
2 ay sonra.
29 Mayıs'ın üzerinden tam 75 gün geçmişti. Yaz neredeyse bitmişti. Bugün 1 Eylüldü. İlk aylarda kendimi toparlamam her ne kadar zor olmuş olsa da pes etmeden devam ettim. Ona bunu yapanları eğlendirmiycektim. Tim komutanlığından alınmıştım. Asıl görevim olan istihbarata verilmişti yeniden. Ama istihbaratta beni sahaya göndermiyordu sadece ofiste oluyordum bilgisayar başında. Bu iyi mi kötü mü henüz çözemiyordum. Bazen dalıp gidiyordum. Aklım bembeyaz olmuş teninde kalıyordu. Bana son bakışında... Belki de göndermemeleri en iyi seçenekti. Bir kişiye daha benim yüzümden zarar gelmemeliydi. Gözlerim yavaşça sol parmağımdaki yüzüğe kaydı. Yüzüğü 75 gündür hiç çıkarmamıştım. Bu bana ondan kalan son şeydi.
Derin bir nefes alıp yataktan kalktım ve banyo'ya doğru ilerledim. İlk başlarda abimler beni her ne kadar yalnız bırakmak istemese de son birkaç haftadır tek kalıyordum. Birilerinin olması kafamı daha çok bulandırıyordu çünkü. Banyo'ya girdim elimi yüzümü yıkadım ve bir havluyla kurulayın. Banyodan çıkıp yeniden odama geçtim ve makyaj aynasına doğru ilerledim. Hayır makyaj yapmıyordum ama adı buydu. Koltuğa oturdum ve saçlarımda ki tokayı çıkardım. Saçlarım yine kabarmıştı. Alp gittiğinden beri saçlarımın kıvırcık olmasını sevmiyordum. Biraz köpük alıp saçlarıma yedirdim ardından da saçımı ikiye ayırıp ördüm ve uçlarına toka bağladım. Ardından ayağa kalkıp dolabıma gittim. Asker kıyafetim, rütbem, görev kıyafetim, Alpin eşyaları. Hepsi buradaydı. Ama ben formamdan uzaklaştırılmıştım.
Bana bakan siyah kot pantolonumu ve siyah boğazlı kazağımı alıp üzerime geçirdim. Ardından da siyah deri ceketimi alarak üzerime giyindim. Dolabımı kapattım. Sırt çantamın içini kontrol edip fermuarlarını kapattım ve tek omuzuma asarak odadan çıktım mutfağa gittiğimde yine hiç birşey yoktu. Kapıya gittim ve kenarda duran montumu üzerime giyinip kısa botlarını aldım ve giyindim. Evden çıkıp kapımı kitledikten sonra aşağıya inip arabama bindim ve apartmanın otoparkından çıktım. Ofise giderken yol kenarındaki bir pastanede durup bir kaç poğaça ve simit almıştım. Ofise gittiğimde değişik bir yoğunluk vardı. Evet daha öncede buraya geliyordum işlerim oluyordu. Ancak hiç böyle bir yoğunluk görmemiştim. Yoğunluktan çok herkes stresliydi. Odama geçerken karşılaştığım herkes yüzüme gerginlikle bakıyordu.
Odama geçip kapımı kapattığım da telefonumun ön kamersını açıp yüzüme baktım ardından telefonumu kapattım. Hayır yüzümde hiç birşey yoktu. Neyi vardı herkesin?
Çantamı ve elimdeki poşeti masama bırakıp montumu çıkardım ve askılığa astım. Koltuğuma oturdum ve çantamın içinden tabletimi çıkarıp önüme kattım ve bilgisayarımı açtım. Poşetteki poğaçalardan birini alıp yerken bilgisayarımın şifresini açtım. Ancak bir sorun vardı. Şifre yanlış diyordu. Ben şifre değiştirmedim! Telefonumu aldım diğerlerinden birini arıycaktım ancak kapım çalındı ve cevap beklenmeden odama girildi. Komutanım gelmişti. Elimdeki poğaçayı bırakıp ayağa kalktım.
"Bilgisayarım açılmıyor. Şifre yanlış diyor. Bir sorun mu var?"
"Hayır bir sorun yok. Şifreni ben değiştirdim. Bugün bilgisayarı kullanmıycaksın Ömrüm."
"İyi de neden? Ayrıca ne bu gerginlik. Neden herkes benim yüzüme garip garip bakıyor!"
Karşımda seslice nefes verdi odamın kapısını kapattı ve tam benim karşımda masanın diğer tarafında durdu.
"Çünkü ben öyle istiyorum."
Kim söylüyordu bu lafları abim mi!? Gerginliğim git gide sinire dönüşüyordu.
"O zaman ben bugün neden geldim?! Timim'i benden aldınız! Askerlerim'i yuvamı benden aldınız! Bi bu kalmıştı almadığınız!"
"Senin yuvan Özel Kuvvetler değil Yüzbaşı! Kendine gel! Sen en başından beri MİT personeli olarak yetiştirildin!"
"Ben MİT'te sadece iki yıl görev yaptım! Benim asıl yuvam Özel Kuvvetler! Keskin nişancıyım ben! Şuna bak, masa başında göreve gönderildim o görev bile elimden alınıyor!"
Kapım aniden açıldığında kapıya bakma isteğiyle başımı kaldırdığımda kapıda Teoman abim belirmişti. Teoman abimin arkasında ise herkes toplanmış odaya bakıyordu. Abim içeriye girdi ve kapıyı kapattı.
"Birincisi, benim kardeşim neden sinirli ve bağırıyor." Bir kaç saniye komutana bakmıştı. Ardından bana baktı.
"İkincisi, kişisel eşyalarını topla Ömrüm."
"Ben bana verilen emirleri uyguluyorum Teoman! Ama Yüzbaşı beni dinlemiyor."
Abim yeniden komutana baktığında bu sefer sakin değildi ama sadece bakmakla yetinmişti. Elindeki dosyayı komutana fırlattı ardından benim yanıma geldi. Komutan dosyayı yere düşmeden tutmuş içini açmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordu, aslında ben de merak etmiştim şu anda ama artık tahmin edebiliyordum ne olduğunu.
Abim masamdaki kişisel eşyalarımı toplamama yardım ederken çantamdan bi anahtar aldım ve dolaba gittim. Bu sırada komutan da odamdan çıkmıştı ve abimle beni yalnız bırakmıştı. Dolabı açtığımda içindeki küçük kasanın önce şifresini girip ilk kapağı açtım ardından ikinci kapak için anahtarı yerleştirdim ve kasayı açtım. İçinde bana ait olan özel araştırma evraklarını ve dosyalarını kontrol ettim ardından kasayı yeniden kapatıp kilitledim ve abime baktım.
"Sen kasayı alır mısın? O biraz ağır ben diğerlerini taşırım."
Önündeki iki kutuyu kapattıktan sonra yanıma geldi ve kasaya baktı.
"Ne var içinde?" Bende sadece yüzğne baktığımda gülümsemişti. Başka birşey sormadan kasayı aldı. Küçüktü ama kendi ağırlığı ve içindekilerin ağırlıyla gerçekten çok ağır oluyordu. Bende poğaçalarımı çantamın içine kattıp çantamı omuzuma astım ve masamdaki kutuları aldım. Abimden önce kapıya gidip onun için kapıyı açtım önden o çıktıktan sonra bende çıktım ve binadan çıktık.
"Abi benim arabam bu tarafta?" Diyerek sol tarafı gösterdiğimde bana baktı.
"Ben onu aldırırım gel sen, benim arabamla gideceğiz."
Birşey söylemeden onu takip ettim ve arabaya gittik. Kasayı bagajın üzerine bırakıp arabayı açmıştı arka kapıyı açarak kutuları yerleştirdikten sonra kenara çekildim. O da kasayı koltuğa yerleştirdikten sonra kapıyı kapattı ve sürücü koltuğuna yerleşti. Bende diğer tarafa dönüp arabaya bindiğinde kapıyı kapattım ve kemerimi taktım. O ben dönene kadar kemerini takıp arabayı çılıştırmıştı. Yola çıktığımızda abime baktım.
"Artık söyleyecek misin bana birşey?"
"Söyleyecek ne var ki?"
"Mesela neden tüm eşyalarımı toplattın nereye gidiyoruz." Bi kaç saniyeliğine başını bana çevirip yeniden önüne dönmüştü.
"Bence sen biliyorsun nereye gittiğimizi?"
"Nasıl yaptın peki?" Gülümsedi.
"Güzeller güzeli kardeşim yuvasına dönmek istiyormuş, nasıl yaptığımın önemi var mı?"
Ben cevap vermemiştim o da bir cevap beklememişti zaten. Önüme dönüp yolu izledim. Bitmek bilmez trafiğe henüz sabahken ikinci kez katlanıyordum.
İki saat sonra Özel Kuvvetler binasına vardığımızda gülümsemiştim birkaç saniyeliğine. Abim arabayı park ettikten sonra kemerimi çözdüm ve arabadan indim. Dışarıda derince bir nefes alıp verdim. Ardından arka koltuktaki eşyalarımı aldım. Abim de kasayı aldıktan sonra arabayı kitledi ve nizamiye girişine gittik. Kapıdaki askerlere bize selam verdiklerinde bande başımla selam vermiştim. Nizamiye'yi geçip karargah binasına girdiğimizde kendimi o kadar güvende hissediyordum ki. Burası benim yuvamdı gerçekten de.
Abimin gittiği yolun benim eski odam olduğunu fark ettiğimde hafifçe gülümsemiştim. Odaya girdiğimizde tüm eşyaları masama bıraktık. Abimin yanına gittim ve ona sıkıca sarılmıştım. Bana sarılıp saçlarımdan öptü. Kapı çaldığında geri çekilmiştim, karargah içindeydik sonuçta.
"Gel."
Kapı açıldı ve içeriye bir asker girdi, selam verdikten sonra bana baktı.
"Ömrüm Komutanım hoşgeldiniz. Üniformalarınız."
Askerin yanına gidip bana uzattığı iki takım elbise kılıfını aldım.
"Teşekkürler."
Baş selamı verip odamdan çıktı ve kapımı kapattı.
"Karargah sınırları içerisinde görevde olduğunuz sürece sivil gezmek yasak, bilmiyor musunuz Yüzbaşım!"
Abime baktığımda gülümsedim yanına gidip yanağından öptüm. O da gülümsemişti.
"Git hazırlan hadi. Sivil gezme."
Başımı sallayıp odadan çıktım. Giyinme odasına gittiğimde birkaç saniye üniformalarıma baktım ardından üzerimdekileri değiştirip üniformalarımı giyindim. Giyinme odasının koltuğunda duran iki kutuya baktığımda ismim yazyordu kutuları açıp baktığımda postallarım vardı. Kutuları yere katıp koltuğa oturduğumda ayakkağımdaki botları çıkarıp postallarımı giyindim. Diğer formamı dolabıma katıp postallarımı botlarımı ve kıyafetlerimi de dolabıma kattım. Aynanın karşısında üzerimi düzeltip odadan çıktım ve kendi odama gittim. Çantamın içinde duran silahımı aldım ve dizimdeki kılıfa yerleştirdim. Getirdiğim eşyaları yeniden düzenleyip kasayı da odamın içindeki dolaba katmıştım. Tüm kutuları kaldırdıktan sonra masamın üzerinde duran dosyayı gördüğümde artık kendimi daha iyi hissediyordum. Koltuğuma oturup bilgisayarımı açtım ve dosyanın içinde bana verilen işlerimi yapmaya başladım.
Bir süre sahaya gönderilmiyceğimi biliyordum. Bunun gayet farkındaydım. Ama MİT'te masa başında olmaktansa burada, Özel Kuvvetlerde masa başında olmayı tercih ediyordum.
∞∞∞
Ertesi sabah karargahta çıkarken gözümün takıldığı her yerde Alp'le anılarım canlanıyordu. Alp şehit olduktan sonra fark ettiğim birşey var ki, biz Alp'le yeni tanışmıyorduk. Çocukluğumdaykende bir kaç defa görmüştüm. Bunu da geçenlerde baktığım resim albümünden fark ettim.
Bir resim vardı, ve bana ait değildi o resim albümün içierisinde değildi zaten albümün içindeki resim alanları tamamen doluydu. O resim ilk sayfadaydı. Albüme yerleştirilmemiş içine katılmış öylece duruyordu. Resmi incelediğimde arkasında bir yazı yazıyordu.
04.04.1997
Yiğit Keskin / Ömrüm Kırlangıç
Hep böyle gülümseyin çocuklar.
Arkasında yazan söz aklıma geldiğinde buruçka gülümsedim. O fotoğraf ben henüz dört yaşındayken çekilmişti. Dördüncü yaş doğum günümde. 4 Nisan da... Onun üzerine giydirilmiş siyah bir tulum benim üzerimde ise mavi kot elbise. O resmi o albüme kim kattı bilmiyorum. Abim olabilir yada bir başkası sormadım bile.
Son anda frene basıp durduğumda arkamda çalan bir kaç korna sesini duymamazlıktan gelerek arabadan indim. En işlek caddelerden birinde yolun ortasında durmama şu anda kimisi söylenirken kimisi de kornaya basa basa diğer şeritten geçiyordu. Hiç birini umursamamıştım. Arabanın önüne geçtiğinde tekerin yanına sığınmış olan yavruyu kucağıma alıp montumun içine yerleştirdim. Çok üşümüş olmalı. Az daha ona çarpıcaktım. Arabaya bindim üzerimdeki montu çıkarıp yavruyu monta sardım ve yan taraftaki koltuğa kattım. Arabayı çalıştırıp klimayı açtım ve yeniden yola çıktım ve müsait olan bir yerde arabayı yeniden durdurdum. Yavruyu kucağıma aldığımda az da olsa hala titriyordu. Başını okşadım yavaş yavaş. Bu minik köpek en fazla bir aylıktı. Koca caddenin ortasında ne arıyordu. Yavaşça yan koltuğa geri bıraktım. Onu geri sokağa bırakmaya içim elvermemişti, yorgunluğumu yok sayarak telefonumu aldım ve konumdan bir veterin bularak oraya gittim. Arabayı yeniden park ettiğikten sonra çantamı omuzuma astım ve köpüşü bontuma iyice sararak kucağıma alıp kollarımın arasında sardım. Arabadan indiğimde rüzgardan çok etkilenmemesi için hızlıca yolun karşısına geçerek veterinere girdim.
"Günaydın." Kapının açılmasıyla beraber sekreter kadın bana bakmıştı.
"Günaydın, buyurun."
"Hekim burada mı?"
"Evet, randevunuz var mıydı?"
"Hayır. Ani ve acil gelişen bir durum oldu da. O yüzden geldim."
"Tamam buyrun oturun lütfen. İçeride başkası var çıkınca sizi alacağım."
Koltuklardan birine oturup köpüşü dizime kattım ve başını okşamaya başladım yeniden. Yirmi dakika kadar sonra içeridekiler çıktıktan sonra sekreter önce onlarla konuşmuş aradan içeriye girmişti, büyük ihtimalle doktorla konuşmak içindi. Bir dakika kadar sonra çıktığında bana baktı.
"İçeri geçebilirsiniz. Kontrol bittikten sonra kayıt açarız."
Köpeği kucağıma alarak ayağa kalktım gülümsedim.
"Tamam, çok teşekkürler."
İçeriye geçtiğimde kapıyı kapatıp doktora baktım.
"İyi günler, ben bu yavruyu sokakta buldum. Görünürde bir yarası falan yok ancak sahiplenmek istiyorum. Öncesinde kontrollerini yaptırmak istedim. Biraz da üşümüş gibiydi."
Kadın bana gülümsedi.
"Tabiki."
Eldiven giyindikten sonra yanıma geldi ve yavruya bakıp gülümsedi ve başını okşadı. Yavruyu sedyeye kattıktan sonra önce dikkatlice yarası olup olmadığını kontrol etti. Yavru ona ısınmış gibiydi. Çok uslu duruyordu. Kontrolleri hızlıca bittmişti. Kadın yavrunun başını okşarken bana baktı.
"Hiç bir sorunu görünmüyor. Sadece aşılarını yaptırmanız gerekiyor ancak onun için kimlik gerekli."
Başımı sallayıp gülümsedim.
"Peki nasıl beslemeliyim yani ne yedirebilirim şu anda?"
"Henüz çok küçük duruyor. Bir iki aylık olmalı. Alışana kadar on gün kadar yaş mama yedirin ardından da başlangıç mamasına başlayabilirsiniz."
"Teşekkür ederim." Yavruyu yeniden kucağıma alıp montuma sarmıştım. Biz sanırım birbirimize alışmıştık.
Odadan çıkıp sekreterin yanına gittim. Önce kayıt açtırıp ardından muayene ücretini ödedikten sonra numaralarını telefonuma kaydedip veterinerden çıkmıştım. Oyalanmak yerine en yakın barınağa gidip sahiplenmek için başvurmuştum. Bütün nöbet yorgunluğumu unutarak dört saat kadar barınakta bekledikten sonra yavruya kimlik çıkarttırmak için fotoğrafını çektirmiştik yarım saat kadar süren işlemden sonra kimliğin kargoyla geleceğini öğrenerek barınaktan çıkmıştım.
Arabaya binip yavruyu yeniden yan koltuğa kattığımda son kez bir petshopa gitmiştim. Yavruyu arabada bırakıp arabayı kilitledim ve petshopa girdim. İlk olarak yaş mama ve başlangıç maması almıştım ardından bir kaç eşyaya bakarak şimdilik lazım olabilecek şeyleri almıştım. Tasma, taşıma çantası, yatak, su ve yemek kapı gibi bir kaç aklıma gelen şey daha. Ona şimdilik bir tasma almıştım ancak özel künye yaptıracaktım kimliği geldikten sonra. Tüm eşyaları alıp bagaja kattıktan sonra arabaya bindim ve eve gittim.
Eve vardığımda derin bir nefes alıp vermiştim. Sanırım eve gelince yorgunluğumu hissetmeye başlamıştım. Yavruya bakıp gülümsedim ve yavruyu kucağıma alıp arabadan indim. İlk önce yavruyla eve çıktım ve yavruyu kendi odama götürüp kapıyı kapatmıştım. Tekrar aşağıya inip aldığım eşyaları da tek seferde yukarı çıkarttım ve boş olan küçük odaya kattım tüm eşyaları. Odamın kapısını açtığımda odada gezip etrafına pati sallıyordu. Gülümsedim. Dolabımdan eşofmanımı ve tişörtümü alıp üzerimi değiştirdim. Kenarda beni her gün bekleyen siyah ceketimi alıp üzerime giyindikten sonra eğildim ve yavruyu kucağıma aldım.
"Gel bakalım buraya küçük şey. Bence açtır senin karnın. Heh, ne dersin?"
Ben onunla konuştukça heyecanlanıyordu. Sadece ben onu bulalı altı yedi saat oldu ve henüz birşey yediremedim. Kim bilir ne zamandır açtı. Yavruyla beraber salona gittim ve salonda duran ıslak mendille patilerini sildim. Yavruyu yere bırakıp ayağa kalktım. Önce peçeteleri çöpe atıp elimi yıkadım ardından küçük odaya gidip yaş mamayı ve yemek kanını alıp mutfağa gittim. Mama kabına yeterince mama kattıktan sonra salona gidip kabı boş olan köşeye kattım. O getirdiğim şeyin mama olduğunu anlayıp çoktan yanıma gelmişti bile. Önce bir süre kokladıktan sonra yemeğe başladı. Yere oturup bağdaş kurdum ve onu izledim. Çok açtı, çok iştahlı yiyordu. Belki de onu bulmak benim için bir şanstı.
Çok yorgundum ancak yavruyu da bırakıp uyuyamıyordum. Mamasını bitirmiş hatta kabı bile yalamıştı. Maması bittikten sonra yanıma gelip bana sürtündü. Gülümseyerek başını okşadığımda onun da yorgun olduğunu ancak aç olduğu için de uyumadığını fark ettim. Yavruyu kucağıma alıp ayağa kalktım ve küçük odadan yatağı alıp kapıyı kapatarak kendi odama geçtim ve odamın da kapısını kapattım. Yatağı yere, kendi yatağımın yanına, katıp yavruyu da yere indirmiştim. Ne olduğunu anlamaya çalışırken yatağın üzerine çıktı ve rahat bulmuş olmalıydı ki yatağa yatıp gözlerini kapatmıştı. Gülümseyerek doğruldum ve kendi yatağıma uzandım. Yanımdaki yastığa sarılıp gözlerimi kapattım. Çok geçmeden uyumuştum bile.
∞ ∞ ∞
Zilin çalmasıyla gözlerimi açtığımda etraf karanlıktı. Yavru da benimle beraber uyanmış havlıyordu. Baş ucu lambasını açıp içeriyi aydınlattıktan sonra ayağa kalktım ve ceketi üzerime giyinip odadan çıktım. Yavruda arkamdan gelmiş ayağımın dibinde dolanıyordu kimin geldiğine baktığımda seslice nefes vermiştim. Kapıyı açıp abime baktım. Ben kapıyı açtığımda yavru önüme geçip abime havlamaya başlamıştı. Abim ona baktığında ise korkup susmuş ve tekrar arkama geçmişti. Yavruya bakıp gülmüştüm.
"Ömrüm nerdesin sen?! Seni arıyorum açmıyorsun! Karargahla konuştum çıktı dediler! Otoparka bakıyorum araban aşağıda! Ama sen yoksun! Aklım çıktı kızım! Telefonunu neden açmıyorsun ya!"
Başımı kaldırıp abime baktım ardından kolumdaki saate baktım uyuyalı bir saat bile olmamıştı daha. Yeniden abime baktım.
"Birincisi eve geleli daha iki saat oldu. İkincisi telefonum yanımda değil, arabada unutmış olabilirim. Üçüncüsü uyuyordum. Yeterli mi?"
"Hayır deği-"
O bana yeniden kızmaya başlamadan ben onun sözünü kesmiştim.
"Abi yengem ne yemek yaptı?"
"Ne?"
"Acıktım evde yemek yok, yengem ne yaptı? Fazla varsa bende yiyebilir miyim? Yoksa eğer dışarıdan söyliycem."
Seslice nefes vermişti. Bazen benimle uğraşmak onları çok zorluyordu biliyordum. Ama bende bu kadardım işte. Böyleydim. Onlar da böyle kabullenmişti.
"Var. Yemeğe çağırmak için aradım zaten seni. Tunç ve Timur da geldiler."
"Tamam, arabadan telefonumu alim gelirim yukarı."
"Yok olmaz ver anahtarı ben alır gelirim sen çık yukarı."
Gözüyle hala arkamda saklanan yavruyu göstermişti.
"Nereden çıktı bu?"
Refleks olarak yavruya bakıp gülümsemiştim. Yeniden abime baktım.
"Nöbetten dönerken trafikte karşıma çıktı yolun ortasında, ezilecekti. Bende geri bırakmaya kıyamadım, sahiplendim."
"Tamam onu da çıkart yukarı. Umay sever, yalnız kalmasın evde küçücük şey."
Gülümsedim. Kenarda duran araba anahtarını alıp abime verdim.
"Geç kalma çık hadi yukarı."
Eğilim yavruyu kucağıma aldım ve evin anahtarlarını cebime katıp evden çıktım ve kapıyı kapattım.
"Bak çıkıyorum oldu mu?!"
Cevap vermesini beklemeden yukarıya çıktım. Ben çıkarken arkamdan gülmüştü. İki kat yukarıya çıkıp yengemgilin dairesine vardığımda zili çaldım. Kapıyı açan yengemdi. Bana bakıp gülümsedi bende hafifçe gülümseyerek karşılık verdim.
"Hoşgeldin."
"Hoşbulduk abla."
Kaşlarını çatarak kucağıma baktığında yeniden gülümsedim.
"Bu da benim çocuğum."
Aniden söylediğim şey beni bir kaç saniyeliğine duraksatmış olsada yüzümün düşmesine izin vermemeye çalışarak yavaşça yutkundum.
"Ben evde bırakacaktım da abim, yukarı çıkar yalnız kalmasın Umay da sever dedi. O yüzden getirdim."
"İyi yapmışsın tatlım, gel hadi içeri."
Ben içeriye geçerken abimde yukarıya gelmişti. Beni kolumdan tutarak koridorun ortasında durdurduğunda yavru ona havlamıştı, yani havlamaya çalışmıştı. Daha o kadar küçüktü mi havlaması miyavlama gibiydi. Abim yavruya baktı o da gülücekti ama gülmedi. Yavru yine korkmuş olmalıydı ki kucağıma sokuldu. Abim telefonu elime tutuşturdu.
"Bu telefonu yanından ayırmıycaksın, ben çok mu zor birşey istiyorum ya!"
"Abi istersen çip tak koluma da sende kurtul bende kurtulim ya bakarsın her an nerdeyim diye."
"Az kaldı düşünmüyor değilim."
Gözlerimi devirdiğimde gülümsedi. Başımdan öptü sonra yeniden bana baktı.
"Şarjın bitmek üzere. Şarja tak telefonunu."
"Abi!"
Ona yeniden bakmadan salona geçtiğimde Tunç abim koltukta oturmuş Timur abimse yerde oturmuş Umay'la uyun oynuyordular. Yani beni görene kadar. Umay hızlıca ayağa kalkıp yanıma koştu ve bana sarıldı.
"Halaaa."
Gülümsedim ve bir kolumla bende ona sarıldım. Neredeyse her gün görüyordum ancak o, o kadar hızlı büyüyordu ki ben onun hızına yetişemiyordum. Dört yaşında olmuştu neredeyse. Geri çekilip önce bana baktı sonra yavruya.
"Hala... İşşırır mı?"
"Ne yapar mı?"
"İşşırır mı?"
Gülecektim ancak abilerim çoktan güldüğü için o zaten utanmıştı. Yere oturup bağdaş kurdum ve yavruyu dizime katıp başını okşadım.
"İssırmaz halacım. Sevebilirsin. Gel önce yavaşça elini uzat seni koklasın tanısın."
Onun bunu yapmıycağını farkettiğimde elini tuttum. Bana güvenirdi her zaman, elini geri çekmedi. "Üç, iki, bir başla!"
Süre başladığı anda önce nişanı üç yüz metreye ayarladım, ilk atışını Alper benden önce yapmıştı bense hiç beklemeden iki atışı da üst üste yapmıştım. Ondan iki saniye önce ayağa kalktığımda koşmaya başlamıştım. Ondan önce koşmaya başladığım için aynı noktaya ondan önce varmıştım. Hiç beklemeden nişangaha odaklandığımda üç yüz elli metrede duran nişana üç atış yaptığımda Alper daha bir atış yapmıştı.
"BİTTİ!"
Abimin sesiyle silahları indirdiğimizde Alper toplamda üç ben beş atış yapmıştım. Süreye gerek yoktu, ben kazanmıştım. Sadece üç aydır silah kullanmıyordum ve nişan alırken kafamın karışması için bana Alp'in silahını vermişti. Uzun süre sonra ilk kez bu kadar yorulduğumdan mı bilmiyordum ama hafif başım dönmeye başlamıştı.
"Yüz metrede atış yok iki yüz metrede sadece üç atış var, Alperin tarafında."
Dürbünü indirip bana baktığında hafifçe gülümsedim.
"İki yüz mü? Ben üç yüz ve üç yüz elli metrelerde atış yaptım komutanım."
Alper şaşkınca bana baktığında ben hala abime bakıyordum. O dürbünle atışları kontrol ettikten sonra hafifçe gülümsedi ama bana bakmamıştı. Dürbünü indirdi.
"Eğitim bitmiştir eşyaları toplayın."
Kemeri boynumdan çıkarıp tüfeği sıkıca tuttuğumda her zamankinden ağır gelmeye başlamıştı bu tüfek. Yerin ayağımın altından kaydığını hissettiğimde bir adım atacaktım ki kendimi birinin kollarında buldum. Birisi tüfeği elimden almıştı. Beni kucağına alan kişi benimle beraber yere uzanmıştı.
"Ömrüm, Ömrüm aç gözlerini. Sakin ol aç gözlerini."
Yüzümü suyla yıkadıklarında su çok soğuktu ancak o kadar halsizdim ki hiç bir tepki veremiyordum. Bilincimin tamamen gittiğini hissediyordum. Kafamda dönen sesler susmuştu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.87k Okunma |
280 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |