
“Komutanım dikkat edin!” dedim. Bu görevden eksiksiz ayrılmak istiyordum çünkü. Biliyorum onlarda yorgundu artık, ama hiç bir silah arkadaşımı şehit vermek istemiyordum. Hepsi kardeşim gibi olmuşlardı artık çünkü. Ona baktım saklandı gözlerini kapattı, derin bir nefes alıp verdi. Gözlerini açtı bana baktı.
“Teşekkürler Yüzbaşım” dedi. Başımı salladım hafifçe. 2 aydır buradayız ve sonunda istediğimizi bulmuştuk. Almadan dönmeyecektik. Karşımızdaki adamlar tek tek ölürken sonunda evin boşaldığını fark ettik. Ev... Ev demeye kaç şahit ister bilmiyorum. Mehmet kontrol için önden giderken onu izliyordum. Her yerin güvenli olduğunu söylediğinde bütün arkadaşlarımla beraber evin etrafını sardık. Üç kişi tabii ki bende dahil olmak üzere eve girdik, içerideki odalara bakarak işimize yarar bir şeyler arıyorduk. O sırada bir tıkırtı duydum. Etrafıma baktım kimse yoktu yavaşça ilerlerken ayağım bir şeye çarptı. Tabancamı alıp tüfeğimi yavaşça sırtıma bıraktım. Tabancamı kurdum. Yavaşça yerdeki halıyı kaldırdım bir kapı vardı... Belki mahzen belki bir geçit belki de bir tuzak. Kapıyı dikkatli bir şekilde açtım ve silahımı oraya doğrulttum.
“Sakın hareket etme! Dışarı çık!” Kontrollü bir şekilde bir adım geri gittim o sırada karşımdaki adam da dışarı çıkmıştı. “Ellerini yukarı kaldır sırtını dön!” dediklerimi yaparken onu izliyordum. Arkasını döndüğü sırada tabancamı yerine koydum ve kelepçeyi alıp ellerini arkasında kelepçeledim. Tabancamı tekrar alıp sırtına bastırdım, diğer elimle kolunu tuttum “Yürü! Dışarı!” Onu burada sorgulamak isterdim... Şehit arkadaşlarımın kanı vardı çünkü elinde. Ama yapamazdım, biliyorum.
Onu dışarı çıkarttım “Komutanım” adamı yere attım... Evet evet yere attım resmen.
Komutanının bana bakışlarından bana kızdığını anlayabiliyordum. “İçeride yer altında saklanma alanı vardı, oradan çıktı. Mehmetgil orayı inceliyor şu anda.” Başını salladı bana. Adamın karşısına geçtim, silahım hala ona dönüktü. Bana çok garip bakıyordu şu anda “Konuş! Anlat her şeyi. Nerede lideriniz?!”
“Lider benim” dedi. Arapça konuşmuştu.
“Türkçe konuş!” Tekrar etti, bu sefer Türkçe söylemişti. Mehmet dışarı geldi. İçeride bulunan şeyleri komutana rapor ediyordu. Bu adamı burada sorgulayamayacağımı biliyordum ancak karargahta izin verirler mi bilmiyorum. Normalde benden önce komutanım sorgulardı. Bu sefer neden hiç bir şey söylemiyor. Seslice nefes verecektim ki komutanımla göz göze geldim. Yine kızan bakışlarla bana bakıyordu, sabırsız olmamı sevmiyordu...
∞ ∞ ∞
Çevre güvenlik altına alınınca uzun bir yürüme mesafesinde sonra helikopterin bizi alacağı yere varmıştık ve karargaha dönmüştük...
Bu adamı hala sevmiyorum, neden sorguya almadık hala ve bu adama neden bizim askerlerimizin kıyafeti verilmişti. Ve biz şu anda komutanın odasında neden karşılıklı oturuyorduk. “Ömrüm Yüzbaşı” dedi adımı bastırarak Levent albay. Levent’e baktım. Karşımdaki adamı gösterdi “Alp Yüzbaşı” dedi. Bi anda kaşlarımı çattım ve adama baktım sonra komutana baktım.
“Pardon? Af buyurun anlamadım?”
“Kendisi istihbarat mensubu, oraya gitmekteki asıl amacınız Alp Yüzbaşı’yı oradan çıkarmaktı, sana bunu söyleyecektik ancak görevi kabul etmezdin o zaman."
Ben doğru mu duyuyorum. Saatler önce yakaladığımız ve kendini lider olarak tanıtan bir kişi bir Türk askeri miydi? Levent’e baktım o da Alp'e bakıyordu, dışarıyı gösterdi. Alp dışarı çıktı daha sonra Levent bana baktı yeniden.
“Sana çoğu zaman emir vermem Ömrüm, biliyorsun. Söyleyeceklerimi yaparsın çünkü her zaman. Seni kızım gibi gördüğümün ve bana babanın emaneti olduğunu hiçbir zaman unutma. Ancak bu sefer söyleyeceğim şeyi yapmay-“ lafını kesmiştim, hoşlanmazdı lafının kesilmesinden ama yüzünde kızdığına dair bir tepki yoktu.
“O zaman neden bana şu anda bunu söylüyorsunuz?” madem yapmayacağımı biliyordu neden bana söylüyordu o zaman.
“Çünkü bu sefer yapmak zorundasın, emrediyorum. Yeni bir tim kurmanı istiyorum, başında sen olacaksın ancak Alp Yüzbaşı da timinde olacak, ikinci komutan olarak.” Ben böyle bir şeyi asla kabul etmem.
“Asla! Ben o adamla asla çalışmam!”
“İsteğin reddedildi.”
“Komutanım ben bu adamla çalışmak istemiyorum!” Sanırım sesimi fazla yükseltmiştim. Bu sefer sinirlendi çünkü.
“Yüzbaşım nerede olduğunun farkına var. Çalışıp çalışmak istemediğini sormadım. Sana bir tim kur dedim başında sen olacaksın dedim. Ve timin ikinci komutanı o olacak.”
“Tayinimi isterim yine de onunla çalışmam ben.”
“Reddederim.” Neden beni bu işe zorluyordu. Sanırım komutanım olduğu için haklıydı. Ama ben o adamla yinede çalışmak istemiyorum. Cevap vermedim. Sinirli bir şekilden odadan çıktım. Karşımda duran adamı görünce daha çok sinirlendim.
“Neden çıktın karşıma! Nereden çıktın! Daha görevde kendini gizlemeyi bilmeyen biriyle mi göreve çıkacağım ben! Kaçsaydın oradan, başka biri yakalasaydı seni! Neden ben!” elimi yumruk yaptım. Sinirli bir şekilde karşımdaki adama baktım. Daha sonra hangara gittim.
∞ ∞ ∞
Saatler geçmişti. Biz görevden döneli tam yedi saat geçmişti. Ve ben tam üç saattir hangarda oturmuş silahımı bozup kuruyordum. Bu işlemi kaçıncı kez yaptığımı saymayı bırakalı çok oldu. Keşke abim yanımda olsaydı... Abim... Abilerim. Tabii ya görevden döndüğümü söylemedim onlara. Uzun zamandır konuşmuyoruz. Seslice nefes verdim. Raporları yazmadım henüz buradan çıkamayacağımı biliyorum. Çıkarsam o raporları hiç bir zaman yazmam ve hep ertelerim çünkü.
Silahımı kurdum ve ayağa kalkıp yerine yerleştirdim. Bordo beremi masadan alıp başıma yerleştirdim ve üstümü düzelttim. Personel odasına gittim ve oradaki subaylardan birinden bilgisayarı kullanmak için rica ettim. Ben geldiğimde herkesin ayağa kalkması hiç hoşuma giden bir şey değildi bu yüzden içeri girer girmez hepsine oturmasını söylemiştim. Raporları yazdıktan sonra komutana teslim ettim daha sonra montunu giyindim ve abimlerin evine gittim. Evet Tunç abim ve Timur abim, yani ikizler, ayrı evlerde kalıyorduk. Onlar ailemizin evinde kalıyordu bense küçük bir dairede. Bunu ben istemiştim çünkü ben göreve gittiğimde veya görevden döndüğümde çok fazla sorun yaşıyorduk. Yada ben evde çalışırken. Onlar sürekli dinlenmemi söylüyordu.
∞ ∞ ∞
Saat sabahın beşi olduğu için tabii ki de gelmemi garipsemişlerdi ancak kendi evime gidersem bu sinirle her yeri dağıtabilirdim. Salonda oturuyorduk ve ikisi de uykuluydu. Sanırım Timur abim nöbetten gelmişti. O yüzden Tunç abime göre daha yorgun görünüyordu.
Tunç abimin yanına oturmuştum başım göğsündeydi. Bende çok yorgundum ancak sanırım dışarıdan bu kadar belli olmuyordu. “Prensesim” dedi Tunç abim, cümleleri bir araya getirmekte bile zorlanıyordu. Sessizce güldüm.
Bana baktı “Komik mi bir şey dedim?”
Bu sefer seslice gülmeye başlamıştım. Doğruldum ve arkama yaslandım. İkisine baktım.
“Tamam hadi gidin uyuyun artık. Bende uyuyacağım. Beni göresiniz diye geldim. Sabah devam ederiz konuşmaya.”
Reddetmediler. Uykuları vardı zaten. “Senin odan hazır, ama örtülerini değiştirmek istersen değiştir.”
“Hayır gerek yok hadi çıkın yatın siz bende uyuyacağım.” ayağa kalktım.
“Eşofman alıyorum sizden, haberiniz olsun.” Tunç abimin odasına gittim ve dolabından bir siyah eşofmanla bir tane de siyah sweatshirt aldım. Şubat ayındaydık hava soğuktu İstanbul’da. Kendi odama geçtim. Onlarda yukarıya, odalarına çıkmışlardı. Üstümü değiştirdikten sonra üniformalarımı yatağın üzerine katıp aşağıya indim.
Kendi odamda uyumazdım. O odada en son kazadan önce uyumuştum ve bir daha o yatağa yatmamıştım.
∞ ∞ ∞
Altı gün geçmişti ve ben hala timi kurmamıştım. Hatta karargahta olduğum sürece Levent Albay sürekli yanıma gelip timi kurmam için beni uyarıyordu. Ben o adamla çalışmak istemiyordum. Seslice nefes verdim elimdeki dosyaları kenara bıraktım. Acıkmıştım fakat sabahın dördünde hiç bir yerin açık olacağını zannetmiyorum. Ayağa kalkıp mutfağa gittim dolaba baktım ve evet hiç bir şey yoktu çünkü geleli altı gün olmasına rağmen dört günümü abimlerde iki günümü karargahta geçirmiştim ve evde hiç yemek yapmamıştım. Dolapları kurcalamaya başladım ve evet, iki tane çikolatam kalmış. İkisini de aldım odama doğru giderken birinin paketini gülerek açtım ve yemeye başladım. Diğerini yatağımın yanındaki konsola bıraktım ve yatağıma oturdum bilgisayarımı dizlerime kattım ve yanımda bulunan otuz dosya arasında o adamın dosyasını aldım. Saatlerdir araştırıyordum ancak bi kaç bilgi dışında hiç bir şeye ulaşamadım. Ailesine ulaşamıyorum onlarla ilgili hiç bir bilgi yoktu! Evet timi kurdum ve maalesef bu adamda vardı aralarında seçtiğim kişilerin dosyalarını aldım ve telefonumu alıp aralarından birkaç kişiyi aradım ve hepsinin karargaha gelmesini söyledim. Daha sonra bende hazırlanıp karargaha gittim.
Dosyaları komutanın odasına kattıktan sonra açık alana çıktım. Tabiki de Levent Albay bu saatte gelmemişti saat daha sabahın altısıydı. Bende üzerinde ‘Sancak Timi’ yazan dosyayı onun odasına bırakmıştım. Timin beni beklediği yere gittim. “
Günaydın.”
Hep bir ağızdan “Sağ ol” dediler.
“Beni çoğunuz tanıyor, o yüzden kendimi tanıtmayacağım. Yeni bir tim kuruluyor ve sizlerde artık o timin birer parçasısınız. Yüzbaşınız timin ikinci komutanıdır. Birbirinizle de tanışın. Yirmi dakika sonra herkes eğitim sahasında olsun tim!”
O adama baktım. “Yüzbaşım benimle gelir misiniz?” Eğitim sahasına doğru gittim arkamdan geliyordu sahanın başında durdum ona baktım. “Belki kötü bir başlangıç yaptık biliyorum ancak artık aynı timdeyiz. Bence bayrakları suya indirmenin zamanı geldi. Yüzbaşı Ömrüm Kırlangıç.” Bana bakıyordu. Elini kaldırdı elimi sıktı hafifçe
“Yüzbaşı Alp Yiğit Keskin” Hafifçe başımı salladım.
“Memnun oldum. Sizde istihbaratta görevliymişsiniz”
“Evet.”
“Eğitim başlayacak birazdan.”
“Sorun yok başlayabiliriz.”. Başımı salladım. O sırada timdeki diğer kişiler geldi, koşuyla beraber eğitime başladık.
∞ ∞ ∞
Üç saatlik eğitimin ardından üstümü değiştirip komutanın yanına gitmiştim. Gelmişti ve beni çoktan çağırmıştı ancak eğitimde olduğumu duyunca eğitim bitince gelmemi istemişti. Kapıyı çaldım içeriye girdim baş selamı verdim.
“Beni çağırmışsınız komutanım”
“Evet Yüzbaşım. Timi kurmuşsun, güzel.”
“Teşekkürler komutanım”
“Akşam yemin töreniniz olacak. Timine söyle herkes hazırlansın. Çıkabilirsin”
“Emredersiniz komutanım.”
Tekrardan selam verdim ve odadan çıktım timdekilerden birine hazırlanmalarını söyledim o da bütün time söyledi.
∞ ∞ ∞
Hepimiz masaya dizilmiş silahlarımızın başında durmuş karşımızdaki Al Sancak’a bakıyorduk. Yemin töreni için herkes toplanmış komutanı bekliyorduk. Bir dakika sonra Levent Albay geldi. Kapıya doğru bakıyordu.
“Teoman Albayım yemin törenini siz yaptırır mısınız?”
Başımı çevirmemek için kendimi çok zor tutuyordum hareket etmemeliydim. Teoman mı gelmişti? Neden bana haber vermedi! Törenden sonra çok kızacaktım ona! Geldi ve karşımda durdu. Yada ben öyle sanıyorum bilmiyorum. En öndeyim her yer karşım olabilir. Teoman’a baktım gittikçe gençleşiyordu, bu hiç hoşuma gitmiyordu.
“Sancak Timi! Söyleyeceklerimi yüksek sesle tekrar et! Barışta ve savaşta.”
“BARIŞTA VE SAVAŞTA”
“Karada”
“KARADA”
“Denizde”
“DENİZDE”
“Ve havada”
“VE HAVADA”
“Her zaman ve her yerde”
“HER ZAMAN VE HER YERDE”
“Milletime ve Cumhuriyetime”
“MİLLETİME VE CUMHURİYETİME”
“Doğruluk”
“DOĞRULUK”
“Ve muhabbetle hizmet,”
“VE MUHABBETLE HİZMET”
“Kanunlara”
“KANUNLARA”
“Nizamlara”
“NİZAMLARA”
“Ve amirlerime”
“VE AMİRLERİME”
“İtaat edeceğime”
“İTAAT EDECEĞİME”
“Ve askerliğin namusunu”
“VE ASKERLİĞİN NAMUSUNU”
“Türk Sancağının şanını”
“TÜRK SANCAĞININ ŞANINI”
“Canımdan aziz bilip”
“CANIMDAN AZİZ BİLİP”
“İcabında vatan”
“İCABINDA VATAN”
“Cumhuriyet”
“CUMHURİYET
“Ve vazife uğrunda”
“VE VAZİFE UĞRUNDA
“Seve seve hayatımı feda edeceğime”
“SEVE SEVE HAYATIMI FEDA EDECEĞİME”
“Namusum”
“NAMUSUM
“Ve şerefim üzerine ant içerim”
“VE ŞEREFİM ÜZERİNE AND İÇERİM”
“Rahat arkadaşlar” tüm tim rahata geçti. Hala Teoman’a bakıyordum.
∞ ∞ ∞
Prosedürlerden sonra serbest bırakılmıştık. Teoman’ın yanına gidecekken bir anda sağıma doğru gittiğini fark ettim. Sağıma baktım. O adam vardı, yanına gitti ve sarıldılar. Sarıldılar? Nasıl yani? Tanışıyorlar mıydı? Şaka di mi bu?! Kızgın bir şekilde Teoman’a baktım ancak bakışlarımı fark etmemiş olacak ki bana bakmadı bile onla konuşuyorlardı. Elimi yumruk yaptım ve arkama bile bakmadan hızla oradan uzaklaştım. Kadınların üstünü değiştirmesi için ayrılmış yere gittim ve üstümü değiştirdim. Sivil kıyafetlerimi giydikten sonra karargahtan çıktım.
Çıkamadım. Birisi bana seslendi. Durdum ama arkamı dönmedim. Yanıma geldi karşıma geçti.
“Nereye gidiyorsun hiç bir şey demeden?” Kaşlarımı çatarak Teoman’a baktım.
“Pardon? Anlamadım? Birde bir şey mi diyeceğim?! Seni gördüğüm andan beri sarılmak için can atıyorum ve sen hiç ben orda değilmişim gibi başka birine sarılıyorsun! Birde giderken bir şey mi diyeceğim abi!? Aylardır gelmeni bekliyorum izninin olmasını bekliyorum ve sen bana tayinin İstanbul’a çıktığını bile söylemiyorsun! Her şeyi geçtim İstanbul’a geldiğinde en azından ben İstanbul’dayım diye mesaj atabilirdin abi!”
Hızla buradan uzaklaşmak istiyordum ama beni kendine çekti ve sarıldı. Gözlerimi kapattım sıkıca. Kolum acımıştı ancak şu anda bunu umursayacağımı sanmıyordum. Nede çok özlemiştim onu. Kokusunu... Ona sarılmayı... Kollarımı yavaşça boynuna sardım. Fısıldar gibi çıkmıştı sesim.
“Çok özledim seni.” Daha sıkı sarıldı. Saçlarımdan öptü daha sonra saçlarımı okşadı.
“Bu sana kızmadığım anlamına gelmiyor. Yarın yine kızacağım ama şu anda sarılmak istiyorum.”
Güldü. Gülümsedim. Gözlerimin yanmaya başladığını hissediyordum ancak nizamiyenin ortasında ağlayacak halim yoktu. Fakat gözlerim dolmuştu başımı kaldırdım Teoman’a baktım gülümsedim.
“Çok özledim seni abi.” Gülümsedi.
“Üst katın boşmuş öyle duydum. Komşu olduk sanırım.” koluna vurdum.
“Pisliksin sen! Tayinin çıkıyor söylemiyorsun, İstanbul’a geliyorsun söylemiyorsun bide üst kata taşınıyorsun onu da söylemiyorsun! Özlemedim ya gidiyorum ben. Evimi de değiştireceğim göreceksin!” Kapıya doğru gittim sağ kolumdan tuttu, dişlerimi sıktım kolumu tutmasa olmaz mıydı?! Kolumu hızlıca elinden çektim.
“Ömrüm bana bak.”
Teoman’a baktım kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakıyordu.
“Koluna n’oldu, tutmamdan acımış olamaz, o kadar da sert tutmadım?!” Yutkundum başımı yere eğdim.
“Sıyrıldı” çok kısık sesle konuşmuş olmalıydım anlamamış gibi bana bakıyordu.
“Ömrüm.” Sesini yükseltmemeye çalışıyordu. Teoman’a baktım.
“Sıyrıldı sadece önemli bir şey değil.” Kızgın bir şekilde bana baktı ama bakışları hemen yumuşadı. Kızamıyordu bana.
“Gidelim mi artık Umay’ı özledim ben. Aylardır görmüyorum kocaman olmuştur.” Çok hafif gülümsedi. Üzüldüğünü biliyordum ama yine de benden saklıyordu. Elini belime sardı, arabanın olduğu yere gittik.
Akşam olduğu için çokta fazla trafik yoktu, eve hızlı vardık. Ben önce kendi evime geçtim Teoman ise yukarı çıktı. Duş alıp üstümü giyindim daha sonra bende yukarı kata çıktım kapıyı çaldım. Kapıyı açan ise yengemdi, yengeme baktım gözlerim doldu yeniden ona sarıldım.
“Hoşgeldiiiniz. Çok özledim sizi.”
Güldü “Sakin ol sakin. Artık hep buradayız.” Açelya’ya baktım.. yengeme.. hayır hayır o benim yengem değil, nerdeyse öz ablam. Aramızda bir yaş vardı ancak yine de o benim ablam gibiydi.
“Gel hadi içeri geç daldın gittin ne düşünüyorsun yine” Açelya’ya baktım gülümsedim.
“Bir şey düşünmüyorum” içeri geçtim o sırada emekleyerek yanıma gelen bir ufaklık gördüm güldüm.
“Ama bu kocaman olmuş ya, biz telefonla konuşurken bana hiçte öyle gelmiyordu.” yere oturup bana bakan ufaklığa baktım, Umay en büyük abimin tek çocukları. Daha doğrusu yengemin tek çocuğu, çünkü abim beni de kızı gibi görüyor.
“Haya.” bi an şaşkınca Umay’a baktım. İlk kez hala demiyordu ancak ilk kez yüz yüzeyken ağzından duyuyordum.
“Yerim senin hala diyen dilini ya.” eğildim ve Umay' kucağıma aldım boynundan öptüm, güldü boynunu içine çekti. Hiç hoşlanmazdı boynundan öpülmesine ancak ben öptüğümde de bana bir şey söylemezdi.
“Ömümmüm.” çığlık bile atabilirdim şu anda, sanırım bu hayatta yaşayacağım en güzel duygulardan ikincisi de hala olmaktı.
“Ömrün olayım söyle prensesim.” güldü boynumdan öptü, pek öpmek diyemeyiz daha çok yaladı ama onun için bu öpmek sayılıyor. Gülümsedim salona geçtik. Oyun havuzunda bir süre Umay ile oynadıktan sonra yorgunluktan uyuya kaldı. Bende abimlerle biraz sohbet ettikten sonra kendi evime indim ve uyudum.
∞ ∞ ∞
Yemin töreninin üstünden dört gün geçmişti Mart ayını karşılıyorduk ama hava hala çok soğuktu. Hazırlandım ve karargaha gittim, biraz kendimce eğitim yapacakken bir subay geldi ve Levent Albay’ın beni çağırdığını söyledi. Ceketimi yeniden üzerime giyinip üstümü düzelttim. Odasına vardım kapıyı çalıp içeri girdim baş selamı verdikten sonra kapıyı kapattım.
“Beni çağırtmışsınız komutanım” başını salladı. Ama odada yalnız değildik oda vardı.
“Üç gün sonra bir balo var, kara listede olan bir kişi de orada olacak.” Bana bakıyordu, gözlerime. Kaşlarımı çattım.
“Kim komutanım?”
“Kod adı Marco” dedi. Vücudumdaki hiç bir kas tutmaz oldu, sanki bayılacaktım. Dik durmaya çalıştım.
“Neden ben? Neden başkası değil? Görevde kendimi kaybedip başka şeyler yapabileceğimi de biliyorsunuz neden beni seçiyorsunuz?”
“Çünkü ben sana her zaman güveniyorum.” Artık ikimize bakıyordu. “Oraya gideceksiniz. İkiniz. Ve o adamı alacaksınız. Salonda istihbarattan gelen sivil kişilerde olacak. Dışarıda çatılarda nişancılar. Ve salonun etrafını sarmış askerler olacak. Bu sefer yakalayacağız. İkinize de güveniyorum. Detayları size göndereceğim bir sorunuz yoksa çıkabilirsiniz.”
Yeniden baş selamı verdim ve odadan çıktım bir kaç adım atıp odadan uzaklaştıran sonra duvara yaslandım ve gözlerimi kapattım. Koridorda bir ayak sesi yankılanıyordu, kim olduğuna dönüp bakamadım bile. Ses arkamda durdu. Arkamdaki her kimse kollarını belime ve dizlerimin arkasına katarak beni kucağına aldı.
∞ ∞ ∞
Gözlerimi revirde açtım, beni kucağına alan kişi kimdi bilmiyorum bayılmış olmalıyım. Doğrulmaya çalıştığım sırada biri beni tuttu başımı çevirdiğimde yanımdaki kişi o’ydu.
“Kalkma uzanman lazım, hemşire öyle dedi.” Beni geri uzandırdı. Çok dikkatli hareket ediyordu. “Levent Albay’ın odasından çıktıktan sonra bayıldın. Koridorda gördüm seni” Ona baktım.
“Sen miydin beni kucağına alan.”
“Evet. Seni orda öyle bırakacak değildim. Tansiyonun çok düşmüş o yüzden bayılmışsın hemşire öyle söyledi.”
Koluma baktım, tansiyonumun düşmesi muhtemeldi. Kolumda serum vardı hissediyordum ancak bakmamıştım. Hafifçe başımı salladım gözlerimi kapattım. Bu serumun bitmesine daha çok vardı böyle başımda mı dikilecekti? Tamam çok teşekkür ederim beni buraya getirdiği için ancak rica etsem yalnız kalamaz mıyım? “Yüzbaşım” dedi. Gözlerimi açtım ona baktım.
“Neden bu kadar kötüleştin o ismi duyunca, çok soğuk kanlı birine benziyorsun. Seni bu kadar sarsan şey ne?” Birkaç saniye ona baktım sonra yeniden önüme döndüm ve gözlerimi kapattım. Ben cevap vermeyince o da yeniden sormadı. Gözlerimi yeniden açtığımda yarım saat geçmişti, o sırada hemşire yanıma geldi ve kolumdaki serumu çıkarttı, koluma kattığı pamuğu tuttum ve ayağa kalktım, o burada değildi anlaşılan ben uyurken gitmişti. Ya da işi çıkmıştı. Bana ne ya? Beni ne ilgilendiriyor. Montumu sedyenin üstünden aldım omuzlarıma attım kolumdaki kanın akması durunca pamuğu çöpe attım ve revirden çıktım. Bir şeyler yeseydim iyi olacaktı. Çay ocağına gittim içeri girdiğimde çok az kişi vardı hepsi de ayağa kalktı. Başımı salladım.
“Oturabilirsiniz” çay ocağının yanına ilerledim orda duran subaya baktım.
“Bir tane tost bir tane de çay yapabilir misin?”
“Tabii ki komutanım, her zamankinden mi?” Başımı sallamıştım. “Siz oturun hemen hazırlayıp getiriyorum ben.”
En köşedeki boş masalardan birine oturdum. On beş dakika kadar sonra tostum ve çayım gelmişti. Tosttan bir parça bölmüştüm ki kapı açıldı ayağa kalkmak için kapıya baktım, o gelmişti. Neden her yerde bu vardı? Önüme döndüm. Başka birisi olsaydı kalkardım ancak şu anda kalkacak halim zaten yoktu. Yemeğimi yemek istiyorum. Böldüğüm parçayı ağzıma attım ve bir yudum çayımdan içtim. Herkes çoktan oturmuştu. Beni gördü, neden gördü ki, yanıma geliyordu. Seslice nefes verdim. Karşıma geçti.
“Oturabilir miyim?” Hafifçe başımı salladım karşıma oturdu. “Afiyet olsun.” Yine başımı salladım sadece. “İyi misin?” yine sadece başımı salladım. Bu sefer sustu. Tostumdan üçüncü lokmayı da aldıktan sonra ellerimi sildim.
“Bitirsene yemeğini, zaten tansiyonun düşmüş.” ona baktım “Yemek istemiyorum. Abim...” Gözlerimi kapattım. “Teoman Albay geldi mi?”
“Geldi Levent Albay’ın odasındaydı en son.” telefonumu çıkardım Teoman’a mesaj attım.
-Neredesin
-Odamdayım.
Ayağa kalktım. Subayın yanına gittim ücretini ödedim daha sonra Teoman’ın odasına gittim kapıyı çalıp içeri girdim. İçerde Teoman’dan başka kimse olmadığını görünce kapıyı kapattım ve içeri geçtim. Ben onun yanına ilerlerken o da ayağa kalktı. Yanına gittim ona sarıldım. Sarılmama hiç itiraz etmezdi oda kollarını belime sardı. “Bayılmışsın, Alp söyledi. Gelemedim yanına Levent Albay’ın yanındaydım. İyi misin?”
“İyiyim. Tansiyonum düşmüş sadece.”
“Bir şeyler yedin mi?”
“Çok az yedim ama yedim. İdare eder beni yarım saat sonra çıkacağım zaten. Sen nöbetçi misin?” Başını salladı hareketlerini hissediyordum.
“Evet. İstersen yengenle kal bugün”
“Hayır gerek yok.” Teoman’a baktım yanağından öptüm.
“Sen işlerine bak hadi. Gideyim ben.” Saçlarımdan öptü.
“Bir şey olursa ara beni yada yengenin yanına çık.” Başımı salladım.
“Tamam merak etme. Görüşürüz.” Tekrar yanağından öptüm ve odadan çıktım. Üstümü değiştirdikten sonra nizamiye kapısına gittim ve karargahtan çıktım. Saat akşam altıydı, ve şu anda İstanbul trafiği birbirine girmiş.
Eve gitmek istemiyorum.
İzmir’e gitmek istiyorum.
Gözlerimi kapattım derin bir nefes alıp verdim. Ellerimi cebime kattım ve gözlerimi açtım. Yarım saat kadar yürüdüm daha sonra bir taksi çağırıp boğaza gittim. Taksiden indikten sonra derince bir nefes çektim içime çünkü tam bir buçuk saattir taksideydim ve bunalmıştım. Etrafıma bakındım. Abimlerle her zaman geldiğim yerlerden birine gelmiştim. Tavuk ekmek yiyecektim. Zaten canım bir şey istemiyordu ancak bir şey yiyecek olursam bu şu anda kesinlikle tavuk ekmek olurdu.
Restoran veya kafe falan değildi burası. Sahil kenarında karavanda küçük bir yerdi. Karavanın yanına gittim. Bir kaç dakika sonra sıra bana gelmişti. Bu saatlerde çok kalabalık oluyordu. Yarım söyledikten sonra hazırlanmasını bekledim o hazırlanınca paketi aldım ücretini ödedim ve kıyının en ucuna deniz kenarına gittim. Yere oturup ayaklarımı aşağı sallandırdım. İçime derince bir nefes çektim. Deniz kokusu ne kadar da güzeldi...
Poşetten kese kağıdına sarılı ekmeği aldım, denizi seyrederken yavaş yavaş yemeğimi yedim. Yarısına bile gelmeden doymuştum ancak bitirmem lazımdı. Üç gün sonra görev vardı şu anda hastalanamazdım. Uzun süre aç kalmama vücudum çok çabuk tepki veriyordu. Hemen hastalanıyordum. Ama şu anda sırası değildi. Yine de kendimi zorlayarak yarısından fazlasını yedim kalanını ise tekrar poşetin içine kattım giderken bir hayvana verecektim, çöpe atamazdım.
Yemeğimi yiyene kadar çok üşümüştüm ancak buradan kalkmak istemiyordum. Saate baktım sonra ellerimi cebime kattım. Saat dokuz olmuştu. Yarım saat geçmişti ki telefonum çaldı. Abimin aradığını düşünerek telefonumu aldım ki keşke almasaydım. O arıyordu? O? Şaka mı bu zaten bütün gün beraberdik. Telefonu açtım.
“Efendim?”
“Yüzbaşım merhaba müsait misin?”
“Değilim desem bir şey fark edecek mi?”
“Aslında hayır. Çünkü önemli. Karargahtan çıkmışsınız bulamadım sizi. Görevle ilgili konuşacaktım. Belgeler şimdi geldi.”
Seslice nefes verdim. “Tamam. Benim evime gelir misin? Dışardaydım eve geçiyorum, tekrar bir yere gidecek halim yok.”
“Tamam siz adresi atarsınız Yüzbaşım.”
Telefonu kapattım. Belki kabalıktı olabilir ama şu anda umurumda değil, ben biraz sonra eve gidip uyuyacaktım. O bana görev diyor. Ayağa kalktım bir taksi çağırdım daha sonra eve gittim. Eve girince ilk başta odama girip duş aldım, üstümü giydikten sonra saçımı kurulayacaktım ki kapı çaldı. Bende vazgeçtim. Saçlarımı açık bıraktım. Havluyu banyoya astıktan sonra kapıya gittim ve kapıyı açtım. Ona baktım.
“Hoş geldin.”
“Hoş bulduk.”
Elinde bir sürü dosyayla gelmişti nolur hepsini inceleyecek olmasaydık. Kenara çekildim ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi kapıyı kapattıktan sonra önden salona gittim arkamdan geldi.
“Dosyaları masaya bırakabilirsin, bilgisayarımı alıp geliyorum.” Başını salladı odama gittim bilgisayarı aldım ve salona döndüm bilgisayarımı masaya bıraktıktan sonra iki tane kahve yaptım ve tekrardan salona geldim. Kahveleri masaya bıraktım ve oturdum. Bilgisayarımı açtım... Keşke açmasaydım çok absürt durdu şu anda bilgisayarıma baktı ve güldü. Ya ne alaka ne alaka! Neden açtığım anda onun bilgi raporu karşıma çıktı ne alaka ya! Sanırım tim kurulacağı günden sonra bilgisayarımı tekrar hiç açmadım. O alaka olabilir. Rapordan çıktım ve boş sayfaya girdim ona baktım.
“Komik bir şey mi var?”
“Yo hayır” dedi “Sadece beni gizlice takip ettiğinizi bilmiyordum.” Gözlerimi devirdim.
“Ha ha ha. Komik şey seni. Çok mu komiksin. Ne takip edeceğim seni ya! Timi kurmak için herkesin bilgilerine bakıyordum en sonda senin bilgine baktım orda açık kalmış. O günden beri de kullanmadım bilgisayarı.” Ben neden buna açıklama yapıyorum ki! Resmen gülüyordu hala gülüyordu! “Ya bana bak kovarım seni evimden! Dosyaları aç çalışacaksak çalışalım yoksa kalk git!” Önüne döndü ve dosyaları açtı tek tek anlatmaya başladı anlaşılan önceden incelemişti.
∞ ∞ ∞
Ne bitmez dosyalardı! Dört saat boyunca anlattı cidden hiç mi sıkılmadı. Dosyaların yarısını bana bıraktı ikişer tane getirmişti bende de kalması için. Dosyaları toparlayıp kapıya gitti, arkasından gittim kapıyı açtım ki ‘açmaz olaydım’ neden bu gün her şey beni buluyor! Teoman’a baktım çok hafif gülümsemeye çalıştım. O ise gerilmişti bu sefer ben gülebilirdim ama yapmayacaktım.
“İyi akşamlar.” dedi abim.
“İyi akşamlar.” O’nun konuşmayacağını anlayınca abime baktım. “Üç gün sonra görev var. Onun detaylarını konuşalım diye geldi.”
Abim başını salladı sonra Alp'e baktı. “Sen gelsene bi benim evime.” Başıyla yukarıyı gösterdi sonra merdivenleri çıkmaya başladı. O bana baktı daha çok gerilmişti istemeden de olsa gülmüştüm.
“Görüşürüz.” Kapıyı kapattım ve içeri geçtim. Ne konuşacaklarını merak ediyordum ancak abim bana zaten anlatırdı. Odama gittim ve yatağıma uzandım. Off belim ağırmıştı dört saattir. Yumuşacık örtüme sarıldım gözlerimi kapattım uyuyacaktım.
~ ~ ~
Kapı kapandıktan sonra derin bir nefes alıp verdim. Şu anda karşılaşmamamız gerekiyordu. Yavaş yavaş arkasından yukarı çıktım kapıyı açmış beni bekliyordu. Yavaşça yutkundum. Tekrar ayakkabılarımı çıkardım ve içeri girdim. Teoman’ı bekledim. O benim sadece komutanım değil abim sayılırdı. Saat gece birdi ve ben onun kardeşinin evinden çıkıyordum. Biliyorum durum çok absürt görünüyor ama sadece görevle ilgili çalıştık başka hiç bir şey yoktu ki? O da kapıyı kapattı daha sonra salona gitti arkasından gittim oturmamı gösterince oturdum salon kapısını kapattı ve karşıma oturdu. Dosyaları yavaşça kenara bıraktım.
“Göreve gidiyormuşsunuz?”
“Evet abi.”
“Sahaya göndermiyorlar bizi karargahta sizi izliyor olacağız.” Başımı salladım. Arkasına yaslandı.
“Saat kaç? Diye sordu. Yavaşça yutkundum.
“Bire geliyor abi.”
“Sen az önce kimin evindeydin?”
“Tim komutanımın.”
“Sen az önce kimin evindeydin?” Diye sordu yeniden.
“Ömrüm Yüzbaşı’nın”
“Sen az önce kimin evindeydin?!” Yutkundum istediği cevaplar bunlar değildi. Laf oyunu yapılmasını hiç sevmezdi.
“Senin kardeşinin abi”
“Saat kaç?”
“Bire geliyor.”
“Sen az önce kimin evindeydin?”
“Senin kardeşinin abi.”
“Peki benim kardeşimin evinde bu saatte ne arıyorsun?” Teoman’a baktım.
“Abi aradım Yüzbaşımı o eve gelmemi söylediği için geldim. Yaklaşık dört, beş saat kadar önce geldim. İşlerin bu kadar uzayacağını bilmiyordum. Görevle ilgili konuşmaya gelmiştim. İşlerin bu kadar uzayacağını bilsem bugün gelmezdim ben abi.” Bana baktı çok sert bakmıştı. İlk defa böyle bakıyordu bana.
“Bak seni seviyorum biliyorsun, sende benim kardeşimsin. Önce bunu bil. Fakat, Ömrüm benim kırmızı çizgim. Bunu sen de en az benim kadar iyi biliyorsun.” Tek kaşını kaldırdı. “Seni severim biliyorsun. Anlıyorsun di mi kelimelerimi?” Başımı salladım. “O sadece senin Tim komutanın ve komutanının kardeşi olarak kalacak bunu da biliyorsun?” Başımı salladım. “Güzel... Eve yeni taşınmamış olsaydık burada kalmanı söylerdim ancak ev şu anda karman çorman.”
“Gerek yok abi teşekkürler.” Ayağa kalktım ve dosyaları aldım. “İyi akşamlar.” Hızlıca kapıya gittim ve evden çıktım ayakkabılarımı giyinip apartmandan çıktım arabama bindim dosyaları yan koltuğa kattıktan sonra başımı geriye yasladım ve gözlerimi kapattım derin bir nefes alıp verdim. Yeniden gözlerimi açtım arabayı çalıştırdım ve eve gittim.
∞ ∞ ∞
Akşamdı, görev için hazırlanıyordum saçlarımı su dalgası yaptıktan sonra dağınık bir topuz yaptım. Aynadan kendime baktım hafif gülümsedim. Abim kızacaktı bu kadar açık giydiğim için ama uzun zamandır ilk defa üniforma dışında bir kıyafet giyiniyordum. Üstümdeki kırmızı elbiseye baktım çok güzel görünüyordu. Yırtmaç sol bacağımı açıkta bırakıyordu. Kendime baktım ve gülümsedim yatağa oturdum krem rengi topuklu ayakkabılarımı giyinmeden önce sağ bacağıma silah kemerini taktım ve silahımı kemere taktım ayakkabılarımı giyindim ve ayağa kalktım. Güzel silahım belli olmuyordu. O alacaktı beni beraber gidecektik. Telefonuma mesaj geldiğinde telefonumu açtım baktım ‘Geldim’ yazıyordu. Aynaya gittim kırmızı rujumu sürdüm ve çantamla telefonumu alıp evden çıktım ve aşağı indim arabaya bindiğinde ona baktım. Bana bakıyordu garip bir şekilde. Çok şık olmuştu, siyah bir gömlek ve siyah bir kumaş pantolon giyinmişti. Kendine gel Ömrüm! Önüme döndüm. O da önüne döndü hiç bir şey söylemedi. O gün abimle ne konuştular bilmiyorum ancak o günden beri bana görünmemeye çalışıyordu. Balonun olacağı mekana gittikten sonra arabadan indik. O’nun koluna girdim ve içeri girdik. İçeri girdiğimizde dikkatimi çeken ilk nokta belli noktalarda bizden duran kişiler oldu. Sanırım abimin bu görevde olmamasının en başlıca sebebi de ‘Marco’ kod adlı kişiyle daha önce karşılaşmış olmasıydı. Belli aralıklarla dizilmiş bistro masalardan , boş olandan birine geçtik. O ikimize de kokteyli aldı birini benim önüme kattı diğerini kendi önüne kattı. On dakika kadar sonra kapıdan giren kişi dikkatimi çekti bir şeyler anlamaması için bakışlarımı üzerinden çektim. Bu oydu. Marco... O’nun bana baktığını fark edince ona baktım.
“Görevi tamamlayabilecek misin? Dışarda hazırda bekleyen başka kişilerde var. İstersen dışarı çık görevin devamını onlar getirsin?” Hayır anlamında başımı salladım.
“Görev benim." Başını salladı. Temkinli olmak istiyordu o da haklıydı. Herkes birbiriyle bir şeyler konuşuyordu. Bu balo bir moda şirketine aitti. Marco’nun neden geldiğini ilk başta bende sorgulamıştım. Sonra dikkatimi çeken bir şey oldu. ‘Marco’ çoğu holdingin yatırımcısı olmuş. Şirketleri araştırdığımda ise çoğu paravan şirketlerdi. Yani gösteriş için buradaydı. O benim gözümde hala cani bir terörist fakat kimse onun terörist olduğunu kabul etmiyordu. Saatler ilerlerken O biraz hava almak için mekanın balkonuna çıkmıştı. Bu anı bekliyordu. O gittikten bir kaç dakika sonra Marco yanıma geldi.
“İyi akşamlar güzel bayan.” Yapmacık... Ona baktım çok hafif gülümsedim.
“İyi akşamlar.”
“Umarım eğleniyorsunuzdur?”
“Pek tarzım değilmiş onu fark ettim. Fakat yine de güzel bir balo.”
“Umarım size eşlik eden bir kimse yoktur, yanınızda olduğum için sorun yaşamanızı istemem.”
“Hayır sadece arkadaşım.” pislik herif. Gülümsedi.
“Bu geceye özel mi bu kadar güzelsiniz yoksa her akşam bu kadar güzel misinizdir?” Keşke görevi bırakıp gitseydim elimden bir kaza çıkacak yoksa.
“Bilemiyorum genelde güzel olduğumu söyler herkes.”
“Sanırım zevk sahibi kişiler onlar.” Hafifçe gülümsedim ve başımı salladım. Başımı çevirdiğim sırada O’nun masaya doğru geldiğini fark ettim. Lütfen bu görev bir an önce bitsin. Marco bana baktı.
“Ben gitsem iyi olacak, gece daha uzun belki buradan çıkışta bir şeyler yapmak istersiniz?"
“Olabilir belki.”
“Balo sonunda yine görüşürüz.” Yanımdan gitti derince bir nefes alıp verdim. Elim kolum bağlı oturmak zorunda kaldığım için hiç bir şey yapmıyordum.
Biz buraya geleli tam üç buçuk saat olmuştu. Balo nerdeyse bitmek üzereydi. Fakat bir terslik oldu. Ne kadar da şanslı bir günümüzdeyiz. Mekanın iç kısmındaki sivil askerlerden birinin iletişimi koptu. Marco’ya en yakın olanı... Bizi duymalıydı yoksa aksi taktirde kendini ele verecekti. O sırada Marco bir şeyler olduğunu anladı büyük ihtimalle elini beline götürdü. Tabii ki ondan önce davranan kişiler vardı içeride, etrafında olan diğer askerlerden ikisi çoktan silahını çekmiş ona doğrultmuşlardı. Sırayla hepsi silahlarını çıkardılar ben ve O’da silahımızı aldık. Tam yanına gidecektik ki kapı açıldı ve içeriye bir kaç kişi girdi. Onlar içeriye girdiği anda çatışma başladı. Ben ne olduğunu anlayamadan O beni yere doğru çekip üstüme eğildi, ani bir refleksle gözlerimi kapattım. Bu görevi kabul etmemeliydim. Silah arkadaşlarım şu anda çatışıyordu bense hiç hoşlanmadığım biri tarafından korunuyordum. Bir anda bütün kurşun sesleri durdu. Her yere sessizlik hakim oldu...
1. Bölüm sonuna geldik. Düşünce ve yorumlarınızı iyi yada kötü belirtebilirsiniz. Yorumlarınızı bekliyorum.✨
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.87k Okunma |
280 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |