21. Bölüm

21. Bölüm

Sy_sena
sy_sena

∞ ∞ ∞

 

Gözlerimi açtığımda hafifçe gülümsedim. Odam bir farklı hissettiriyordu. Burada uyumayı özlemiştim. Bugün de izinli olduğum için hiçbir şey yapmadan oturmak istiyordum. Artık bedenim o kadar yorgundu ki bir şey yapasım gelmiyordu. Telefonumu aldım. Mesaj yada arama yoktu. Neredeyse öğlen olmuştu. Telefonu bırakıp sırt üstü uzandım. Garip bir his vardı içimde, ama bu kötü bir şey değildi. Derince bir nefes alıp verdim. Ayağa kalktım. Pijamalarımı değiştirip bordo eşofman takımımı giyindim. Eve geldiğim için bir kaç küçük alışveriş yapmıştım. Mutfağa gidip aldığım malzemeleri dolaptan çıkardım. Bir yumurtayı kendi halinde haşlamaya bırakırken bir tane servis tabağı çıkartıp aldığım kahvaltılık kardan azar azar kenarlara dizdim. Haşlanan yumurtayı çıkartıp bir kasenin içinde soğuk suya kattım. Kullandığım malzemeleri yeniden dolaba dizip tezgahı temizledim. Yumurtamı da soyup dilimleyerek tabağa kattım. Ellerimi yıkadıktan sonra bir çatalla birlikte tabağı da alıp salona geçtim. Sadece evde ses olsun diye televizyonu açmıştım. Çünkü bugün hiç konuşmaya niyetim yoktu. Yavaş yavaş hazırladıklarımı yedim. Tabaktakiler bittiğinde tabağı masaya bırakıp koltuğa uzandım.

 

Yeniden ne zaman uyuduğunu bilmiyordum. Gözlerimi açtıktan bir dakika kadar sonra kapı çalmıştı. Seslice nefes vererek ayağa kalkıp kollarımda duran yastığı koltuğa attım. Kapıya ilerleyip kapıyı açtığımda kaşlarımı çattım.

 

"Ne işin var senin burada?" hiç konuşmadığım ve yeni uyandığım için sesim çatallı ve uyuşuk çıkmıştı.

 

"Telefonumu açsaydın yada mesajlarıma dönseydin belki gelmezdim. Bu saate kadar uyuyor muydun hala?"

 

"Saat kaç ki?... Yani hayır, uyandım bi ara kahvaltı yaptım. Sonra tekrar uyumuşum bilmiyorum. Telefonum sessizde. Buraya gelecek kadar önemli miydi?"

 

"Seni merak ettiğim için geldim, önemli bir şey olduğu için değil." Çok hafifçe gülümsedim.

 

"Biri görecek seni, geç hadi içeriye."

 

"Yok, sen gel dışarıya."

 

"Alp bugün hiç halim yok lütfen."

 

"Hadi Ömrüm. 3 Nisan bugün."

 

"Biliyorum. Ne olmuş?"

 

"Doğum gününü kutlamaya gideceğiz."

 

"Benim doğum günüm bugün değil ki yarın." Gözlerini devirdiği de gülmüştüm. Anlamıştım çünkü amacını.

 

"Yarın akşam gel desem gelebilecek misin? Hayır. Abinlerle olacaksın büyük ihtimalle. O yüzden bugün kutluyorum!"

 

"Tamam ya anladım... Ama biraz daha uyusam ondan sonra gitsek olmaz mı?"

 

"Hayır ya, yeni uyandın zaten. Ömrüm, yapacağım sürprizin hiç bir anlamı kalmadı artık hadi rica ediyorum bak senden."

 

"Tamam ya, hazırlanıp geliyorum."

 

"Ben aşağıdayım. Evin önündeki siyah araba."

 

"Tamam." Alp merdivenlerden aşağıya indiğinde içeriye geçip kapıyı kapattım. Keşke nereye gideceğimizi sorsaydım. Ona göre giyinirdim. Seslice nefes verip odama ilerledim. O sade bir şeyler giyinmişti bende ona göre giyinirdim. Dolabımda siyah kot pantolonumu ve bir tane beyaz tişörtü çıkarttım. Üzerimi değiştirip siyah kot ceketimi ve çantamı alıp evden çıktım. Gözlüğümü gözüme takıp arabaya ilerledim. Arabanın kapısını açtığımda bi an duraksadım. Koltuğun üstünde koca bir buket mavi papatya vardı. Gülümseyip çantayı arabanın üstüne bıraktım. Ceketimi üzerime giyinip çantayı yeniden aldım. Buketi kucaklayıp koltuğa oturdum, kapıyı kapattım.

 

"Çok güzeller, teşekkür ederim." Bukete resmen sarılmıştım.

 

"Bana bu kadar sarılmadın?!" Alp'e baktığımda kaşlarını çatmıştı. Yaşlı huysuzluğu vardı üstünde. Hafifçe gülümsedim. Elimi uzatıp yanağını okşadım.

 

"Teşekkür ederim." Gülümsedi.

 

Elimi indirdiğimde arabayı çalıştırıp ilerledi. Camlar filmli olduğu için içerisi gözükmüyordu. Bu yüzden rahattık. Sakallarını hala kesmemişti. Görevi bitmediği için olsa gerekti. Karşıya geçmiştik. Gideceğimiz yere varmış olmalıydık. Arabayı park ettikten sonra hızlıca araçtan inip benim tarafıma döndü. Kapımı açıp elini bana uzattı.

 

"Buyurun lütfen güzel bayan." Elini tutup arabadan indim.

 

"Teşekkürler." Çiçekleri arabaya bırakıp çantamı aldım. Benim yerime kapıyı kapatmıştı. Elini belime sardığında yine kaşlarını çatmıştı.

 

"Alnın kırıştı artık. Yine ne oldu?"

 

"Silahın nerede?" çantamı havaya kaldırıp Alp'e gösterdim.

 

"Çantamda. Belimde taşımak zorunda mıyım?" Bir şey söylemedi. İlerlediğimiz kafeyi gördüğümde gülümsedim. Renkarek dekorasyonu çok hoş duruyordu. Dışarıdada masalar diziliydi. Ancak içeriye geçmiştik. Hafif loştu ancak içerisi de dışarısı kadar hoştu. Masalardan birine geçip oturduk.

 

"Önce yemek?"

 

"Sen yemek yemişsindir."

 

"Ama sen yememişsindir." Gülümsedim.

 

"Kahvaltı yaptım... Alp, aç değilim ben ya."

 

"Tamam ne istersin?"

 

"Kahve içebiliriz." Self servis olduğu için Alp masadan kalkıp kasaya gitmişti. Birkaç dakika sonra elinde 2 bardak kahveyle dönmüştü. Birini benim önüme kattıktan sonra karşıma oturdu.

 

"Biz neden evde kalmadık. Bende oturabilirdik?"

 

"Çünkü asıl amacımız yemek yemekti ama sen istemedin." Başımı eğip gülümsedim. Büyük ihtimalle planlarını bozmuştum ama benim istediğimi yapmak daha çok hoşuna gidiyordu farkındaydım. Elimi tuttu. "Aslında başka bir yere götürmek istiyordum seni ama orası çok kalabalıktı.. risk alamadım." Gülümsedim.

 

"Önemli değil. Kalabalığı sevmiyorum zaten... Burası güzel işte." Gülümsedi. Yaklaşıp elimden öptü. "Fotoğraf çekilelim mi? Burayı çok sevdim." Birşey söyleyemediğinde çekilmeyeceğimizi anlamıştım. "Tamam önemli değil çekilmesekte olur."

 

"Söz her şey bittiğinde buraya seni yine getireceğim." Hafifçe başımı salladım. Birkaç dakika sonra ne olduğunu anlamadığım sırada kafamda konfetiler patlamıştı. Önüme küçük kalp şeklinde bir pasta katmıştı oradaki görevli. Üzerindeki mumu yaktıklarında hoparlörlerden doğum günü şarkısı çalıyordu. Kahkaha attıpımda Alp bana baktı.

 

"Mumlar eridi dilek tut hadi." Birkaç saniye Alp'e bakmıştım. Ardından mumları üfledim. Görevlilerde doğum günümü kutladıktan sonra önümüze birer tane servis ve bıçak kattıktan sonra gittiler. Alp servisleri kenara çekip çatallardan birini aldı. Pastadan bir parça bölüp bana uzattı. Uzattığı parçayı yedikten sonra çatalı almaya niyetlenmiştim ki geri çekti.

 

"Sen yiyeceksin sadece."

 

"Bu ikimize yeterli sende ye."

 

"Tatlı yemediğimi biliyorsun." Kaşlarımı çattım.

 

"Direkt pastanın hepsini sana yediririm." Güldü, çatalı kenara bırakıp yanaklarımı sıktı.

 

"Bir insanın zaman içinde hiç mi inatçılığı azalmaz ya?" Çatalı alıp bir parça pastadan böldüm ve ona uzattım. Geri çevirmemiş yemişti. Kahvelerimiz bittiğinde kalkmıştık. Pastanın çoğunluğunu yemiştim ama birazı kalmıştı. Kafeden çıktığımızda Alp elimi tutmuştu. Biraz yürüdükten sonra deniz kenarına çıkmıştık. Gün batana kadar deniz kenarında dolanıp durmuştuk. Beni eve bıraktığında Alp'e baktım.

 

"Gel yukarıya?"

 

"Biraz işlerim var.."

 

"Tamam. Dikkatli ol ama." Yaklaşıp yanağından öptüm. Elimi hafifçe sakallarında gezdirdim. "Bu sana farklı bir hava katmış."

 

"Sevdiysen kesmeyeyim." Gülümsedim.

 

"Her halini beğeniyorum." Gülümsedi.

 

"Telefonunun sesi açık olsun. İyi olduğunu bilmek istiyorum. En azından mesajlarıma dönebilirsin." Güldüm.

 

"Tamam... Görüşürüz." Çiçeklerimi ve çantamı aldıktan sonra arabadan inip apartmana girdim. Evime girip kapıyı kilitledim. İlk önce mutfağa gidip diğer vazomu aldım ve içine biraz su doldurduktan sonra kurdelesini açtığım papatyaları içine yerleştirdim. Vazoyu alıp odama ilerledim. Başucumdaki küçük komodinin üstüne yerleştirdim. Çantamdaki silahı çıkartıp çekmeceme kattım. Üzerimi değiştirdikten sonra yatağıma uzandım.

 

∞ ∞ ∞

 

Karargaha girdim. Odama geçtim. Dört günlük iznim bitmişti. Odaya girdiğimde duraksadım. Masamın üstünde çiçek vardı. Beyaz laleler. Kaşları ı çattım. Odada kimse yoktu. İçeriye girip kapıyı kapattım. Çantamı dolaba bıraktıktan sonra sandalyeyi çekip oturdum. Çiçekleri alıp etrafına baktım. Yine küçük bir kart vardı. Üzerinde 'Doğum Günün Kutlu Olsun ' yazıyordu. Kaşlarımı çattım Seslice nefes verdim. Çok sıkılmıştım. Kimden geliyordu bu çiçekler. Üstelik karargaha kadar da girebilmişti. Aynı kişi miydi acaba hepsi? Kapı açıldığında içeriye Özge girdi. Başıyla selam verdikten sonra kapıyı kapattı.

 

"Günaydın komutanım."

 

"Günaydın Özge." Ayağa kalkıp çiçekleri dolabıma kattım. Yeniden masama oturdum. "Bilmem gereken bir şey oldu mu?"

 

"Hayır komutanım." Hafifçe başımı salladım. Çok geçmemişti ki kapı yeniden açılmıştı. Kapıya bakarken şaşkınlıktan donmuştum. Özge ayağa kalkıp selam vermişti.

 

"Günaydın komutanım." Kaşlarımı çatıp Özge'ye baktım ardından yeniden kapıda dikilen Alp'e. Özge Alp'i tanıyor muydu?

 

"Günaydın Özge." İçeriye geçip kapıyı kapattı. Üniformalarıyla karşımda dikiliyordu. Üzerindeki montu çıkartıp koltuğun arkasına asmıştı. Özge bana baktı.

 

"Komutanım diğer eğitmenimiz-" elimi kaldırdığımda susmuştu. Montunu astıktan sonra masama gelip karşımdaki koltuğa oturdu.

 

"Günaydın." Şaka yapıyordu. Elimi masaya vurup kaşlarımı çattım.

 

"Sen bana şaka yapıyorsun değil mi? Dengemle oynamaya çalışıyorsun."

 

"Hiç bir şey yapmadım. Kendi kendine sinirlendim şu anda."

 

"Alp!"

 

"Bağırma. Ayrıca lafıma ek yapayım bir insan zaman içinde öfkesini de mi kaybetmez?"

 

"Dün bilerek söylemedin bana!" Alp Özge'ye baktığında Özge kapıya yönelmişti.

 

"Üsteğmenin yerine geç otur." Birkaç saniye bana baktıktan sonra emrim reddetmemiş masasına geçip oturmuştu.

 

"Hiç bir şey belli değildi çünkü. Akşam bu yüzden gittim." Doğrulup Alp'e baktım.

 

"Masanıza geçer misiniz Yüzbaşım, işlerim var!" daha fazla sinirleneceğimi bildiği için ikiletmeden kalkıp kendi masasına geçmişti. Parmaklarıyla masada ritim tutmaya başladı. Özge çekinerek bana bakıyordu.

 

"Siz tanışıyor muydunuz komutanım?" bense delirmemek için kendimi tutuyordu . Evet sadece çocukluktan beri tanışıyorduk ve ölmeden önce sevgiliydik.

 

"Komutanına sor tanışıyor muymuşuz?" Özge Alp'e bakıp ardından önüne döndü. Sormamıştı bile. Telefonum çaldığında ayağa kalkıp dolaba bıraktığım çantamdan telefonumu aldım. Tunç abim arıyordu.. Seslice nefes verdim. Neden aradığını biliyordum. Ama konuşacak durumda değildim. Meşgule attıktan sonra müsait değilim diye mesaj attım. Dolabı kapatıp koltuğa oturdum, telefonumu kenara kattım.

 

"Kim aradı?" Başımı kaldırıp Alp'e baktığımda ciddi olup olmadığını sorguluyordum. Arkama yaslandım.

 

"Sevgilim aradı, baş başayken konuşmak için kapattım." Yüzünün gerilmişti. Ritim tutan parmakları yumruk olmuştu.

 

"Selam söyle benden de." Gözlerimi devirip önüme döndüm. Önümdeki dosyayı açtığımda ne yapacağımı bilmiyordum zaten tamamlanmış bir dosyaydı. Telefonum yeniden çaldığında kenardan aldım. Yengem arıyordu. Yavaşça nefes verip telefonu açtım hemen ardından sesini en kısığa aldım. İlk ses karşı taraftan gelmişti.

 

"Hala hala hala bugün bize gelçen mi?" Çok hafifçe gülümsedim yengemin arkadan önce merhaba deyip sonrada nasıl olduğumu sorması gerektiğini söylüyordu. Ama o çok heyecanlıydı. "Şey... Merhaba hala. Nasılsın?"

 

"Artık çok iyiyim. Siz nasılsınız prenses?"

 

"Bende iyiyim hala. Hala bize gelçen mi akşam. Hala gel. Lütfen gel hala. Hala lütfen." Büyük ihtimalle bir şeyler yapmış olmalıydı. Bu kadar artardın söylemezdi yoksa.

 

"Geleceğim güzelim."

 

"Anne gelçekmiş gelçekmiş halam gelçekmiş." Benimle konuştuğunu unutmuştu bile.

 

"Ömrüm, müsait miydin? Soramadım açtığımda Umay durmadı."

 

"Müsaitim abla sorun değil. İşten çıkınca gelirim oraya."

 

"Tamam canım, daha fazla tutmayayım seni görüşürüz akşam."

 

"Görüşürüz abla." Telefonu kapatıp kenara bıraktım. Alp hala bana bakıyordu Özge ise işleriyle ilgileniyordu. Ama sonuç olarak aynı odanın içindeydik ve bizi görüp duyabiliyordu. Huysuzca kendi kendine bir şeyler mırıldanıp ardından ayağa kalkıp odadan çıktı. Kapıyı sert kapattığı için ve Özge ona bakmadığı için korkmuştu.

 

"Ne zamandır burada?"

 

"Efendim komutanım?"

 

"Alp ne zamandır burada Özge?!"

 

"Siz gelmeden 1 ay kadar önce gelmişti yanlış hatırlamıyorsam komutanım." Yeniden önüme dönüp dosyayı kapattım. Eğitimi Alp yaptıracağı için bugün işim çok yoktu. Yani bana böyle bir bilgi gelmemişti ama geldiğine göre kendi yaptırsın beni ilgilendirmiyordu. Arkama yaslandım. O benim burada neler yaşadığımı bilmiyordu. Beni dengemi altüst etmeye çoktan başlamıştı bile.

 

"Komutanım iyi görünmüyorsunuz." Özge'ye baktım.

 

"İyiyim." Seslice nefes verdim. Telefonumu alıp ayağa kalktım Odadan çıktıktan sonra başım dönmeye başlamıştı. Merdivenlerden aşağıya tutunarak indim. Bahçeye çıkacaktım ancak daha fazla halim yoktu. Bahçeye çıkan merdivenlerin başında yere çöküp oturdum. Alnımı dizime yaslayıp gözümü kapattım. Basamak sesleri duyduğumda başımı kaldıramamıştım. Bir el sırtıma dokundu.

 

"İyi misin?... Bana bakar mısın, iyi misin?" İki eliyle başımı kaldırıp kendine bakmamı sağladı. "Yüzün bembeyaz gözlerin kayıyor." Bir eline başımı yaslayıp elimdeki telefonu aldı ve cebine kattı. Ardından başımı kendine doğru yaslayıp beni kucağına aldı. Yeniden içeriye girdi.

 

Gözlerimi açtığımda ilk başta her yeri bulanık görüyordum. Gittikçe düzelen görüş açıma Alp girmeye başlamıştı. Doğrulmaya çalıştığımda omuzlarımdan tuttu.

 

"Kalkma serum var kolunda." Başımı sedyeye bıraktım. "Tansiyonun çok düşük, düzelmediği için serum verdiler." Hafifçe başını salladım. Sedyeye, yanıma oturdu. Usulca saçlarımı okşadı.

 

"Abime söylemeselerdi." Ben bile kendi sesimi duymakta zorlanmıştım.

 

"Söylemedi kimse bir şey. Merak etme." Hafifçe gülümsedim, tarih kendini tekrar ediyordu. "Noldu?"

 

"Yok bir şey."

 

"İyi hissetmiyorsan çağırayım doktoru."

 

"İyiyim." Yeniden kalkmaya çalıştığında seslice nefes verdi.

 

"Uzansana işte niye kalkıyorsun?!" Doğrulup arkama yaslandım. "Ee kalktın ne oldu şimdi?" Başımı duvara yaslayıp Alp'e baktım.

 

"Timin ilk kurulduğu zamanlarda... Ben yine koridorda bayılmıştım. Biz seninle yine kavga etmiştik o zaman da. Time almak istemiyorum diye..."

 

"Hatırlıyorum. Ona mı güldün sen?" hafifçe başımı salladım. Gülümsedi.

 

"Ne zaman çıkartılacak serum?"

 

"Bitince."

 

"Ne zaman bitecek?"

 

"Az kaldı. Uzansana bitene kadar."

 

"İyiyim böyle." Hemşire odaya girdiğinde Alp ayağa kalktı.

 

"İyi misiniz?"

 

"Evet."

 

"Tansiyonunuz çok düşüktü. Eğer sürekli olan bir şey ise hastaneye gitmenizi öneririm."

 

"Teşekkürler. Serum ne zaman biter."

 

"İsterseniz şimdi de çıkartabilirim kendinizi iyi hissediyorsanız?"

 

"Olur." Malzemeleri alıp yanıma geldi serumu çıkarttıktan sonra koluma bant yapıştırdı.

 

"Ama bugün içinde ani hareketlerden uzak durun. Ve ilk önce bir şeyler yeseniz iyi olur. Tansiyonunuz tekrar düşebilir."

 

"Tamam teşekkürler." Ayağa kalktığımda Alp ceketimi omuzlarına atmıştı. Revirden çıktığımızda bana baktı.

 

"Hadi izin al eve git."

 

"Hayır."

 

"Lütfen."

 

"Hayır, ben iyiyim. Çalışmaya da devam edeceğim."

 

"O zaman yemek yemeğe gidiyoruz."

 

"Çalışıyorum."

 

"Çalışmana engel değil. Birazdan çocuklar öğlen yemeği yiyecekler. Onlarla yiyebiliriz." Konuşacağımda susturmuştu. "İtiraz istemiyorum. Ya yemek yeriz yada izin alır eve gider dinlenirsin."

 

"Sen burada ne arıyorsun?" Kaşlarını çattı.

 

"Anlamadım?"

 

"İşin yok mu senin karargahta ne yapıyorsun?"

 

"Bitti işim."

 

"Bitmiştir."

 

"Ömrüm."

 

"Ne ya ne dedim? Her şeyi normal karşılamamı bekleyemezsin!" Seslice nefes verdi. Odaya girdiğimde arkamdan geldi. Özge ayağa kalkmıştı. Elimle oturmasını işaret ettim. Masama geçip koltuğa oturdum.

 

"İyi misiniz komutanım?" başımı hafifçe kaldırıp Alp'e baktım. "Hayır, Alp komutanım söylemedi. Ben koridora çıkmıştım o zaman gördüm komutanım."

 

"Abimin haberi olmasın Özge."

 

"Emredersiniz komutanım." Alp odadan çıktığında kaşlarımı çattım. Telefonu çalmıştı ama burada konuşmamıştı. Arkama yaslandım. On dakika kadar sonra elinde iki tane poşetle içeriye girdi. Poşetlerden birini Özge'nin masasına bıraktı.

 

"Teşekkürler komutanım neden zahmet ettiniz?"

 

"Afiyet olsun." Benim yanıma geldi. Masadaki kağıtları toplayıp masanın diğer ucuna kattı. Poşetin içindekileri çıkartıp masaya kattı. Masanın kenarına yaslanıp bana baktı.

 

"Hadi yiyeceksin. Hangisini istiyorsun." Döner sipariş vermişti, hem dürüm hem de porsiyon. Tabağı alıp üstündeki jelatini açtığımda poşetten çatalı ve ayranı çıkarttı. Ayranı çalkalayıp açtı, bana uzattı. Ayrandan bir yudum içtiğimde yüzümü buruşturdum.

 

"Bu ne ya?"

 

"Tuzlu ayran."

 

"Ayranlı tuz bence."

 

"Onu bitir tansiyonun çok düşük." Biraz tavuk alıp bana uzattı. Uzattığını yavaşça yedim. Tavuğun yarını yedirmişti. Arkama yaslanıp Alp'e baktım. Alp'in arkası dönüktü ama ben Özge'yi görüyordum. Bize bakmıyordu ama aynı odadaydık sonuç olarak. Çenemden hafifçe tutup başını kendine çevirdi.

 

"Ayranını bitir en azından."

 

"Çok tuzlu."

 

"Akşam bana gelsene."

 

"Abimlere gideceğim."

 

"İşim çıktı de."

 

"Umay sürpriz hazırlamış. İşim var diyemem ayrıca biliyorsun."

 

"Sonra eve mi gideceksin?"

 

"Bilmiyorum, yüksek ihtimalle."

 

"Biraz daha ye hadi." Çatalı uzattığında başımı geri çektim.

 

"Doydum, lütfen." Dürümü alıp kağıdını açtı.

 

"Soğumadı mı o niye yemedin az önce?"

 

"Önemli değil." Dürümü yedikten sonra masamı toparladı. Çöpleri attıktan sonra ıslak mendil ile masamı sildi. Masam kirlenmemişti aslında ama o yine de silmişti. Telefonumu cebimden çıkartıp masaya kattı. Hayal meyal hatırlıyordum, beni kucağına almadan önce elimden almıştı telefonu.

 

"Mihra'ya ne zaman söyleyeceksin."

 

"Mert bugün konuşacak, anlatacak olanları. Ondan sonra ben gideceğim yanına."

 

"Abimlere söyleyeyim mi?"

 

"Sen yakma başını ben halledeceğim bi şekilde." Özge'yi işaret ettiğimde arkasını dönüp Özge'ye baktı sonra yeniden bana baktı.

 

"Bir şey olmaz."

 

"Geç hadi masana."

 

"Eğitime gideceğim. Dinlen sen burada." Hafifçe başımı salladım. Ayağa kalkıp masasından montunu aldı. Odadan çıktı. Biraz oturduktan sonra masamı toparlayıp eşyalarımı alıp çıktım. Arabaya bindiğimde gittiğimi Alp'e mesaj atmıştım. Telefonu araca bağladıktan sonra Tunç'u aradım. Ona hala geri dönüş yapmamıştım. Yola çıktığım esnada telefon açıldı.

 

"Nasılsın abi? Müsait değildim açamadım telefonu."

 

"Önemli değil güzelim. Sen nasılsın?"

 

"İyiyim." Sadece bir kaç saat önce bayıldım onun dışında harikayım.

 

"Seni görmeye gelecektim ama sonra başka işim çıktı zaten."

 

"Yengem akşam eve çağırdı. Yanınıza geleceğim zaten. Bir şey olmadı dimi?"

 

"Hayır hayır. Tamam o zaman akşam görüşürüz güzelim."

 

"Görüşürüz abi." Telefon kapandıktan sonra araba sessizliğe bürünmüştü. Eve vardığımda araçtan inip eşyalarımı aldım. Apartmana girip yukarı kata çıktım, kendi daireme girdim. Bugün masama bırakılmış olan laleri de diğerlerinin yanına koydum. Odama geçip eşyalarımı koltuğun üzerine bıraktım. Ilık bir duş aldıktan sonra üzerimi giyinip yatağa uzandım.

 

•••

 

Onu görmek hala beni o kadar heyecanlandırıyordu ki. Dükkandan içeriye girdiğimde beni fark etmemişti bile. Tezgahı düzenliyordu, arkası dönüktü. Sessizce tezgahın arkasına girip çiçekleri yanına bıraktım. İrkildiğinde hafifçe gülümsedim.

 

"Niye sessiz sessiz geliyorsun ya!?"

 

"Ben sessiz gelmedim, sen fark etmedin." Dolaptan bir tane su alıp kapağını açtım ve Lavin'e uzattım. Şişeyi alıp biraz su içti. Tezgaha yaslanıp Lavin'e baktım. "Hadi kapatsana dükkanı, gezelim biraz."

 

"Saçmalama Timur, daha günün ortasındayız."

 

"Ya bir şey olmaz bir kereden."

 

"Timur olmaz."

 

"Ev bakmaya gidelim Lavin. Bir kaç yerle görüştüm, senin de bakmanı istiyorum."

 

"Senin evin yok muydu zaten? Biz neden yeni ev tutuyoruz? Orada yaşarız."

 

"Olmaz. Orası sen yokken alındı. Üstelik içi de dizayn edilmiş zaten."

 

"Ne olacak Timur? Bir şey değişmez."

 

"Çok şey değişir sevgilim. Üstelik o ev buraya çok uzakta. Her sabah işe geleceğinde çok yorulursun. Ben içini senin zevkine göre dizdiğin bir ev istiyorum. Senin elinin değdiği bir ev."

 

"Timur daha düğün var çok masraf hepsi-"

 

"Lavin ben sana bi bütçe bi fiyat söylemedim. Ne istiyorsan dedim. Ben yıllardır çalışıyorum ve o paranın neredeyse hiç bi kısmına dokunmadım. Aldığım ev ihtiyaçlarından başka para harcadığım da yok yıllardır. O yüzden bunu düşünmeni istemiyorum."

 

"Tamam.."

 

"Hadi toparla eşyalarını çıkalım bende masaları toplarım." Hafifçe gülümsedi. Önce getirdiğim çiçekleri suya katıp sonra arka odaya girdi. Ben de o gelene kadar sandalyeleri toparlayıp kaldırdım. Yeniden geldiğinde çantasıyla ceketini bana vermişti. Pastaları pasta dolabına kattıktan sonra ışıkları kapattı. Dışarıya çıktığımda arkamdan çıktı kapıyı kilitleyip korumalıkları örttü. Elini tutup arabaya ilerledim. Kapıyı onun için açıp elini bıraktım. Arabaya bindikten sonra kapıyı kapatıp diğer tarafa döndüm ve arabaya bindim. Tableti alıp evlerin resimlerini açtım.

 

"Al bakalım. Önce hangisine gidelim." Gülümseyip tableti elimden aldı ev resimlerine baktıktan sonra bana baktı.

 

"Hepsi güzel aslında, en yakın hangisi oradan başlayalım."

 

"Peki, nasıl istersen." Arabayı çalıştırıp parktan çıktım.

 

Üç ev gezmiştik. Birbirlerine biraz uzaklardı ama hepsi Lavin'e yakın sayılırdı. Evler güzeldi genişti. Hepsi de korumalı siteydi. Aslında bu iyiydi. Hatta özellikle bakmıştım. Çünkü ben gece nöbetindeyken yalnız kalacaktı. Belki de kardeşini çağırır beraber kalırlardı. Aklı karışmıştı farkındaydım. Evlerin hepsi birbirinden güzeldi çünkü.

 

"Acıktın mı?"

 

"Pek değil."

 

"Acıktın yani." Gülümsedi. Işıklarda durduğumuzda Lavin'e bakıp gülümsedi.

 

"Bugün Ömrüm'ün doğum günü gelsene bize. Umay pasta yapmış."

 

"Niye daha önce söylemedin? Hediye alırdım böyle boş mu geleceğim Timur. Yok olmaz sen eve bırak beni. Ben sonra kutlarım."

 

"Lavin, Ömrüm için böyle şeyler önemli değil. O böyle şeyleri umursamaz, yanında olman yeterlidir ona. Hediyeleri çokta seven birisi değil."

 

"Olsun Timur-"

 

"Lavin, sadece gel sevgilim. İzin alabilir misin bir kaç saat? Sonra ben eve bırakırım seni yine." Yeşil ışık yandığında yola devam ettim.

 

"İzin verirler o sorun değil. Ya bari bütün dükkanlar kapanmadan dur da bir şeyler bakayım Timur." Hafif gülümsedim. İlla alacaktı. Sinyal verip az ilerdeki butiklerin önüne park ettim arabayı. Araçtan indiğimizde kapıları kilitledim. Yanına gidip elini tuttuktan sonra butiğe girdik. Önce bir şeyler baktı sonra bana döndü.

 

"Ne sever söylesene." Hafif gülümseyip omuzlarımı silktim.

 

"Ben bilmem. Sen seç, karışmam ben."

 

"Ya Timur, ben tanımıyorum o kadar da söyle işte ne seveceğini." Tekrar omuzlarımı silktim. Bana öldürecek gibi bakıyordu. Elimi bırakıp önüne döndüğünde yeniden elini tuttum. Bir kaç kıyafet baktıktan sonra seslice nefes verdi.

 

"Sevgilim biraz yardımcı olsan ne olur?" güldüm.

 

"Tamam tamam. Sen beğendiğini göster bende söyleyeyim." Elimi bırakıp askıdan üç tane elbise çıkarttı. Hafif kaşlarımı çattım. "Bunları mı beğendin?" Başını salladı. "Siyah olanı al."

 

"Emin misin?"

 

"Evet."

 

"Kaç beden?"

 

"Elindeki olur. Ver ben alim kasadan."

 

"Ya hayır. Bu benim hediyem." Diğer iki elbiseyi askıya asıp kasaya gitti. Çalışanlardan birini çağırıp iki elbiseyi aldım ve paket yapmalarını istedim. Ardından Lavin'in yanına gittim. Kadın poşeti uzattığında Lavin bana baktı. Gülüp poşeti aldım. Önden gidip butikten çıktı. Diğer hazırlattığım poşeti de alıp dışarı çıktım. Önce kapısını açtım. O arabaya bindikten sonra kapısını kapattım. Poşetleri bagaja katıp bende arabaya bindim.

 

"Haber ver annenlere merak etmesinler Lavin."

 

"Mesaj attım." Eve vardığımızda arabadan indim. Lavin'in aldığı poşeti bagajdan alıp yanına gittim. Anahtarları çıkartıp kapıyı açtım. Lavin içeri girdikten sonra arkasından girip kapıyı kapattım.

 

"Yenge, biz geldik."

 

"Timur, Umay uyuyor mutfaktayım ben." Lavin'e baktım göz kırptım. Mutfağa gidip Açelya'ya baktım. Kaşlarımı çattım.

 

"Bu mutfağa tam olarak ne oldu?"

 

"Umay pasta yaptı yeterli bir sebep gibi. Sence?" güldüm.

 

"Tamam sen içeri geç hadi ben toparlarım mutfağı."

 

"Önemli değil bitmek üzere zaten."

 

"Geç hadi, Lavin geldi siz oturun onla."

 

"Asıl sen geç otur hadi git."

 

"Tamam yardım istersen seslen." Ceketimi çıkartıp askılığa astım. Salona geçtim. Lavin'in yanına gidip koltuğa uzandım. Başımı dizine yasladım. Bana bakıp gülümsedi.

 

"Yorgunsan çık benim odamda uyu."

 

"Değilim." Saçlarımla oynadı. Gülümsedim.

 

"Geçen yıl, yine doğum gününde... Hediye almaya Tunçla gitmiştim. Bi kolye beğenmiştik sonra dedi ki yok almayacağım ben, bende dedim almayacağım... İkimizde birbirimizin başka bir şey aldığını sandık. Sonra akşam hediyeleri verirken ikimizde aynı kolyeyi verdik. Ömrüm güldü ama biz nasıl Tunçla kavga etmeye hazırız görmen lazımdı... Çok küçüktü Ömrüm, sonra bir günde büyüdü..."

 

"Bu sefer hediye almadın mı?"

 

"Aldım. Önceden aldım yani. Odamda duruyor kutu."

 

"Ne aldın?"

 

"Kar küresi."

 

"Güzel... Kapat hadi gözlerini yorgun görünüyorsun."

 

"Cık... Abimler gelir z

aten az sonra."

 

∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞

 

Bölüm sonu

 

Lütfen yorum yapar mısınız

 

Bölüm : 24.07.2025 22:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...