
Gözlerimi açtığımda yine bir hastane odasındaydım. Etrafa baktığımda Teoman abim yanımdaydı. Kaşlarımı çattım, neler olduğunu hatırladığımda gözlerim dolmuştu yeniden. Kenara tutunarak doğrulmaya çalıştım.
"Hayır rahat dur Ömrüm." Abim beni tutup geri uzandırmıştı.
"Gitmek istiyorum. Lütfen."
"Gideceğiz. Ama sen gitmek istiyorsan önce kolundaki o serum bitecek. Serum bitmeden kapıdan çıkmayı bırak şurda iki adım atamazsın."
Başımı kaldırıp seruma baktım, daha yarısı bile bitmemişti. Zaman nasıl geçecekti. Yeniden abime baktım.
"Abi, buldular mı?" Bana bakmadı seslice nefes vermişti. Yere bakıyordu.
"Daha bulamadık, yarım saat önce yeniden iletişim kurulmuş ama yer tespiti yapamıyoruz. Sadece tehtit etmek için arıyor sonra da kapanıyor. Her seferinde farklı numaralar."
"Abi... Karargaha gidelim... Söz kalsın serum ama karargaha gidelim lütfen."
"Ömrüm-"
"Abi lütfen."
"Şu anda olmaz. Serum bittikten sonra gideceğiz. Tekrarlama."
Gözlerimi kapatıp yeniden önüme dönmüştüm. Serumun bitmesine çok vardı. Ya geç kalırsak. Ya ben birini daha kaybedersem. Tamam demişken, annem ve babam gibi onu da kaybedersem... Ne yapacaktım ben?
Kapının açılmasıyla beraber gözlerimi açtığımda Timur abim gelmişti. Hiç birşey söylemeden kapıyı kapatıp yanıma geldi. Elinde iki tane meyve suyu kek ve küçük bir sandviç vardı. Hepsini yanımda duran masaya bıraktı sonra yatağı biraz yükseltip beni doğrulttu, ardından yanıma oturdu. Saçlarımı okşadı. Sanırım nöbetteydi ama şu anda moladaydı. Önlük hala üzerindeydi.
"Sana yiycek birşeyler getirdim onları yiyceksin şimdi."
"Aç değilim, canım istemiyor."
"Onları yemeden bu odadan çıkamazsın Ömrüm, şu anda bütün değerlerin o kadar düşük ki bir serum seni nasıl kendine getirecek onu düşünüyorum. İkinciye abim izin vermiyor. O yüzden yiyorsun bunları."
Seslice nefes verdim. Hepsi şu anda beni zorluyordu! Abim bir meyve suyunu açtı ve bana uzattı. Meyve suyunu serum takılmamış olan elimle alıp Timur'a bakmaya devam ettim.
"Ömrüm içmeyi düşünüyor musun onu?" Evet ona bakıyordum. Ama şu anda gözümün önünde o yoktu. Bir yerlerden sesi geliyordu sadece. Başımı hayır anlamında sallarken gözlerimi kapattım ve önüme döndüm. Bir tarafımdan gelen oflama sesi ve öbür tarafından gelen hışırtılar vardı. Birisi saçımı okşuyordu.
"Ömrüm, güzelim. Bak nolursun. Sırf şuradan erken çıkalım diye ikinci serumu takmasına izin vermiyorum. İç şu meyve sularını güzelim hadi. En azından serum bitene kadar biraz toparlanmış olursun." Gözlerimi açtım, Teoman abimdi yanımdaki. Boş boş yüzüne bakıyordum sadece bunun farkındaydım ama şu anda başka nasıl tepki verebileceğimi bilmiyorum.
Elimden meyve suyunu aldı ve kutuyu bana yaklaştırdı. Pipeti dudaklarımın arasına koydu. Pes edip biraz meyve suyundan içtim. Daha sonrasındaysa keklerden birini aldı paketini açtı ve küçük bir parça ağzıma kattı.
∞ ∞ ∞
Hastaneden çıktmıştık sonunda. Onun deyişine göre yüzüme renk gelmişti. Ama ben hala bir farklılık hissetmiyordum. Kolum sızlıyordu çünkü damar yolunu açan hemşire belliki çok zorlamıştı damarımı bulmak için kolum mosmor olmuştu.
Yolda giderken bana yine meyve suyu almış zorla onu içirtmişti. Karargaha vardığımızda giriş kapısına gittik ve bi an durdum. O ne olduğunu anlamış gibi elimden tuttu ve yürümeye devam etti. Cebinden iki tane kart çıkarttı ve kapıda bekleyen askere gösterdi. Asker selam verdikten sonra kenara çekilmişti. İçeri geçtikten sonra abim bana baktı elini bırakmıştı çoktan. Kartlardan birini yakama astı. Sonra kendi kartını cebine kattı. O takmazdı kartını, zaten çoğu kişi de onu tanıyordu. Beni giyinme odasına kadar götürmüştü, büyük ihtimalle ben içeriye girdikten sonra da giymişti. Ordaki oturağa oturdum ve birkaç saniyeliğine gözlerimi kapattım. Derin bir nefes alıp verdim ve yeniden gözlerini açtım. Burda olmamalıydık... Bana geliyordu... Sürpriz yapıcaktı belki de... Benim evimde oturuyor olmalıydık şu anda, belki de dışarıya çıkmıştık. Gözlerimin yanmaya başladığını hissedince yeniden gözlerimi kapattım ve başımı yere eğdim. Ayağa kalkıp dolaptan üniformamı aldım. Karargah formamı değil saha görevi formasını giymiştim. Zaman kaybetmek istemiyordum çünkü. Hazırlandıktan sonra üzerimi düzelttim ve saçımı yeniden açıp bağladım. Elimi belime attığımda elim boşa düşmüştü. Gözlerimi kapatıp seslice nefes verdim. Tamam abim kartımı almış olabilir ama tabancam da evdeydi! Yeniden seslice nefes verip odadan çıktığımda bi an irkildim. Abim kapıda bekliyordu. Fakat üstünü giyinip gelmişti. Ne çabuk? Yada ben çok yavaşım bilmiyorum. Elinde tabanca tutuyordu ama kendi tabancası değildi, onunki zaten belindeydi. Bana yaklaştı ve tabancayı belime yerleştirdi. Benimde olabildir, bir başkasının da ancak bu umrumda değildi.
"Harekat odasına gitmek istiyorum... Komutanın izni var mı?" Başını sallamıştı. Anlaşılan onlar çoktan konuşmuşlardı.
"Var. Bizi bekliyor." Daha fazla vakit kaybetmeden harekat odasına gittik. İçeriye girdiğimizde komutan ayakta durmuş ekranı izliyordu. Kapının açılmasıyla beraber bize dönmüştü. Abimle aynı anda selam vermiştik. Onların rütbesi aynıydı ancak saygı gereği o da selam veriyordu. Daha sonrasında ise abim Halil komutanın yanına gitti ve kısık seste birşey konuştular. Aynı yerde olmamıza rağmen ben duyamamıştım. Durdum ve bilgisayarcılardan birinin yanına gittim. Yaptıkları şeyleri izliyordum ancak telefon çaldı. O anda herkes yaptığı işi bıraktı. Ne oluyordu?
Telefonu Halil Komutan değil abim açmıştı.
"Zamanın daralıyor komutan! Askerin için çok zaman kalmadı istediklerimi yapıcak mısın yapmıycak mısın, artık bir karar ver de bizde bilelim!" Telefonun karşısından gelen tiksindirici ses... Abime baktım, özellikle bana bakmıyor gibiydi. Bana anlattığından daha fazla şey biliyordu!
"Kes çeneni köpek, askerimi ver onunla konuşacağım!" Abimin sert çıkışması onu eğlendiriyordu karşı taraftan gelen kahkaha seslerinden anlayabiliyordum.
"Ooo, Fırtına komutan. Ne kadar da uzun zaman oldu değil mi görüşmeyeli. Hımm, bi düşüneyim bakalım. Yaklaşık beş saat." Kahkaha atmıştı. Alp bu adamın elindeydi ve bu adam bizimle eğleniyordu. Abim çok kısa bana bakıp yeniden gözlerini kaçırmıştı.
"Kes çeneni dedim sana! Oğlumu ver, onunla konuşacağım!"
"Sen onunla konuşacak olabilirsin ancak onun senle konuşabileceğini sanmıyorum." Yeniden kahkaha atmıştı. "Üç saatin var komutan! Üç saat dolmadan istediğimi yaptın yaptın! Başka seçeneğin yok! İstediğim şeyi söylediğim yere getireceksin! Bizzat sen!" Önce tekrar gülmüş ardından telefonu kapatmıştı.
Bir kaç dakika sonra telefonuma bir kaç dakika sonra telefonuma bir mesaj gelmişti. Bilinmeyen bir numaradan bir video. Mesaja girdim ve videoyu açtım. Alp'in videosuydu. Üstündeki beyaz gömlek paramparça olmuş ve kanlar içindeydi. Elleri tavandan sarkan bir iple havada bağlanmış ayakları ise yerde duran zincirle bağlanmıştı. Alp baygındı, bu belliydi. Videoda ses yoktu sadece otuz saniyelik kısa bir videoydu. Videoyu üç kere izlemiştim. Abim bir şey olduğunu fark edip yanıma geldi ve telefonu elimden alıp videoyu izledi. Abime baktım ama yüzümde hiç bir ifade yoktu.
"O herif ne istiyor!" Durdu, şaşırmıştı. O da biliyor ki ben ona hiç bir zaman bağırmam. Bunca yıldır belki bir kaç kez.
"Ömrüm-"
"O herif ne istiyor! O şerefsiz ne istiyor!"
"Yüzbaşım! Kendine ge-" Teomanın kolunu tuttum elinden telefonumu aldım ve abime baktım.
"O herif ne istiyor! Sen bana anlattığından daha fazla şey biliyorsun ve bunları yeni öğrenmedin. En başından beri biliyorsun ama bana yalan söyledin! O herif senden ne istiyor!" Bunu ona hiç bir zaman yapmazdım, özellikle de bu kadar alt rütbe varken. Ama o da biliyor ki bu durumda yalanlar ve yasakları hoşuma gitmeyecekti.
Önce etrafa baktı ardından kolunu tutan elime baktı. Sonrasındaysa gözleri gözlerimi buldu. O da şu anda sinirliydi, gözlerinde görüyordum. Ama bana hiç birşey söylemedi. Elimi tuttu ve kolundan indirdi. Gözlerini gözlerimden bir saniye ayırmamıştı bunu yaparken.
"Seni." Kaşlarımı çattım, anlamadığımı farketmişti.
"Seni istiyor. O herif seni istiyor Ömrüm. Marco'nun kardeşi! Marco içeride öldürülmüş geçen hafta bunu senden sorumlu tutuyor. Senin etrafında korumalar, sana yaklaşmayı deniyor ancak başaramıyor. Sana yaklaşabileceği iki yön var. Birisi Alp, birisi sen! Şimdi iki yöne birden yürüyor! Anladın mı bu zamana kadar neden kimseyle sevgili olmana izin vermediğimi. Çünkü ben seni tek başıma koruyabilirim. Bilmeden yaptığın birşey sana geri döner ve ben seni her türlü korurum. Ama bir başkası daha varsa ben hiç birinizi koruyamam. Anladın mı Yüzbaşım!"
"Tamam. Time söylüyorum. On dakika sonra yola çıkıyoruz." Kaşlarını çattı bana baktı.
"Ne?!"
"Gidiyoruz! Beni istiyorsa gidiyoruz komutanım! Bu kadar basit!" Bu sefer o benim kolumdan tutmuştu bana yaklaştı. Dişlerini sıkıyordu, yanağı çukurlaşmıştı.
"Hiç bir yere gitmiyorsun Ömrüm, ve eğer benim sözümün dışına çıkarsan-" kolumu geri çekmiştim, yaptığım hareketlere o kadar şaşırıyordu ki.
"Yaz raporunu! Ben gidiyorum! Yaz, emre itatsizlik yaptı diye Yaz raporunu! Ama ben gidiyorum. Alp öldükten sonra zaten askerliğe devam etmemin hiç bir anlamı kalmıyor!" Halil Komutan yanımıza gelmişti bu sefer. Teoman'ı biraz kenara çekmiş ve birşeyler söylemişti sonrasındaysa bana baktı yanına yaklaştı.
"Ömrüm Yüzbaşım, biraz sakinleşmen gerekiyor. Bir yere gideceksen de bu kadar sinirli bir şekilde gidemezsin bu bir. İkincisi Alp'in yerini bulmak üzereyiz. Son yaptığı konuşmadan sinyal bulundu ve çalışma yapılıyor. Eğer şu anda yanlış birşey yaparsak askerimizi kaybederiz! Eğer bu odada kalmak istiyorsan kenara geç ve bekle. Eğer bu odada kalmak istemiyorsan, belindeki silahı çıkart masaya bırak ve bu odadan çık!" Açık bir şekilde tehdit ediyordu beni. Abimin yapamadığı şeyi o yapıyordu. Burda kalmak istiyorsan sus diyordu. İstemiyorsan istifa et. Bunu açık bir şekilde söylemişti. Yüzümde gördüğü öfke ve kin onu daha çok kızdırıyordu bana bakmayı bıraktı ve tekrardan ekranın başına geçti. Abimde yeniden bana bakmamış o da ekranın başına geçmişti. Bende olduğum yerde kala kalmıştım. Onlar mı çok umursamazdı bilmiyorum. Ama beklediğim her saniye damarımda akan saf kin beni daha çok sinirlendiriyordu.
Abim öfkeli olduğumun farkındaydı, göz ucuyla bana baktığında başımı başka tarafa çevirmişti. Halil Komutan ise yeniden ekran başına dönmüştü. Elimi tüm gücümle yumruk yaptım. Ya geç kalırsak...
"Komutanım yoğun bir sinyal buldum." Bilgisayar başında oturan görevlilerden birinin sesiyle beraber hepimiz ona dönmüştük. İlk önce abim subayın yanına gidip bilgisayar ekranını kendine çevirdi. Kaşlarını çatmıştı. Bir savaş veriyordu içinde bana bakmak istemiyordu. Öylede yaptı, başını kaldırdı ve Halil komutana baktı yalnızca.
"Doğu sınırından biraz uzakta. Irak'tan geliyor sinyal." Ben duydum şeyleri hazmetmeye çalışırken onlar hazırlık yapıyordu. Abim yanıma geldi, yalnızca gözlerimin içine baktı.
"Hangara git beni bekle." Kısık sesle söylemişti, ben yalnızca ona bakıyordum. Bir kaç saniye bakışmanın ardından gözlerimi kaçırdım ve selam vererek odadan çıkıp hangara gittim. Demirliklerde duran tüfeğimi alarak masanın başına oturdum. Yarım saat geçmişti ki önce benim timin ardından abimin timi gelip bana selam verdikten sonra hepsi silahlarını alıyordu.
Yalnızca bir dakika sonra arkalarından abim geldi. Hangara girdiğinde direkt bana bakmıştı. Göz göze geldiğimizde silahımı alarak ayağa kalktım. O ise yanıma gelip bana sarıldı ve saçlarımdan öptü. Ancak bilmediği birşey vardı ki, ben şu anda öfke dışında hiç bir duyguyu hissetmiyordum. Bana baktı.
"Kurtarıcağız. Buraya dönücek ve yaşayacak. İki dakikan var, hazırlan." Sözlerinin ardından gidip o da silahını almıştı. Bense dolaba gidip çantamı almıştım ve eksik şeyleri tamamlamıştım. Tabancamı belimden alıp kontrol ettikten sonra yeniden yerine kattım. Ve sonkez tüfeğimi konftol edip üniformama asıp silahı sırtıma attım ardından çantamı aldım. Abim onlarla konuşmuştu, belliydi. Yeniden bir konuşma yapmadık ve bizi kalkışa hazırda bekleyen iki helikopterin yanına gidip helikopterlere bindik. Ben kendi timimle o kendi timiyle binmişti. Ardından kapılar kapatıldı ve helikopterler havalandı.
∞ ∞ ∞
Yaklaşık iki saat sonra helikopter inişe geçtiğini belirttiğinde tim yüzümde ne görüyorsa biri bile bakmamıştı bana yol boyunca. Kapı açıldığı sırada tek tek inmiştik hepimiz. Ardından yine iki tim olarak birleşmiştik. Bizim inmemizin ardından helikopterler yeniden havalanıp gitmişlerdi. Önce haritalar açılıp tam koordinatlar açıldı. Belirlenen noktaya henüz yirmi beş kilometre vardı. Bu kadar mesafeyi böyle bir alanda dinlenmeden yürümek mümkün değildi, ancak bana kalsa dinlenmezdik. Büyük ihtimalle bunu bildikleri için şu anda iki timi de abim komuta ediyordu.
∞ ∞ ∞
Sekizinci saatin sonundaydık. Sonkez mola vermiştik. Yere oturmuş arkamdaki kayaya sırtımı yaslamış tüfeğimle etrafı kontrol ediyordum. Yakın temastan önceki son molamızdı. Son yedi kilometre kalmıştı ve artık etraf hareketleniyordu. Yaklaşık üç kilometreden sonra gizlenmemiz zorlaşıcaktı, bu yüzden havanın tamamen kararmasını bekliyorduk bunun için. Bekliyorduk.. ben beklemiyordum. Ben oraya çoktan varmıştım. Ancak sağımda ve solumda bekçi gibi iki kişi yürüyordu sürekli. Abimin en güvendikleriydi. Kendi timindendi. Çünkü benim timimdekilere söylese yapmıycaklarını biliyorlardı, zıttı bir emir vereceğimi bilşyordu. Ancak kendi timine zıttı bir emir versem bile yapmıycaklarını biliyordu, sonu ne olursa olsun. Etrafı kontrol ettikten sonra tüfeğimi yere indirdim. O sırada başımdan bekleyenlerden biri yanıma geldi elindeki büskivi paketini bana uzattı.
"Komutanım..." başımı kaldırıp ona baktım.
"Yemiycem." Yeniden önüme döndüm ancak o hala başımdaydı.
"Komutanım, Teoman komutanın söyledi."
Başımı yeniden kaldırıp ona baktım ardından biraz öne eğilip aynı hizzada oturduğumuz ancak arada oturan kişilerden dolayı göremediğim abime baktım. O da beni görmüyordu biliyorum ancak herşeye rağmen benim olduğum yere bakıyordu. Bunu göz göze geldiğimizde anlamıştım. Hiç birşey söylemiyordu sadece bakıyordu. Askerlerimin yanında bana çoğu zaman birşey söylemezdi zaten. Yeniden sırtımı kayaya yasladım ve başımda duran bekçinin uzattığı büskiviyi aldım. Açtım ve içinden iki tane yedikten sonra paketin ağzını çevirerek sıkıştırıp çantanın kenarına sıkıştırdım.
∞ ∞ ∞
Molanın birinci saatinin sonuna geldiğimizde toparlanmaya hazırlanıyordum. Hava bizim için yeteri kadar kararmıştı. Yeniden yola çıktığımızda en önde abimle beraber yürüyordum. Çünkü yanımdaki bekçilere daha fazla dayanamıyordum.
Bir saat sonra vardığımızda yüksek bir dağın eteğinde kurulmuş olan çok eski bir klubenin bütün çevresini çevrelemiştik. Henüz fark edilmemiştik ancak onların çıkış alanı şu andan itibaren yoktu! İçimdeki öfkenin herkes farkındaydı, abim dışında herkes uzak duruyordu benden bunun farkındaydım.
"Komutanım, göründü." Kulaklıktan gelen sesle beraber tüfeğimi kaldırarak dürbünle etrafa baktım.
"Büyük evde değil, kırmızı kulübede." Baktığımı farketmiş olacaklar ki... Gözlerimi sıkıca kapattım, bir, iki, üç. Gözlerimi yeniden açtım ve tüfeğimle kırmızı kulübeye baktım. O sırada biri tüfeğimi yere eğdi. Başımı kaldırıp baktığımda bunu yapan kişi abimdi, yanımdaydı.
"Bakma Ömrüm." Yüzümde nasıl bir ifade gördüyse bilmiyorum tüfeğini daha sıkı tuttu.
"Bakıcam, tüfeğini bırak. Abi tüfeğini bırak!" Derin bir nefes aldı, bir kaç saniye sonra tüfeğini bıraktı. Tüfeği yeniden kaldırıp ayarladım ve kırmızı kulübeye baktım. Dürbünü yaklaştırdıktan sonra Alp'i görmeye başlamıştım. Tüfeğimi daha sıkı tutmuştum. Elleri ters kelepçeyi, küçük bir taburenin üzerindeydi. Boynuna bağlanmış bir ip vardı ama sıkı durmuyordu boynunda. Altında pantolonu vardı ancak pantolonu yırtılmış ve kan içindeydi. Üzerinde gömleği vardı, önü açıktı ama gömleği de yırtılmıştı. Her yeri kan içindeydi. Kurumuş yaraları vardı. Tüfeğini indirdim ve başımı yere vurdum, kask vardı ama ona rağmen acısını hissetmiştim. Tekrar vuracakken biri üniformamın ense kısmından tutarak beni geri çekti. Ardından beni yavaşça bıraktı. Abimdi. Başımı yeniden kaldırdım ve tüfeğimi daha sıkı tuttum.
"Adam benim, ne olursa olsun benim!" Kulaklıkla söylemiştim herkesin duyması için.
"Operasyon başladığında geride kalıcaksın." Başımı aniden kaldırıp abime baktım.
"Ben sana gel diyene kadar burada kalacaksın! Keskin nişancı değil misin görevini yap!" Dişlerini sıktım ama birşey söylemedim önüme döndüm. Gerçekten artık konuşmak istemiyordum yalnızca Alp'i orda çıkarmak istiyordum. Yakın ateşe girmemi istemiyordu. Herkesi birden kontrol edemiyeceğinin farkındaydı bu yüzden beni geride bırakıyordu.
∞ ∞ ∞
Çevrede bekleyen korumalar nöbet değişimi yapıyordu, ve şu anda bütün alan boş kalmıştı. Bunu fırsat bilerek abim kendi timinden ve benim timinden ikişer kişi benim yanımda bırakarak aşağıya doğru ilerlediler.
Önce nöbet değiştirmek için gidenleri öldürmeye başladılar, ardından çatışma sesine gelenler tek tek ölüyordu. Evet ben keskin nişancıydım ancak abimin kendi timinden benim yanımda bıraktıkları da keskin nişancıydı onlar benim yerime herşeyi yapıyordu, abim bu yüzden bırakmıştı onları benim yanımda. Bir saat süren çatışma sesinin ardından sesler kesilmişti. Abim büyük beyaz eve girerken iki kişide Alp'in olduğu küçük kırmızı kulübeye giriyordu.
"Ömrüm komutanım, gelebilirsiniz." Kulaklıktan gelen sesle beraber önce tüfekle etrafı kontrol ettim, ardından da ayağa kalktım. Benim kalkmamla beraber benim timinden olan iki kişi de ayağa kalktılar ve iki yanıma geçtiler tüfeğimi sırtıma atıp tabancamı elime aldım. Kırmızı küçük kulübeye girdiğimde Alp'i yere serdikleri bez sedyenin üzerine uzandırmışlardı. Gözleri çok az açıktı. Bilincinin tam yerinde olmadığı belliydi. Hızlıca yanına gidip tüfeğimi ğzerimden çıkardım ve yere bıraktım. Ardından montumu çıkartıp Alp'in yanına eğildim ve dizlerimin üzerine oturdum ve montu dizime kattım ardından çelik yeleği çıkarıp yere bıraktım ve üzerimdeki üniformayı çıkartıp yalnızca altımdaki yeşil yarım kollu tişörtünü kalmıştım. Alp başını çevirip bana bakmıştı. Çok fazla hareket edemiyordu sadece başını çevirmişti. Başımda bekleyen iki kişiye baktım.
"Yardım edin bana." Alp'e döndüğümde hâlâ bana bakıyordu.
"Çok soğuk, üşürsün. Hasta olursun böyle." Tebessüm etti sadece. Çok küçük bir tebessüm. Askerlerin yardımıyla üzerindeki gömleği çıkartıp kendi üniformamı giydirdim ona. Tekrardan yere uzandırdılar. Bu sefer montu üzerine örttüm. Her yerinde yara vardı. Bu beni mahfediyordu.
Yavaşça saçlarını okşadım.
"Bana bak tamam mı, gideceğiz. Helikopter geliyor. Karargaha dönüyoruz. Yuvanıza dönüyoruz. Bak çok iyisin. Hemen iyileşirsin sen ben biliyorum seni. Biraz dayan lütfen."
"Ömrüm." Şu ana kadar dolmayan gözlerim, adımı onun ağzından duyduğu anda dolmuştu. Sesi çok kısık çıkmıştı, zor konuşmuştu ama adımı tek seferde söylemişti.
"İyileşiceksin, helikopter geliyor. Yuvaya dönüyoruz." Başımı eğdim ve alnını onun alnına yasladım. Hala saçlarıyla oynuyordum. Dudaklarımı onun dudaklarına bastırdığımda bunu yapmamı bekliyormuş gibi hemen beni öptü. Gözlerimi kapattım ve ona karşılık verdim. Nefes almakta zorlanıyordu. Aldığı yaralar onu zorluyordu. Daha fazla canının acımaması için birkaç saniye sonra geri çekildim. Bana bakıyordu. Gözünü benden hiç ayırmamıştı.
"Seni çok seviyorum." Diye fısıldadım.
"Seni çok seviyorum." Dedi aynı benim gibi söylemişti o da.
"Ömrüm... M-mert yok... M-mihra.. M-mihra yalnız... M-mihra sa-sana emanet." Ağlamamak için dişlerimi sıkıyordum.
"Yalnız değil. Abisi var, abisi onu yalnız bırakmaz." Bu sefer tebessüm etmemişti. Buruk ve acı bir gülümseme vardı.
"Bu sefer değil..." Yavaşça yüzünü tuttum. O sırada çevremde hissettiğim hareketlenmeye beraber arkama döndüm, abim gelmişti. Onun gelmesiyle beraber askerler biraz daha geri gitmişti. Yanıma geldi ve elini sırtıma kattı.
"Dışarı çık."
"Abi -"
"Dışarı çık."
Yeniden Alp'e baktığımda çıkmamı ister gibi gözlerini kapatıp açmıştı. Seslice nefes verdim. Eğildim ve çok yavaşça saçlarından öptüm. Sonrasındaysa ise ayağa kalktım ve dışarıya çıktım.
🍂 🍂 🍂
Tek dizimin üstüne yere eğildim Alp'in saçını okşadım.
"Evlat... Dayanıcaksın. Bu sefer hiç bir seçenek sunmuyorum sana. Dayanmak zorundasın."
"A-abi... B-baba... Ömrüm'e iyi bakın."
"İşim var, çocuklar yanında. Gelicem hemen tekrardan evlat." Birşey demedi başını önüne çevirdi sadece.
Yerden Ömrüm' ün çelik yeleğini ve tüfeğini alarak ayağa kalktım ve dışarı çıktım. Ömrüm'ün yanına gidip çelik yeleği giydirdim.
"Ne olursa olsun bu yeleği çıkartmamayı ve tüfeğini asla bırakmayı öğretmediler mi sana!"
"Öğretmenimin ayıbı olsun o da!" Gözlerini devirdi ve önüne döndü. Gözlerinde hala öfke vardı.
∞ ∞ ∞
"Gel." Birşey söylemeden beyaz eve doğru yürüdü. Bende arkasından gittim. Eve girdiğimizde yerde elleri ve ayakları bağlı başında beş kişinin beklediği Marco'nun kardeşi vardı. Gözlerine siyah bir kumaş başlamışlardı. Çok benziyordu kardeşine. Sonunun da onun gibi olacağını kim nerden bilsin.
Arkamdan duyduğum kapı kapanma sesi ile arkama döndüm. Evet ondan bi onay bekliyordum. Çünkü ben şu anda kendi öfkeme hükmedemiyordum. Yanıma geldi ve adamın başında bekleyen beş kişiye baktı.
"Odaları yeniden kontrol edin, bakın gözden kaçan birşey var mı!"
Bu odaları kontrol edin demek değildi, beşi de kendi timindendi. Gidin şahit olmayın diyordu. Çünkü görev dışı yaşanan herşey rapora yazılacaktı, ve onların şahit olması ı istemiyordu. Beşi de içerideki odalara giderken koskoca holde yalnızca üç kişi kalmıştık.
Dizlerinin üstüne çöktürülmüş olan adamın yanına gittim. Önce gözlerini açmaya gitmiştim ancak gözlerini açmaktansa boğmayı tercih etmiştim. Elim boğazına yapışmış, boğazını sıkıyordu. Bir kaç saniye dayanabilmiş ardından çırpınmaya ve öksürmeye başlamıştı. Boğazından sıkarak bana en yakın olan duvara kadar onu sürükledim ve sırtını duvara vurarak boğazını sıkmayı bıraktım. Başını eğip öksürmüştü. Gözlerindeki siyah kumaş parçasını çıkardığımda gözlerini kısarak bana bakmıştı bense yeniden boğazına yapışmış boğazını sıkmış ve başını duvara vurmuştum sertçe. Fazla sert vurmuş olacağım ki başından kan akmaya başlamıştı.
"Hoşgeldim! Ama ben böyle bir karşılama beklemiyordum, ne kadar üzüldüm ne kadar üzüldüm! Sen beni dört gözle bekliyordun oysaki." Dişlerimi sıkarak konuşmuştum.
Konuşacağı sırada boğazını daha fazla sıkıp başını yeniden duvara vurduğumda acıyla inlemişti. Yüzü kırmızıdan mora dönmeye başladığı sırada boğazını bırakmıştım. Öne eğilip, iki büklüm olup, öksürmeye başlamıştı. Bense ona fırsat vermeden elindeki ipi çelik yeleğimin göğsündeki bıçağı alarak kesmiş ve sağ elini tutmuştum.
"Hangi elinle yaptın şerefsiz! Hangi elinle açtın onun vücundaki yaraları!" Sol bileğini tutup yere sertçe bastırdım ve elimdeki hançeri elinin tam ortasına batırdım. Bağırmıştı. İçerideki hareketlilik ve yürüme sesi bu bağırmayla beraber durmuştu.
"Bu değil mi!" Bıçağı elinden çıkardım bu seferde sağ bileğini yere bastırarak hançeri sağ elinin ortasına batırdım ve hançeri geri çıkardım. Bıçaktaki kanı onun üzerine silip ayağa kalktığımda yerde acıyla kıvranıyordu ancak bu beni tatmin etmemişti. Hançeri yeniden çelik yeleğimin göğüs kısmına yerleştirdim ve ayağa kalkıp tabancamı belimden aldım. Tabancayı kurdum.
"ÖMRÜM YAPMA! ÖMRÜM!" Elim bir saniye olsun titremeden dört el ateş ettim. Birisi sağ eline birisi sol eline. İkisi de sağ ve sol ayak bileğine.
O karşımda acıyla kıvranırken silahım hala ona dönüktü. Abim yanıma geldi ve silahı elimden alıp emniyeti açtı. Ve yeniden belime yerleştirdi. Beni kendine çevirdiğinde hala dümdüz bir ifadeyle karşıma bakıyordum. Saçımı okşadı.
"Alp'in yanına git, helikopter gelene kadar yanından ayrılma."
Birşey söylemeye tek kendimi geri çektim ve bu koskocaman beyaz evi terk ederek küçük kırmızı kulübeye girdim. Alp hala kendindeydi. Ben gittikten sonra bacağındaki yaralara pansuman yapılmıştı. Dizlerimin üzerine eğildim yeniden ve yere oturdum. Saçlarını okşadığım sırada bana baktı.
"Sen mi ateş ettin." Alp'e baktım eğildim ve saçlarından öptüm ancak ona cevap vermedim.
"Elin barut kokuyor, ama demin yanımda oturduğun sırada kokmuyordu... Kimi vurdun?"
"Ölmeyi hak eden birini... Sadece yaraladığıma dua etsin."
"Dört kurşunla mı? Hiç bir kurşunu kaçırdığını sanmıyorum. Dört kurşunla mı yaraladın?"
"Ona az bile. Gebersin." Başımı kaldırıp çocuklara bakmıştım.
"Su içirdiniz mi?"
"İçirmediler." Başımı çevirip Alp'e baktım kaşlarımı çatarak.
"Senin elinden içmek istedim, içiriceklerdi, istemedim." Hafifçe gülümserken çantamdan kendi mataramı çıkarttım yanıma, yere kattım. Alp'i yavaşça doğrulttum ve bir ayağımı düz uzatarak Alp'i dizime yatırdım. Matarayı aldım ve kapağını açıp dudaklarını ıslatarak su içirdim bir kaç yudum. Ardından matarayı yenden kapattım ve yanıma kattım. Saçlarını okşadım, boşta olan elimle ise elini tuttum hafifçe. O ise bütün gücüyle tutmuştu.
Yarım saat kadar sonra duyulan helikopter sesiyle herkes hareketlenmişti. Dışarıda olanlar zaten hazırlanmıştı. Bense ayağa kalkıp çantamı almıştım.
Yanımda bekleyenler bez sedyenin yanlarından tutarak Alp'i kaldırdılar ve dışarıya çıktık. Bizim dışarıya çıkmamızla abimle göz göze gelmem bir oldu. Birşey söyliycek gibiydi, ama söylemiyordu. Bu şu anda benim pek umrumda değildi. Biz ilk gelen helikoptere giderken o ikinci gelene gitmişti. Önden ben çıkmış ardından iki kişi çıkmış ve Alp'i de helikoptere bindirmişlerdi. Ben yeniden yere Alp'in yanına oturmuştum. Benim timim helikoptere bindikten bir kaç dakika sonra iki kişi tekrar inmişti kaşlarımı çattım ayağa kalkacakken helikopterin kapısına abim geldi ve helikoptere binip kapıyı kapattı. Köşede kallan tek oturma yerine oturdu.
Ben yeniden Alp'e dönerken o ise hala bana bakıyordu. Çok hafifçe gülümsedim ve elini tuttum. Biraz Alp'e yaklaştım ve boşta olan elimle saçlarını okşadım.
"Çok az kaldı, yuvamıza dönüyoruz... Çok az kaldı." Hafifçe tebessüm etti ve gözlerini kapattı. Birkaç saniye sonra gözlerini açıp bana baktı
"Ömrüm..." Ona baktım.
"Ömrüm." Dedi yeniden. Onun ağzından adımı duymak çok hoşuma gidiyordu. Her zaman ismimi söylemezdi çünkü.
"Seni çok seviyorum." Dedi.
"Seni çok seviyorum." Dediğimde dudağının kenarı kıvrılmıştı.
"Beni tekrar öper misin?" Hiç düşünmeden yaklaştım ve dudağından öptüm ancak hemen geri çekilmişti Alp'e baktım.
"Neden bu kadar soğuksun?" Bir elini yanağına katar sonra diğer elini tutar Alp'e bakar.
"Çok soğuksun." Bu aöylediğimle ilgilenmiyormuş gibiydi. Sanki bunu zaten biliyormuş gibiydi.
"Beni öper misin?" Yeniden ona yaklaştım ve öptüm. Hemen o da bana karşılık verdi ama bir kaç saniye sonra durduğunda başımı hafifçe kaldırıp ona baktım. Gözleri kapalıydı.
"Alp... Alp!" Hafifçe elini salladım ama gözlerini yine de açmadım. O sırada biri yanıma yaklaştı. Önce elindeki yeşil örtüyü Alp'in üzerine örttü boynuna kadar ardından da elini boynuna katarak nabzına baktı ve başını kaldırıp bana baktı sonrasındaysa abime.
"Ne! Ne oldu!" Karşımda duran kişi yeniden bana bakmıştı.
"Nabzı yavaş. Bilincini kaybetti komutanım." Karşımda duran askere karşı bir hareket yapacakken arkamdan iki büyük kol beni sardı ve geri çekti, geri çektiğinde sırtım dizlerine yaslandı. Çenesini başıma yaslamıştı. Beni ise bırakmamış hala sarıyordu.
Gözlerimi kapattım sıkıca beni saran kollara tutunup dizlerimi karnıma çektim.
"Abi!" Cevap vermedi ama daha sıkı sarıldı. O biliyordu, o herşeyi bilirdi. O bunu da biliyordu.
Ben başımı kendi dizlerime yaslayıp sessizce ağlarken o saçlarımdan öpüp bana daha sıkı sarılmıştı.
∞ ∞ ∞
Bir buçuk saatin sonunda bizim olduğumuz helikopter hastaneye iniş yaparken diğeri karargaha iniş yapmıştı. Kulaklıklar hala takılı olduğu için bilgiler geliyordu. Helikopter iner inmez sedyeyle bizi bekleyen doktor ve hemşireler Alp'i sedyeye alarak ameliyathaneye götürmüştü. O benden ayrılırken teni nerdeyse tamamı bembeyaz olmuştu. Benden sonra abim de helikopterden indi ve omuzuna sarılarak yürüdü. O bana sarılana kadar olduğum yerde dikildiğimi bilmiyordum. Biz kapıya giderken arkamızdan sertçe kapatılan helikopterin kapısının sesini duymuştum Bizde aşağıya indiğimizde ameliyathane in önü bomboştu. Bu kadardır. Sadece abim ve ben... Helikopterden inmeden önce çelik yeleğimi çıkarmıştım ve tüfeğimi de bırakmıştım. Çok soğuktu, ama tenim değil ruhum üşüyordu. O sırada bir hemşire elinde siyah bir torbayla dışarı çıktığında önce abime ardından bana baktı. Yanıma geldi ve elinde ki siyah torbayı bana uzattı.
"Hastanın eşyaları. Sizle geldiği için size veriyoruz." Sadece elindeki siyah torbaya bakıyordum. Benim almaya niyetim olmadığını anlayınca, torbayı abim aldı. Ardından hemşire gitti.
∞ ∞ ∞
Bana çok uzun bir süre gibi gelmişti ancak sadece bir saat geçmişti. Abim kenara geçmiş duvara yaslanmıştı bense kapının tam önünde ayakta bekliyordum. Tam o sırada kapı açıldı ve doktor dışarıya çıktı. Bir kaç saniye bana baktı.
"Başınız sağolsun." Dedi ve ardından gitti. Ben olduğum yerde dona kalırken abim yanıma geldi. Bana seslendi ama sanki sesi çok uzaktan geliyordu. Koluma dokunduğu anda kolumu çekmiştim. Bir dakikadan kısa bir süre sonra üstüne beyaz örtü örtülmüş sedyeyle beraber dört hemşire çıktı. Gidiyorlardı ki ben sedyeyi tutunca hepsi birden durdu. Önce örtüyü tuttum birkaç saniye. Ardından yavaşça açtığımda yüzü ortaya çıktı. Gözleri kapalıydı. Teni bembeyaz olmuştu. O benden ayrılırken bu kadar beyaz değildi. Örtüyü bıraktım ve yüzüne dokundum yavaşça. Buz gibiydi. Birşeyler söylemek istedim. Ama gelimelerin hiç biri ağzımdan çıkmadı. Eğildim ve onu son birkez öptüm. Başımı kalbinin olduğu yere yasladım ve ağlamaya başladım. Ölemezdi. Beni bırakamazdı. Şimdi değil. Çok erkendi daha. Ben ona daha sıkı sarılırken onun hiç bir tepki vermemesi canımı daha çok yakarken ağlamam krize dönüşüyordu. Abim yaklaştı ve elimi tuttu. Beni Alp'ten ayırırken ağlamama artık sinir krizide eşlik ediyordu. Bir hemşire örtüyü yeniden üzerine örttü ve onu benden götürdüler. Abim herşeye rağmen beni bırakmamıştı. Elinden hiç bir şekilde kurtulamamış Alp'in yanına gidememiştim. O sırada bir hemşire yanımıza geldi. Ben daha fazla direnmeye başladığımda abim bu kez kolumu tutmuştu. Kolumdan birşey enjekte ettiklerinde ne olduğunu anlamamıştım ama sakinleştirici olduğunu fark etmem çok uzun sürmedi. Kolumu bırakıp yeniden bana sarıldığında saçlarımdan öptü. Krizlerim dinerken ağlamam devam ediyordu ancak gözlerim kapanıyordu. Bayılmadan önce gördüğüm son şey ise. Timur abimin bizim yanımıza koşarak gelmesiydi.
∞ ∞ ∞
Gözlerimi açtığımda her taraf kararmıştı, loş bir ışık yanıyordu sadece. Ne olduğunu anlamaya çalıştığında bir yatakta yatıyordum. Gözlerimin yeniden dolmasına sebep olan düşünce ise Alp'in ölmüş olduğu gerçeğiydi. Bir anda önümde Timur abim belirdiğinde yeniden ağlamaya başladığımdan kaynaklı bulanık görüyordum onu. Yanıma oturdu. Ona bakarken fark ettiğim şey ise kolumda serum takılıydı. Sanırım hala sakinleştirici veriliyordu. Ancak göğsümün ortasındaki sızı şu anki sakinliğime çok zıttı. Odada yalnızca o vardı. Elini yanağıma kattı ve yanağımı okşadı bense hala sessizce ağlıyordum. Kap sessizce açıldığında içeriye Tunç abim girdi. Timur abim sanki kimin geldiğini biliyormuş gibi dönüp bakmamıştı. O ise beni uyanık gördüğünde kapıyı yeniden kapattı ve diğer yanıma gelerek başımda durdu. Gözlerimi yeniden kapattım. Hiç kimseyi görmek istemiyordum çünkü.
∞ ∞ ∞
Gözlerimi kapattıktan sonra yeniden uyumuş olmalıydım. Gözlerimi yavaşça açtığımda içeriyi gün ışığı doldurmaya başlamıştı. Başımı yavaşça çevirip koluma baktığımda serum çıkarılmıştı. Ama kolum mosmor olmuştu. Bir hareketlenme duydum. Ardın yanımda belirdi. Eğildi saçlarımı okşadı. O da henüz kıyafetlerini değiştirmemiş, demek ki eve gitmemişti. Yanıma oturdu elimi tuttu önce, beni izledi. Ardından bana sarıldı. Gözlerim dolmuştu yine. Kendimi geri çekmek istedim sarılmasın istedim, sarıldığımmson kişi Alp olsun istedim. Ama ona bunları söyleyemedim. Gözlerimden sessizce yaşlar akarken elimden hiç birşey gelmemişti. Uzunca sarıldıktan sonra benden yavaşça ayrılırken onun da gözlerinin dolduğunu fark ettim ama dişlerini sıkıyordu ağlamamak için. Alp onun kardeşi gibiydi, biliyordum. Ama şimdiye kadar yüzünde ilk defa bir ifade gördüm. Bu sefer ben kollarımı kaldırdım ve ona sarıldım.
"Ömrüm." Dedi. Saçlarımı okşuyordu. Konuşurken bile çenesini sıkıyordu.
"Affet beni güzel kızım, affet. Sözümü tutamadım ben." Ben ona daha sıkı sarıldığım da yeniden ağlamaya başlamıştım.
Sarılmayı bırakan o olmuştu. Yavavaşça geri çekildi ve bana baktı bir elini yanağıma yerleştirdi ve yanağımı okşadı. Silmedi bu sefer göz yaşlarımı, bende bırakmadım ağlamayı. Daha fazla ağladım. Zaman ilerledikçe kalbimdeki derin sızının vücuduma yayılmaya başladığını hissediyordum. Sanırım sakinleştiricinin etkisi geçiyordu.
"Cenaze töreni var üç saat sonra. Mihra'ya haber verdik. Mert'te burdaydı." Dedi. Ve aklıma ilk gelen şey Alp'in 'Mert yok, Mihra yalnız. Mihra sana emanet.' demesi olmuştu. Başımı yere eğdim ve kesik bir nefes aldım. İki elimle yüzümü kapatırken hala ağlıyordum.
Üzerindeki ceketi çıkarıp bana giydirmek istediğinde geri çekildim. Onun ceketini giyinmek istemiyordum şu anda.
∞ ∞ ∞
Eve geldiğimiz de önce kapının önünde durdum. Yukarıdan Umay'ın sesi geliyordu. Ağlıyordu. Abim kapıyı açmış beni bekliyordu. Abime baktım ardından merdivenlere yöneldim ve yukarıya çıktım. İki kat çıktıktan sonra abimgilin evinin kapısının önüne geldim kapıyı çaldım. Yengem kapıyı açtığında beni beklemediği belliydi bi an şaşırdı sonra kenara geçti. O da önceden ağlamıştı, belliydi gözlerinden. Umay kapı açıldığında susmuştu ama onu göremeyiyordum. Ayak sesi geldiğinde ise odasından geldiğini fark ettim. Beni gördüğünde hızlıca yanıma geldi ve bana sarıldı. Bi an dengemi kaybedip düşücektim ki abim arkamdan beni tuttu. Eğildim Umay'ı kucağıma aldım yanağından öpüp sarıldım. O ise minik kollarını boynuma sarmıştı. Saçlarını okşadım yavaşça.
"Benim prensesim neden ağlıyor?"
"Haya, seni göyemiyceğimi söyyediler." Sesi kısık çıkmıştı. Ağlamaktan sesi kısılmış olmalıydı.
"Kim söyledi onu?"
"Baya söyyedi." Hafifçe arkamı dönüp abime baktığımda hiç birşey söylemedi.
"Doğru söylemiş güzelim, uzaktaydım ben göremezdin beni. Geldim ama şimdi. Bak, görmüyor musun beni?" Boynuma daha sıkı sarıldı.
"Göyüyoyum."
"Ama benim şimdi biraz işim var. Eve gitmem lazım sonra yine yanına gelicem güzelim."
"Tayam haya." Başını kaldırdı bana baktı yanağımdan öptü. Çok hafifçe gülümsedim. O ise çok mutlu olmuştu. Umayı yere indirdiğimde içeriye geçmişti yengem bana baktı elini omuzuma katttı ve omuzumu okşadı.
"Başın sağolsun Ömrüm." Yengeme baktım ama yutkunamadım bile hafifçe başımı salladıktan sonra abime baktım elindeki anahtarları aldım ve aşağıya indim. Ben aşağı inerken yukarıdaki kapı kapanmıştı ama aşağı inen bir ayak sesi vardı. Evin kapısını açtıktan sonra evin girişine borakılmış olan siyah torbaya gözüm kaydı. Eğildim torbayı aldım ve odama geçtim. Ben odama geçerken abimde eve girmiş kapıyı kapatmıştı. Yatağıma oturdum ve torbadaki kıyafetleri yatağımın üzerine döktüm. Kıyafetleri dökerken fark ettim ki dağda Alp'in olduğu yerde siyah bir ceket vardı. Abim sanırım onu da almıştı çünkü şu anda yatağımın üzerinde duruyordu. Kıyafetleri tek tek katladım ve ayağa kalkıp dolabımın en üst rafına yerleştirdim. Ardımdan dolabımdan siyah bir gömlek ve pantolon alıp yatağımın üzerine kattım ve banyoya gittim önce ellerimi ardından yüzümü yıkadım, kuruladım. Odaya geçip üzerimdekileri çıkardım ve yatağın üzerine kattığım siyah pantolon ve gömleği giyindim. Ardından ise Alp'in siyah ceketini üzerime giyindim. Biraz büyük olmuştu ama bunun benim için bir önemi yoktu.
Üzerimi düzeltirken elime sert birşey değdi. Elimi ceketin cebine atıp cepte olan küçük kutuyu aldığımda yine gözlerim dolmaya başlamıştı. Kutuyu yavaşça açıp baktığımda içinde bir yüzük vardı. Çok zarif duruyordu, daha önce böyle birşey görmemiştim. Yakut taşından yapılmış kalp şeklinde bir yüzüktü. Bir elimle yavaşça gözlerimi sildikten sonra yüzüğü aldım yüzüğe bakarken içinde yazılmış olan şeyler dikkatimi çekti. Ö ∞ A . Burukça gülümsedim. Sonsuzluk. Bizim hikayemiz sonsuz olmuştu. Yüzüğü yavaşça sol parmağıma taktım ve odadan çıktım. Abim koridorda bekliyordu.
"Şimdi gitmek istiyorum mezarlığa." Başını salladı kapıyı açtı. Bense hızlıca ayakkabılarımı giyinip evden çıktım ve aşağıya indim. Abimde arkamdan geldi ve arabaya binip mezarlığa gittik. Önce arabadan inmeden yakınımızda duran mezarlıkları inceledim. Çok zaman geçmemişti ki bir araba arkamızda durdu ve kapıları açıldı. Mihra ile Mert inmişti arabadan. Mihrayı gördükten sonra bende arabadan indim. Durdu bana baktı. Yanına gittim ve ona sarıldım yavaşça.
"Başın sağolsun." Neden bilmem ama sesim kısık çıkmıştı.
"Başın sağolsun abla" dedi. Ama sesi titriyordu. Başımı kaldırıp Mihra'ya baktım ardından Mert'e baktım sonrasında ise yeniden abimin yanına gittim. O asker kıyafetini değiştirmemiş üstüne de montunu giyinmişti. Arabanın önüne yaslanıp oturduğunda yağmur çilenmeyr başlamıştı. Başımı gökyüzüne kaldırıp gözlerimi kapattım. 'Yanımdasın sevgilim, biliyorum.' Ben öyleyken birkaç komutanımız gelmişti ancak ben bunu umursamamıştım. Abim onlarla konuşurken ben mezarlığın içine girdim ve Alp için ayrılmış yere gittim. Mezarı çoktan kazılmıştı...
∞ ∞ ∞
Cenaze töreni saati geldiğinde etraf daha kalabalıktı ancak sivil tek kişi Mert ve Mihra'ydı. Onun dışındaki herkes askerdi şu anda burada. Hepsinin üniformalı olması daha fazla dikkat çekiyordu. İki yanımda birileri durduğunda gözlerimi kazılmış olan mezardan çektim ve iki yanıma baktım. Timur abim ve Tunç abim gelmişti. Bir kaç dakika sonra cenaze aracı yaklaştığında içerisinde kırmızı bayrağa sarılmış bir tabut vardı. Bu Alp'in vasiyetiydi. Tören istememişti. Bunu her ne kadar yeni öğrenmiş olsamda hiç birşeyi değiştiremezdim. Tabuta doğru gitmek istediğimde Timur abim beni tuttu. Olduğum yerde kalmıştım. Teoman abim ve beş asker daha tabutun yanına giderek tabutu omuzlarına aldılar ve mezarlığın yanına getirip yere kattılar. Teoman abim tabutun üzerindeki bayrağı katlayarak kaldırdı ve tabutu açtılar. Bembeyaz bir kefene sarılmıştı. Tabut açıldıktan sonra yeniden yağmur çizelemeye başlamıştı. Önce dua okundu ardından kefeni tabutun içinden çıkardılar. Bir adım attım gitmek için ancak bu sefer Tunç abimde beni tutmuştu. Gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Kefenle birlikte kazılmış olan mezarlığın içerisin yerleştirdiler. Bütün duygularım yeniden ortaya çıkarken ellerim ve dizlerim de titriyordu. Kefenin üzerine tahtalar yerleştirildikten sonra mezar toprakla kapatılmaya başlandı.
"Abi" dedim. Ancak sesim çok kısık çıkmıştı. Dizlerimin titremesine daha fazla dayanamayarak yere çömeldiğimde ağlamaya başlamıştım. Timur abim de yanıma eğilip omuzuma sarıldı. Teoman abim montunun fermuarını açarak elindeki bayrağı göğsüne yerleştirdikten sonra montunu geri kapattı. Bir askerin elindeki küreği aldı.
"Abi!" Dedim yeniden. Bu sefer sesim yüksek çıkmıştı boğazım acımıştı.
"Yapma! Abi yapma!" Dediğimde ağzından çıkan kelimeler birbirine dolanıyordu. Hışkırarak aplamaya başladığımda onun da gözleri dolmuştu. Yalnızca bir kürek toprak attıktan sonra küreği baikasına verdi ve yanıma geldi beni ayağa kaldırıp bana sarıldığında ağlamam daha da şiddetlenmişti.
"Atmayın! Toprak atmayın! Abi birşey söylesene! Atmasınlar toprak abi!" Ağlamamla beraber bağırmam daha fazla boğazımı acıtmıştı. Sanki bıçak saplıyorlardı boğazıma.
Mezar kapanacak kadar toprakla kapandığında abim dışında hiç kimse beni umursamıyordu. Sinir krizi geçirmenin eşiğine vardığım da Timur abimle Tunç abimde yanıma gelmiş beni tutuyorlardı...
∞ ∞ ∞
Bir ay olmuştu... Söylemesi ne kadar kolaydı. Bir ay. Ama bana bu kadar kolay ve kısa gelmemişti.
Mezarlıkta geçirdiğim krizden sonra beni hastaneye götürmüşlerdi yeniden. Haftalardır gördüğüm tedaviden sonra bugün taburcu etmeye karar vermişler. Öyle söyledi yani doktor. Bir aydır yalnızca serumlarla besleniyordum. Tunç abim yanımdaydı şu anda. Timur abimin ameliyatı vardı ona gitmişti, Teoman abimi de karargahtan çağırmışlardı. Gerçi benim için pek birşey fark etmiyordu. Bütün gün yatakta gözlerim kapalı bir şekilde yattığım için onları görmüyordum zaten. Hastaneden çıkmak için Timur abimi bekliyorduk. Teoman abim eve gelicekti direkt. Benimle sürekli konuşmaya çalışıyorlardı ancak cevap vermediğim için bir yerden sonra vazgeçmişlerdi. Mihra ne durumdaydı bilmiyorum ama Mert birkaç kez yanıma geldiğinde iyi olduğunu söylemişti. Gerçi ben ona da cevap vermemiştim.
Timur abim yanımıza geldiğinde Tunç abim eşyalarımı çoktan toplamıştı. Onun gelmesiyle beraber ayağa kalktığımda Tunç abim yanıma gelip bana ceketimi giydirmişti. Soğuk muydu hava? Ben uzun zamandır dışarı çıkmıyorsun... Pencereden bile dışarıya bakmamıştım haftalardır. Onlar gelip sürekli bana birşeyler anlatıyorlardı. Hastaneden çıkıp arabaya bindiğimizde önce oturmamı her ne kadar isteseler de arkada oturmuştum. Camdan dışarıyı izlerken mezarlığa varmadan önce yolun kenarında durmalarını istemiştim. Bir çiçekçi vardı. Yalnızca ben arabadan indim. Çiçekçiye gittiğimde önce annemin en sevdiği çiçek olan beyaz zambaktan aldım bir demet. Babam çiçek sevmezdi, böyle sevmezdi. Kopartmayınnderdi hep. Çok küçüktüm ama hatırlıyordum. Anneme çiçek alacağı zaman böyle almazdı. Zambakları saksıda alırdı. Annemde onlara hep özenle bakarlardı. Kazadan sonra kendi evimize döndüğümüzde bütün zambaklar solmuştu. Burada yoktu saksıda ancak olsaydı bende öyle alırdım. Ardından gözüm mavi papatyalar takıldı. Bir süre mavi papatyaları izledim ardından orada duran dört demeti de satın aldım. Elimdeki mavi papatyalar ve zambakla beraber arabaya bindiğimde Timur abim dikiz aynasından bana bakıyordu. Çiçeklerin hiç birini bırakmadım ancak gözlerimin yanmaya başladığını hissettiğimde bir kez daha ağlamamak için gözlerimi kapatıp başımı cama yasladım. Arabayı yeniden çalıştırıp yola devam etti. Mezarlığa geldiğimizi arabanın durmasından ve kapıların açılmasından anladım. Gözlerimi açtım ve dışarıya baktım. Abim kapımı açmıştı aşağı indiğimde benim ne yapacağıma bakıyorlardı. İkisi de çok gergindi. Çünkü Teoman abim mezarlığa gelmemi bir süre yasaklamıştı ve bende şu anda ondan izinsiz mezarlığa gelmiştim ve ikisine de söylememeleri için yemin ettirmiştim. Mezarlığa doğru giderken bi an durdum ve arkamı dönüp ikisine baktım.
"Burda kalır mısınız? İyiyim ben, yalnız olmak istiyorum sadece." Birşey söylemediler ancak birbirlerine baktıklarında orda kalacaklarını anlamıştım. Önce annemle babamın mezarlığına gittim. Mazarlığın kenarına çömeldim ve beyaz zambakları alıp demeyin kurdalesini çözdüm ve çiçekleri annemin mezarının üzerine yayarak kattım. Uzun zamandır gelmiyordum ben ancak biliyordum ki Teoman abim ikisinin mezarına da her hafta gelirdi. Artık üçünün... ilk zamanlar boş kalmıştı mezarları ancak ölümlerinden bir kaç yıl sonra benim ektiğim çiçekler hala canlı ve bakımlıydı. Gülümsedim. Bu sefer gözlerim dolmamıştı ama her an ağlayabilirdim biliyorum. Hiç birşey konuşmadım mezarlığın başında ancak çok şey konuşmuştuk geldiğimden beri.
Ne kadar zaman orada oturdum bilmiyorum. Ama uzun süre olmuştu. Ayağa kalktım ve ikisinin mezarına da sonkez bakıp gülümsedim. Ardından Alp'in mezarına doğru ilerledim. Çok uzak değildi Alp'in mezarı onlara. Bir kaç metre vardı yalnızca. Onun mezarının başına geldiğimde mezar taşı ve mermer yapıldığını gördüm. Yeni yapılmıştı belliydi. Onun mezarı henüz boştu. Ama en kısa zamanda buraya da çiçek dikicektim. Mezarın kenarına oturdum ve aldığımdan beri elimden hiç bırakmadığım mavi papatyaların kurdalelerini açtım ve bütün papatyaları mezarlık boyunca yerleştirdim. Bu sefer gözlerim dolmaya başlamıştı. Başımı mezar taşına yasladığım ve gözlerimi kapattım.
∞ ∞ ∞
Eve geldiğimizde ben odama girmiştim onlar ise salona gitmişlerdi. Teoman abim bizden önce gelmişti kendi evindeydi, bizim geldiğimizi görünce aşağıya gelmişti ancak o da salona gitmişti. Odama geçerken birşey konuştuklarını duydum fakat dinlemediğim için anlamadım. Odama geçtim ve kapıyı kapattım. Odam toparlanmıştı, en son bıraktığında böyle değildi. Ama kıyafetlere dokunmamışlardı onlar hala yatağımın üzerindeydi. Kıyafetlere baktıktan sonra elim istemsizce parmağındaki yüzüğe kaydı. Evet sol elime takmıştım ve çıkaracağımı hiç sanmıyordum. Yavaşça yutkundum ve ardından burukça gülümsedim. Dolabı açıp bir kaç askı aldıktan sonra yatağımın üzerindeki bütün kıyafetleri aldım ve askılara astım ardından dolabımdaki kıyafetlerin hepsini tek bir tarafa iterek dolabımda yer açtım ve kıyafetleri boş olan kısma astım. Dolabı kapatıp yatağıma oturduğumda bilgisayarım yatağın üzerindeydi. Bu gülümsememe neden olmuştu çünkü bütün hikaye tamda burada bu yatakta, bu bilgisayarın başında başlamıştı. Bilgisayarı aldım ve masaya bıraktım. Örtüyü biraz açarak yatağa uzandım ve örtüyü tamamen üzerime örtüp dizlerimi karnıma çektim ve dizlerime sarıldım. Gözlerimi kapattım.
Bizimde hikayemiz bu kadardı. Bu kadar yaşayacağımız varmış. Bu kadar olmalıymış her şey. O evinden bana evlenme teklifi etmek için çıkıp kaçırılırken bense bunların hiç birini bilmiyordum... Belki bir kızımız olabilirdi belki de bir oğlumuz. Belki ikisi de olabilirdi. Ben onunla gerçekten evlenmeyi istiyordum. Bunu kendime ilk kez itiraf ediyordum. Onca zamandan sonra cenazenin üzerinden 1 ay geçmesine rağmen ilk kez kendime bunu itiraf etmiştim ilk kez kaçmamıştım kendi gerçeklerimden... İlk kez öpmüştüm onu; ilk ve son kez. Bu onu biliyordu. Eğer onu öptüğümde dayanmayı bırakacağını bilseydim hiç bir zaman öpmezdim. Belki de o zaman şu anda yaşıyor olurdu. Bu yüzüğü bana kendi vermiş olurdu, ben cebinde bulmamış olurdum.
Nefes alamadığını hissettiğimde örtüyü hızlıca üzerimden açarak doğruldum gözlerimi sıkıca kapattım. Ağlamak istemiyordum. Ama böyle bitmemeliydi bizim hikayemiz. Yanımda olmalıydı. Biz yine beraber nöbet tutmalıydık, yine beraber göreve gitmeliydik. Belki dışarıya çıkardık gezerdik. Kavga ederdik ayrılırdık tekrar barışırdık ama... Ama ölümün hiç bir çaresi yoktu. O tekrardan yanıma gelemezdi. Biz kavga etmedik ki barışalım. Ayrılmadık ki kavuşalım...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.9k Okunma |
281 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |