
Aynı tarihler. Tanıdık çığlıklar. Bilindik yaralar. Ve benzer acılar. Beş çocuk. Korkuyla etrafa bakan beş çocuk vardı bugünün geçmişinde. Yağmurun altında kalmış bedenleri ise tek bir şey için savaşıyordu. Yaşamak.
Koştu o gün küçük kız. Bağıra bağıra. Çığlıklarını sokaklardan esirgemeden. Arkasından koşan onca adamdan kaçabileceğini düşünerek koştu. Anne diye haykırdı. Gözlerinden yaşlar aktı. Ama durmadı. Dövülen bedenini yağmur altında, karanlıkta koşmaya zorladı. Koşmasını durduran ise yakalandığı gibi geri o çukura götürülmesi oldu. Uzun saçlarından çektiler, babasının ellerine bıraktılar o kızı o gece. Çisem. Çisem Kalen. Sabaha kadar kendi canı için çığlıklar attı. Çığlıkları sesinin kısılmasıyla son bulurken ağlayamadı bile artık. Göz yaşlarını dökemedi. Ne ölü diye bildiği kardeşi için, ne de annesinin onu burada bıraktığı için. Ölümüne dövülen bedeninin acısı kıza çok geldi o saatlerde.
Onu acıyla izleyen bedenin ise kalbi sızladı. Kerem. Montunu giymiş, kapının ardında kıza bakıyordu öylece. Yerde yatan o beden... Gözleri Yasin Kalen’i buldu. Ayakta gezinen adamın adımları sarsaktı. Biliyordu. Uyuşturucuya başladığını biliyordu elbette ki Kerem. Kızını öldüresiye döven adamın ne bok olduğunu biliyordu. Çünkü o gece ilk defa başka bir şey öğrenmişti. Canını yakan da buydu. Yasin ile göz göze geldiler. O ise bakışlarını çektiği gibi kızı da geride bırakarak dışarıya adımladı. Yağmur damlaları bedenine vururken ise gözleri vurulma sebebi olacak olan o binaya döndü. Hemen yan taraflarında kalan o yer... Eski depoya baktı gözleri. İlk çocuk, mavi gözlerin uğruna heba olduğu o çocuk...
Acıdan hareket bile edemeyen bir diğer yaşam savaşı. Korkuyordu o beden. Yalnızdı. Ablası karanlığı severken o ölümüne korkardı. Küçüktü. En küçükleri bu çocuktu. Yiğit. Yiğit Kalen. Babasının vazgeçtiği o çocuk. Minik kahvelerden bir yaş süzüldü. Kırık kolu, ezilmiş bedeni ve hissettiği onca acı. Bu çocuk hala o gündeydi. Uyuduğu gibi gördüğü kabuslara uyanıyor, onu karanlık karşılıyordu. Tek başınaydı. Sabahları serum vermeye belli başlı kişiler geliyordu. Ama ağrılarını, acılarını dindirecek tek bir ilaç verilmiyordu. Acıdan kıvrandı yerinde. O annesinin bir tanesi olan küçük çocuk artık ne yapacağını bilemiyordu. Anne diye ağlamaktan başka çaresi yoktu ki onun. Ablasının çığlıklarını duyamazdı ama o mavi gözlerin yanına gelmesi için her şeyi yapardı. Yattığı yatakta yanına gelsindi, sarılsındı ona. Çünkü bu çocuk, karanlıkta acılar içinde korku içindeydi. Dışarıda yağan yağmur onun da korkusuydu artık. Üzerine örtüyü çekmek istedi soğuk depoda. Ama bedeni izin vermedi. Kahve gözler ise soğukla baş etti o gece. Sıcağa hasret kaldı...
Kimi sıcağa hasret kalmışken bir diğer kişi, üçüncü çocuk. Sıcaktan bir kez daha nefret eden o beden. Bağırdı. Kendini içeriye atamazken haykırdı. Yanan o eve baktı. Gözleri doldu. Oradaydı. Kardeşi o evin içindeydi. En azından ona öyle söylemişlerdi. Eren. Eren Korlu. Kardeşi için bağırışları son bulurken adımları bu sefer ters yöne döndü. Bir kişiyi daha kaybedemezdi ki o. O sondu. Dizlerinin üzerine çöktüğünde elleri adamın ayaklarını buldu. Ağlayışları artarken ise yalvardı. Sait. Sait Uluç’a yalvardığı ilk gün o gece oldu. Siyahların teslim olduğu ilk akşam bu gün oldu. Kardeşi, Aras için yalvardı. Onu o evin içinde sandı. Ve bir çocuğun dizlerin üzerine çökmesini sağladı bu hayat. Gözlerinden yaşlar akarken adama söz verdi. İsteğini gerçekleştireceğine, başını eğeceğine defalarca kez söz verdi. Babasına ihanetini ise gerçekleştirdi. Kamer onu bu halde görse kim bilir ne hissederdi. Özür diledi babasından defalarca kez. Kardeşimi yaşatmak için dedi. O bir başkasını yaşatmak için çocuk başını acıyla eğdi...
Çocukları bir yalana inandırmak kolay olurdu. Özellikle de o çocuk korkaksa. Korkusunu içinde yaşamayı tercih etmek ise insanı bitiren olurdu. Yanan bir diğer eve bakarken gözlerinde canlanan tek şey ailesiydi. Hareket edemedi. Ağlayamadı. Sanki dondu. Kardeşini onunla tehdit ettikleri gibi ona da aynısı yapılmıştı o gece. Sait’in adamı çocuğa yaklaştı. Dediği ise çocuğu rahatlatamadı. Evin boş olduğunu söylediler ona. Lakin tek bir hata daha kabul etmeyeceklerini ve tüm yalanın gerçek olacağını yüzüne vura vura anlattılar. Aras. Aras Altan. Dördüncü çocuk. Gelecekte olan gülüşünün altında yatan geçmişte ki suskunluğu. O suskunlukta yatan çığlıklar. Koluna adam girerken bedeni sürüklendi. Gözlerini ise yanan binadan ayıramadı. Yağmurun altında sanki giderek arttı o ateş. Yangın onların acısıydı. Bitirendi...
Aralarında ise dövülmeyi bile şans sanan bir diğer kişi. En büyükleri. Çocuk yaşında kurban edilen o çocuk. Morarmış bedeni ayakta zor duruyordu o gece. Açlıktan zayıf düşen bedeni yaşamak adına ellerini kana bulamaktan çekinmiyordu. Ona tek öğrettikleri bu yaşına kadar yaşamak olmuştu. Gözlerinden yaşlar süzülürken acıdan bağırmıyordu. Ağlıyor ama sesini çıkarmıyordu. Ortalık cehennemden farksızdı. Ama tek isteği yaşamaktı. Bu yüzden olacaktı belki gelecekte ölmekten korkusu. Gözünden yaşlar süzülürken karşısında kendisiyle yaşıt olan o çocuğa baktı. Ama hayır. Emirleri çiğnerse onu yok ederlerdi. Büyüdün demişlerdi. Zamanı geldi demişlerdi. Ağlayan çocuğun sesini yok saymaya çalıştı ve o gece bir kurşun sesi duyuldu. Mekanda olan ağlayış son bulurken kapalı olan elalar gözlerini araladı. Bakamadı. İlk öldürdüğü kişinin bir çocuk olmasını kaldıramadı. Sesin kesilmesine dayanamadı. Eline ağır gelen silah parmaklarından düşerken gözlerinden yaşlar süzüldü. Gözlerini kaldırdığında ise ona hayranlıkla bakan o iğrenç bakışları gördü. İleride bu bakışlara alışacak, kendisi en güzellerini sergileyecekti. Ve kimse onu bu yüzden suçlayamazdı. O zaman ki Sait’in sağ kolu çocuğa doğrulttuğu silahı indirdi. Evet. Öldürmezse ölecekti. Ayaz. Ayaz Kartal. Yaşamak adına, verilen emri çocuk yaşında ilk defa yerine getirdi. Kan kokusu ortalığa dolarken ise daha fazla dayanamadı. Bedeni titreyerek yere devrilirken gözleri öldürdüğü o bedende kitlendi. Elalar ise saniyeler içinde kapandı. O ise tüm bu anları unutmak adına her şeyi hafife aldı. Yüzüne bir tebessüm yerleştirdi ve yaşamını her şeyi yaptı. Çünkü o bunun için yetiştirilmişti...
Beş çocuk. Bir geceye sığan ise onca acı. Kimisinin duası soğuktu. Kiminin ki ise sıcak. Bazısı ise sadece yaşamak istemişti. Onlara ortası sunulmamıştı bu hayatta. Kanatarak sevmeyi öğrenmişler ve kanatmışlardı. Kanatacaklardı da. Şimdi soruyorum; beş çocuğa yapılan tüm bu zulümlerde, onların tüm bu hayata aynı gözle bakması beklenebilir miydi?
...
Bazı anlar olurdu. İşte bu dediğimiz anlar. Her şeyin iyi geçeceğini bildiğin, hiçbir aksiliğe izin vermeyeceğin o zamanlar. Kendi gücünün farkında olduğun saniyeler...
Güneş yine kendisini geri çekmiş, karanlığa izin vermişti. Ve biz bugün tüm karanlığa hükmedecektik. Mavi gözlerim çocukluğumu buldu. Karşımda olan koltukta zaferle dışarıyı seyrediyordu. Bir zamanlar katil dediğim yüzü ise tebessüm ederek bana döndü. Ben de ona tebessümle karşılık verdim. Kim bilebilirdi ki bizim birbirimize gülebileceğimizi? Zaman değişiyordu. Zamanla birlikte ise tüm olaylar.
Onun mavileri bedenimi süzdü. Siyah topuklularımdan başladı gözleri. Ardından tüm vücudumu saran siyah elbiseme değdi bakışları. Onu bütünleyen kopkoyu gri kabanım ise bugünün karanlığını anlatıyordu. Beyaz tenime zıt düşen bu rengi seviyordum. Gözleri giydiklerimden hoşnut olmalı ki yüzüme dokundu. Kapanan morluklar, saklanan yaralar... Tüm bunlar alınacak intikam içindi. Ve dökülecek kanlar için...
Mavilerim aynadan yüzümü buldu. Bordo ruj. Şimdi anlıyordum. Çocukluğumun paranın gücünü anlatmasını şimdi anlıyordum tam olarak. İnsanların görünüşe önemini şimdi anlıyordum. Ne kadar mükemmelsen, o kadar güçlüydün. Ve ben bu akşam mükemmeldim.
Araç yavaşladığında gözlerimi açıkta kalan saçlarımı da kontrol ettikten sonra yansımamdan ayırdım. Gelmiştim. Araba durduğunda ışıklandırılmış, kırmızı halının bile olduğu kendi davetime baktım. Gülümsemem büyüdü. Başlıyordum.
Kapım açıldığında bir ayağımı sakince indirdim araçtan. Birkaç göz bana döndüğünde başımı dikleştirdim. Bir saati geçmiş olmalıydı davet başlayalı. Ama ne denirdi? Assolistler en son girmez miydi piste? Araçtan indiğimde davetlilerden birçok göz bana döndü. Ani hareketim ile yaralarım sızlasa da en çok omzumun ardında olan, yeni olan acıttı. Lakin onun acısı bana zevk verendi.
Çağırdım onca gazetecinin içeride olduğunu biliyordum. Yeni gelen o kişinin başındaydılar. Şoförüm bana kolunu uzattığında derin bir nefes çektim içime. Huzur sanırım buydu. Adımlarımız merdivene doğru ilerledi. Her bir basamakta ise içeride olan kalabalığa şahit oldum. Kapıya yaklaştığımızda kolumu adamdan kurtarırken artık gözlerim tamamen içeriyi görüyordu. Ve o topluluğu...
Eflal. Eflal Uluç. Giydiği bordo elbiseyle gazeteciler etrafını sarmıştı. Bacağında açtığım yaradan olsa gerek uzun giyinmişti. Tebessümle kameralara yanıt veriyordu. O tebessümü almaya gelen ise bendim. Çekinmeden bir adım attığımda çocukluğum yanımdaydı. Biz birlikteydik. Ve biz birlikteysek, ölümü bile hiçe sayardık.
İçeriye girişim ile bazı gözler bana dönse de hala tüm gözler benden birkaç dakika önce gelen o kadındaydı. Ta ki o ana kadar.
“Çisem!”
Adımı kimin seslendiğini bilmiyordum. Gözlerim ise o kadından ayırmıyordum. Onun yeşilleri de duyduğu isim ile bana döndüğünde sesler kesilmişti. Herkes tanımadıkları bana bakarken biz birbirimize bakıyorduk. Gülen yüzü yavaşça solarken tebessüm eden ben oldum.
“Çisem Hanım?”
Bir adam sorgulayarak bana yaklaştığında gözlerimi onun yeşillerinden ayırdım. Elinde tuttuğu kameradan kim olduğu anlaşılırken tebessümüm büyüdü. Bu kadar büyük bir organizasyonun sahibi saatlerdir aranan isimdi. Ve o ismin sahibi bendim.
“Buyurun.”
Neşeyle konuştuğumda adam tebessüm etti. Duyduğu isim hoşuna gitmişti. Kamerayı bana doğrulttuğunda buna alışık olmayan bedenim alışacaktı. Paraysa tüm paramı gösterecektim. Şöhretse adımı artık herkes duyacaktı. Etrafımı Eflal’in yanından hızla ayrılan onca insan sararken ona bakmaya tenezzül bile etmedim. Flaşlar çevremde yanıp sönerken tek yaptığım yavaşça paltomu omuzlarımdan indirmek oldu. Asıl savaşı başlattığımı göreceklerdi. Sırtı açık elbise meydana çıkarken saçlarımı sakince düzelttim. Tamamen gözükmeliydi. Tamamen gözükmeliydi ki savaşımı herkes görmeliydi. Bir adım atmam ile ardımda kalan insanların görmesine izin verdim. Kameraların çekmesini istedim.
Onların saçma dövmesine karşın benim bulut dövmemi tüm dünya görmeli ve herkes anlamalıydı. Gözlerim ise sonunda salonun bir kenarında kalan o gözleri gördü. Siyahlar. Mavilerim bir kez daha o kömür gözleriyle buluştu. İnsan sesleri havada uçuşurken biz sessizce birbirimize baktık. Giydiği takım sevdiklerimin aksine lacivertin en koyu tonuydu bugün. Gözlerinde ki özlem beni daha da dikleştiren oldu. İntikamıma daha da hırslandım.
Ve tebessümle arkamı dönerek ona açtığım savaşı öylece izlettim...
...
Bir Gün Önce
Bir şeyden ne kadar kaçarsan aslından o kadar da bağlanırsın derlerdi. Ve bir benzeri olarak da ne kadar yaklaşırsan o kadar uzaklaşırsın. Uzaklaştığım kendi hayatımken beni sıkı sıkı bağlamışlardı. Korkularım beni tutsak etmişti. Ama her şeyin güzeli olur da derlerdi. Sanırım ben bu iki sözün arasında sıkışıp kalmıştım. Korkularım beni binlerce kez öldürmüş sonra... Sonra en güzeline getirmişlerdi. Belki hayaldi. Belki gerçek bile değildi. Çünkü bu an gerçek olamayacak kadar imkansız geliyordu. Ama öyle güzeldi ki... Bunu tarif edemezdim. Bunu açıklayamazdım.
Belki hala uyuyordum. Belki kan elime bulaştıktan sonra tamamen aklımı kaybetmiştim. Belki de ölmüştüm de bana acımışlar, bu rüyanın içine itmişlerdi. Çünkü ben hayatımda ilk defa bu kadar huzur içindeydim. Korkularıma rağmen ilk defa kalbim heyecanla atıyordu. Dışarıda yağmur yağıyordu ama ben... Ben mutluluğumdan korkamıyordum bile.
Ağlamıştık. Gülmüştük. İkimiz de hayal gibi gelmiştik birbirimize. Ama çekindiğimizden ağzımızı bile açamamıştık. Sadece, sadece yaşadığımı hissediyordum. Yılların sonunda kalbimin gerçekten çarptığını, ölmek istemediğimi biliyordum. İlk defa kendimin gerçekten neşeyle gülebileceği günlerin hayalini kurabiliyordum. Onunla.
Elimi tutan ellerin gerçekliği bana kendimi sorgulatan şeydi. Dizlerimin üzerinde günlerin yorgunluğuyla kapanmak üzere olan gözler bana kabuslarımı unutturandı. Yiğit. Canım. Boşta olan elim çekinerek uzamış saçlarına gitmek istedi. Ama sanki... Sanki gerçek gibi gelmiyordu. Dokunduğum anda kaybolmasından öyle korkuyordum ki. Elim yavaşça düştüğünde ise sanki o da aynı şeyi düşünüyormuş gibi elime daha sıkı sarıldı. Gözlerim bu yaptığı ile dolarken tebessüm ettim. Ve bu sefer çekinmeden elim saçlarını buldu.
Hareketimle küçük bir çocuk gibi tepkisini ölçmek için yüzüne baktığımda anladım. Tek çekinen ben değildim. Çocukluğum öylesine korkaktı ki beni ürküten de aslında oydu. Ta ki o gözlerin huzurla kapandığını görünceye kadar. Korkularım son bulurken o tebessüm etti. Gözümden bir yaş süzülürken duygularımı anlatamazdım.
Ellerimizi ayırmışlardı. İki çocuğu birbirlerinden ayırmışlardı. O iki çocuk ise annesinden de mahrum kalmıştı. Yıllar geçmiş; birisi babasından kaçmış ve en sonunda babasının kopyası haline gelmiş, bir diğeri ise öyle yalnız ve hala çocuk kalmış ki...
Yiğit. Özür dilerim. Özür dilerim ablacım. Seni o gün bana baktığında, bileğimden tuttuğunda tanıyamadığım için. Özür dilerim. Bana hatırlamam için yalvaran o kahvelerini tanıyamadığım için. Özür dilerim. Söylemek için çabalarını bana olan korkundan yok ettiğim için. Özür dilerim. Benim gibi korkak bir ablaya sahip olduğun için. Ve özür dilerim. Hala bu anları bir hayal gibi sandığım için.
Ellerim kahve tutamlarında gezindi. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Ama hayır. Mutluydum. Öyle mutluydum ki...
“Abla.”
Dakikaların sonunda bana seslenmesiyle ne yapacağımı bilemedim. Çocukluğum içimde bir telaşa kapanırken zorlukla ağzımı açtım.
“Efendim.”
Hızla gözümden akan yaşları sildiğimde o sadece tebessüm etti. Yaptığı ile bir süre ona baktım. O ise tuttuğu elimi kendine doğru çekti. Göz yaşlarımı sildiğim elim tekrar saçlarını bulduğunda ise beklemediğim o şeyi söyledi. Kahveleri aralandığında ben yıllar öncesine gittim.
“Uyusam, rahatsız olur musun?”
Canım sorusuna öyle bir yandı ki gözlerimin dolmasına engel olamadım. Lakin sadece tebessüm edebildim. Günlerdir benim başımda hastanedeydi. Sonrasında aramıştı. Morarmış göz altları uykuya olan muhtaçlığını bana gösterirken ben başımı olumsuzca salladım. Ardından gözlerim hızla yanımızda olan pikeyi buldu. Ellerimi mecburen kurtardığımda hızla konuştum.
“Olmam. Asla.”
Yavaşça pikeyi açtığımda onun üzerine örttüm. Bizden istedikleri kadar yılları çalmış olsunlar o benim kardeşimdi. Altı yaşında olan o çocuktu. Pikeyi olabildiğince üzerine örttüğümde fısıldadım.
“Işığı kapataca-”
Kalkmak için başını tuttuğumda o ellerimi tuttu. Gözlerim kahvelerini bulduğunda bana bakıyordu. Ancak uykudan tamamen açılmış gözleriyle. İfadem değişirken ise o gözlerini kaçırdı.
“Açık kalsa olmaz mı?”
Dediği ile çocukluğumun gerildiğini hissettim. Onun gözleri tekrar bana döndüğünde güçlükle tebessüm ettim.
“Olur.”
Zorlukla gülümsediğinde ben rahat etmesi adına tekrar eski halime döndüm. O tuttuğu elimi bırakmazken derin bir nefes verdi. Korkuyordu. Bunu görmüştüm. Ben yağmurdan nasıl korkuyorsam o da karşımda karanlıktan korkuyordu. Gözlerim ışıkları buldu. Bir odada üç aydınlatma olması fazlaydı. Gözlerim onu bulduğunda anladığımı bana bakmasıyla anladı. Çekinerek baktığında bu sefer tebessüm edemedim.
Çocukluğum vardı. Herkese katil kesilen o çocuk bu kahvelere gelince korkardı. Ve onu korkutanı ise hiç ederdi. Edecekti. O büyümüş olabilirdi. Ama hala çocuktu. Bana göre altı yaşında olabilirdi ama şuan on sekiz olması bir gerçekti. On sekiz ise fazla büyük bir yaş değildi. O halen çocuktu ve bu çocuğu her işe bulaştırmışlardı. Benim duygularımın yerini çocukluğumun hırsı aldı. Dakikalardır korktuğum o şeyi ise o bu sefer sessizce fısıldadı.
“Yiğit.”
Kahvelere ben korkuyla çocukluğum ise inançla baktı.
“Benden hiçbir zaman korkma, olur mu?”
...
Biliyordum. Görüyordum. Hissediyordum. Ama... Ama korkuyordum. Oysa kabul edersem korkmayacağımı da biliyordum. Elimde olan gücün farkındaydım. O zaman neden, neden hala bekliyordum? Neden ondan korkuyordum? Oysa her şey tamamdı. Huzur vardı. Kardeşim vardı. O vardı.
Mavi gözler düşüncelerimi görse bile hemen yanımdan heyecanla kardeşini seyrediyordu. Yiğit’i. Uğruna binlerce kişi öldürdüğü o çocuğa. Ve sanki bir meleği inceliyormuş gibi öyle temiz bakıyordu ki ben bile onun katil olduğunu unutuyordum.
Bir şeytanın bir meleği sevebilmesi mümkün müydü? Kirli bir yaratığın temiz bir kalbe huzurla bakması normal miydi? Ölmek isteyen bir bedenin yaşama umutla bakması doğal olan mıydı? Tüm gerçekleri silip rüyadaymışız gibi davranmak ne kadar sağlıklıydı? Biz... Biz ne yapacaktık?
Maviler şefkatle baktığı bedenden gözlerini çektiğinde iki çift mavi göz birbirine baktı. Onun mavilerinde olan şefkat kendisine bakarken bile solarken sadece yutkundu. Ben ise kabul ettim. Bir katil kendisine bile acımazken başka bir insan için her şeyi yok edebilirdi. Çocukluğum. Çocukluğum kardeşi için her şeyi yok sayabilirdi. O bana bakarken benim gözlerim uyuyan o yüzü buldu bu sefer. Hala bir elimi sıkı sıkı tutan o beden günler sonra yorgunluktan elbette ki uyuyakalmıştı. Kardeşim. Benim kardeşim. Kabul etmesi zordu. Ve daha da zoru olan yanımızda olan o kişinin benim kabul etmemi beklemesiydi. Ama... Ama olmuyordu. Peki neden?
“İnsan güçlü olmaktan neden kaçar?”
Çocukluğum fısıldadığında ona döndüm. Ancak sesim çıkmadı. Beni kaçtığım o yerden kurtarmıştı. Kardeşimi bana vermişti. Şimdi isteği ise onu kabul etmemdi. Yılların getirdiği ayrılığı, kavgalarımızı sonlandırmak istiyordu. O da kardeşini istiyordu çünkü. İntikam istiyordu. Onu kabul edersem istediğim her şey olacaktı. Etmezsem ise içimizde yine bir kavga çıkacak, kimin baskın olacağı belirlenecekti. Bu kavgaya ikimizde girmek istemiyorduk çünkü yanımızda uyuyan o bedeni ikimizde hayatımız pahasına koruyacaktık. O zaman ben, ben neden istemiyordum?
“Çünkü zayıfken sahip olduğu şeyleri kaybetmekten korkar.”
Ona baktığımda bana bu sefer donuk bakıyordu. Neyi kastettiğini biliyorduk. Ama anlamak istemiyordum.
“Hayır.”
Sesimin güçsüzlüğü bize gerçekleri bir kez daha hatırlattı. Çocukluğum acıyarak güldü bu halime.
“O adama olan sevgini yitirmekten korkuyor-”
“Yok öyle bir şey.”
Net bir biçimde konuştuğumda Yiğit’in kıpırdamasıyla kendime geldim. Gözlerim direkt onu bulurken o uykusunun arasında derin bir nefes verdi. Sinirle yutkundum. O adam diye bir şey kalmamıştı. Bitmişti. O gün gözlerimin önünde onu... Sustum. Kendi içimde bile sustum. Hatırlamak istemedim. Düşünmek istemedim. Kalbim acısın istemedim.
“Daha bunların bir hiç olduğunu biliyorsun değil mi?”
Çocukluğumun sesi sakin çıktığında ona baktım. Gözleri yine kardeşine dönmüştü. Onun gibi ben de baktım. Saat kaçtı bilmiyordum lakin bir saati aşkın uyuduğuna emindim.
“Yiğit’in gerçeklerini öğrendiğinde ne yapacaksın?”
Gözlerim hala küçük olan o bedende dolaştı. Acıyla yutkundum. Haklıydı. Babamın ne yaptığı, Sait ile ilişkisi, annem, tüm bu hayatı... Bunlar. Bunları nasıl kaldıracaktım?
“Hayatında ki en önemsiz noktaya takılı kaldın Çisem Kalen.”
Çocukluğuma döndüğümde Yiğit’i işaret etti.
“Bugün bir şey konuşamadınız ama yarın, yarın her şeyi öğreneceksin.”
Boğazımın düğümlendiğini hissettim. Bugün ikimiz de kavuşmanın şokuyla ağzımızı bile açamamışken yarın. Yarın ne olacaktı? Çocukluğuma korkuyla baktığımda tebessüm etti. Beklemediğim ise elini uzatması oldu.
“Sen sadece kardeşini sev, gerisini birlikte halledelim.”
Kaşlarım bu yaptığı ile çatılırken o mırıldandı.
“İkimiz de aynı taraftayız artık Kalen. Savaşmaya gerek var mı sence?”
...
Duyduğum ses ile bilincim açıldı. Ağrıyan boynum bana ilk kendisini gösterdiğinde yavaş yavaş kendime geliyordum. Ne zaman uyuya kalmış-
Yiğit. Gözlerimi hızla araladığımda üzerimde olan örtüye baktım. Yiğit neredeydi? Telaşla kalktığımda tekrar bir ses duymam ile bakışlarım o yöne doğru ilerledi. İstemsizce ayaklandığımda ise derin bir nefes verdim. Fazla telaşlanmıştım. Buradaydı işte.
Ne yaptığını bilmiyordum lakin evin içerisinde olduğu çıkan seslerden belliydi. İstemsizce tebessüm ettiğimde yine de emin olmak adına kendime çeki düzen verdim. Boynum sızlıyordu. Ama şikayetçi değildim. Her gün böyle uyumaya razıydı bedenim.
Kendimce işimi bitirdiğimde gelen seslere doğru ilerledim. Aklım ise bana oyunlar oynamaktan çekinmiyordu. Her şeyin bir rüya olabileceğini söyleyen zihnimi susturdum. En azından öyle yapmaya çalıştım. Bir yandan da etrafa bakıyordum. Onu yansıtmıyordu. Düz bir evdi. Şıktı. Büyüktü. Kısaca evin içerisinde birisinin yaşadığını dışarıdan gelen bir insan anlayamazdı.
Ta ki o kargaşayı görene kadar. Geldiğini anlayan adımlarım kapının önünde dururken şaşkınlık içerisindeydim.
“Hay edeyim!”
Sessiz küfrü mutfağın içerisinden bana yansırken gülmeden edemedim. Lakin beni görmemesi adına sesimi bastırdım. Ocağın başında sanırsam menemen yapmaya çalışıyordu. Biberleri en son eklediğini gören ben ise faciayı yeni anlıyordum. Saat kaçtı bilmiyordum ama bana kahvaltı hazırlamaya çalışan o beden...
Bedenimi kapıya yasladım ve o telaşlı kahveleri seyrettim. Yiğit. Evi kendisini yansıtmasa bile bu halleri benim kardeşimden başkası değildi.
Onu bu zamana kadar tanıyamayan ise bendim. Gözlerini, sesini, hareketlerini, anlamam için yalvaran bakışlarını... Ne kadar da aptaldım. Bir başka hayata gerek yoktu. Yani yokmuş. Ölüme gerek yokmuş. Onun bu hallerini, yaşadığını izlemek için ölüme gerek yokmuş. Bize bu hayat yetiyormuş. Sadece ben fark edememiştim.
Menemeni bırakıp adımları buzdolabına doğru ilerlerken sonunda beni fark etmesiyle adımları yavaşladı. Bedeni mutfağın ortasında donarken ise istemsizce fısıldadı.
“Abla.”
Abla. Ben bu kelimeyi duymak için bir ömür beklemiştim. Beni görmeyi beklemeyen bedeni çocuk gibi ne yapamayacağını bilemezken birbirimizden çekindiğimizin farkındaydım. Yavaşça tebessüm ettim ve yaslandığım yerden ayrıldım.
“Günaydın.”
Sesimi neşeli tuttuğum gibi mutfağa adım attım. O hala yerinde kalırken ise gözleri benim üzerimdeydi. Ben yanından geçerken ise neşeme sessizce karşılık verdi.
“Günaydın.”
Yaptığı menemene doğru ilerlediğimde yakından daha da kötüleştiğini anladım. Diri olan biberlerin yanında pişmiş yumurta bana göz kırpıyordu.
“Şey ben kahvaltı hazırlamak istemiştim.”
Yanıma yavaşça yaklaştığında ben ocağın altını kapattım.
“Ama pek becereme-”
“Olmuş bu. Başka ne yapıyoruz?”
Ona döndüğümde gözleri şaşkınlıkla bana baktı.
“Biberler pişmedi daha.”
Biberleri pişirmeye çalışırken yumurtayı yakabileceğini keşke ona söyleyebilseydim. Kaçtan beri buradaydı? Dediğine istemsizce güldüğümde onun gözleri menemene kaydı. Beceremediğini bildiği için yüzü solduğunda ben onu engellemek adına fısıldadım.
“Yiğit.”
Gözleri adını söylemem ile bana döndüğünde sanki o da yıllardır bu anı bekliyordu. En ufak bir sesleniş bizim için ömre bedeldi. Ona yaklaştığımda omuzlarından tuttum ve yönünü sakince buzdolabına çevirdim.
“Ben de beceremem yemek yapmayı. Ama bunun yanına birlikte daha güzel bir şey yapabileceğimizi umuyorum.”
Gözleri bana dönerken hala anlamamıştı.
“Ne yapacağız?”
Aklıma gelen ilk şeyi söyledim.
“Krep.”
Dediğim sanki çok zor bir şeymiş gibi bana döndüğünde sorgulayan bir biçimde baktı.
“Abla. Emin misin?”
Başımı olumsuzca salladığımda istemsizce o da gülmeye başladı. Ben de hafifçe sırıttım. Sessizliğimiz, çekindiğimiz duvarlarımız ise bu tebessüm ile ortadan yavaş yavaş kalktı.
Birlikte sanki hiçbir şey olmamış gibi, dünya yansa umurumuzda olmazcasına krep yapmaya çalıştık.
“İki tane az olmaz mı?”
Yanımda yumurtalı kırarken öylece sorduğuna baktım. Açıkçası benim de çok bildiğim bir konu değildi. Ama Deniz’in yaparken izlediğime göre iki tane kırmıştı. Veya bir.
“Bilmiyorum ki?”
Şekerle çırptığı yumurtaya göz gezdirdi. Ardından bana baktı.
“Bence az.”
Dolaba yöneldiğimde sütün yanında mecburen iki yumurta daha çıkardım. Şuan benim gözüme de az gibi gelmişti çünkü.
“Bana da öyle geldi şuan.”
Dört yumurtayı da kırdığımızda ise ikimizde yanlış bir şey yaptığımızı gayet iyi anlamıştık. Ama bunu anlatmaya gerek yoktu. Ortaya ne çıkarsa artık. Çırptığı bir yumurtaya bir bana baktı.
“Bence vazgeçmek için erken bir zama-”
Onu dinlemeden sütü de içerisine öylece döktüğümde tebessüm ettim. O olan şeye şokla baktığında elimde tuttuğum süt hala kaba dökülüyordu.
“Abla!”
Elimi tutup kaldırdığında o gereksiz bir telaş içerisindeyken ben çok rahattım. Şokla bir krep hamuruna giren süte bir bana bakıyordu. Yine gülen ben olurken o çaresizce dert yandı.
“Sen benden de kötü çıktın.”
Elinden kurtulduğumda mırıldandım.
“Biraz fazla dert etmiyor musun acaba? Alt tarafı krep. Ne kadar kötü olabilir ki?
O öylece karışıma bakarken ben una ilerledim.
“Menemene ben de alt tarafı menemen diye başlamıştım.”
O senin sorunun der misali bir bakış gönderdiğimde artık yemeklere inancı kalmamış gibiydi. Yine de bu halimize kendisi de gülmeden edemedi. Un ile yanına yaklaştığımda ise düşüncelerini çekinmeden söyledi.
“Öldü denilen ablam ile rezil bir krep yapacağımızı hiç düşünmemiştim.”
Dediği ile gülüşüm yavaşça donuklaştığında moralimi bozmamaya çalışarak unu ekledim.
“Beni bulmana ölümüm bile engel olamamış ama.”
Tekrar tebessüm ettiğimde o da karıştırmaya başlamıştı hamuru. Ancak konun ağırlığı ikimizin de bir şeyleri ertelemeyip konuşmamız gerektiğini açıklıyordu. Ben ise yine tüm bunlardan kaçıp sadece bir süre gülümsemek istiyordum.
“Ve bunu isterken kaçışının olmadığını da biliyorsun.”
Çocukluğumun sesi zihnimde yankılanmıştı ki ona yönelmemi engelleyen Yiğit olmuştu.
“Abla.”
Karıştırdığı şeyden gözlerini bana diktiğinde hafifçe tebessüm etti.
“Ben seni değil, sen beni buldun.”
Dediği ile anılarım canlandı. Adli tıpta çarpıştığımız o an. Beni tutuşu. Gözlerime bakması. Tanıdık gelen o yüzü ise bir türlü çıkartamam. Tebessümümü bozmadan ise sadece başımı olumsuzca salladım.
“Seni bulsam bile tanıyamadım.”
Cümlemin devamını getirmek istemiyordum. Söyleyeceklerimi yuttum ve yine bir şey olmamış gibi yaptım. Çocukluğum bana kızsa da yapamıyordum işte. Korkağın tekiydim ben evet.
“Ben tanıyınca da çok bir şey değişmedi.”
Onun fısıltıyla gözlerimi kaldırdığımda öylece boşluğa bakıyordu. Tezgahta olan elinin üzerine ellerimi koydum.
“Yiği-”
“Babam seni benim yüzümden öğrendi.”
Dediği cümleden sonra gözleri bana dönerken bunu beklemiyordum. Karşımda acıyla yutkundu. Özür diliyordu. Çaresizdi. Ben ise duyduğumdaydım. Yasin. Yasin Kalen. Babam. Babamız.
“Mesut’a seni görünce bakmasını istemiştim sonra babama söyle-”
Kendi cümlesini kendisi acıyla bitirdiğinde gözlerimin içine bir tepki vermem için bakıyordu. Mesut. O gün adli tıpta benden kaçan o adam. Eren’i kilitlemeye çalışan.
“Evin benim yüzümden yandı.”
Hafifçe yutkunduğumda tüm bunlara hazır olmadığım aşikardı. Ancak karşımda bana bakan o gözler. Her şeye rağmen tebessüm etsem de gözümden akan yaşa engel olamadım. Sesimi ise olabildiğince sakin tutmaya çalışarak fısıldadım.
“Sorun değil.”
Gözümden akan yaşa sanki canından can gitmiş gibi bakarken ben tebessüm ettim. Üzülsün istemedim.
“Abla.”
“Yiğit. Seni buldum ya...” Kahvelere özlemle baktım. “Ölsem sorun olmaz. Anladın mı beni?”
Gözümden akan yaşın bıraktığı izi hızla sildiğimde beklemediğimi o yaptı. Bedenimi kendisine çektiğinde dolmaya hazır olan gözlerime bu sefer engel olamadım. Dolmuştuk. Yılların acısı bizi bize hasret kılmıştı. En ufak bir gülüşe öyle muhtaçtık ki... Bizi birbirimizle öldürtmüşlerdi. Şimdi ise ikimizde yaşama tutunmaya çalışan iki zavallıydık.
“Öldü dediler. Annen, ablanı da aldı ve gitti dediler.”
Acıyla konuştuğunda sesinin boğuk çıkmasıyla ellerim onu sardı. Aynısını yapmışlardı.
“Baban seni bıraktı dedi...”
Küçük bir çocuktan farksızdı. O benim kardeşimdi. O canımdı. O her şeyimdi. Ne yaşadığını bilmiyordum. Ama... Ama acı olduğuna emindim. Gözlerimden yaşlar aksa da ona destek oldum. Sıkıca sarıldım. Aynı yalanlar farklı yaşamlar olmuştu. Bir avuç insan yüzünden hem de.
“Yiğit.”
Kaçtı. Benden kaçtı. Ben ise ağlamama rağmen ellerim saçlarını buldu. İyi olsun istiyordum. Kan kussam bile o iyi olsun istiyordum.
“Geçti. Geçecek.”
Kelimelerimin bir umut gerçekleşeceğine artık ben inanıyordum. Geçebileceğine. Ufak bir umudum vardı. O da inanmalıydı. Birkaç dakika öyle kaldığımızda anlatması gerektiğini biliyordum. Anlatmamız gerektiğini. Yavaşça ondan ayrıldığımda ilk bırakmak istemedi. Ama sıkıca tuttum elini. O bıraksa bile artık benim bırakmayacağımı bilmeliydi. Mutfak masasına ilerlettim ikimizin bedenini. Dayanağım çocukluğumdu.
İkimizin bedeni de sandalyeye oturduğunda elini tuttum. Ardından göz yaşlarıma engel olamadan bu sefer kaçırdığı gözlerine özrümü dileyen ben oldum.
“Özür dilerim.”
Dediğim ile dolmuş olan gözleri beni bulduğunda şaşkınlıkla bakıyordu.
“Seni ailesiz bıraktığım, bu hayatın içerisine ben ittiğim için özür dilerim.”
Kaşları dediğim ile çatılırken anlamıyordu. Ben ise gözlerimden akan yaşları hızla sildim. Anlamayacak bir şey yoktu ki. Eğer, eğer ben onu o gün çocukça bir hırs yüzünden o arabanın önüne itmeseydim...
“Ben özür dilerim.”
Acıyla başımı eğdiğimde elimi kaçıracaktım ki tuttu.
“Abla.”
Sesi farklı çıkmıştı. Ben ise kaçırdığım gözlerimi utancımdan dolayı geri kaldıramadım. Yüzüne bakamadım.
“Sana da onu mu izlettiler?”
Dediği ile gözlerimi kaldırdığımda ifadesi netti. Dediği ile ise tüm düşüncelerim kesilmişti. Ona da benim onu her itişimi izletmişler miydi? Hayır. Hayrı bunu yapmamış olsunlar. Ama o gözlerde gördüklerim...
“Sana da mı?”
Acılı sesim ile yüzünde oluşan bir o kadar siniri bir o kadar da korkuyu gördüm.
“Abla. İnanmadığını söyle bana.”
Anlamadım işte bu dediğini. Neye inanmayacaktım? Elimi sıktığında gözlerimin içine bakıyordu.
“Unutturmuşlar.”
Yüzümden gördüğü ile anladığı şeyi anlayamıyordum. Ne yapacağımı bilemezken o karşımda dikleşti.
“Yiğit.”
Sesim korkuyla çıktığında yüzünde olan sinir arttı. Gözleri beni görmüyordu. Elini sıkan ise ben oldum bu sefer.
“Yiğit ben anlamıyor-”
“Sana o gece evde ne dediğimi hatırlıyor musun?”
Gözleri doğruca mavilerime döndüğünde ben hala ne bir şey anlıyor, ne de bir şey hatırlıyordum. O ise hatırlattı.
“Unutturdular dedim. Adımı, yaşımı, geçmişimi, her şeyi.”
Dediği ile anılarım canlandı. Antalya. Eve geldiği ve bana bir isim seçmemi söylediği gün. Gerçek adını sorduğumda...
“Unutmadım. Abla ben ne adımı, ne yaşımı, ne seni, ne de o günü unuttum. Sadece unuttum sandılar.”
Bedenim her bir kelimesinde gerildiğinde bana hatırlamamı ister gibi baktı.
“Abla.”
Gözlerime bir kez daha lütfen der gibi baktı. Ardından korktuğum o cümleyi söyledi.
“Beni sen itmedin...”
...
Etrafınızda bir oyun oynanıyordu. Siz bu oyuna öyle sıkı sıkı bağlanıyordunuz ki... Gerçeği unutuyordunuz. Küçük bir çocuk oynanan oyuna sıkı sıkıya inanabilirdi evet. Ama eğer o çocuk büyümezse siz ne kadar büyüseniz bile sadece onun peşinden sürüklenen bir yarım akıllı olurdunuz.
Yanımda göz yaşı akıtan o beden. İşte benim çocukluğum. Sessizdi. Nedeni ise belliydi. Yıllardır çıkan sesini bugün kesmişlerdi. Bağırışının aptal bir yalan olduğu gerçeğini öğrenmişti. Ve acısı bu gerçeği kendisinin bile yok saymasıydı.
“Babamın uyuşturucuya başladığı zamanı hatırlıyor musun?”
Hatırlıyordum. Hatırlıyorduk. Çocukluğum akıttığı göz yaşını hızla sildi. Yiğit. Benden daha güçlüydü. Bunu hala dayanabilen bedeninden ve o yaşta tüm bunlara baş kaldırmasından anlayabiliyordum.
“Babanı çok mu güçlü sanıyorsun sen Kalen?”
Sait’in sözleri bir kez daha yankılandı kulağımda. Nasıl? Nasıl bu kadar gaddar olabilirdi?
“Yanlış soru.” Çocukluğumun buz gibi sesini duydum. “Bir Kalen nasıl bu kadar düşebilir?”
Gözleri bana döndüğünde kimi kastettiğini anladım. Babam. Kendisini babama benzetmemde ne kadar yanıldığımı anlıyordum. Ama o mavilerde gördüklerim kendisinin bile yanıldığını gösteriyordu bana.
“Dayanamayan adamın işi yok. Sait’in o yıllarda ki meşhur sözüydü.”
Yiğit. Bana bunları tek tek anlatan oydu. Kısaca babamın teklifini reddeden o adamın sözüydü. Böyle mi reddetmişti? Peki o. O nasıl yapardı böyle bir şeyi? Nasıl uyuşturucuya başlardı? Annem nasıl engel olamamıştı?
“O kaydı çok aradım. Ama ne poliste, ne de babamda var.”
Yiğit’i yola ittiğim kayıt. O kamera kaydı. Bana dediği bir diğer acı şey ise kulaklarımdan çıkmıyordu.
“Abla, sana o kaydı hiç sağlam bir gözle izlettiler mi?”
Acıyla nefes verdim. Sağlam bir göz ha. Ne kadar acıydı? Ama kendisi de biliyordu. Bize tek yapılan gözümüzü bile açamayacak raddeye geldiğimizde o videoyu izletmeleriydi.
İçimde öyle bir ateş vardı ki... Nefes bile alamıyordum. Dünya nasıl bu kadar kötü olabilirdi?
“Önce Yasin Kalen inandı. Babamın inanması ise bizim sonumuzu getirdi.”
Gözümden bir damla yaş aktı. Sait. Sait Uluç. Öyle pislik oynamış ve kendisine herkesi muhtaç kılmıştı ki... İçimde ilk defa bu sefer öldürme arzusu geçti. Çocukluğumun değil. Benim. Etrafında olan herkesi paramparça etmek. Gözlerimden yaşlar akarken hafifçe güldüm. Bitti derken bitmediğini öğreniyordum.
Yirmi iki yaşındaydım lan daha. Ve tam düzenimi kurduğum anda bir bataklığa çöktüğümü öğreniyordum. O bataklıkta her şeyim olan evimin yıllardır öldü diye bildiğim kardeşimin beni öğrenmesiyle yandığını biliyordum. Babamın onun öğrenmesine engel olmaya çalıştığını, ama kardeşimin bu güne kadar yüzüme bakıp söyleyememesini öğreniyordum. Güvendiğim herkesin bu yalana ortak çıktığını öğreniyordum.
Ve daha da kötüsü. Babamın yıllar önce sunduğu anlaşmanın reddedilmesi sonucu uyuşturucuya başladığını görüyordum. Sonra yıllar boyunca kendimi öldüresi pahına suçladığım olayın aslında tamamen bir yalandan ibaret olduğunu. Babamın o yarım aklıyla izlediği videoya körü körüne bağlandığını anlıyordum. Yasin Kalen’in bağlanmasıyla ise benim sonumun geldiğine.
Bir film yaratmışlardı. Kötü karakterin ben olduğu bir film. Ve bana bile o karakter olduğuma inandırdıkları. En acısı ise bunu hala hatırlamamdı.
“Abla. Bölük pörçük ama... Senin bağırdığını hatırlıyorum. Sonrasında da üzerime sürülen o aracı...”
Gözlerimden yaşlar aktı. Benim hayalimde olan da böyleydi zaten. Tek eksik onu benim itmemdi. Lakin ona göre beni birisi tutuyordu. Acıyla yutkundum. Hafızamla oynamışlardı. Bu insanlık dışıydı. Üzerime öyle bir çökmüşlerdi ki küçük mavilerim ben yapmadım diyememiş, en sonunda boyun eğmişti. Bu... Bu çok kötüydü. Acıyla inledim.
Babamı sormuştum. Annemi. Bana tek söylediği ise kendisinin de bilmediğiydi. Acıyla direksiyonu sıktım. Tırnaklarım bu sefer derime geçsin istemedim. Başımı öne eğdiğimde göz yaşlarıma engel olamayan bendim.
“Babamı yıllar sonra gördüm. Beni tanıdı abla.”
Babam sadece beni tanıyamamıştı. Neden? Neden öyle olmuştu? Neden günah keçisi ben olmuştum? Neden ikizimi bir sevememişti? Neden... Neden o ilk evladını bu kadar kendisinden hor görmüştü? Oysa ben onun tıpkısıydım. Onun kadar pislik birisi olduğum için mi? Ona benzediğim için mi? Suç benim miydi?
Madem oğlunun ölmediğini biliyordu. Yıllar sonra neden karşıma çıkıp sen öldürdün diye bağırmıştı? Belki... Belki o kaydı bile biliyordu. Bir yalandan ibret olduğunu. Sadece belki... Belki sadece beni suçlamak daha kolayına gelmişti.
Ağlamam arttığında acıyla inledim. Mutlu olabilirdik. Eğer hırsına yenilmese biz her aile gibi olabilirdik. O lanet şeye bağımlı hale gelmese... Annem yaşayabilirdi. Yağmur Kalen. Bizim soy adımız güzel anılabilirdi. Yanıp ölmüş bir kız çocuğu olmazdım. Kaya soy adına mecbur kalmazdım. Çisem Kalen. Ben seviyordum. Ben adımı çok seviyordum. Annemin adının bir parçasını taşımayı çok seviyordum. Ve bildiğim bir diğer şey... Ben o yaşımda babama hayran küçük bir kız çocuğu olduğumu da biliyordum. Beni ne kadar hor görse de insanlara olan haline ve hareketlerine olan hayranlığım...
Kız çocukları babalarına daha çok bağlıdır. Bu söz... Bu sözdü acı olan. Ellerim dizlerimin üzerine düştüğünde ağlayışım arttı. Sever miydi beni? Acaba tüm bunlar olmasa beni sever miydi? Kızı olduğumu kabullenir miydi? Kıskançlık mıydı bilmiyordum ama... Bana Yiğit’e baktığı gibi bakar mıydı?
Acıyla açtım gözlerimi. Ne kadar da zavallıydım? Yiğit anlatırken donuk olan bedenim şimdi... Şimdi acı içinde ölüyordu. Güçlü durmaya çalışan halim yine sadece durmayı ve mutlu olmayı diliyordu. Çünkü ben artık ölümü bile dilemiyordum.
Düşüncelerimle yavaşça başımı çevirdim. Ve evet. Gördüm. Çocukluğum. Bana bakıyordu. Ve ilk defa o da çaresizdi. Babasından olan korkusu onu çoktan babasına çevirmişken o kendinden korkuyordu. Çünkü babası hırslarına yenilmiş ve tüm hayatını mahveden bir adamken kendisinin de hırslarına yenilmesinden korkuyordu. Her şeyi olan kardeşine bir şey olmasından korkuyordu.
Gözlerimden yaşlar teker teker atarken yaptığımız şeyden artık emin değildim. Evet. Biz bir yalana kurban gitmiştik. Evet içimde ölümüne bir intikam arzusu vardı. Ama korktuğum ise bu arzuya kapılıp sevdiklerime zarar vermekti. Ben sonumun babam gibi olmasından korkuyordum. Çocukluğum bir şey demek istedi. Lakin sustu. Sanki artık beni etkilemek istemiyor gibi.
Gözlerimden yaşlar akarken ise tek bir şey dedim.
“Söyle.”
Başımı yasladığım direksiyondan kaldırdığımda acıyla yutkundum. O ise birkaç saniye durduktan sonra ilk defa ağlamaklı bir sesle konuştu.
“Onun ne istediğini biliyorsun değil mi?”
Yiğit. Ne istediğini bana söylemişti. İntikam. Benim gibi intikam istiyordu. Ablasını kaybetmenin intikamını. Ona söylenen yalanın intikamını. Ablan seni itti ve annen kendisiyle birlikte onu da öldürdü. Aslında nasıl da basit bir yalandı değil mi? Ama korkan insan her şeye inanırdı. Ve biz korkuyla büyümüştük. Onun isteği intikamdı. Ve bunu birlikte yapmak istiyordu. Ama artık korkularım daha çoktu. Onu kaybetmek. Öyle korkuyordum ki hem de. Bıraksalar öyle uzağa giderdim ki onu da yanıma alıp. Kimse bulamazdı bizi. Ama bildiğim bir diğer şey bunun imkansız olduğuydu.
Derin bir nefes verdiğimde düzgün düşünemediğimi biliyordum. Sakin. Sakin kalmalıydım. Bedenim koltukta dikleşirken hızla göz yaşlarımı silmeye çalıştım. Yenileri aksa da denedim. Artık psikolojim yerle birdi. Buna emindim. Çocukluğum çaresizce bana bakarken ise ikimizin de bildiği bir diğer şey vardı. Herkesin inandığı o şey.
“Kaçmak istersen ölürsün.”
Çocukluğum acımasızca konuştuğunda başımı salladım. Biliyordum. Sevdiğim adamın bile inandığı o lanet gerçeği biliyordum. Ve ölmeye niyetim yoktu. Savaşmak istemesem bile artık buna mecbur olduğumu biliyordum.
“Sen ne dersen o olacak.”
Çocukluğuma döndüğümde bunu beklemiyordu. Kaşları çatıldı.
“Ya hırslarıma yenil-”
“Olmayacak öyle bir şey.”
Gözlerinde korku vardı. Ve onun korkması olmazdı. Hafifçe tebessüm ettim.
“Unuttun mu? Biz birsek önümüzde kimse duramaz.”
Bir ilkti. İlk defa onu cesaretlendiren bendim. Bana baktı. Ve evet. Başarmıştım. Hafifçe tebessüm etti. Biliyordum. Artık buradan geri dönüş yoktu. Çünkü yolun sonu her türlü ölümümüzdü.
...
“O, o gün biz oraya gittik çünkü...”
Yalan. Bir insan yalanı söylerken gözleri bir an olsun değişmiyorsa o insandan korkulmalıydı.
“Kerim. Kerim bana gerçekleri göstermek istedi.”
Çünkü yalan söylerken ufak bir değişim göstermeyen insan kendisini çoktan o yalana en başında inandıran kişiydi.
“Kerim. Kerim abim gibiydi bu hayatta.”
Kim bilir, belki muhtaçtı zihni o yalana inanmaya. Eğer öyleyse bir şey diyemezdim zaten.
“Peki o gece neden oradaydınız? Ve neden polisten kaçtınız?”
Ancak farklıysa... İşte o zaman asıl korkunç olan başlardı.
“Abim ilişkimi desteklemiyordu.”
Peki korkunç olan ne miydi?
“İlişkiniz mi?”
“Eren. Eren Korlu.”
Korkunç olan bir insan zihninin herhangi bir olayı bu kadar kabul etmesiydi. Asıl olan gerçekleri yok sayıp bir hayale körü körüne bağlanmasıydı.
“Şirket hissedarı olan Eren Korlu’dan mı bahsediyorsunuz?”
Ve bir hayale düşünmeden inanan bir zihin tüm gerçekleri gerçek dışı ilan edebilirdi.
“Kerim o gün beni oraya aldatıldığımı göstermek adına götürdü.”
Bunu yapan bir insan için yalan söylemek zor gelir miydi peki?
“Kiminle peki? Ve Kerim nereden öğrenmiş?”
Bana göre kesinlikle hayır. Çünkü kişi kendisini bile o gerçeğe kaptırmışken insanlara inandırması güç gelmezdi.
“Kerim ve Eren’in arası benimle sevgili olduğundan beri bozuk. Abim insanlara güvenmezdi.”
Çünkü insana en zor gelen kişi bana göre bu güne kadar kendisiydi.
“Ve haklı çıktı. Ama bu sefer...”
Ben ise bu gün gözümü kırpmadan başlamıştım savaşa. Yalanlarla. Ağlaya ağlaya anlatmış herkesi kendi masumluğuma inandırmıştım.
“Yani binada olan kaçak ürünlerle bir ilginiz yok ve sadece Eren Korlu’yu sizi aldattığı kişiyi görmeye geldiniz.”
Peki bunu nasıl başarmıştım? Bedenim muhtaç olduğu için miydi bu yalanları gözümü kırpmadan anlatmam?
“Devam edelim. Eren Bey’in sizi aldattığı kişi...”
Umarım öyledir. Yoksa...
“Eren’in eski nişanlısıymış. Eflal Uluç.”
Yoksa kendi uydurduğum yalanlara inanmak beni daha da kötüye sürüklerdi.
“Onları gördükten sonra Eflal ile binada tartıştık. Ancak polis baskını oluncaya kadar.”
Kendimde buna inanmak istemiyordum. Hatta hepsi yalan değil. Sadece bir kısmı. Lakin bildiğim bir şey bunu da kendimi kandırmak için söylememdi.
“Peki Eflal Hanım’ın bu sizin aşk işinizden başka konuyla bir ilgisi va-”
“Öldürdü.”
Bir yalan söylemiştim evet. Önce şok olmuşlardı. Ama gözlerimde olan o zavallı kızı kimse reddedemezdi.
“O kadın abimi öldürdü! Gözlerimin önünde!”
Bağırışlarımı, saatlerce döktüğüm göz yaşlarını yok sayamazlardı. Dakikalarca sakinleştirmeye çalıştıkları bedenimi atlayamazlardı.
“O gece önümüzü kesti ve benimle konuşmak istediğini söyledi. “Ben de konuşmak istedim çünkü...”
Ve en önemlisi. İnsanların paha biçilmez bir değer yükledikleri o duygu. İşte o duyguyu kimse yok sayamazdı. İnkar edemezdi. Ve onlar benim cümlelerimi benim yerime tamamlamıştı.
“Çünkü Eren.”
Evet o duygu aşktı. Ve kabul ediyordum. Ben Eren Korlu’ya deli gibi aşık bir zavallıydım. Gözlerimin parıldamasını sağlayan bir adamdı o. Ama bu parıltı hep kısa sürmüştü. Mavilerimi süründüren de oydu çünkü. Ben ona aşık bir zavallı olabilirdim ama...
“Kerim başta izin vermedi ama ikna ettim. Eflal ile konuşurken ikimiz de başta sakindik. Ama sonra...”
Ama çocukluğum. Öğrendiği tüm gerçekler, ölen bedenler ve en önemlisi kardeşi. O benim zavallı aşk duygumu en büyük silah haline getirmesini biliyordu. Gözlerimde ki seven kadını yalanlarına alet edebiliyordu. Ve ben artık buna engel olmayacaktım.
“Konuşurken ormana doğru yürümüşüz.”
İnsanların beni harcamasındansa kendimi kendimin bitirmesini yeğlerdim çünkü.
“Kolyesi. Kolyesinden keskin bir şey çıkardı. Ben engel olmaya çalışırken oldu. Eren’den uzak durmam için tehdit etti, bağırdı.”
Ve o benim duygularımı öyle güzel kullanmışlardı ki hedefine ulaşmıştı.
“Aslında her şey sonra oldu değil mi?”
İnanmışlardı. Ben de inanmıştım. Bana söylenen tüm o yalanlara ben de inanmıştım zamanında. Şimdi bendeydi. Ve benim elimde gerçek kanıtlar olacaktı.
“Silah.”
Öyle kanıtlar olacaktı ki tüm herkes görecekti. Ve herkes ayık olacaktı.
“Bana silah...”
Benim, bizim gibi saatlerce dövüldükten sonra görmeyeceklerdi sunduğum kanıtları.
“Ses geldi. Ama canım acımadı.”
Bende onlar gibi olacaktım. Acımıyorlar mıydı? Gözleri sadece yapacaklarını mı görüyordu. Ben onlardan da beter olacaktım.
“Ke- Kerim...”
Acımasızlıksa acımasızlıktı.
“Çok kan vardı. Sonra... Sonra hatırlamıyorum.”
Ve kendisine acımayan bir insan, kimseye acımazdı. Ben savaşa başlamıştım. Ve şimdi sıra onlara bunu göstermekteydi.
İfadem dakikalar önce bitmişti. Ve iki saat boyunca kapalı alanda durmak beni daraltmıştı. Dışarı ilerleyen adımlarım ise ne ile karşılaşacağını biliyordu.
Günlerdir kayıp olan benin ifade verdiğini öğrenen herkes gelecekti. Beni buradan çıkaranın kim olduğunu bildiğim gibi mesela. Yoksa biliyordum ki buradan bu denli rahat çıkamazdım. Bana sinirle bakan o beden.
Arabaya yaslanmıştı. Giydiği spor kombini ona yakışmıştı evet. Gözleri doğruca üzerimdeydi. Dünden beri kapalı olan telefonum onu sinir etmiş olsa gerekti. Ayaz. Ayaz Kartal.
Bana Yiğit’i anlatmaya çalışacağını biliyordum. Çünkü kaybetmek istemiyordu. Ve benim bu konuya hassasiyetim onu korkutuyordu. Lakin sürprizimi bozmasını istemiyordum. Bu yüzden açmamıştım zaten telefonlarını.
Yaslandığı arabadan bana doğru gelmek için ayrıldığında ise beklediğim oldu. Beni buradan çıkaracağına emindim. Ve gerçekleri anlatmak için beni götüreceğini. Fakat bir başka emin olduğum şey ona engel olacak kişilerdi. O kişiler ise şuan karakolun bahçesine giriş yapmıştı. Ela gözleri o yöne kayarken aracın ani freniyle herkes oraya dönmüştü. Ben hariç. Çünkü gelen kişiyi biliyordum. Onun gibi deli araba kullanan başka kişi yoktu çünkü.
“Çisem!”
Duyduğum sesle ise tüm tahminlerim doğrulandı. Elalar bana sinirle döndüğünde hafifçe tebessüm ettim. Ondan kaçtığımı düşünebilirdi. Ve evet öyle yapıyordum. Bu akşam davette görüşünceye kadar en azından.
Ondan bakışlarımı çeken ise beni kendisine çeken o güçlü kollar oldu. Nefes nefese bedeni hissettiğimde ise düşüncelerim değişti. Elleri bedenimi sıkıca kendisine hapsettiğinde kokusunu soludum.
“Çisem.”
Kaan. Kaan Vural. Kaç dakikadır bu haldeydi? Kaçırmamak için öğrendiği gibi buraya gelmiş olmalıydı. En son onunla konuştuğumuz pardon, benim konuştuğum yer kapısının önüydü. Sonrasında da sadece bir kulaklıktan sesini duymuştum.
Her ne kadar güçlü dursam da bu adamın karşısında güçlü duramıyordum işte. Ellerimi sarılmak adına kaldıracağımda ise beni içten içe durduran o şey oldu. Neydi bilmiyordum bu?
“Çisem... Ben. Ben özür dilerim.”
Onun sesi çaresizce çıkarken bir tepki vermem gerektiğini biliyordum. Bağırmalıydım belki. Nasıl sakladın benden tüm bunları diye. Belki de sarılmalıydım. Ama ona ne bağırabilecek kadar kızgındım. Ne de affedebilecek kadar güçlü. Biliyordum çünkü. Öğrendiğinde ne kadar acı çektiğini. Yüzüme bile bakamadığını. Ve kendince hazmedince söyleyeceğini.
“Sana her şeyi, tüm her şeyi anlatacağım.”
Elleri saçlarımı bulduğunda gözlerimi kapattım. Ne yapacaktım? Çocukluğumu dinleyeceğime söz vermiştim. Affetmemem için haykırıyordu. Ama kalbim. Ben onunla büyümüştüm. Ne yapacağımı bilemezken ise duyduğum o ses bana ne yapmam gerektiğini gösterdi.
Bahçeye yeni bir aracın girmesiyle gözlerimi açtım. Gördüğümle ise sarılmak adına kaldırdığım ellerim yere düştü. Araçtan inmeye başlayan bedenlerin arasında benim gördüğüm kişi oydu. Yiğit. Doğruca bana bakıyordu. Bir oyun oynuyorduk evet. Ve o oyunun sahibi çocukluğumdu.
“Çisem.”
Gözlerimin dolacağını bildiğim için kapattım. Kaan’ın sorgulayan sesini yok saydım. Çığlıklarımı bastırdım ve kendimi çocukluğuma bıraktım.
“Çisem.”
Sesi bu sefer daha kötü çıktı. Bir şey demem için yalvarıyordu. Yüzüme bakamadan yapmamı istiyordu bunu. Ben ise onu söylediğim şeyle mahvetmiş oldum.
“Bırak.” Sesimin soğukluğu beni bile dondurdu. “Bırak beni.”
Duyduğu sesim ile tüm bedeni kasıldığında kendimden nefret ettim. Kendi kardeşim için abimi ittiğimi bana kimse unutturamayacaktı çünkü. Bu günü asla unutmayacak, kendimi bir de bu an için suçlayacaktım.
Ellerim ellerini bulduğunda hareket etmeyen bedeninden kendimi uzaklaştıran ben oldum. Ve uzaklaşmamla birlikte ne yaptığımı görmem bir oldu. Yıkılmış olan o bedeni. Bana korkuyla bakan o gözleri.
Kaan Vural. Kimseye tamamen güvenmezdi bu hayatta. Kalbini tamamen açmazdı. Netti. Çabuk sevmezdi ama bir kez sevdi mi... Bir kez sevdi mi seni ömrü pahasına sahiplenir, kollardı. Onunla büyümem bir şanstı benim için. O benim hayatımın en güvenli yeriydi. Ama onun beni sevmesi bu hayatının en kötü gerçeğiydi. Çünkü ben onun sevgisini hak edecek bir insan değildim.
Benim gerçekleri öğrenmemle ne yapacağını bilmeyen bedeni yıkılmıştı zaten. Ama o gözlerini bugün bir kez daha doldurdum ben. Yapma diyordu. Bunu bana yapma. Üzgünüm Kaan Vural. Tam arkanda olan arabada ki kardeşim için seni bugün yok sayacağım. Ama sana söz veriyorum. Eğer kabul edersen yarın sana sıkı sıkı sarılan da ben olacağım.
Sana çok kızdım. Yanımda olmadığın için. Ama ben yine sana sarılarak kızmayı yeğlerim. Çünkü güveniyorum. Çocukluğum buna itiraz etse de güveniyorum.
Arka taraftan gelen insanları ondan gözlerimi çekmem ile gördüm.
Eren Korlu. Aras Altan. Berk ve Yiğit. Aynı arabadan inmiş bize doğru ilerliyordu. Kaan onlardan ayrı mıydı? Neden? Ona tekrar döndüğümde hiçbir şey umurunda değil gibiydi.
“Çisem.”
Boğuk çıkan sesiyle ondan uzaklaşmak istedim. Çünkü ben onun bu haline alışık değildim ki. Bana doğru yaklaştı.
“Affet.”
Acıyla konuştuğunda bir adım daha atmıştı ki ondan geri adım attım. Ve bu yaptığımla ise onda ki tüm her şey koptu. Gözlerini acıyla kapattığında daha fazla dayanamadım. Gözlerimin dolmasına ve deli gibi ağlamama engel olan ise çocukluğum oldu.
“Çisem.”
Arkamızdan duyduğumuz sesin kimden geldiğini bilmiyordum. Ancak karşımda bedenini ayakta tutamayan kişiyi kolundan yakalayan Aras oldu. Kalbim korkuyla dolduğunda ise çocukluğum izin vermedi. Ona yaklaşıp sarılmama izin vermedi.
“Kaan.”
Aras ilk defa onu böyle görmenin şokuyla bir bana bir ona bakarken Kaan bana son bir umutla baktı. İçtiğini ve günlerdir uyumadığını anlayabiliyordum. Onun bu haline ise tebessüm eden ben oldum. Çocukluğum acımadı.
“Sarılsak da geçmezmiş.”
Dediğim ile gözünden akan yaşa öylece baktım. Onu şu dünyada ağlatabilecek tek insandım ve evet. Başarmıştım. Bu tarihi ise aklımdan asla çıkarmayacaktım. Kimsenin önünde boyun eğmeyecek o adamı herkesin önünde ağlatan o pislik bendim. Ve herkes sırf bana gerçeği söylemediği için sanıyordu. O gerçek ise daha minicikti tüm yalanların arasında. Bu da asıl acı olandı. Çünkü o hala Yiğit meselesini öğrenince ne yapacağım hakkında öyle bir korkuyordu ki...
“Çisem.”
Aras bir bana bir Kaan’a bakarken ben tebessümümü korudum. Bugün kardeşime kavuşmuş, aynı zamanda abimi kaybetmiştim.
“Yapma.”
Aras’ın yalvarışı artık kendisi için değil. Kaan içindi. Benim ise gözlerim ikisini de es geçerek arkalarında kalan ve gözleri üzerimde gezinen o bedene öylece baktım. Siyahlar. Bu yaptığıma inanamıyordu. Tebessümüm büyüdüğünde kendimin bir kez daha babamdan farksız olduğunu anladım.
“Anlatmamışsın.”
Sertçe yutkundu karşımda. Dün benimle karşılaştığını anlatmamıştı. Anlatamamıştı daha doğrusu. Gözlerini kaçırdığında hafifçe sırıttım.
“Ne?”
Aras sertçe konuşmaya girdiğinde konuşacaktım ki beni bir başkası böldü.
“Çisem.”
Duyduğum ses ile gözlerimi çevirdim. Ayaz. Bize doğru yaklaşıyordu.
“Senin ne işin var lan burada?”
Aras her bir şeye daha da şaşırırken kızıl onu umursamadı bile. Gözleri benim üzerimdeydi. Sinirini hala görebiliyordum. Kimseyi umursamadan doğruca bileğimi tuttuğunda bunu ben de beklemiyordum. Biraz fazla mı sinirliydi o?
“Ayaz.”
“Benimle geliyorsun.”
O donuk bir biçimde konuştuğunda istemsizce gülmeye başladım. Şuan tüm planı bozacaktı.
“Nereye?”
Benim yerime bir başka ses konuştuğunda o yöne herkesin dönmesi bir oldu. O gözlerde günlerin ardında çekinmeden bir sahiplenme duygusu vardı. Yiğit. Yüzü ise bana değil Ayaz’a dönüktü. Kızıl bu ani çıkışa sadece hafifçe güldüğünde onun da sinirli olduğunu biliyordum. Hatta anladığım kadarıyla fazlasıyla sinirliydi.
“Ne o Bulut? Çisem’e bir de sen mi kardeşlik yapacaksın?”
Dediği cümle herkesi vururken asıl vurulan bendim. Hala sanıyordu ki benim bilmediğimi. Bu yüzden onu doğrudan bu şekilde vuruyordu. Belki de şu zamana kadar da hep böyle vurmuştu. Kahvelere döndüğümde gözlerinin değiştiğini gördüm.
“Ayaz.”
Onun önüne geçen ise buz gibi bir sesle Eren oldu. Kahveler geride kalırken gözleri kısa süreliğine bana uğradı. Sabah ki konuşmamızın ardından ilk kez karşılaşıyorduk ve... Ve benden gözlerini eskisi gibi kaçırmıştı. Sanki kızılın dediklerini kabullenmiş gibi. Sanki tüm olanları unutmuşçasına...
“Buyur Korlu.”
Sesi buz gibi çıkarken eli hala bileğimi sarıyordu. Haddinden fazla bir biçimde hem de. Gözlerimi Yiğit’ten ayırabildiğimde ise bir başka kişiyi gördüm. Dünden sonra.
Kömür gözleri bileğimi tutan elindeydi. Bana bakmıyordu. Ancak herkes gibi bir diğer gerilen kişi bendim. Çünkü Yiğit. Yiğit’e dokunmayacaklardı. Onun duygularını geriye itmeyeceklerdi. Ve en önemlisi. Onun benim kardeşim olduğu gerçeğiydi.
“Ağzının ayarı gevşemiş yine.”
Korlu sessizce konuştuğunda gözleri anlık olarak üzerimde gezinip geri ona döndü. Ben ise dakikaların sonunda ona bakabildim. Giydiği ceketin ardında koyu maviye kaçan kazağı, hafif uzamış sakalları, içtiğini veya uykusuzluğunu belli eden gözleri... Ve en güzeli. Bana doğru hafif rüzgarla esen kokusu.
Yanımda olan kızıl alayla sırıtmaya devam ederken gözlerimi ondan ayıramıyordum. Ama hayır. Kalbim artık eskisi gibi değildi. Heyecanla atmıyordu. Veya dün olduğu gibi acıyla atmıyordu. Sanki özlediğim birisine bakıyordum öylece. Özlediğimin ise artık o olduğuna emin değildim. Belki anılarımızı özlüyordum. Onu değil... Ya da sadece kalbim gerçek atma nedenini hatırlamıştı. Onun ardında kalan beden. Ve yüzünü görmem ile sinirle sıktığım tırnaklarım.
“Asıl sen Korlu, ya da siz. Siz hala ne vasıfla buradasınız lan?”
Kaan’ın bir adım gerilediğini göz ucuyla gördüm. Özür dilerim. Gerçekten özür dilerim abi ama elimden bir şey gelmiyor.
“Ayaz.”
Duyduğum kin dolu ses ise beni kendime getiren oldu. Korlu. Elleri yumruk olmuş bu sefer kabustan farksız o yüzle karşısında olan adama bakıyordu. Ancak elinden bir şey de gelmezdi. Çünkü ben dün son noktayı koymuştum. Ancak daha fazla bu kargaşanın içerisinde durmak istemiyordum. Beni tutan ele hızla dokunduğumda siyahların oraya dönmesi bir oldu. Ayaz ise inadıma bırakmayarak beni kendisine çekti.
“Dinliyorum Korlu. Anlat. Ne vasıfla buradasın?”
Aşağılayıcı sesi her ne kadar çocukluğuma zevk verse de benim canımı sıkan bu olayın ortasında kalan ve giderek kendi kabuğuna çekilen o kişi, Yiğit’ti.
Ayaz ise daha da ileriye giderek bir elini belime attığımda bu sefer dayanamadım. Her şeyin bokunu çıkartıyordu. Belimde olan elini tuttuğum gibi sertçe çevirdiğimde bedeni bunu beklemiyordu işte. Acıyla iyice üzerime eğildiğinde ise kimse bunu benden beklemiyordu. Benim ise durmaya niyetim yoktu. Boşta kalan elim ceketinin yakasını kavradığı gibi iyice üzerime eğdim onu. Biliyordum oysa. Şuan tek bir hamlesiyle onlarca kemiğimi kırabilirdi. Ama bunu burada yapamazdı işte. Çünkü biz karakolun ortasındaydık. Ve benim hamlemle bile çoktan gözler üzerimize dönmüştü
Bana şokla bakan o gözlere hafifçe tebessüm ettim. Üzerine eğildiğimde ise sessizce fısıldadım.
“Sen. Sen kızıl? Hangi rolü üstlenerek buraya geldin?”
Kaşları dediğim ile çatılırken sinirinin her an bizi ortaya çıkartabileceğini biliyordum. Tebessümüm yarıda kesilirken ise ona bir adım daha yaklaştım.
“Eğer beni yakmaya çalışırsan karakolun ortasında olay çıkartacağıma emin olabilirsin Ayaz Kartal.”
Kulağına fısıldadığım ile bedeni gerilse de herkese inat o tebessüm etmeyi seçti. Ki olay farklı anlaşılsın. Ellerini sertçe üzerimden çektiğimde geri adım atacaktım ki o herkesin içerisinde belimden tuttuğu gibi bedenimi bedenine çekti. Göz kırpıp yüksek sesle söylediği ise en olmayacak şeydi.
“Akşam görüşürüz o zaman.”
Bu dediği ile karşımızda olan beden doğruca bize doğru geldiğinde o daha da sırıttı. Pislik. Korlu’yu kızdırmak için her türlü yolu deniyordu. Ve evet. Başarılı olmuştu. Bedenlerimiz güçlü kollar tarafından bir anda ayrıldığında düşme tehlikesi geçiriyordum.
“Lan! Canına mı susadın sen!”
Bağırışlar bahçede yankılanırken beni tutan kişi Yiğit oldu. Ben şokla karşımda ki birbirine yapışmış iki adamı izlerken çocukluğum elbette ki keyifle kahkaha attı.
“Sanırım bir saat daha karakoldayız gibi.”
Küçük maviler alayla konuştuğunda ise gözlerimi kapatmadan önce son gördüğüm Eren’in attığı yumruk olmuştu.
...
Sikerdim böyle işi. Zamanım yoktu ve bir biçimde sürekli oyalanıyordum. Bir saat daha bu lanet yerde kalmıştım. Kimin yüzünden peki? Elbette ki Eren ve Ayaz yüzünden. Birbirlerini polislerin önünde parçalamadıkları kalmıştı sadece. Çıkışa doğru yürüyeceğimde su sebilini görmem ile yönüm değişti. Üç dört saattir bir şey içip yemeden öylece ifade veriyordum.
Yiğit ve Kaan çıkışta bekliyor olmalılardı. Berk de onların içindeydi yüksek ihtimalle. Bir de Ayaz’ın sağ kolu Cenk. Kısaca tüm herkes oradaydı. Benim ise gözlerim yeni gördüğüm o yerdeydi. Koridor sonunda ki kapı bir bahçeye mi açılıyordu? Hafifçe sırıttım. Gözlerim orada oyalanırken ise sudan bir yudum içtim. Güzel. Kaçacağım yeri bulmuştum. Pet bardağı çöpe attığımda son bir kez etrafıma bakma-
Dibimde gördüğüm yüz ile yerimden sıçradığımda elim kalbime gitti. Onun gözleri ifademde gezinirken ben hala hızla çarpan kalbimi düzene sokmaya çalışıyordum. Nasıl anlamamıştım?
“Ne yapıyorsun sen?”
Çocukluğum hem tüm duygularımı bir arada tutmaya çalışırken hem de korku anını atlatmakla uğraşıyordu. Lakin anlamadığı şey kalbimde ki korku geçse bile o hızın geçmeyeceğiydi.
“İfademi verdim.”
Sessizce söylediği şey ile kaşlarım çatıldı. Ciddi miydi şuan? Ben onu mu soruyordum? Siyahlar yüzümde gezinirken onunla kendi başıma hiç yalnız kalmadığımı hatırlamam hiç iyi olmadı.
“Sonra da sana geldim.”
Aferin mi demeliydim şimdi? Çocukluğum gerilmeye başladığında fısıldadı.
“Bir tokadı da ben atmayı öneriyorum.”
Onun dediği ile gözlerim yüzünde dolaştı. Yanağında moraracağına emin olduğum bir yumruk izi vardı. Bir de kaşında kanadığını gösteren o yara. Duygularım ona karşı hafiflemeye başlamıştı. Lanet olsun ki benim kalbim çok masumdu. Sevdi mi çok güzel seviyordu ama... Ama onu sevemezdik işte.
Cevabına karşılık anlıyormuş gibi başımı salladım. Ardından derin bir nefes verdim.
“Güzel. Akşam görüşürüz o halde.”
Dediğim ile arkamı dönmüştüm ki bileğimden yakalandım. Elbette ki beni hemen bırakacağını düşünmemiştim. Ancak bana temas etmemesi gerektiğini artık bilmeliydi. Gözlerim hızla ona döndüğünde hafifçe dediğime sırıttı.
“Çisem.”
Çisem. Adım. Ondan adımı duymak garipti. Hafif tebessüm eden yüzü düzelse de özlem dolu gözleri yüzümde gezindi. Eli hala bileğimdeyken kurtarmak adına çektim ama bırakmadı. Benim kaşlarım çatıldığında ona dünü hatırlatacaktım ki benim yerime kendisi konuştu.
“Dün olanları...”
Cümlesi yarım kaldığında ona döndüm. Onu öpmemden bahsediyordu. Dediklerimi. Peki bunu hala nasıl böyle yüzsüzce söyleyebiliyordu? Ben sinirle elimi çektim ondan.
“Unutmuşsun sanırım olanları.”
Ondan bir adım uzaklaştığımda kömür gözleri yüzümde gezindi. Ardından sakince başını olumsuzca salladı. Tüm olan bitenden sonra biraz fazla sakin değil miydi? Kalbim karşımda olan ifadesiyle her geçen saniye daha da hızlanırken o konuştu.
“Aksine. Düşündüm.”
Düşünmüş müydü? Bu düşünmüş haliydi yani öyle mi? Kaşlarım çatıldığında o bana bir adım attığında sinirle uzaklaştım.
“Düşündüğüne emin misin?”
Gözleri ifademde gezinirken yüzüne yine o tebessümü yerleştirdi. Ardından tekrar bir adım attı.
“Evet.”
Ben bir adım daha gerilediğimde bu hali beni korkutmaya başlamıştı. Çünkü akıl sağlığı olan bir insan dünden sonra yüzüme bakamazdı. O ise pişkin pişkin sırıtıyordu. Bir adım daha attığında sinirle nerede olduğumu umursamadan bağırdım.
“Siktir git Korlu!”
Kalbim daha da hızlandığında daha fazla duramadan hızla arkamı döndüm. Bilerek yapıyordu. Gördüğüm o kapıya doğru ilerlediğimde adımlarım koşar bir hal aldı. Çocukluğum bu yaptığıma sinir olsa da o da beklemiyordu bunu. Çünkü üstün taraf bizken o kendisiymiş gibi davranmıştı. Kapıyı açtığım gibi nerede olduğuma bakmıştım ki en beklenmedik o anda oldu. Belimden kavrandığı gibi bedenim başka bir bedene çekildiğinde kapanan kapıyı ve sırtımın ardında kalan o bedeni hissettim.
“Gitmiyorum.”
Nefesini boynumdan hissettiğimde ellerim belime sarılı ellerini buldu. Çok ileriye gitmişti. Buna ise çocukluğum sinirlenmişti. O inat ederek bırakmadığında bu sefer kendimden bile beklemediğim bir şey yaptım. Kafamı ona doğru çevirdiğimde gözlerle karşılaşmıştım ki çocukluğum kalbime izin vermeden...
Aman Allah’ım. Elleri bedenimden çözülürken bunu yapmayı ben bile beklemiyordum. O acıyla burnunu tutarken adama resmen kafa atmıştım.
“Bir daha dokunmaya kalksın o zaman gör bakalım nerelerine bir şeyler atıyorum!”
Çocukluğum sinirle bağırdığında benim de bedenime sinir doldu. Haklıydı.
“Çisem!”
Sinirle adımı söylediğinde burnunu tutuyordu. Oh olsun! Başka bir kadınla öpüşüp bana dokunmak! Oldu. Başka bir isteği var mıydı?
“Bir daha bana dokunma!”
Ondan tekrar uzaklaşacaktım ki bileğimden tuttuğu gibi beni yine kendisine çekip bu sefer sırtımı kapattığı kapıya yasladı. Ani gelişme ile ona saldıracaktım ki bu sefer ellerini dokunmadığını göstermek için havaya kaldırdı. Masummuş gibi kızarık bir burunla yüzüme bakarken burnundan akan kan ile küfretti. Eli tekrar burnunu bulurken içimde bir yerler cız etti. Çok mu sert vurmuştum?
“İyi oldu.”
Çocukluğum hala sinirle konuştuğunda ben kaşlarım çatık ona baktım.
“Vazgeçmeyecek misin sen?”
Ona artık bıkkınlıkla sorduğum soru ile başını yukarı kaldırdı.
“Neyden?”
Kanı durdurmak istediği belliydi. Lakin gözlerimin açıkta kalan boynunu görmesi pek hoş bir durum olmamıştı.
“Sürekli karşıma çıkmaktan.”
Dediğim ile gözleri beni bulduğunda eliyle burnuna sertçe bastırıp hafifçe sırıttı.
“Bende sana çıkan her yol mübah Kalen.”
Dediği ile kalbim ayrı bir evrene göç ederken diyecek bir kelime bulamadım. Çocukluğum bunu beklemezken sadece onun tam bir salak olduğuna emindi. Çünkü dünden sonra hala karşıma çıkabilmesi bir aptal cesaretiydi. Suskunluğum ile gülüşü büyüdüğünde elini yavaşça burnundan ayırdı. Küçük bir kan bu yaptığı ile dudaklarına doğru kendine yol oluşturdu gözlerimin önünde.
Öpmek istedim. Hiçbir şey olmamış gibi öpmek istedim. Ama bildiğim bir başka şey o dudakların sadece bana ait olmadığıydı. Ve kalbinin tamamen bana dönük olmadığı. Zihninin bana güvenmediğiydi tüm bildiklerim. Bana doğru yaklaştığında bir el kapıya yaslanırken biz yine fazla sessizdik.
Belki... Belki o bana biraz olsa inansaydı, biraz olsun sadece beni sevseydi ona karşı bu kadar kin dolu olmazdım.
“Peki sen?”
Fısıltısıyla gözlerim gözlerine tırmanırken bir eli açıkta kalan saçımı buldu. Çocukluğum yutkunduğunda artık bu işe bir son verecekti.
“Ne ben?”
Dediğim ile gülüşü büyüdü.
“Sen Kalen, sen vazgeçmeyecek misin sürekli kaçmaktan?”
Çocukluğum daha da gerildi. Biz ondan falan kaçmıyorduk.
“Her halinle.”
Fısıltısıyla bana eğildiğinde çocuklum sinirle gülmeye başladı.
“Ben senden kaçmıyorum.”
Siyahlar yüzümün ayrıntılarında gezinirken ikimizde yüzümüzde olan yaralarda ekstra oyalanıyorduk. Ve evet. O yaraları birbirimize açan bizdik.
“Emin misin?”
Gözleri dudaklarıma kaydığında bir yandan önümde olan saçı geriye itekledi. Çok yakındı. Başımı olumluca salladığımda kısa süreliğine harelerimiz yeniden buluştu.
“Güzel. Bu demek oluyor ki dün dediklerinin arkasındasın.”
Bedenimi yavaşça dikleştirdiğimde çocukluğum da artık gerilmeye başlamıştı. Yine de ortama uyum sağlayarak onun gibi fısıldadım.
“Evet.”
Bana biraz daha yaklaştığında artık çocukluğumun bile engel olamayacağı bir kalp atışım vardı. Ve en büyük korkum bunu onun hissetmesiydi.
“Sevindim.”
Dediği ile bu sefer sinirle istemsizce ben de gülümsedim.
“Sen ne dediğinin farkında mısın?”
Cümlem ile gözleri yüzümde gezinmeye devam ederken birkaç saniye durdu. Ardından o da benim gibi tebessüm etti. Lakin beklemediğim şey saçımda olan elini omzumun üzerinden kalbime doğru sürmesi oldu. Beni şok eden ise sanki omuzumda olan kesiği ezberlemişçesine oraya geldiğinde tüy dokunup oyalanması ve yoluna devam etmesi olmuştu. Kalbim bu hareketiyle daha da hızlandığında o sanki bunu biliyormuş gibi avuç içini kalbime bastırdı. Çocukluğum benim açığa çıkmam ile donuklaşırken karşımda zafer kazanmış o yüze baktı.
Kömür gözler. İşte bu sefer gözleri doğruca bana bakıyordu. Dün elini kalbime bastıran ben iken bu sefer açığa çıkan bendim yine. Tebessümü büyüdüğünde benim yüzüm onun aksine daha da soluyordu. O ise bana daha da yaklaştı. Ellerinin altında olan kalbim çırpınırken çocukluğumu bile şok edecek o sözleri kendisi söyledi.
“İstersen o zihninde sekiz farklı kişi oluştur Kalen.” Avuç içini iyice kalbime bastırdı. “Hepsi buraya bağlı olacak.” Üzerime biraz daha eğildiğinde ise tebessümü büyüdü. “Ve buranın tek sahibi var.”
Kastettiği kendisiydi. Göğsümde olan sıcak parmakları tenimden ayrıldığında kendi bedenini gösterdi.
“Benim. Ve tüm yollar ben de sana çıktığı gibi istemesen bile senin tüm yolların da bana bağlı.”
Üzerimden yavaşça doğrulduğunda sanki çocukluğumun sessizliği bile dediklerini kanıtlıyordu. Lakin zihnimde yatan o siniri hissediyordum.
“Şimdi istediğin kadar kaçabilirsin.”
Dediği ile çocukluğumda tüm her şey kopmuştu. Ona göre bu bir meydan okumaydı. Ve evet, o meydan okumayı kabul etmişti. Benden bir adım uzaklaştığında ise zorlukla tebessüm etmeye çalıştım ama olmadı. Tüm zihnimi dondurmuştu. Sinirle bir adım attığımda bu halime daha da güldü. Çocukluğum ise en sonunda kendine gelerek konuştu.
“Yanılıyorsun Korlu.”
Kömür gözlere döndüğümde bu halimi takmıyormuş gibiydi. Ama benim emin olduğum şey çocukluğumun bir şeye taktımı onu en sonuna kadar götüreceğiydi.
“İstersen dünyada ki tüm yollar sana çıksın.”
Çocukluğum ona döndüğünde gülen yüzü yavaşça durmuş diyeceğimi merak eder gibi bana bakıyordu.
“Gerekirse ömür boyu aynı noktada durur, sana tek bir adım bile atmam.”
Anlıyormuş gibi başını salladığında çocukluğum bu haline daha da sinir oldu.
“Dediğin gibi olsun Kalen. O halde ben sana gelirim.”
Sinirlerim iyice bozulurken çocukluğum hafifçe güldü. Ve işte korktuğum o şey gerçekleşti. Çocukluğum aklına gelen ile daha da güldüğünde tek dediği şey beni ürpertendi.
“Akşam görüşürüz Korlu.”
...
Acıyla gözlerimi kapattım. Bunun bu kadar acıyacağını bilsem şuan asla yaptırmazdım.
“Çisem Hanım ağrı kesici de etki etmediyse üzgünüm ama yapabileceğimiz bir şey yok.”
Ofladım. Hep Eren yüzündendi. Aptal çocukluğum onun yüzünden gaza gelmese başıma bunlar gelmezdi.
“Bunu her türlü yaptıracaktık.”
Çocukluğum konuştuğunda ona sinirle döndüm. O ise hala Eren’in dediklerine sinirliydi. Bu kadar gergin olması ise hayra alamet değildi.
“Sırf onun dedikleri yüzünden geldi bu başımıza.”
Bana dönen mavi gözler sadece susmam gerektiğini söylerken ben daha da şaşırdım.
“Sen niye takıldın ki bu kadar?”
Bana hala susmam gerektiğini söyler bir biçimde baktığında ben daha yeni yeni anlıyordum.
“Sakın.”
Dediğim ile sinirli yüzü bir anlık duraksadığında korkum Eren’in dediklerinde haklı çıkması olurdu.
“Sakın. Bana bunu yapamazsın anladın mı?”
Çocukluğum ifadesini değiştirdiğinde artık kendi kendime konuşmamı kimse yadırgamıyordu.
“Yok öyle bir şey.”
Çocukluğum sessizce konuştuğunda derin bir nefes verdim. İnşallah gerçekten de yoktur. Yoksa hapı yutmuştuk. Elim omzumun ardına gittiğinde birisi elimi tuttu.
“Çisem Hanım.”
Sinirle elimi kurtardığımda bağırdım.
“Acıyor!”
Onun yüzünden gitmiş aptal bir dövme yaptırmıştık. Neymiş? Savaş göstergesiymiş. Sıçardım savaşına! Canım acıyordu. Hayır onların boktan bir dövmesi vardı da biz niye onlara ayak uyduruyorduk?
“Sait için önemli belli ki!”
Çocukluğum da gerginlikle bağırdığında ben de bağırdım bu sefer.
“Ben yaşasam benim için de önemli olurdu o dövme!”
Dakikalardır insanlarla kavga etmem, daha doğrusu kendimle kavga etmem herkesi bezdirmişti. Ama haklıydım. Yiğit’ten öğrendiğimiz kadarıyla dövmenin önemi Sait’in bu güne gelmesiydi. Yani emin bile değildik aslında. Benim anladığım kadarıyla Sait küçük yaştayken bu tarz dövmeli bir adam onu dövmüş, sonrasında da bu yaşına kadar onu sefa edecek o aklı mı ne vermişti. Kısaca sikten boktan bir sebepti. Asıl saçma olan bizim bu dövmeyi yaptırmamız-
“Sus artık!”
Çocukluğum da bana bağırdığında sinirle oturduğum yerden ayağa kalktım.
“Orada susan sendin geri zekalı! Niye izin veriyorsun sırıtmasına! Vursana bir tane daha!”
Ben de ona bağırdığım da asıl konu elbette ki dövme falan değildi. Bedenim zaten yara bere içindeyken bir bulut dövmesinden gocunacak değildim. Bizi asıl bribirimize düşüren Eren Korlu’ya yenilişimizdi.
“Senin yüzünden!”
“Benim yüzümden mi!”
Hayretle bağırdığım da kafasını salladı.
“Adama kafa attığımızda bile için eridi! Ne yapmamı bekliyordun!”
Sinirle ellerim saçlarımı bulduğunda gözlerimi ondan ayırdım. Kökten delirmeme şu kadarcık kalmıştı. Mavilerim hayretle bana bakan iki kardeşi bulduğunda sinirim daha da arttı.
“Nereden bilebilirim ben dünden sonra gelip karşıma çıkabileceğini!”
Erdem dediklerimi anlamaya çalışırken Gökçe yerinde titriyordu. Lakin umurumda olan onlar değildi.
“Adam sayemizde delirdi çünkü!”
Çocukluğum da bağırdığında ona şokla döndüm.
“Pardon de deli olan ben değil sensin! Ayrıca bana bağırıp durmayı kes çünkü karşısında sus pus olan da sensin!”
“Sen de bana bağırma!”
İkimiz de birbirimize bağırdığımızda son kez ağzımı açacaktım ki bize engel olan Erdem’in gülmesi oldu. Şokla ikimiz de ona döndüğümüzde kimse bunu beklemiyordu. Erdem hala gülerken bir eliyle bedenimi işaret etti.
“Ne diye gülüyor bu?”
Çocukluğum sinirle konuştuğunda ben de gergindim.
“Sen baya baya hala deli gibi aşıksın Korlu’ya. Hatta çocukluğun bile elden gitmeye başlamış.”
Erdem gülerken söylediği ile ikimiz de yerimizde donup kalırken ben şokla çocukluğuma döndüm. O ise doğruca Erdem’e bakıyordu. Ne demek çocukluğum bile elden gitmiş?
“Ne diyor bu?”
Bu sefer ona ben sorduğumda bana döndü.
“Saçmalamayın!”
Gür bir biçimde bağırdığında mavi gözlere baktım. Gerçekten saçmalamış olurduk. Erdem hala gülerken ben de istemsizce gülmeye başladım.
“Yok öyle bir şey.”
Bir yandan gülüyor bir yandan çocukluğuma bakıyordum.
“Tabi ki yok öyle bir şey.”
Çocukluğum bana arkasını döndüğünde ise aklıma yer edinen şey beni çoktan korkutmaya başlamıştı.
“O zaman niye susup kaldın sen?”
Yanına doğru yaklaşmıştım ki aniden bağırmasını beklemiyordum.
“Bir yandan seni bir yandan da o deliyi idare etmek kolay mı sanıyorsun sen!”
Bana döndüğünde sinirle bakıyordu.
“Adamı dün bir öldürmediğimiz kaldı ama o hala karşıma çıkmış sırıtıyor. Öptüm lan! Öptüm. Öptüm! Daha ne yapabilir-”
Kendi sözünü kendisi kestiğinde bir süre durdu. Ona baktığımda devam etmesini bekliyordum.
“Evet. Öptün. Daha ne yapabilirsin?”
Çocukluğumun mavileri bana döndüğünde hafifçe sırıttı.
“Yapacağım her şeye tamam mısın?”
Kaşlarım çatıldığında o hevesle bana bakıyordu. Ardından kendisini açıklama gereğinde bulundu.
“Bak bu güne kadar herkesi zaafından vurduk. Ama kimse sonrasında çıkıp karşımıza gülemedi. Bu adam ise hala sırıtabiliyor. Sinirimi bozan bu. Ben de ne gerekiyorsa onu yapacağı-”
“Ne bok yersen ye!”
Açıklaması canımı sıkmaya başlamıştı. Çocukluğum hevesle gülmeye başladığında ben tekrar bana bakan gözlerle karşılaştım. Erdem hala ne yapacağımı anlamaya çalışır gibiydi. Gökçe de artık olayı kavramaya çalışıyordu. Lakin bu imkansızdı.
“O zaman ilk planı devreye sokuyor muyuz?”
Başımı olumluca salladım. Buraya geleli bir saat olmuştu. Ayaz’ın adamları olsa da benden korkup kızıla haber uçurabileceklerini sanmıyordum. Hele ki bir saattir kendim ile tartıştığımı düşünürsek.
Gökçe ve Erdem ise ilk geldiğimde korkmuş lakin sonrasında kavgamı izlemeye başlamışlardı. Ancak asıl olacaklar şimdi başlıyordu. Elimi kaldırdığımda omzum sızlasa da umursamadım. Hem önden Eflal’in kesmiş olduğu, hem de arkasına dövme yaptırdığım zavallı omzum.
“Buyurun Çisem Hanım.”
Adam hemen bana doğru yaklaştığında kaldırmış olduğum elim doğruca Erdem’i buldu.
“Çıkarın onu dışarıya ve bir yere gitmesine izin vermeyin.”
Ani konu değişikliğini kimse beklemese de ben asıl şimdi başlıyordum. Kerem. Evet. İçim soğumamıştı.
“Ne?”
Gökçe korkuyla konuştuğunda iki adam Erdem’e doğru ilerledi. Erdem ise çatık kaşlarla bana bakıyordu.
“Çisem. Yapma.”
Donuk ifadem insanları korkutmaya yetiyordu. Çünkü hiç kimse yanımda ki canavarın aklına yetişemezdi. Adamlar Erdem’in koluna girdiğinde Gökçe korkuyla kardeşine baktı.
“Çisem!”
Erdem sinirle bağırdığında bana bakıyordu.
“Sakın ona bir şey yapayım deme! Çisem!”
Kardeşi için endişelenen beden bana yalvarırken kapı açıldı.
“Erdem!”
Gökçe karşımda korkuyla bağırdığında kardeşi çoktan çıkartılmıştı.
“Çisem!”
Dışarıdan son bir kez daha onun sesi duyulduğunda Gökçe’nin gözleri korkuyla hemen dolmaya başlamıştı. Evet. Delinin tekiydim. Ama bir deli sevdi mi kendisini bile harcardı. Ve ben çok sevmiştim.
“Ona bir şey yapma. Lütfen.”
Gökçe’nin gözlerinden bir yaş süzüldüğünde ben yanımda olan adama konuştum.
“İçecek ve yiyecek götürün. Erdem bize lazım.”
Dediğim ile Gökçe derin bir nefes verdiğinde ben hafifçe gülümsedim. O sırada kapı tekrar açıldı. Gözlerim oraya döndüğünde dakikalar önce istediğim şey gelmişti. Adamın birisi önüme sandalye çektiğinde sakince oturdum. Yaralarıma pansuman gerekiyordu. Saat geç olmuştu ve ben daha davete hazır değildim.
“İstediğim elbise geldi mi?”
Adam önüme çöktüğünde başını olumluca salladı.
“Evet. İkisi de geldi.”
Tebessümüm yavaşça büyüdü.
“Güzel. Getirin görsün.”
Gökçe olan biteni anlamaya çalışırken omzuma değen o soğuk sıvıyla derin bir nefes verdim. Dakikalar sonunda ise kapının tekrar açılıp kapanmasıyla önümüzde bir adam durdu.
“Bu ne?”
Gökçe çaresizce soru sorduğunda getirilen elbiseye baktım. Krem renginde bir elbiseydi.
“Elbisen.”
Bilerek açık renk seçmiştim. Kan rengi daha belirgin olsun diye. İnsanlar beni görsün diye. Gökçe’ye döndüğümde kızcağız hiçbir şey anlamamıştı.
“Ne?”
Göz yaşları son bulurken omzuma yapılan pansuman canımı acıtıyordu. Derin bir nefes verdim.
“Akşam davete sen de geleceksin.”
Gökçe bunu anlamazken ben adamlara onu işaret ettim.
“Burada güzelce hazırlanacak. Makyaj, saç, duş her şeyi yapacak. Anladınız mı?”
Adamın birisinden onay aldığımda Gökçe hala anlamıyordu.
“Çisem...”
Anlamadığını belli eder gibi konuştuğunda adamın elbisenin yanında getirdiği çantayı istedim.
“Çanta.”
Adam nazikçe yanıma geldiğinde çantayı bana uzattı. Krem elbiseye benzer krem bir çanta seçmiştim ona da. Çantayı yavaşça açtım.
“Bu gece her şeyi ayrıntısıyla planladım Gökçe.”
Gökçe’ye döndüğümde anlamıyordu.
“Anlatmamı ister misin?””
Kızın sesi çıkmazken ben heyecanıma yenik düşüp hemen konuştum.
“İlk olarak davete yetişemeyeceğim için yüksek ihtimalle geç kalacağım. Geldiğimde ise biraz keyif yapıp sonra herkesi yemek için ayırdığım yerde toplayacağım.”
Kız hala anlamaya çalışırken ben bir ekleme yaptım.
“Bu arada Erdem de katılacak bu davete. Lakin sen sonradan geleceksin. Çünkü ikinci büyük sürprizim sen olacaksın.”
O hala anlamaya çalışırken ise fısıldadı.
“Ne sürprizi? Ben... Ben anlamıyorum.”
Hafifçe gülümsediğimde sandalyeden ona doğru eğildim ve çantanın içerisinden çıkardığım siyah tabancayı ona gösterdim. Gördüğü şey ile donuklaşan kıza ise o acı haberi vermekten gocunmadım.
“Kendini öldüreceksin Gökçe.”
...
“Anladın mı beni?”
Bornozla aynadan kendime bakarken bir yandan da sorumu sormuştum. Lakin soruma yanıt gelmemişti. Aynadan ardımda kalan bedene baktım. Erdem. Giydiği takım elbise tam onun bedenine göreydi.
“Anladım.”
Hafifçe güldüğümde ona döndüm.
“Eğer olurda Eren’e veya başkasına bir şey belli ederse-”
“Gökçe ölür! Anladım diyorum.”
Sinirle bana döndüğünde yavaşça tebessüm ettim.
“Ne güzel.”
Kardeşinin her türlü öleceğini bilmesine gerek yoktu. Kendisi davetteyken Gökçe’nin elimde olduğunu bilmesi yeterliydi. İki kardeşi de birbiriyle tehdit etmiştim. Sadece Erdem planın bir kısmını bilmiyordu. Gökçe ise eğer o silahı kafasına doğrultmaz ise Erdem’in öleceğini biliyordu. Kısaca ikisi de birbirine takılmış, öylece ölümü bekliyorlardı. Lakin ölecek olan tek kişi Gökçe olacaktı. Ve bu da onun kendi cezasıydı.
Onun için elimi kana bulamayacaktım. O kendi cezasını kendisi verecekti. Ve bana göre bir insan için en ağır ceza buydu. Kendisini bir başkası için öldürmek. Aynı Kerem’e yaptığı gibi...
“Peki bu senin ne işine yarayacak?”
Erdem sessizce konuştuğunda onu takmadım. Gecenin sonunda şahit olacaktı o da herkes gibi ne işime yaradığını. Yavaşça elbiseme doğru ilerledim. Siyahın en güzel tonu olan o elbise resmen bana göz kırpıyordu. Hafifçe tebessüm ettiğimde mırıldandım.
“Zamanı gelince herkes gibi anlayacaksın.”
...
Eren Korlu
“Nerede bu kız?”
Soru masa da dağılıp giderken gözlerim etrafta bir kez daha gezindi. Gülen insanlar, içkiler, özenle giyilmiş şık kıyafetler, makyajlar, arkadan gelen müzik... Elim kravatımı buldu. Her geçen dakikada daha da içeriye çekiliyor gibiydim.
“Bilmiyorum.”
Kravatımı olabildiğince gevşetmeye çalışırken Aras’ın sorusuna Kaan yanıt vermişti. Neredeydi? Boynumdan uzaklaşan elim içki bardağına uzandı.
“Bir saati geçti.”
Kaan cümlesinden sonra gözlerini bana diktiğinde umursamadım. Bataklığa batmadan önce son çırpınışlarım gibi geliyordu.
“Seni parmağımda kukla gibi çevirecek, intikamım son bulduğunda ise bir kenara atacağım.”
Bataklığım oydu evet. Herkesi mahvedeceğini o gözlerde görmüştüm. Sakin kalmaya çalışsam da o gözler gözümün önünden gitmiyordu işte. İntikam istiyordu. İsteği buydu. Her ne kadar bugün karşısına çıkıp ona meydan okusam da... O yaşıyordu. Bugün ellerimin altında atan kalbi kanıtıydı. Ama onu öldürebilecek o gözler de yaşıyordu. Ve ne yapacağı belirsizdi. Tuttuğum bardağı sıktım.
“Herkes geldi. Asıl sorun o.”
Aras sıkıntıyla etrafa baktığında mecburen ben de gözlerimi çevirdim. Sait birileriyle konuşuyordu. Eflal ortalarda yoktu. Aylin gülerek kadınlara bir şeyler anlatırken en canımı sıkan kişi de oradaydı. Yasin. Yasin Kalen. Bardağı daha da sıktım. Bu kız babasını bile çağırdıysa gerçeği söylemek gerekirse sıçmıştık. Yasin’in de gözleri bize odaklandığında tebessüm etti. Lakin gülüşünün ardında sakladığı korku gözle görülürdü. Normalde buraya gelebilecek rahatlıkta olan bedeni şimdi bizden gözlerini kaçırmıştı.
“Herkes gelmedi.”
Sessizce konuştum. Ortada ne Eflal, ne Erdem’gil, ne de Ayaz vardı. En önemlisi ise bana akşam görüşürüz diyen o maviler. O yoktu. Bana dün ve bugün olanlardan sonra nasıl geleceğinden çekiniyordum evet. Ama ona olan özlemim... İşte tüm bunlara değerdi. Korkuyordum. Öğreneceklerinden ve olacaklardan deli gibi korkuyordum. Canının çok yanmasından korkuyordum ve elimden bir şey gelmiyordu.
“Babam bile geldiğine göre diğerlerinin gelmesi yakındır.”
Bulut’un gözleri bardakta somurtan bir yüzle dolaşırken ona baktım. Yüzü uzun zamandır gülmüyordu.
“Babam diyebilmen ilginç.”
Kaan acısını kimseyi umursamadan dışarıya bitkin bir biçimde vurduğunda kimse umurunda değildi. Önünde olan içkiyi de bitirdiğinde ayakta duramayacak bir haldeydi artık.
“Kaan.”
Onu uyaran bir biçimde konuştuğumda gözleri sinirle bana döndü. Tam konuşacağında ise bizi bölen bir şey oldu o andan. Bizim sohbetimiz kapıya hızlı adımlarla koşan onca gazeteci ile son buldu. Ben ise aklıma gelen ilk isimle oraya doğru bir adım atmıştım ki gelen kişiyi görene kadar.
“Çise-”
Aras’ın sözleri yarıda kesilirken kapıdan giren kişi farklıydı. Kamere flaşları kapının önünde yankılanırken derin bir nefes verdim ve arkamı sakince döndüm.
“Eflal Hanım!”
Bir bağırış kimin geldiğini herkese duyurduğunda bize doğru yaklaşan bir diğer kişi Deniz’di. Gözleri sinirle kapıdaydı. Hemen ardından ise o gözler beni buldu. İğrenircesine bakması ise beni bitiren oldu. Gözlerimi ondan kaçırdığımda salona giriş yaptıklarını seslerden anladım. Yanıma Aras yaklaştığında derin bir nefes verdi.
“Yarım saat boyunca sürer bu Eflal’in medyaya havası. Yandık.”
Elime içkiyi aldığımda onu sessizce onayladım. Başımı sakince çevirdiğimde giydiği uzun elbiseye baktım. Saçlarını bağlamış, gülerek sorulan sorulara cevap veriyordu. İçkimden bir yudum aldım. Onunla o günden sonra hiç konuşmamıştık. Ve konuşacaktım. Ama farklı olacaktı. Yaptığı pisliği misliyle ödeyecekti. Şımarıklığının bedelini ona bu sefer ben ödetecektim. Bu zamana kadar yaptığı her bir şeyi kenara çekmiştim. Nişanda yaptıkları, beni bir kenara itişi, geçmişte yaşanan onca olay... Onlarda susmuştum. Çünkü yaptığı bana dokunmuştu. Ama bu sefer. İşte bu sefer susamazdım. Çünkü yaptığı mavilerime dokunmuştu. Çocuk gibi gülen, onca pisliğin arasında masum kalan o kıza dokunmuştu. Kaçak’ıma dokunmuştu. Sinirlerim yerine gelirken bardağı daha da sıktım.
“Sakin.”
Omzumda bir el hissettiğimde duyduğum yeni sesle o gözleri gördüm. Kaşlarım çatıldı.
“Erdem.”
Hafifçe tebessüm etti. Kaç saattir ikisinin telefonuna da ulaşamıyordum. Ona doğru döndüğümde yüzünde ki yarayı gördüm.
“Neredesin sen kaç saattir? Gökçe nerede?”
Dediğim ile birkaç saniye durdu. Ardından hafifçe sırıttı.
“Gökçe hasta ya. Bilirsin hastalandı mı nazından kurtulamazsın. Onunla uğraştım. O yüzden gelemedi.”
Anlıyormuş gibi başımı salladım. Lakin işin içinde bir bok olduğu belliydi. Yoksa yıllardır tanıdığım bu adam ömrü hayatında bana bu kadar açıklama yapmamıştı. Ayrıca yüzünden de belliydi.
“Erde-”
Bir sesin gelmesiyle sözüm yarıda kesilirken ne olduğunu anlayamadım. Ancak içeride yeni bir gürültü koptu. Benim gözlerim ise halen Erdem’deydi ki o sesi duyana kadar.
“Çisem!”
Kaan’ın sesiyle bedenim donuklaştığında her şeyi boş verdim. Siyahlarım arkasını döndüğünde içimi heyecan mı korku mu kapladı emin değildim. Eflal’in önünde olan topluluk gelen isim ile ona doğru ilerlerken topluluktan göremedim ilk. Yönümü tamamen görmek adına döndüğümde ise ilerledim. Kaçak.
“Kaçak yok!”
Ne derse desin. Oradaydı. Bunu her ne yaparsa yapsın kabullenmeyecektim. O maviler bana baktığı müddetçe ben inanacaktım. Bir adım daha attığım da Kaan ile yan yanaydık. Gözlerim onu arıyordu. Neredeydi? Göremiyor-
“Bak. Kaçak orada mı bak? Kaçak’ı geçtim Çisem sence artık var mı?”
Zihnimde sözleri yankılansa da ben bir kez daha bugün elimde atan kalbine tutunup reddetmek istedim. Çünkü gördüğüm kadın... Gördüğüm kadının Kaçak olması için her şeyi yapardım şu hayatta. Ve o olacaktı. İçimde ki o umut, can verinceye kadar atacaktı. Ve bunu kendisi bile söndüremeyecekti.
Bir adam ceketini omuzlarından indirdiğinde ilk defa gördüm onu böyle. Giydiği simsiyah elbise beyaz kalan tenini açığa sermişti. Kahve saçları omuzlarından süzülürken nazikçe gülümsedi. Sürdüğü bordo rujda takılı kaldı gözlerim. O nazik gülüşü utandığında ortaya çıkardı genelde. Mavi gözlerini daha da ortaya nasıl çıkardığını bilmiyordum ama... Çok güzeldi. Çok çok güzeldi. Gözlerim bir kez daha onda gezinmişti ki olan o anda oldu.
“Benim için herhangi birisin Korlu. Uyarıyorum seni. Karşıma çıkarsan seni bitiririm.”
Maviler benimle denk düştüğünde gülüşü donuklaştı. Benim ise artık emin olduğum tek bir şey daha vardı. Bugün emin değildim lakin artık emindim. Karşısına çıktığımda ilk çekinmiştim lakin... Beni bitirebilirdi. Ben onu bitirmiştim. Şuan tek isteğim ise bu kadının beni yok etmesiydi. Yok etmeliydi ki...
Yok etmeliydi ki biz sıfırdan başlayalım.
...
Çisem Kalen
Tüm gözler, tüm gözler üzerimdeydi. Flaşlar patlıyordu. İnsanlar bana bakıyordu. Normal. Yaralarımı kapatmış, kendi çığlıklarımı bastırmış, güçlü durmuş, şık giyinmiştim. Ve savaşımı başlatmıştım. Dikişi belli olan omzum gözler önündeydi. Ve hemen onun ardında kalan siyah dövmem.
“Çok gaza geldim!”
Çocukluğum heyecanla bağırdığında istemsizce gülüşüm büyüdü. Gerçekten çocuktan farksızdı.
“Biraz sakin.”
Onu uyaran bir tonda mırıldandım. En korktuğum şuan bir delilik yapmasıydı.
“Korkuların başına gelecek Kalen.”
Adımlarımız durduğunda çocukluğumun heyecanı belliydi. Ona bakan o gözler. Ve hırsı. İşte şimdi yanmıştık. Pardon. Yanmışlardı.
Sait. Sait Uluç. Doğruca bana bakıyor ve bu halime gülüyordu. Anlaşılan ciddiye alınmamıştım. Ona baktığımı bildiğinden dolayı gülerek bardağını bana kaldırdı.
“Hadi! Hadi lütfen gidelim!”
Çocukluğum ayaklarımı çoktan yürütmeye başladığında yüzümde olan gülümseme daha da büyüdü. Yaşlı adam ona yaklaşmam ile bardağını sakince indirdiğinde bulunduğu masaya yaklaştım.
“Çisem Kaya.”
Soy adımı vurguladığında tebessümüm büyüdü. Ben de onun gibi yapmaktan çekinmedim.
“Sait. Ünlü iş insanı, yardımsever Sait Uluç.”
Dediğim ile gülüşü büyüdü. Önüme bir içki bırakıldığında gözleri üzerimde gezindi.
“Demek sonunda kendini bu hale soktun?”
Gözleri aşağılayıcı bir şekilde yüzüme döndüğünde başını kınar gibi olumsuzca salladı.
“Olmamış kızım.”
Dediğine gülmeye başladığımda çocukluğum çok keyifliydi. Ben de bu keyfinin tadını çıkarmasına izin vermedim.
“Demek sen de olmamış dediğin bu kızın kapısına kadar geldin. Farkında mısın Sait?”
Dediğim ile donuklaşan yüzüne bakarak bardağımı bardağına vurdum.
“Olmadı Sait.”
İçkimden bir yudum aldığımda bozuntuya vermemeye çalışarak o da kendininkinden içti. Ardından konu değiştirmek adına mırıldandı.
“O akşamdan sonra kaçtın sanmıştım.”
Dediğine yavaşça tebessüm ettim.
“Yine yanılttım yani seni.”
Gözleri üzerimde gezindi. Ben ise bardağımı masaya bıraktığımda mırıldandım.
“Ben bir tahmin yapayım o zaman.”
Ona doğru bir adım yaklaştım masanın etrafında. Günlerin acısını çıkartacaktım.
“Bu akşamdan sonra bir daha bana bu gözlerle bakamayacaksın. Sait, Uluç.”
Kelimelerim doğruca ona yönelikken sırıttı. Ardından o da bana doğru bir adım attı.
“Madem bu kadar cesaretlisin, kızıma yaptığının bedelini ödeyeceksin. Çisem, Kalen.”
Ona elimi uzattığımda bir elime bir bana baktı. Bu bir meydan okumaydı. Elimi gülerek tuttuğunda ise ona acı gerçeği söyledim.
“Kızına yaptıklarım yapacaklarımın yanında bir hiç. Ama sen kızına değil, kendin için üzülmelisin.”
Saygı çerçeveleri artık yoktu. Dediklerimin ardından elimi çektiğimde o hala tebessümle bana baktı.
“Öğreneceklerin canını yakacak Kalen.”
Öğreneceklerime verdiğim tepki canlarını çok yakacaktı. Ona sadece tebessümle karşılık verdim. Ardından sakince arkamı döndüm. Ve beni izleyen bir diğer o kişi. Yeşil gözler. Eflal. Nefret kusan bakışları üzerimde gezinirken Sait’e son bir uyarı yaptım.
“Kızına sahip çıkmalısın.”
...
“Sizi en kısa zamanda tekrar görmek isterim.”
Adam bana kartını uzattığında yavaşça tebessüm ettim.
“Elbette. En kısa zaman da sizi ziyaret edeceğime emin olabilirsiniz.”
Kartı yavaşça aldığımda çocukluğum sıkıntıdan ölecekti. Bir günde aldığımız kaçıncı karttı kim bilir. Karta yavaşça göz gezdirdiğimde adamın adının Selim olduğunu öğrendim. Sanırım bunu tanışırken belirtmişti lakin unutmuştum. Gözlerimi kaldırdığımda onun bana benzer mavileri omuzumda geziniyordu. Ona baktığımı görünce boğazını temizledi.
“Pardon. Merakımdan soruyorum ama bu nasıl oldu?”
Omzumda olan açık yaraya göz gezdirdim. Bıçak yarası. Yeni tanıştığım her bir kişinin gözleri oramdaydı. Tanışmadıklarımın ise dövmemde. Hafifçe güldüm. Tam ağzımı açıp konuşacağımda ise sözümü başka bir beden kesti.
“Kaza.”
Duyduğum kadın sesiyle gözlerim oraya dönerken bedenim gerildi. Eflal. Çantasını masaya bıraktığında dakikaların sonunda yanıma gelmeye cesaret eden ilk kişiydi.
“Yani ben kaza diye biliyorum Selim Bey.”
Kendisini açıkladığında bana meydan okurcasına bakıyordu. Yazık. Ona yaptıklarımı öğrendiğinde çok yazık olacaktı.
“Ah öyle mi? Çok geçmiş olsun. Kötü gözüküyor.”
Burada ki herkesi tanıyordu. Bunu ben de yapacaktım. Gözlerim Selim denen o adama döndüğünde tebessüm ettim.
“Teşekkürler. Kötü bir kazaydı evet. Ben de bir daha yaşanmaması adına kökten hallettim.”
Gözlerim Eflal’i bulduğunda çocukluğum eğlencenin geldiğini bildiğinden çoktan bedenimi sarmıştı. Eflal dediğime alayla sırıttı.
“Kazalar halledilemez Çisem Hanım. Bir anda olur ve siz engel olamazsınız.”
Ciddi miydi bu salak? Ellerimi masanın üzerine koyduğumda ona doğru eğildim.
“O halde siz de çok dikkatli olmalısınız Eflal Hanım. Bir bakmışsınız kaza hemen yanı başınızda.”
Elleri karşımda yumruk olurken hala sırıtmaya devam etti.
“Ka-”
“Hanımlar. Ben gitsem iyi olacak.”
Selim denen adam onun sözünü yarıda keserken ben tebessümle adama döndüm.
“Görüşmek üzere o halde.”
Sanırım adamcağızı korkutmuştuk. Elimi uzattığımda kibarca sıktı. Ardından son bir kez daha selam verip arkasını döndü. Biz ise sonunda yan yana kaldık. Gözlerim yeşil gözlerini bulduğunda salonda gereksiz bir sessizlik vardı. Bir saattir sadece yeni kişiler ile tanışıyor, onca kişiyi görmezden geliyordum. Ve bana ilk yaklaşan o olmuştu. Yersiz cesaretini ise gün sonunda ben kesecektim.
“O geceden sonra akıllanırsın sanmıştım.”
Babasının kızı. Gözleri üzerimde dolaştığında omuzumda durdu. Ardından alayla güldü.
“Lakin sen aklınca bizimle savaşmaya çalışıyorsun.”
Dediklerine tepki vermeden dinledim. Gülüşüm yavaşça solmuştu. Çünkü o gece... O gece acı bir geceydi. Yutkunduğumda yeşillere tekrar döndüm. Ardından ağzımdan tek bir söz çıktı.
“Eflal. O gece için bir kez olsun pişman mısın?”
Benden bunu beklemiyordu. Çocukluğumu geri itmiştim. Çünkü gerçekten merak ediyordum. O gece bir cana mal olmuştu. Ve o can aramızda ki en zararsızdı. Eflal’in gülüşü kısa süreliğine durdu.
“Ne?”
Derin bir nefes verdim.
“Eğer o geceye geri dönme şansın olsa... O silahın patlamasına engel olur muydun?”
Tek merakım buydu. Eren’i öpmesi, beni bıçaklaması, ettiği laflar umurumda olanlar değildi. Gözleri gözlerimde oyalandığında benim gözlerim çoktan dolmuştu. Kerem.
O hassas bir noktaydı. Ve ben bu gün kendimi onun cevabına göre dizginleyecektim. Kendisi ise cevabını bana en net şekilde gösterdi. Hafifçe güldü.
“Bunu bana bir katil mi söylüyor peki?”
Bana doğru bir adım attığında aşağılayıcı gözleri üzerimde gezindi.
“O geceye tekrar dönsem sadece o sikiğin kafasına değil bir de sana sıkardım Kalen.”
Dediklerinden ardından gözümden bu gece ki en son yaşımı akıttım. Ardından çocukluğuma tüm kapılarımı açtım. Kendimi dizginlemek ha? Hafifçe gülmeye başladım. Kız bu ani duygu değişimim ile bana şokla bakarken elim akıttığım göz yaşını sildi.
“Güzel. O halde bu gece de ben yapacaklarım için pişman olmayacağım.”
Dediklerimden sonra o da sırıttı.
“Elinden geleni yap Çisem. Bu gece bir daha karşıma çıkamayacak olan sensin.”
Derin bir nefes verdim. Haklıydı. Bu geceyi uzatmanın manası yoktu. Ne olacaksa olmalı, çenelerini kesmeli, bedeller ödenmeliydi.
“Birlikte göreceğiz.”
Hafifçe tebessüm ettiğimde koridordan çıkan bedenler ile kızın yanından uzaklaşmam bir oldu. Daha fazla kalmama da gerek yoktu zaten.
“Ben bunu geceye kalmadan gebertirim.”
Çocukluğum yanımdan sinirle konuştuğunda şuan umurumda olan kız değildi. Salondan çıktığım gibi üst kata doğru ilerleyen koridora dönmüştüm ki...
“Kaan!”
Aras koridorda bağırdığında küfrettim. Kaan. Topuklularım hızla oraya yönelirken yere çömelmiş öksüren o kişi benim abimden başkası değildi.
“Kaan.”
Aras bir ona destek olurken hızla yanlarına koştum.
“Kaan!”
Tüm her şeyi silerdim. Bağırışım ile gözler bana döndüğünde ben hızla ona doğru eğildim.
“Çisem.”
Aras sessizce adımı söylediğinde dizlerimin üzerine çöktüm. O ise hala acı acı öksürüyordu.
“Ne oldu!”
Bedenim ne yapacağını şaşarken Aras sinirle konuştu.
“Çok içti sanırım bilmiyorum!”
Kaan’ın bir eli elimi bulduğunda korkuyla Aras’a döndüm.
“Su, su bul!”
O bir bana bir Kaan’a baktığında sinirle bağırdım.
“Duracağım yanında! Git su bul!”
Dediğimin ardından hızla su bulmaya gittiğinde ben elini sıktım. Yüzü bembeyazdı. Hay bunu ona yapan aklıma sıçayım! Diğer elim yüzünü bulduğunda benimde çoktan gözlerim dolmuştuu.
“Kaan. Kaan bana bak hadi.”
Bedeni çöktüğünde ne yapacağımı şaşırmış vaziyeteydim. Hızla ağzımdan küçük bir çığlık kaçtı.
“Çisem!”
Duyduğum sesle gözlerim korkuyla kalktı. Ayaz. Bir bana bir yerde olan kişiye bakıyordu.
“Ayaz. Ayaz bir şey yap!”
Yeni gelmiş olmalıydı. Hızla bize doğru geldiğinde o da eğildi.
“Kaan! Kaan kendine gel!”
Öksürüğü azalsa da sanki kendinde değildi.
“Ayaz!”
Bağırışım artık yalvarışa dönmüştü.
“Ayaz bir şey yap...”
Eli elimden ayrıldığında ise beklemediğim o anda oldu.
“İçeceğin zamanı sikeyim Vural!”
Ayaz beklemediğim bir biçimde hızla Kaan’ı sırtına doğru aldığında ne olduğunu anlayamıyordum.
“Ne, ne yapıyorsun!”
Bize doğru bir adam daha geldiğinde Ayaz Kaan’ı işaret etti.
“Planımızı daha da bozmana engel oluyorum Kalen! Yardım et!”
Ben hala ne olduğunu anlamazken yardıma gelen adam Kaan’ı resmen çuval misali Ayaz’ın sırtına attı. Ben öylece olanı biteni takip ederken ise Ayaz emir yağdırmaya devam etti.
“Su, kahve, bu adamın gözünü açmasını sağlayacak ne varsa getirin!”
Bir yandan Kaan’ın koca cüssesini taşırken ben sadece arkalarından göz yaşları içinde ilerliyordum. En sonunda bir odaya girdiğimizde Ayaz sinirle onu koltuğa resmen fırlattı.
“Yavaş!”
Öksürmesi geçse de gözü yarım yamalak açıktı. Ben hızla yanına eğildiğimde ellerim yüzünü buldu.
“Kaan. Geçti. Geçti bak geldim.”
Kapıdan hızla bir adam girdiğinde kapıyı kapattı. Gözümden bir yaş aktığında ellerim uzamış saçlarında dolaştı.
“Ayaz niye bir şey demiyor?”
Acıyla konuştuğumda ona döndüm. O ise sinirle yüzünü sıvazlıyordu.
“Bu adamı bu halde buraya nasıl getiriyorlar anlamış değilim ki?”
Acıyla Kaan’a döndüğümde hızla elini tuttum. Leş gibi alkol kokuyordu. Böyle olacağını biliyordum. Ve ben hala nasıl ona arkamı dönebilmiştim.
“Özür dilerim. Özür dilerim...”
Acıyla ellerini sıktım.
“Kaan.”
Göz yaşlarım akmaya devam ederken bana doğru yaklaşan kişi Ayaz oldu.
“Ağlamayı kes ve yardım et bana!”
Bedenimi sakince tutup geriye çektiğinde sinirini görüyordum.
“Ne? Ne yapacağız?”
Ona şokla baktığımda o beni umursamadı. Kaan’a eğildiği gibi başını yana çevirdi.
“Ayaz. Ne yapıyor-”
“Çisem!”
Sözümü bağırışı böldüğünde bunu beklemiyordum. Bedenim korkudan donuklaşırken o sinirle eğildi.
“Dünden beri seni arıyorum lan! Anlatacağım var dedim! Yüzüme bile bakmadın! Sıçtık! Sıçtık Kalen! Şimdi kes ağlamayı ve daha da batmadan şu işi bitir!”
Tüm öfkesini üzerime kustuğunda gözümden bir yaş aktı.
“Anladın mı beni?”
Acıyla yutkunduğumda olayın şokuyla tek yapabildiğim başımı sallamak oldu.
“Güzel.”
Benden bakışlarını uzaklaştırdığında Kaan’ın yakasını sinirle kavradı. Benim tek yaptığım ise gözlerimi yummak oldu.
“Bir de bu aptalla uğraşıyoruz!”
Bedenim titremeye başlamışken kapı tekrar açıldı. Ben ise artık umursamıyordum.
“Çisem!”
Ayaz’ın bağırmasıyla gözlerimi tekrar açtığımda o iki eliyle Kaan’ı omuzlarından tutmuş başını koltuktan zemine uzatmıştı.
“Dök suyu şuna.”
“Ne?”
Anlamadığım şey ile o gözleriyle suyu işaret etti. Hızla başımı salladığımda ellerim pet şişeye uzandı. Zorlukla açtığımda ilk çekindim.
“Hadi Çisem!”
Tekrar bağırmasıyla su şişesini Kaan’ın başından aşağıya eğdiğimde ilk tepki gelmedi. Saniyeler sonra ise odayı tekrardan bir öksürük sesi doldurdu. Korkuyla elimi çekeceğimde ise Ayaz bir yakasını bıraktığı gibi elimi tuttu ve tüm suyu boşaltmaya devam etti.
“Ayaz!”
“Ne Ayaz!”
Sinirle bana döndüğünde bir şey diyemedim. Kaan elinin altında çırpınmaya başladığında sonunda durabildi. Elini elimden uzaklaştırdığında tekrar yakasını tuttuğu gibi koca bedenini kaldırdı. Kaan hala karşımda öksürürken ise beklemediğim o şeyi yaptı.
“Ayaz!”
Kaan’ın yüzü Ayaz’ın yumruğuyla yan dönerken çığlığımı bastıramadım. Ellerim ağzımı bulurken Kaan daha da öksürdü.
“Bir daha bu raddeye içerse yemin ediyorum sıkarım kafasına!”
Ayaz sinirle bağırdığında bizden uzaklaştı. Ben ise hala yaptığı şeyin şokundaydım.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen!”
Sinirle ona döndüğümde o da bana son derece sinirle bakıyordu.
“Çisem! Kalbini kırmayayım! İçeriye gir ve oyuna deva-”
“Ne oyunundan bahsediyorsun sen!”
Başlardım oyuna da ona da! Kaan’a vuramazdı! Buna cüret edemezdi!
“Sen nasıl ona vurursun!”
Sinirini geçirmek istercesine güldü.
“Bir daha göstermemi ister misin?”
Tekrar Kaan’a doğru ilerlediğinde önüne çıkan kişi ben oldum.
“Eğer bunu yapmaya kalkarsan sana yemin ediyorum öldürürüm seni! Anladın mı?”
Dediğim ile elaları bana daha da sinirle döndüğünde tekrar konuştum.
“Tüm planı mahve-”
“Çisem.”
Duyduğum boğuk ses ile sözlerim yarım kalırken ardımda kalan bedene hızla döndüm. Hala öksürüyordu. Yarım yamalak açtığı gözleri ise artık beni görebiliyor gibiydi.
“Kaan.”
Tüm sesim soluğum bir fısıltıya dönüşürken hızla ona doğru ilerledim. Bedeni doğrulmaya çalışırken ben düşünmedim. Ellerim bedenine dolandığı gibi gözlerim tekrar dolmaya başladı.
“Özür dilerim...”
Sımsıkı sarıldım. Kokusu ciğerlerimi doldurdu.
“Sarılsak da geçerdi. Özür dilerim.”
Acıyla fısıldadım. Diyememişti. Kıyamamıştı bana. Kendisinin yeni öğrendiğine ise o kadar emindim ki. Sımsıkı sarıldım.
“Çisem...”
Elleri bedenime korkuyla sarıldığında hala tam ayılamadığının farkındaydım.
“Öldüm falan mı ben?”
Dediği kalbimi korkuturken hızla ayrıldım ondan. Ellerim doğrulmasına destek olurken hızla yüzünü buldu. Sudan ıslanmış yüzünü parmaklarımla temizlemeye çalıştım.
“Deme öyle şeyler.”
O hala olan biteni kavramaya çalışırken ben yüzüne özlemle bakıyordum. Her ne yaparsa yapsın, gerekirse sıksın kafama ben onu affederdim. Ama bir daha bunu kendisine yapmayacaktı.
“Ayrıca söz ver bana. İçmeyeceksin bir daha.”
Dediklerimi, yaptıklarımı gerçek dışı gibi algılıyordu sanki karşımda.
“Çisem. Ben...”
Ne olduğunu algılayamadığını biliyordum.
“Aras geliyor.”
Adamın birisi hızla konuştuğunda umurumda değildi. Saçlarından damlayan damlalar giydiği gömleği ıslatırken ben tebessüm ettim.
“Yeter artık! Daha fazla bu işi batırma.”
Kolumdan tutulduğu gibi bedenim çekildiğinde avuçlarımın arasında olan yüzü ellerimin arasından kaydı.
“Siliyorsun şimdi göz yaşlarını.”
Yüzümde parmakları hissettim ama baktığım yer Kaan’ın gözleriydi. Hala bana korkuyla bakıyordu.
“Çisem. Bak bu geceyi berbat edemezsin. Biliyorsun değil mi?”
“Abi, Aras.”
Gözümden bir yaş daha aktı. Biz mutluyduk aslında. Bu hayata bizi ben itmiştim. Bize sırtımızı döndüren yine biz olmuştuk. Oysa birbirimizden başka kimsemiz yoktu ki bizim.
“Çisem!”
Hızla adımın seslenilmesiyle gözlerimi ondan ayırabildim.
“Tamam. Tamam bir şey olmayacak.”
Ellerini yüzümden ittirdiğimde göz yaşlarımı sildim. Ardından son kez bakıp adımlarım geriye doğru ilerledi. Ayaz bana hala bir şeyler söylese de arkamı döndüğümde zorlukla kapıdan çıktım. Çıkmadan önce ise çarpışmak üzere olduğum beden sarışından başkası değildi.
“Çisem!”
Adımı bir kez de o seslendi. Ama hayır. Ben sanırım ya çok yorulmuştum ya da fazla dolmuştum. Çünkü en ufak bir olayda daha da dibe çöküyordum. Ve çıkması her zaman diğerinden daha zor oluyordu. Zorlukla duvardan destek alarak ilerledim. Salondan hafif bir müzik sesi duyuyordum.
Bir yaş aktı yanaklarımdan. Benim yüzümden olmuştu aslında tüm bunlar. Babam mesela benden nefret etmese bunlar olmazdı. Veya azıcık zeki olup Yiğit’in yaşama ihtimaline inansam... Tüm bunları geçtim. Belki uyuşturucu olayına bulaşmasam... Evet belki yaşayan kardeşimden haberim olmayıp kendimi öldürebilirdim. Ama kimse bu kadar acı çekmezdi. Kimse bu kadar ölmezdi.
Bedenim acıyla duvara yaslandı. Neden... Neden diye sormaktan bıkmıştım ama neden? Neden tüm bunlar benim başıma gelmişti? Neden sanki tüm insanların acısını ben üstlenmiş gibiydim? Neden sürekli sevdiklerime olan oluyordu? Çok mu günah işlemiştim? Ama... Ama buna mecbur kalmıştım.
“Çisem.”
Bedenimin yanında birisini hissettim. Pes mi ediyordum? Tüm planı hiç mi edecektim? Belki bu en iyisiydi. Ama Yiğit.
“Çisem! Çisem bana bak.”
Yüzümde hissettiğim eller ile gözlerim yeni o bedeni buldu. Bana korkuyla bakan o çift gözleri.
“Kaçak.”
Duyduğum o ses... Sürekli güven ile çaresizlik arasında bıraktığı bedenim. Ve o kömür gözler. Kaçak. Bu gün söylediği ismimden sonra özlemiştim bana böyle demesini.
“Bana öyle bakma.”
Çaresizce konuştuğunda o da ne yapacağını şaşırmıştı. Acıyla tebessüm ettim ve göz yaşlarımı sildim. Çocukluğum elimden tutarken tek bildiğim şuan düşemeyeceğimdi.
“Kaçak.”
Acıyla yutkundum.
“Şimdi... Şimdi olmaz.”
Ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Kaan’ı böyle görmem olamazdı. Şimdi olmazdı.
“Ne?”
Anlamayan bir biçimde o karşımda gözlerimin içine baktığımda duvardan destek aldım. Kendime ise sinirlendim. Her şeyi bitirdikten sonra düşemezdim.
“Düşemem. Şimdi, şimdi olmaz.”
Yiğit vardı. Kaan vardı. Deniz. Kerem’in intikamı. Acıyla yutkundum. Duvardan ayrılacağımda ise topuklularımı unutmuştum. Bir anlık dengemi kaybettiğimde bedenime sarılan kollardı beni tutan.
“Çisem.”
O sesi duydum. Elleri belimden saçlarıma düşerken sanki günlerin özlemiyle kendisine çekti bedenimi.
“Kaçak...”
Ellerim öylece havada kalırken o kokumu özlemiş gibi soludu. Benim ciğerlerime de kokusu doldu. Başım boynun altında kalırken eli açıkta kalan saçlarımı buldu.
“Düşersen tutarım.”
Sesi güven veriyordu. Ama bedenime giren çocukluğum ise gerçekleri bana göstermekte gecikmedi. Beni iten kendisiydi ki. Acıyla gözümden bir yaş daha akıttım.
“Eren...”
Acıyla adını fısıldadım. Kokusunu ise bedenimi çocukluğuma teslim etmeden önce son kez çektim içime.
“Beni bu güne kadar hep sen ittin.”
Ellerim bedeninden uzaklaştığında kendimi ondan çektim. Dediğim sanki ona yük oldu. Gözümden akan son yaşı sildim. Ardından o kömür gözlere mavilerim baktı.
“Kaça-”
“Çisem.”
Sessizce düzelttim onu.
“Çisem, Eren Korlu.”
Gözleri yapma der gibiydi. Yalvarıyordu. Affet diyordu. Sinirle gözlerimi çektim gözlerinden. Ve bir başka bedeni gördüm. Elalar bana sinirle bakıyordu. Ellerini birbirine kenetlemiş uzaktan bizi izliyordu. Ben ise sessizce tekrar ona döndüm.
Bu gece yapacağım her şeyi yapacaktım.
“Yapma.”
Acıyla tebessüm ettim.
“Biliyordum. Görüyordum. Sakladıklarını görüyordum.”
Siyahlara döndüm. Zorlukla tebessüm ettim. Ardından elim omzumu buldu.
“Bu iz senden bana kalan tek şey olacak Korlu. Çünkü o gece belki her şeyi affederdim ama...”
Ama o anı. Gözlerimin önünde o kadına benim öleceğimi bildiğini söylemesi. Beni kendi içinde öldürüp o kadının öpmesi... İşte buna izin veremezdim. Çocukluğumm gerildi. Sanki kendimi ona açmam onu sinir etti. Ben ise alayla güldüm.
“Çisem!”
İleriden Ayaz’ın seslenişi banaydı. Ama ikimizin de umurunda değildi. Kömür gözlere baktım.
“Bugün dedin ya. Kaçan hala sensin dedin.”
Gözlerini acıyla kapattığında ben zorlukla o sözleri söyledim.
“Kaçan ben değilim Korlu. Senin gözünde ben zaten ölü bir bedenim. Sen sadece kaçtığıma inanmak istiyor-”
“Kaçak.”
Susmamı istiyordu. Hafifçe tebessüm ettim.
“O gün beni en çok kıran buydu. Ne o kadınla öpüşmen ne de sakladıklarındı Korlu.”
Gözlerini açtığında çocukluğuma izin verdim. Dolan gözlerimi hızla kapattığımda derin bir nefes verdim. Sabah ona söylenenlerin intikamını isteyen kişiydi çocukluğumdu. Gözlerimi araladığımda siyahlara farklı baktı mavilerim. O ise bunu gördü. Tebessümüm değişirken ise çocukluğum acımasızca fısıldadı.
“Ama bu bugün değişecek Korlu.”
Ondan bir adım uzaklaştığımda sırtımı yasladığım duvar bedenimden uzaklaştı.
“Çise-”
“Bugün seni ben öldürüyorum Eren Korlu.”
Dediğim ile siyahlar değişirken tebessümüm büyüdü.
“Ve kaçmıyorum.”
Son sözümden sonra başını çaresizce salladı.
“Kaçıyorsun.”
Acı fısıltısıyla çocukluğum daha da gerildi. Çünkü o bu güne kadar asla kaçmazdı. O siyahlar ise bana acı içinde bakıyordu. Kabullenmek istemiyordu. Elleri ellerimi buldu.
“Kaçak.” Acıyla nefes verdi. “Ellerimi son bir kez daha tu-”
“Ere-”
“Uğruna tüm manyaklıkları yaparım.”
Sözümü yine kendisi kesti. Ellerimi kaldırdığında üzerine dudaklarını bastırdı. Ne yapacağımı bilemeyerek gözlerimi çevirmi-
Gördüm. Kırmızı elbise. Koridorun sonunda kapının ucundan sarkan o kırmızı elbise. Eflal.
Bedenim kendisine gelirken işte bu sefer gözlerimin dolmasına engel olamadım. Bu... Bu kadarı çoktu. Oyun muydu? Bu da benim duygularıma geçilen bir alay konusu muydu yoksa? Ellerimi sıkıca tutan o gözlere döndüm. Çocukluğum tüm duygularımın yerine şüpheyle ona bakarken gördüm. Kömür gözleri artık sevgimle değil... Çocukluğumla gördüm.
Belki kafamda kurdum. Belki yanlış anladım. Ama asıl bildiğim benim ona olan güvensizliğimdi.
“Çisem!”
Ayaz’ın seslenişi bir kez daha koridorda ki tek ses olurken ben gözümden bir yaş akıttım. Ne düşünüyordum? Başıma gelmeyen kalmamıştı evet ama. Yapabileceğim bir şey var mıydı ki? Omuzlarımı dikleştirmekten başka, başımı kaldırmaktan başka ne çarem vardı? Düşmeyecektim. Ne aşk denen o duyguya ne de onun gözlerine bir kez daha düşmeyecektim. Onun yalanlarına bir daha inanmayacaktım. Gözlerimin değişimini gördü.
“Kaçak.”
İlk defa... İlk defa nefret ettim o kömür gözlerden. Hor mu görmüştü beni? Aptal mı sanmıştı? Şimdi çıkıp o kadın mı gelecekti? Yine tutup öpecek miydi onu? Kafam da çok mu kuruyordum? Hayır. O kadın benim en sevdiklerimden birinin ölümüne sebep olmuştu. Kerem.
Ellerimi hızla ellerinden çektim. Yüzünde ki duygular değişirken bu sefer telaşa kapıldı.
“Kaça-”
“Sakın.”
Elimi tehdit edercesine kaldırdım. Acıyla yutkunduğumda ise bir adım ondan uzaklaştım.
“Ne?”
Bana korkuyla yeniden baktığında acıyla gülmeye başladım.
“Bir daha bana sakın dokunma. Anladın mı beni?”
Anlamıyor gibi bakıyordu ama artık inanmıyordum. Gözlerim ise bu inanmayışıma ağlamak istiyordu. Ama çocukluğumun buna izin vereceğini artık hiç mi hiç sanmıyordum.
“Sen...”
Devamını getiremedim. Kalbim artık kırılmamıştı çünkü. Nefret bu muydu? Nefret olamazdı ki? Ben ondan nefret edebilir miydim?
“Çise-”
“Sen ne aşağılık bir adamsın.”
Acı sesim ile onun da kaşları çatılırken elini kaldırdığında bir adım daha geriledim.
“Çisem ne oluyor?”
Derin bir nefes verdim. Ardından o cümle dudaklarımdan döküldü.
“Benim için ölüden bir farkın yok artık. Bu son.”
Dediklerim ile yerinde sendelediğinde ben hızla arkamı döndüm. Zavallı mı görmüştü beni? Yoksa başından beri eğlendiği bir oyuncak mıydım? Belki de kör olmuştum. Zihnim kendini öldürmek istercesine sinirliyken... Kalbim. Kalbim nasıldı? Hissedebiliyor muydum? Yoksa. Yoksa artık bedenim sadece çocukluğumdan mı ibaretti? O zaman neden ağlamak istiyordum.
Adımlarım hızlanırken arkamdan seslenişini ve adımlarını duydum. Kızılın yanından hızla geçeceğimde ise beklemediğim o anda oldu.
Belimden yakalanmam ile bedenimi hızla kendisine çektiğinde bunu çocukluğum bile beklemiyordu.
“Kaçak!”
Onun sesi koridorda yankılanırken benim mavilerim sadece elaları görüyordu. Kemikli yüzü bana eğikken elini yüzümde hissettim. Ne zaman aktığını bilmediğim göz yaşımı usulca sildiğinde tek bir şey fısıldadı.
“Sanırım ikimiz için de iyi olan bu artık Kalen.”
Ben yakınlığımızdan ve olanlardan dediğini anlamazken o beni iyice dibe sürükleyen o şeyi yaptı. Dondum kaldım.
Bir sıcaklık hissettim. Hayır. Ne acıyla atan kalbimdi bu, ne gözümden akıttığım ve hızla akan yaşın sıcaklığı... Çocukluğumun öfkesi bile değildi ki bu.
Bu gün siyahları gömdüğüm gibi kalbimi de gömdüm. Dudaklarıma onun gözü önünde bir başkası dokunmuşken artık masum diyemezdim kalbime.
Benim tarih kutuma bir tarih daha eklendi. Bugün sevgili zihnim: Belime başka bir parmaklar dolandı. Bedenim onun gözleri önünde başkasına yaslandı. Kalbim kendine ihanet etti. Çünkü ben kendi yaşadığım acıyı bir başkasına asla kalben yaşatmazken bugün yaşadım. Farklı olan tek şey tarihlerdi. Tek fark izleyen benken artık oydu. Peki daha da acısı ne biliyor musun zihnim?
Sensin...
Çocukluğumun günlerdir istediği acı intikam gerçekleşirken onun pis düşünceleri soğumadı. Evet zihnim. Ne yaptığını bilmek ister misin? İtmedim. Çünkü sen sadece intikam istedin. O gün yaşanan her şeyin intikamını. Ve senin bedenin duvara yaslanırken acımadın.
Ellerimi ona saran kişi ben oldum evet. Gördüklerimden ve hissettiklerimden sonra canı acısın istedim. Belki zihnim ölmesini bile istedi. Ama bana göre bu yapılan,
bu yapılan ölümden bile beterdi.
Üzgünüm kömür gözlüm. Bizim hikayemiz buraya kadarmış...
“Benim için herhangi birisin Korlu. Uyarıyorum seni. Karşıma çıkarsan seni bitiririm.”
İkimiz de birbirimizi gerçekten bitirmiştik. İşte bu da sondu.
...
☆☆☆☆
★★★★
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |