2. Bölüm

2. Bölüm Marco

Sy_sena
sy_sena

Bir anda bütün kurşun sesleri durdu. Her yere sessizlik hakim oldu. Ayağa kalkmaya çalıştım anca üstümde bir ağırlık vardı. Bir dakika bile geçmemişti ki birisi komutanım diye bağırdı. Sanırım dışarıdaki askerler de içeriye gelmişti. "ALP!" dedim yüksek sesle "ALP!" dedim birkez daha. Nolur birşey olmamış olsun nolur. Suçluluk duygusuyla yaşayamam ben nolur.

 

Birkaç saniye geçmişti ki üstümdeki ağırlık kalktı başımı çevirdim arkama baktım derin bir nefes alıp verdim. Elini uzattı ayağa kalktım kulağımda birisi 'Ömrüm iyi misiniz?' diye bağırıp duruyordu. Kulaklığa dokundum aktive ettim. "İyiyiz sorun yok" etrafı inceledi gözüm bizden kimse yaralanmamıştı. Ama biri yaralanmıştı. 'Marco'nun olduğu yere doğru gittim O'da arkamdan geliyordu. Omuzundan vuruşmuştu. Ohh yaşıyordu. Ölmemeliydi! O benim elimde ölücekti! Bana herşeyin hesabını verdikten sonra ölücekti! 'Marco'nun yanına gittim bana bakıyordu 'Marco'yu ayağa kaldırdılar kelepçeliydi. Elimi yaralı olan omuzuna kattım ve elimi olabildiğince bastırdım. Karşımda büklüm büklüm olmuştu. "Balo sonunda, çıkıştı birşeyler yaparız diyordun. Düşündüm de sanırım kabul ediyorum." Kulağına yaklaştım "Celladın olucam. Bundan sonra senin bu hayatta nefes alman bile sana zehir olucak!" Omuzunu bıraktım, bana baktı. İçinden küfrediyordu büyük ihtimalle. Yüzünde öyle bir hal vardı çünkü. Diğer askerler onu dışarıya götürürken O bana bakıyordu. Ona baktım 'ne oldu' der gibi başımı salladım. Cevap vermedi kulaklığıma dokundum. 'Teoman Albay'ım sorgu önce benim." Cevap vermedi. Bunu kabul etti olarak sayıyordum çünkü öyle olmak zorundaydı!

 

Dışarı çıktım O arkamdan geliyordu. Ben arabaya doğru giderken kolumu tuttu, ilk defa göreve çıkıyormuş gibi bir hali vardı. O'na baktım "Efendim?"

"İyi misin? Birşeyin yok di mi?" Hâla ona bakıyordum. "Tamam biliyorum haddime değil kızma. Sadece merak ettim."

"İyiyim. Karargaha gidebilir miyiz?" Başını salladı bana binmem için arabanın kapısını açtı arabaya bindim ben bindikten sonra kapımı kapattı ve arabanın önünden diğer tarafa dönüp arabaya bindi. Karargaha gittiğimizde abim beni kapıda beklemediği için çok mutluydum. Hızlıca giyinme odasına gittim elbisemi çıkartıp üniformamı giyindim. Sanırım üniformamla daha rahattım. Biz tutukludan önce gelmiştik bu yüzden hala vaktim vardı. Abimlerin yanına gittim ona mesaj atıp dışarıya çağırdım. İki dakika sonra dışarıya gelmiş ilk önce bana sarıldı, bende ona sarıldım. "İyiyim bana birşey olmadı sakin ol" bana baktı alnımdan öptü. Gözlerimi kapattım hafifçe gülümsedim. O benim yalnızca abim değil aynı zamanda babamdı. Sonra gözlerimi açıp ona baktım. "Sorguda kendini kaybetmiyceksin di mi?" diye sordu. Bilmiyordum aslında o anda herşey olabilirdi. "Kaybetmiyceğim"

"Yalnız girme sorguya askerlerden biri de girsin seninle"

"Alp Yüzbaşı giricek" yüz ifadesi birden değişti. Fakat nolduğunu anlayamamıştım. Sessizce güldüm. "Noldu daha birkaç gün önce sarılıp sarmalıyordun onu?" Bu sefer yüzünü buruşturdu. "Ben onu yine sarıp sarmalarım, önemli olan o değil. Onun senin yakınında olmasını sevmiyorum sadece. Ayrıca neydi o giyindiğin elbise. Bravo yani sana"

"Aynı timdeyiz?"

"Olabilir yakınında olmasını sevmiyorum"

"Yemin törenini sen yaptırdın"

"Olabilir yakınında olmasını sevmiyorum" sesizce güldüm yeniden yanağından öptüm. Kıskanıyordu. "Gidiyorum ben. Gelmişlerdir" başını salladı sonra içeriye girdi. Sorgu odasında değil. Hücrede sorgulayacaktık onu. Ben öyle istemiştim. Hücrelerin olduğu yere indim. Askerlerden birisi bana yol gösterdi. 'Marco'nun olduğu hücreye girdim. O çoktan gelmişti beni görünce ayağa kalktı. İçeri girdiğim sırada hücrenin kapısı yüksek bir sesle kapandı. 'Marco' gelmişti. O'nun kalktığı sandalyeye oturdum arkama yaslandım ayak ayak üstüne attım. "Gerçek adı Mark, kod adı Marco..." dedim bana baktı. "Tanımadım di mi beni? Ah pardon üstünden onbeş yıl geçti di mi? Nasıl hatırlayacaksın beni." dediğim her kelimeyi anlamlandırmaya çalışıyordu. Güldüm. O'da beni izliyordu. Napmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Halbuki hiçbirşey yapmıyordum. Çok önemli bir sır verecekmişim gibi öne doğru eğildim Mark'a baktım. "2008. İzmir İstanbul yolu." Gözlerimi kıstım. "Tuğgeneral Mehmet Kırlangıç" daha sert bakmaya başlamıştım. "Tanıdık geldi mi?" Doğruldum arkama yaslandım yeniden. Yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. Halbuki ben komik birşey söylememiştim. "Zavallı baban, kör bir kazaya gitti dimi. Bide annen vardı di mi?" Güldü. Çok sinirlerimi bozuyordu ancak sakin kalmam gerekiyordu. "Nasıllar şimdi? İyileştiler mi? Umarım iyidirler." O' bir hamle yapacakken elimi kaldırarak durdurdum elimi indirdim Mark'a baktım ayağa kalktım. Ters kelepçe yapılmıştı elleri bağlıydı bu işimi biraz daha kolaylaştırıyordu. Yanına gittim gömleğinin ense kısmından tuttum ve ayağa kaldırdım. Duvarın yanına götürdüm ve yüzünü hızla duvara çarptım. Acı bir inleme çıktı ağzından. Kendimi kaybediyordum farkındayım ancak şehit ailem hakkında böyle konuşamazdı! Yüzünü tekrar duvara vurdum bu sefer bağırmıştı. Yüzü kanlar içindeydi, büyük ihtimalle yanağında ki bir kaç kemik ve burnu kırılmıştı. Adamı yere attım. "Hadi konuşsana bir daha" dedim. Güldü. Karnına tekme attım bir kaç kez bağırıyordu. O'yanıma geldi beni tutup adamdan uzaklaştırdı. Kapıyı açtırdı dışarıya çıkardı, bizim arkamızdan kapıda kapandı yüksek bir sesle. Bana baktı ondan uzaklaştım gözlerimi kapattım iki elimle yüzümü kapattım. "Ömrüm" dedi... Ne kadar içten söylemişti ismimi, sanki ona aitmişim gibi... Başımı iki yana salladım. Bunun beni rahatsız etmesi gerekiyordu neden hoşuma gidiyordu?! O'na baktım yanıma geldi bana sarıldı. Yeniden gözlerimi kapattım, abilerimden sonra ilk kez biri bana bu kadar içten davranıyordu. Hayır hayır hayır. Bunların beni rahatsız etmesi gerekiyordu. Geriye çekildim. "İçeriye giricem" dedim "Hayır" dedi. "Abini çağırırım girmiyceksin artık!" Gerek kalmamıştı ona haber yetiştirenler vardı zaten. O çoktan yanımıza gelmişti bana baktı. "Sana-" sonra sustu cümlelerini söylemedi. Kızıcaktı ama kızamıyordu. Onunda içi yanıyordu çünkü. Ne yapsam laf edemiyordu, öldürsem bile birşey diyemezdi biliyordum. Saçlarımdan öptü sonra saçlarımı okşadı. "Yukarı çık hadi " dedi başımı salladım. Yukarı çıktım ellerimi yıkadım sildim sonra onun odasına gittim koltukta oturdum Teoman'ı bekledim.

 

~ ~ ~

 

Umarım sarıldığımızı görmemiştir. Onun sözlerine itattsizlik etmek istemiyordum. Çünkü o olmasaydı şu anda hangi cehennemde olurdum bilemiyorum. Buralara gelmemi sağlayan tek kişi oydu. Ömrüm gittikten sonra bana baktı, yüzünde hiç bir ifade okuyamadım. Daha sonra hücreyi açtırdı ve içeri girdi. Arkasından girdiğimde yüzünde bir gülümseme gördüm. Sanırım Ömrüm'e kızmamıştı yaptığı şey hoşuna gitmişti. Hikayelerini bilmiyorum ancak Ömrüm'le gurur duymuş gibiydi.

 

🍂 🍂 🍂

 

İçeri girdim adama baktım,hala yerdeydi. Bu herif midemi bulandırıyordu. Ömrüm'le gurur duymuştum. Ceza yemiyceğini bilsem daha fazlasını da yapmasına izin verirdim ancak bundan sonrasında ceza yeme riski çok fazlaydı. Sandalyeye oturdum. Geriye yaslandım. Bana baktı. Pek hali kalmamış gibiydi. "Bir gün bana seni kurtarmam için yalvarıcaksın demiştim. Hatırladın mı?!" Bana bakmaya devam etti, konuşacak hali bile yoktu başını yere bıraktı. "Ama bu hiç birşeydi biliyor musun? Onu bıraksam senin burda canlı canlı derini yüzerdi." Yere doğru eğildim "Bu canavarı kendin yarattın! Onbeş yıldır bu anı bekliyordu! Onu, seni öldüresiye dövdüğü için hiçbir zaman suçlamıycam! Çünkü ben burda olsaydım sen şu anda bana bakabiliyor olmazdın!" Arkama yaslandım "Beyaz ışıklar falan görüyor olurdun büyük bir ihtimalle" Ayağa kalktım yaksından tuttum, canı acıyordu büyük ihtimalle ama bu umrumda değildi "Yaşadığın sürece cehennemin benim! Celladın o! Bunu asla unutma!" Sertçe yere bıraktım. O böyle davranılmasını hak ediyordu çünkü. Dışarı çıktım, ben çıktıktan sonra Alp'te çıkmıştı kapı büyük bir gürültüyle kapandı. Biraz sonra hemşire gelir onla ilgilenirdi. Çünkü ölmemesi gerekiyordu. Onun cehennemi burasıydı, ölmesi ise kurtuluştu.

 

Yukarıya çıktım ellerimi yıkadım sonra odama gittim. Ömrüm koltukta oturmuş beni bekliyordu. Kapıyı kapattım ve yanına gittim. Yanına oturup ona sıkıca sarıldım, saçlarını okşadım. Daha sonra saçlarından öptüm, çenemi başına yasladım gözlerimi kapattım. O da bana sarıldı. Çok ağırdı. 9 yaşında bir kızın babasından acı bir şekilde ayrılması çok ağırdı. Belki biz kaldırabilirdik küçük olsakta ama benim kızım kaldıramazdı, o benim ilk kızımdı. Saçlarını okşadım. Ağlıyordu. Onbeş yıl geçmiş olsa da hala canı yanıyordu. Biliyordum.

 

∞ ∞ ∞

 

Bana sıkıca sarılmıştı, saçlarımı okşuyordu. Ben ne zaman ağlasam bana böyle sıkıca sarılırdı. Hiç bir zaman ağlama demedi bana, gerekiyorsa ağla için rahatlasın, derdi her zaman.

 

Ne kadar süredir ağlıyordum bilmiyorum ancak gözlerim yanmaya, boğazım ise ağırmaya başlamıştı. Çok özlemiştim onları. Annemi ve babamı... Derin bir nefes alıp verdim doğrulacaktım ancak izin vermedi. Göğsünde yatmaya devam ettim gözlerimi kapattım. Saçlarımı okşamaya devam ediyordu. Onun da canı çok yanıyordu. Biliyordum. Benim üstüme bu kadar titremesinin en büyük sebebi de buydu, beni de kaybetmekten korkması. Gözlerimi kapattım, göğsünde uyumayalı ne kadar çok olmuştu. En son evlenmeden önce uyumuştum. Evlendikten sonra uyumamamın sebebi ise artık hayatının bir kadınla devam edecek olması. Ben kardeşi dahi olsam, hayatını birleştirdiği kişi illaki kıskanırdı. Belki farkındaydı bu mesafemin belki de farkında değildi bilmiyorum.

 

Dakikalar birbirini kovalıyordu. Başımı kaldırdım yavaşça Teoman'a baktım gülümsedi. Yanağından öptüm. Gözlerini sildim, o da ağlamıştı. Bu yüzden başımı kaldırmamı istememişti. Kendi gözlerimi de sildim sonra teomana baktım saçlarını geriye doğru düzelttim. Güldü "Takıntılı mısın kızım ya, bırak saçımı" dedi gülümsedim. Gülmesini de özlemiştim. Böyle bir anda gülmeye ne kadar çok ihtiyacımız vardı. "Sorguya gidiyim lütfen"

"Hayır, zaten artık Levent Albay da izin vermez" omuzlarım düştü kemsimi kaybetmiştim sorguda, eğer kendimi kaybetmesem hala sorguda olurdum. Başımı salladım kalkıcaktım ki kalkma izin vermedi. "Alp'le neden sarıldınız?"

"Pardon?"

"Ömrüm laf oyunu yapma bana, Alp'le sarıldınız gördüm. Neden sarıldınız?" Güldüm, kıskanmıştı. "Ben sarılmadım, o sarıldı. Ve sakinleşmem için sarıldı. Kendimi kaybetmiştim çünkü"

"Pardon? Bu sana sarılması gerektiği anlamına mı geliyor Ömrüm?!"

"Noldu? Kıskandın mı sen kardeşine başka birine sarılmasını?" Güldüm yanaklarını sıktım başını geriye çekti. Ellerimi tuttu. "Rahat dur kızım ya!" Güldüm ayağa kalktım. "Gidiyorum hadi ben, görüşürüz. Rapor yazıp eve gidicem" tekrar yanağından öptüm odadan çıktım personel odasına gittim. O'da ordaydı. Sanırım O'da raporunu yazıyordu. Boş bilgisayarlardan birine geçtim, raporumu yazdım. Yazamadım... Sürekli dalıp gidiyordum düşüncelerimde boğuluyordum. Sürekli o güne gidiyordum. 12.08.2008 gözlerimi kapattım derin bir nefes alıp verdim. Gözlerimi açtım seslice nefes verdim. Hızlıca raporu yazdım. Sonr açıktısını alıp imzaladım. Levent Albay'ın yanına gittim raporu ona temsil ettikten sonra giyinme odasına gittim. Üstümü değiştirdim. Her zaman yedekte kıyafetlerim olurdu çünkü son dakika görevler veya acil işlerim çıkabiliyordu. Üstümü değiştirdikten sonra odadan çıktım. Nizamiyeye gittim. Dışarı çıkacaktım ki birsi bana seslendi. Saat gece üçtü benden daha ne istiyordu evime gidebilir miyim artık? Arkamı döndüm O'na baktım. Yanıma geldi. "İyi misin?" Dedi. Ona ne? Evet der gibi başımı salladım. "Gerçekten iyi misin?" Yine başımı salladım. "İzin verirsen evime gidebilir miyim artık?"

"Hayır, yani şey evet. Pardon." O'na baktım bi kaç saniye sonra tekrar kapıya gittim. Abim arabasının anahtarını vermişti, bu saatte taksiyle gitmemi istememişti. Arabaya gittim, bindim. Daha sonra eve gittim. Arabayı park ettikten sonra apartmana girdim ve kendi daireme çıktım eve girdikten sonra ilk yaptığım şey ise odama gidip duş almak oldu. Daha sonra üstümü giyindim ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

 

~ ~ ~

 

Ömrüm gittikten birkaç dakika sonra bende çıktım. En başından iyi bir şekilde tanışmayı isterdim ancak ben ona birşey yapmamıştım ki o bana sinirleniyordu sürekli. Çıktım arabama bindim ve evime gittim arabayı garaja park ettikten sonra içeri girdim. Arka bahçeye döndüm ve bahçedeki koltuklardan birine oturdum. Alkol almak istiyordum fakat içersem de onu arardım. Başımı iki yana salladım. Kendine gel ya! Noluyor sana! Ayağa kalktım ön bahçeye döndüm kapıyı açtım eve girdim. Yukarı çıktım ve odama girdim, üstümü değiştirip yatağa uzandım bir elimi başımın altına kattım gözlerimi kapattım.

 

Ne kadar zaman geçmişti de gözlerimi açmıştım bilmiyorum fakat saate baktığımda sadece on beş dakika geçmişti seslice nefes verdim. Yan dönüp diğer yastığa sarıldım yeniden gözlerimi kapattım. Zaten sabah olmuştu. Uyumasam da birşey olmazdı.

 

∞ ∞ ∞

 

Uyandığımda saat dörttü... Öğleden sonra dört. Yani yaklaşık on iki saattir uyuyordum. Ayağa kalktım yengeme mesaj attım 'müsait misiniz?' daha sonra ayağa kalktım ve üstümü değiştirdim. Hiç yemek yiyesim yoktu. Telefonum titreyince telefonu aldım, yengemden mesaj gelmişti. 'Evet' yazıyordu. Gülümsedim ve anahtarlarını alıp evden çıktım.

 

Yengemgilin dairesine gittim kapıyı çaldım. Birkaç saniye sonra yengem kapıyı açtı. Gülümsedi. Bende gülümsedim ve ona sarıldım. "Gel hadi içeri geç" daha çok gülümsedim onları çok özlemiştim ve geldiklerinden beri ikinci kez görüyordum. İçeri girdim salona gittim. O da kapıyı kapattım salona, yanımıza geldi. Umay oyun havuzunda oynuyordu. Henüz beni fark etmemişti yanına gittim ve kucağıma aldım. Birden çırpınmaya başladı. "Ane bıyak beni yaa ayee" güldüm umayı kendşme çevirdim "Bırakim mi seni?" Bi an durdu sonra boynuma sarıldı "Öyyüm" sıkıca sarıldım ona yanağından ve boynundan öptüm "Öyyüm. Aye beyimle oyyamıyo" bi an yengeme baktım o ise şaşkınca Umay'a bakıyordu. "Umaycım saat on birden beri seninle oyun oynuyoruz ya kızım. Daha şimdi kalktım yemek hazırlıycam diye." Omuzlarını silkti Umay güldüm sonra yengeme baktım "Tamam sen işlerinle ilgilen abla birşey olursa seslen gelim ben" başını salladı mutfağa gitti. Umaya baktım "Hadi iki tane oyuncağını seç beraber oynayalım " havuza bıraktım onu sonra iki tane bebek aldı bana kollarını uzattı umayı kucağıma aldıktan sonra havuzun içindeki prenses tacını aldım umayla beraber yere oturduk tacı onun başına taktım. Başına bakmaya çalışıyordu hafif güldüm. "Tacı taktım bebeğim yapma öyle gözlerini, başın ağırır" bana baktı gülümsedi bebeklerden birini bana verdi. Biz oyuna başladığımız sırada birisi arkamdan beni sardı başımı çevirmeye çalıştım izin vermedi. Sonra karnımın üstündeki ellerine baktım hafif güldüm, Teomandı. Elindeki yüzükten anlamıştım. Arkamdaki kişi güldü, ama bu Teoman değildi başımı çevirmeye çalıştım yeniden izin vermedi. "Yaa bırak beni!" Yeniden güldü sonra beni bıraktı, arkamı döndüm baktığımda arkamdaki kişi Teomandı ama gülen kişi o değildi arkasında duran iki kişiden biriydi. Hızla ayağa kalktım Tunç abime sarıldım. "Yaaa iyiki geldiniz" yanağından öptüm sonra Timur abime sarıldım. "Hey hey! Burda öncelik ben olmalıydım?! Ben çağırdım onları" güldüm Teoman abime baktım omuzlarını silktim "Abim geldi unuttun hemen bizi" dedi Timur abim. O da beni çok severdi üçü de çok severdi gülümsedim. "Unutmadım, görev falan vardı sadece. Üç gün iznim var yarın gelicektim yanınıza. Daha yarım saat önce uyandım ben" gülümsedi "Tamam şaka yaptım prenses" onu dememeliydi işte. Yanımızda Umay vardı çünkü. Fark ettiği anda direkt umaya baktı ve yanına gitti. Yere oturdu. Umay çoktan dudaklarını büzmüştü, ağlıycaktı. Timur abim umayın yanağını okşadı "Prensesim. Ne güzelmiş senin tacın" gönlünü nasıl alacağını biliyordu. Çünkü tacıyla ilgili iyi birşey dendiğinde hemen mutlu oluyordu gülümsedi. Teoman abime baktım hala bana bakıyordu güldüm yanına gidip sarıldım. "Zaten seni her gün görüyorum bu kadar kıskanmana ne gerek vardı.?" Güldüm. Ama o sinirlendi "Ya onları ben getirdim buraya ben! Ben gelin demeden gelebilirler miydi!" Daha çok güldüm. Beni saran elleri sıkılaştı. Kızmak istemiyordu, sinirliyken gülmem hoşuna gitmiyordu ama yinede gülmemi seviyordu. "Hadi siz üçümüz oturup umayla oynuyorsunuz bende ablama yardım edicem" yengeme abla dediğimde abim her seferinde mutlu oluyordu. Gülümsedi. Mutfağa gittim ve yengeme yemeği hazırlanmasında yardımcı oldum, çünkü bizim üç aç kurdu doyurmak kolay değildi.

 

Yemek hazır olunca sofrayı dizdim ancak abim mutfağa gelip birinin daha geleceğini söyledi. Hayır ya olamaz ben geceliğimi değiştirip yine pijama giymiştim bu halde kimsenin karşısına çıkmazdım! Kim olduğunu sorduğumda da cevap vermedi. Sofrayı hazırlayınca kendi daireme gittim ve üstümü değiştirdim. Çok güzel ince askılı kırmızı bir tulum giyinmiştim. Çok hafif makyaj yapıp yüzümde uykunun bıraktığı şişliği gidermeye çalıştım. Artık olduğu kadar. Kırmızı bir ruj sürdüm. Abim buna büyük ihtimalle kızıcaktı. Üçü de. Kırmızı ruj sürmemi sevmiyorlardı. Başka renk mi kalmadı neden seni daha çekici gösteren birşey kullanıyorsun diyip duruyorlardı. Kendi kendime güldüm. Üstüme tulumla aynı renkte olan ceketi giyinip abimlerin dairesine gittim kapıyı çaldım, Timur abim açmıştı kapıyı kucağında Umay vardı anlaşılan Umay onu da çok özlemişti hafif güldüm. İçeri geçtim içerdrn konuşma sesleri geliyordu anlaşılan misafir gelmişti. Bir dakika ya bu ses çok tanıdık içeri girdim ceketimi çıkarıp askıya astım ve salona geçtim. Salon kapısındayken durdum abim konuşuyordu ancak beni görünce sustu ve bana baktı yüzündeki ifadeyi okuyamadım sonra O'na baktım. Şaka mıydı bu? Onun geleceğini bilsem üstümü değiştirmez direkt gider evimde otururdum!

 

Abimin birşey anlamaması için hafifçe gülümsedim. O bana bakmıyordu pek fazla, gözlerini kaçırıyordu. Pek umrumda değildi. Açelya yengem de salona geldi "Hadi yemek hazır gelsenize" dedi. Yengeme baktım sonra Timur abime baktım umayı kucağıma aldım mutfağa gidip oturdum. Herkes tek tek mutfağa gelirken en son abim ve Alp geldiği için iki yer kalmıştı. Biri benim sağım biri benim solum. Solum baş köşe olduğu için abim oturacaktı, ya sağım? Ben daha kendi kendime söylemeden O sağıma abimde soluma oturdu. Neden benim yanım?

 

Yengem yemekleri servis ettikten sonra yerine oturdu tekrardan. Ben sadece umayla ilgileniyordum. Onun yemeği ayrıydı, sebzeli püre yiyordu o. Daha doğrusu ben ona yediriyordum. Bana baktı "Öyyümm" gülümsedim. "Söyle prenses"

"Ben püye yeyesem. Şeymiyom" ben birşey demeden yengem Umay'a baktı "Umay püreyi yiyeceksin" yengeme baktım hafifçe başımı salladım Umay'a yeniden baktığımda dudaklarını büzmüştü, ağlamasaydı? Ne güzel oynuyorduk işte. Çenesinden tuttum burnundan öptüm, burnu hafif bir kırmızı olmuştu. Umay'a masayı gösterdim. "Burdan ne yemek istersin?" Bir süre masaya baktı sonra tabağımda ki tavukları gösterdi. Fakat bir sorun vardı ben o tavuklara acı katmıştım kendi tabağımdakileri yediremezdim. Tam o sırada O ve abim tabağıma ikişer parça tavuk bıraktılar. Ne?! Benimi izliyordu neden önüne dönüp yemeğini yemiyordu?! O'na baktım sonra abime baktım O'na bakıyordu sanırım biraz sinirlenmişti. Ortamı yumuşatmak için hafifçe gülümsedim Umay'a baktım. "Tamam prenses hadi yiyelim. Başka birşey istiyor musun peki?" Bu seferde pilavı gösterdi. Tamamdı bence yiyebilirdi hiç bir sorun yoktu. Tavukları minik parçalara ayırdıktan sonra Umaya yedirdim. Sonra tabağımdaki pilavı da yedirdim pilavımın hepsini bitirmişti tavukları da hatta abim yeniden tavuk vermişti. Bende arada kendi tavuklarımı yiyordum. Biliyorum midem ağrıcaktı şu anda acı yediğim için ama canım acı yemek çok istiyordu. Abilerimde biliyordu hatta acı yememe kızıyorlardı ama artık bıkmış olmalılar bir süredir söylemiyorlar çünkü.

 

Yemeğim bittikten sonra Umay'a baktım hafif güldüm ben yedirmeme rağmen yinede ağzını yüzünü sos yapmıştı bez peçeteyi aldım umayın ağzını sildim yavaşça sonra peçeteyi masaya bıraktım. "İzninizle. Afiyet olsun" Umay'la beraber kalktım ve salona geçtim koltukta oturup onla beraber sohbet ettik. O sırada mutfaktan çıt bile çıkmıyordu, farklı odalar olmasına rağmen konuşulsa duyulurdu.

 

Yemekler çoktan yenmişti ben de yengeme bulaşığı yıkamasında yardım etmiştim. Daha sonra abim kahve isteyince gittim kahve hazırladım o sırada yengemde yaptığı pastaları tabaklara servis ediyordu. O tabakları salona götürüp dağıtırken bende kahveleri tepsiye dizdim ve içeri gidip herkese servis yaptım. Daha sonra tepsiyi mutfağa bırakıp yerime oturdum.

 

~ ~ ~

İki saat kadar oturduktan sonra kalkmıştım. Ömrümün orda olacağını bilsem gitmezdim... Çok güzel olmuştu ama, kırmızı çok yakışmıştı ona... Mert ve Mihra'ya sözüm olmasa eğer bir saat daha otururdum. Bana geliceklerdi, her ayın ikinci haftası toplanırdık bende. İçmek isterlerdi bir toplandığımız zaman içerlerdi onun dışında pek içtiklerini hatırlamıyorum. Mihra şu anda benim evimdeydi hazırlık yapıyordu dışardan alırız demiştim ancak türlü türlü bahaneler üretiyordu dışardan almamak için.

 

Arabayı garaja park ettikten sonra eve girdim. Mertte gelmiş. Mutfaktan sesleri geliyordu benim geldiğimi duymamış olmalılardı. Cidden evimi kime emanet ediyordum ben? Odama çıktım siyah bir eşofman ve v yaka dar siyah bir tişört giyindim aşağıya indim. Mutfağa gidip kapıdan onlara baktım hala beni fark etmemişlerdi. İki defa öksürdüm. İkisi de aynı anda bana baktılar. Yan yana değillerdi. Ancak çocukluktan beri beraber büyüdüğümüz için hepimiz birbirimizin çoğu refleksini ezberlemiştik. Mert ada tezgaha yaslanmıştı Mihra ise diğer tezgahta hala hazırlık yapıyordu. Mert Mihra'yla uğraşıyordu ve Mihra buna sinirleniyordu. "Sen ne zaman geldin?" Dedi Mihra. Bi anda şaşkın bir şekilde onlara baktım "Yirmi dakikadır evdeyim ne araba sesini ne garajın kapanma sesini ne de evin kapısını duymadınız mı cidden! Pardon özür diliyorum o kadar çok bağırıyordunuz ki normaldi duymamanız!"

"Ama bu yine benimle uğraşıyor rahat bırakmıyor tam bir saattir tepemden gitmedi hazırlayamıyorum!" Dedi Mihra. Bir yandan haklıydı aslında.

 

Aslında ikisi de birbirini seviyordu ikisi de gelip bana sürekli anlatıyordu. Ama birbirlerine söyleme cesaretleri yoktu. Halbuki bilseler birbirlerini sevdiklerini ne kadar da mutlu olucaklardı. "Tamam sen hazırla hadi sorun yok yardım istiyor musun?" Başını salladı "Sen yardım ediceksen olur ama onu kov burdan!" Güldüm merte baktım omuzlarını silkip mutfak kapısına gitti kapının eşiğine yaslanıp yine Mihra'yı izledi. Bense Mihra'ya yardım ettim yoksa biz sabaha kadar mutfakta kalırdık. Daha sonra salona gittik ve masaya dizdik herşeyi. Mihra ve Mert votka içerdi, aslında Mert votkadan nefret ederdi ancak Mihra sevdiği için her toplandığımızda ondan içmeye başlamıştı ve en sonunda artık alışmıştı.

 

Masayı hazırlayınca, tabiki Mihra'yla ben hazırlayınca çünkü Mert yine hazıra konmuştu, salona geçtik. Siyah perdeleri kapatmıştım, salon ışıklarını kapatıp LED ışıkları açmıştım. İkisi yan yana oturamazlardı bu yüzden ikisinin ortasında hep ben olurdum. Ben bardakları doldururken Mert çoktan mezelerden yemeye başlamıştı. Şişeyi kenara bıraktım Mert tam çatalını havuçlu mezeyi batıracaktı ki tabağı alıp hızlıca yanıma çektim. "Döverim seni ona dokunamazsın" küçük çocuk gibi bakıyordu bana, Mihra'nın yaptığı yemeklere bayılırdı, bende çok severdim. Fakat bir sorun var ki ben beğenmediğime beğenmedim beğendime beğendim derdim. O ise Mihra'yı sinirlendirmek için bütün yemekleri dibine kadar gömer tabağı bile yalar sonra da güzel olmamış diyip benim küçükğümün kalbini kırardı. Bende bir gün kafasını kıracağım ama ne zaman bilemiyorum. Tabağı vermiyceğimi anlayınca önüne döndü. Mihra, Mert"e bakıyordu. Ayağa kalktı onun önündeki bütün mezeleri kendiyle benim arama koydu. Mert hayal kırıklığına uğramış gibi Mihra'ya bakıyordu. "Zaten beğenmiyorsun! Neden yiyorsun yeme?! Alp'e yaptım ben onları!" Mert'e baktım güldüm. Bana baktı birşey dememi istiyordu. Onu savunmamı istiyordu. "Küçüğüm haklı. Zaten beğenmiyorsun neden yiyorsun?" Daha çok güldüm çok kötü bakıyordu bana. Önüne döndü ve bugün yiyemiyceğini kabullendi. Cips tabaklarından birini aldı koltuğa yanına kattı bardağını da alıp arkasına yaslandı. Mihra bana bakıyordu Mert onun yüzünü görmüyordu ama Mihra'nın içi acımıştı. Elini tuttum gülümsedim sonra bardağını ona verdim. Kendi bardağımı ve orda duran şişelerden birini alıp kendi bardağıms iki kadeh kadar viski doldurdum. Sadece bu kadar içicektim daha fazla içmek istemiyordum. Aslında istiyordum ama sonuçları başımı ağırırtırdı. Zaten yanımdakiler sapıtacaktı. Hele de solumda oturan, Mert.

 

~ ~ ~

Gece yarısını çoktan geçmiştik. Hala oturuyorduk ama. Bir yerden sonra muhabbet kimseyi sarmayınca aşk filmi açtılar. Aşk filmi... Ben izlemiyordum telefonla oynuyordum ama yinede ikisinin ortasında oturmak zorundaydım. Kalkma ikisi de izin vermiyordu. Neyden korkuyorlardı bu kadar. En fazla birbirlerini sevdiklerini söylelerler ne olucak yani? Saate baktım en sonunda seslice ofladım, "Yeter!" Ayağa kalkacaktım ki Mihra beni tuttu "Yaa en heyecanlı yerinde gitme"

"Lan neyi heyecanlı öpüşecekler altı üstü! Neresi heyecanlı Mihra" Mihra inanamıyormuş gibi bana baktı. Başımı iki yana salladım. Bardağımı alıp ayağa kalktım. Beş buçuk saat olmuştu ama o bardak hala bitmemişti. "Bahçedeyim ben" kaltım bahçeye çıkan cam kapının perdelerini açtım ve bahçeye çıktım. Bardağımı masaya bırakıp iki kişilik koltuğa uzandım ve ayaklarımı aşağıya sarkıttım. Bir kaç gün izinliydik. Napıcaktım ben? Ne napıcaktın be, sanki her gün O'nu görüyordun. Seslice nefes verdim ve gözlerimi kapattım. Bugün ne kadar da güzel olmuştu. Nefes kesiciydi... Gözlerimi açtım ve doğruldum yüzümü ellerimin arasına aldım. Yüzümü sıvazladıktan sonra ayağa kalktım bardağımda kalan yarım dubleyi kafama diktim ve içeri gittim. Mert'le Afşin hala bıraktığım gibiydi. "Ben dışarı çıkıyorum sahile gidicem" saat daha üç buçuktu ama önemsemiyordum evde kalırsam kafayı yiyecektim. Ceketimi aldım ve dışarı çıktım arabama binip sahile gittim.

 

∞ ∞ ∞

 

Ne zaman uyumuştum ne zaman uyanmıştım bilmiyorum ancak saat dokuz olmuştu. Yatakta döndüm döndüm durdum. Telefonuma ardardına bildirim gelince telefona baktım, Açelya yengemdi. Umay'ın videosunu atmıştı 'Güynaydın Öyyüm' diyordu. Hafif gülüdim bende ona ses attım 'Günaydın prensesim' gülümsedim. Büyük ihtimalle kahvaltıya çağıracaktı ama ben yataktan çıkmak istemedim. Bir dakika sonra yeni bir mesaj geldi. Evet kahvaltıya çağırıyordu. Kibarca reddettim ve telefonumu komidinin üstüne bırakarak tekrar örtünün altına girdim. Nerden geldi şimdi bu tembellik? Bir yanım uyumak isterken diğer yanım karargaha gitmek istiyor. Acaba dün neden o kadar erken bir saatte kalkmıştı? Kim mesaj atmıştı da kalkmak istemişti acaba. Örtünün altından çıktım "Sana ne Ömrüm!? Heh? Sana ne? Ne yapacaksın? Sana ne?!" Ayağa kalktım. Duş almak istiyordum başka türlü bu düşüncelerimi silemeyecektim. Buz gibi soğuk bir duş aldıktan sonra üstünü giyindim mutfağa gittim ve hazırda olan şeylerden birşeyler atıştırdım. Odama gittim ve yeniden uzandım. Hala halsizdim uyumak istiyordum. Gözlerimi kapattım ama uyumamıştım.

 

Kaç saat geçmişti bilmiyorum ama, gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Gözlerimi araladığımda ise başımda birileri vardı. Fısıldayarak birşey konuşuyorlardı ama gözlerimi tam açamadığım için kim olduklarına bakamıyordum.

 

Gözlerimi yeniden açtığımda her taraf karanlıktı.

 

∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞

Bölüm sonu

Instagram : gencyazarokur

Bölüm : 05.04.2025 23:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...