
"Kimle konuşuyorsun bu saatte Mert?!"
"Kendi kendime. Kendi kendime konuşuyorum."
"Telefon kulağındaydı. Yalan mı söylüyorsun?"
"Hayır güzelim."
Ayağa kalkıp yanına gittim. Bir elini beline yerleştirirken diğer elimle de saçlarını okşadım.
"Al bak telefonuma konuşmadım kimseyle. Hem niye kalktın bu saatte?"
"Sen niye kalktın bu saatte?"
"Uyku tutmadı."
"Bende sen yanımdan kalktığın için kalktım."
"Gel uyu biraz daha saat daha çok erken."
Başını göğsüme yasladı. Bana sarıldı. Gülümsedim. Ben onunla hep bu hayali kurmuştum. Yanımda olmasını. Beraber uyumayı. Ona sarılmanın hayalini kurmuştum ben hep. Ama bu şartlar altında değil.
"Aslında hiç hayır demem çok uykum var."
Gülümsedim. Mihra'yı kucağıma aldım. Birden irkilmiş olacak ki bana sarıldı.
"Napıyorsun ya?!"
"Uykum var demedin mi? Odaya gidiyoruz."
Gülümsedi. Başını omuzuma yasladı. Yukarı kata çıkıp Mihra'yı yatağa uzandırdım. Üzerini örtüp yatağın diğer tarafına döndüm, yanına uzandım. Bana doğru yaklaştı, örtüyü benim de üzerime örttü ve başını göğsüme yasladı. Yavaş yavaş saçlarını okşadım. Alp gittiğinden beri ya çok uyuyordu yada hiç uyumuyordu. Bünyesi çok zayıflamıştı. Herşeyi bırakmıştı. Evden dışarı bile çıkmıyordu çoğu zaman. Çıksa da benim yanıma, kliniğe, geliyordu. Alp'in evine bir daha girmemişti. Eşyalarını bile ben geçip toplamıştım evde. Evdeki hiç birşeye dokunmamıştım. Ev olduğu gibi herşeyiyle duruyordu. Tüm anılarıyla...
Mezarlığa bile bir daha gitmemişti. Cesaret edemiyordu. Bazen geceleri rüya görüp uyanıyor yeniden uyuyamıyordu.
Ömrüm'ün haberlerini de Timur'dan alıyordum. O da pek iyi sayılmazdı gerçi. Sanırım hafta sonu görmeye gidicektim. Cenaze töreninden beri yüz yüze görüştük mü hatırlamıyordum bile.
∞ ∞ ∞
Gözlerim kapalıydı ama uyumuyordum. İlacın etkisi çoktan bitmişti. Saat kavramını yitirmek üzereydim ancak dışardan gelen güneş ışınlarıyla az çok zamanı tahmin edebiliyordum. Küçük bir pencere vardı, onun da perdeleri örtülüydü.
Kapının kilidinin açıldığını duyduğumda gözlerimi açıp başımı kaldırdım. Kapı açıldı ve içeriye Mark girdi. Öfke vardı yüzünde. O içeri girdikten sonra dün akşam yemek getiren yaşlı kadın yine elinde bir tepsiyle odaya girdi. Gözlerimi devirip Marco'ya baktığımda bana bakıyordu.
"Abinle işim bitene kadar canlı kalman gerekiyor."
Yaşlı kadın yatağın yanında duran sandalyeye oturdu ve tepsiyi yanındaki masaya kattı. Marco yanıma geldi, beni kolumdan tutup doğrulttu ve arkama yastık kattı.
Tepside yine bir çorba ve bir tost vardı. Yaşlı kadın kaşığı alıp çorbayı biraz karıştırdıktan sonra kaşığın altına peçete tutarak bana doğru uzattı. Başımı geri çektiğimde Marco bana daha keskin gözlerle bakmıştı.
"Canlı kalmamı istiyorsan bu çorbayı içemem."
"Bir de senin keyfinle mi uğraşıcam!"
"İçinde mantar var çorbanın. Mantara alerjim var."
Kadın kaşığı indirip Marco'ya baktıktan sonra ayağa kalktı.
"Meyve suyu getir."
"Tabi ki Beyfendi."
Kadın odadan çıktıktan beş dakika sonra elinde bir bardak meyve suyu ile geri döndü. Meyve suyunu tepsiye bıraktıktan sonra yeninden odadan çıktı.
Marco odanın kapısını yanıma geldi. Cebinden çakısını çıkarıp bileğimdeki ipi keserek bileğimden çıkarttı. Sandalyeye oturdu.
"Tepsiyi al tostu ve meyve suyunu ye."
Bileklerim çok acıyordu. İplerin izleri vardı bileğimde. Önce bileklerimi ovduktan sonra tepsiyi kucağıma aldım. Peçeteyle tostu tuttuktan sonra içini açıp baktım.
"Peynir var sadece."
Söylediğini umursamamıştım. Görüyordum zaten. Tosttan küçük bir parça ısırdım ve yavaş yavaş çiğnedim.
"Abin sinirli gibi?"
Gülümsemiştim.
"Sen daha çok sinirli gibisin."
Marco'ya baktım. Dişlerini sıkıyordu.
"Banyo yapmak istiyor musun kızı göndereyim."
"Neden tek başıma yıkanamıyor muyum ben?"
"Seni tek borakacağımı düşünmen ne biyük hata."
"Yaklaşık 12 saattir bu odada tekim zaten."
"10 saat. Algılarını kaybedersin diye bekliyordum ama henüz kaybetmemişsin."
"Dalga mı geçiyorsun? Askerim ben!"
Güldü.
"Sevgilisi öldüğünden beri ordan oraya sürülen, tutsak bir asker."
Meyve suyunu alıp hepsini yüzüne döktüğümde ani bir refleksle geri çekildi. Tişörtünün kenarıyla yüzünü silip bana baktı yeniden.
"Hareketlerine dikkat et. Seni öldürürüm yoksa."
"Ye şu tostunu. Zıkkımlan artık!"
"Yemeyeceğim!"
Tepsiyi kenara bıraktığımda ayağa kalkıp elindeki çakıyla ayağımdaki ipleri kesti. Çakıyı kapatıp yeniden cebine kattı. Kolumdan sertçe tutup beni ayağa kaldırdığında dengemi korumakta zorlanmıştım. Ayaklarım uyuşmuştu. İki gündür hiç kalkmamıştım. O bunu umursamadan hızlıca yürümeye devam ediyordu. Bir kaç adımdan sonra ayak uydurduğumda merdivenlerden aşağıya indik. Sonra bir daha aşağıya indik. Anladığım kadarıyla ev dört katlıydı çünkü bizim olduğumuz kattan da yukarıya merdiven vardı. Aşağıya indiğimizde salonda takım elbise giyinmiş bir adam vardı.
"Abi ne bu halin?!"
Beni koltuğa doğru attığında destek almak için elimi koltuğun kenarına katmıştım ama koltuğa düşmekten kurtulamamıştım.
"Şunun elini bağla. Bilgisayarı ayarlasınlar. Yanından da sakın ayrılma! Geliyorum ben."
Tekrardan yukarı çıktı. Yanımda duran adam bana baktı.
"Bekle burda."
Bahçe kapısına gitti orda adamlara birşey söylüyordu. Hızlıca etrafa baktığımda işe yarayacak pek birşey yoktu ama masanın ortasında duran bir biblo vardı. Bibloyu hızlıca alıp yanımda görünmeyecek şekilde tutuyordum. Yanıma geldiği sırada bibloyu hızlıca başına vurmuştum. Biblo kırılmıştı, bir parçası elimde bir parçası yerdeydi. Adam başını tutarken yere düşmüştü. Ayağa kalktım dışarda beni ve yerdeki adamı gören bir kaç adam içeriye gelmişti. Biri bileğimden tutmuştu. Beni koltuğa iteceği sırada elimi çevirerek kolunu tuttum ve kolunu ters çevirdim. Kolunun acısıyla bağırdığında diğer adamlarda yanıma baklaşıyordu. Adamı masaya doğru ittiğimde masanın üstüne düşmüştü, camdan yapılan masa kırılmıştı. Mutfak olduğunu tahmin ettiğim kapıdan bana yemek getiren yaşlı kadın ve ona kıyasla biraz daha genç duran bir kadın kapıdan çıkmış, kenardan endişeli bir şekilde bana bakıyorlardı.
Bana yaklaşan adama hamle yapacağım sırada diğer tarafımdan birisi kolumu tuttu ve bana doğru gelen adam da diğer kolumu tuttu. Çırpındığım sırada dışarıdan gelen adam sert bir şekilde tokat atmıştı. Ardından arkamızdan gelen sert bir sesle tüm adamlar durdu.
"Napıyorsunuz lan siz!"
Arkama bakmamıştım çünkü Marco gelmişti. Ama bana tokat atan adam gerilmeye başlamıştı. Hatta korkuyordu.
Marco yanımıza geldi önce bana tokat adan adama baktı. Adam göz göze geldikten sonra hızlıca dışarıya çıkmıştı. Ardından yerde yatan iki adama bakıyordu. Biri kolunu kırdığım ayık olan, diğeri kafasını birazcık yardığım baygın olan. Yere eğildi, baygın olanın nabzına baktı. Ayağa kalkıp karşıma geçti.
"Bırakın kollarını dışarı çıkın. Biriniz Joseple ilgilensin. Odaya götürün yatırın."
Adamlar hızlıca dediklerini yaparken mutfaktaki kadınlar çoktan içeri girmişlerdi bile. Salonda yalnız kaldığımızda hala bana bana bakıyordu.
"Sana güvenebilirim sanmıştım."
"Bana güvenebileceğini ben söylemedim. Burda bulunduğum her an burdan kurtulmak için çabalayacağımı biliyor olman gerekirdi."
Kolumdan tuttu ve tekli koltuğa otutturdu. Gözü sürekli dudağıma takılıyordu ve bu beni rahatsız ediyordu.
"Feyza, pansuman malzemelerini getir!"
Mutfaktan çıkan genç kıza baktığımda önce bana sonra Mark'a bakmıştı.
"Tabii Beyfendi. Hemen getiriyorum."
Neden herkes ona beyfendi diyordu ki? Çok saçma. Kız bir dakika sonra geri gelmişti. Yanımaza geldi ve getirdiği küçük çantayı Mark'a verdi.
"Başka bir isteğiniz var mı Beyfendi?"
"Bir tane de ayna getir."
"Tabii ki."
Yeniden gitmişti. Neden istediği şeyleri az önce söylememişti ki ve kızı yoruyordu. Asıl bu kızın bunla ne işi vardı? Henüz o kadar gençti ki. Belki yirmilerinin başındaydı. Kız elinde ayna ile yeniden geldi. Mark aynayı aldı ve elindeki küçük çantayla beraber aynayı bana verdi.
"Yüzüne pansuman yap."
Kaşlarımı çatıp aynayı aldığım, yüzüme baktım. Yanağım biraz şişmiş ve kızarmıştı. Dudağım ise hafiften kanıyordu. P**. Çantayı açtığımda önce içinde malzemelere baktım ardından biraz antibiyotik krem alıp dudağımda kanayan kısma sürdüm. Başka hiç birşey yapmadım çünkü o kadar da önemli birşey yoktu. Çantayı ve aynayı bekleyen kıza geri verdim. Mark bana baktı ardından yeniden kıza baktı.
"Öğlen yemeğim hazır mı Feyza?"
"Az sonra hazır Beyfendi."
"Bahçede yiyeceğim. Bir görüşmem var, ondan sonra geleceğim."
"Siz nasıl isterseniz Beyfendi."
"Misafirim de benimle yiyecek. Ona da yemek hazırlayın."
"Tabii ki Beyfendi."
"Gidebilirsin."
Kız gittikten sonra bilgisayarla beraber bir adam geldi içeriye.
"Bağlantı hazır."
"Şuradaki masayı getir kur."
Uzakta duran masayı almış yanıma getirmiş ve bilgisayarı üzerine katmıştı. Birşeyler yapıyordu ancak bilgisayar bana dönük olmadığı için göremiyordum. İçeriye bir adam daha geldi elinde iple ve ipi marka verdi. Mark ipleri alıp yanıma geldi. Ellerimi yine birbirine bağladı. Bana baktı.
"Belki abini özlemişsindir güzel kadın."
Güldü. Bilgisayarın karşısındaki adam kalktığında kendisi geçti. Bir kaç saniye sonra abimin sesini duydum.
"P**."
Konuşacağım sırada yanımda bekleyen adam eliyle ağzımı kapatıp hareket etmemi engelleyecek şekilde omuzuma bastırdı.
"Ben seni her aradığımda böyle küfür mü edeceksin. Ne kadar ayıp. Annen baban sana hiç terbiye nedir öğretmedi mi?"
Gülmüştü. Yanımda duran adam beni bıraksa Mark'ın kafasını dağıtabilirdim şu anda.
"NE İSTİYORSUN Ş******* İT! KARDEŞİM NERDE!"
"Kardeşin mi? Ha o yanımda. Şu anda çırpınıyor hatta sanırım bana saldırmaya çalışıyorda o biraz zor. Ama bak güçlü kadınmış. İki dakika yalnız bıraktım iki adamımı yaralamış biri de baygındı. Evimde dağılmış."
"SENİN EVİNİ S****** P**. NE ANLATIYORSUN SEN?!"
"Seninle de sohbet edilmiyor. Kardeşlerin karın sana nasıl dayanıyor be."
"SENİ ELİME GEÇİRİM, BAK O ZAMAN NAPIYORUM BEN SANA!"
Başımda duran adama baktığında elini ağzımdan indirmişti ama omuzumu bırakmamıştı. Bilgisayarı bana çevirdiğinde abimi görmemle beraber durmuştum.
"Abi."
"Ömrüm. Güzelim. Kurtaracağım seni, tamam mı? Kurtaracağım."
Yorgundu, üzerinde üniforma vardı. Ve karargahtaki odasındaydı.
"Abi iyiyim. Birşey yapamaz bana. İyiyim ben."
Bilgisayarı aniden çevirdiğinde adam yeniden ağzımı kapatmıştı.
"Aa ne kadar da duygusal bir an. Ağlayacağım bak şimdi. Aa tüh! Bak sen şu işe. Şarjı bitmiş bilgisayarın. Sanırım görüşemeyeceksiniz."
Kahkaha attığında önce aramayı ardından bilgisayarı kapatmıştı. Yanımda duran adam beni bıraktığında ayağa kalkacaktır ki yeniden omuzumdan tuttu.
"Bak şimdi. Ya anlaşacağız ya anlaşacağız. Başka çaren yok. Anladın mı beni? O yüzden rahat dur! Şansını da fazla zorlama!"
Beni kolumdan tuttuğunda yanımdaki adam omuzumu bırakmıştı. Ayağa kaldırıp bahçeye çıkardı. Masaya götürdü, sandalyeye otutturdu. Elimdeki ipi çözdükten sonra sol elimi tutup sandalyenin arkasına kötürdü. Elimi çekiştirsem de bileğimi sandalyeye bağlamıştı. Ardından masanın başındaki sandalyeye oturmuştu.
♣♣♣
Bu adamla her konuştuğumda başım ağrıyordu. Daha Ömrüm'e ne yapacağımı bile düşünmemiştim. Düşünmeye vakit bile bırakmıyorlardı. Bir kez yalnız bırakmıştım yeniden bırakamazdım. Hafife alıyordum. O çok güçlüydü. Hırsı ve kini onu daha güçlü yapıyordu.
Önümde duran bardağı alıp biraz su doldurdum ardından onun da bardağına doldurmuştum. Bana ters ters bakıyordu. Ancak şu anda gerçekten onu düşünmüyordum. Yemeğimi yiyip depoya gönderecektim zaten. Evin içinde kalma şansını çoktan kaybetmişti. Bardağı alıp suyu içtim, bardağı yeniden masaya bıraktım.
Feyza mutfak kapısından çıkıp elindeki yemeklerle masaya geldi. İkimizin tabağına da yemekleri servis ediyordu. Elimi bacağının arkasına eteğinin açıkta bıraktığı kısma katıp yavaşça bacağını okşadığımda dokunduğum bacağı bir anlığına boşa düşse de yemekleri servis etmeye devam etmişti. Servisi bitirdikten sonra bana baktı.
"Başka bir isteğiniz var mı Beyfendi?"
"Bana viski getir."
"Hemen getiriyorum."
Elimi bacağından indirdim. Getirdiği servis eşyalarıyla beraber tekrar mutfağa gitti. Ben yemeğime başladığım sırada Ömrüm hala yemiyordu. Pek umrumda değildi. Bir kaç gün aç kalacaktı. Şu an yiyip yememek onun seçimiydi. Feyza viskimi getirdiğinde çok beklemeden yeniden içeriye gitmişti. Yemeğimin bir kısmını yedikten sonra viskimi alarak arkama yaslandım. Ömrüme baktım.
"Aç değilsin galiba, yemediğine göre."
"Değilim, yeyeceğim."
"Sen bilirsin."
Bardağımdaki viskiyi birkaç saniyede içtikten sonra bardağı bıraktım. Ayağa kalkıp sandalyeden Ömrüm'ün elini çözdüm ve iki elini yeniden bağladım. Kolundan tutup ayağa kaldırdım. İçeriye girdiğimizde Mutfağa doğru baktım.
"Feyza Ömrüm'ün kaldığı odayı temizle!"
Ömrümle beraber kapıya çıktığımızda cebimden çıkarttığım minik iğneyi boynuna geçirerek enjekte ettim. İğneyi çıkartıp tekrar cebime kattığımda ilaç vücuduna dağılmaya başlamış hatta etkisini gösteriyordu. Tepki bile gösteremeden bayıldığında kucağıma alıp garaja götürdüm yüksekten asılı duran ipe ellerini yukarıda kalacak şekilde sıkıca bağladım. Bıraktığımda kendinde olmadığı için yamuk duruyordu. Ayarlanmış olan kameranın kaydını başlattıktan sonra garajdan çıkıp tüm kapıları kapattım. Garajın önünde çevresinde ve evin her yerinde bir çok adam bekliyordu. Onu elimden kaçıramazdım.
Yeniden eve girip yukarıya çıktığımda Feyza, Ömrüm'ün önceden kaldıpı odayı toparlıyordu. İçeriye girip kapıyı kapattığımda beni anca fark etmişti. Bana baktı.
"Birşey mi istiyorsunuz Beyfendi?"
Yanına gittiğimde hareket etmemişti. Benden korkuyordu ama bir o kadar da cesurdu. Biraz daha yaklaşıp ensesinden tutum. Başını yukarıya kaldırmıştı bana bakmak için. Onu öptüğümde duraksakmış ama karşılık vermişti. Kalçasından tutup onu yukarıya kaldırdım ve masaya otutturdum. Geri çekilip giyindiği beyaz gömleğin düğmelerini açtım. Çok hızlı nefes alıyordu. Yalnızca ellerimi izliyordu.
İşim bittiğinde pantolonumu giyinip üzerimi düzelttim. Odadan çıktığımda gözleri kapalı bir şekilde masada oturuyordu. Kapıyı kapatıp merdivenlere gittim. Üst kata çıkıp kendi çalışma odama girdim. Sandalyeye oturduktan sonra gözlerimi kapattım. Bu kızla gerçekten işim vardı. Çünkü şu anda düşünemiyordum bile.
♣♣♣
Altı gündür garaja hiç gitmemiştim. Sadece kameradan izliyordum Yüzbaşı'yı. Adamlar günde bir kez gidip su içiriyordu sadece. Çalışma odamdan çıkıp aşağıya indim. Salonda Feyza'yla göz göze geldiğimizde başını eğmiş salonu toparlamaya devam etmişti. Önce bahçeye çıkıp bir süre havuz kenarında suyu izledim. Ardından garaja gittim. Araba giriş kapısını açmak yerine küçük kapıyı açıp içeriye girmiştim. Işıkları açtığımda başını kaldırmıştı ancak gözlerini açamıyordu. Uzun süredir karanlıkta kalmasının da buna etkisi vardı. Benden sonra içeriye bir kaç adam girdi ve kapıyı kapattılar.
"Korkak p**."
"Ooo Yüzbaşı, formumuzdan hiç birşey kaybetmemişiz. Kaç gün oldu? Bir, iki? Sayabildin mi?"
"Eğer bayıltmasaydın sayardım p**."
"Bak bi konuda anlaşalım. Abin ve sen çok küfür ediyorsunuz. Ayıp denen birşey var."
"Ş******* p** ne anlatıyorsun sen."
Masanın üzerinde duran ince demir çubuğu alıp yanına gittim. Demiri vücuduna değdirdiğimde soğuyla kasları gerilmişti. Kendini geri çekti. Tekme atacağı sırada geri çekildiği de ayağı boşa düşmüştü.
"S********* seni."
"Pek sanmıyorum. Sen sanki biraz üşüdün ya. Biz ısıtalım biraz."
İçeri girdiğimizden beri adamlarımın hazırladığı ateşin yanına gittim. Daha yeni yeni yanıyordu. Demir çubuğu ateşte ısttım. Yüzbaşı'nın yanına yeniden gittiğimde ışığa alışmış kendine gelmişti. Ama hali çok yoktu belliydi.
"Senden laf almaya çalışmıyorum bunu biliyorsun. Bir Türk Askeri yada bir ajan olarak burada değilsin. Sen Teoman'ın en sevdiği olarak buradasın. Yani tek isteğim ikinize de acı çektirmek."
Ben konuşurken adamlar ayaklarını da yere sabit bir şekilde bağlamıştı. Kameranın açıkta kalacağı bir şekilde karşısına geçip sıcak demiri sağ bacağına bastırdım. Önce ayağını çekmeye çalıştı. Ama başaramadı. Bir kaç saniye sonra demiri geri çektiğimde gücünü gittikçe kaybediyordu, her ne kadar direnmeye çalışsa da.
Yeniden ateşin başına gidip demiri tekrar ısıttığım sırada arkamdan bağırmıştı. İçerisi o kadar sessizdi ki ses çok fazla yankılandı.
"Ş******* O***** Ç*****."
Yüzümü buruşturdum yankılanan ses kulaklarımı ağırtmıştı.
"Seni burada kimse duyamaz Yüzbaşı. Hatta ne var biliyor musun? Bu sefer abin bile seni kurtaramayacak."
Demir çubuk ısındığında yeniden Ömrüm'ün yanına gitmiştim. Bu sefer arkasında durmuştum.
"Çünkü o da seninle beraber çoktan ölmüş olacak."
Sıcak demir çubuğu sırtının sağ kısmına bastırdığımda acıyla inlemişti ama ses çıkarmaya çalışıyordu. Kollarını her ne kadar çekmeye çalışsa da başaramıyordu. Demir çubuğu geri çektimde hala kıvranıyordu. Demiri bu sefer sol bacağına bastırdım. Ayağını oynatması kolunu oynatmasından daha zordu. Birkaç saniye geçtikten sonra çubuğu geri çekip karşısına geçtim.
Birkaç gündür aç olmasının da verdiği etkiyle gücü hiç kalmamıştı. Demiri bastırdığım yerler yanmış hatta kanıyordu. Acısı onu daha da zayıflatıyordu.
"Şu anda o kadar zavallı görünüyorsun ki Yüzbaşı."
Bana bakmış ancak birşey söylememişti. Adamların yanına gidip çubuğu bıraktığımda ateşi söndürüyorlardı. Garajın her yerini kapattırmıştım. Duvardaki ısı ayarlayıcısından içerinin sıcaklık derecesini sıfıra ayarladım. Ardından garajdan çıktım. Benim ardımdan adamlar çıktıktan sonra garajın kapısını kilitleyip anahtarı cebime kattım.
Onlar benim kardeşime ve aileme acımamışlardı...
Eve bahçeden dolanarak girmiştim.
"Viski getirin bana!"
Koltuğa genişçe oturup arkama yaslandım. Bir kolumu kenara katıp cebimden telefonumu çıkartıp telefonla ilgilendim. Bir kaç dakika sonra viskiyi Feyza getirmişti. Masaya katacağı sırada başımı kaldırdım.
"Bana ver."
Başını çevirip bana baktı ardından bardağı yeniden tepsiye katıp yanıma geldi. Bana bakıyordu.
Bardağı aldığımda yeniden telefonumla ilgilenmeye devam ettim. Şu anda aklımı Feyza'ya veremezdim zaten yeteri kadar aklımı alıyordu.
Sanırım bu evde bazı şeyleri yasaklamam gerekiyordu. Mesela giyilecek kıyafetler gibi. Çünkü giyindiği mini etek yetmiyormuş gibi üzerindeki beyaz gömleğin hem üst düğmelerini açık bırakmıştı hemde altın kırmızı sütyen giyinmişti ve çok bariz bir şekilde belli oluyordu.
Düşünmemek için ona bakmıyordum ancak daha çok düşünüyordum.
"Feyza."
Gidiyordu ancak durdu. Başımı tam kaldırmadan göz ucuyla ona baktım.
"Gece odama gel."
Başımı yeniden eğip telefona bakmaya devam ettim. Cevap vermeden gitmişti. Ama odama gelecekti. Yüz ifadesi bunu açıkça belli ediyordu. Elimdeki viski bardağına bir kaç saniye bakıp ardından kafama diktim. Ayağa kalkıp bardağı masaya bıraktım. Telefonu cebime katıp salona girdim. Merdivenlerden yukarıya, ikinci kata, çıkıp çalışma odasına girdim. Bilgisayarımı açmaya çalıştığım sırada şarjının bittiğini fark ettim. Seslice nefes verdim. Odanın içinde şarj kablolarını ararken kapı çaldı sonrasında kapı açıldı.
"Çalışırken viski içersiniz hep, size viski getirdim."
Ben gel demememe rağmen Feyza içeriye girmişti bile. Göz ucuyla Feyza'ya bakıp yeniden önüme döndüm. Şarj kablolarını alıp masama geçtim ve koltuğuma oturdum.
"Bırakıp çıkabilirsin."
Şarj kablosunun bir tarafını prize takıp diğer tarafını bilgisayara bağladım. Feyza yanıma gelip bardağı masaya kattı. Elindeki şişeden bir miktar viskiyi bardağa doldurup şişeyi kenara kattı. Bardağı yeniden alıp önüme kattı. Yanıma kadar yaklaştı. Bacağı dizime değiyordu. Parmaklarını ensemde gezdirdiğinde başımı kaldırıp Feyza'ya baktım.
"Gece gelmeni söyledim."
"Siz isteyin, gece yine gelirim."
•••
"Mihra."
Bilgisayarda geziniyordu. Başını kaldırıp bana baktı. Yanına gidip kucağından bilgisayarı alıp masaya kattım.
"Noldu Mert?"
Yanına oturdum. Elini tuttum.
"Bir şey söyleyeceğim."
"Mert noldu?"
"Ömrüm kaçırılmış."
"Ne nasıl kaçırılmış Mert!"
"Bu gün öğrendim ben de Mihra. Kaçırılmış bir hafta önce. Timur hastaneye gelmiyordu birkaç gündür. Onu arayınca öğrendim."
"Mert birşey yapmamız lazım ama?"
"Teoman abi ilgileniyormuş hala bulamamışlar."
"Mert... Ya ona birşey olursa?"
Gözlerimi kapatıp seslice nefes verdim. Mihra'yı kendime çekip sarıldım. Bende ondan korkuyorum ya güzelim.
🍂 🍂 🍂
On gün geçmişti... Ömrüm kaçırılalı on gün olmuştu. Hala yoktu. Ben onu bulamamıştım. Eve bile gidemiyordum. Ömrüm'ü bulamadığım için bana ne derler diye düşünüyordum. Biz sana emanet ettik koru dedik sen koruyamadın, demezler mi adama?
Kapı çaldığında başımı masadan kaldırıp üzerimi düzelttim.
"Gel!"
İçeri giren asker önce selam vermişti.
"Komutanım, Levent Albay sizi çağırıyor."
Hızlıca ayağa kalktım. N'olur artık bir haber olsun!
"Odasında mı?"
"Evet komutanım."
Bordo beremi omuzuma yerleştirip hızlıca odadan çıktım. Levent'in odasına vardığımda direkt odaya girmiştim.
"Levent bir haber mi var?"
"Hiç içeri girme. Git timini topla. Ömrümü almaya gidiyorsunuz. Siz hazırlanırken bilgileri hemen göndereceğim. Zırhlılarla gidiyorsunuz."
Başımı sallayıp odadan çıktığımda tam anlamıyla koşarak bu binadan çıktım. Hangara girdiğimde hepsi ayağa kalkmıştı ama şu anda saygı aşamalarını ben çoktan geçmiştim.
"Hazırlanın hemen. Çıkıyoruz. Zırhlılarla gideceğiz."
Hep bir ağızdan cevap verdiklerinde ne dediklerini beynimin içinde kestiremiyordum bile. Tüfeğimi alıp kontrol ettim ardından çantamda olması gereken eşyaları kontrol edip tabletten görev bilgilerine baktım. Buradan, İstanbul'dalardı. Ve ben burnunun dibindeki adamı bile on gündür bulamamıştım. Time hızlıca anlattıktan sonra hangardan çıkıp araçlara binmiştik. Dört araç olarak yola çıkmıştık çünkü iki timdik.
🍂 🍂 🍂
Bize verilen konuma beş saat sonra vardığımızda bir tim evin dışını çoktan sarmıştı. Ömrüm'ü bu kocaman evin içinde bulmak için çok kısa bir sürem vardı. Evin iki farklı açısını görecek şekilde keskin nişancıları yerleştirmiştim. Önce dışarıdaki tim adamları temizlemeye başladı. Ardından ben ve üç kişi daha kontrollüce içeriye girdik. Bizden sonra dışarıdaki timden de beş kişi içeri gelmişti. Etrafta korumalardan başka hiç kimse yoktu ve şu anda hepsi ölüyordu. Bahçeden de evi sardığımızda Marco ortalıkta hala yoktu. Evin içerisine girdiğimizde iki tane orta yaşlarda kadın vardı sadece. Ömrüm'ün garajda Marco'nun ise yukarı katta olduğunu söylemişlerdi. Gerçi Ömrüm'ün ismini bile bilmiyorlardı. Benimle beraber dört kişi garaja giderken altı kişi de yukarı katlara çıkmaya başlamıştı. Eminim ki Marco bu sesleri duyup çoktan kaçma planı yapmıştı.
Önden iki kişi garaja girdiğinde içerisi karanlıktı. Fenerleri açtığımızda içerisi bomboştu. Garajın içerisine doğru ilerlediğimizde onu gördüm. Ömrüm'ü.
"BANA IŞIK TUTUN! ETRAFI KORUMAYA ALIN!"
Feneri kapatıp Ömrüm'ün yanına koştuğumda baygındı. Nabzı çok yavaş atıyor hatta vücudu buz gibiydi. Hançerle önce ayağındaki ipleri kestim. Beline sarılıp elindeki ipide kestiğimde kucağıma düşmüştü. Hançeri bırakıpÖmrüm'ü kucağıma aldım. Garajdan çıkıp arabaya gittiğimizde dışarının aydınlığıyla farkediyordum ki Ömrümün yaraları onu daha da güçsüzleştiriyorduz şu anda. Bir suyu alıp yavaşça yüzünü yıkadım. Zaman kaybedemezdik daha fazla. Bir araç için asker topladığımda görevi artık başkası yönetiyordu. Marco ölü yada diri elime geçecekti anca önce kardeşimi kurtarmalıydum.
Tek araç yola çıktık. En yakın hasteneye gitmemiz bile iki saatimizi almıştı. Hastaneye vardığımızda acilden girip Ömrüm'ü sedyeye yatırdım. Bir kaç hemşire ve bir doktor hızlıca müdahale ederken bir hemşireye ne olduğunu anlatıyordum.
🍂 🍂 🍂
Aileme haber vermemiştim bile. Son 4 saatim yoğun bakımın öninde geçiyordu. Geldiğimizde nabzı düşüktü ve hipotermi geçiriyordu. Derin olan yarası için ameliyata alınmıştı. Kan vermiştim. Yetmemişti satın almıştık. Hipoterminin geçtiğini söylemişlerdi. Saatler sonra yoğun bakıma alınmıştı fakat ben onu hala görememiştim. İçeriye almamışlardı. Saniyeler saat olmuştu, aklımda olan tek şey ise kardeşimdi.
Hemşirenin geldiğini görünce hızlıca ayağa kalktım.
"Durumu şu anda stabil. Kendinde değil hala. Kendine gelene kadar yoğun bakımda tutacağız. Yaraları kalıcı bir hasar bırakmamış gibi duruyor şimdilik. Bunu tam anlamıyla uyandığında anlayabiliriz. İyi olarak şunu söyleyebilirim. Bizim hareketlerimize kasları tepki veriyor. Yani kısa sürede uyanmasını bekliyoruz."
"Görebilecek miyim peki?"
"İlk yirmi dört saatte maalesef göremezsiniz. Yarın yeniden kontrolleri yapıldıktan sonra doktor bey size söyleyecektir."
"Teşekkürler."
Hemşire gittiğinde seslice nefes verip yeniden duvarın köşesine çöktüm. Telefonum çaldığında telefonu cebimden çıkarıp ekrana baktım. Timur. Tabii merkezde olsak hemen haber alırdın. Hiç birine haber vermemiştim daha. Telefonu açıp kulağıma yasladım.
"Abi, müsait miydin?"
"Evet."
"Eve gelmiycek misin bu gün de?"
"Ömrüm'ün yanındayım Timur."
"Buldun mu? Nerdesiniz abi?!"
"Hastanedeyiz."
"İyi mi? Hangi hastane gelim bende."
"Merkez de değiliz Timur. Doktor iyi olduğunu söylüyor. Bir kaç saat oldu hastaneye geleli. Yoğun bakımda. Uyandığı zaman merkeze geleceğiz."
"Tamam söyle hastaneye gelim."
"Yengenle kalın Timur. Aklım evde kalmasın."
"Haber ver o zaman."
"Tamam. Görüşürüz."
Telefonu kulağımdan indirip aramayı sonlandırdım. Gözlerimi kapatıp başımı duvara yasladım.
🍂 🍂 🍂
Ertesi sabah olduğunda doktor odaya girmişti. Tüm gece içeri girip çıkan hemşireler her seferinde durumunun aynı olduğunu söylemişti. Ayakta doktorun dışarıya çıkmasını bekliyordum.
Doktor odadan çıktığında hemen kapıya doğru gittim.
"Durumu nasıl? Ömrüm iyi mi?"
"Kardeşiniz gözlerini açtı. Tahminimizden çok daha erken uyandı. Hemşireler bir kaç tahlil yapıp durumunu kontrol edecekler. Bir sorun yoksa bir kaç saat sonra normal odaya alacağız."
"Peki görebilir miyim şimdi?"
"Odaya geçtiği zaman görürsünüz. Geçmiş olsun."
Doktor gittiğinde gözlerimi kapatıp seslice nefes verdim. Güçlü kızım benim.
🍂 🍂 🍂
İşlemler bu hastanede çok yavaş ilerliyordu. Odaya alınması bile akşamı bulmuştu. Yavaşça kapıyı açıp odaya girdim. Yatakta uzanıyordu. Halsizdi. Bembeyazdı. Kapıyı kapatıp yanına gittim. Bana baktığında çok hafifçe gülümsedim.
"Yengemler iyi mi?" Kısık sesle konuşmuştu ama biri duyacağından değil. Gücü o kadar yettiğinden.
Yatağın yanına eğilip elini tuttum.
"Marco yakalandı Ömrüm. Diğerleri de iyi merak etme. Bunları düşünme şimdi sen. Kapat gözlerini dinlen."
Yavaşça saçlarını okşadım. Başını bana çevirdi.
"Ben yoğun bakımdayken... Odama girdin."
"Hayır girmedim. Yani girmek istedim ama almadılar izin vermediler."
"Birisi odama girdi. Yanımda oturdu uzun bir süre."
"Emin misin Ömrüm? Bilincinin kapalı olduğunu söylediler. Belki rüya belki hayal? Odaya hemşirelerden ve doktordan başka kimse girmedi. Sürekli kapının önündeydim. Giren kişilerde en fazla on dakika odada kalıyordu."
"Bilmiyorum. Belki rüyaydı."
Saçlarından öptüm.
"Yarın diğer hastaneye aldıracağım seni. Timur halledecek işlemlerini."
"Nerdeyiz ki şu anda?"
"Durumun çok kötüydü. Tekirdağ sınırında bir hastanedeyiz. İlk bulduğumuz hastaneye geldik."
"Tamam."
"Sen çok yoruldun dinlen hadi. Ben yanındayım."
"Abi, sadece Marco'yu mu aldınız?"
"Evde bir kaç çalışan ve yaşayan korumalarını da aldık."
"Birisi var. Yakın arkadaşı. İsmini bilmiyorum ama yüzünü hala hatırlıyorum. Onu aldınız mı?"
"Hayır, yani bilmiyorum. Bana gönderdikleri raporda üç tane kadın vardı. Evin içinde çalışan görevli. Korumalarının çoğu da öldü zaten. Yaşayanları aldılar. Bunlar dışında bir bilgi gelmedi. Sen kendine gel. Önce kendini toparla. Ondan sonra düşünürsün bunları. Olmadı hatırlıyorsan robot resim çizdiririz."
Başını salladı. Ardından gözlerini kapattı. Şu anda resmen verdikleri serumla hayata tutunuyordu. İyi değildi. Görüyordum.
Ara ara uyansa da sabaha kadar uyumuştu. Sabah transver talebinde bulunmuştum. İşlemler halledildikten sonra timin bana getirdiği arabayla İstanbul'a gitmiştik. Kaydı yapıldıktan sonra orada yapılan işlemleri incelemişlerdi dosyasından. Bir odaya alınmış ve ilaç verilmeye devam edilmişti.
Kapı açıldığında başımı çevirdim. Timur gelmişti. Ömrüm'ün uyuduğunu görünce sessizce kapıyı kapatıp Ömrüm'ün dosyasını alıp yanıma oturdu.
"Ne zaman uyudu."
"Bilmiyorum bi bakıyorum uyuyor bi bakıyorum uyanıyor. Dünde sürekli uyuyup uyandı. Vücudu çok yorgun."
Başını salladı. Arkasına yaslayıp dosyasını inceledi bir kaç dakika. Ardından dosyayı kapatıp kenara koydu.
"İzinde olduğum için başka doktor ilgileniyor. Bende bakıyorum ama merak etme."
"Diğerleri nasıl?"
"Tunç yengemlerin yanında. Gelmek istediler sonra dedim."
"İyi yapmışsın."
Yeniden kapı açıldığında doğrulup kapıya baktım. Mert içeri girdiğinde Timur ayağa kalkmıştı.
"Geçmiş olsun. Ben geç öğrendim. Buraya geldiğini duyunca da ziyaret edim dedim."
Başımı sallamıştım.
"Durumu nasıl?"
"İyi sayılır şimdi. Yaraları var iyileşmesi gerekiyor. Onun dışında iyi sayılır."
Ben cevap vermemiştim. Biriyle de konuşmak istemiyordum. Eskiden Mert'le de görüşürdük nadiren de olsa. Ben hatırlıyordum. Ama Timur ve Tunç hatırlamıyorlardı. Hatta Timur bu hastaneye arandığında Mert'i tanıması bile geç sürmüştü. Ben ilk gördüğümde tanımıştım.
"Dinlensin, ben daha sonra yeniden görmeye gelirim. Geçmiş olsun."
Mert odadan çıktığında Timur'a baktım.
"Ben eve gidip geleyim. Üstümü değiştirim. Üniformayla gezemiyorum."
"Benim arabayı al."
"Var araba tim getirdi. Sağol."
Ayağa kalkıp odadan çıktım. Hastaneden çıkıp arabaya bindim. Eve vardığımda derin bir nefes alıp verdim. Arabadan inip apartmana girdim. Yukarı kata çıktım kapıyı çaldım. Kapıyı Tunç açmıştı.
"Hoşgeldin."
Başımı sallayıp hafifçe omuzuna vurdum. Postalları çıkarıp içeri girdiğimde Açelya da kapıya gelmişti. Boynuma sarıldığında çok hafifçe sarıldım.
"Üstüm kirli, sarılma."
Daha sıkı sarıldığında çok hafifçe gülümsemiştim. Tunç kapıyı kapatıp salona gittiğinde Açelya'ya baktım.
"Şıı sakin ol."
Bana baktığında gözleri dolmuştu. Alnından öpüp saçlarını okşadım.
"Ben iyiyim. Ömrüm iyi. Neden ağlıyorsun hayatım."
"Ağlamıyorum."
Elini yanağıma kattığında başımı hafifçe eline doğru yatırdım. Elini tuttum.
"Duş alıcam. Sonra tekrar Ömrüm'ün yanına gidicem."
"Timur orada değil mi? Kal biraz Teoman yanımızda. Umay bile gece uyumuyor sürekli ağlıyor, seni istiyor. Ona haksızlık ediyorsun."
Derin bir nefes alıp verdim. Hafifçe başımı salladım.
"Tamam. Timur'la konuşayım. Akşam giderim. Yanına."
Yanağından öpüp elini bıraktım.
"Duş alıp geleyim yanınıza."
Yatak odasına gidip kamuflajları çıkarttım. Banyoya girip hızlıca duş aldım. Banyodan çıkıp üzerimi giyindim. Saçımı yalnızca havluyla kurutup odadan çıktım. Salona gittiğimde Açelya'ya baktım.
"Tunç nereye gitti."
"Ömrüm'ün evine indi. Uyuyacakmış."
Timur'a mesaj attıktan sonra telefonu masaya bıraktım.
"Umay odasında mı?"
"Hı hı. Uyuyor."
Umay'ın odasına gidip sessizce kapıyı açtım. Beşiğinde masumca uyuyordu. Yavaşça kucağıma alıp göğsüme yatırdım. Kucağıma aldığımda uyanmıştı. Gözlerini hafifçe açıp önce etrafa sonra bana baktı. Beni fark ettiğinde uykusu kaçmıştı.
"Babaa!"
Boynuma sarıldığında gözlerimi kapattım. Onu özlemiştim. Bana sarılmayı bırakmayacağını anladığımda salona gittim. Açelya'nın yanına oturdum. Hafifçe gülümsedim.
"Sen ne yaman geydin?"
Umaya baktım, gümlümsedim. Yavaş yavaş saçlarını okşadım.
"Yeni geldim kızım."
"Hayam neyde?"
"Hala hastanede. Timur amcanın yanında. Dinleniyor."
"Buyaya geysin. Buydada dinleniy baba."
"Gelicek merak etme."
Yanağından öptüğümde o da benim yanağımdan öpmüştü. Biraz yana doğru kayıp koltuğa uzandım, başımı açelyanın dizine kattım. Umay'ı karnıma otutturdum.
"Hadi kucağımda uyu."
"Hayıy."
"Neden?"
"Uyuysam gideysin."
"Gitmiycem. Söz veriyorum. Beraber uyuyacağız seninle."
Bir kaç saniye bana baktıktan sonra göğsüme yattı. Yavaş yavaş saçlarını okşadım. Uykusundan uyandırmıştım. Çok uykusu vardı zaten. Çok geçmeden göğsümde uyuya kaldı.
"Kızın uyudu sen de uyu."
Başımı hafifçe kaldırıp Açelya'ya baktım.
"Bende seni özledim karıcım."
Gülmüştü. Saçlarımla oynadı.
"Uyu dedim sadece, ne dedim?"
"Odaya gidelim sen de yanıma uzan."
Umay'ı tutup yavaşça doğduldum. Ayağa kalkıp yatak odasına gittim. Umay'ı yatağın ortasına uzandırıp yanına uzandım. Bir kaç dakika sonra Açelya da odaya gelmişti. Işıkları kapatıp yatağın diğer tarafına uzandı.
∞ ∞ ∞
Bir anda gözlerimi açtığımda oda karanlıktı. Kenara tutunarak yavaşça doğruldum. Bir gölge vardı. Baş ucumdaki küçük ışığı açtığımda oda bomboştu. Hiç kimse yoktu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.87k Okunma |
280 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |