19. Bölüm

19. Bölüm kesişim

Sy_sena
sy_sena

∞ ∞ ∞

 

(4 ay sonra)

 

1 aydır bütün ilaçları kullanmayı bırakmıştım. Fizik tedavim de bitmişti. Eski fiziki sağlığıma ulaşmıştım. Sabahın erken saatinde kalkıp hazırlanıp sessizce evden çıktım. Otoparktan kendi arabamı alıp mezarlığa gittim. Gün henüz yeni ağrıyordu. Mezarlığa giderken 3 buket çiçek almıştım. Annem böyle sevmezdi ama bu seferlik affetsin beni. Arabayı park ettikten sonra buketleri alıp arabadan indim. Önce Alp'in mezarına gittim. Beyaz papatyaların kurdelesini açıp mezar taşının yanına bıraktım. Artık ağlayamıyor muydu yoksa hissizleşmiş miydim bilmiyordum. Aklımdan çıkmıyordu, sürekli onu düşünüyordum. Bazı anılarımıza duygulanıyor bazısına gülüyordum. Ama bir süredir hiç bir şeye ağlayamıyordum.

 

"Çok özledim sevgilim." Burası hala sen kokuyor...

 

Kenara bıraktığım iki buketi de alıp annemle babamın mezarına doğru ilerledim. Mezarlığa yaklaşmaya başladığımda babamın mezarının kenarında siyahlar içinde oturmuş birini gördüm. Abimler olamazdı çünkü hepsi evdeydi. Üstelik gizlice buraya gelmeleri için hiç bir sebep yoktu. Olduğum yerde durup silahımı belimden çıkarıp yere doğru tuttum. Sessizce ilerlerken kuru bir dala bastığım için çıkan sesten irkilmişti. Hızlıca ayağa kalktığı sırada silahımı ona doğrulttum.

 

"Hareket etme! Vururum yoksa!... Bana dön!" hiç hareket etmemişti bi tepki bile vermemişti. "Arkanı dön!" Ona doğru yavaşça ilerledim. Elimdeki buketleri annemin mezarının üzerine bıraktım. Biraz daha yaklaşıp silahın namlusunu sırtına dayadım.

 

"Arkanı dön!" sesim sert ve kesin çıkmıştı. Döndürmek için kolunu tuttuğumda başını yere eğmişti. Silahı sırtından çekip yüzünü kendime döndürdüğümde başındaki şapkadan ve yüzünü yere eğmesinden yüzü görünmüyordu. Başındaki şapkayı çıkartmaya elimi uzattığım anda diğer elimden silahı almıştı ve şarjörünü çıkartmıştı. Bunu nasıl yaptığını anlamama fırsat bile kalmamıştı. Kolumdan tuttuğu anda başındaki şapkayı çıkartıp yere attım. Karşısında dona kalmıştım. Dizlerimin bağı çözülmüştü sanki. Zar zor ayakta duruyordum.

 

"Sen... Sen hayalsin değil mi?" Beni tutup kenara otutturmuştu. Şarjörü cebine katıp silahımı elime vermişti. Önümde diz çöktü.

 

"Bak bir kendine gel, sakinleş." Elimi tuttuğunda hayal olmadığını anlamıştım. Çünkü rüyalarımda elimi tutmazdı. Üstelik ben uyanık olduğuma çok emindim. "Rengin soldu, nabzın çok hızlı. Biraz sakin ol her şeyi açıklayabilirim." Aniden ayağa kalkıp onu yere ittim. Bu hızlı kalkışın bana bi bedeli vardı. Başım dönmeye başlamıştı. Silahımı belime katıp Alp'e baktım.

 

"Sen... Sen şaka mı yapıyorsun?! Neyi açıklayabilirsin?!" Ayağa kalkıp bana baktı.

 

"Senin için hiç bir şeyi telafi edemem bunu biliyorum. Ama beni bir dinle! Görmemeliydin beni şu anda! Henüz çok erkendi." Kahkaha atmıştım. Bu kahkaha ne içindi bilmiyordum. Ancak iyi hissetmiyordum. "Ya bir dinle! Yalvarırım dinle! Her şeyin açıklaması var. İyi değilsin, rengin soldu. Arabaya götüreyim otur bir sakinleş."

 

"Sen gerçeksin... Sen... Sen neyi açıklayabilirim?... Aylar oldu! Sen... Sen benim kucağımda öldün! Sen benim kollarımdayken öldün! Sen bana şu anda neyi açıklayabilirsin?!..."

 

"Arabaya götüreyim seni." Hiç bir şey söylemeden kendi arabama ilerledim. Öfkem niyeydi, kimeydi bilmiyordum. Ama kalbimde büyük bir öfke vardı. Ve her adımında daha da artıyordu. Arabama ilerlerken geçtiğim mezarlığın yanında durdum. Bir kaç dakika önce kattığım beyaz papatyalara bakıyordum. Eğilip bütün papatyaları aldım ve parçalayıp yere attım. Arabaya vardığımda kapımı açtığım sırada Alp geri kapatmıştı.

 

"Gitme! Beni bi dinle."

 

"Bırak kapıyı!"

 

"Beni dinlemen gerekiyor! Her şeyin bir açıklaması var Ömrüm lütfen. Bu şekilde karşına çıkmayı bende istemezdim. İstemiyordum da zaten. Geldiğini görmedim bile, bu saatte buraya gelebileceğinizi bile tahmin etmezdim. Öyle olsa açıkta olmazdım!"

 

"NEYİ AÇIKLAYABİLİRSİN! AYLAR SONRA NEYİ AÇIKLAYABİLİRSİN! KOLLARIMDA ÖLDÜN! BEN NELER YAŞADIM SENDEN SONRA HABERİN VAR MI!?"

 

"VAR! VAR BİLİYORUM HEPSİNİ HABERİM VAR!" Onun sesini yükseltmesini beklemediğim için kalbim ürpermişti. "Görevdeydim! Buna zorlandım! Başka çarem yoktu benim! Hala da görevdeyim! Bu yüzden beni görmemen gerekiyordu! Her kes gibi sende öldü olarak bilmen gerekiyordu bu yüzden!"

 

"Sen bizi hiç düşünmedin. Geride kalanları, Mihra'yı... Sen beni hiç düşünmedin."

 

"Aklımdan bir saniye bile çıkmadın. Yanına bile geldim ben, sen hastanede yatarken! Eve de gelmek istedim, yapamadım izin vermediler!... Beni dinle sana her şeyi anlatayım Ömrüm." Elimden anahtarı alıp yeniden kapıyı açtı arabaya binmemi beklemişti. Ben arabaya bindiğimde kapımı kapatıp önümde park etmiş arabaya gitti ve bagajını açtı. Bir şişe su aldıktan sonra geri kapattı. Dibimdeymiş... Fark etmemişim bile... Arabaya binip kapıyı kapattı. Elindeki suyun kapağını açıp bana uzattı. Suyu yavaşça elinden alıp bir yudum içtim.

 

"O gün gerçekten ölmüştüm, ölmüşüm yani. Nabzım hissedilmeyecek kadar yavaş olduğu için öldüğümü sanmışlar. Morga götürdüklerinde yeniden müdahale etmişler. Herkes öldüğümü düşündüğünde... Çok üstten gelen bir emir. Yaşamama sebep olanlar zorladı. Ya görevi yaparsın ya ölürsün. Zaten sözde ölüydüm onların alacağı hiç bir risk yoktu."

 

"Mezarda kim yatıyor?"

 

"Hiç kimse... Tabutla gömüldü, içinde sadece ağırlık vardı. Orada hiç kimse yatmıyor." Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım. Her adımında büyüyen öfke artık büyümüyordu ama durulmamıştı da. Bütün kalbimi sarmış bir şekilde duruyordu.

 

"Ömrüm... Sana bunu yapabileceğimi nasıl düşünebilirsin?"

 

"Düşünmedim... Düşünmeme izin vermedin... Direkt yaptın... Arabadan in gideceğim."

 

"İzin vermem iyi değilsin."

 

"İzin istemedim arabadan in!"

 

"Ömrüm en azından biraz sakinleş. Hem nereye gideceksin ki?"

 

"Çalışmaya ve kafa dağıtmaya in arabadan!"

 

"Daha saat çok erken-" Başımı kaldırıp Alp'e baktım.

 

"SENİ İLGİLENDİRMİYOR! ARABADAN İN!" Bir kaç saniye bana baktıktan sonra arabadan inip kapıyı kapattı. Anahtarı koltuktan alıp arabayı çalıştırdım. Geri giderek mezarlık yolundan çıktım. Ana caddeye çıktığımda arabayı daha yavaş kullanıyordum. Kafam olan şeyleri hala idrak edemiyordu. Tamam ben kabul etmiştim az önce yaşadığım şeylerin rüya değil gerçek olduğunu. Ama kalbim ve beynim reddediyordu. Akademiye vardığımda arabamı park edip arabadan indim. Yüzüme çarpan rüzgar üşüdüğümü hissettirmişti. Arabayı kilitleyip çalışma odama gittim. Odaya girdiğimde Özge korkmuştu. Onu görünce bende korkmuştum aslında beklemiyordum burada olmasını. Eli ayağına dolaşmıştı önündeki kağıtları üst üste katıp ayağa kalktı hızlıca. Başıyla selam verdi.

 

"Hoş geldiniz komutanım."

 

"Sakin ol, burada olduğunu bilsem böyle girmezdim."

 

"Hayır sıkıntı yok komutanım."

 

"Rahat ol oturabilirsin. Ben erken geldim sadece." İçeriye geçip kapıyı kapattığımda oturmuştu. Önündeki kağıtları toplayıp dosyanın arasına sıkıştırmış sonrada kilitli çekmecesine katmıştı. Kaşif.. dosyanın üzerinde yazıyordu. Garip gelmişti. Masama geçip koltuğa asılı olan ceketimi aldım ve üzerime giyindim. Çantamı arkamdaki dolaba kattım. Özgenin telefonu çaldığında hızlıca aramayı reddetmişti. Telefon hemen ardından yeniden çaldığında Özge'ye baktım.

 

"Kapatma. Açabilirsin. Israrla aradığına göre önemli bir şeydir."

 

"Emredersiniz komutanım." Telefonu masadan alıp açtığında sesi en kısığa getirmişti. Umursamadan masama oturduğunda onu düşünecek bir kaç saniyem daha yoktu.

 

... (Geldi mi?)

 

"Evet."

 

... (Öğrendi her şeyi.)

 

"Ne!?"

 

... (Aferin bağır biraz daha anlasın her şeyi Özge! Yanında mı?)

 

"Evet."

 

... (Buradan ayrılırken iyi değildi. Dikkatli ol bugün. Senin bildiğini bilmiyor. Hiç bir şey bilmiyor. Ağzından bir şey kaçırma.)

 

"E-... Tamam."

 

... (Biri gelecek yanına. Dosyayı onunla gönder. Sen getirme.)

 

"Tamam." Kulağından indirdiğinde telefonun kapandığını anlamıştım.

 

"Bir sıkıntı mı var Özge, gergin gibisin?"

 

"Hayır komutanım. Bi arkadaşım aradıda."

 

"Ciddi bir durum varsa izin al. Ben hallederim bugün."

 

"Yok hayır, ben hallederim bugün komutanım."

 

Kapı açıldığında kapıya dönmüştüm. Teoman gelmişti. Daha erken gelse büyük ihtimalle kavga ederdik. Ben ayağa kalkmamıştım ama Özge ayağa kalkıp selam vermişti.

 

"Hoş geldiniz komutanım." Kapıyı kapatıp içeri girdi.

 

"Nasılsın Özge."

 

"Teşekkürler komutanım."

 

"Bize biraz izin verir misin?"

 

"Emredersiniz." Özge ceketini giyinip odadan çıktığında abim karşımdaki sandalyede oturdu.

 

"Telefonun yine nerede."

 

"Günaydın abi günaydın. Sana da günaydın."

 

"Ömrüm güler gibi bir halim mi var!"

 

"Bende gülmedim zaten!"

 

"Ne bu halin, hayırdır sabah sabah? Ayrıca daha saat 7 evden neden erken çıktın? Telefonunu niye açmıyorsun?" Cebime baktığımda telefon yoktu. Ayağa kalkıp arkamdaki dolaptan çantamı aldım ve yeniden oturdum. İçine baktığımda telefonum orada da yoktu.

 

"Arabada kalmış yanımda değil."

 

"Zaten bu telefon hiç yanında olmadı ki." Elimi masaya vurduğumda o da bende bunu beklemiyorduk.

 

"Abi, burada da mı beni azarlayacaksın?! Bunun için mi geldin?!" elim acımıştı. O da bunu tahmin ediyor olacak ki ayağa kalkıp yanıma geldi va masaya yaslandı. Elimi tutup yavaşça avucunu okşadı.

 

"Anlat hadi, neyin var? Seni sabahın bu saatinde uyandıran öfke ne söyle hadi." Elimi çekip başımı yere eğdiğimde doğruldu. "Tamam anlatma. Ama istediğinde arayabilirsin." Saçlarımdan öpüp çantamın açıkta kalan kısmından anahtarı aldı ve odadan çıktı. Çantamı kenara bırakıp arkama yaslandım. Bütün dengemi alt üst etmişti. Kapı çalındığında bakmamıştım bile. Kimse gelmesin artık. Kapı açılıp ardından geri kapandı. Masama bir anahtar bir telefon bırakmıştı Özge.

 

"Teoman komutanım gönderdi." Hafifçe başımı salladım ama bakmamıştım. Yerine oturmuştu yeniden. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kimseye söylemeyecektim ama kalbimde taşımakta çok zor olacaktı. O beni bırakarak büyük bir risk almıştı bunun farkındaydım. Bu yüzden hiç kimseye söyleyemezdim. Elime baktığımda yüzük gözüme çarpmıştı. Yüzüğü parmağımdan çıkartıp çantanın içine attım. Artık onu taşımak elimde bir yük oluyordu. Telefonuma baktığımda abim 6 kez aramış 2 tanede mesaj atmıştı. Bildirimleri sildikten sonra mesajlara girdim. 'Kendini toparladığın zaman konuşmak istiyorum. Lütfen.' Telefonu kapatıp kenara bıraktım.

 

"Komutanım kahvaltı yaptınız mı? Subaylarla kahvaltıya katılabilirsiniz isterseniz."

 

"Teşekkürler Özge sen gidebilirsin." O da bir şey dememişti. Telefon yeniden titrediğinde elime aldım. 'En azından bir şey söyle. Evet de hayır de bir şey söyle. Gizli kalmak zorundayım. Bir kişinin daha öğrendiğini fark ederlerse görevimi sonlandıracaklar.' Kendi kendime gülümsedim. Kim bilir kimler biliyordu...

 

'Gelmeyeceğim.'

 

'Lütfen, bir şans ver. Her şeyi anlatmama izin ver. Beni bir kez sakince dinle. Açığa çıkma ihtimalim olmasa şu anda yanında olurdum senin gelmeni beklemezdim Ömrüm.' Gözlerimi devirdim. Her kelime daha çok başımı ağırtıyordu.

 

'Nereyi istiyorsan konum at. Akşam 21.30 da gelirim.' Anında konum göndermişti.

 

'Teşekkürler.' Konuma girip baktığımda eve uzak bir yerdi. Telefonu yeniden kapatıp bıraktım.

 

∞ ∞ ∞

 

Eve gittiğimde Teoman gelmemişti. Odama çıkıp hızlıca üstümü değiştirdim. Simsiyah kıyafetlerim benim yerime yas tutuyor gibiydi. Çekmeceden aldığım yedek şarjörü silahına yerleştirip silahı belime kattım. Üzerine kırmızı uzun deri ceketimi giyindim. Dolapta sakladığım tuşlu telefonu alıp sim kartımı taktım ve kendi telefonumu odada bıraktım. Dolaplarımı kapatıp aşağı indiğimde sadece yengemi görmüştüm. İşim olduğunu söyleyip evden çıktım. Alp'in attığı konuma tam 21.30 da varmıştım. Neden böyle bir yer seçmişti ki? Bu kadar kalabalık bir yeri. Arabadan inip kilitledim. İçeriye girdiğimde bir kaç masa dışında hepsi doluydu. Onu bulmam uzun sürmemişti. Oturduğu masaya ilerledim. Karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum.

 

"Geldiğin için teşekkürler."

 

"Anlat. Çok kalmayacağım."

 

"Bir şey yer misin? Bütün gündür bir şey yemedin."

 

"Balık yerim." Elini kaldırıp garsonu yanımıza çağırdı iki tane balık söylemişti. Garson gittikten sonra Alp'e bakmaya devam ettim. Özlemiştim... Ama nefretim ağır basıyordu. Geri adım atamıyordum. Hiç değişmemişti... Yüzü.. saçları... Hala aynıydı. Sakal bırakmıştı sadece. Alışık olmadığım tek şey oydu. Hiç garipsememiştim ama.

 

"Anlat ne anlatacaksan."

 

"Hala çözemedim... Gözlerindeki sevgimi, özlem mi yoksa nefret mi olduğunu."

 

"Öfke. Yüzümde görebileceğin tek şey öfke."

 

"En alışık olmadığım..." derin bir nefes alıp verdi. Kenarda duran şişeyi alıp ikimizin bardağına da su doldurdu. Sonrasında kendi bardağını alıp biraz su içti. Bardağı kenara bıraktı.

 

"Sana anlattığım her şey doğruydu."

 

"Kim? Kim istedi bunu?"

 

"Söyleyemem."

 

"Kimler biliyor."

 

"Senin tanıdığın sadece Mert." Burukça gülümsedim.

 

"Mihra?"

 

"Bilmiyor. Mert'in bilme sebebi ameliyatına girmiş olması."

 

"Abimler."

 

"Başka kimse bilmiyor."

 

"Daha sonradan başkasının bildiğini öğrenirsem-"

 

"Başkası yok Ömrüm."

 

"Adımla seslenme bana." Duraksamıştı.

 

"Bari bunu benden alma."

 

"Sen benim her şeyimi aldın? Bana hiç kimse hiç bir şey sormadı!"

 

"Çok öfkelisin. Ama öfkenin neye olduğunu çözemedim."

 

"Bütün öfkem sana. Bütün öfkem beni böyle bırakıp gitmene! Mert biliyorsa bana da söyleyebilirdin! Ben mi açık edecektim seni!" elimi tuttuğu anda elimi geri çektim.

 

"Biraz sakin ol." Garson geldiğinde susup arkama yaslanmıştım.

 

"Bir şey içer misiniz?" Garsonun sorusuyla Alp bana bakmıştı. Ben tepki vermeyince yeniden garsona baktı.

 

"İçmeyeceğiz sağ ol." Garson gittiğinde Alp arkasına yaslandı. Çatalı alıp balığın kılçıksız yerinden bir parça böldüm ve yedim.

 

"Ölü biriyle akşam yemeği yiyorum. Ne trajikomik ama."

 

"Ömrüm lütfen. Sana kendimi açıklamaya çalışıyorum. Olan her şeyi anlattım sana. Görev bitmek üzere bir kaç ay kaldı. O zaman herkes öğrenecekti zaten bi şekilde. O yüzden öğrenmemen gerekiyor dedim. Çünkü kendini de beni de tehlikeye atmış oluyorsun." Su dolu bardağa baktım.

 

"Bir gün bir elbise giyinmiştim. Sırtı açıktı. Çokta güzel durmuştu severek almıştım. Bir kez giyindim ama sadece... Bir daha da giyinemeyeceğim mesela. Bir daha öyle güzel durmayacak çünkü." Konuşacağı sırada elimi kaldırıp susturmuştum. "Lafımı kesme... Şu ana kadar başıma gelmeyen şey kalmadı. Ama başıma gelen hiç bir şeyde de seni suçlamadım. Yanımda olmanı çok diledim, ama hiçbir zaman suçlamadım... Ama artık suçluyorum. Sen bana bunları yaşatmamış olsaydın, yanımda olsaydın, bunların hiç birini ben yaşamayacaktım. Zehirlenmeyecektim, kaçırılmayacaktım... İşkence görmeyecektim..." Son cümlem yüz ifadesinin hızlıca değişmesine sebep oldu. Sanki hepsini biliyordu da bir bunu bilmiyor gibiydi. Masadaki eli yumruk olmuştu.

 

"Ne işkencesi?..." Yumruğunu hafifçe masaya vurdu. "Ömrüm ne işkencesi?!" Başımı kaldırıp Alp'e baktım.

 

"Marco beni kaçırdığında işkence etti. Vücudumun bir çok yerinde yaralar hatta artık 'yara izleri' var. Hastanede yattım... Yürüyemedim... Aylarca tedavi gördüm, onlarca ilaç içtim... Hatta tedavimin tamamı daha 1 ay önce bitti... Mesela bunlardan haberin var mıydı? Madem hep yakınımdaydın... Bunları da biliyor muydun?!"

 

"Bana bu söylenmedi!" Yumruğunu tekrar masaya vurduğunda masa sallanmıştı. Etraftaki masalar bir kaç saniye bize baktıktan sonra yeniden önlerine döndü. "Bana bunu hiç kimse söylemedi! Ne onlar nede Mert! Mert biliyor muydu!?"

 

"Biliyordu."

 

"Efendim bir sıkıntı mı var acaba?" Alp'in sinirinden korkmuş olacak ki özellikle bana bakıyordu garson.

 

"Bir sıkıntı yok. Bir duble rakı ve sigara alabilir miyim?"

 

"Tabi efendim." Garson gittiğinde Alp şaşkın bir şekilde bana bakıyordu.

 

"Sen sigara içmezsin ki?"

 

"Bunu da gözünden kaçırmışsın işte. Öfkeli olduğum da sigara içerim." Balıktan bir parça daha bölüp yediğimde garson gelmişti. Rakı bardağını masaya katıp şişeden doldurmuştu. Sigara paketini açıp uzattığında garsona baktım.

 

"Masada kalsın ücretini öderim."

 

"Tabi efendim." Sigara paketiyle çakmağı üst üste masaya bırakıp gitti. Alp'in su doldurduğu bardağı alıp rakı bardağına yarısı kadar su ekledim. Su bardağını bırakıp rakı bardağını aldım ve bir yudum içtim. Canı yanıyordu beni bu şekilde karşısında görürken. Ama benim ondan daha çok canım yanıyordu. Paketten bir sigara çıkartıp dudaklarımın arasına kattım. Çakmağı alıp sigarayı yaktım. Şu anda bana karışamadığı için daha çok sinirleniyordu. Sigara bittikten sonra küllüğe bastırarak söndürdüm. Bıçağımı alıp balıktaki kılçıkları çıkardım ve yavaş yavaş balığımı yedim. Balığın yarısını yedikten sonra ellerimi sildim ve arkama yaslandım.

 

"Niye yemiyorsun? Yemek yemeyeceksen neden böyle bir yere çağırdın."

 

"Çünkü senin yemek yemediğini ve bir kahveyle geçiştireceğini biliyorum."

 

Şarkılar değişmişti. İlk geldiğim andan beri biri bitiyor biri başlıyordu. Hiç birini dinlememiştim ama bir anda çalmaya başlayan şarkı nedense kalbimi ürpertmişti. Arkama yaslanıp şarkıyı dinledim sadece. Alp konuşmanın burada bittiğini ve öfkemin şu anda dinmeyeceğini anladığında arkasına yaslandı. Garsona bir işaret yaptı ama dikkat etmemiştim. Birkaç saniye sonra garson ona da bir duble rakı getirmişti. Arkasına yaslanmış sadece beni izliyordu. Ben ona sarılamamıştım bile. Her mezarına gittiğimde toprağına sarıldığım adamın son kez de olsa gelse sarılsam dediğim adam karşımda canlı kanlı duruyordu ama ben ona sarılamıyordum.

 

"Sensiz dağ döşüne çıktım bu seher, Öttü kumru gibi Gülşen laleler, 'Bes niye yalgızsın?' sordular eller..." kısık sesle mırıldanmıştım ama devamını söylememiştim. Şarkı bittikten sonra yeniden bir sigara yaktım. Alp dirseklerini masaya yaslayıp öne doğru geldi.

 

"Hayatında bilmediğim şeylerde olmuş... Affettiremeyeceğim.. unutturmayacağız şeyler. Ama bu görev bittiği an, bir dakika daha beklemeden çıkacağım herkesin karşısına. Herkes her şeyi bilecek. Beni affet demeyeceğim. Öfke seni esir almış durumda çünkü. Bunun suçlusu da benim. Ama bir gün geçecek öfken bunu da biliyorum Ömrüm. Şu anda geri adım atamadığının da farkındayım." Uzanıp elimdeki yarım sigarayı aldı ve küllüğe bastırarak söndürdü. Ardından elimi tuttu. "Ama o yüzüğü parmağına bu kez ben takacağım ve ne olursa olsun çıkartmana izin vermeyeceğim." Sabah elimi tuttuğunda yüzüğü de görmüş olmalıydı. Elimi çekmek istediğimde bu sefer izin vermemişti gözlerime bakarak çalan şarkıyı mırıldanmıştı. "Rüya gibi bir kadın, bu tüm yaşlarımın müsebbibi, ölüm gibi de sanki, bütün yıllarımın nihayeti..." Elimi zorlayıp çektiğimde bırakmak zorunda kalmıştı. Sigara paketine uzandığımda benden önce davranıp paketi aldı.

 

"İçme. Senden bir şeyler isteyemem biliyorum... Ama sigara içme. İstiyorsan otur şimdi istediğin kadar alkol iç... Ama bunu bırak lütfen." Arkama yaslanıp bardağımı aldım, bardakta kalanının hepsini tek yudumda bitirdim. Garsona hesabı getirmesi için elimi kaldırdım. Ceketimin iç cebinden cüzdanımı çıkardım.

 

"Ömrüm saçmalama." Garson hesap defterini getirdiğinde Alp benden önce davranıp defteri aldı. Gözlerimi devirip cüzdanımı yeniden cebime kattım. Ayağa kalktım ve mekandan çıktı. Alp hemen arkamdan çıktı. Kolumu tuttuğunda seslice nefes verip durdum. Önüme geçti ceketimi hafifçe kaldırdı ve belime baktı. Kolunu belime sarıp silahımı belimden çıkardı. Şarjör olduğunu görünce yeniden belime yerleştirdi silahı. Elimi uzatıp Alp'e baktım.

 

"Sabah aldığın şarjörü ver." Şarjörü cebinden çıkarıp elime kattı.

 

"En kısa zamanda yeniden görüşeceğiz." Hiçbir şey söylemeden arkamı dönüp arabaya ilerledim. Arabaya bindiğimde hızlıca oradan uzaklaştım. Caddeye çıktıktan sonra bir büfenin önünde arabayı sağa çekip kapattım. Cebimden telefonumu çıkarıp Timur'u aradım.

 

"Efendim prenses." Sesi uykulu geliyordu. Aradığımda pişman olmuştum bile. "Ömrüm? Alo? İyi misin?"

 

"İyiyim."

 

"Sesin neden öyle geliyor o zaman? Sen neredesin? Evde değil misin?"

 

"Değilim... Yanıma gelebilir misin? Diğerlerini arayamadım."

 

"Gelirim... Gelirim konum at."

 

"Atamam, telefon yanımda değil başka bi telefon kullanıyorum. Üsküdar'dayım. Akademiye varmadan."

 

"Tamam geliyorum, kapat hadi." Telefonu kapattıktan sonra arabadan inip büfeye girdim. Üç tane bira, çakmak ve bi paket sigara alıp ücretini ödedim. Büfeden çıkıp karşıya geçtim. Denizin kenarındaki banklardan birine bağdaş kurarak oturdum. Biralardan birini açıp birkaç yudum içtim. Sigara paketini açıp bir sigara aldım. Dudaklarımın arasına sıkıştırıp sigarayı yaktım. O bitince bir sigara daha, bir tane daha, bir tane daha... Birinci şişe bitti ikincisini açtım.

 

"Hayırlı işler." Sesini tanıdığım için dönüp bakmamıştım. Yanıma oturdu. Sigaradan son dumanı çektikten sonra boş şişenin içine attım.

 

"Kaçıncı bu sigara." Göz ucuyla kutuya baktım. Açıkta duruyordu zaten. İçinde 4 tane kalmıştı. "Güzelim ne oldu sana bugün. Anlatmak ister misin?" Hayır anlamında başımı sallamıştım.

 

"O kadar yorgunum ki... Konuşmak bile istemiyorum... Arabayı sürecek durumda değildim, taksiye de binmek istemedim... Ama uyuduğunu bilseydim aramazdım."

 

"Önemli değil."

 

"İçer misin? Alırım başka."

 

"Sonra kimi çağıracağız? Tunç'u mu? Bak o daha çok içer bu sefer Teoman'a kalırız." Hafifçe gülümsedim. "Oh! Çok şükür. Şöyle gül ya. Evde zaten bi tane despot var. Ben bu güzellikte somurtursa ne yapacağım tek başıma." Şişenin dibinde kalanı da içip kenara bıraktım. Bir sigara daha yaktım. Sigarayı dudaklarıma sıkıştırıp üçüncü şişeyi de açtım. Sigarayı yeniden parmaklarımın arasına alıp biradan bir yudum aldım.

 

"Neye öfkelisin?"

 

"Abi... Anlatmak istemiyorum."

 

"Tamam biz de susarız o zaman sadece." Boş şişeleri yere katıp sigar paketini cebime kattım. Sigarayı hızlıca içip söndürdükten sonra Timur'a yaklaşıp başımı omuzuna yasladım. Elimi tuttu, yavaş yavaş elimi okşadı.

 

"Ellerin üşümüş... Yüzüğün nerede? Çıkartmazdın hiç."

 

"Eğitimdeyken çıkartmak zorunda kaldım. Çantamda kalmış unuttum."

 

"Unuttun? Yüzüğünü? Ömrüm güzelim sen o yüzüğü bugüne kadar 1 dakika değil 1 saniye için bile çıkartmadın. Şimdi unuttum diyorsun hem de saatler geçmiş üstünden."

 

"İyiyim, belki de takmak istememişimdir artık."

 

"Normalde bunu sormazdım ama.." başını eğip bana baktı. "Hayatına dokunan başka birisi mi var?"

 

"Hayır, yok."

 

"Tamam." Kolunu omuzuma sardı. "Gidelim mi eve?"

 

"Olur..." Başımı kaldırdım ardından ayağa kalktım ama açlığın etkisi miydi yoksa alkolün etkisi miydi bilmiyordum fakat başım dönüyordu. Düşecek gibi olduğumda abim hızla beni tuttu."

 

"İyi misin?" başımı hafifçe salladım. Başımın dönmesi azaldığında yere kattığım çöplerimi alıp ilerdeki çöp kutusuna attım.

 

"Senin arabanla gidelim. Ben yarın alırım arabamı."

 

"Tamam gel." Timur'un arabasına ilerleyip arabaya bindim. Eve gidene kadar uykuya direnmiştim. Eve sessizce girdik, ben önden yürüyüp trabzanlara tutunarak yukarıya çıktım. Odama girdiğimde Timur arkamdan gelmişti.

 

"Duş mu alacaksın? Almadan, yengem uyuyor sende iyi değilsin."

 

"Yok. Uyuyacağım."

 

"Burada mı?"

 

"Bura benim odam değil mi? Yanlış mı geldim?"

 

"Hayır senin odan."

 

"Tamam... İyi geceler."

 

"İyi geceler." Odamdan çıktığında arkasından kapıyı kapattım sonra kilitledim. Ceketimi üzerimden çıkartıp yatağa bıraktım. Belimdeki silahı alıp şarjörünü çıkardım ve çekmeceye yerleştirdim. Hiç örtüyü açmadan yatağa uzandım. Ayaklarımın aşağı sarkmaması için cenin pozisyonuna gelip dizlerime sarıldım. Alkol almasam uyumazdım. Ama zihnim ancak bu şekilde susardı. Gözlerimi kapattım.

 

∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞

∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞

 

Bölüm sonu

 

Yorum yapar mısınız lütfen

 

Bölüm : 24.07.2025 22:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...