21. Bölüm

21. Bölüm

Ölü Yağmur
suwiiniz

İyi okumalar♡♡

...

Soğuk toprakta parmaklarını gezdirdi kız. Tırnaklarının arasına küçük kum taneleri, taşlar girdi lakin o önemsemedi. Gözleri doluydu. Ama o tebessüm ediyordu. Kalbi öyle paramparçaydı ki... Yıllar sonra en sevdiği bir diğer kişiyi kaybetmek. Selim. Onunla birlikte Kaan’ı da kaybetmişti. Yalnızdı. On yaşında ki halinden farksızdı. Kazdığı toprağa getirdiği çiçekleri yavaşça dikmeye çalıştı. İlk beceremedi. Yıkıldı çiçekleri. Kendi hayatı da öyle olacak sandı. Lakin ikincide o kökler sağlamca tutundu toprağa. Toprak ile kapattı yaralanmış kökleri. Tek düşüncesi ise bu çiçeğin bu ölü bedenler arasında nasıl yaşayabileceğiydi. Gözünden bir yaş daha süzüldüğünde yutkundu.

“Babam öldü lan benim!” Kaan’ın feryadı hala kulaklarındaydı. Gözünden bir yaş da düştü ama o gülümsedi.

“Bizi merak etme olur mu?”

Onun ölümünden iki hafta geçmişti. Zorlukla buraya gelmişti. Getirdiği suyu sakince açtığında gözünden bir yaş daha süzüldü.

“İyi olacağız. Başaracağız...”

Kendi bile inanmayarak döktü suyu yeni ektiği çiçeklere. Lakin hayat da sanki bu dediğine inanmamış olacak ki can suyu olacak olan o su ektiği çiçeğin canını aldı. Küçücük bir toprakla hayatta kalmaya çalan o çiçek suyun yüküyle gözlerinin önünde devrildi. Kız için ise bu son damla oldu. Elinde olan su parmaklarından düşerken acıyla sıktığı göz yaşlarını bıraktı. Ellerini yaşlarının durması için sıkarken bedenini küçülttü. Nasıl iyi olabilirlerdi ki? Kaan içmekten başka bir şey yapamazken tek korkusu artık bu da değildi. Uyuşturucu paketlerini görmüştü... İyiden ziyade kötüye gidiyorlardı. Ayağa kalkmaya bile gücü yoktu. Babası dediği adam hemen yanındaydı. Toprakta. Acıyla saçlarını yoldu. Bütün iş birbirine girmişti. Ama en kötüsü kendisiydi. Güçlü olmalıydı biliyordu. Kaan için ama... Yapamıyordu işte. Yapamıyordu. Olmuyordu. Göz yaşları artarken güçlükle bedenini kaldırdı.

“Özür dilerim... Benim canım sadece çok acıyor.”

Selim’den özür dilerken başını yeni yapılmış o soğuk mermere yasladı. Gücü yoktu. Sanki, sanki karanlıkta bağıran o kız gelmişti bu adamın gitmesiyle. Küçüldü bedeni. Selim’in onu bulduğu güne dönmek istedi. Çünkü o günkünden daha korkaktı. Artık güvenle arkasını yaslayabileceği tek kişi de gitmişti bu hayatta. Selim... Gözleri buğulanırken ise bir ses duydu. Başını ürkekçe kaldırdığında gözleri ise hemen karşısında küçük bir beden gördü. Kaşları çatılırken ise yüzünü göremediği o bedenin tebessümünü gördü. Net olmayan her şeyin arasında olan tek bir netlik vardı. Bir çift mavilik...

... 

Bir Gün Sonra

𝄽⊱Çisem Kalen⊰𝄽

“Yaklaşma!”

Bir. İki. Üç. Dört. Beş. Altı. Yedi. Sekiz. Dokuz. On...

Dahası vardı. Bu sayının daha fazlası vardı ve ben asla tek bir noktada durdurmayacaktım. İçimde olan fırtına, hayatımın acısı geçinceye kadar durduramazlardı. Başlıyordum.

“Sana yaklaşma dedim!”

Adamın korku dolu sesi tüm sokağı kaplarken tebessüm ettim. Onlara istediklerini verecektim. Bendim. Artık oyunda oynayan da, oyunu kuranı gebertecek olan da bendim.

“Gelme!”

Karşımda olan yüzde korku vardı. Güzel. Bu yüz herkeste olacaktı. Çisem Kalen. Adımın hakkını verecektim. Tenimi saran deri eldivenin ardında kalan çakıyı sıktım. Bana elinde ki bıçağı öylece sallarken ise tebessümüm büyüdü. Adamın sırtı duvara dayanırken ise bu sefer korkusunu gizleyemedi.

“Lütfen...”

...

Bir Hafta Önce

Eren Korlu

“Ben böyle işe sokayım!”

Aras sinirle küfrettiğinde derin bir nefes verdim. Dakikalardır kaçıyorduk ve sonunda bir yerde durmuştuk. Tek dileğim görmeden geçip gitmeleriydi. Arabayı doğruca ormana sürmüş, kapatmıştım. Yoksa kaçış yolumuz yoktu. Her yanımızdan çevirmişlerdi anasını satayım!

“Geliyorlar.”

Bulut yanımdan tedirginlikle konuştuğunda yutkundum. Kaçak ve Kerim için önlerine çıkıp dakikalardır bunlarla uğraşıyorduk. Gittikleri an ilk yapacağım plakayı değiştirmek olacaktı. İyice ormana girmiştim. Tek umudum gece karanlığında gözükmemekti. Önümüzden yavaşça iki araba geçerken nefesimi tuttum.

“Kim ihbar ettiyse onun anasını sikeyim. Uğraştığımız işler-”

“Bir sus lan!”

Sinirle arkamdan söylenen kişiye döndüm. Dağılmış saçlarıyla bana bakıyordu. Doğruca yüzüme küfrettiğinde üzerine atlamamaya çalışarak önüme döndüm. İlk araba geçmişti ama bir tane daha vardı. Kimin yakalanıp yakalanmadığı zaten meçhuldü. Beklemediğim bir biçimde ardında kalan polis arabası da hızla geçtiğinde derin bir nefes verdim.

“Sonunda.”

Aras sinirle tekrar arkamdan konuştuğunda zamanımızın olmadığını biliyordum. Hızla konuştum.

“İnin çabuk.”

Kapıyı açtığım gibi arabadan indiğimde arka kapıya doğru adımladım. Benim ardımdan onlar da çıktığında ben çoktan plakaları almıştım. Aras’ın eline onları tutuşturduğumda on iki olmasına bir iki dakika vardı.

“Cidden böyle mi kurtuluş planın?”

Aras yadırgayan bir biçimde konuştuğunda ona plakayı sertçe gösterdim.

“Beğenmiyorsan siktir olup yürüyerek gidersin!”

Sinirle dişlerini sıktığında hepimiz gergindik. En beklemediğimiz anda kapıya dayanmışlardı. Kim yapardı lan bunu? Sinirle ön tarafa ilerlediğimde araçta hala Bulut bekliyordu. Plakayı sökmeye başladığımda Aras malı arka tarafı hallediyordu. Derin bir nefes verdim. Böyle işlere kaldığıma inanamıyordum. Sait ağzıma sıçacaktı. Ama benden önce asıl hedefi ihbar edeni bulmaktı. Plakayı söktüğümde Bulut Bey araçtan daha yeni iniyordu. Sinirle ona bakacağımda ise telefonum çalmaya başladı. Her bok birbirine girmişti anasını satayım. Bir yandan Kaçak, bir yandan olan biten... Bakalım şimdi ne vardı? O mavileri görmemek bedenimi huzursuz ediyordu. İlaç almaya gönderdikten sonra hiç görmemiştim. Telefonu çıkardığımda Bulut’a plakayı gösterdim.

“Zahmet olmazsa tak.”

Onun yüzünde bir tedirginlik varken uğraşmadan telefonu açtım. Silah işinin başında olan adamdı.

“Ne var? Başladı diye arayacaksan kapat. İşim va-”

“Abi.”

Duyduğum korku dolu ses beni durdururken hala ayakta dikilen Bulut’a baktım. Arkadan ise Aras çıktı.

“Hala mı takamadınız lan? Her boku ben yapayım tabi.”

O yanımda plakaya uzanırken benim asıl ciddiyetim telefondan gelen sesti.

“Ne abi?”

Sesim sorgulayarak çıktığında telefondan ses gelmedi. Sinirim bozulduğunda gülmeye başladım istemsizce.

“Lan konuşsana! Ne abi!”

Sesim ormanda yankılandığında iki yüz de bana döndü. Ben ise onları arkamı döndüm. Elim saçlarımı bulduğunda ise korku dolu o ses konuştu.

“Baskın... Baskın yedik.”

İki cümle. Duyduğum ile gözlerimi kapattım. Ne? Ne demişti? Gülüşüm son bulduğunda sinirle telefonu sıktım. Ne oluyordu lan? Ne olup bitiyordu? Telefondan seslenildiğinde duyamadım. Bir günde bu kadar aksilik... İmkansızdı. Bu güne kadar olmayan bu siktiğimin işleri bugün nasıl olurdu? Gözlerimi sakin kalmaya çalışarak kapattım. Ama imkansızdı.

“Korlu.”

Aras’ın sesini duyduğumda istemsizce güldüm. Sıçmıştım. Sıçıp sıvamıştım. Yavaşça arkamı tekrar döndüğümde bana bakıyorlardı. Aras’ın da yüzü gerildiğinde küfretti. Anlamıştı. Ama gözüm bir şey görmüyordu. Derin bir nefes verdiğimde ise konuştu.

“Sakın bana teslimatlarda sorun çıktı deme.”

Korku dolu cümlesiyle gülmeye başladım. Her şey birbirine giriyordu. Her şey. Dudağımı dişlediğimde sinir katsayım giderek artıyordu.

“Korlu bir şey desene!”

“Evet lan! Evet! Çıktı!” Ona doğru sinirle ilerlediğimde alayla gülerek telefonu kaldırdım. “Baskın olmuş! Bu güne kadar asla olmayan bir şey olmuş!”

Cümlem ile o da gerildi. Çünkü hepimizin bildiği tek şey bu güne kadar asla böyle bir şey olmamasıydı. Telefonu sinirle cebime kattığımda istemsizce gülmeye devam ettim. Yoksa cidden beynime şurada sıkmamak adına zor duruyordum.

“Baskın mı? Polis baskını mı? Malların bulundu-”

“Evet! Evet anasını satayım!”

Onu sertçe böldüğümde ellerim başımı buldu. Ağrıyordu. Her şey karışıyordu.

“Benim bir şey demem lazım.”

Tek sakin kalan kişi olan Bulut’a döndüğümde alayla sırıttım.

“Söyle. Söyle sende amına koyayım. Ne var başka?”

Sesim ile yüzü bana çevirdiğinde beklediğim bu değildi işte. Eli toplanmış saçlarını bulduğunda derin bir nefes verdi. Bu tepkileri ise beni tek bir noktaya götürdü. Sinir katsayım azalmaya başladığında Bulut korkuyla bana baktı.

“Söylesene oğlum.”

Aras’ta sinirle konuştuğunda Bulut’un gözleri bendeydi. Anlamıştım. Kalbimi bir korku bürüdü.

“Kendine hakim olamazsın diye söyleyemedim ama...”

“Ne oldu?”

Tüm sinirli sesim geçerken aklıma gelen tek isim mavilerdi. Onu görmüyordum. Dakikalar geçmişti. Kaçak. O benim yanımda durmalıydı. Bulut’un gözleri dolduğunda gözlerini benden kaçırdı. Vücuduma ise bir korku dalgası asıl şimdi vurdu.

“Ne oldu? Ona mı bir şey oldu?”

Ona doğru bir adım attığımda ikimizin de beter olduğu nokta burasıydı işte.

“Bulut! Bir şey söyle!”

Gözlerime baktığında acıyla nefes verdi.

“Sen kötü olma diye söylemedim ama Çisem’i yetiştirmek için Kerim önden gitti.”

Acılı sesi ile bedenim kötüleşirken o fısıldadı.

“Elleri... Elleri, tüm parmaklarında jilet kesiği vardı. Çok kan kaybetmişti.”

Duyduğum ile sarsılırken anlayamadım.

“Ne?”

Aras yanımda afallarken fısıldadı.

“Jilet mi?”

Bulut başını salladığında mırıldandı.

“Kendinde gibi değildi.”

Kaçak. Başım ağrımaya başladığında ellerim kafamı buldu. Her yandan vuruyorlardı. Acıyla yutkunduğumda bağıramadım. Tüm sinirim bir köşeye çekilirken o her yanımı kapladı. Kaçak’ı bulmam lazımdı. Korku bedenimi esir aldı. Ellerim ceplerimi karıştırdı.

“Kerim’i arayacağım.”

Lanet telefonumu nereye koymuştum? Telefonu bulduğumda ise kolumdan yakalayan kişi sinirle bana bakan Aras oldu.

“Eflal senin ardından çıktı ve gelmediniz. Çisem de sonra kayboldu.”

Duyduğum ile bedenim gerildi. Aras ise kolumu sinirini gösterircesine daha da sıktı.

“Eren. Bana Eflal ile olmadığını söyle.”

Yutkundum. Ardından hafifçe güldüm. İmkansızdı.

“Eflal yanımdaydı ama...”

Aras küfrettiğinde başım döndü. Yavaşça yutkundum.

“Kaçak’ın görmesi imkansız.”

Aras’ın küfrü son bulurken benim bedenimi işte şimdi bir korku sardı. Hızla telefonu çıkarttığımda Aras elimi bırakmadı.

“Neyi görmesi imkansız?”

Bana sorgular gibi baktığında gözlerimi kapattım.

“Eren!”

Kaçak görmüş olamazdı. O zaman? O zaman benim mavilerim saatlerce nereye kaybolmuştu?

“Eren bir şey desene!”

Aras tekrar bağırdığında görme ihtimali beni bitirdi. Lakin tüm her şeyi bizden koparan telefonumun çalması oldu. Gözlerim numarayı bulduğunda yabancıydı. Açmak için kaldıracağımda Aras izin vermedi. Sinirle elinden kurtuldum.

“Bir bok olmadı!”

Ona cevabını verdiğimde durmadan telefonu açtım.

“Kimsin?”

Korkumu bastırma yöntemim sinirim oldu. Göğsüm ise nefes alamıyordu. Görmüş olamazdı.

“Eren Korlu.”

Tanıdık o sesi duyduğumda derin bir nefes verdim. Elim kravatımı buldu. Sakince açtığımda yeni bir şeyin gelmesinden artık şaşırmazdım.

“Kimsin dedim.”

Sesim sert çıktığında tek korktuğum mavilerdi. Umudum ise Kerim’di. O varken bir şey olmazdı.

“Berk ben.”

Duyduğum isim ile sesi yerine otururken kaşlarım çatıldı. Bu adam beni niye arıyordu? Kaçak.

“Bana bir şey olmadığını söyle.”

Sesim korkuyla çıktı. Ona kolyeyi veren bu adamdı. Takip cihazı olmadığını anlayamayacak kadar aptal değildim. Telaşlı gelen sesini ise yeni yeni fark ediyordum. Kravatı yere fırlattığımda bu sefer nefes alamadım. Aras bana korkuyla baktığında telefonu hızla hoparlöre aldım.

“Berk.”

Sesim net çıktığında gözlerim Bulut’u buldu. Telaşla telefona bakıyordu.

“Polisten kaçmaları için Kerim’e konum attım ben. Ama...”

Cümlesi devam etmezken fısıldadım.

“Ama ne?”

Telefondan ses yine gelmediğinde gerçekten korkmaya başladım. O ise korktuğum o cümleleri gerçek kıldı.

“Orman yolunda araçları durdu. On dakikadır hareket etmediler. Telefonlara bakmıyorlar. Çisem ise orman tarafında gözüküyor.

Tüm vücudumu korku kaplarken ise bedenimi donduran o an gerçekleşti. Bir silah sesi tüm ormanlık alanda yankılandığında hepimizin tek düşündüğü kişi artık aynıydı. Çisem. Kaçak. Bana tekrar ölümünün korkusunu yaşatmayı başardı. Bedenim titremeye başladığında ağzımı açtım. Ama cümleler çıkmadı. Kaçak. Ona bir şey olamazdı değil mi? Olamazdı. Saniyeler içinde tek kurduğum bir cümle olabildi.

“Konumunu... Konumunu at.”

... 

“Beni öldürür müsün?”

Bu hayatımda çok şey görmüştüm. Onlarca ölü beden, bağımlılıktan kendisine sıkanlar, para için yapmayacak şeyi olmayanlar ve dahası... Çocukken başlamıştı lan benim cehennemim. Bir alev sarmıştı evimi, gözlerimin önünde çığlıklar atılmıştı. Haykırışları unutamazdınız. Bir insanın ölüm çığlığını unutmak imkansızdı işte. Ya da yanmış bir bedeni rüyalarımdan çıkartamazdım. Annemdi çünkü o. Annemi bana göstermişlerdi. Ağlayamamıştım. Üzülmesin diye ağlayamamıştım. Babam hep derdi ki erkek adam ağlamaz. Onda da ağlamamıştım. Yanlış olan ise bir çocuğun adam olamayacak kadar küçük olmasıydı. Sert büyütülmüştüm evet. Babam tarafından da sonrasında beni büyüten Sait tarafından da. Belki babam da az dayak yemiştim ama görmüştüm. Silahı ilk tutmayı o öğretmişti. Her bir yanını o ezberletmişti. Onu ilk silahla gördüğümde bana çevirmişti.

“Korkuyor musun?”

Bu sözünü unutamazdım. Korkmuştum. Bir çocuk kaç defa silah görürdü ki hayatında? Babam ise yaklaşıp elime bırakmıştı o ağır metali. Ardından tebessüm etmişti.

“Peki ya şimdi?”

İçimden söylediği cümleyi tekrar tekrar söyledim.

“Korkamazsın.”

Silah benim veya sevdiğimin elindeyse korkamazsın diye öğretmişti bana babam. Ama ben şimdi deli gibi korkuyordum. Tek el ateş edilmişti. Kaçak. Tek el ateş edilmişti. Onlarca kez karşımda denemişti. O lanet beyni sürekli kendini öldürmeyi denemişti. Ben ise bir kez daha yalvarıyorum. Ona bir şey olmasındı. Biz hayatın sevmediği çocukları olabilirdik. Ama çocuktuk daha. Hele o maviler. Küçücüktü. Gülüşü bir çocuğun masumluğundan farksızken ondan bunu almış olamazlardı. Onu benden almış olamazlardı. Kendini benden mahrum bırakamazdı. Duyduğum sesi benden daha iyi kimse bilemezdi. Ellerim direksiyonu biraz daha sıktı. Kan kaybetti demişti. Daha fazla kan kaybedemezdi. Ona kırmızı yakışmazdı ki.

“Öndeler!”

Arabanın hızını yavaşlattığımda kalbimde olan korku büyüdü. Araç dururken bizim durmaya niyetimiz yoktu. Çünkü geçmişti, çok zaman geçmişti. Nefes alamıyordum. Kendi nefesim oydu. O yoksa nefessizdim. Artık bunu biliyordum. İçimde ki korkuyu onu görme umuduyla azaltmaya çalıştım ve araçtan zorlukla indim. Gözlerim etrafı taradı. Ses yoktu. Polis sesleri hala geliyordu ama ona dair hiçbir ses yoktu. Bulut önümden koşarak araca doğru ilerledi. Ben ise adım atamadım. Mavileri bulmaya ilk defa bu kadar çok korkuyordum. Kaçak... Kaçmıştı. Ama ben bulmaya korkuyordum. Çok korkuyordum hem de. Aras’ta yanımdan geçtiğinde gözlerimi kapattım. Kendime birkaç saniye verdim. Güçlü olmalıydım.

“Onun ölümü yakın.”

“O kızın sonu belli. Elinden bir şey gelmez.”

“Kabullenmen en iyisi.”

Kabullenemiyordum. Olmuyordu. Biliyordum. Öleceğini biliyordum ama... Önümde olan araçtan kapı sesleri gelirken acı içinde olan bendim. Bir ölüyü sevmeyi ilk defa tadıyordum ve çok kötüydü. Öleceğini bildiğin birisini sevmek... Acıyla eğildim. Sevdiğimdi lan o! Ve ölmüş olma ihtimali ilk defa bu kadar ağır basıyordu. Dayanamıyordum. Öleceğini biliyor ama kabullenemiyordum işte. Kendisini öldürecekti.

“Çisem!”

Aras’ın sesi kulağımda yankılanırken gözlerimi araladım. Yaslandığım araçtan zorlukla ayrıldığımda başım döndü. Ölmeyecekti. Bir şey olmayacaktı. Kaçak’tı o. Benim Kaçak’ım. Canım. Benden canımı alamazlardı. Ne Sait, ne de kendisi. İzin vermezdim. Kalbimde ki korku ise her şey için çok geç olduğunu söylüyordu.

“Çise-”

Aras’ın bağırışı yarım kalırken bedeni donuklaştı. Korktum. Ne göreceğimden korktum. Şu halim çocukluğumdan farksız değildi işte. Karşımda yine bir yangın vardı. Çığlıklar. Haykırışlar. Sadece biraz tersti olan biten. Bugün karşımda yağmur vardı. Çığlıklar ise benimdi. Adımlarım Aras’ın olduğu yere doğru adımlarken benden önce giden Bulut’un yıkılışını gördüm. Daha da korktu bedenim.

“Çi-Çisem’in.”

Aras’ın korku dolu sesine gördüklerim eklendi. Aracın önünde kanlı el izleri vardı.

“Ellerim kanıyor!”

“Ellerimde olan kanlar geçmez, geçemez.”

Eli kanıyordu. Kan izleri her yerdeydi. Ve bu sefer geçmeyecek gibiydi.

“Kaçak.”

Sesim kısık çıktığında daha fazla dayanamadım.

“Manyak.”

“Siyah sana çok yakışıyor.”

“İyi misin?”

İyi değildim. İyi değilim Kaçak. Gel beni iyi et ama sadece gel. Göreyim gözlerini. Ama... İliklerime kadar hissettiğim gerçeklerdi beni bitiren. Olamazdı. Hislerimi de gerçekleri de sikerdim ama olamazdı. Ormanda demişti. Adımlarım hızla oraya doğru döndü. Ona bir şey olmayacaktı. İlerlediğim adımlarım tüm bedenimi yaktı. Ama var gücümle ilerledim.

“Eren!”

Arkamdan seslenildi. Toprak o yola girdiğimde boğazım yandı. Soğuk hava artık sadece onu düşündürüyordu. Üşürdü o. Sevmezdi soğuğu. Bedenim ağaçların arasında karanlığa kaybolduğunda elimle hızla telefonumu açtım. Arkamdan geldiklerini, seslendiklerini biliyordum ama artık anlama yetimi kaybetmiştim. Her şey çok geliyordu ama en çoğu buydu. O her şeyimdi lan! O artık her şeyimdi! Ve benden onu alamazlardı. Korkuyla taradım her yeri. Bulacaktım. Onu bulacaktım. Kaçak her zaman kaçardı ve ben onu her zaman yakalar...

“Bugün değilse yarın... Onun ölümü yakın.”

Sözler zihnimde bıçak misali saplanırken gördüklerim ile dondum. Ateş alan bedenim gördüğüm ile tüm hücrelerimi kül etti. Nefes alamadığımı sanan bedenim asıl şimdi nefes alamadı. Hayat benim için dondu. Kendi nefesimi kendim kestim.

“Kaçak.”

Sesim titredi. Telefon ışığından gözüken o iki bedeni gördüm.

“Beni öldürür müsün?”

O günden tek farkımız sevgimdi. O gün kendi hayatım için korkmuşken bu sefer onun için korktum. Gözlerim doldu. Giydiği elbisesi toprağın üzerinde örtü misali kaplamıştı küçücük kalan vücudunu. Gözüm sadece onu gördü.

“Hayır.” Korkumu duydum. Başımı olumsuzca salladım. “Hayır. Olmaz. Hayır!”

Elimden telefonum kayıp düşerken dolan gözlerimi tutamadım. Reddetmek istedim. Tüm bu olanı, gördüklerimi avaz avaz bağırarak reddetmek istedim. Ama o küçük beden boğazımı düğümledi. Bedenim titreyerek ona doğru ilerlerken açık havada olan kan kokusunu soludum yavaşça. Soğuğu ilk defa hissettim. Ona doğru ilerlerken hemen yanında yerde olan bedeni görmedi gözüm. Yaklaştıkça ise içimde olan korku devasa bir boyuta ulaştı. Her yanı... Her yanında kan vardı. Dizlerimin üstüne çöktüğümde ona olan santimlik mesafemi tamamladım. Ellerim toprakla dolarken kahve saçlarını gördüm. Kan vardı. Saçlarında kan vardı! Uzun saçlarında kan vardı. Yavaşça başını kaldırdım. Lakin gördüğüm ile sadece gözlerimi kapatabildim. Acıyla bağırdığımda başının altında olan taş beni mahveden oldu. Ellerim nabzını bile bulamadı. Korktum.

“Kaçak. Kaçak.”

Adını fısıldadığımda açık kalan omzundan akan kanı da yeni görüyordum. Çok vardı. Çok fazla kan vardı. Ellerinde, omzunda ve... Kötü bir kabustu bu. İki elim buz gibi olan yüzünü buldu.

“Kaçak bana bak.”

Maviler kapalıydı. Bedenim titremeye başladı.

“Kaçak!”

Ne yapacağımı bilemeyerek bu sefer korkuyla elim nabzını buldu. Parmaklarım buz gibi bedeninde damarı bulduğunda nefesimi tuttum. Gözlerimi kapattım. O karşımda böyleyken acıyla kıvrandım. İlk bir şey hissedemediğim için yerimde sendeledim. Lakin duydum. Küçük bir çırpınış vardı hala o bedende. Maviler hala yaşama çalışıyordu. Yavaşça tebessüm ettim.

“Kaçak.”

Yaşıyordu. İyiydi. Bir şey olmayacaktı.

“Yaşıyorsun. Geçecek.”

Ağladığını belli eden kurumuş göz yaşlarını silmeye çalıştım. Geçecekti. Telaşla döndüm.

“Ambulans...”

Sözlerimi kesen Bulut’un gözlerinden süzülen yaşlar olmuştu. Lakin gözleri sadece buraya bakmıyordu. Onun yanındaydı ama baktığı yer... Gördüğüm ile yutkunamadım. Aras gözlerini kapatmış acıyla eğilmişti. Elleri ise beyazlamış o yüzdeydi. Kerim. Anladım. Her şeye rağmen ben anladım. Gözümden bir yaş aktı. Kaçak’a daha da sarıldım. Görsün istemedim. Duysun istemedim. Acı gerçeği ise Aras başını olumsuzca salladığında öğrendim...

... 

Kendini yaşatan yine kendisi olmuştu. Bir başkası için çağırdığı yardım onu bulmuştu. O yine kendini kurtarabilmişti. Çisem. Kaçak. Kerim için çağırdığı ambulans onu hayatta tutan şeydi. Çökmüş bedenim ile öylece elimde ki kurumuş kana bakıyordum. Her zaman derdi ki kardeşimin kanı geçmez. Haklıydı. Kaçak. Onun kanı ellerimden geçmezdi. Başını taşa çarmış, omzu ve ellerinden çok kan kaybetmişti. O yine kendi ellerini kesmişti. Gözlerim dolduğunda bunu benim yüzümden yapmamış olsun istedim. Çoktu lan. Kaldıramazdım. Ona bir şey olursa gerçekten yapamazdım. Kaç saat geçmişti bilmiyordum. Ama çaresizdim. Çok çaresizdim. En ufak bir habere muhtaçtım.

“Bir buçuk saat oldu lan!”

Aras yanımdan bağırdığında gözlerimi kapattım. Ameliyathanedeydi. Ama en ufak bir ses bile yoktu. Onun neşeli sesi yoktu. Benden beter olan kişi ise tam karşımdaydı. Gözlerimi korkuyla kaldırdım. Dakikalardır suçlu bir çocuk misali duvara sinmişti. Sesi çıkmıyordu. Ama dolu olan gözleri tüm gerçekleri bana gösteriyordu. Bulut. Ellerini sıkmıştı. Ona benzettim. Beni kendime getiren ise bir sesin gelmesi oldu.

“Çisem!”

Bağırış ile gözlerimi koridora çevirdiğimde çökmüş bedenim daha da dibe vurdu. Kaan Vural. Koşarak geldiğinde gözleri çaresizdi. Ayakta olan Aras’a ilerledi.

“Çisem nerede?”

Gözlerimi kapattığımda onun hemen ardından gelen adımları da duydum.

“Kaan.”

Deniz. Ağlayan sesini duydum. Bana artık iyi bir haber vermelilerdi.

“Bana bir şey söyleyin!”

Kaan koridorda bağırırken bana gelen adımlarını hissettim. Tek yaptığım ise sadece durmak oldu. Biliyordum başıma geleceği. Yakamdan kavrandığım gibi çöken bedenimi kaldırdığında gözlerimi araladım. Gördü. Çaresizliğimi gördü. Benim gördüğüm ise canından can kaybeden bir abiydi.

“Eren. Bana bir şey söyleyin.”

Onun da sesine çaresizlik vururken bir şey diyemedim. Ağzımı açamadım. Tek bir kelime bile çıkmadı dudaklarımın arasından. Çünkü öldü sanmıştım. Onu ilk gördüğümde öldü sanmış... Çok soğuktu. Çok beyazdı. Nabzı çok azdı. Nasıl derdim ben ona sevdiğim kızın, kardeşinin ölüden farksız olduğunu?

“Eren!”

Bağırışıyla birlikte gözlerimi kapattım. Diyemezdim. Ellerim güçsüzce beni tutan ellerini buldu. Çaresizdim. Ben de onun kadar ölüydüm. Benden önce ise ellerimi kavrayan o oldu.

“Ne bu?”

Sinirli sesinin ardında kalan acı feryat ile gözlerimi araladım. Bileklerimi tuttu. Ancak baktığı ben değildim. Boğazım acıyla yandı. Kaçak. Onun kanı. Deniz’in acı çığlığı koridoru doldururken dolan gözlerimi zorlukla durdurdum. Kaan ise karşımda yıkıldı.

“Çisem...”

Reddetmek ister gibi başını olumsuzca sallasa da her şey belliydi. Bir çukurun dibindeydik. Ve bu onun kanıydı. Benim mavilerimin kanıydı. Kaan önümde dengede duramazken ellerimi sıktı. İnkar etmek ister gibi. Bunu bende istiyordum.

“İzin vermez...” Reddetti. “O izin vermez ki!” İnkar etti karşımda. Bana acıyla baktığında ise haykırdı. “Çisem’e bir şey olmaz...”

... 

Kaan Vural

Başının ardında kalan sargıya dikkat ettim. Yastığı kendimce düzelttiğimde boynu şuan daha iyiydi. Derin bir nefes verdiğimde elim uzayan sakallarımı buldu. İyiydi. Omzunda olan yarasını da kendimce kontrol ettim. Bir şeyi yoktu. İyi olacaktı. Öğlene kadar yoğun bakımdaydı ama şuan... İyiydi. Üzerini yavaşça örttüm. Uyanabilirdi her an. Öyle demişlerdi. Perdeleri kontrol ettim. Kapalıydı. Hava açıktı aslında ama artık her bir detayı önemsiyordum. Yalnız kalmayacaktı. Korkmayacaktı. Bir daha tek bırakmayacaktım. Yanımda olacaktı. Yanında olacaktım. Kontrolümü bitirdiğimde kendimce rahatladım. Onun hemen yanında olan sandalyeye oturduğumda gözlerim yüzünde gezindi. Yara bere doluydu. Yavaşça tebessüm ettim.

“On yedi yaşından farksızsın.”

Fısıltım ile anılar canlandı. Tebessümüm büyüdü. Keşke o yıllara dönebilseydik. İkimiz de gençlik diyerekten başımıza almadık iş bırakmamıştık. Daha doğrusu ise o. Ben ise onun peşinde sürüklenmiştim. Her boka karışmayı başarır, sonra bir biçimde sıyrılırdı. Babama cilvelenir, istediğini yaptırırdı. Dudak büzer, mavi gözlerini pörtletirdi. Karşı gelen ben olunca da sinirle bağırırdı. Dövüşmeyi benimle öğrenir, düşünce yalandan ağlardı. Fenaydı. Ama ben bu fena kızı çok seviyordum. Birlikte büyümüştük biz. Tüm olan biten bu düşüncelerim ile kafamdan silinse de gelmesi uzun sürmedi. Derin bir nefes verdiğimde gözlerim hastane odasında dolandı. Büyük bir yer değildi. Küçük koltukta Deniz olan bitenin yorgunluğuyla bayılmıştı. Yine de iyi dayanmıştı. Aklıma gelen ile moralim bozuldu. Kerim. Zorlukla eğildim. Birkaç gün önce yan yana olduğumuz o adam...

“Hadi lan oradan. Uydurmayın.”

“Çisem sana olduğu kadar bana da emanet.”

“Kerim ben. Memnun oldum.”

“Ona söyleyemeyiz.”

Ellerimi sıktım. Ölümü bilirdim. Kalpte açılan boşluğu bilirdim. Yakınım değildi evet ama... Yanımdaydı. Birlikte küfretmiş, birlikte güldüğüm bir adamdı. Ve en önemlisi... Kaçak. Kaçak’ın sevdiğiydi. Uyandığında ne diyecektik? İlk onu soracaktı. Ona nasıl söyleyecek-

“Ben böyle işe edeyim.”

Kapının açılmasıyla eğilen bedenim doğrulduğunda Berk sinirle girmişti. Kapıyı geri kapattığında gözleri benden önce Çisem’i buldu. Derin bir nefes verdi. Ardından bana baktı.

“Dışarıda ifadesi için polis kaynıyor. Uyandığında bir de bunun için mi uğraşacak?”

Berk sinirle mırıldandığında gözlerim uyuyan o bedeni buldu. Asıl sıkıntım ise şimdi başladı.

“Uyanınca...”

Cümlemin gerisi gelmedi. Nasıl diyecektim? Kardeşinin yaşadığını ona nasıl diyecektim? Bu yüzden karşısına çıkamadığımı nasıl anlatacaktım? Mavi gözlere kardeşiyle büyümek varken benimle büyüdüğünü nasıl söyleyebilirdim ben? Boğazım sızım sızım sızladı. Berk’e döndüm. Dün gece ameliyathanedeyken ne yapacağımı bilemeyerek her şeyi anlatmıştım. Gözleri onun da tek bir noktadaydı. Her şeyden o da habersizdi. O gün Sait’in yanına gittiğimizde... Masal. Anlatmıştı. Ama ağzımı açamamıştım. Gözlerimi sinirle kapattım.

“Anlatmalısın.”

Tek kelimesi bu oldu. Biliyordum bunu ben de işte. Ama Eren’in sesi de kulaklarımdaydı.

“Basit mi sanıyorsun lan sen!”

“Her şeyi ondan saklamak kolay mı sanıyorsun!”

“Sormadık yer bırakmadım. Tek bir iyi söz söylemediler bana!”

“Ya kabul etmezse?”

O ne yapardı? Gözlerimi araladım. Berk’in adımlarını duydum. Yanıma geldiğinde destek olmak ister gibi elini omzumda hissettim. Bütün yaşamında kendisini suçlamıştı. Ama şimdi birileri gelip diyordu ki... Senin tüm hayatın bir yalandan ibaret. Onca dayak, onca yara, binlerce hakaret, yalvarışlar, çığlıklar... Senin kafanda olan yaratık yalan diyecektik biz ona. Yapamıyordum. Ona bunu yapamazdık. Lakin mecburdum. Gözünü açtığı ilk an söyleyecektim. Ne olacaksa olacaktı.

“Biliyorum.”

Fısıltım ile içim daraldı. Eli kalkmam ile düşerken derin bir nefes verdim. Fazlaydı. Bu kadar şey çoktu. Pencereye adımladığımda kapalı perdeleri araladım. Gün ışığı yüzüme vururken hastane bahçesine öylece bakındım. Ardından diğer şeyleri sordum.

“Hala bulunamadı mı?”

Sözlerim Berk içindi. Çisem. Elim yumruk oldu. Normal hastaneye geldiğimizden başımızdan polis ayrılmıyordu. Onlara göre Kerim’i Çisem’in vurma ihtimali vardı. Ama bu imkansızdı işte. Çisem’in yüzü gözü berbatken o adam tek bir kurşun ile... Olmazdı. Ayrıca ortada silah falan da yoktu. Başkasıydı. Ama kimdi? Berk’e döndüm.

“Polis baskın yaptığından kimin nereye gittiğini bulmak imkansız. Herkes farklı bir alana dağılmış. Görüntüler zaten silinmiş. Orman yolunda ise kamera yok.”

Gözlerim uyuyan Çisem’i buldu. Uyandığında bir diğer soracağım ilk soru bu olacaktı. Ve benim canımın canını yakan her kimse, onun canını hiçe sayacaktım. Sinirim artarken aklıma gelen ilk isim belliydi.

“O kızıl şeytandan ses soluk yok değil mi?”

Gözlerim Berk’i bulduğunda bu sefer onun yüzü de değişmişti. Kimsenin o adamdan haz almadığı aşikardı. Başını olumsuzca salladı.

“En son Eren’i gösterirken yan yanaydılar.” Bedeni gerildi. “Sonra odaya giriyor ve gerisi yok.”

Sinirim çoğaldı. Eren. Bu Ayaz. Her bir yandan onu vurmuşlardı. Onu koruyan ben ise aptal gibi geride kalmıştım. Ama en çok sinirimi bozan kişi Korlu’ydu.

“O şerefsiz bir daha Çisem’e yaklaşmayacak.”

Görüntüleri izlemiştim bu sabah. Berk kameradan izlediklerini bana da izletmişti. Kendisi görüntüleri kaydettiği için şükür ki olan biteni biraz olsun biliyorduk. Eflal. Kızı daha görmemiştim lakin bildiğim şeyler vardı. Berk’in yeni öğrendiğinde göre Korlu ile nişanlanmışlardı. Nedeni bilinmeyen bir biçimde ise nişan bozulmuştu. Ve olan benim küçüğüme olmuştu. Dün olandan bitenden haberim yoktu ama öğrendiklerim... Hiç iyi şeyler değildi. Onu almak için çıkmıştım evet ama... Sonra gidememiştim. Yiğit konusu beni ikileme sürüklemişti. Gitme kararını verdiğimde ise olan biten çoktan her şeyi yakıp geçmişti. Keşke... Keşke gitseydim. Özür dilerim.

“Tamam ama...”

Berk’in sözü yarım kalırken ona döndüm. Derin bir nefes verdi.

“Sen gitmeyecek misin?”

Dediği ile yutkundum. Gözlerimi kapattığımda uykusuzluktan ve hala içmeye muhtaç olan bedenim ayakta zar zor durdu. Kerim. Cenazesi bir saat sonraydı. Bu yüzdendi bu sessizlik. Gitmem gerekirdi evet ama onu bir daha yalnız bırakmayacaktım. Başımı olumsuzca salladım.

“Gidemem...”

...  

Eren Korlu

Ağzımda olan dumanı soğuk havaya üflediğimde gözlerimi kapattım. Her bir tarafım berbat bir durumdaydı. Ağrıyan boynumu geriye attığımda bana doğru gelen adımları duyuyordum. Lakin duruşumu bozmadım. Tükenmiştim. Tüketmiştim. Bitmişti. Benim için artık her şey bitmişti. Bedenimin hemen yanına bir beden geldiğinde elimde olan sigarayı aldı. Acıyla yutkundum. Gözlerimi araladığımda kararan havayı gördüm. Dün gece olan biten ve bu gün... Dün sabah gülen bir beden bu sabah ölüme uyanmıştı. Kerim. Kerem. Elim ağrıyan boynumu bulduğunda yanımda olan Aras bitirdiği sigaramı bir kenara savurdu. Pantolonumun cebinden paketi çıkardığımda yavaşça araladım ve yeni bir dal uzattım. O çekinmeden aldığında mırıldandı.

“İçecek miyiz yani?”

Gözlerim giderek maviliğini kaybeden gökyüzünü buldu. Kendime de yeni bir sigara çıkardığımda acıyla mırıldandım.

“Uyanmış mıdır?”

Kaçak. Çakmağı ona uzattığımda sigara paketini geri cebime kattım. Saniyeler içinde çakmak tekrar bana uzatıldığında onun sesini duydum.

“Yüksek ihtimalle.”

Yavaşça tebessüm ettim. Kaçak. Sigara yanarken içime bir nefes çektim. İyiydi. Belki dün gece olan o görüntü aklımdan asla çıkmayacaktı ama o iyiydi. Yüzüme bir daha bakmayacaktı ama iyiydi. Bir daha bana gülümsemeyecekti ama iyiydi. Mavilerim benim Kaçak’ım olmayacaktı ama iyiydi. Ölürüm dediğim kokusunu doya doya içime çekemeyecektim ama o iyiydi. Manyak diyemezdi bir daha ama iyiydi. Kaybetmiştim ama o... İyiydi. Kaan her şeyi teker teker anlatacak ve o iyi olacaktı. Kaçak. Çisem. Kalen. O iyi olacaktı. Bensiz de iyi olacaktı. Sigara öylece parmaklarımın arasından düştüğünde içim sızladı. Ellerim saçlarımı bulduğunda sinirle kavradım. Ben ne yapmıştım? Biz ne yapmıştık?

“Eren.”

Aras bana döndüğünde acıyla yutkundum. Görmüştü. Maviler görmüştü. Kaçıncıydı bu yaptığım? Onun güvenini kaçıncı defa hiçe saymıştım? O bana tebessüm edip gelirken...

“Benim yüzümden.”

Acılı sesim tüm bedenimi yansıdı. O yapmıştı tüm bunları. Nasıl yaptığını bilmiyordum. Ama benim yüzümdendi. Eğer o gün, o an olmasıydı sinirinden polisi aramayacaktı. Parmaklarını kesmeyecekti. Kerem ölmeyecekti. Ona tüm bunlar olmayacaktı. Maviler bana yine gülümseyebilecekti. Sarılacaktı. Tatlı tatlı konuşurdu.

“Eren yapma.”

Aras’ın elini hissettiğimde ellerimi saçlarımdan çektim. Hak etmiştim. Bunu ben hak etmiştim ama ya onlar? Kerem. Ona ne olacaktı? Cenazesinde zar zor ayakta kalan bedenim şimdi gösteriyordu bana suçluluğumuzu.

“Çiso anlatırsan anla-”

“Anlamaz. Kimse anlamaz... Hak et-”

“Lan siktiğimin Eflal’i öpmüş!”

Bana bağırdığında gözlerimi kapattım. Uzaklaştırmamıştım. Yapmasını beklemiyordum ama... Gözlerimi açtığımda başımı olumsuzca salladım.

“İzin verdim. Yaklaşmasına ben izin verdim.”

Sesim kısık çıktığında bunun farkındaydım. Beni asla affetmeyeceğini de biliyordum. Korkum da bu yüzdendi. O mavilerin bana nefretle bakmasına dayanamazdım. Sadece bunlar da değil. Kerim’in Kerem olduğunu nasıl söyleyecektik? O adamın tek yaşama sebebi, bu gerçeği Kaçak’ın öğrenmesiydi. Onu geçtim, kardeşini nasıl söyleyecektik? Benim yaptığımı daha hazmedemezken o küçük beden tüm bunları nasıl kaldıracaktı? Aras yanımda acıyla nefes verdi.

“Tüm her şeyi öğrendiğinde dayanması imkansız.”

Biliyordum. Bunu biliyordum. Beni gördüğünde bedeni yıkılmıştı. Ağlamasını nasıl bastırdığını görmüştüm. Göz yaşları akmış, sesi ise çıkmamıştı. Kalbinin katili bendim. Yüzünde olan yaraların, omzunda ki kesiğin, başının kanamasının sebebi bendim. Ve acı gerçek ise Yiğit’ti. Onu öğrendiğinde dayanacak bir yeri, yaslanacak kimsesi kalmayacaktı. Onu kendi ellerimizle çocukluğuna itmiştik. Yine de fısıldadım.

“Kaan yerine başkası söylemeli.”

Cümlelerim acıydı. Bunu ne ben ne de başkası yapabilirdi. Tek yapabilecek kişi Kaan’dı. Ama eğer o yaparsa Kaçak’ın tek güvendiği yer de iptal olurdu. Eğer Kaan’ın Yiğit’i bildiğini ve ona söylemediğini öğrenirse yıkılırdı.

“Ne?”

Aras anlamayarak sorduğunda mırıldandım.

“Kaan bilmiyormuş gibi yapmalı. Kaçak’ın ondan başka sığınacağı kimse kalmadı çünkü.”

... 

Büyük bir sessizlik vardı. Kimseden ses çıkmıyordu. Tek konuşan, hepimizin canını sıkan o adamdı.

“Verdiğimiz tek şey sadece ağrı kesici ve vücuda gerekli olan besin. Ama hala...”

Doktor olacak olan o adam konuştuğunda gözlerim yatan o bedendeydi. Koluna bir serum bağlıydı sadece. Odada olan herkes ise giderek umudunu yitiriyordu. Beş gün olmuştu. Beş gün içinde ise bir kez olsun gözlerini bize açmamıştı. İlk üç gün girememiştim. Yüzünü görememiştim. Kaan’ın ise artık gücü kalmamıştı. Acıyla duvara tutunduğunda koca bedeni karşımızda tükendi. Ben ise ondan farksız değildim.

“Şimdiye çoktan uyanması gerekirdi.”

Gözlerimi kapattım. Bedenimi kapıya yasladım. Nefes alamayacak bir haldeydim artık. Sanki uyandığında olacakları biliyordu da kendini öldürmüştü. Kaçak. Bedenim kahrolurken başımı eğdim. Bu kadar uzağa kaçması olmazdı. Olamazdı.

“Deniz!”

Bir ses geldiğinde gözlerimi açamadım. Ama olanı biliyordum.

“Hemşire! Deniz!”

Aras’ın sesi odayı doldururken kapıdan zorlukla çekildim. Gözlerimi araladığımda küçük odadan bedenimi çıkardım. Bu olmazdı. O çok susmuştu. Kaçak bu kadar susmazdı ki. Beş gün. Beş gün olmuştu. Ve bu sessizlik, bilinmezlik artık dayanılmaz bir hale geliyordu. Hiç uyanmama ihtimali bedenimin bir yanını sarmaya başlamıştı.

"Uyuyabiliriz o zaman hala."

Çok uyudun be güzelim. Acıyla koridora çöktüm. Hemen önümden bayılan kızı çıkarttıklarında elim ağzımı kapattı. Ama kulaklarım duydu.

“Başında ki yaradan bir sorun olduğunu düşünmüyoruz. Ama psikolojik durumu maalesef ki dosyalarından belli.”

Gözlerimi kapattım.

"Dissosiyatif kişilik bozukluğu ilk olarak, yanında bir çok hastalığa sahibim."

Doktor ise korktuğum o şeyi söyledi.

“Kendinizi uyanmama ihtimaline hazırlasanız iyi edersiniz.”

Gözlerime maviler yansıdı.

“Kısaca deliyim ben.”

... 

Bir hafta. Yedi gün. Büyük bir sessizlik vardı. Koridorda yavaşça adımladım. Bildiğim odaya doğru giderken ise gördüğüm kişi beklenmedikti. Bulut. Kaçak’ın odasından çıktığında adımlarım duraksadı. Ellerini gözlerine bastırdığında bu hali canımı acıttı. Uyumuyordu. Onun yanından bir an olsun ayrılmıyordu. Ondan farksız değildik ama o... İki sevdiğini de bir gecede aynı anda kaybetmiş gibiydi. Birkaç dakika karşımda öylece durduğunda bende onunla bittim sanki. Sonunda adımladığında ise gecenin karanlığında beni görmedi. Koridorda olan saate baktım. Dörde geliyordu. Derin bir nefes verdim. Kaan bugün Deniz’in yanındaydı. Hemen yan odada olsa da bu benim işime gelirdi. Bulut’un da çıkmasını fırsat bilerek odaya doğru adımladım. Kapıyı sessizce açıp içeriye girdim. Odayı loş bir biçimde aydınlatan tek şey yatağın yanında ki minik ışıktı. Onun yanına geldiğimden yüzümü olabildiğince düzelttim. Hissederdi. Yatağın yanında olan sandalyeye oturdum. Sandalyeyi ona olabildiğince yaklaştırdığımda fısıldadım.

“Kaçak.”

Ona yaklaşmam artık pek hoş karşılanmıyordu. Biliyordum. Ama onsuz da yapamıyordum. Görmediğim her an daha da beter oluyordum. Bugün değiştirilmiş sargılarından tuttum. Parmakları soğuktu. İkinci kez onunla yalnız kalıyordum.

“Gelsen artık.”

Sesim çaresizce çıktı. Nereye gitmişti bilmiyordum. Buradan kaçtığı ise kesindi. Ama olmuyordu. Onu bir daha öpemeyeceğin farkındaydım. Bu yüzden çekindim. Yine de tuttum elini. Daha günler önce gülmüştü bana. Artık ne olacağı, ne tepki vereceği umurumda değildi. Tek dileğim uyanmasıydı. Solmuş yüzüne baktım. Huzursuz bir ifade vardı. Dileklerimin aksine ise sanki giderek uzaklaşıyordu bizden. Zorlukla yaşayan bir ölüydü karşımda...

... 

Güneş kendisini göstermeye, hava aydınlanmaya başlıyordu. Sigarımdan son bir duman daha çektiğimde yavaşça söndürdüm. Gözlerim dışarıda gezindi. Her şey birbirine girmişti. Ama en kötüsü onca olayın içinde mavilerdi. O haline daha fazla dayanamamış kendimi mecburen soğuk havaya atmıştım. Ancak içimde on dakika içinde ona karşı bir özlem vardı. Adımlarım yanına gitmek adına başlarken bir hafta olduğuna inanamıyordum. Bir hafta. Derin bir nefes verdim. Fatih hala şirket için sorgulanıyordu. Bu ise bana da yansıyordu. Avukatlar her ne kadar ilgilenmeye çalışsa da... Silah işi, ticaret yaptığım adamları kaybetmeyi, Sait’i... Her şeyi geriye attım. Koridorun sonunda olan o mavilerdi tek önemsediğim. Yavaşça tebessüm ettim. Uyanacaktı. Koridoru döndüğümde tek dileğim uyanmasıydı. Ona bu sefer tüm gerçeği anlatacak, yanında duracaktım. Odasının yanına geldiğimde içimde olan kötü düşünceleri yok saydım. Kaçak’tı bu. Başaracaktı. Uyanacaktı. Kapıyı açtığımda içeriye girdim. Ardımdan kapıyı kapattığımda onu görmek adına ilerledim.

“Kaça-”

Kendi sesim kendiliğinden kesildi. Gülen yüzüm, adım atan bedenim ise kalakaldı. Gördüklerime karşın ne yapacağımı bilemedim. Rüya mıydı? Uykusuzluktan bir yerde sızmış mıydım? Yoksa korkmalı mıydım? Hemen yanımda olan lavabonun kapısını açtım. Boştu. Çünkü kaçak uyuyordu. Hızla tekrar yatağa döndü gözlerim. Kabustu. On dakika. Sadece on dakika gitmiştim. Nasıl? Ne oluyordu?

“Kaçak!”

... 

Şimdiki Zaman

“Uyanmış lan işte!”

Berk gülerek konuşurken gözlerim kayıttaydı. Hepimiz pür dikkat bakıyorduk.

“Burada siz çıkıyorsunuz.”

Odadan çıkışımı izledim. Dalgın bedenimi. Dakika bile geçmeden ise kapı tekrar açılıyordu. Yutkundum. Adam kamere kaydını dondururken mavilere baktım. Hastane kıyafetleriyleydi. Çıplak ayaklarla... Mavileri etrafa bakınıyordu. Adam kaydı açtığında izledik. Koridoru öylece geçiyordu. Hiçbir şey yokmuş gibi öylece ilerliyordu bedeni.

“Kendisi ise dakikalar sonra.”

Kendi katından inişi izledim. Merdivenlerden iniyordu öylece. Ama sanki sadece bedeni vardı. Hiçbir tepki yoktu yüzünde.

“Bu...”

Kaan’da fısıldadığında eli yumruk olmuştu. Hiçbirimiz uyandığını kavrayamamıştık bile. Bir hafta sonunda gözünü açıyor sonra hiçbir şeyi yokmuşçasına uyanıyordu. Genel alanda görevlinin seslenişini umursamadan ilerliyordu. Kadın ona yaklaştığında ise adımları duruyordu.

“Bulun şunu.”

Kaan sinirle kadını gösterdiğinde ardımızda bir ses geldi.

“Kaçmış.”

Polis memuru konuşurken sinir katsayım arttı. Başımıza bir de bunlar çıkmıştı. Çalışan görüntüyü yakınlaştırdı. Lakin maviler değil, kat görevlisi gözüküyordu. Kadın onun koluna girmeye çalıştığında ise tebessüm eden yüzü aniden donuyordu kayıtta. Yutkundum. Çünkü korktuğum şeyin başıma gelme ihtimali beni bitirdi. Kadın telaşla onun elini bırakırken ne olduğunu bilmiyordum. Ne söylediğini, ne yaptığını... Kahretsin ki ben hiçbir şey bilmiyordum! O beden ise kadını geçip çıkışa doğru ilerliyordu. Aras mırıldandı.

“Ne söylemiş olabilir?”

Hastaneden çıkarken kapının hemen orada olan kamerayı açtı bu sefer adam. Gözlerim ise bu sefer daha yakından gördü mavileri. Ancak korktuğum oldu. Adam ekranı yakınlaştırdığında doğruca kameraya bakan o mavileri gördüm. Kaan’ın bedeni sendelerken onu tutan Aras oldu. Benim ise gördüklerim bana yetmişti. Bu...

“Bu o değil.”

Kaan acıyla fısıldadığında mavilere baktım. Net değildi. Gözlerimi kapattım. Ama bu benim Kaçak’ım da değildi. O gözler. O yüz... Tüm bu olanlardan sonra bu duygu barındırmayan beden ne benim sevdiğim kadın, ne de Kaan’ın kardeşi Çisem olabilirdi. Bu gözler...

“Bir katilden farksız.”

... 

𝄽⊱Çisem Kalen⊰𝄽

“Abla.”

Yavaşça tebessüm ettim. Ablam. Yiğit’im. Geliyorum. Bu sefer elini tutacağım. Kanlı ellerimle elini tutacağım. Ama artık farklı olacaktı. Kanlı ellerim onun kanına değil, uğruna kana buladığım insanların kanına bulanacaktı. Bize cehennem ettikleri bu dünyada onları kendi cehennemime katacaktım. Tebessümüm büyürken taksi durdu. Başımı kaldırdığımda şoför ürkerek bana bakıyordu.

“Ne taraftan?”

Yola baktım. Hastane kıyafetlerim ve gözlerim sanırım onu ürkütüyordu. Tanıdık sokakta gezindi gözlerim.

“Sağ.”

Adam dediğimi yaparken yoldan tanıdık o yere döndük. Araç ilerlerken ise o sonunda konuşmamdan cesaret almış gibi tekrar soru yöneltti.

“İyi misiniz?”

Mavilerim aynadan o gözlere döndüğünde bir yola bir bana bakıyordu. Ben ise tek bir cevap verdim.

“Burası.”

Dediğim ile taksi dururken bana çekinerek baktı. Gözleri ise etrafta dolaştı. Ben ise ona daha fazla bakmayıp dışarı çıktım. Ancak başımın dönmesiyle elim sızlayan kafamı buldu. Gözlerim kapanırken küfrettim. Adam bu ani hareketim ile inerken bana döndü. Baş dönmesi çoktu. Sikeyim ki o gün çok kötü düşmüştüm. Ben değil. Zayıf taraf her şeyi öğrendikten sonra delirmişti gerçekten de. En son hatırladığım ise başımın ardında olan sızıydı düştükten sonra.

“Hanımefen-”

Elimle bana dokunmak isteyen adamı durdurdum. Derin bir nefes verdim ve yavaşça güldüm. Kahretsin ki çok iyiydi. Uzun zaman olmuştu. Gülüşüm büyürken başımın ardında kalan elimi de indirdim. Çıplak ayaklarım asfalt yolda bir adım attığında adam bana yaklaştı. Onu umursamadan gözlerim yeri taramaya başladı. Taş lazımdı. Büyük bir taş.

“Hanımefendi bakın ben sizi aldığım yere götürsem daha doğru olacak. En iyisi siz tekrar binin.”

Bu iş taş ile olmazdı. Gözlerim taksiyi buldu. Adam hala yanımda konuşurken düşünmedim. Düşünmeye artık vaktim yoktu. Adamın yanından geçtiğim gibi aracın açık kapısından bindim.

“Hey! Hanımefen-”

Aracı kilitlediğimde adam bana şokla baktı. Ben ise aracın yönünü hedefime doğru yavaşça çevirdim. Adam bana dışarıdan bağırmaya devam ederken ne yaptığımı anlamıyor gibiydi. Benim ise vaktim yoktu. O aptallar çoktan peşime düşmüş olmalıydı. Yarım saate kapımda biterlerdi. Başımın arkası sızlarken ise daha fazla beklemedim. Aracı binaya doğru çevirmemin ardından çıplak ayağım gaz pedalını buldu. Kapıyı kırsam yeterdi. Camdı zaten. Abartmadan. Ya da siktir etsene. Ayağım gaza son gücüyle bastığında güldüm.

Sertçe bir sarsıntı olurken bedenim öne doğru uçtu. Acıyla inledim. Lakin ne olduğu umurumda değildi. Kendime birkaç dakika zaman tanıdım. Ardından bu sefer aracı ters yöne çevirdim. Başlıyorduk. Zorlukla indiğimde adamı gördüm. Öylece dükkana bakıyordu. Ağzını bile açamamıştı. Güzel. Kırılan kapıya ve hasarlı camlara göz gezdirdim. Ardından çıplak ayaklarım ile tam da oraya doğru ilerledim.

“Sen ne yaptın! Resmen soygun bu!”

Adam arkamdan sonunda kendine geldiğinde gülümsedim. Cam kırıklarına olabildiğince dikkat ederek içeriye girdiğimde gözlerim kasayı buldu. Paraya ihtiyacım vardı.

“Hey! Bana bak bu suç! Biliyorsun değil mi!”

Adam ardımdan bağırsa da mecburen o da içeriye girdi. Ardımdan gelirken kasaya bakındım. Anahtarı neredeydi bunun? Hatırladığım ile çekmeceyi açtığımda anahtarı çıkardım.

“Allah’ım ben ne yapacağım?”

Adam yanımda daha da beter olurken boğazını kesmeme az kalmıştı. Kasayı açtığımda gözlerim paraları buldu. Yavaşça gülümsedim. Kartlarımda milyarlarım vardı şaka gibi ama ben onların nerede olduğunu bile bilmiyordum. Kaldığım duruma sıçayım. Parayı aldığımda yüksek bir meblağ adama uzattım. O bana hayretle bakarken tebessümüm büyüdü. Parayı tezgaha bırakırken göz kırptım. Çıkmak için adım atacağımda ise gözlerim o yazıyı gördü.

Bulut Cafe

... 

Eren Korlu

Polis ekiplerine baktım. Kafenin önündeydik. Mahvolan o girişe ve delirmiş bir halde olan şoförde gezindi gözlerim.

“Delirmiş gibiydi. Hiç konuşmadı sadece geleceği yeri söyledi. Sonra...”

Adamı daha fazla dinleyemedim. Derin bir nefes verdim. Kendi kafesini soyacak bir durumdaydı. Yanımda olan Bulut korkuyla etrafa baktı. Ama en kötümüz Kaan’dı. Kırılan tabelaya eğilmiş, acıyla duruyordu. Ona doğru ilerledim.

“Kaan.”

Sokak kalabalıktan geçilmiyordu. Zordu ama onu kendine getirebilecek tek kişi şuan bu adamdı. Kendine gelmesi lazımdı.

“Kalk hadi.”

Elimi ona uzattığımda gözlerini bile kaldırmadı. Parmakları kırığın üzerinde gezinirken fısıldadı.

“Bitti.”

Bunu söylemesi olmazdı. Canım yanarken sinirlendim.

“Bir şeyin bittiği yok. Bulacağız onu. Kalk ha-”

Gözlerini kaldırdığında beklemediğim buydu. Yıkılan o adama baktım. Gözleri dolmuştu. Hayır. Bitmeyecekti. Böyle yapamazdı. Beni kendinden kaçırsa da elimi tuttu bu sefer. Ama güvendiğinden olmadı bu. Desteğe ihtiyacı olduğundan. Yüzünü benden kaçıracağında elini çektim. Bu hareketim ile bana dönerken başımı olumsuzca salladım. Kabullenmeyecektim.

“Uyandı. Kendine gelecek. Sadece, bir-”

“Sadece falan yok Korlu. Kabullen. Bitti.”

Bu kadar kolay vazgeçemezdi. Olmazdı. Tekrar gitmek için adım atacağında bırakmadım.

“Seni görürse belki yine kendisi-”

“Kendisi gibi mi!” Bağırmasıyla gözlerimi kapattım. “Beni görünce nasıl geçecek lan! Kendisini göremiyor daha! Bitti! Ben kardeşimi kaybettim! Bildiğimiz Çisem yok! Bunu kabul-”

“Kabul edemem!”

Bağırışımız yankılanırken tüm gözler bizdeydi. Kaan ise bu halime daha da sinirlendi. Elimden kurtulduğu gibi yakamı kavradı. Bedenimi kendisine çektiğinde anlamamı istiyordu. Ama anlayamazdım ki. Yüreğim yetmezdi...

“Çisem’i sana anlatayım mı Korlu? O kızı on iki yaşında buldu babam. Ölmeden önce de ona burayı açtı. Kendi parasıyla o evi aldı. Peki sana soruyorum şimdi. Evi her şeyi olan bir kız, evini aldığı iş yerine bunu yapar mı?”

Bedenimi iteklediğinde itiraz etmedim. Gözlerim berbat bir halde olan o yeri inceledi. Acıyla yutkundum.

“Şimdi ben çıksam karşısına bakar mı sanıyorsun yüzüme?”

Acılı sorusu kendi kalbine gibiydi. Gözlerimi kapattım. Yandım. Bittim. Ama hayır. Ben onun gitmiş olabileceğini yine kabul edemedim.

“Gördüm. On dokuz yaşında gördüm ben o yaratığı. Önüne gelen herkesi öldürdü.”

Acılı sesini bir ben bir o duydu. Ayakta kalmaya gücüm yoktu artık.

“Sana verebileceği Çisem değil, ölümün olur artık Korlu. Kabul et bunu.”

... 

Sarhoş bedenim acıyla haberleri inceledi. Aras yanımda donuk bir biçimde otururken kimseden ses çıkmıyordu.

“Bir günde iki cinayetin de benzer şekilde olması, akıllara tek bir soru getiriyor.”

Spiker konuşurken kameranın çevrilmesiyle cesedi taşıyan ekibi gördüm.

“Üzgünüm ama Çisem bu.”

Erdem hiç üzgün olmayan sesiyle öylece konuştuğunda haberi kapattım. Gece yarısı olmuştu. Ses soluk, hiçbir şey yoktu. Tek olanlar bu saçma haberlerdi. Aras derin bir nefes verdi. Onun yerine konuşan ise Berk oldu.

“Birisi Fatih’in şirketinden bir adam. Diğeri de Aylin’in bugün gidip mücevher sattığı bir kadın.”

Sırada ki kimdi? Bizden birisi mi? Başım çatlarken içkiden bir yudum daha aldım. Aras’ın yanında olan Deniz ise korkuyla fısıldadı.

“Çisem yapmaz ki.”

Acıyla tebessüm ettim. Kaçak yapmazdı evet. Ama o. İşte o yapardı. Gözünü bile kırpmadan hem de.

“O yapmış gibi.”

Gökçe sıkıntıyla soludu. Onu onaylayan ise Berk oldu.

“İz bırakmadan bu işi yapabilecek tek kişi Kalen. Ayrıca onun olduğunun bir diğer kanıtı da sürekli bıçak kullanması ve...”

Ve öldürdüğü her bir kişiyi kalbinden bıçaklamasıydı. O yaratık kalbini dinlemezdi. Kalbi yok ederdi. Öyle de yapıyordu. Silah kullanmayı tercih etmezdi. Eğer kendi kafasına sıkmayacaksa.

“Nasıl bu kadar rahat söyleyebilirsin tüm bunları?”

Deniz’in acı feryadı Berk içindi. Benim beklemediğim ise alayla gülen Berk oldu. Gözlerimi açtığımda onu buldu siyahlarım.

“Onun bu halini benden başka kim bilecek Deniz? Bu halini sevmiyor olabilirsiniz ama siz de biliyorsunuz. Onun zihni babasından farksız değil ve kalbini seçse şuanda çoktan kendi kafasına sıkmıştı.” Gözleri beni bulurken aşağılayıcı o yüzü gördüm. “Ve ben Çisem’i her haliyle kabul ediyorum.”

Ellerim yumruk olurken kastettiği bendim. Eflal ile olan videoyu bize izleten kişiydi bu. Berk. Bileğimden uyaran tonda tutan ise Aras oldu.

“Bir katili kabul ediyorsun yani. Doğru mu anladım?”

Gökçe acımasızca bu soruyu sorduğunda delirmek üzereydim. Berk bilgisayarı kapatırken alayla güldü.

“Bu odada onun yaşadığı tüm olayları biz yaşasak şuanda nefes bile alamazdık. Bunu biliyorum. O ise bunu başarıyor. Kısaca hayır. Ben defalarca öldürülüp, öldürerek yaşamayı öğrenen bir kızı kabul ediyorum.”

Gözleri gözlerimi bulduğunda meydan okurcasına baktı.

“Ve o bana gelecek. Çünkü onu sadece benim kabul edeceğimi biliyor.”

Bedenim daha da gerilirken benim düşüncelerimi silen başkası oldu.

“Hayır.”

Kaan acıyla konuştuğunda sesinde ki durgunluk dikkatimi çekti. Ona döndüğümde donuk bakışları sanki ölü gibiydi. Gözlerini ise sonunda kaldırdı. Saatlerdir durgun olan bedeni yavaşça doğrulduğunda fısıldadı.

“Kaybetsem de ölmesine veya polisin onu bulmasına engel olacağım.”

Kaşlarım dediği ile çatılırken inanamadım.

“Ne?”

Acı söylemim ile gözleri beni buldu. Elleri uzamış sakallarını bulduğunda acıyla yutkundu.

“Bir ihtimal var.”

Koca bir günün ardından onun dediği tek bir cümle yetti bana. Bir ihtimal. O ihtimal bedenimi kaldıran, güç veren oldu. Kaan ise Berk’e döndü.

“Onu en iyi tanıyan sensin. Şimdi söyle bana, o...” Ne diyeceğini bilemedi. Kendi kardeşine ne diyebileceğini seçemedi. “O şey öldürmek dışında bir şey yapabilir mi?”

Dediğinden kimse bir şey anlamazken Deniz hafifçe güldü. Gözlerim onu bulduğunda hızla ayaklandı.

“Evet.”

Yerinde yavaşça dolandığında Kaan’ı anlayan tek kişi oydu şuanda.

“Ne evet?”

Aras’ta anlamadığını belli ettiğinde Kaan yerine Deniz hızla konuştu.

“Her gittiğimiz psikoloğun dediği tek şey neydi?” Bize heyecanla döndüğünde anlamıyordum. O ise bana baktı. “Çisem o yaratığı kendi kafasında yaratırken kendinde eksik olan her şeyi ona yükleyerek oluşturdu.”

“Yani?”

Kaan derin bir nefes verdiğinde ben hala anlamıyordum. Deniz’in ise gözleri bu sefer herkesten ayrılarak Bulut’u buldu.

“Yani Çisem seven taraf. O insanları, hayvanları sevebilir. Diğer tarafa da bunu yüklemesine gerek kalmaz.”

Anladım. Kastettikleri şeyi anladım ama onlar kadar sevinemedim. Çocukluğu bu duygudan eksik sayılabilirdi evet. Deniz ise heyecanla konuştu.

“Eğer kardeşinin yaşadığını öğrenirse çocukluğu kardeşini bulabilir ama o en fazla bu kadarını yapabilir.”

Evet. Bu olabilirdi. Ama kimse Deniz kadar sevinemedi. Çünkü iki ihtimal daha vardı. Kardeşini öğrendiğinde kabul etmeyip kafasına sıkabilirdi. Veya çocukluğu tüm hayatını kendi kardeşine adayabilirdi. Çünkü o zaten Yiğit için doğmuştu ve onu gayet de sevebilme ihtimali vardı. Gözlerimi kapattığımda Aras’ta bunları bilse bile konuştu.

“Yani, bu ihtimale sığınarak Çisem’in Berk’e gelmesini mi bekleyeceğiz? Sonra da kardeşinin ölmediğini ve...”

Bu saçmalığa kendisi bile devam ettiremedi. Çünkü bu çok düşük bir ihtimaldi.

“İyi de sonuç olarak kendi başına yapamaz. İllaki Berk’in yanına gelecek.”

Berk yutkundu ve onayladı.

“Benden başka şuan yanına yaklaşabileceği kişi yok. O yüzden bekleyece-”

“Hayır.”

Kaan acıyla yutkunduğunda elleri başını buldu. Tek umudum Berk’e gelmesiydi şuan. Ama Kaan bunu da soldurdu.

“Kaçırdığınız birisi var.”

Gözleri beni bulduğunda kim olduğunu anladım. Ortalıktan kaybolan bir diğer isim. O videoda olan kişi.

“Kim?”

Berk anlamaz bir biçimde sorarken Kaan o ismi söyledi. Tüm umutlarımı ise tek kalemde harcadı.

“Ona tüm gerçekleri gösteren kişi.”

Duymak istemedim. Kabullenmek istemedim. Ama acı gerçekleri Kaan bana gösterdi.

“Ayaz Kartal...”

... 

𝄽⊱Çisem Kalen⊰𝄽

“Yaklaşma!”

Bir. İki. Üç. Dört. Beş. Altı. Yedi. Sekiz. Dokuz. On...

Dahası vardı. Bu sayının daha fazlası vardı ve ben asla tek bir noktada durdurmayacaktım. İçimde olan fırtına, hayatımın acısı geçinceye kadar durduramazlardı. Başlıyordum.

“Sana yaklaşma dedim!”

Adamın korku dolu sesi tüm sokağı kaplarken tebessüm ettim. Onlara istediklerini verecektim. Bendim. Artık oyunda oynayan da, oyunu kuranı gebertecek olan bendim.

“Gelme!”

Karşımda olan yüzde korku vardı. Güzel. Bu yüz herkeste olacaktı. Çisem Kalen. Adımın hakkını verecektim. Tenimi saran deri eldivenin ardında kalan çakıyı sıktım. Bana elinde ki bıçağı öylece sallarken ise tebessümüm büyüdü. Adamın sırtı duvara dayanırken ise bu sefer korkusunu gizleyemedi.

“Lütfen...”

Ancak artık ne korkulara ne de zayıflığa yer vardı. Korkudan titreyen bedeni elinde tuttuğu bıçağı bile tutamazken yere düşürdü. Tebessüm ettim. Ona son söylediğim ise patronun adı oldu.

“Eflal.”

... 

“Kendi kardeşini öldürdün!”

Bir yudum aldım. Haklıydı. Yiğit’i öldürdüğümü bana kabul ettirmişti. Ondan korkardım. Yasin Kalen. Aynısı olduğum o adam. Babam. Karşıma şuan çıksa yine korkardım. Derlerdi ki bana katil. İçtiğim şişeyi sıktım. O öğretmişti. O kadar ölüm izletmişti ki öğrenmiştim. Bir insanın neresinden kanadığında ne olacağını öğretmişti. Nasıl acıyla çırpındıklarını görmüştüm. Nasıl sessizce göz yaşı akıtarak öldüklerini de. Masumdum aslında ben. Masum bir kıza ise katil olmayı onlar öğretmişti. Başım sızlarken artık gözlerim bulanık görüyordu. Ben ise kabullendim tüm olanları. Zaten kabul edip savaşan taraf genelde bendim.

“Babam yine yanılmadı.”

Ellerim soğuk toprakta gezindi. Bana hem yaşamı hem de ölümü getirmişti. Ama babamı değiştirmemişti. Gece karanlığında soğuk o toprağın ardında yatan beden... Kerem. Beni babamdan kaçıran, tüm gerçekleri söyleyen o adam.

“Benim gözümde hep çocuk gibi masum kalacaksın.”

“Ölmeden önce son dansımı seninle yapmış olurum işte. Kötü mü?”

“Seni gördüğüm an ölüm denen şeyi kabullendim desem.”

“Korkmak yok tamam mı?”

Benim masumluğumu bilen tek adam. Beni gerçekten bilen kişi... O benim abimdi. Beni yaşatan, elleriyle besleyen kişiydi. Soğuktan kendi çabasıyla korumaya çalışan, annemi söyleyen, her şeye rağmen beni terk etmeyen kişiydi. Kerem. Gözümden bir yaş aktı. Korktum. O gün ellerimin altında son nefesini verdiğinde kendi çığlığım gösterdi benim de korkabileceğimi. Hızla göz yaşımı sildim ve içkimden bir yudum aldım.

O gün bana kardeşimin yaşadığı gerçeğini söylemişti evet. Ama kendi kardeşimin katili olduğum gerçeğini değiştirememişti. Ben bu adamı iki kez öldürmüştüm. Kendi abimi iki kez...

Benim yüzümden olmuştu. Eğer o gün silahın bana döndüğünü, o pisliğin neden sırıttığını erken anlayabilseydim o şuan yanımdaydı. Abim... Kerem. Acıyla gözlerimi kapattım. Karanlıkta onun gibi yok olmak istedim.

...

Oradaydım. Oradaydık. Büyük bir sessizlik vardı. Ne o günkü gibi rüzgar esiyordu, ne de yanımda bir başkası vardı. Sadece... Soğuktu. Çok soğuktu. Çıplak ayaklarım kendi etrafında sakince döndü. Tanıdık o yere baktım. Sanki başka bir gündü. Burada hiçbir şey olmamıştı. Yine de içimde ki tuhaflıkla karanlıkta kalan o yere döndüm. Korkmadım. Ben korkmazdım. Ben o karanlığa hükmedendim. Ama içimde olan o şey... Bana olacakları sanki önceden haberdar ediyordu. Beni durduramayacağını ise biliyordu. Soğuk o zeminde ilerlediğimde ayaklarım asfalttan toprağa bastı. Kabus olduğunu biliyordum. Bu güne kadar o kabusların baş karakteriydim çünkü ben. Lakin artık düzen değişmişti. Mavi gözlerim kendi topuklularımı gördü. Adımlarım ise gördüğüm ile kesildi. Alaya almıştım. Rahat gözükmek için gerçekten alaya almıştım. Her şeye yaptığım gibi...

Gözlerimi kendi topuklularımın ardında kalan o yere çevirdim. Ben alaya almıştım evet ama olan onlara olmuştu. Yerde yatan bedenlere baktım. Onları görmem ile daha da üşüdü bedenim. Beyazlaşmış iki ruhtu karşımda yatanlar. Gözlerimi kapattım. En sevmediğimdi. Pişmanlık. Öyle bir duyguydu ki seni pençeleri arasına sarıyor, bırakmak yerine sivri her bir yanını daha da ruhuna batırıyordu. Adımlarım bu sefer sarsak bir biçimde onlara doğru ilerlediğinde o adamı gördüm. Kerem.

“Çisem.”

Bana tebessüm eden yüzü, sesi, adımı söyleyişi... Ağlamadım. Ama kahroldum. Duygusuz beni mahvetti. Gözlerimi ise ondan zorlukla ayırdım. Ellerini gördüm.

“Abi.”

Sıkıca tutmuştu elini. Çisem. Normalde bana izin vermezdi. Bedenini kontrol etmeme kızar, bir yerlerden bas bas bağırırdı. Şimdi ise...

Öldürmüşlerdi. Onu yaptıklarıyla öldürmüşlerdi. Gördüklerine, hayal kırıklıklarına, bana, kendi kardeşine gücü yetmemişti. Dizlerimin üzerine çöktüğümde yutkundum. İkisinin ortasında öylece durdu küçük bedenim. Derin bir nefes verdiğimde ise kendi zayıflıklarımı, tüm bu olanları bir kenara bıraktım. Ellerim, ikisinin buz gibi parmaklarını tutarken fısıldadım.

“Söz.”

Mavilerim bu sefer kararlıydı. Kerem’e döndüm.

“On yıl öncenin de, bugünün katilini de kendi ellerimle geberteceğim.”

İçimden ise özür diledim. Ama bunu sadece o bildi. Gözlerim kendi büyümüş bedenime, daha doğrusu ölü bedenime döndü. Ellerini daha sıkı tuttum. Zor olacaktı. Kabul etmesi onun zor olacaktı. Başaracaktı.

“Tüm hayatımın intikamını alacağım. İhanetleri, ölümleri, çığlıkları, göz yaşlarını bastıracağım...”

Kulaklarıma abla diye haykırış sesi yansıdığında burukça tebessüm ettim.

“Ve sen kardeşin için gözlerini tekrar açacaksın Kalen.”

Ellerini sıkıca tuttum. Engel olamadığım ise bir damla göz yaşım oldu. Şeytan denilen varlık bugün kendisi için, kaybettikleri için bir göz yaşı akıttı. Ve ben bu yaşı herkese misliyle ödetecektim. Fırtına başlıyordu...

 

Dahilik ile delilik arasında çok ince bir çizgi var derlerdi. Sanırım biz o çizgiyi çoktan yok etmiştik. Dahi bir deliyi görmek pek mümkün değildi sanırsam. Baş ağrısı ise şuan bu mucizeyi engelleyen tek şeydi. Acıyla yüzümü buruşturdum. Kafamın arkası hafiften sızlıyordu. Omzumda olan kesik ne haldeydi bilmiyordum ama onun acısı geçmiş gibiydi. Ya da başımdan hissetmiyordum. Acıları artık acılarımla kapatıyordum. İstemsizce güldüm. Ne kadar da zavallıca bir durumdu şu düştüğüm. Ama zavallılık bitecekti. Yeni açtığım gözlerim bulunduğum yeri taradı. Uyuşmuş olan bedenim ise nerede olduğumuzu bana anlatıyordu. Soğuk toprak tüm bedenimi esir almışken derin bir nefes verdim. Yıllar sonra tekrar birlikte uyumuştuk. Başımı yavaşça çevirdiğimde toprak birikintisine baktım. Parmağım üzerinde gezindiğinde tebessüm ettim. Onun intikamını da, kendimin intikamını da alacaktım. Yapacaktım. Zorlukla doğrulduğumda kıyafetlerime yapışan toprağı olabildiğince sildim. Ağlamıştım. Korkumu göstermiştim. Ama tüm bunlara vedamı da onunla birlikte bu gece sonlandırmıştım. Şimdi ise başlıyordum. Zorlukla ayaklandığımda son kez baktım ona. Abime. Buraya tekrar geldiğimde ise her şeyin biteceğine kendimce söz verdim. Ya ben onun yanına gelecektim. Yanında birlikte sonsuza kadar soğuk gecelerde takılı kalacaktık. Ya da ona intikamını aldığımı söyleyecek, kardeşimle mutlu olduğumu anlatacaktım. Bu hikayenin iki sonu olacaktı. Tüm hayatımı sığdırdığım o seçeneklerdi bunlar. Ölüm ve yaşam.

... 

Tüm seçeneklerim buradan geçiyordu. Kim olduğu, ne yaptığı belli olmayan bu adam. Tek bildiğim ise bana olan zaafıydı. Belki bu konuda da yanılıyordum lakin bu çok önemli değildi. Bana kendisi kendini gösterecekti. Ayaz Kartal. Kendisini bana benzeten o kişi. Kızıl. Bana sen geleceksin demişti. Bu yüzden bana gelmesini beklemiyordum. Kendimi insanlara yeterince belli etmiştim zaten. Şimdi ise tamamen göstermekti. Soğukta karşımda olan o alana baktım. Beni getirdiği o garaj. Onu başka bir yerde aramak aptallık olurdu. Düşüncelerimi desteklercesine ilerledim o yere doğru. Ne ile karşı karşıya olduğumu bilmiyordum. Çünkü o da benden halliceydi. Ama dediğim gibi bir ben değildi. Aralık kapıyı araladığımda içeriden gelen sesleri duyabiliyordum.

“Açsana şunu.”

Yüksek ihtimalle adamlarıydı konuşanlar. Yavaşça ilerlediğimde soğuk havadan kurtulan bedenim daha da rahatladı. Sonunda açık olan o alana çıktığımda mavilerim etrafı gördü. Birkaç adam etrafa dağılmıştı. Adım seslerim ile ise doğruca gözleri benim üzerimdeydi. Oturdukları yerden kalktıklarında bana tedirginlikle baktılar.

“Buyurun. Birine mi baktınız?”

Bir adam bana doğru ayaklandığında ise onu tutan kişi oldu. Adama döndüğümde ise onu tanıdım. Masal’ı öldürürken yanımdaydı. Gözlerinde ise şuan bir korku vardı. Ona doğru birkaç adım attım.

“Hoş geldiniz.”

Adam sakince konuştuğunda gözlerim masa da dolaştı. İçiyorlardı. Yutkunduğumda başımın sızlamasını yok saydım.

“Bu kim?”

Yine boş konuşan o eleman konuştuğunda ise adam onu daha sert bir biçimde uyardı. Konuşmadım. Buna gerek duymuyordum. Normalde konuşmayı sevdiğimi bilirdi oysa. Kim mi peki? Öldürdükleri ben. Ben ise bu güne kadar kendime konuşmuştum. Ona gülmüş, ona kızmıştım. Bu değişmeyecekti. Gözlerimi kaldırdığımda adam bana çekinerek baktı.

“Ayaz Bey sizi bekliyordu.”

Diğer kimse adamı anlamazken ben ona bakındım. Beni mi bekliyordu? Bir adım sesi duyduğumda yavaşça gülümsedim.

“Bu o mu?”

Benden yaşça büyük bir adam yaşıma takılmış gibi süzüyordu beni. Ben ise bana doğru gelen adım seslerindeydim. Gülümsemem büyürken beni gören adama baktım. O ise gözlerimden insanların susması gerektiğini anladı.

“Biz en iyisi gide-”

Sözleri bana doğru yaklaşan bir diğer adımla kesilirken tebessümüm büyüdü. Kokusu bana geldiğini anlatırken ise bir adım daha attı. Yüzüm artık tamamen güldü. Çünkü hemen ardımdaydı. Ama o sınırları daha da zorladı. Bir adım daha attığında nefes alışverişini hissedebiliyordum. Saçlarımda ise parmağını hissettim. Önüme gelen saçlarımı kendisine doğru yavaşça çektiğinde ise bu sefer sesini yakınımda hissettim.

“Hoş geldin Kalen.”

Fısıltısı gülüşümü büyütürken bir eli belime dolandı. Beni kendisine çektiğinde ise ona engel olmadım.

“Biliyordum...”

Sesi beklediğimden sakin çıkarken başını omzum ve boynumun arasında hissettim. Nefesi boynumu yakarken ben rahattım. Çünkü her şey olması gerektiği gibiydi. Bu adam benim işime böyleyken yarayacaktı. Ona geleceğimi elbette ki biliyordu. Bana başka bir seçenek tanımamıştı. Ben de ona tanımayacaktım. Parmaklarım belimde olan elini bulurken içim yandı. Bana izin verdiğinde ise ona doğru sakince döndüm. Elalar beni zevkle karşılarken yakınlığımızdan gocunmadım. Yönümü tamamen ona çevirdiğimde kimin olduğu umurumda bile değildi. Kızıl saçları uzamıştı. Çekinmeden uzandım. Ardından onun gibi fısıldadım.

“Hoş buldum.”

Ellerim önüne düşen saçını yana ittikten sonra hedefini değiştirdi. O ise beni kendisine yasladı.

“Bir an gerçekten savaşmayacağını düşündüm.”

Beni tanıdığını sanıyordu. Bir hafta uyanmadığım için söylemişti bu dediğini. Parmaklarım şakağından yanağına doğru kayarken o bu yakınlıktan oldukça memnundu.

“Yanıldın o zaman.” Mavilerim elalara kilitlenirken tebessüm ettim. “Beni tanıyamamışsın Ayaz Kartal.”

Dediğime hafifçe güldü. Parmağım ise yavaşlıkla sıcak teninde çenesine doğru yol aldı.

“Tanışacağız Kalen. Yavaş yavaş.”

Yüzümde olan tebessüm dediği ile sakince yok oldu. Çenesinde olan parmağımı boynuna doğru sakince sürttüğümde fısıldadım.

“Zamanım yok.”

Gözlerim atan damarında oyalandı. Diğer elimi de kaldırdığımda dediğime gülmüştü.

“Bu konuda da sen yanılıyorsun. Bizim çok zamanımız olacak Kalen.”

Yüzüme doğru eğildiğinde damarında gezinen parmağımla daireler çizdim.

“Sana güvenmiyorum.”

Sözlerim net bir şekildeydi. Ona açık oynuyordum. Bu dediğime güldü.

“Zamanla güveneceksin.”

Kaldırdığım elimde, parmaklarımın ardında olan şeyi atan damara doğru yasladığımda sonunda gerçekten tebessüm edebildim.

“Dediğim gibi,”

Hissettiği ile gülen yüzü donuklaştı. Karşımda tüm bedeni buz keserken ise ardımızdan silah çekildiğini anladım. Elalar ise bu sefer elimde olan jileti kaydıramadı. Çünkü buna cesareti yoktu. Ama benim vardı.

“Zamanım yok Ayaz Kartal.”

Zorlukla yutkunduğunda boşta kalan elimi tekrar yüzüne çıkardım.

“Ayaz!”

Ardımızdan bir adam bağırdığında ben sadece elalara baktım. Parmağım ise bu sefer dudağında gezindi. Ama o gülemedi. Ya da arsızlık edemedi. Çünkü artık ben vardım. O bana asla güvenmemeyi öğrenecekti. Benim ise ona güvenmemi sağlayacaktı. Tebessümüm büyüdüğünde ona doğru yaklaştım.

“Sözünü tut.”

Ne sözü olduğunu anlayamadı.

“Çisem ba-”

“Bana olan sözünü tut.”

Hala bedeni anlamadı. Ama karşımda artık korkuyordu. Mavilerimde olan ölümü görmemek imkansızdı.

“Ne sözü?”

Eli belimden ayrıldığında dudağına sertçe bastırdım. Bu ise onu uyardı. Boynunda olan jilet tek bir hamleme bakardı. Ama bu sefer elimi uzaklaştırmazdım. Gözlerinde gezindi gözlerim. Ardından cümlelerini ona hatırlattım.

“Sana güvenmeme bile gerek kalmayacaktı.”

Öyle demişti. Bana her şeyi gösterecekti. Ama bunu yaparken kendisini de her şeye dahil etmeliydi. Dediğim cümle ile ise hafifçe güldü. Gözlerinde gördüğüm korku ise bu sahte gülüşü yok etti.

“Kalmayacak.”

Net sesi ile anlıyormuş gibi başımı salladım. Lakin uzaklaşmadım. Aksine dudağına baskı uyguladığım parmaklarım çenesini bulduğu gibi başını kaldırdım. Bu yaptığım ise boynunu daha da germemi ve onun korkuyla nefes vermesini sağladı. Artık açıkta kalan damarı daha net görüyordum. Jileti yavaşça kaldırdığımda tırnağımı damarına yasladım. Sakince ne yapacağımı, tırnağım ile damarın üzerinden geçerek ona anlattım.

“Tek hakkın var Kızıl.”

... 

“Ne bilmek istiyorsun?”

Elinde olan pet bardaktan son yudumunu aldığında hala anın etkisindeydi. Belli etmemeye çalışması ise ayrı bir komikti. Önüme adamın birisi kahveyi getirirken derin bir nefes verdim.

“Her şeyi.”

Bu dediğimin ardından elinde olan bardağı bir kenara fırlattı. Bana doğru yaklaştığında ise alayla güldü. Anlaşılan kendisine gelmeyi başlıyordu.

“Kerim’in katilini mi bilmek istiyor-”

“Kerem.”

Net sesim ile gözleri doğruca beni bulurken gülüşü donuklaştı. Bunu beklemediği kesindi. Öğrendiğim diğer şey ise Kerem’i bilmesi oldu. Eli boğazını bulurken tedirgindi. Benden kaçışının olmadığının farkındaydı. Ben ise ona vakit tanıdım.

“Ama ondan önce başka bir şeyi anlatacaksın.”

Çaprazıma oturduğunda adama bir şey işaret etti. Pek takmadım. Gözleri ise şoku atlattıktan sonra beni buldu.

“Ne kadar şey biliyorsun?”

Hafifçe sırıttım bu dediğine. Önümde olan kahveye eğildiğimde ise mırıldandım.

“Önce sen.”

Gözleri gözlerimde gezinirken anlamaya çalıştı. Neleri bildiğimi. Ama imkansız olan buydu işte. Ben duygularımı yansıtmamayı acıdan bağıramadığım anlarda öğrenmiştim. Her bir göz yaşım içime aktığında kendime yeminim vardı. Adam işaret ettiği içki şişesini önüne koyarken bakmadı bile. Gözleri hala üzerimdeydi. Bu bakışmayı sonlandıracak olan sorumu ise çekinmeden sordum.

“Sana neden güveneyim?”

Dediğim ile bakışmamış beklediğim gibi sonlanırken o şişeye uzandı. Açmak adına sessizliğe bürünürken ise onu bekledim.

“Aynıyız çünkü.”

Kısa cevaplarla kurtulabileceğini sanıyorsa yanılıyordu. Şişeyi açtığında önünde olan bardağa uzandı. Ben ise tek kelime etmedim. Kendisi devam edecekti. Lakin o yine kaçmayı tercih etti.

“Yanılıyor muyum? İkimiz de kendimizden başkasını düşünmüyoruz sonuçta.”

Sorusu ile kahvemden bir yudum aldım. Zekiydi. Çok zekiydi. Ve öyle güzel oynuyordu ki... Bu sorusu Yiğit’i kapsıyordu. Gözleri bedenimde, tepkimde gezinirken ise ona tek bir çıkar yol açmadım. Bu güne kadar kendimi düşündüğüm kesindi. Bugünden sonra da kardeşimi düşünecektim. Bunu bilmelerine ise gerek yoktu. Kahvemden aldığım yudumdan sonra tebessüm ettim.

“Ben intikam uğruna yaşıyorum.”

Net cümlem ile bir şey anlamadığı kesindi. Ben ise sıkılıyordum. Böyle donuk cevaplar ile bir yere varamazdık.

“Bana neden yardım ediyorsun? Veya öyle görünmeye çalışıyor-”

İçkiyi masaya sertçe bıraktığında sözümü böldü. Yüzü ise bu sefer sinirle döndü. Bu haline gülüşüm büyüdü.

“Bakma bana öyle. Daha ne halt olduğun belli değilken, tüm bu bana yaranmaya çalışan çabaların Sait’in sağ kolu olduğun gerçeğini değiştirmez.”

Cümlem ile o da hafifçe sırıttığında adama döndü.

“Getirin fotoğrafları.”

Dediğini anlamazken o bardağına uzandı. İçkiden sertçe yudumladığında ben halen ona bakıyordum. Adam dakikalar içinde elinde bir bilgisayar ve kağıtlarla geldiğinde o tarafa döndüm.

“Sait’in sağ kolu sana göre ne demek Kalen?”

Ona döndüğümde önüme koyduğu içki bardağını yolladı. Adam bilgisayarı önüne bıraktığında ise gözlerim kağıt sandığım fotoğrafları gördü. Kaşlarım gördüğüm ile çatılırken o fotoğrafı bana doğru kaldırdı.

“Bu adam Sait’in iki yıl önceki sağ kolu.”

Gördüğüm ile kahveden yudum alamadım. Karşımda ki fotoğrafta uzuvları ayrılmış bir adam vardı. Yüzü bile belli olmuyordu. Yutkunduğumda ise fotoğrafı değiştirdi.

“Bu da benden hemen önce ki.”

Karşıma bu sefer onun yaşlarında bir erkek çıktı. Başından silahla vurulduğu belliydi. Ancak alnından önce bedeninde birçok silah izi daha vardı.

“Ben öldürdüm.”

Dediği ile ona döndüğümde yüzünde acı vardı. Fotoğrafları indirdiğinde ise umursamazca konuştum.

“Yani?”

Dediğime alayla güldü. Beklemediğim ise oturduğu yerden kalkıp yanıma oturması oldu. Elime fotoğrafları tutuştururken bu sefer sinirle fısıldadı.

“Sence beni neden kimse bilmiyordu.”

Fotoğraflara öylece bakarken ne anlattığı şuan umurumda değildi. Ama fazla acınacaksa durabilirdi. Çünkü bunu çekemezdim.

“Çocukken onlarca çocuğu kendisi için yetiştiriyor.” Elimde olan fotoğrafı gösterdi. “Ben bu adam sayesinde bu yaşıma geldim.”

Gözlerimi kaldırdığımda elalarda nefret vardı. Ben ise anlıyordum. Sait Uluç hata kabul etmiyordu.

“Bu yüzden mi bana yardım ediyorsun yani?”

Dediğim ile her şeye rağmen alayla güldü.

“Hayır.”

Bir an önce sona gelebilir miydi? Çünkü anlamıyordum. Ve anlamak için ekstra çaba sarf edesim yoktu.

“Tek bir hatada en beter şekilde ölüyorsun.”

Bu dediğine alayla gülen ben oldum. Diğer adamı parçalamıştı. Sonuncusunu da değerlisine vurdurtmuştu. Yani kızıla. O ise bu adamı öldürdüğü için sadece üzgündü. Peki o zaman neden... Anladığım ile gülüşüm son buldu. Gözlerim kızılı bulurken o sonunda anladığımı anlamıştı. Yutkundum. Ancak cümlemi ondan esirgemedim.

“Bana bir şey yapmadığını söyle.”

Kelimelerim bu sefer sessizce çıktı. Tek çıkış yolum bu adamdı. Elleri yumruk olduğunda ise bir şey yaptığını anladım. Gözlerimi kapattığımda ise o gülerek konuştu.

“Para için büyütülmüş bir çocuğun para kazanmasına engel olamazsın.”

Gözlerimi araladığımda hala karşımda sırıtıyordu. Para. Sıkıntıyla soludum. Sait’ten para mı yürütmüştü?

“Ne kadar?”

Ona baktığımda gülüşü daha da arttı. Ve beklemediğimi yaparak elimi tuttu. Parmakları elimin tersini okşarken ise fısıldadı.

“İkimizin kaçmasını sağlayacak ve tüm sülalemize yetecek kadar.”

Tüm bedenime sinir katsayıları dolarken sakin kalmaya çalıştım. O ise beni delirtecek o cümleleri kurdu.

“Ama neden tüm krallığın başına geçmek varken kaçalım ki?”

Elimi tutan elini sertçe ben tuttum. Gözlerimi açtığımda ise sinirle ona baktım.

“Unut bunu. Çünkü ben her şeyi onların başına yıkaca-”

“Yıkılan bir yerden dökülenleri almak da güç değil Kalen.”

Bana doğru eğildiğinde fısıldadı.

“Beni yaşatacak olan sensin.”

Elimi ondan kurtardığım gibi ayaklandım. İçimi bir kötülük kaplamıştı. O kadar parayı bir anda kendine geçiremezdi. Ve şimdi gelmiş benden yardım mı istiyordu? Bok yardım ederdim.

“Kendi götünü kendin kurta-”

“Fatih’i tutuklatmasan bu mümkündü.”

Sinirli cümleleri bana yönelikken ona döndüm. Fatih mi? Ne alakaydı?

“Fatih mi?”

Ayakta ona baktığımda hafifçe sırıttı.

“O geri zekalı evraktan anlamıyordu. Para transferi basitti. Ama şimdi şirketin başına bir başkası geçerse yaptığım tüm boklar anlaşılır.”

Söylediği ile derin bir nefes verdim. Onca olay varken bir de onunla uğraşamayacaktım.

“Fatih daha yeni tutuklandı. Ondan önce tüm yaptıklar-”

“Eflal biliyor.”

Dediği ile bedenim duraksarken anlayamadım.

“Ne?”

Bu dediğimden sonra hafifçe güldü.

“Sence Eflal Korlu ile neden nişanlanmadı?”

Her bir söylediği daha kötü şeyleri tetikliyordu. Ellerim yumruk olurken tehdit edecesine ona baktım.

“Sakın bana, sakın onunla bir şey yaşa-”

“Benim için.”

Alayla dediğinden sonra bedenim sinirden delirmek üzereydi.

“Nişan günü kaçacaktık. Sonra bende ki paranın kaynağını öğrendi ve...”

Alayla güldüm. Gülmezsem birisini öldürecektim yoksa. O da muhtemel kızıl olurdu. Her şeye rağmen derin bir nefes verdim.

“Madem her şeyi biliyordu niye bu güne kadar bir şey demedi de şimdi.”

Ona sinirle döndüğümde gülüşü büyüdü.

“O gün Korlu’ya yapışması sence senin için miydi sadece?”

Ne yani? Hala bu aptalı mı seviyordu?

“Eğer kıskançlıktan delirmesen olan biteni görürdün.”

Bana doğru bir adım attığında gerçekten onu boğacaktım. Ama ben de onun gibi davrandım. Hafifçe güldüğümde mırıldandım.

“Madem hala seni seviyor Eflal, tüm bu olanları söylemez.”

Arkamı dönmek için adımlayacağımda ise bileğimden yakalandım. Bedenimi kendisine çektiğinde ise bana doğru eğildi.

“Siz kızların gözü kıskanınca bir şey görmüyor.”

Dediğini anlam veremezken o elini yüzüme doğru kaldırdı. İyice bana doğru eğildiğinde ise fısıldadı.

“Ve eminim ki Eflal beni seninle görünce uslu durmayacaktır.”

Dediklerine anlam veremezken sinirimden gülmeye başladım. Çünkü tüm bu işler giderek can sıkıcı bir hal almaya başlıyordu. Elalara döndüğümde ise çaresizce sordum.

“Peki tüm bu olayın içinde planın ne?”

Parmağı tüy gibi yüzümde gezinirken gözleri gözlerimden ayrıldı.

“Şirketi Fatih yerine yönetecek bir adam lazım. Ve Sait hala bana güveniyor.”

Dediği ile gülüşüm son bulurken ilk defa söylediği bir şey hoşuma gitti.

“Tek sorun Eflal’in kızı olması.”

Eflal eğer şirketin başına geçemezse tek seçenek kızıl kalıyordu. Eflal’i halletmek ise basitti.

“Şirketin başına ben geçersem elimde kendimi yaşatacak belge de olur, senin onları yok etmeni sağlayacak her şey de.”

... 

Gözlerim ekrandaydı. Düşün. Düşün Kalen. Tek bir açık. Tek bir yanlışına bakardı her şeyi kazanmam. Kardeşime kavuşmam, intikamımı almam sadece bu kadına dayanıyordu. Plan basitti aslında. Sadece açığını bulmam lazımdı. Aklımda olan bir şey vardı lakin... O zaman ben de yanabilirdim.

“Yok.”

Ayaz sinirle bana baktığında ona söyleyip söylememe arasında kaldım. O gün olay yerinde bıraktığım jilet vardı. Bacağını kestiğim. Üzerinde benim de kanım vardı. Eğer Kerem’in cinayetini bir şekilde üzerine yıkabilirsem... Bana silah lazımdı. Cinayetin işlendiği silah. Kimin işlediğini bilmediğim o silah. Plan belli başlı hazırdı aslında kafamda. Lakin tek bir yanlışta içeride olan ben olurdum.

“Çisem.”

Adımı seslenmesiyle gözlerimi kaldırdığımda elalarla karşılaştım. Bu kızın geçmişinde yanlış bulmak zaten imkansızdı. Tertemizdi. Ama şimdi bir sorun çıkartırsak. Polis peşimdeydi. Cinayet günü orada neden bulunduğumdan, o binada olduğum için yüksek ihtimalle soruşturma açılacaktı. Parayla o iş halledilirdi. Sıkıntı cinayeti onun üzerine yıkabilir miydim? Ellerim boynumda olacak olan kolyede gezindi. Kafeden çıkmadan önce takip edilmemek adına söküp atmıştım. Onu bulmak basitti.

“Sen ne düşünüyorsun?”

Derin bir nefes verdim. Kamera kayıtlarını Sait elbette ki sildirmişti. Eğer o kayıtlar elimde olsaydı bütün iş çözülmüştü. Kerem’in katiline kadar. Gözlerim Ayaz’ı buldu.

“Aslında bir yol var ama...”

Kızıl dediğim ile heyecanlanırken parmaklarım sıkıntıyla boynumda gezindi.

“Ne yolu?”

Bana heyecanla bakarken içim sızladı. Yine de belli etmedim.

“Kerem’in katili lazım.”

Duygusuzca söylediğim ile donuklaşırken sinirle soludum.

“Eğer onu öldürürsem bütün suçu Eflal’e yıkabilirim.”

Söylediklerim ile kaşları çatıldı. İnanmıyor gibiydi.

“Nasıl yapacaksın bunu?”

Düşün Kalen. Düşün. En ince detayına kadar.

“Bana katili bulabilir misin?”

Kızıl’ın yüzü dediğim ile daha da gerildi.

“İntikamını almak için bu bahaneyi mi seçtin?”

Sinirli sesi yükselirken ben başımı sadece olumluca salladım.

“İkisini birden yapacağım.”

Bana güvenmeyerek baktı. Ardından sanki başka bir şey öğrenmek istermişçesine yanıma daha da yaklaştı.

“Sen Kerem’den başka ne biliyorsun?”

Ani sorusu ile boş boş ona bakındım.

“Bilmem gereken başka bir şey daha var yani? Anlat.”

Onu takmayan kelimelerimi o da pek umursamadı. Hatta inanmadı bile. Yine de konuyu değiştirmek kendisinin işine yarardı. Ve öyle de yaptı.

“Katili öğrenirsen sinirden bir halt yapmayacağın ne belli?”

Bu dediğine alayla güldüm.

“Zaten sinirimden tüm bunları yapıyorum. Planı bozmam merak etme.”

Bana hala güvenmeyerek baktığında ise bir şeyler olduğunu anladım. Kaşlarım çatılırken ise bakışlarını kaçırdı.

“Kızıl.”

Eli yüzünü bulduğunda ise elini tuttum.

“Ne biliyorsun sen?”

Derin bir nefes verdiğinde gözleri beni buldu.

“Planı bozmayacağına söz ver.”

Dediği ile bedenim gerilirken sadece başımı sallayabildim. O ise sıkıntıyla önümüzde olan bilgisayara cebinden çıkardığı flaşı taktı. Gözlerim flaşta takılı kalırken açılan sayfada yazan kamere ile bakıştım.

“O gün kamera görüntülerini ben sildim.”

Ona şokla baktığımda hala bana tedirginlikle bakıyordu.

“Sen bunu bana şuan mı söylüyor-”

“Bana bir şey yapmayacağın hakkında söz ver.”

Onu dinlemeden elim ekranı buldu ancak izin vermedi.

“Çisem. Söz ver.”

Alayla sırıttım. Çünkü içimde yeni bir fırtına kopmaya başlıyordu.

“Ayaz.”

“Çisem. Söz ver.”

Sesi giderek tedirginleşirken ben saklamasına anlam veremiyordum. Kimse kimdi. Sonu zaten belliydi. Her şekilde öldürecektim.

“Her türlü ölecek.”

Net sesim ile başını olumsuzca salladı.

“Önce planını anlat. Sonra.”

Dediği ile sinir katsayım arttı. Kerem’in katilini biliyordu. Onu öldüreni biliyordu ve şimdi bana...

“Aç şu videoyu!”

Sinir ile bağırdığımda o tersini yaparak flaşı çıkardı. Ona şokla baktığımda ise bana doğru eğildi.

“Anlat ve izle.”

“Aya-”

“Anlat.”

... 

Onunlaydım. Beter bir halde olan acınası halimi tutmuş koşuyordu. Bir yerlere bağırdığında canım yandı. Dün gece mezarında olan ağlamalarım geçiremedi acımı. Arabaya beni bindirdiğinde yüzünde olan tebessümü görebiliyordum. Telaşa karışık bir tebessüm. Nereden bilebilirdi ki dakikalar sonra öleceğini. Nereden bilebilirdi son dakikalarının böyle... Boğazım düğümlenirken elaların tepkimi izlediğini biliyordum. Ama umurumda olan o değildi.

“Korkmak yok, tamam mı?”

Korkuyordum. Ona yapılanın intikamını alamamaktan korkuyordum. Derin bir nefes verdiğimde ellerim gözlerimi buldu. Sertçe bastırdığımda o yanması geçsin istedim. Ayaz’ın yanımda olması umurumda değildi.

“Sardırır mısın?”

İzlemek istemiyordum. Onun benim için çırpınışını, benim ise ona yaptıklarımı izlemek istemiyordum. Bencilliğim bana bile bazen ağır geliyordu. Bu da o anlardan birisiydi işte. Ellerimi gözlerimden çektiğimde ona bakamdım. O ise ekrandan bizi yok etti. Görüntüyü yakınlaştırdığında ekrana sonunda o girdi. Eflal. Buradaydı işte. Videoyu bakındım. Gözleri bizim gidişimizi görmüştü. Birisine bağırdığında ses olmadığından dolayı ve kargaşadan anlayamadım. Ancak o günkü arabaya doğru ilerlediğinde yanında kimin olacağını merakla bekliyor-

“Emin misin? Son kez soruyorum.”

Ayaz videoyu tekrar durdurduğunda sinirle ona döndüm. O ise beni daha fazla sinirlendirmemek adına videoyu oynattı. Birisine el işareti verdiğinde kendisi yolcu koltuğuna oturdu. Kimdi? Gözlerim etrafa bakarken kim olduğunu seçmeye çalış-

Gördüğüm kişi ile anlam veremedim. Ayaz videoyu dondurduğunda kapı koluna uzanan o bedeni tanımamak imkansızdı. Yutkundum.

“Arabaya sadece ikisi bindi. İzlemek istiyor musun?”

Başımı olumsuzca salladığımda bir süre donuk kaldım.

“Nasıl bir şey?”

“Mesela ben sanırım korkudan bir şey yapamazdım.”

“Kendinin onu öldürmemesi için beni öldür diye yalvardın.”

“Özür dilerim...”

Kalbime saplanan okları tek tek söktüm. Canım yandı. Çok yandı. Ama o okların yeni hedefi artık öldüreceği kişideydi. Nasıl? Nasıl yapardı bunu? Nasıl cesaret edebilirdi?

“Çisem.”

Ayaz koluma dokunduğunda elimi kaldırdım. İstemiyordum. Şuan hiçbir şey istemiyordum. Bana gülen o kız arkamdan beni mi öldürecekti? İstemsizce sırıttım. Acımı gülerek yansıttım. Beni öldürmeyi bile başaramamış ve abimi mi? Gülüşüm büyürken tırnaklarımı derime batırdım. Ona yapacaklarımın akla hayale sığmayacağı kesindi.

“Çisem. Bak bana.”

Ayaz yüzümü kendisine çevirdiğinde görüntüleri çoktan kapatmıştı. Gülüşüm son bulurken ise fısıldadım.

“Gökçe’yi bul bana.”

... 

İntikam. Öyle bir duyguydu ki seni ya yaşatır, ya da öldürürdü. Gözlerim isimlikte gezindi. Başlıyordum. Dur durak bilmeden. Arkamı sağlama alarak. Kimseyi umursamadan. Kahvemden bir yudum daha aldığımda gözlerim saati buldu. Dörde geliyordu. Çantamda çalan telefon ile derin bir nefes verdiğimde bakmadan açtım. Belli başlı birkaç numara kayıtlıydı ve aralarında arayabilecek tek kişi belliydi.

“Ne yaptın?”

Sesi kulaklarıma dolarken bana doğru gelen topuklu seslerini duyuyordum.

“Dediğimiz gibi, bankadayım.”

Ayaz’ın sesi telefondan gelmezken bana yaklaşan adımlar ile ben de ayaklandım. Uzun süredir buradaydım.

“Hallettin mi?”

Kadını gördüğümde tebessüm ederek devasa çantayı kaldırdı. Masanın ortasına bıraktığında yavaşça içini araladı. Paltomu bir başka çalışan bana uzattığında tebessüm ettim. Savaş mı istiyorlardı? Artık tüm silahlarımı kuşanıp geliyordum. Son gücümle. Sinirle değil, zekamla. Ve kazanacaktım.

“Bir imza alacağım.”

Kadın önüme belgeyi getirdiğinde gözlerim siyah çantada gezindi. İçerisinde olan paralara tebessüm ettim. İşlediğim cinayetler yatıyordu bu çantada. Telefonda kızıl cevap beklerken ben kalemi elime aldım. Gözlerim ise ismimi buldu. Çisem Kaya. İmzamı attığımda ise tebessümle fısıldadım.

“Hallettim.”

... 

“Burası son mekanımız.”

Adam konuşurken gözlerim devasa mekanda dolaştı. İdeal büyüklükteydi.

“İki gün sonrasına hazır hale getirilebilir mi?”

Cümlem ile adam tebessüm etti.

“Biraz pahalıya patlar ama elbette ki.”

Başımı olumluca salladığımda içime sinmişti. İstediğim gibi büyük bir salonu vardı. Artı olarak da tam bize göre bir yemek odası. Burası hayalimde ki gibiydi.

“Para konusu dert değil, burası olsun lütfen.”

Adam tebessüm ettiğinde elini uzattı. Bu sanırım anlaştık demekti. Ben ise el sıkışmaya lüzum görmedim.

“Tüm sosyeteye ve önemli iş adamlarına iletilmesini istiyorum. Ben size davetiyelerin görselini atacağım.”

Adam elini indirdiğinde anlıyormuş gibi başını salladı. Buranın kapasitesi rahat yüz kişi alırdı. Hatta geçebilirdi bile.

“Anlaştık o halde.”

Son bir umut bir kez daha sorduğunda derin bir nefes verdim ve başımı olumlu anlamda salladım.

“Telefon numaram sizde var. Detayları konuşuruz. Ama iki gün içerisinde kesinlikle olmalı.”

Kafasını salladığında soğuk mekandan yavaşça dışarıya doğru adımladım. Başlıyordum. Binadan çıktığımda bana doğru gelen adamı elbette ki tanıdım. Ayaz’ın adamlarından birisiydi. Araçtan indiği gibi kapımı açtığında konuştu.

“Buyurun Çisem Hanım.”

Arabaya bindiğimde kapı ardımdan kapandı. Para. Her şeyin kapısını açtığı kesindi. Ama eski hayatımı bana açamayacağı kesindi. Araç ilerlediğinde ise fısıldadım.

“Ayaz’ın atacağı konuma sür.”

Konum belliydi. O aptal Çisem kendisini ezik olarak göstermeyi becermişti. Elinde yatan milyonları öylece bankaya yatırmıştı. Şimdi ise benim zamanımdı. Üzerime giydiğim siyah elbiseye zıt aldığım beyaz kaban. Topuklu ayakkabılarım. Çantam. Makyajım. Öyle bir düşünce vardı ki bu en çok benim işime geliyordu. Paran olursa ve bunu gösterirsen yoksuldan daha masum oluyordun. Çünkü gücün vardı. Bu ise şahsen işime geliyordu. Dakikalar yolda giderken sonunda istediğim konuma vardık. Araç yavaşça dururken geldiğimiz müstakil eve bakındım.

“Burası.”

Adam konuştuğunda anlıyormuş gibi başımı salladım.

“Öldürmek en son seçeneğin olacak.”

“Sakince halledeceksin.”

Ayaz’ın sesi zihnimde yankılanırken derin bir nefes verdim. Şimdi benim sıramdı. Şimdi abimin intikamının zamanıydı. Şimdi, oyunumuzun ilk adımıydı. Şoför arkasını döndüğünde elinde olan silahı gördüm. Hemen ardımızda bir araç daha durduğunda adam beni bekliyordu. Gözüm evi buldu. Sonrası ise tek bir hareketime baktı. Başımı onaylarcasına salladığımda düşünmedim bile. Adam emrim ile araçtan inerken ardımızda olan arabadan da adamların indiğini gördüm. Tek yaptığım ise başımı çevirmek oldu. Kapıya gidişlerini izledim. Bu güne kadar her şeyi kendim halletmiştim. Şimdi de öyleydi. Sadece gereksiz onca işle uğraşmıyordum. Kapı birkaç saniyenin ardından açılırken adamların içeriye girişini izledim. Silahlar doğrultulmuş, bir çığlık duyulmuştu. Bu gün intikamımı alacaktım. İntikamımı alacak ve kardeşime gidecektim. Düşünmemeye çalışıyordum. Çünkü düşünürsem gücüm yetmezdi. Bu yüzden önce bizi yaşatmalı, sonra kavuşmalıydık. Ayaz’ın kendince sağ kolu olan adam dakikalar sonra içeriden çıktığında araca doğru yaklaştı. Kapımı açtığında ise derin bir nefes verdim. Çantamı araca bıraktığımda ise sakince indim.

“İki kişiler.”

Adını bile bilmediğim adam bana bilgi verdiğinde anlarmışçasına salladım. Eve doğru ilerlerken ise konuştum.

“Evi arayın.”

O ardımdan kapıyı kapatırken beni onayladı. Ben ise sakince eve doğru ilerledim. Sesleri ise duyabiliyordum.

“Eren Korlu bunu öğrenirse kimse sağ çıkamaz buradan!”

Kızın bağırışlarını duyduğumda sakince adımladım. Kapıdan içeriye girdiğimde ise beni bir ayna karşıladı. Gözlerim kendimde gezindi. Sürdüğüm koyu alt tonlu ruj sanki ölü tenimi daha da beyazlaştırmıştı. Saldığım saçlarım kapalı olan yaramı yok etmişti. Mavi gözlerim ise artık tamamen bana aitti. Bir katile.

“Kimsiniz siz!”

İçeriden bağırışlar artarken ardımdan aynaya yansıyan görüntü peşimden gelen adam oldu. Gözleri bendeyken ben onu es geçtim.

“Hepinizi geberte-”

“Gökçe!”

İçeriden başka bir tanıdık ses yankılandığında adama döndüm. Erdem’di bu. İkinci kişinin o olmasına neden şaşırdığımı bilmiyordum ama şaşırmıştım.

“Bırakın siz de.”

İçeriden bir kırılma sesi geldiğinde daha fazla bu işi uzatmak istemedim. İçimde dolup taşan o duyguyu söndürecektim.

“Lan!”

Erdem’in sesi evde yankılanırken onun sesini yine kız kardeşi bastırdı.

“Kimin adamısınız!”

Sesler çoğalırken sessizliği getiren benim ilerleyişim oldu. Topuklu seslerim herkesi sessizliğe boğarken içimi bir heyecan kapladı. Ölümün heyecanıydı bu. Alacağım intikamın. Kendimi suçlayışımın sonuydu bu. Adımlarım seslerin geldiği yere doğru döndüğünde ise daha istikrarlı ilerledim. Bundan sonra göreceklerdi. Beni. Gerçek beni. Bir zavallının ardına sığınmışken bile neler yaptığımı biliyorlarken beni görmek ise onların en büyük korkusu olacaktı. Açık olan kapıdan bedenim geçerken gözlerim sonunda gördü.

Karşımdaydı. Dizlerinin üzerine çökmüştü. Saçları omuzlarından düşüyordu. Güçlü görünen bedeni ise beni görmesiyle yıkıldı. Onda bir deprem gerçekleşti ve ben kazandım.

“Çisem.”

Adımı fısıldayan kişiye göz gezdirdiğimde o beni beklemiyordu. Erdem. Başına bir silah dayanmıştı. Ama bedeni şaşkınlıktan başka bir şey görmüyordu. Donuk yüzüme sonunda bir tebessüm yerleşirken elimde olan güç sanki yıkılan kanatlarımı açtı. Gözlerim bu sefer çökmüş olan diğer bedeni buldu. Bana korkuyla bakıyordu. Şaşkındı. Ama daha çok ürkek. Ona doğru bir adım attığımda ise hareket bile edemedi. Sesi çıkmadı.

“Patronları,” Ona doğru bir adım daha attığımda sanki her şeyi yeni anlamış gibi dehşete çırpındı. Benim tebessümüm ise büyüdü. “Benim.”

“Korkmak yok. Tamam mı?”

Yoktu. Artık onlar için korku vardı. Gözleri karşımda dolarken başını olumsuzca salladı.

“Çisem.”

İşte bu, bu yaptığı silahı onun tuttuğunu bana gösterdi. Gökçe. Beni affettiği için deli gibi sevinmiştim. Meğerse kendisi kuyumu kazıyordu. O sikik adam Miraç için sırf. Tebessümüm donuklaşırken ise onun söylemini tamamladım.

“Eren Korlu bana ne yapabilir?”

Kollarını adamlar bıraktığında yerde geriye doğru ilerledi. Gözünden bir yaş süzüldüğünde her şeyi bildiğimi biliyordu. Ona bir adım daha attığımda omuzlarımda duran paltomu birisi aldı. Kimin aldığı umurumda değildi şahsen.

“Ben...”

Sesi çıkmazken onun sesi olan bir başkası oldu.

“Niye geldin buraya?”

Erdem nefretle konuştuğunda gözlerim onu buldu. Adama bırakması adına işaret ettiğimde ona doğrultulan silah indirildi. Bu an ise ikimiz için de çok tanıdıktı. Tebessümüm alaycı bir hal aldı.

“Sana tekrar silah doğrultmak istemiyorum Erdem.”

O gün. Miraç’ı öldürdüğümde bu bedene silah doğrultan bendim. Beni yumuşatan tarafım olmasa ise silahlar çoktan dolu olur, o gün kafasına sıkardım. Bu yüzden... Bu yüzden yine bir başkası için karşıma geçmemeliydi.

“Eren’den intikam için gerçekten bizi seçecek kadar zavallı mısı-”

Dediğine istemsizce gülmeye başladığımda bunu beklemiyordu. Ona doğru yaklaştım. Yumruk olan ellerim ise gerçek beni, sinirimi yansıtıyordu. Gülüşüm giderek daha da büyürken fazla dayanmadım. Yumruk olan elim sinirle onun yüzünü bulurken bana engel olamadı.

“Hayır!”

Gökçe ardımızda haykırdığında benim gülüşüm sonlandı. Gözlerini kapattığında canın acısı bana zevk verdi. Dudağından kendi kanı süzülürken yutkundu.

“Bilmiyormuş gibi biraz daha davranırsan senin anahtarlarını sonsuza kadar yok ederim. Anladın mı beni?”

Cümlelerim kulaklarından geçerken yakasını kavradım.

“Ve kapana kısıldığın o yerde bu sefer gerçekten yakarım seni.”

Gözlerini araladığında ise bizim aramıza giren başkası oldu.

“Bilmiyor! O bilmiyor. Çisem sana yemin ederim ki bilmiyor!”

Gökçe ardımızdan bağırdığında ben Erdem’e baktım. Onun gözleri ise bu sefer korkuyla kendi kardeşini buldu. Bilmiyordu. Gerçekten bilmiyordu.

“Neyi?”

Çaresizce sorduğunda ben ellerimi onun bedeninden uzaklaştırdım.

“Neyi bilmiyorum!”

Bağırışı Gökçe’ye iken benim gözlerim sonunda onu buldu. Gözlerinden yaşlar süzülürken korkuyla bana bakıyordu. Gökçe’ye doğru bir adıma attığımda beni bileğimden yakalayan Erdem oldu. Ona döndüğümde bana çaresizce bakıyordu. O gün onu öldürmeyeceğimi bir biçimde görmüş olabilirdi. Ama artık bu ihtimal sıfırdı. Bana dokunması ile bedenine silahlar doğrultulurken Gökçe daha da kahroldu.

“Ben yaptım! Onun haberi yoktu! Miraç’ın intikamını istedim sadece! Çisem!”

Bana doğru o yaklaşırken Erdem’in kaşları çatılmıştı. Anlıyordu. Ne olduğunu anlıyordu. Gözleri korkuyla bana döndüğünde acıyla tebessüm ettim.

“Kerem seni severdi be Erdem.”

Dediğim cümle benim canımdan çok onun canını yakarken bileğimi tutan eli boşluğa düştü. Kendi kardeşinin arkadaşı dediği adamı öldürmesine mi yıkılsın, yoksa başına geleceklere mi bilemedi. Ben ise bu yıkımı geride bıraktım. Gözlerim bana yalvararak bakan o kişiyi buldu. Gökçe. Gökçe İnce. Sinirlerim yerine otururken ona doğru bir adım attım. Bana korkuyla bakan o gözler. Beni bilen o kişi. O gün olan biten her şeyi bilen tek kişi. Sinirime yenik düştüğümde onu saçından tuttuğum gibi kaldırdım. Acıyla yutkunduğunda bedeni duvara yaslandı. Abimi öldürmüştü lan! Kendi ellerimin arasında can vermişti! Atan kalbi benim kalbimin yanında son bulmuştu! Gözlerim istemsizce dolarken o acımı gördü. Onu korkutan ise o acının altında yatan hırstı.

“Madem intikam alacaktın.” Sesim fısıltıyla çıktığında onun gözlerinden bir yaş süzüldü. “Neden ben değil?”

Cevap veremezken gözünden bir yaş daha süzüldü.

“Neden onu vurdun! Ben varken neden onu vurdun!”

Bağırışım bütün odada yankılanırken karşımda ağladı sadece. Elim sinirle yüzünü bulduğunda başını sertçe duvara çarptım. Acıyla gözlerini kapattığında ise ağlamanın arasında konuştu.

“Önüne atladı. Ben...”

Göz yaşları parmaklarıma akarken onu öldürmek istedim. Atan kalbini elimin altında parçalamak. Her bir uzvunu... Tırnaklarım yanaklarına geçerken acıyla çırpındı.

“Çisem!”

Erdem’in acı dolu sesi odayı doldururken bırakamadım. Sakin kalmaya gücüm yetmedi. Gözümden bir yaş süzüldüğünde boşta olan elim boynunu kavradı. Gözüm dönmüştü. Korkuyla eli elimi tuttu.

“O sadece benimle vakit geçirmek istemişti.”

Boğazını sertçe sıktığımda gerçekleri yeni yeni fark ettim.

“O sadece mutluluğumu istemişti.”

Elimin altında çırpınmaya başladığında ona doğru eğildim.

“Biliyor musun? O da böyle yaşamak için çaba sarf etti.”

Tırnakları bu sefer onun benim derime batsa da hissetmedim. Sırf o aptal için mi beni öldürecekti? Miraç için mi? O da bir başkasının intikamını isterken ölmemiş miydi zaten kanlı ellerimin arasında?

“Çisem!”

Erdem haykırdığında duymadım bile.

“O beni bilen tek kişiydi. Bu hayatta tek güvendiğim kişiydi.”

Gözlerimden bir yaş daha süzüldü.

“Benim gözümde hep çocuk gibi masum kalacaksın.”

Beni kurtaran adamdı o. Bana abilik yapan. Babamdan kollamıştı beni daha küçücük yaşında.

“Çocuktan farksız sen varsın.”

Karşımda olan yüz morarmaya başlarken daha da sıktım. Karşımda titremesi artarken ben de acımı yaşattım.

“Benim ellerimde öldü o adam.”

Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Canım yandığı için değildi. Ellerimden beni seven, bilen tek kişiyi de kaybettiğim içindi. Karşımda gözleri kayarken ise bedenim sertçe tutuldu. Boğazında olan ellerim ondan ayrılırken o sesi duydum.

“Çisem. Çisem bana bak.”

Bedenim çevrilirken bağırdım.

“Bırak!”

Gözlerimden yaşlar süzülüyordu ama ben hala öldüremediğim o kişiye bakıyordum. Beni durduran ise beni kendisine çekmesi oldu. Elleri bedenimi sararken acıyla yutkundum.

“Geçecek. Sana söz geçecek.”

Kulağıma anlamamı ister gibi fısıldarken sinirle onu da ittirmek istedim. Ayaz. Kızıl. Eli saçlarımı bulduğunda tekrar konuştu.

“Geçecek...”

Geçti demedi. Geçecek dedi. Öksürme sesi devam ederken o duymamı istemez gibi beni daha da kendisine çekti. Duygularımı saklayabilirdim. Ama onun ellerimde ölüşü... İşte bu zordu. Bu çok zordu. Herkes bana katil gibi bakarken onun bana anlıyormuş gibi bakması... Belki Yiğit bile bakamazdı öyle. Ama o. Kerem. Masumsun sen demişti. İnanmamıştım. Şimdi ise inanmak istiyordum ama bana bunu söyleyecek o adam yoktu. Abim yoktu. Beni koruyacak o adam yoktu. Gözlerimden yaşlar akarken ise beni kendime getiren bedenimi kendisinden uzaklaştıran oldu.

“Bana bak.”

Mavilerim elaları bulurken bu halimi görmesini istemedim. Beni zavallı olarak bilsin istemedim. Yüzümü çevireceğimde ise iki eli yüzümü tuttu.

“İntikamını en güzel şekilde alacağız.”

Gözümden süzülen yaşı sildiğinde tebessüm etti.

“Ölüm en kolay kaçış yolu Kalen. Öldürmek yok. Sen herkesi süründüreceksin.”

Dedikleri bedenime işlerken destek olmak ister gibiydi. İlk defa bir şeydi bu yaptığı.

“Şimdi sadece yapmamız gerekeni yapacağız.”

Gözümden son bir yaş daha aktığında tebessüm eden ben oldum. Ölüm en kolay kaçış yoluydu. Haklıydı. Kendime geldiğimi görmesiyle elleri bedenimden uzaklaşırken içimde yatan hırs daha da arttı. Gözlerimi çevirdiğimde Erdem Gökçe’nin yanında ona eğilmişti. Elimde hissettiğim ile delirmiş gibi güldüm. Gözleri ise Erdem’in beni buldu.

“Bu adama mı sığındın cidden?”

Kardeşinin eğilmiş bedenine destek olurken ben ellerimi gözlerime bastırdım. Geçmişti. Yavaşça güldüm.

“Lan Eflal ile anlaşıp seni kandırdığı bariz belli! Buna inanmış olamazsın!”

Ellerim baskı uyguladığım gözlerimden ayrıldı. Erdem ise elimde daha yeni gördüğü şey ile bağırdı.

“Çisem!”

Kızılın elime tutuşturduğu çakıyı açtığımda Gökçe korkuyla bakıyordu. Derince soludum.

“Silah nerede?”

Evi aramışlardı ama yoktu. Kız çaresizce başını salladı. Onlara doğru bir adım daha attığımda ise korkuyla tekrar ağlamaya başladı.

“Çisem şu saçmalığı kes!”

Erdem tekrar bağırdığında bana doğru yaklaşmıştı ki aklıma gelen asıl planı işte şimdi uyguladım. Bana atılan bedeni kolundan yakaladığım gibi çevirirken sertçe dizine vurdum. Acıyla yere çöktüğünde ise elimde olan çakıyı boynuna yaslamakta çekinmedim. Gökçe bize yaklaştığında ise tebessüm ettim.

“Artık her bir acı, bir ölüme bedel. Şimdi son kez soracağım.”

Erdem bir şey yapamazken çakıyı daha da yasladım.

“Silah mı kardeşin mi?”

Gökçe korkuyla elime bakarken gözlerinden yaşlar süzüldü. Saniyeler geçtiğinde ise artık beklemedim. Erdem’in boynunu kaldırdığım gibi çakıyı boynundan kaydıracaktım ki bağırdı.

“Silah!”

... 

Elimde tuttuğum silaha baktım öylece. Ellerimde olan eldivenler beni gizlerken gerçekler gizlenmiyordu. Kerem’in ölümü... Derin bir nefes verdiğimde gözlerimi kaldırdım. Yol öylece kayıp giderken ise dakikaların ardından beni konuşturmak adına kızıl mırıldandı.

“Söylesene, tüm bu polis olayını nasıl yaptın?”

Dediğini başta anlamadığımda ona döndüm. Gözleri bir bende bir de yoldaydı.

“Ne olayı?”

Hafifçe güldü.

“O binada kaçak elmasların olduğunu, silah işini, saatini... O kadar şeyi nasıl öğrendin? Bunlar basit şeyler değil.”

Gözlerim yolda oyalandı. Keşke... Keşke öğrenmeseydim. Keşke o odaya girmeseydim. Keşke Kerem’in dediklerini yapsaydım. Keşke sadece... İzin verseydim. Uslu dursaydım. Bana kendisi gelsindi. Anlatsaydı gerçekleri. Sarılsaydım ona. Abi deseydim. Birlikte bu sefer ikimiz de birbirimizi bilerek en güzel tatlıları yeseydik. Yutkunduğumda sorusunu es geçtim.

“Jileti buldun mu?”

Ben banka ve organizasyon işini hallederken kendisi jileti halledecekti. Elalar bir noktayı işaret ettiğine gözlerim orayı buldu. Kafamın üzerinde olan aynaya baktım. Sakince açtığımda ise üzerime şeffaf poşete sarılmış jilet düşmüştü. Kurumuş kan lekeleri bana kendini gösterirken yavaşça tebessüm ettim.

“Genelde çiçek tercih ederler ama çiçek yerine bunu daha çok seversin diye düşündüm.”

Dediğine buruk bir şekilde gülümsedim. Sırada onun ve benim son işlerim kalmıştı. Bu küçük jiletin kalan kolyesini bulacaktım. Bulut tarafını. Kafede çıkarmıştım. Orada olmalıydı hala. O ise parmak izini halledecekti.

“Yapabilecek misin?”

Ona döndüğümde alayla güldü dediğime.

“Tek yapmam gereken biraz ona yaklaşmak.”

Dediğine hafifçe güldüm.

“Ama dersen ki ben izin vermiyorum sen benim-”

“Cıvıtma.”

Sözünü böldüğümde bana gülüyordu. Aklımdan Kerem’i uzaklaştırmaya çalışması hoştu. Ama işe yaramıyordu işte. Ona güvenmiyordum. Ama inanıyordum. Silahı bez parçasına sardığımda kaputa koydum.

“Akşam gelmeyeceğim.”

Dediğim ile gözleri beni bulurken ben yola odaklandım. Yaklaşıyorduk.

“Neden?”

Sorgu dolu sesi ile derin bir nefes verdim.

“Bu iş iki güne bitecek. Dekor, davetiye işlerine bakacağım. Sen de Eflal’i halledeceksin.”

Ona döndüğümde araç yavaşlamıştı. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

“İyi de ben bize otel ayarlamış-”

Cümlesini kendisi değişen yüz ifadem ile keserken boğazını temizledi. Ardından gözlerini kaçırdı. Bu çocuk elimde kalacaktı.

“Gebertirim seni.”

Net sesim ile bana döndüğünde tebessüm etti.

“Ben de seni seviyor-”

“Ayaz.”

Cümlesi yine yarım kalırken elime çantamı aldım. Jileti içine atarken ise sinirle kapıya yöneldim.

“Bir daha bu saçmalıklarla gelme bana.”

Çıkmak adına adım atacağımda bileğimden yakaladı. Gözlerini kırpıştırdığında ise sanırım tatlı olmaya çalışıyordu.

“Bari öpücü-”

“Defol git şuradan!”

Sinirle elinden kurtulduğumda sonunda alayla sırıttı. Kapıyı açtığımda soğuk hava bedenime vururken ona uyaran bir biçimde baktım.

“Ya da...” Bana heyecanla baktığında tebessüm ettim. “Otelde hallet işi. Eflal’i çağır.”

Dediğim ile tüm yüzü düşerken ben tebessüm ederek arabadan çıktım.

“Şuraya yazıyorum bir gün beni öpecek-”

Sesini yüzüne kapıyı çarparak kestim. Gözlerim ise ondan ayrıldığı gibi arkamızda olan siyah arabayı buldu. Gökçe ve Erdem içindeydi. Silah işinin Eflal’e gitmesini engellemenin tek çaresi onları yanımızda götürmekti. Bu ise açık olmak gerekirse beni rahatlatan tek şeydi. En azından sinirimi, gerginliğimi üzerinden çıkartabileceğim birisi vardı. Ayaz bana el sallarken arabayı sakince sürdü. Onun hemen arkasından onların aracı da kalkarken derin bir nefes verdim. Hadi bakalım. Mavilerim bulunduğum yeri taradığında yutkundum. Kafem. Camları hala kırıktı. En son nasıl bıraktıysam öyleydi. Yolu geçtiğimde gözlerim etrafta gezindi. Kapı kırıktı. Cam kırıkların üzerine basarak geçtiğimde açıkçası ne yaptığım, duygularım umurumda değildi. Bugün kendilerini yeterince umursamıştım zaten. Normalde sıcacık olan kafem ise bu gün soğuktu. Kırık camlar soğuğu içeriye çekiyordu. Sanki bana beni gösteriyordu. O gün doğruca kasaya gidip parayı almıştım. Kolyeyi ise tezgahta bir yere fırlattığımı hatırlıyordum. Elim önüme gelen saçlarımı geriye attığında daha fazla oyalanmadım. Hızlı adımlarım tezgaha doğru ilerlerken gözlerim etrafı taradı. Yoktu. Polislerin alma ihtimali neydi? Sanmıyordum çünkü kolyenin benim olduğu belli bile değildi. Kasanın olduğu yere doğru eğildim. Ama yoktu. Dolaplara bakarken ise sonunda gümüş olan o kolye bana kendini gösterdi. Derin bir nefes verdiğimde bulamayacağımı düşünmüştüm. Kolyeyi aldığımda eldivenlerimi hızla çıkardım. Temizlenecekti bunlar. Bu yüzden dokunmamda mahsur yoktu. Hızla çekmecenin birisinden bir bıçak çıkardım. Üzerimde olan paltoyu da bir kenara attığımda dikkatli olmam gerektiğini biliyordum. Kolyeye göz gezdirdim. Jiletin olduğu bölüm boşluktaydı. Bıçağı dikkatle oraya yaklaştırdım. Önemli olan çipi zarar vermeden çıkartmaktı. Eğer çip zarar görürse sinyali kesebilirdi. Bu da Berk’in gözünden kaçmazdı. Kolyeyi de bu halde yanımda götüremezdim. Dikkatlice birkaç dakika açmaya uğraştım. Bu kolye son şansımdı. Bu lanet şey polisin eline geçmeliydi. Onca bilinmezlik varken benim özgürlüğümü sağlayacak, intikamımı almamı sağlayacaktı. Ayaz’a şimdilik inanmıştım. Eğer planımız tutarsa her şey bizim işimize gelirdi. Bu akşam elbette ki onun peşinden gidecektim. O ise bunu bilmeyecekti. Eflal konusunda asla kimseye güvenmeyecektim. En küçük bir şey bile benim tüm hayatımdı. Yiğit. Benden ziyade onun hayatıydı. Sıkıntıyla soludum. Onu fazla düşünmemeye çalışıyordum. Çünkü ona benim bile gücüm yetmiyordu. Lanet kolye açılmazken ben bilinmezlikten delirmiştim. Sürpriz kişi yüksek ihtimalle Eren’in nişanlısı olan Eflal’di. Ama benim için sürpriz olabilecek başka birisi daha vardı. Antalya. Yanıma yatan o adamın kim olduğu belli değildi. Bir tarafım ise bunu biliyordu. Kim olduğunu, neden yanıma yattığını, neden benden kaçtığını, neden her aşık dediğimde Kerem’in güldüğünü... Bıçak sikeceğimin kolyesini açmadığında sinirle soludum.

“Ben böyle işe sıç-”

Bir tık sesi gelmesiyle sözlerim yarım kalırken hızla kolyeye baktım. Aralanmış kapağı bıçak yardımıyla geriye ittiğimde mavilerim gördü. Heyecanla sırıttım. Kırmızı bir şekilde yanıp sönen o noktaya baktım. İşte şimdi her şey yerine oturuyordu. Bıçağı kenara bıraktığımda o küçük çipi çıkarmak adına bir çatal buldum. Nefesimi tuttuğumda nazik bir biçimde yerinden ayırdım. Aynı naziklikle geri tezgaha koyduğumda ise kırmızı ışık bana hala çalıştığını gösteriyordu. Heyecanla güldüm ve kolyeyi geri kapattım. Açması uğraştırırken kapatması oldukça basit oldu. Tezgahta olan çantamın bir gözüne özenle bıraktığımda tek bir şey kalmıştı. Silah. Paltomu hızla aldım. Buradan bir an önce çıksam iyi olurdu. Ayaz’ın ne yapacağı benim için önemliydi. Adamının birisinden kıskanmış gibi yaparak oteli öğrenir, sonrası basit olurdu. Ayırdığı odaya küçük bir kamera taksam yeterliydi benim için. Çantama çıkmak adına uzandığımda ise mavilerimi kaldırmıştım ki...

Gördüğüm yüz. Yutkundum. Bunu, bunu beklemiyordum işte. Kalbimde kardeşini görünce bir umut yaşar dediğim kız, Çisem iyice öldü sanki. Onu iyice bir toprağın ardına gömdüler. Üzerine her seferinde bir toprak örten ise karşımda ki yüz oldu. Siyah gözler. Eren. Eren Korlu. Onun deyimiyle ise, Manyak. Bana şaşkınlıkla bakıyordu. Bu halime, üzerime, hareketlerime... Halinden ise uzun süredir burada olduğunu anladım. O kadar düşünmüştüm ki lanet olsun fark edememiştim. Karşımda acıyla yutkunduğunda bir tepki vermedim. Ama gördüm. Siyahları karşımda acı içinde kıvrandı.

“Kaçak...”

Acı sesini duyduğumda ise aklıma geleni yapmak istedim. Çünkü bu adamla daha fazla aşk meşk işlerine girmek istemiyordum. Benim işim basitti. En acıtacak noktadan vuracaktım. Çünkü o birimizi gömerken diğerini yaşatmıştı. Çisem’in masumluğundan sonra ise beni ona öyle bir gösterecektim ki... Bir daha ne bana ne de kalbimde ölen o kıza bulaşamayacaktı. Sevmişti lan onu. Gerçekten sevmişti. Bana ise onun sevdiğini korumak düşmüştü. Lakin... O tüm bunları hiçe saymıştı. Umurumda olan ise tüm bunlar değildi. Bu yaptığının bedeliydi. Ve ben ona bunu en güzel şekilde gösterecektim.

Bana doğru bir adım attığında çekindi. Ben ise kendimce kurduğum oyuna hemen başladım. Kaçak’ı mı istiyordu? Ona bunu verecektim. Onun adamıyla ben ürkekçe kaçtığımda bunu gördü. Gözlerimi bir katilden uzak tutarken kendimi ondan sakladım. Bana doğru bir adım daha attığında ise zevkle gözlerimi doldurdum. Ardından rolüme uyarak başımı olumsuzca hızla salladım. Sanırım ona ihanet edilmiş bir kadın böyle davranırdı.

“Kaça-”

“Gelme.”

Sesimi titrettiğimde kendimi üstün bu rolümden dolayı tebrik ediyordum. Kaçak. Kaçak öyle mi? Bok görürdü bir daha. Bir adım daha gerilediğimde bedenim tezgaha çarptı. O ise bu sefer bana doğru adımladı. Gözlerimden bir yaş akıttığımda ise beklediğimi yaptı. Bedenimi kendisine çektiğinde hareket etmedim yine. Elleri bedenime dolanırken ise kokusunu soludum. Ancak bu sefer sesimi çıkartamadım. Çünkü... Bedenim ürperdi. Bu adamın Çisem’in üzerinde kurduğu etki... Kalbim hızla çarpmaya başladığında zihnimde bir yerde onu hissettim. Ama hayır. Bu artık ona olan aşkından değil. Korkusundandı. Ben ise sessiz kaldım. Eğer ben varken bile bu adamdan korkuyorsa... Parmaklarını saçlarımda hissettiğimde nefesini tenimde hissettim.

“Özür dilerim. Özür dilerim ben...”

Kelimeleri boğuk bir biçimde kulaklarımdan geçerken yutkundum. Çisem daha da öldü ama korkusuydu sanki onu öldüren. Oysa o bu zamana kadar ben varken korkmazdı ki. O bana sığınırdı. O yağmurun altında bile onu öldürmek için uğraşan bana sığınırdı ama şimdi... Bu adamı tekrardan sevmek miydi korkusu? Tekrar ona güvenmek, inanmak mıydı? Rolümü bir kenara bıraktım. Çünkü bu sefer ben de korktum. Bu ilk defa oluyordu. O korkuyordu. Ve elimden bir şey gelmiyordu. O sevip kırılmaktan çok korkuyordu. Yağmur altında bile yaşamak adına uğraşan bedeni ise korkuları arasında ölmüştü sanki. Eren. Manyak... Kaşlarım çatıldı. Sinirlendim. Bir adam için bu kadar düşemezdi. Birisini bu kadar sevemezdi. Kendini öldürecek kadar, benden kaçacak kadar birisini sevmek aptallıktı!

“Sana her şeyi anlatacağım.”

Kolları bedenimi hiç bırakmak istemez gibi daha da sıkı sararken ise sinirim bir anlık olsun geçti. Sesi, hareketleri bir an olsun bu kızı gerçekten sevebileceğine inandırdı beni. Kokumu içine çektiğinde ise kendime geldim. Sevgi aptallıktı. İzin vermeyecektim. Bu sefer hayır. Olmayacaktı. Onu kandırma planımı bile bir kenara bıraktım. Çünkü içimde giderek kendini öldüren bir kız vardı. Çığlıkları bu sefer bu adamın uzaklaşması içindi. Ona yaklaşmasını istemiyordu. Tekrar sevmekten mi korkuyordu?

“Korktum. Çok korktum. Sana bir şey olacak diye çok korktum.”

Ben hala kendimi adam akıllı toparlayamazken o benden ayrıldı. Gözlerimi bakmak ister gibi. İyi olduğuma inanmak ister gibi baktı o gözler. Yalandan doldurduğum gözlerimden ise bu sefer bir yaş gerçekten süzüldü. Ben, ben böyle düşünmemiştim. Bu duygular bana yabancıydı. Düzgün düşünemiyordum. Onun, Çisem’in bana bile bu adam için güvenmemesi... Bu duygu bana çok yabancıydı işte. Elleri yüzümü bulurken gözümden akan yaşı sildi. Yakındı. Çok yakındı. Gözlerimi siyahlara diktim. Ne yapmıştı ona? Neyle zehirlemişti benden bile kaçıracak şekilde? Benim kim olduğumu anlayamazken bir şey yapmaktan çekiniyordu. Bunu görebiliyordum. Çisem kendisini daha da derine gömdü. Benden bile uzaklaştı. Kendisi kaçtı. Hem de kendisinden bile uzağa. Benden bile uzağa. Bana doğru eğilen bedeni ise ilk defa bu kadar çaresiz gördüm. Ama zevk alamadım.

“Kaçak. Gözünü seveyim bana bir şey de...”

Sesi titrerken korktuğu belliydi. Onu gerçekten korktuğu belliydi. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Engel olamadım. Sanki içimde ölen kendime ağlıyordum. Biraz daha yaklaştığında ses vermem için yalvardı resmen karşımda.

“Kaçak.”

Bağırmamı, haykırmamı istedi belki de. Ya da ağlamamı. Ama yapmadım. Yapamadım. Kendi uydurduğum plana bile sadık olamadım. Karşımda çaresizlikle çırpında.

“Lütfen.”

Kaç gün geçmişti? Bir hafta uyuduğumu duymuştum. Uyandığım gibi ise gitmiştim. Günlerdir beni görmeyen bedeni muhtaçmış gibi bakıyordu. Bunlara ben inanmazken içimde her bir hareketiyle daha da ölen kıza bir şey yapamıyordum ya... Bana dokunan buydu işte. İçimde giderek biriken sinir ise kendi çaresizliğimin siniriydi. Ve çaresizliğimi sinirim ile bastırdım. Her zaman ki gibi... Ama bu sefer mecburiyetten yaptım bunu. Dokunan da bu oldu.

“Yapma böyle. Kaçak...”

Bana yalvardığında dakikaların sonunda bir tepki verdim. Yüzümü tutan eline uzandığımda gözleri gözlerimden ayrıldı. Zorlukla tebessüm ettim.

“Kaçak.”

Onun sözünü tekrarladığımda günler sonra sesimi duymasıyla bana baktı. Ben ise uzaklaşmak yerine ona doğru ilerledim bu sefer. Yüzümde olan iki elini de tuttuğumda tebessümüm büyüdü. Ben ise yüzümde olan parmaklarını bu sefer saçlarıma doğru götürdüm. O ne yaptığımı anlayamazken ise yarama bastırdım elini sertçe. Acı beni kendime sonunda getirdiğinde tebessümüm büyüdü. O pansuman yapılan yere dokunmasıyla bana şokla baktığında elini kaçırmak istedi lakin izin vermedim.

“Kaçak gibi mi duruyorum?”

Gözlerimde olan yaşlar son bulurken acı beni daha da güçlendirdi. Kan akıtmaktan ölmediğim sürece bir daha bu hale düşmeyecektim. O karşımda ne yapacağını bilemezken benim gülüşüm daha da büyüdü. Yüzümde olan eli düşerken onu destekleyen benim yaralı parmaklarım oldu. Kaçırmak istediği ise yaramda olan parmaklarıydı.

“Kaça-”

Ne söyleyeceğini bilemezken başımın hemen ardında bir ıslaklık hissettim. Elini uzaklaştırmak istedi ama hayır. Görecekti. Kaçak’a ne yaptığını. Kerem’in öldüğünü. Neden benim ortaya çıktığımı görecekti. Ve elinden benim gibi hiçbir şey gelmeyecekti. Bu da bizim günahımızın vebali olacaktı. Ben onu bu gözlerden koruyamadığım için acı çekecek, o da öldürdüğü kız için kendini suçlayacaktı. Yavaşça tebessüm ettim. Canım yandı ama güldüm.

“Yapma.”

Çaresiz sesi elini kurtarmak için bana yalvarırken başımın döndüğünü hissediyordum. Ama umurumda değildi. Parmaklarını güçlükle benden kurtardığında bedenini uzaklaştıran o oldu. Korkuyla eline baktığında ise kendi kanımı gördüm onun parmaklarında. Bana şokla döndüğünde alayla tebessüm ettim.

“Akan kan sana bulaşmadığı sürece suçunu anlayamazsın.”

Dediğime anlam veremezken ben parmaklarından olan kanıma baktım. Artık onun elleri de kana bulanmıştı. Benim parmaklarım gibi. Kaçak gibi. Çisem gibi. Kerem gibi... Daha fazla durmak istemedim. Gitmek adına adımlayacağımda ise izin vermedi. Korkarak baksa da hala neye tutunduğunda anlam veremiyordum.

“Beni dinle. Bir kere. Anlatayım.”

Dediklerine boş gözlerle baktım. Neyi anlatacaktı pardon ama? O kızı daha nasıl öldürecekti? Elleri beni kirletmek istemez gibi havada öylece kalırken derin bir nefes verdim.

“Neyi anlatacaksın? Nişanlını saklayışını mı? Veya nasıl öptüğü-”

“Kaça-”

“Kaçak yok!”

Ona sinirle ilerledim. Bu nasıl bir yüzsüzlüktü? Onca yalan söyleyip hala karşımda nasıl durabilirdi? Hala Çisem ondan nasıl korkabilirdi ben varken! Ellerim yakasını kavradığında kendime çektim.

“Bak. Kaçak orada mı bak? Kaçak’ı geçtim Çisem sence artık var mı?” Benden uzaklaşmak istedi ama izin vermedim. “Bak!”

Siyahlar mavilerimi bulduğunda acıyla yutkundu. Kanlı elleriyle bana dokunamadı. Sadece çırpındı karşımda. Ama beklemediğim ise sesi oldu.

“Orada...”

Kendisi bile inanmazken bu dediğine alayla güldüm. Ellerim yakasını bırakırken ise bu sefer kendi bile kendisine itiraz etti.

“Eğer her şeyi öğrenirse-”

“Kerem gibi mi?”

Sözüm sözlerini sertçe keserken işte bunu beklemiyordu. Gözleri dehşetle açıldığında acıyla tebessüm eden ben oldum.

“O gün orada sadece bir kişi ölmedi Korlu.”

Dediğim ile gözleri değişirken ben elimi kaldırdım ve kendimi gösterdim. İlk algılayamadı.

“Senin karşında olan kişi benim artık. Buna alış. Kaçak öldü.”

Dediğime itiraz etmedi. Ama içinde bir şeylerin koptuğunu gördüm. Tek diyebildiği ise benim bile duyamadığım hayır kelimesi oldu. Gözlerini kaçırdığında ise elleri başını buldu. Bu iyiye işaretti. Çünkü tek bir deli olması artık beni sıkıyordu. Gözlerini kaldırdığında ise bu sefer farklıydı. Kabullenmiyordu. Kabullenmeyecekti. Ben ise daha fazla uğraşamayacaktım. Zaman geçtikçe öldürdüğü kişiyi görecekti zaten. Gitmek adına adımladığımda ise net sesini duydum.

“Ölmedi.”

Adımlarım duraksarken alayla sırıttım. Bu sahne giderek tanıdık bir hal almaya başlıyordu. Çisem’e gösterdiğim kabusun gerçek olabileceğini nereden bilebilirdim ki? Ama o kabusun sonunda ölen kişi ardımda kalan oluyordu. Eren Korlu. Ve benim ona ihtiyacım vardı. Onu dinlemeden tekrar adımlayacağımda ise bana doğru hızlı adımlarla geldi. Bileğimden tuttuğu gibi sinirle bu sefer diğer elimi vurmak adına kaldırmıştım ki onu da tuttu. Bedenlerimiz yine yakınlaştığında bu sefer sinirliydi. Ama doğruca bana bakıyordu. Ellerimi sıkan elleri ise beni çoktan kabullendiğinin göstergesiydi.

“O ölmedi.”

Bana doğru eğildiğinde kaşlarım çatıldı. Çünkü bu yakınlığı sevmiyordum. O ise ellerimden tutarak beni kendisine iyice çekti.

“Bunu ikimiz de gayet iyi biliyoruz. Kalen.”

Soy adımı söylemesi ile gözlerine baktım. Hala bir umuda tutunmasına ise acıdım. Çünkü ortada yaşayan bir Çisem yoktu. Bunu sağlayacak olan kişi ise o değildi. O giderek öldürüyordu sadece ama farkında bile değildi. Onu yaşatacak olan bendim. Ama bir seferlik yaşaması için onu daha da derine gömmeye razı oldum. Çünkü bu iş canımı sıkmaya başlıyordu.

“Bir bok bildiğin yok.”

Dediğim ile acıyla gülümsedi siyahlar.

“Benden korkuyorsun değil mi? Onun geri gelmesinden deli gibi korkan sensin.”

Söylediği cümleler kanıma dokunurken artık cidden sinirleniyordum. Hala nasıl beni suçlu görebilirdi! Ben onu getirmeye çalışırken hem de. Sinire karışık güldüm.

“Öyle çaresizsin ki Korlu, suçlayacak kişi arıyorsun.” Gözlerimi siyahlara sabitlediğimde ise bu sefer kendimden emin bir biçimde konuştum. “Ama sana söyleyeceğim tek şey senin artık bir vasfın olmadığı.”

Dediğim ile yüzü gerildi. Ben ise ona yaklaştım bu sefer.

“Ona yaptıklarının bedelini sana öyle bir ödeteceğim ki...”

Üzgünüm Çisem Kalen. Ama bu adamın haddini bilmesi gerekiyordu. Parmak uçlarıma kalktığımda kaşlarını çattı. Yüzlerimizi yakınlaştırdığımda ise düşünmedim. Dudaklarımı dudaklarına bastırdığımda bedeni yaptığım ile kalakaldı. İçimde olan iyice kayboldu. Belki de tamamen yok oldu. Sıcak teni benim soğuk tenimde yok olurken itemedi. Çünkü o Çisem’e deli gibi aşıktı. Ama benim mavilerimi gördükçe daha da bitecekti. Bu da onun intikamı olacaktı. Kalbimin atmasını bekleyecek, tebessümüme muhtaç kalacaktı. Ve artık ona dokunan benden bile mutlu olamayacaktı. Dudaklarından ayrıldığımda siyahlarda şaşkınlık vardı. Ellerimi tutan elleri çoktan gevşemişken alayla sırıttım ve ellerimi boynuna doladım.

“Sevdiğin kadını deli gibi arayacak, ama her seferinde benimle karşılaşacaksın.”

Gözlerimde ona karşı hiçbir his yoktu. Boynundan olan bir elimi eline götürdüğümde şok olan bedeni bir şey yapamadı. Ben ise kanlı parmaklarını siyah elbisemde kalbime bastırdım.

“Seni parmağımda kukla gibi çevirecek, intikamım son bulduğunda ise bir kenara atacağım.”

Yapacaklarımı ona anlattığımda gözlerinde ilk defa bana karşı saf korku oluştu. Bedenime yaklaşınca Kaçak gelir sandığı düşüncelerini yok eden bendim çünkü. Yüzüne tekrar yaklaştığımda ise tenine doğru fısıldadım.

“Benim için herhangi birisin Korlu. Uyarıyorum seni. Karşıma çıkarsan seni bitiririm.”

Gözlerini kapattığında bu bir kabullenişti işte. Bedeni karşımda ayakta zor duruyordu. Kalbimde olan eli bir şey hissedemeyerek düşerken beni anladı. Gördü. Ve en çokta korktu. Beni ne zaman tamamen Kalen olarak görürse, karşıma anca o zaman çıkabilirdi. Çünkü benim oyunumda ölüm vardı. Ya ben, ya da onlar. Seçimi ise kendisi yapacaktı. Boynunda olan elimi kaldırdığımda mırıldandım.

“Memnun oldum, Eren Korlu.”

... 

İçimde bir his her şeyin bu adamla berbat olacağını düşünüyordu. Aklımda olan onca olay varken bir de bu takılmıştı. Eren. Eren Korlu. Sırf onun yüzünden bu gün gidememiştim. Eğer olur da Çisem ortaya çıkarsa... Derin bir nefes verdim. Yarın. Yarın gidecektim. Her şey hallolacak ve ben kardeşime kavuşacaktım. Tırnaklarım masada gezinirken gözlerim telefondaydı. Sadece bu kalmıştı. Eğer kızıl hallederse bütün planım tıkır tıkır işleyecekti. Üstelik artık yeni bir çıkış yolu daha bulmuştum. Sadece tek bir işimiz kalmıştı. Sonrasında her şey hazırdı. Gözlerim odanın bir köşesine taktırdığım kamerada gezindi. Elbette ki Ayaz’a güvenmiyordum. Jileti ve anahtarı onun adamlarına vermiştim. Önemli olan onlar değildi zaten. Buydu. Masada gezinen tırnaklarım kahveme doğru ilerledi. Mavilerim ise odada gezinen kişideydi. Nasıl yapacaktı bilmiyordum. Ama halledeceğini söylemişti. Odaya kamera taktırmak kolay olmuştu. İki saat öncesinden gelmiş ve parayla her şey halledilmişti. Kızıl kendisine bir içki doldurduğunda gözleri etrafta gezindi. Hafifçe güldüm. Kendisi de telaş yapmıştı. Yalnız kalınca ise bunu saklamıyordu. Kahvemden bir yudum aldığımda ise otelin giriş kapısından giren o kızı gördüm. Eflal. Eflal Uluç. Tebessüm ettiğimde gözleri kısa süreliğine etrafta dolaştı. Yüzünde tedirginlik vardı. O günden sonra ilk defa görüyordum. İçimde büyük bir sinir olsa da sakindim. Çünkü ona öyle şeyler yapacaktım ki... Bu sefer sinirimle değil, aklımla oynuyordum. Ve bu en kötüsüydü. Genelde sinirlenince en fazla öldürürdüm. Ama bu sefer, öldürmekten beter edecektim. Odayı öğrenmek adına ilerlerken keyfim daha da büyüdü. Ayaz’ın adamı, sanırım adı Cenk’ti. Ondan öğrendiğime göre silahı temizletmiş ve doğruca buraya gelmişti. Eflal odayı öğrenip asansöre doğru ilerlerken görüntüden odayı telefon sesi doldurdu. Telefonu kendime yaklaştırdığımda kulaklıklarımı da kontrol ettim. Başlıyorduk. Ayaz telefona doğru ilerlerken hızlandı.

“Geldi mi?”

Sesi kulaklarıma dolarken tebessüm ettim. Kızıl telefonu kapattığı gibi masaya adımlarken boş olan bardağa da şarap koydu. Beklemediğim ise şarabın hemen yanına çantadan çıkardığı, dokunmamaya çalışarak koyduğu silah oldu. Alayla sırıttım. Planı buydu demek. Silahı koyduğu bezi çantaya attığı gibi bir kenara fırlattı. Kendi bardağını önüne çektiğinde ise ben de elimi kaldırdım. Bu iş kahveyle olacak bir şey değildi. Garson bana doğru adımlarken fısıldadım.

“Şarap lütfen.”

Adam bir süre yanımda durduğunda ona baktım. Benim bakmamla ise başını sallayıp tebessüm etti. O yanımdan uzaklaşırken ise odanın kapısı çalındı. Kızıl son kez etrafı kontrol ettiğinde hızla adımladı. Keyifle bacak bacak üzerine attığım ayağımı salladım. Kızıl kapıyı açtığında ise bir süre öyle durdular. Eflal’i ise sonunda süzebildim. Kısa bir elbise giyememişti bu sefer. Bacağında açtığım büyük kesikten olsa gerekti. Yürüyebilmesi bile bir mucizeydi bana göre.

“İçeriye almayacak mısın?”

Kızın sesi kulaklarımda yankılanırken yutkundum. Bu sesi kendim kesecektim.

“Pardon.” Kızıl kızı içeriye davet ettiğinde gözlerim ikisinin üzerindeydi. “Hoş geldin.”

İlginç bir biçimde kızıl gülmüyordu. Anlaşılan kendisini acındıracaktı. Eflal’in de gözünden bu kaçmamış olacak ki bir süre ona baktıktan sonra içeriye doğru adımladı. Giydiği bordo ve bedenini saran elbise ise gözümden kaçmadı. Süslenmişti. Ve bu da bir ilişkilerinin olduğunun göstergesiydi. Ayaz yalan söylemiyor gibiydi. Kız içeriye girdiğinde ise gözleri doğruca masa da duran iki şeyi gördü. Silah ve şarap. Benim şarabım da önüme koyulduğunda hafifçe tebessüm ettim. Hadi bakalım kızıl. Yap en güzel şovunu.

“Bunlar ne?”

Eflal kaşlarını çattığında sesi sorgularcasına çıktı. Kızıl onun arkasından kapıyı kapatırken ise elleri ceplerini buldu. Giydiği siyah gömlek beyaz tenini gösteriyordu.

“Seni bu yüzden çağırdım.”

Eflal yavaşça arkasını döndüğünde gülümsemem büyüdü. Kızıl ise her şeyin aksine asla gülmedi. Onun aksine ise Eflal ortamı yumuşatmak adına berbat bir şaka yaptı.

“Ne o? Öldürecek misin beni?”

Kızıl dediğine ilginç bir biçimde bir tepki vermediğine ne yaptığını bilmiyordum. Belki de bana oynuyordu belki de ona. Çünkü bu ortamdan tek çıkardığım şey mükemmel derecede rol yapmasıydı. Kıza doğru yaklaştığında ise Eflal’in gülen yüzü soldu.

“Ayaz, neyin var senin?”

Şaraptan bir yudum aldığımda kızıl daha da yaklaştı. Kız geriye adımladığında masayla arasında birkaç adım vardı. Tek gereken ise silaha dokunmasıydı.

“Canımı sıkıyorsun Eflal.”

Korku dolu sesi bana tek bir geceyi hatırlattı. Bir hafta öncesinde Çisem’e bağırdı andan farksız değildi şuanda. Eflal onun yaklaşmasıyla bir adım daha geriledi.

“Ayaz. Şu saçmalığı derhal kes.”

Kızıl odaya girdiğinden beri ilk defa gülümsediğinde görüntüyü biraz daha yaklaştırdım. Eflal en sonunda masaya çarptığında Ayaz’ın tebessümü büyüdü. Gerçekten şuan korkunç ve aşırı yakışıklı görünüyordu. Şaraptan bir yudum daha aldığımda ise kıza bir adım daha yaklaştı.

“Günlerdir benimle oynuyorsun.”

Gülen yüzü dediği ile solarken anlamaya çalıştım. Eflal yavaşça güldü.

“Seninle oynadığım falan yok.”

Şaraptan bir yudum daha aldığımda tebessümüm son buldu. Konuyu anlamaya niyetliydim. Kızıl’ın bana yalan söyleyip söylemediği belli değildi. O ise karşımda Eflal’e doğru bir adım daha yaklaştı. Aralarında olan mesafe azaldı.

“O yüzden mi günlerdir o piçlesin? Ya da göreceğimi bile bile öptün onu?”

Eflal’in tebessüm eden yüzü solduğunda kızılın bu işi bildiğini anladım. Aynı zaman da aralarında gerçekten de bir şeyler olduğunu. Ona bir adım daha attığında aralarında mesafe kalmadı. Eflal giderek gerilirken ben hala silahtaydım.

“Veya şöyle sorayım. Kerim’i bu yüzden mi öldür-”

“Ben öldürme-”

“Eflal.”

Ayaz onun sözünü kestiğinde kızın belinden tuttu. Çok pisçe oynuyordu. Ve benim elime bir kanıt daha vermek üzereydi.

“Unutma ki şu hayatta seni en iyi bilen kişi benim.”

Alayla sırıttım. Eflal’in yüzü gerildiğinde ise gerçekten bu adamı sevdiğini anladım. Eren ise yalandı.

“Sırf onu kazanmak için o adamı öldürdün.”

Eflal yutkunduğunda tebessüm ettim. Ancak yine ikaz ederek başını olumsuzca salladı.

“Ben kendimi kurtarmak için mecbur kaldım. Eğer ölmezse ben ölecektim. Öldüreceklerdi beni.”

Şaraptan zevkle bir yudum daha aldım. Artık silaha bile gerek kalmamıştı. Elimde itirafı vardı. Alayla tebessüm ettim. Yeni bir tehdit unsuru daha. Elinden her şeyini alacaktım. Zevkle elimi tekrar kaldırdığımda daha yeni ki garson geldi. Şarap bardağımı işaret ettim. O anında yanımdan ayrılırken ise beklediğim oldu.

“Öyle olsun diyelim.”

Kızın ellerine uzandığında beklediğimi yaptı. Parmaklarını açtığında istediğim oldu.

“Sıra ne zaman bana gelecek?”

Ayaz’ın sorusuyla bedeni gerilirken kızın parmaklarını masaya değdirdi.

“Aya-”

“Şirketin başına geçince mi?”

Eflal’in parmakları silahın hemen yanında dururken kız acıyla tebessüm etti.

“Babamı hiç kimseye değişmem Ayaz.”

Ayaz acıyla yutkunduğunda ise anlıyormuş gibi başını salladı. Belki gerçekten böyle hissettiğindendi yüzünde olan duygular. Çünkü bu kadar rol yapabileceğini düşünmüyordum.

“Söyleyeceksin yani beni.”

Eflal’in bedeni daha da gerilirken gelen şarabıma uzandım.

“Sen ihanet ettin.”

Ayaz kızın elini sıkarken ona doğru eğildi.

“Ben bizim için ihanet ettim. Bunu gayet iyi biliyor-”

“Yalan söyleme!”

Eflal bağırdığında uzaklaşmak istedi ama izin vermedi. Aksine daha da kendine çektiğinde alayla güldüm. Çok pis oynuyordu.

“Daha babanın en yakın adamı bile değilken, bizi öğrense ne olurdu sence?”

Eflal’in sesi kısılırken daha da güldüm. O kadar mutluydum ki şuan, anlatamazdım bunu.

“Ben söyleyeyim mi? Ölürdüm. O parayı senin için aldım ben.”

Ses tonu değiştiğinde kızın elini tekrar silahın yanına yaklaştırdı.

“O parayı bizim için topladım ben. Canım pahasına! Seninle bir gelecek için. Sen ise gittin o adamın yanına! Kaçalım evlenme dediğimde ise...”

Sesi kısıldı. Bu kadarını gerçekten beklemiyordum. Keyifle bir yudum daha aldım.

“Hepimizi geride bıraktın be Eflal.”

Eflal’in gözünden bir yaş aktığına emin olamasam da sesinden anladım.

“Ne yapmamı isterdin? Her yol kapalıydı. Hisseler adına Eren’le evlenmek zorundaydım. Sen milyarlar çalmışsın. Gitmekten başka ne çarem vardı benim Ayaz Kartal!”

Üzgünüm kızıl. Bu kadarını bilmek istemezdim aşkınızda. Ama elime düşmüştü. Ve sonunda istediğimi yaptı. Kızın parmaklarını silahın üstüne bastırdığında zaferimi kazandım. Eflal’in tuttuğu parmaklarını ise doğruca kaldırdı. Silahı kızın eliyle birlikte kafasına yaslamasını ise beklemiyordum.

“Sık.”

Eflal’in elinde olan silaha zevkle baktım. Öldürdüğü Kerem’in silahı artık gerçek sahibindeydi.

“Ne yapıyor-”

“Sana seçenek sunuyorum Eflal Uluç. Biliyorum çünkü. Sen babın kızısın ve şirket yenilenince her şeyin ortaya çıkacağını biliyorsun. Bu yüzden önce sen anlatacaksın.”

Silahı iyice kafasına yasladığında biraz daha eğildi.

“Ya beni şimdi, şuan babanın elinden kurtararak acısız bir biçimde öldür. Ya da...”

Kızın belinde olan elleri masada olan bardağı bulduğunda onu da kendisi çıkardı. Şarabı gösterdiğinde ise acıyla konuştu.

“Ya da bu bizim son şarabımız olsun ve bu sefer benim gitmeme izin ver.”

Silaha hiç dokunmadan kızın elinde serbest bıraktığında keyifle gülümsedim. Bu adam çok korkutucuydu. Hem de öyle korkutucuydu ki tam benlikti. Ayaz. Ayaz Kartal. Şarabımdan son yudumu da aldığımda kızın elinde olan silah yere düştü. Zaferim ile tebessüm ettim. Ayaz Kartal ise bugün benim güvenimi kazandı. Şarabı masaya bıraktığımda ise beklediğim oldu. Kızılın elinde olan bardak da kızın yaptığıyla yere düşerken daha fazla izlemek istemedim. Telefonumu kaldırdığımda son gördüğüm öpüşmeleri oldu. Görüntüyü kapattığımda zaferle gülümsedim. Bitmişti. Parmak izi silahtaydı. Kulaklıklarımı da çıkardığımda garsona el işareti yaptım. Adamın gözleri zaten benim üzerimdeydi. Çantama telefonumu ve kulaklıklarımı attığımda yüklü bir miktar para çıkardım. Adam çıkardığım para ile şaşırırken neşeyle güldüm.

“Yüz seksen iki numaralı odaya.”

Parayı önüne iteklediğimde adam hala şaşkınlıkla bakıyordu. Gülen yüzüm ise söyleyeceğim söz ile yavaşça durgunlaştı.

“Elinizde olan tüm çikolatalı tatlıları götürün lütfen.”

“Üzgünken genelde çikolatalı yiyorsun.”

Adam bana şaşkınlıkla bakarken ben çantamı kapattım ve tekrar burukça tebessüm ettim. Üzgün değildim artık. Huzurla uyuyabilirsin Kerem. Bugün abimin intikamını almıştım ben.

“Pardon?”

Adam bana şaşkınlıkla baktığında derin bir nefes verdim ve ayaklandım. Şuan öpüşmeden ileri gitmeleri iyi olmazdı.

“Beş dakika içinde tüm çikolatalı tatlılarınız yüz seksen iki numaralı odaya gitmiş olsun.”

... 

Bugün benim günüm olacağına emindim. İçimde tuhaf bir heyecan vardı. Aynadan gözlerim bedenime baktı. Omuzumda ki kesiğin dikişleri belli oluyordu. Yine de çekinmeden bu elbiseyi giyecektim bugün. Saat en son ondu. Giydiğim beyaz elbiseye baktım. Yüzümde geceden beri olan tebessüm büyüdü. Bugünün tarihini unutma Çisem Kalen. Bugünkü heyecanını unutma. Bugünkü seni unutma. Saçlarımı şekillendirmiştim. Uzun saçlarımın dalgaları omuzlarımdan dökülüyordu. Dünün aksine bugünkü makyajım temizdi. Doğaldı. Biraz daha renkliydi. Sanki heyecanımı gösteriyordum. İstemsizce tekrar tebessüm ettim. Tek omuzlu olan elbisemle kendi etrafımda döndüğümde keyfim daha da arttı. Daha fazla yerimde duramadığım için hızla çantamı ve paltomu alarak çıktım. Merdivenlerden inerken resmen kendi kendime gülecektim. Aşağıda mutfaktan gelen seslerle Ayaz’ın uyandığını anladım. Dün gece geç de olsa eve geldiğini biliyordum. Merdivenlerden indiğimde mutfağa doğru adımladım. Adımlarım yavaşlarken ise mavi gözlerim onu gördü. Tezgahın başındaydı. Yumurta kırdığını görünce istemsizce gülümsemem büyüdü. Gece konuşmamıştık. Sadece onun eve girdiğini biliyordum. Ve evet. Onun evindeydik. Birisinin başta beni bulmasından endişe etsem de bulunmayacağımıza ikna etmişti beni. İçeriye doğru adımladığımda ise topuklumun sesiyle gözleri beni buldu. Ben ise hazırlanmış masaya göz gezdirdim.

“Günaydın.”

Sesiyle ona döndüğümde dağılmış saçlı haline baktım. Halime gülerek bakıyordu. Paltomu ve çantamı masaya bıraktığımda masa da olan zeytine uzandım.

“Günaydın.”

Bu halime daha da sırıttı. Zeytini ağzıma attığımda ise mırıldandı.

“Bakıyorum da keyfin yerinde.”

Tezgaha, yanına doğru ilerlediğimde zeytinin çekirdeğini çıkardım ve güldüm.

“Çok.”

Bu halime sırıttı. Çekirdeği çöpe attığımda ne yaptığına bakınmak adına yanına yaklaştım. Omlet yapacaktı anlaşılan. Bana döndü.

“Bana bir gece borçlusun.”

Dediğine şaşırmadım. Elbette ki tatlıları gördükten sonra benim olduğumu anlamıştım. Yumurtaları çırpacağında ise teşekkürümü onun dillinde ettim. Kolunu kaldırdığımda bunu beklemiyordu. Ben ise tezgahla onun arasına geçtiğimde bu halime daha da şaşırdı. Ben ise keyifle dağınık saçlarına uzandım.

“Orası basit iş. Buluruz sana birisini.”

Elinin çatalı tabağa bıraktığını çıkan sesten anladım. O ise elbette ki beklediğimi yaptı. İki eli tezgaha yaslandığında üzerime doğru eğildi.

“Sen sabah sabah bir şey mi içtin yoksa gerçekten beni kıskanma gibi bir ihtimalin var mı?”

Saçlarında olan elim boynuna giderken o daha da şaşırdı. Ben ise hafifçe mırıldandım.

“Ne o? Yoksa rol kesmiyor muydun Eflal’ine?”

Dediğime hafifçe güldü. Üzerime biraz daha eğildiğinde ise fısıldadı.

“Kıskandın yani?”

Elalara baktım. Amacım aslında hem ona gerçekten teşekkür etmek hem de bir şeyi test etmekti. Ama olmuyordu. Siyahlarda ki gibi olmuyordu. Tek bir ses, tek bir acı yoktu. Hayır da burada taş gibi bir kızıl varken bu aptal kız niye o siyahlara ölüyordu? Sinirlerim bozulmaya başladığında ise düşüncelerimi kenara ittim ve mırıldandım.

“Teşekkür ederim.”

Dediğime güldü. Bedenini bana biraz daha yaklaştırdığında ise beklediğim cıvıklığı yapmakta geç kalmadı.

“Bence teşekkürünü bana borcunu ödeyerek yapabilirsin.”

Ne borcuydu? Anlamadığımı anladığında biraz daha eğildi. Ve gülen yüzü fısıldadı.

“Gecemi mahvettin ya.”

Dediği ile elleri belime dolandığında bana doğru eğildi. Dudaklarımız arasında mesafe varken hafifçe güldüm. Ellerim boynuna daha sıkı dolandığında ise onun gibi fısıldadım.

“Bu gece doluyum maalesef. Yarın da malum davetimiz var. Sonraki gün de sağ olup olmayacağımız belirsiz. O yüzden şansına küs maalesef Ayaz Kartal.

Dediğim ile bir kaşı havalandı.

“Niye dolusun bu gece?”

Tebessümüm büyürken konuştum.

“İşim var.”

Belimde olan elleri sıkılaştı.

“Ne işi bu?”

Kendime biraz daha eğdiğimde bu sefer temastan kaçınmayarak kulağına doğru ilerledim. Yanaklarımız birbirine temas ettiğinde ise güldüm. Hayatının aşkı isterse Eflal olabilirdi. Umurumda değildi çünkü fena şekilde her bir hareketime fazlasıyla istekliydi.

“Bu seni hiç alakadar etmez Ayaz Kartal.”

Ellerim boynundan çözüldüğünde belimde olan ellerine doğru ilerledim. Parmaklarını tuttuğumda ise bu sefer geri çekilmeden önce dudaklarımı yanağına bastırmaktan çekinmedim.

“Borcumu ödedim sayıyorum.”

Ellerini belimden çözdüğümde elaları gördüm. Yanından ayrılacağımda ise izin vermedi.

“Ben sayamam ama.”

Üzerime eğildiğinde dediğine hafifçe güldüm.

“Yarın akşamdan sonra bakarız o zaman.”

Dediğim ile geçecektim ki yine izin vermedi. Yeterdi bu kadar ama. Çarpacaktım şimdi bir tane. Sinirle ona dönmüştüm ki bu sefer yüzü değişmişti. Gözlerime bir farklı bakıyordu.

“Ne oldu?”

Ona sorduğumla beklemediğim bir biçimde benden kendisi bir adım uzaklaştı. Elleri saçlarını bulduğunda ise sinirle karıştırdı.

“Yarın akşamdan önce seninle konuşmam gereken bir şey var.”

Ne vardı? Bir sorun istemiyordum. Çünkü her şey mükemmeldi.

“Ne?”

Gözleri gözlerime baktığında yutkundu.

“Sait’in elinde sana karşı büyük bir koz var.”

Dediği ile içten içe rahatladım. Yiğit’i diyordu aptal. Ve haklıydı. Benim de halletmem gerekiyordu o işi. Rahatlsamda çekiniyordum. Rolüm gereği ise kendimi bozmadım.

“Benim elimde daha büyük bir koz va-”

“Öyle değil.”

Kaşlarımı rolüm gereği çattım.

“Nasıl?”

Derin bir nefes verdiğinde gözlerini kaçırdı.

“Bugün Eflal işini tamamen halledelim. Sana öyle anlatacağım.”

Alayla istemsizce sırıttım.

“Planı bozacak kadar büyük bir şey yani.”

Gözleri beni bulduğunda gerçekten anlatacağını anladım. Ama her şeye rağmen tebessüm etti.

“Evet.” Bana inanarak baktı. “Tüm planı iptal edip herkesin kafasına sıkabilecek bir raddeye gelebilirsin mesela.”

Yüzüm istemsizce güldü. Ama ben bu adama biraz daha güvendim. Etrafımda olan herkes kendi kafama sıkacağımı düşünürken o benim yapabileceğimi biliyordu. Yiğit uğruna dünyayı yıkabileceğime inanıyordu. Kerem gibi. Abim gibi o da inanıyordu. Bu dediğine dalgasına bir cevap verdim.

“Bu işimize gelmez mi? Herkesten kurtuluruz işte.”

Dediğim ile gerginliğini o da üzerinden attı.

“Benim işime gelmez şahsen.”

Dediğine gülümsedim. Tezgaha doğru adımladığımda ise biz yine dalgaya vurduk.

“Şirket üzerinden almam gereken yüklü bir miktar para var da.”

Masaya keyifle oturduğumda aklımda olan o soruyu sordum.

“Eflal seni yarın görünce her şeyi anlatırsa ne yapacaksın peki?”

Gözlerim onu bulduğunda yarım bıraktığı yumurtaya ilerledi. Sonuçta ya öldür ya da bırak gideyim buralardan demişti kıza. Sorumu ise cevapladı.

“Öyle bir anda geleceğim ki ne söylerse söylesin Sait bile ona inanmayacak.”

Haklıydı. Boş olan tabağı önüme çektiğimde ise fısıldadım.

“Yani bütün gece tüm işleri kendim halledeceğim.”

Ona baktığımda gözleri beni buldu ve yavaşça güldü.

“Sensiz yapamam dersen gelirim. Eflal’den kaçarız.”

İstemsizce güldüm. Ardından kahvaltılıklarda olan peynirden önüme çektim.

“Kısaca kendini yine ifşa etmeyeceksin.”

Dediğim ile gülüşüm sonlandı. Çünkü onunla buna sığınarak anlaşmıştım. Yarın gece davette kendisini benim yanımda göstermeyecekti. Şirket için bu gerekliydi ama bu olanlardan sonra kendini benden kaçırmayacağını nereden bilecektim? Bunun cevabı aslında basitti. Elimde olan kayıttan bir haberdardı.

“Benim daha güzel bir planım var.”

Bana doğru adımladığını hissettim. Yanımda durduğunda önüme tavayı eğdi. Pişirmiş olduğu yumurtaya baktım. Tabağıma yavaşça bıraktığında ise gözlerimi kaldırmadım. O ise tavayı masaya bıraktığında sandalyemden üzerime eğildi. Dalgalandırdığım saçlarımı geriye iteklediğinde nefesini boynumda hissettim.

“Niye daha da güçlenmeyelim ki?”

Ona doğru döndüğümde elalar hemen yanımdaydı. Parmağı tüy gibi omuzumda gezindiğinde huylandım. Kendisi bana oldukça kararlı bakıyordu. Bu işe bozulduğumu biliyordu ve kendince telafi etmeye çalıştı.

“Şirketin başına geçmemi sağlayacaksın Kalen.”

Anlamıyordum. O ise tebessüm etti.

“Ben de seni benim yapacağım.”

... 

Gözlerim etrafta gezindi. Adamların bazıları hala bana bakıyordu. Pek umurumda değildi orası ama bu iş ne kadar çabuk biterse o kadar iyi olurdu.

“On dakika önce evden ayrıldı ve bizimkiler on dakikaya yer değiştirecekler.”

Cenk kızıla anlatırken o çantayı kontrol ediyordu. Evden çıktıktan sonra işi halletmeye buraya gelmiştik.

“Güzel. Her şey tam değil mi?”

Gözlerim ikisini buldu. Cenk Ayaz’a bir deri eldiven uzattı. İnşallah bu adamın adı Cenk’tir.

“Kolyenin başlığı temizlendi, jileti aynen o halde taktırdım. Silah da hazır.”

Hafifçe güldüm. Ayaz başını salladığında elleri eldivenlere uzandı.

“Çıkıyoruz o zaman biz.”

Cenk başını salladığında kızıl bana döndü. Ellerime baktığında ise derin bir nefes verdim.

“Var benim.”

Çantamı açtığımda deri eldivenlerimi çıkardım. Onunkinin aksine kombinime uygun bir biçimde beyazdı. Zaten her yerim beyazdı. Ayaz eldivenlerime baktığında derin bir nefes verdi.

“Beyaz giyinecek tam da gününü bulmuşsun be güzelim.”

Ona bir bakış attığımda susması gerektiğini anladı. Derin bir nefes verdim ve eldivenin tekini giydim.

“Beni nadiren açık renkler giyerken görürsün. Şükretmen gerekirken dediğine bak.”

Dediğime güldüğünde o da eldiveni giydi.

“Neye borçluyuz peki bunları giymene?”

Dediğine tebessüm ettiğimde kimseden ses çıkmıyordu. Eldivenlerimi giydiğimde ise ona doğru adımladım. Siyah çantayı önünden aldığımda ise hafifçe fısıldadım.

“Şeytan da önceden melekmiş. Yarından önce kendimi son kez böyle temiz görmek istedim.”

... 

Müstakil o evde gezindi gözlerim. Önünde güvenlik vardı elbette ki. Yeşil bir bahçe vardı. Kızıl olduğu için içeriye girmek kolay olacaktı. Onu beklemeden adımladığımda hafifçe güldüm.

“Bu kadar heyecanlı olmanı beklemiyordum.”

Arkamdan seslendiğinde güvenliğe doğru ilerledim. Bana kendisi de yetiştiğinde hemen yanımdaydı. Elinde kurtuluşumuz olan o siyah çantaya baktım. Benim beyaz çantamın aksine asıl parlayan oydu. Güvenliğe yaklaştığımızda ise eğildim.

“Aç kapıyı.”

Adam bana bakarken hemen ardımdan kızılı gördü. Ona döndüğümde ise bana gülerek bakıyordu.

“Yap hanımefendinin isteğini.”

Onun adamlarıydı hepsi. Sait’in sağ kolu olması burada işimizi görmüştü işte. Kapı açılırken yavaşça güldüm. İçeriye doğru adımladığımda ise evin kapısına varmadan birkaç adam daha vardı bahçede bekleyen. Anlaşılan Eflal Uluç korkusundan son koruma bir evde oturuyordu. Tüm korumaların kızılın emrinde olması ise onun şansızlığıydı. Adamlar bizi gördüğü gibi başlarını eğdiğinde evin kapısını içeriden birisi açtı. Ayaz hafifçe güldü.

“Başlıyoruz.”

İçeriye geçtiğimiz gibi bizi büyük bir salon karşıladı. Onun hemen ardında kalan mutfağa baktım. Yukarıda yatak odası olmalıydı. Önemli olan yer de orasıydı. Kızıl hemen önümden geçtiğinde yanımızda olan adama baktı.

“Kameralar iptal değil mi?”

“Evet efendim.”

Çantayı masaya koyduğunda açtı. Eldivenle siyah silahı aldığında hafifçe sırıttı. Ona baktım. Kendisi ise cıvıklığını esirgemedi.

“Sırf şunun için ölebilirdim biliyor musun?”

Ölmeyeceğini gayet de iyi biliyordum. Parmak izini kafasına yaslamadan da gayet güzel alabilirdi ama beyefendi dönemeçli yolu tercih etmişti. Ona doğru ilerlediğimde çanta da olan kendi kolyemi aldım. Bulut şekline baktığımda tebessüm ettim.

“Bulamayacağı bir yere sakla. Ben üst kata çıkıyorum.”

Dediğime güldüğünde ona daha fazla bakmadım. Benim asıl kozum kendi beyaz çantamdaydı. Bunlarla belki sıyırabilirdi ama elime düşmüştü. Merdivenlerden çıktığımda gözlerim odalarda gezindi. Yatak odası olarak tahmin ettiğim yere girdiğimde odaya göz gezdirdim. Sade bir biçimde düzenlenmişti. Ayaz gelmeden saklamam gereken iki eşya vardı. Kolye basitti. Yatağa göz gezdirdim. Gayet idealdi. Hızla eğildiğimde çantamdan çakıyı ve bandı çıkardım. Kurumuş kanlara baktım. Hafifçe güldüm. Kerem’in cinayetinden bir şekilde yırtsa bile yırtamayacağı yeni birçok cinayet olacaktı. Şu iki günde öldürdüğüm adamların hepsinin kanı buradaydı. Fatih’in adamının, Aylin’in adamının ve kendi adamı. Bu çakıda üç cinayet daha vardı. Bitirecektim seni Eflal Uluç. Bandı hızla kocaman kestiğimde bıçağa sardım. Yatağın altına eğildiğimde ise bıçağı tahta kısmına güzelce yapıştırdım. Düşmesi imkansız bir hale gelinceye kadar ise durmadım. Bu bıçaktan kızılın haberi yoktu. Ve olmasına da gerek yoktu. Bıçak işini bitirdiğimde odadan hızla çıktım. Bu sefer gözüme lavaboyu kestirdiğimde düşünmeden girdim. Aynanın hemen yanında olan dolap gayet güzeldi. Eğer üzerine koyabilirsem bulması imkansız olurdu. Üzerine çıkabileceğim herhangi bir şey aradım. Atmak istemiyordum. Olurda saçma sapan bir yere atarsam alması daha zor olur-

“Geldi senin kahramanın.”

Gözlerimi çevirdiğimde belimden tutan adama baktım. O ise bana izin vermeden bedenimi kaldırdı. Hafifçe güldüğümde kolyeyi dolabın en arkasına bıraktım.

“Tamamdır.”

Bedenimi indirdiğinde ona döndüm. Elleri ise hala belimdeydi.

“Nereye koydun silahı?”

Bana doğru eğildiğinde mırıldandı.

“Sürpriz.”

Belimde olan ellerine uzandım ve bende ayırdım.

“Güzel. Benim de bir sürprizim vardı. Ödeşmiş olduk.”

Onu beklemeden lavabodan çıktığımda yanımda yaklaştı ve güldü.

“Ne sürprizi bu?”

Ona ters bir biçimde baktığımda merdivenlerden iniyorduk.

“Sürprizlerin söylenmeyeceğini sana kimse öğretmedi mi?”

Çakıyı öğrendiğinde tepkisini merak ediyordum şahsen.

“Dediğin gibi olsun bakalım.”

Merdivenlerden indiğimizde bıraktığı çantaya doğru ilerledi. Ben çıkışa doğru gittiğimde o da bana yetişti. Bahçeden çıktığımızda ise ilk işim eldivenleri çıkarmak oldu. Ağzı açık siyah çantaya attığımda kendisi de aynı işlemi yaptı. Aracın önünde ikimiz de durduğumuzda birbirimize baktık. Bitmişti. Her şey tamamdı. İntikamım bugün son buluyordu. Hafifçe güldüm. İçim günler sonra rahattı. Sadece bir hamlemize bakardı artık tüm olacaklar. Tek bir şey kalmıştı. Kızıl ise o şeyi gülerek fısıldadı.

“Ee, polise ne zaman ifade vermeye gidiyorsun?”

... 

Günler sonra gelen bir huzur vardı evet. Ancak ödenmeyen bedeller. Onlara ne olacaktı? Kim nasıl sağlayacaktı benim içimde ki adalet dengesini? Topuklularımla soğuk o yerde adımlarken yavaştım. Mutlu olduğuma sevinmelilerdi. Çünkü şuan canım sıkkın olsa ben bile ne halde olacağımı tahmin edemiyordum. Bütün planım bitmişti. Her şey tamamdı. Akşam oluyordu. Hazırladığım organizasyon yeri dekore edilmeye başlanmıştı. Davetiyeler hem evlere dağıtılmaya, hem de mesajla aktarılmaya başlamıştı. Yarın öğlen ise tek yapmam gereken ortaya çıkmaktı. Polis zaten ayağıma gelecek ve ifademi alacaktı. Yani tüm her şey tek bir adımıma bakıyordu. Ayrıca her an bana yeni iyi bir haber daha gelebilirdi. Beni tehdit edecekleri ihtimale ise iyice sığınsalar iyi olacaktı. Çünkü karşımda başka hiçbir şansları yoktu. Adımlarım boş alanda ilerlerken hafifçe güldüm. Yarın ne giyseydim acaba? Kazanmayı temsilen kırmızı mı? Yoksa rengim olan siyah mı? Veya bordo? Korkulu sesler duvarlara yansırken tuttuğum sandalyede olan tırnaklarıma baktım. Bordo. Evet. Tırnaklarım bordo olmalıydı. Siyaha da kırmızıya da yakışırdı. Anlaşılan ifademden sonra alışverişe çıkmalıydım. Sonuçta davet sahibiydim değil mi? Tuttuğum sandalyeyi yerde sürüdüğümde garip bir ses çıktı odada. Kararım siyahtan yanaydı. Topuklularımı da elbiseme göre ayarlarsam, rujumu da bordo yaparsam sanırım hazırdım. Hayır. Saçalarım. Saçlarım nasıl olmalıydı? Yerde sürünen sandalye durmam ile sesi kesilirken ben boş boş duvara baktım. Açık mı bırakmalıydım yoksa toplamalı mı? Gözlerim boş, kirli duvardan ayrıldığında onu gördü. Saçı başı birbirine girmiş o kızı. Korkuyla bana bakıyordu. Onu es geçerek sandalyeye baktım. Gerçekten de tam beyaz giyinecek günü bulmuştum. Derin bir nefes verdiğimde ise tozu umursamadan sakince oturdum.

“Özlediniz mi beni?”

Sesim ile gözleri kapalı olan o kişi gözlerini araladı. Susuzluk ve açlık vücuduna vurmuş gibiydi. Sırtı duvara yaslıydı. Erdem. Bana boş gözlerle baktığında hafifçe tebessüm ettim. Gözlerini umursamazca geri kapattığında bağlı ellerine baktım. Kapalı olan ağzına. Ben ona böyle davranmalarını istememiştim oysa. Benim dediklerim tek bir kişi için geçerliydi. Ona biraz daha merhamet edebilirdim sanırım. Gözlerim diğer bireye döndüğünde gülüşüm son buldu. Gökçe. Korkuyla bana bakıyordu. Derin bir nefes verdim.

“Senin yüzünden o da bu halde.”

Üstü başı perişan içindeydi. Beter olmalıydı oysa. Keyfim olmasa zevkle yapardım ama bugün mutluydum. İstemsizce yine sırıttım.

“O yarından sonra kurtulacak da...” Gözlerim kızı süzdü. “Seninle ne yapacağız be Gökçe?”

Ağzı kapalıydı. Ve böyle sıkıcı oluyordu. Elimi kaldırdığımda odada Cenk’in de olduğunu biliyordum. İnşallah adı Cenk’tir. Çünkü ben öyle ezberlemiştim. Ayaz’ın adamı diye kayıtlıydı yoksa kafamda. Bana yaklaşan adım seslerini duyduğumda kızı işaret ettim. Cenk ağzını açmak adına eğildiğinde bezi sertçe indirdi. Gökçe kuruca öksürdüğünde ise aklıma gelenle sırıttım.

“Aslında işime yarayabilirsin.”

Boğuk bir ses geldiğinde bu kişi Erdem’di. Ama ona bakmadım. Gökçe bana korkuyla bakıyordu. Ben ise onu süzdüm.

“Eğer olur da patronun bana bağışıklık kazanırsa...” Gözlerine bir korku oturduğunda neşeyle sırıttım. “Bence sen iş görebilirsin.”

Sonuçta Eren’in adamıydı. Önemsediği birisi olmasa onu yanında tutmazdı.

“Ne?”

Korkuyla fısıldadığında yine boğuk bir ses yankılandı. Anlaşılan Erdem bu fikrimi beğenmemişti. Önümde olan kıza doğru yavaşça eğildim. Gülüşüm alaycı bir hal aldı.

“Seni öldürmeden önce kesinlikle kullanacağım. Ölümün bile işime yaramalı.”

Sözlerim onun yerine başkasına daha da dokunduğunda çırpınan bedene baktım. Erdem. Cenk’e onu da gösterdiğimde sakinleşmedi. Ağzı açıldığında ise ilk söylediği yüzüme küfretmesiydi. Neşeyle gülen yüzüm donuklaştı.

“Onun kılına zarar gelmeyecek! Gebertirim seni!”

Sesi kesilmezken boş gözlerle izledim çırpınan bedenini. Cenk olmasa çoktan saldırmıştı. Ama anladığım ise kardeşinin katil olduğunu çoktan unutmasıydı. İlgimi çeken kısım ise buydu. Onun saniyeler sonra sesi kesildiğinde ise sorumu kimse beklemiyordu.

“Kardeşinin yaşaması uğruna her şeyi hiçe sayarsın öyle mi?”

Mavilerim onun gözlerini bulduğunda böyle bir şey söylemem ile duraksadı. Yüzü dediğime anlam veremezken yutkundum. Ardından cümlemi fazla umursamadan kurduğuma inandırmak amaçlı yavaşça gülümsedim.

“Kerem için her şeyi yapabileceğime emin ol Erdem İnce.”

Kastettiğim kesinlikle Kerem değildi. İntikamı için her şeyi yapacaktım evet. Ama... Boğazım düğümlenirken acıyla tebessüm ettim. Kerem ölmüştü. Yaşayan, canımın canı olan ise... Yiğit. Geliyorum. İkimiz için herkesi hiçe sayarak geliyorum ablacım...

... 

Eren Korlu

Bir ölüm vardı. Ama ölen o değil. Hemen yanımdaydı. Ama yanımda olan o değil. Çocuksu bir tebessüm vardı. Ama onun sıcaklığıyla değil. Uğruna ölebileceğim o maviler bana bakıyordu. Ama onun masumluğuyla değil. Elleri ellerimde, dudakları dudaklarımda, teni tenimdeydi. Ama... Ama bu o değildi. Benim olan oradaydı. Ama ben yetişemiyordum. Öyle uzaktaydı ki, öyle bir engel koymuştu ki önüme... Kendisinden beni korumak için kendisini önüme sürmüştü. Masumluğunu korumak adına ölümü karşıma dikmişti. Çığlıklarını bastırmak için o çığlıklara gülen kişiye bürünmüştü. Kaçak. Belki de... Belki de Kaan haklıydı. Onu tamamen kaybetmiştim.

“Sevdiğin kadını deli gibi arayacak, ama her seferinde benimle karşılaşacaksın.”

Bu cümle. Bu cümle benim sonumdu. Zihnimden gitmiyordu. Ne o gülüşü, ne gözleri, ne de meydan okuyan hali ve hareketleri. Resmen sıkıysa gel diyordu. Gelirsen sana her şeyi göstereceğim diye bas bas bağırıyordu o mavi gözler. Görmüştüm onu uzaktan evet. Ama yakın olunca değişir sanmıştım. Mavilerinde görürüm ben Kaçak’ımı diye düşünmüştüm. Yaklaştıkça ise daha da kaybetmiştim. Onu her seferinde daha da öldürüyordu o canavar. Acıyla yutkundum. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Yirmi dört saatten fazla olmuştu ve ben hala gördüklerimdeydim. Öyle bir bakmıştı ki... Unutamıyordum. Akşam olmuştu sanırsam. Güneş batmıştı. Ve ben sadece oturmuştum. Elimi kolumu bağlamış, çaresizliğime gülüyordu.

“Aras. Yok bir şey.”

Yanımda olan Kaan kabullenmişçesine konuştu. Kardeşini kaybettiğini o kabullenmişti. Nasıl?

“Bulacağım.”

Aras etrafımızda bininci turunu daha attığında gözlerimi kapattım. Kaçıncı içkiydi bilmiyordum ama kafam susmuyordu.

“Bulamayacaksın.”

Kaan boşluğa konuşur gibi öylece konuştu. Söyleyememiştim. Onlara onu gördüğümü söyleyememiştim. Nasıl derdim ki? Günlerdir yanımda kahrolan adama nasıl derdim kardeşin artık yok diye? Ben bunu kendime bile söyleyemezken ona...

“Bulacağım. Para çektiğini biliyoruz. Birkaç kişiyi öldürdüğünü.” Adımları durduğunda gözlerimi araladım. “O kadar parayı günlerdir bomboş bir biçimde durmak için çekmiş olamaz.”

Haklıydı. Bomboş durmayacaktı zaten. Görmüştüm. O gözler intikamı istiyordu. Canım yandı. Sevdiğim kadını kendi ellerimle bırakmıştım ben o canavara. Eflal’in adamı da günler öncesinde aynı şekilde ölmüştü. Sırada kim vardı? O yaratık Kaçak’ı susturmak için bu sefer kimi öldürecekti?

“Ya kaçacaksa?”

Aras boşluğa bu soruyu attığında gözlerimi kaldırdım. Kaçmak öyle mi? Sinirle güldüm. Keşke kaçsaydı. Keşke kaçsaydı da böyle olmasaydım. Ellerimde olan kanını görmesiydim. Daha fazla duramayacağımı bildiğim için ayaklandım. Başım içkiden döndüğünde tutunmak zorunda kaldım.

“Nereye?”

Aras bana ciddiyetle sorduğunda delirmek üzereydim. Ona ulaşamıyordum. Ve belki de ulaşamayacaktım. O kadar uzaktaydı ki nasıl olduğunu bile göremiyordum. Sadece o gözlerde ölüm vardı. Ellerim yumruk olurken fısıldadım.

“Bu saçmalığa daha fazla katlanmayacağım.”

Aras arkamdan bir şeyler dese de içkili kafamla duyamadım. Ama onu bulacaktım. İsterse parmağında oynatsındı. İsterse sıksındı kafama. Ölümüm onun elinden olabilirdi. Ama ben onu bir şekilde bulacaktım. Kaçak’a kavuşacaktım. Peki nasıl? İşte bu soru beni bitiren şeydi. Zorlukla bir adım atmıştım ki odayı aynı anda bildirim sesleri doldurdu. Cebimde olan telefon titrediğinde başımı kaldırdım. Hepimiz günler sonra birbirimize baktığında onun olduğunu anladık.

“Çisem.”

Kaan masa da olan telefona hızla ulaştığında benim elim cebimi buldu. İçkiden lanet telefonu bulmak saniyelerimi alsa da sonunda çıkardım. Gözlerim tek bir işaret bekledi. Ona ulaşmam için bana işaret vermesini istedim. Bilinmeyen o numaradan gelen linke hızla düşünmeden tıkladım. Kimseden ses çıkmazken ise açılan sayfa ile o görsele baktım. Siyah bir davetiyeye yazılmış beyaz yazıda gezindi gözlerim.

“Değerli konuğumuz, seni de son bir ayda işlenen belirsiz onca cinayetin anısına aramızda görmek isteriz.”

Okuduğum yazının doğru olup olmadığından emin olmak adına defalarca kez okudum. Bedenim ise gerildi.

“Bu...”

Aras’ın sesi çıkamazken cümlesini içimden tamamladım. Bu korkunçtu. Onca cinayeti işlemişken dalga geçermişçesine bunu yapması... Akıl işi değildi. Gözlerim davetiyede gezindi. Oldukça sadeydi. Tarih, yer ve mekan vardı. Başlık yoktu. Onun yerine ise o iki harf vardı.

~ Ç.K.~

... 

𝄽⊱Çisem Kalen⊰𝄽

Garipti. Gerçekten tuhaftı. Tüm bu olup bitenlerden sonra. Canım yanıyordu. Bunu saklayamazdım. Canım gerçekten çok yanıyordu. Tüm hayatımın bana yalan olduğunu söylemişlerdi. On yaşındaydım ben. On iki yıl. On iki yıl geçmişti. Şimdi karşıma kim geçip az diyebilirdi? On iki yıl. Binlerce kez hakaret. Küfürler. Acı çığlıklar. Bedenimde olan yüzlerce çizik. Ellerime bulanan kanlar. Öldürdüğüm onca beden... Ve en önemlisi yitirdiğim aklım. Gözlerim dolduğunda yutkundum.

“Çisem ölü yağmur demek.”

“Kendi kardeşini öldüren birisinden ne beklersin ki?”

“Katil!”

“Açın şuna videosunu.”

“Kızım.”

“Abla!”

Bedenim titredi. Tüm bu hayatımı yok sayabilir miydim?

“Kardeşinin yaşaması uğruna her şeyi hiçe sayarsın öyle mi?”

Beni o gözler itmişti buraya. Görmüştüm. Kardeşi için her şeyi yok sayabilirdi. Soğuk vurdu bedenime. Ama ben adım atamadım. Ben sayabilir miydim? Çektiğim tüm acıları bir kabusmuş diyerek rafa kaldırabilir miydim? Güçlü olan ben bile bu sorudan korkarken... Çisem. O ne yapacaktı? Olan biteni ben yok saysam o nasıl yok sayacaktı? Tüm çektiği acıları, kendi çığlıklarını nasıl unutacaktı? Korkuyordum. Korkum bundandı işte. Ya Eren’de olduğu gibi olursa? Ya onu görünce tamamen susarsa? O zaman ben ne yapacaktım? Ben sevmeyi beceremezdim ki. Ya o kahveler benden korkarsa ben ne yapacaktım? Bir diğer korkum da buydu işte. Bizi yaşatmak için çabaladığım bu yolda olan fırtınalardan korkarsa, benimle yürüyebilir miydi? Onu korumak adına verdiğim sözlere inanır mıydı? Gözümden bir yaş süzüldü. On iki yıl. Çocuk değildik ki biz artık. Kabullenmesi güç de olsa büyütmüşlerdi bizi. Ayrı ayrı.

Gözümden akan yaşı hızla sildim. Bu şekilde olmayacaktı. Ben ne pahasına olursa olsun kendi kardeşimi bulacaktım. Yaşattıkları bu hayatın her bir acısını üzerlerinde çıkartacaktım. Çöktürdükleri dizlerimin üzerinde onlara hükmedecektim. Onun için. İsterse korksun, isterse kaçsın, isterse itsin... Ben onun için yaşayacak ve çabalayacaktım. Çisem’in gücü bunlara yetsin yetmesin. Onu kabul etsin etmesin ben edinceye kadar savaşacaktım. Bu da kendime olan sözüm. Gerekirse sevmeyi de öğrenecektim. Gözümden bir yaş da süzülse de acıya karışık güldüm. Ne uğruna olursa olsun, ben bizim için çabalayacaktım.

Mavilerim önünde olduğum müstakil eve baktı. Canım çok yandı. Çisem’den ses bile çıkmadı. Sanki korktu. O da tüm bu ihtimallerden korkup kaçtı. Ama ben ilk adımı attım. Bahçe kapısını araladığımda gözlerim evde dolaştı. Bir ışığı yanıyordu. Loştu. Zorlukla ise ikinci adımı attım.

“Korkmak mı?”

“Tiksindiğim sen değildin. Hayatın bize getirdiği haldi.”

“O zaman aramızda bir sorun yok.”

“Yok. Olamaz da.”

“Sence tanıdık tek şey yüzü mü?”

"Dediğiniz gibi tanışmalar tek taraflı olmamalı."

Sesi zihnimde canlandı. Biz... Biz tanışmıştık zaten. Öyle değil mi? O beni anlamıştı. Görmüştü. Belki yanılıyordum. Belki de o değildi. Ama bir abla yanılmazdı değil mi? Kendimi asla affetmeyecektim onu tanıyamadığım için. O gülüşü, toprak sandığım kokusunu unuttuğum için, gözlerini, sesini... Ama affet beni Yiğit. Bana senin öldüğüne öyle bir inandırdılar ki ben, ben anlayamadım. Öyle bir intikam için büyüttüler ki ortada intikamın olmadığını anlayamadım. Ben kendimi suçlamaktan seni göremedim.

Adımlarım kapının önünde durduğunda boşta olan elim zorlukla zili buldu. Yutkundum. Korkum büyüdü. Korkusuz ben deli gibi korktum. Her şeyin yalan olmasından, beni itmesinden, korkmasından çok korktum. Gözümden istemsizce bir yaş daha aktı. Ancak bu sefer düşünmedim. Yoksa korkularımdan ilk defa kaçacaktım ben. Gözlerimi kapattığımda ise zile bastım.

Hava soğuktu. Bulutluydu. Yağmurun yağacağını hissediyordum. Akıttığım göz yaşımın kalan ıslaklığına vuran soğuk rüzgarı tadıyordum. Ama korkularım bunun için değildi bugün. Onun içindi. Saniyeler benim için saatlere dönüştü. İçimde olan masum kızın korkusu büyüdü. Bu sefer ise beni de tüketti. Korktum. Yanılmaktan çok korktum. Tüm kabuslarımı susturan o ses ise sonunda geldi.

Kapının açılmasıyla mavilerim zorlukla açıldı. İlk karanlıkta kalan bedenime bir ışık vurdu. Gözlerim gördü onu. Eğdiği başını. Kim olduğumu bile görmemişti. Sakince kaldırdı gözlerini. Gördüm. Bitkin düşen o bedeni gördüm. İçtiğini anladım. Baygın bakan o kahveleri ben hissettim.

“Abla!”

O küçük bedenin sesi zihnimde yankılandı. Gözümden bir yaş daha süzülmesine ise engel olamadım. Ve anladım. Emindim. O kahvelerden öyle emindim ki...

Ağzını açtı ama tek kelime edemedi. Ne yapacağını bilemedi. Karşımda çırpındı. Gördüm. Bana kendisini anlatıp anlatmamaktan öyle korktu ki acı kalbime işledi. Acısını ise gördüm. Abla diye bağıramadı karşımda. Sarılamadı. Gülemedi. O sadece karşımda durabildi. Çünkü öyle lanet bir kafam vardı ki o sadece bana zarar vermekten korktu. Şaşkınlığını ve çaresizliğini ise gizleyemedi. Ben ise bitirmek istedim. Gözümden süzülen yaşı zorlukla sildim.

“Ben... Ben.”

Onu mağdur sanmıştım ama ben de ondan farksız değildim ki. O benim her şeyimdi. Tüm gerçekliğim. Tüm yaşamım. Çisem korktu. Ama ben zorlukla elimi kaldırdım. Cümle kuramadım. Gözlerimden bir yaş daha süzüldü. Bana halen şokla bakıyordu.

"Adını... Adını hatırlamıyor musun?"

"Hatırladığımı söylersem, unuttururlar."

O gün biliyordu. Kahve gözler tek kelime edemeden elimde olan davetiyeyi aldığında acıyla yutkundum. Biliyordu. O gün benim ona o ismi seçeceğimi biliyordu. Gözleri bir bende bir uzattığım zarftayken zarfa baktım. Ardından ise fısıldadım.

“Senin.”

Cümle kuramıyordum. Onun karşısında çaresizliğimi göstermeden edemiyordum. Yine de göz yaşı akıtırken tebessüm ettim. Karşımda ise bütün umutlarını yitirerek zarfa döndü. Sanmıştı ki onu bildiğim için gelmiştim. Acıyla yutkunduğunda elleri zarfı açtı. İçerisinden çıkan siyah davetiyeye baktığında ise ben tüm tahminlerini doğruladım.

Karşımda ilk anlamadı. Okudu ama anlayamadı. Gördü ama kabullenemedi. Bana bakamadı. Çünkü o da benim gibi hayal olmasından korktu. Ve benim tüm kötü düşüncelerimi ise sildi. Çisem’in korkuları onun bu haliyle kaybolurken yüzümde bir ıslaklık hissettim. Ama bu göz yaşımdan olmadı. Bir daha hissettiğimde başta yine korktum. Günlerdir korkularımdan gelememiştim zaten. Her şeyi hallettikten sonra gelmek istemiştim. Çünkü biliyordum. Olurda benden korkarsa elimi bile kaldıramazdım. Korkularım bu yüzdendi işte. Ta ki o kahvelerini bana kaldırana kadar sürdü tüm bunlar. Gözlerini gördüm. Dolu gözlerini gördüm. Ben kardeşimi gördüm. Ama korktum. Ona yaklaşmamdan korkar diye çok korktum. O ise benim korkularımı hiçe saydı. Üzerinde asıl ismi yazılı olan zarf parmaklarının ardından kayıp giderken gözünden bir damla süzüldü.

“Abla...”

Bu günü öyle çok hayal etmiştim ki... Gerçekliğini anlamadım. Bir damla daha üzerimize yağdı. Benim yağmurdan korkularımı engelleyen ise yaptığı oldu. Bedenini çiseleyen yağmurun altına bıraktığında yıllar sonra yaşadığımı hissettim. İki çocuk yılların ardından buluşurken gözlerimden yaşlar aktı. Sıkıca sarıldım. Öyle sıkı sarıldım ki... Bulut. Kardeşim...

“Büyüyünce Bulut olacağım.”

Hayalleri gerçekleşmişti. Ama öyle kötü bir gerçeklik olmuştu ki benden kendisini gizlemişti. Yağmur üzerimizde hızlanırken ise hissettiğim ile kendisini gizlediği yerden çıkan Çisem oldu. İçimde tüm bu yaşananların acısıyla haykırdığında sonunda hissettim. O kardeşinin unuttuğu kokusunu toprağa benzetirken onu toprağın altından çıkaran, kardeşinin kokusunu solumak oldu...

Bugün her şeyin değiştiği gündü. Bugün tüm yaşamın değişti andı. Bu an bizim yıllar sonra yine bir yağmurun altında kardeşimize kavuştuğumuz andı...

...

 

☆☆☆☆

 

★★★★

Bölüm : 09.03.2025 15:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...