kalbimin yasıydı bu. Ben kendi kalbime üzülüyor, kalbim ise hala son çırpınışlarını ona atıyordu. Ölüyordum lan. Gerçekten ölüyor gibi hissediyordum çünkü. Gözlerimin önünden o an gitmiyordu. Siyah topuklularının üzerine yükselmiş ve... Elime sertçe jileti bastırdığımda gözlerimi kapattım. Canım yandı. Ama kalbimin acısı daha ağırdı. Kalbime saplasam geçer miydi bu acı? Tek düşünebildiğim buydu. Dakikalar geçmişti. Haykırışlarım son bulmuştu. Sadece bekliyordum. Neyi beklediğim ise muammaydı. Kalbim onu bekliyordu. Zihnim ise gelmeyeceğini biliyor ama o da bir şeyi bekliyordu. Belki de beklediği kalbimin tamamen susmasıydı. Çırpınışlarının bitmesini bekliyordu belki. Telefonum bir kez daha çaldı. Uzaktan gelen o siren seslerini duyabiliyordum. Saat on ikiye geliyordu muhtemelen. Gitmem gerektiğini biliyordum. Ama gidemiyordum işte. Elimde kolumda can yoktu.
“Çisem!”
Dışarıdan bir bağırış hissettim. Adımı bir kez daha seslendiler. Gözümden bir yaş daha aktı. Geliyorlardı işte. Ortalığı karıştırmıştım. Zihnim tüm bunları en ince detayına kadar düşünmeyi başarmıştı. Ama ben yine yanılmış, en beklemediğim yerden vurulmuştum. Yine. Yine kalbimden vurmuşlardı. Ve yine en beklemediğim kişi vurmuştu. Manyak... Neden? Neden izin vermişti? Hiç mi düşünmemişti beni? Neler hissedebileceğimi hiç mi tahmin etmemişti? Ona olan sevgimi hiç mi görmememişti...
“Çisem!”
Telefonum bir kez daha çaldı. Siren sesleri yaklaşıyordu. Ortalık birazdan karışacaktı. Tek düşündüğüm ise ölümdü. Ölürsem intikamımı kim alacaktı peki? Ya da yaşarsam intikamımı alabilecek gücüm elimde olacak mıydı? Asıl soru buydu.
“Berk yok hiçbir yerde!”
Hemen dışarıda gelen o sese aldırış etmedim. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Kapı hızla açıldığında kimin geldiği umurumda değildi.
“Çisem.”
Başımı kaldıramadım. Tek yapabildiğim avucumun içinde jileti biraz daha kaydırmak oldu. Çisem. Kaçak değildi. Çisem’di.
“Çisem!”
Kapı hızla açıldığında gözümden bir yaş daha öylece süzüldü. Çok canım yanıyordu. Görmüyorlar mıydı?
“Çisem bana bak.”
Bedenimin yanına bir bedenin geldiğini hissettim. Siren sesleri daha da arttı. Başım nazikçe tutulduğunda daldığım noktadan ayırdı gözümü. Bana şokla bakan o yüzü gördüm. Kerim. Gözlerimin akıttığı yaşları nazikçe sildi ama gözlerinde olan o korkuyu gördüm.
“Ne yaptın sen kendine böyle?”
Bana dehşetle baktığında kalbim daha da acıdı. Ben mi yapmıştım? Suçlu ben miydim? Yine mi... Yüzümde olan elleri ayrıldığında ellerime uzandı.
“Çisem.”
Acıyla fısıldadığında elimde tuttuğum jileti zorlukla aldı. Derim yine kanayıp giderken sıkıntıyla yutkundu. Jileti atabileceği bir yer düşündü ama yoktu. Çünkü polis birazdan tüm evi armaya gelecekti. Kanlı parmaklarımı sakince kaldırdım.
“Çisem bana bir şey söyle hadi.”
Jileti tuttuğumda bana korkuyla baktı. Ben ise fısıldadım.
“Bırak.”
İlk düşündü. Ama siren sesleri arttığında başka çaresinin olmayacağını anlamış olmalı ki korkuyla bıraktı. Küçük jilet elimde yer edinirken diğer kanayan elimle kolyemi tuttum. Bu artık burada kalacaktı. Üzerinden kendi kanımı silmeyecektim. Bana bu günü hatırlatacaktı. Küçük o yerine oturttuğumda telefonum tekrar çaldı. Kerim derin bir nefes verdiğinde çantama uzandı. Ben ise dalmış olduğum o boşluğa geri döndüm.
“Buldum. Bana konum gönder ve diğer herkese de ilet tamam.”
Gözlerimi kapattım. Ölmek istiyordum. Gerçekten tek dileğim buydu şuan. Beni Tanrı alsındı artık yanına. Çünkü ben kendimi öldüremezdim. Gücüm yoktu. Ağrıyan kalbimi sustursundu. Kerim yanımda çantamı omuzuna aldığında bana doğru eğildi.
“Gidiyoruz.”
Bedenimi kendisi kaldırdığında hareket etmedim. Gözümden bir yaş daha aktı. Gücüm yoktu. Gerçekten hareket etmeye bile gücüm yoktu. Benimle koşuştururken dışarıdan gelen polis sesleri arttı. Koridorda öylece koşarken içeriden gelen telaş seslerini duyabiliyordum. Yavaşça tebessüm ettim. Tüm bunları ben yapmıştım. Gözlerimi zorlukla kapattığımda biz koşturmaya devam ettik. Bir kapının açılması ve bedenimin soğuk havaya çıkması bir oldu. Kerim ise durmadı. Ancak seslenmesi bir oldu.
“Bulut! Kapıyı aç!”
Siren seslerini net bir biçimde duyarken diğer o sesi duydum.
“Çisem! İyi mi?”
Gözlerimi açmadım. Bedenim koşmaktan sarsılırken adımlarımız yavaşladı.
“İyi, aç kapıyı.”
Gözlerimi zorlukla araladığımda ön kapıyı açtılar. Araca bindirildiğimde Kerim hızla konuştu.
“Kim ihbar etmiş!”
Bağırışı yankılanırken açtığım gözlerimle etrafa baktım. Ben yaptım demek istedim ama tek yaptığım gözümden bir yaş daha süzülmesi oldu.
“Bilmiyorum.”
Bulut’un sesini duydum.
“Eren’ler daha içeride. Bizi takip etmemelerini sağlayın bir şekilde. Çok kan kaybetmiş.”
Kapım sertçe kapatıldığında yavaşça tebessüm ettim. Kaçamayacaklardı. Herkes burada sıkışacaktı. Diğer kapı saniyeler sonra açıldığında araç hızla hareket etti. Yutkunduğumda öylece bakındım. Kerim Berk’in attığı yolu açtığında ise polis seslerini biraz olsun geride bıraktık.
“Çisem. Çisem hadi bana bir şeyler anlat güzelim.”
Gözlerim çıktığımız tepede gezindi. Arkamızdan bir polis aracının geldiğini fark etmem ise uzun sürmedi. Yavaşça tebessüm ettim. Kerim küfrederken ise beklemediğim hemen arkamızdan bir aracın doğruca polisin önüne kırması oldu. Tebessümüm son bulurken Kerim yavaşça tebessüm etti.
“Helal olsun.”
Aracın hızı artarken ormanlık o alana girdik. Yutkundum. Bina aşağımızda kalmaya başlamıştı. Ve bildiğim kadarıyla birazdan görebilecektim. Yavaşça fısıldadım.
“Ben yaptım.”
Kerim bana döndüğünde dediğimi anlamadı.
“Ne?”
Gözlerim gözlerini bulduğunda acıyla tebessüm ettim.
“Ben yaptım.”
Dediğimi anladığında gülen yüzü donuklaştı. Aracın hızı yavaşlarken gözümden bir yaş daha süzüldü.
“Çisem ne dediğinin farkında mısın sen?”
Aracı aniden durdurduğunda acıyla nefes verdim. Sesi sinirlenmeye başlamıştı. Aracın ekranında olan saati buldu gözlerim. On iki olmasına on beş dakika vardı. Bu gün daha herkesin canı çok yanacaktı. Göz yaşlarımı elimin tersiyle sildim. Görebileceğim o yere baktım. Binanın önü polis araçlarıyla kaplıydı. Fatih Gür’ü almaya gelmişlerdi. Silah işi on dakika sonra patlatılacak ve suçlusu bu adam olacaktı. Tüm bunları ben yapmıştım. Üstüne bina Aylin’in üzerineydi ve uyuşturucu ihbarında da bulunmuştum. Beni durduran olmamıştı. Savaşı böyle başlatmıştım. Yanıp sönen o ışıklara baktım. Mavi ve kırmızı. İhanete ihanetle karşılık verecektim. Yüzüme bakmayacağı için canım çok yanmıştı. Oysa ben en başından yanılmıştım. Pişman değildim. Çünkü hepsi beni çoktan ezip geçmişti.
“Çisem!”
Kerim bağırdığında korkuyla sıçradım. Gözlerimden tekrar yaşlar süzüldüğünde ise ona döndüm.
“Canım çok yanıyor.”
Acı feryadım ile kızgınlığı bir yana giderken ben acıyla konuştum.
“Dayanamıyorum Kerim.”
Gözlerimden yaşlar süzüldüğünde kesinlikle bunu beklemiyordu. Çünkü ben acımı bile kolay kolay anlatamazdım ki. Ama kalbimin yükü bu sefer bana bile çok ağır geliyordu.
“Daha en fazla ne olabilir dediğim an daha fazlası oluyor. Daha nereden vurabilirler dediğimde daha fazla vuruyorlar. Ya ben de insanım ya!” Dayanamıyordum. İçimde olup bitene artık yetişemiyordum. “Hak ettim. Tüm bu yaşananları hak ettim biliyorum ama...”
Gözlerimden yaşlar süzüldüğünde fısıldadım.
“Beni bu hale getiren ben değildim ki. Güzel bir hayatım olsun istedim sadece. Çocukluğum bok gibi geçti tamam dedim. Bitti. Hayat benden alabileceği her şeyi aldı. Huzurluyum artık dediğim an asıl her şeyin yeni başladığını anladım.”
Hıçkırıklarım sanki hiç geçmemiş gibi tekrar bedenimi sardığında gözlerimi kapattım.
“Savaşırdım. Yemin ediyorum bununla da savaşırdım ama olmuyor. Güvendiğim herkes tarafından vurulmaktan yoruldum. Her gülümsedikten sonra dakikalarca sesimi bastırarak ağlamaktan yoruldum. Gözümün içine baka baka söylenen yalanlardan, saklanan sırlardan yoruldum. Sevdiklerim uğruna kendimle çelişmekten ne gücüm kaldı ne de takatim. Ölüyor gibi hissediyorum...”
Göz yaşlarım süzülürken beni kendisine çeken o oldu. Elleri beni sardığında geçti der gibiydi. Ama geçmiyordu. Geçmeyecekti. Ağlayacak ne göz yaşım ne de dermanım vardı. Bitiyor gibiydim gerçekten.
“Çisem. Ben yanındayım.”
İnanmak istemedim. Her inandığımda ayrı bir yanımdan vuruluyordum çünkü.
“Sana yemin ederim ki ben yanında olacağım. Her ne olursa olsun.”
Göz yaşlarım onun omzunu ıslatırken bekledi. İyi olmamı bekledi. Ama iyi olabilecek gibi değildim. Bitiyor gibiydim. Zorlukla ondan ayrıldığımda göz yaşlarımı kendim sildim. Ardından zorlukla yutkundum.
“Kerim.”
Gözleri üzerimdeyken beklemediği o cümleleri kurdum.
“Bana şimdi, şuan her şeyi anlatır mısın?”
Dediğim ile bedeni donuklaşırken gözümden bir yaş daha aktı.
“Lütfen. Güvendiğim herkes suskun.” Eline uzandığımda bana cevap veremedi. “Sen de yapma, lütfen.”
Yıkılmışken artık tam yıkılmak istiyordum. Çünkü eğer kendimi tekrar toparlarsam ve daha sert düşersem... İşte o zaman kimse beni ayağa kaldıramazdı.
“Çisem...”
Adımı fısıldadığında devamını getiremedi. Ben ise gözlerine umutla baktım. Söylesin istedim. Her ne olacaksa olsun ve bitsin. Ağzını açtığında ise beklemediğim bir ses geldi.
İkimiz de fren sesiyle yerimizden sıçrarken gözlerim sesin geldiği yönü buldu. Hemen arkamızda siyah bir araç durdu. Kerim elimi sıktığında ise mırıldandı.
“Kim lan bu?”
Yolcu koltuğu açıldığında Kerim ellerimizi mecburen bırakıp aramızda ki yeri açtı. Bir silah çıkardığında ise onu durduran ben oldum. Elim silahı tuttuğunda ikimizde inen kişiye bakıyorduk. Gözlerimde ki yaşlar son buldu. Ben kendim ezilip büzülürken ise dakikalar sonra onu hissettim. Çocukluğum fısıldadı.
“Eğer ki bugün başını eğecek olursan, bana izin vermezsen seninle bir daha konuşmam.”
Araca doğru yaklaşan kişiye baktım. Bütün siniriyle üzerime yürüyordu. Yutkundum. Gözümde canlanan tek anı topuklularının üzerine kalkıp... Acıyla yutkundum. Eflal. Eflal Uluç tüm siniriyle bize doğru yürüyordu.
“Bunun ne işi var burada?”
Kerim sorgulayan bir biçimde sorduğunda çocukluğumun sinirini içimde serbest bıraktım. Bana söylediği tüm sözler, aşağılayıcı tavrı. Her şeyin acısı vardı içimde. En önemlisi de siyahların acısıydı. Babamla beni aşağılamıştı. Aracın önüne geldiğinde gözleri doğruca beni buldu. Yeşil gözler. Sinirine karışık güldüğünde eli arabanın kaputuna vurdu.
“Çisem Kalen! İn bakalım aşağıya!”
“Delirmiş mi bu?”
Kerim araçtan inmek adına hareket edeceğinde hızla elini tuttum. Bana döndüğünde ise yutkundum.
“Eğer arabadan inersen seni asla affetmem. Anladın mı?”
Kurduğum cümle ile kaşları çatıldı.
“Saçmalama. Şunun haline bir ba-”
“Kerim. İnmeyeceğine söz ver.”
Yüzünü bir sinir bürüdü.
“Çise-”
“Söz ver. Bu ikimizin meselesi.”
Gözlerini kapattığında sinirle mırıldandı.
“Bir şey yapma-”
“Kerim.”
Sinirle gözlerini açtığında silahı sertçe bıraktı.
“Söz anasını satayım söz!”
Dediği ile derin bir nefes verdiğimde gözlerim dışarıyı buldu. Bana meydan okuyarak bakıyordu o beden. Hafifçe gülmeye başladım. Onun gibi. Çocukluğum tüm bedenimi sararken siniri çoktu. Öyle çoktu ki dakikalardır ağlayışımın sinirini çıkartacaktı. Onun üzerinden. Onu tanıyordum. Sevmediği bir oyuncağı başka birisi tarafından alınınca kıymete binerdi. Benim tüm kalbim siyahlar olabilirdi evet ama onun için o gözler birer oyuncaktan farksız değildi. Ve oyuncağını bugün, bu kadın elinden almıştı. Ağlamalarım günler sürebilirdi. Acım dinmeyebilirdi. Ama bu benim için geçerliydi. Çocukluğumda işler tamamen farklı işliyordu. Onun tek derdi kendi acısını bildiği gibi dindirmekti. Ve ben onu bugün bildiklerinden esirgemeyecektim. Çünkü artık canım çok yanıyordu.
“Çisem! Hadi canım!”
Dışarıdan bir kez daha bağırdığında ilk defa kendimden bu kadar çok korktum. Kalbim öyle bir sustu ki kendi vücudumun sessizliği beni korkuttu.
“Canım kelimesini ona ağlarken, yalvartarak söyletmezsem bana da Kalen demesinler.”
Çocukluğum bütün zihnimi kapladığında gülüşüm daha da büyüdü. Bir yanım acıda yanardı. Ama diğer yanım benim sönmemi ve yakacağı bedenleri düşünürdü. Sönmemiştim. Sönemezdim. Bir yağmur yağıp geçmeden üzerimden ben bu acıyı atlatamazdım. Ama yanarken herkesi de yakmayı çocukluğum çok iyi bilirdi. Elim kapıyı yavaşça açtığında yeşil gözlerinde nefret vardı. Soğuk hava elbisemden içeriye girerken elimden akan kanlar arabaya izini bıraktı.
“Çisem.”
Kerim kapıyı kapatmadan önce korkuyla adımı söylediğinde ben bakmadım. Kapının kapanma sesi öylece geldi. Gözlerim ise tek bir noktadaydı. Tebessümümü korudum. Ona doğru bir adım attığımda gözleri bedenimi süzdü. Gülüşünü ise siniri aldı.
“Bana tüm bu olanlara senin sebep olmadığını söy-”
“Ben yaptım.”
Hiç çekinmeden öylece söylediğim ile sesi kesilirken üstün bir biçimde gülümsedim. Ona doğru elimi kaputa sürerek ilerledim. Yaralarım yandı ama elimde ki kana başkasını bulayacaktım bugün. Can acımı yansıtmayacaktım. Çünkü ben Kalen’dim. Ve evet. Ben tamamen babamın kızıydım. Acımasızlığını göstermeyen zihnim bunu bugün kabul etti. Çünkü acıya batmıştım. Ona bir adım daha yaklaştığımda çantasını sıktı. Ben ise çoktan anlamıştım. Başlıyorduk.
“Ve daha bu bir hiç.”
Sesim kısık çıktığında bedeni gerildi. Düşündüğümden fazla bağlantısı vardı. Benim yaptığımı anlamıştı. Lakin tüm acılarımı susturdum ve gülümsedim.
“Önce şirket elinizden gidecek, sonra teker teker bütün adam-”
“Bana bak!”
Sesi sesimi böldüğünde bana doğru bir adım attı. Elini tehditkar bir biçimde kaldırdı.
“Seni mahvederim anladın mı beni?”
Alayla kaldırdığı eline baktım.
“Yapsana. Şimdi yap. Durma.”
Gözlerini sinir bürürken benim tek hissettiğim o andı. Yaşadığım acı. Ve bunu bana o yapmıştı. Dişlerini sıktığında tebessüm etti.
“Arabadakine mi güveniyorsun sen?”
Arabayı işaret ettiğinde gözlerim Kerim’i buldu. Tedirginlikle bize bakıyordu. Gülüşüm büyüdü.
“Sence ona güvenir gibi bir halim mi var?”
Tekrar yeşil o gözlere döndüm. Bir adım attığımda ise bu sefer yüzüm dondu.
“Sana gerçeği söyleyeyim mi Eflal?” Bu ani duygu değişimim ile gerilse de zerre umurumda değildi. “Ben değil ama sen o arabada ki adama güven. Çünkü şuan ikimiz yalnız kalsak emin ol, bir an olsun düşünmeden kendi ellerimle gebertirim seni.”
Cümlelerim ile bir süre yüzüme baktı. Ama gözlerini korku bürümedi. Aksine yavaşça gülümsedi ve bana doğru eğildi.
“Aynı duygular içerisinde olmamız ne güzel değil mi Kalen?”
Eğildiği bedenimden doğrulduğunda gözlerine baktım. O ise devam ettirdi.
“İkimizin isteğini gerçekleştirmeye ne dersin?”
Elini kaldırdığında ormanı işaret etti. Gözlerim karanlık o yeri buldu. O ise devam etti.
“Tabi cesaretin varsa canım.”
Bana meydan okurcasına baktığında yavaşça gülümsedim. Çünkü bu çocukluğumun istediği tek şeydi şuan.
“İşimizin kısa sürmesi yazık olacak.” Sözlerimle gülüşüm büyüdü. “Senin gibi insanları çok severim oysa ki. Aptal cesareti vardır.”
Dediğime gülerken ben bir adım attım ve kendimi gösterdim.
“Dosyamı sana babacın tam okutmadı herhalde.”
Kaldırmış olduğum elimi kavramasını beklemiyordum. Bedenini benimle birlikte ilerletmeye başladığında istemsizce gülüşüm büyüdü. Bir araba sesi geldiğinde ise bağırdım.
“Kerim bin o arabaya!”
Gözlerimi çevirmedim. Çünkü geri binecekti. Buna emindim. Adımlarımız asfalt yoldan çıktığında ikimizde topuklularla toprak yola girdik. Öylece ormana doğru ilerlerken ise ikimizin isteği de belliydi. Ölüm. Ne kadar gittiğimizi bilmiyordum lakin yol ağaçların arasından görünmemeye başladığında gecenin karanlığında kalmıştık. Elimi bıraktığında bedeni karşımda durdu. Ay ışığı tek ışık kaynağımız olurken derin bir nefes verdim. Gözlerim açık gökyüzünü, yıldızları buldu.
“Çok güzel bir yermiş lan burası.”
Dediğim ile güldüğünde kafadan sıyırdığımı kabul ettiğini anladım. Ona döndüğümde ise beklemediğim bir şekilde bağırdı.
“Delirmişsin sen!”
Yumruk yaptığı elini yüzüme doğru kaldırdığında hızla geriledim. Ona şaşkınlıkla baktığımda ise mırıldandım.
“Başlayacağımızı söylesene. Ben bu şartlar altında dövüşemem.”
Dediğim ile bana şokla bakarken ben bir dakika işareti yaptım. Sakince eğildiğimde ellerim topuklularımı buldu. İlkini çıkardığımda ise mırıldandım.
“Ayağını falan burkarsın bak. Çıkar sende.”
Alayla dediklerimin altında acılarım vardı. Yeşiller bana şokla bakarken diğer topuklumu da çıkardığım gibi bir kenara fırlattım ikisini de. Kalkmadan önce ise tüm sinirimi çıkartacak o hareket benden geldi. Ayağımla sertçe dizine vurduğumda bunu beklemiyordu işte. Acıyla eğildiğinde benim kalkmam ve yumruk yaptığım ellerimi ona savurmam bir oldu. Benim olana dokunmuştu o! Zorlukla kaçtığında dövüşmeyi bilmesine elbette ki şaşırmadım. Sait’in kızıydı karşımdaki. Hareketime ise yavaşça güldü.
“Bu kadarcık mı?”
Bana doğru bu sefer o atıldığında tekmesini savuşturabilsem de beklediğimden atik çıktığında yüzüme bir yumruk yedim. Bedenim acıyla gerilerken gülüşüme engel olamadım. Dudağımın kenarına, aynı yere vurması bana pahalıya patlamıştı. Uyuşan yeri hissetmezken çenemden süzülen kanı hissettim. Gülüşüm büyüdü. En sevdiğimdi. Gözlerim onu bulduğunda mırıldandım.
“Sandığımdan iyiymişsin.”
Yavaşça tebessüm etti. Ardından ellerini yumruk yaptığında ondan geri kalmadım.
“Bir seri katile göre kötüymüşsün.”
Dediği ile gülüşüm büyüdü. Oysa ben bu güne kadar asla dövüşerek kazanmamıştım. Ve bu gün de planım öyleydi. İlk hamle tekrar ondan geldiğinde ben de geri kalmadım. Kaç yumruk, tekme yediğimi bilmiyordum. Ona attığım bir iki taneydi ama amacım buydu zaten. Karnıma bir tekme yediğimde eğildim. Topuklu... Lanet topuklusu! Ellerim karnımı bulduğunda eğilmek zorunda kaldım. O ise istediğimi bana vererek saçlarıma yapıştı. Bedenimi ağaca yasladığında saçlarımdan tuttuğu gibi başımı kaldırdı. Yüzüme tekrar bir yumruk daha yediğimde acı katsayım arttı. Her yanım sızlıyordu. Başımı sertçe ağaca vurduğunda ise gözlerimi kapattım. Planımı ilk başlatan ise o oldu.
“Senin bana olan bu kinin nereden kaynaklanıyor? Söylesene!”
Saçlarımı bıraktığında bir eli boğazımı buldu. Bana doğru eğildiğinde ise tebessüm etti. Dudağını patlatmayı başarmıştım ben de.
“Yoksa Eren’i öptüğümü mü gördün? Ona mı bozuldun canım?”
Sesi alaylı bir hal aldığında kalbim sızlasa da çocukluğum buna müsaade etmedi. Onun beklemediği bir biçimde gülmeye başladığımda yüzü yaptığım ile değişti. Ben ise boğazımdan beni ittiren elini tuttum. Ardından onun gibi aşağılayıcı bir tonda fısıldadım.
“Ben değil de sen bozulmuş gibisin.”
Dediğim ile bedeni afalladı. Ama bilmeliydi ki bu hayatta acılarımı benden daha iyi saklayan bulunmazdı. Öyle bir saklardım ki söylediklerim kendi bedenime birer bıçak olarak saplanırdı. Çocukluğumun umursadığı ise hiçbir zaman ben olmamıştım. Karşı taraftı. Gülüşüm büyüdü.
“Eski nişanlını elinden almamdan mı korktun sen?”
Dediğim ile yüzü donarken ben bilerek eski kelimesine bastırmıştım. Ama tek bildiğim artık atan bir kalbimin olmamasıydı.
“Söylesene Eflal. Nasıl beceremedin bu kadar basit bir adamla bile evlenememeyi? Benim tek bir sözüme bakıyor şim-”
Yüzüme bir tokat yediğimde gülüşümü asla bozmadım. Kendi acımın okunu başka yönüne çevirmem kolaydı evet. Ama o ok çevrilirken kanattığı yerleri bir ben bilirdim. Sarmasının güçlüğünü ise kalbim. Ve artık bir kalbim yoktu. Yaralarım açtıktı.
“Sana fazla bir cesaret yüklenmiş!”
Bağırışı ile tebessümüm daha da büyüdü. İstediğim kıvama geliyordu. Bir insanın düşmemesi gereken iki tuzak vardı. Birisi güven. Diğeri ise duygularını kontrol edememe. Ben ilkinden kaybetmiştim ama diğerinde elime su dökemezlerdi. Eflal ise ikinci seçenekte bana kendini çoktan sunmuştu. Bileğini sıktım ve tebessüm ettim.
“Kork benden Eflal.”
Dediğimi beklemezken gülüşümde ne gördüğünü bilmiyordum. Ama yeşillerine ikinci istediğimi de verdi. Korkuyu.
“Çünkü sadece babanı da değil, seni de bitireceğim.”
Bileğini sertçe boğazımdan uzaklaştırdığımda o bana çoktan istediğimi verdi. Çantasından ne ara çıkardığını bilmediğim çakıyı bana doğru savurduğunda omzumun kesildiğini hissettim. Acıyla gözlerimi kapattığımda o sızı tüm bedenime yayıldı. Bedenimi tekrar ağaca sertçe yasladığında ise gülerek konuşan o oldu. Kaçamamıştım.
“Bugün ölecek birisinden korkmak aptallık olur.”
Acının azalmasını beklesem de giderek arttı. Açık kalan tenime rüzgar vururken kan aktığını hissediyordum. Çok yanıyordu lan! Gözlerimi zorlukla araladığımda çakıyı boynumda hissettim. Soğuk metal damarımın hemen üzerinde durduğunda yavaşça tebessüm ettim.
“Beni öldüremezsin.”
Metal biraz daha derime yaslandı söylediğime inat. Alayla güldü bu dediğime.
“Neden? Babam ölüm emrini çoktan verdi bile.”
Alaylı gülüşünü bozan benim cümlelerim oldu.
“Çünkü dakikalar sonra silah işinize baskın yiyeceksiniz.” Dediğim ile gülen yüzü buz keserken alayla sırıtan ben oldum. “Tüm suç şirket üzerinden yapıldığından Fatih içeriyi boylayacak.”
Siren sesleri çok kısık duyulurken ben elimi kaldırdım ve ardımızı işaret ettim.
“Aylin sorguya alınacak çünkü evinde tonlarca kaçak mücevher çıkacak.”
Her bir dediğim ile yüzü daha da attı. Ben ise onu vurdum.
“Ve tatlım, burada yanan sadece baban olmayacak. Şirket üzerinden yapılan her anlaşmada avukat olarak senin de imza-”
“Sen ne saçmalıyor-”
Çakıyı kaldırdığı elini bana saplayacağında bu sefer üstün taraf ben oldum. Bileğini tuttuğum gibi bedenlerimizin yerini son gücümle yer değiştirdiğimde bunu beklemiyordu işte. Çünkü aklı tamamen olacaklardaydı. Beklediğim kıvama sonunda gelmişti. Elini ağaca vurduğumda çakı kayıp giderken karnına tekmeyi atan ben oldum. Acıyla eğildiğinde ise izin verdim. Çünkü bana şuan hamle yapamazdı. Darmadağın etmiştim. Kendim gibi...
“Avukatlığın bitecek Eflal, şirket kullanılamaz bir hale gelecek, babam yüzünüze bakmayacak...”
Fısıltılarımla bedeni nefes nefese kalırken ben onu bıraktım. Sıra işte benim intikamımdaydı. O acıyla eğildiğinde söylediklerimi sindirmeye çalışıyordu. Yaralı parmaklarım sakince kolyemi buldu. Benim acılı kanımın yerini onun kanı alacaktı. O bu yaptığımı bile görmezken ben jileti yavaşça yerinden çıkardım. Zihnimin intikamı son bulabilirdi. Ama emin olduğum şey çocukluğumun kalbimi es geçmeyeceğiydi.
“Neden?”
Acıyla gözünden bir yaş döküldüğünde gözleri gözlerime baktı.
“Neden yaptın? Babamın yanında durmak varken neden düşmanlığı seçtin!”
Haykırışına acıyla tebessüm eden ben oldum. Gözlerinden bir yaş daha aktığında yutkundum. Elimde ki jileti sıktım. İntikamım başlıyordu. Kırılan kalbim, bu senin için.
“En değerlimden vurdunuz lan beni!”
Jileti düşünmeden bacağına sapladığımda kendi elimi de kestim. Ama umurumda değildi. Bedeni yaptığım ile acıyla bağırdığında durmadım.
“Yiğit yetmedi bugün gözlerimin önünde...”
Düşünmeden jileti üst bacağı boyunca kaydırdığımda çığlığı bütün ormanı kapladı. Gözümden bir yaş süzüldü.
“Gözümün önünde onu nasıl öpersin?”
Bu da kalbimin intikamıydı. Gözümden bir yaş daha süzüldüğünde jileti çıkardım. Acıyla gözlerinden yaşlar süzülürken artık onun kanı vardı. Kan, kanla boyanmıştı. Benim acım dinmezdi ama intikam çığlıkları bastırırdı. Gözlerimden yaşlar süzülürken ise fısıldadım.
“Bu daha başlan-”
Duyduğum ses ile sözlerim son bulurken gözlerimi çevirecektim ki bileğimden tutuldu. Mavilerim yeşillerine odaklandığında ise beklemediğim oldu. Yavaşça tebessüm etti. Gözlerinden yaş akarken o yüzüme bakarak alayla tebessüm etti. Acısına rağmen.
“Haklısın. Bu daha başlangıçtı. Ama senin sonun başlangıca çok yakın olacak Çisem Kalen. Gerçekleri ise asla öğrenemeyeceksin. Ölmemek için her şeyi yapabileceğin o bedenin ölüme kavuşacak bugün.”
Sözlerine anlam veremezken onun yeşilleri beni es geçtiği gibi arkamı buldu. Korkuyla arkamı döneceğimde ise hayatımı donduran o şey oldu. Bir silah sesi gökyüzünde yankılandı. Öleceğimi kısacık o saliselerde hissettim işte. Öldüm diye dakikalardır sızlayan kalbim gerçekten ölmekten deli gibi korktu. Çocukluğum korkuyla bağırdığında ise acılı o inleme kulaklarımı buldu. Yeşillere korkuyla baktım. Canım acıdı. Kalbim, zihnim ilk defa çok korktu. Lakin o kısa saniyeler içinde ise beklediğim olmadı. Bedenim ekstra bir acı hissetmedi. Eflal korkuyla arkama baktığında işte asıl korkum o an doğdu. Canım yanmıyordu. Acıyla bağıran ben değildim. Elimden jilet kayıp giderken elim kalbimi buldu. Görmek istemedim. Ne olduğunu görmek istemedim. Acılı bir haykırış daha geldiğinde ise gözlerim korkuyla döndü.
Ölümü gerçekten dilediğim nadir bir anda işte şuan gerçekleşti. Gördüğüm ile bedenim korkuyla geriledi. Çünkü, çünkü ilk defa kalbim acıyla bağırdı. Çığlığım kendi bedenimden geçmezken kalbim haykırdı. Çocukluğum bile engel olamadı o haykırışa. Önüme atlayan o koca beden dizlerinin üzerine düştü. Nefes alamadım.
“Ne yaptın sen!”
Eflal hemen yanımdan bağırdığında yanımdan hızla geçti. Benim gözlerim ise o gözlerden ayrılamadı. Acıyla bana bakıyordu. Eli karnını bulduğunda nefes alamadığını anlattı bana. Ona doğru korkuyla bir adım attım. Yanımdan bir beden daha geçtiğinde ne olduğuna anlam veremedim. Sanki, sanki her şey birer kabustu. Ona korkuyla bir adım attığımda benden daha da uzaklaştı. Dizlerinin üzerine çöken bedeni dayanamazken her zaman gülen o beden acıyla yere devrildi. Tüm gücümle haykırdım.
“Kerim!”
Ona doğru afallayarak hızla ilerlediğimde dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerim dolmuştu. Yere yatan o bedene ne yapacağımı bilemeyerek şokla baktım. Ne yapmalıydım? Ne yapacaktım!
“Kerim. Kerim bana bak lütfen. Kerim!”
Ellerim yüzünü bulduğunda gözleri bendeydi. Ama o gözler benim tanıdığım adamın değildi ki.
“Kerim!”
Soğukta kalan başını hızla dizlerimin üzerine koyduğumda gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Şokla yarasına baktım.
“Kerim...”
Acıyla sadece adını sayıklayabildim. Düşünemiyordum.
“Kerim söz vermiştim. Arabadan çıkmayacağına söz verdin!”
Gözünden bir yaş süzüldüğünde gözlerim yarasını buldu. Kanıyordu. Çok kan vardı! Kendime gelmem lazımdı. Hızla gözümden akan yaşları sildim.
“Sakin. Sakinim.”
Derin derin nefes verdiğimde aklımın acilen yerine gelmesi lazımdı. O gözlere baktım. Acıyla gülümsesem de göz yaşlarıma engel olamıyordum.
“Yaşayacaksın. Söz verdin. Bir şey olmayacak.”
“Sana yemin ederim ki ben yanında olacağım. Her ne olursa olsun.”
Daha birkaç dakika önce söylediği o cümle zihnimde yankılandığında acıyla hıçkırdım. Elim ayağım dolaşsa da kendimde kalmalıydım. Başını yavaşça indirdiğimde zorlukla nefes alıp verdim. Yoktu. Olmayacaktı bir şey. Yanına yaklaştığımda karnında olan elini sıkıca tuttum. Yarasından uzaklaştırdığımda acısını belli edercesine gözünden bir yaş daha akıttı. Ellerimi kurşunun geldiği yere götürdüğümde gözlerimi kapattım. Canı yanacaktı. Düşünmeden bastırdığımda acılı sesi kulaklarımı buldu. Kapalı gözlerimden yaşlar süzülürken başımı olumsuzca salladım. Çok kan çıkıyordu. Ölemezdi. O ölemezdi!
“Yaşayacaksın.”
Ellerimin arasından sıcak kan süzülürken tek tekrarladığım kelime bu oldu.
“Kerim duydun mu beni? Yaşayacaksın.”
“Kerem abi!”
Eski anılar zihnimde canlandığında acıyla yutkundum. Öyle olmayacaktı. Bir elimi hızla çektiğimde ceplerine uzandım. Bulduğum telefonundan acil aramaya düşünmeden tıkladım. Ambulans lazımdı. Ona ambulans lazımdı.
“Alo.”
Telefonun sesi geldiğinde ağlamamı umursamadan acıyla konuştum. Yarasına daha çok bastırdığımda zorlukla konumu söyledim. Telefon kapandığında ellerimden kayıp gitti. Gözlerim onu bulduğunda korkuyla ona baktım.
“Gelecekler. Sana bir şey olmayacak.”
Bütün yüzü boncuk boncuk ter olmuşken başını olumsuzca salladı. Eli yarasına bastırdığım elimi tuttuğunda acısını belli edercesine sıktı. Ağzını konuşmak adına açtığında ise sesini çıkartamadı.
“Konuşmak yok. Kendini yormak yok. Yaşayacaksın.”
Ona söylediklerimin ardından başını olumsuzca salladı. Ardından acıyla konuştu.
“Çisem.”
Sesi çatallı çıkarken kalbim çok yandı. Ölemezdi. Ölmeyecekti. Beni bırakmayacaktı. İzin vermeyecektim.
“Çisem. Bırak.”
Elimi daha da sıktığında dediği şeye anlam veremedim. Gözünden bir yaş daha akıp gittiğinde teninde ıslaklık yer edindi.
“Ne?”
Sesim çaresizce çıktığında yutkundu. Çok canı yanıyordu.
“Bırak.”
“Kerim saçmalama!”
Haykırışım sanki onun canını daha çok acıttı. Diğer eli de ellerimi tuttuğunda gözlerime yalvararak baktı.
“Lütfen.”
Ellerimi yarasından uzaklaştırmak istediğinde başımı olumsuzca salladım.
“Yapamam.”
Gözünden bir yaş daha aktığında ise fısıldadı.
“Zamanım az. Lütfen.”
Başımı sadece yine sallayabildim. Çaresizdim. Çok çaresizdim. Ben... Gözlerimden yaşlar süzüldü.
“Hayır. Hayır az falan değil. Yaşayacaksı-”
“Bir yara iki defa açılırsa kapanmaz.”
Acılı haykırışı ile bedenim donuklaşırken bu sefer hissettiğim zihnimde ki çığlıklar oldu.
“Ne?”
Boşa düşen elimi yarasından uzaklaştırdığında sıkıca tuttu. Acıyla tebessüm ettiğinde ise diğer elini kaldırdı.
“Dedin ya. Saklama benden...” Devam edemediğinde gözünden bir yaş daha süzüldü. “Bir şey saklama dedin.”
Cümleleri yarım yamalak çıkarken anlamıyordum. Kaldırdığı eli açık saçlarımda gezindiğinde tebessüm etti.
“Bugün dediğimi hatırlıyor musun?”
Eli akan göz yaşımı bulduğunda sildi. Acısı yokmuşçasına. Karşımda ölmüyormuşcasına...
“Benim... Benim küçük bir kızım var demiştim ya.”
Başımı olumlu anlamda sallayabildiğimde yarasından ellerimi çekti. Kendimi asla affetmeyeceğim bu şeyi yaptım evet. Çünkü o öyle istedi. Yüzüme uzanan elini de onun kanına bulanmış elimle sıkıca tuttum. Acıyla tebessüm etti.
“Ben o kızı o çukurdan kurtaramadım.”
Gözlerimden yaşlar süzülürken anlamıyordum.
“Ne?”
Konuşsun istemiyordum. Hafifçe tebessüm ettim. Onu yaşatacaktım. Tekrar yarasına bastıracağımda ise göz yaşlarımın arasında fısıldadım.
“Kerim kendini yor-”
“Özür dilerim.” Gözünden bir yaş daha aktığında ona şokla baktım. “Küçüktüm, özür dilerim. Seni orada yalnız bıraktığım için...” Gözlerini kapattığında acıyla konuştu. “Özür dilerim.”
Bedenim söyledikleri ile yandı. Bittim...
“Kerem abi.”
“Babam görmesin.”
“Çok acıdı mı canın?”
“Bak sana ne getirdim.”
“Kalk hadi, bir şeyler ye."
“Buz gibi olmuşsun.”
“Bak bakalım havaya. Bulut var mı?”
“Korkmak yok, tamam mı?”
Çocukluğum acıyla bağırdı. Bu onun haykırışı oldu. O günkü gibi çığlık çığlığa bağırdı bedenimin her bir yanında. Çünkü bu bizim acımızdı. Onun abisiydi. Abimdi o. Kerem. O gözlere inanamayarak baktım.
“Kerem...”
Dediğim ile sanki bütün hayatı boyunca bunu bekliyormuş gibi tebessüm ettiğinde göz yaşlarım bu sefer acıyla aktı.
“Kerem abi!”
Feryadım tüm ormanı kaplarken elimi sıkıca kavradı. Belki tarihler değişmişti ama biz o güne tekrar döndük. Hıçkırıklarım arttı. Canım daha da yandı.
“Özür dilerim. Özür dilerim. Benim yüzümden...”
Sesim giderek kısılırken onun gözlerinden de yaşlar aktı. Bedeni karşımda titremeye başlarken başımı olumsuzca salladım.
“Kerem gidemezsin. Bana bunu yapamazsın!”
Acıyla bağırabildim.
“Lütfen...”
Bir elini elimden kurtardığımda yüzünü buldum. Önüne gelen saçları hızla geriye iteklediğimde yüzünde acı yoktu. Sanki bu anı bekliyordu. Huzura ermişti. Ama ben...
“Bırakma beni bir daha. Yalvarırım.”
Kıvrandığımda karşımda bedeni daha da titredi. Şok geçirdiğinin farkındaydım. Ama elimden bir şey gelmiyordu! Karşımda olan bu adam bir kez daha ölüyordu. İki elini de sıkıca tuttum. Gözünden bir yaş daha süzüldüğünde fısıldadı.
“O gün korktum. Ama şimdi ha-” Konuşmaya gücü yetmezken her şeye rağmen tebessüm etti. “Ölümle ölüm getirdim sana. Şimdi ise...”
Nefesi kesikleşirken acıyla başımı salladım.
“Hayır. Kerem hayır!”
Elimi sıkan eli gevşediğinde acıyla bağırdım.
“Kerem!”
Yüzü zorlukla güldü. Tarih tekerrür etti bugün.
“Korkmak yok. Tamam mı?”
Yutkunduğunda ne dediği umurumda değildi. Tek umursadığım oydu. Başkası değil.
“Çi-”
Gözleri kapanırken hızla bedenini sarstım. Uyuyamazdı.
“Hayır, hayır. Uyumak yok. Bir daha izin vermem.”
Çaresizce onu sarstığımda gözlerini zorlukla açtı.
“Çisem.”
Sesi güçsüzleşirken gözlerimden yaşlar aktı. Gidemezdi.
“Yaşıyor.”
Dediğini bedenim anlamazken fısıldadı.
“Yiğit...”
...
Anılar çok canımı yaktı.
“Bulut yoksa yağmur da yok.”
Gülüşü gitmedi gözlerimden.
“Yok.”
O cümle bitirdi işte beni.
“Annem demişti ki melek olanlar yıldızlardan bizi izlerlermiş.
“İzlemiyor.”
O gün bu dediğine çok şaşırmıştım değil mi? Evet. Ona şokla bakmıştım. Sonra sıcak parmakları kalbimi bulmuştu.
“Yiğit hep seninle tamam mı? Burada. Bırakma onu.”
“Bırakmam.”
Kendi sesim zihnimde yankılandı. Hemen yanımda olan elini sıkıca tuttum. Toprak soğuktu. Eli çok üşümüştü. Gözlerim aydınlık olan o havada dolaştı. Yıldızlar, ay gözüme bugün çok güzel geldi.
“Seni bırakmayacağım...”
...
Olan biteni algılayamamıştı kız. Gözleri giderek kapanıyor, başının arkasından akan kan onu giderek daha da kötüleştiriyordu. O ise gökyüzüne bakıyor tüm bunları reddediyordu. Gözleri kapanmadan önce ise bir göz yaşı daha akıttı. Zihni son duyduğundan sonra buğulanırken o kalbinin acısıyla baş başa kalmıştı. Maviler ise bir karanlığa öylece kapandı.
Kan aktı ve yaşamı kabullenemedi...
Yiğit...
...
☆☆☆☆
★ ★ ★ ★
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |