23. Bölüm

23. Bölüm

Sy_sena
sy_sena

Odamın kapısı çalınmadan açıldığında kaşlarımı çatıp başımı kaldırdım. Asil gelmişti. Harika. İlk günden başladı bizim mesai.

 

"Ooo yeniden dönmüşsünüz. Bi hayırlı olsun diyelim dedik." Arkama yaslandım. Sadece yüzüne bakıyordum. "Ne yazık çok sevinmiştim Alp öldü diye. Yalnız kalmıştın oysa." Seslice nefes verip ayağa kalktım.

 

"Ne yazık, ölmemiş. Hala hayatta. Aa bak bir şey daha söyleyeyim. Biz hala sevgiliyiz. Yakında düğünümüz de olacak. Ama size davetiye göndermeyeceğim. Şimdi odamdan çıkar mısınız?!" Güldü.

 

"Aa üslerine saygısızlık-" elimi masaya vurdum.

 

"Kes be! Defol odamdan!" odanın önünden geçen bir kaç subay bize bakıp sonra yoluna devam etmişti. Kapının önünde Alp belirdi bi anda.

 

"Hayırdır?"

 

"Hiç ya öyle laflıyorduk Yüzbaşı ile." Alp bana baktı. "Gidiyordum bende." Asil odadan çıkarken Alp'in omuzuna çarpmıştı. Kasten yapmıştı bunu. Alp arkasından gidecekken kolundan tuttum.

 

"Yerinde dur biraz. Kavga etme gelir gelmez."

 

"Ne diyor bu şerefsiz?!"

 

"Alp bağırma karargahtayız."

 

"Ne oluyor?" seslice nefes verdim.

 

"Subaylar aşağıda seni konuşuyor Ömrüm, ne oluyor!?" Abimde gelmişti. Seslice nefes verdim.

 

"Asil buradaydı, ama ne konuştular bilmiyorum." Teoman önce Alp'e bakıp sonra yeniden bana döndü.

 

"Niye gelmiş odana."

 

"Ya yok bir şey tamam. Hadi gidin odanıza." Masama ilerleyip koltuğa oturdum. İkisi de içeriye geçip kapıyı kapatmıştı.

 

"Söylesene!"

 

"Ya söyleyecek bir şey yok. Söylesem ne olacak başınızı yakacaksınız! Ben hallederim."

 

"Ömrüm ya söylersin yada şimdi gidip onu ölesiye döverim!" Başımı kaldırıp abime baktım. Gerçekten yapar mı diye birkaç saniye sorgulamıştım.

 

"Ya yok bir şey geldi odama saçmaladı işte!" Telefonu elime aldım. "Kahve içiyor musunuz?" onlarda benim ciddi olup olmadığımı sorguluyordu. Abim sabır çekerek odadan çıkmıştı iki kahve söyledikten sonra Alp'e baktım oturması için. Karşıma oturdu. Ayağa kalkıp karşısındaki koltuğa oturdum.

 

"Anlat hadi." Seslice nefes verdim. "Abine söylemedin bana söyle. Belli ki önceden de bir şey olmuş."

 

"Ya saçmalıyor işte-"

 

"Ömrüm, yorma beni hadi." Kapı çaldığında kapıya baktım. Subaylardan biri kahveleri getirmişti. Selam verip içeriye girdi kahveleri bıraktıktan sonra dışarı çıktı.

 

"Ya işte Alp öldü diye sevinmiştim falan bir şeyler saçmaladı." Elinin yumruk olduğunu fark etmiştim. "Alp bırak, boş boş konuşuyor."

 

"Ömrüm, Asil benim devrem. Biz o zaman da anlaşamazdık. Öğrencilikten beri kavgalıyız."

 

"Tamam, boşver saçmalıyor zaten."

 

"Daha önce ne oldu?"

 

"Bir şey olmadı." Seslice nefes verdi. Kahvemi alıp bir yudum içtim. "Alp.. Tim daha bizim geldiğimizi görmedi. Gidelim mi yanlarına." Gülümsemişti.

 

"Bence gitmeyelim. Zaten haber ulaşmıştır çoktan."

 

"Bir şey daha var... Tören kıyafetlerini hazırla." Kaşlarını çattı.

 

"Niye?"

 

"Tören varmış."

 

"Güzelim zaten adı üstünde ya tören kıyafeti diye. Tören olduğunu bende anladım. Ne için var onu soruyorum." Gülümsedim.

 

"Rütbe alıyorsun."

 

"Hee demek o yüzden bana-" kendi kendine konuşmuştu. Sonrada susmuştu.

 

"Ne sana? Ne oldu?"

 

"Yok bir şey."

 

"Söylesene!"

 

"Bende sana bir haber vereyim o zaman... Sancak timi komutanı, Keskin." Kaşlarımı çattım. Gerçek miydi bu? Ben... Ben aylardır timime dönmek için bekliyorum ve tim artık benim değil... Ve en başından ben kurdum bu timi... Masadan elime gelen ilk eşyayı tutup Alp'e fırlattım. Biraz yana çekilip kurtulmuştu kalemlikten. Güldü çünkü neden sinirlendiğimi biliyordu.

 

"Kalk ya! Kalk çık odamdan!" ayağa kalktım. Ayağa kalkıp yanıma geldi.

 

"Ben istemedim bunu Ömrüm. İlk söylediklerinde de anlam veremedim zaten. Sen rütbe aldığımı söyleyince anladım neden benim geçtiğimi." İki eliyle yüzünü tuttu. Yavaşça yanağımı okşadı. "Değişen bir şey olmayacak. Rahat ol lütfen." Saçlarımdan öptü. "Ben şimdi gidiyorum ama sen kovdun diye değil. İşim olduğu için tamam mı?" Cevap vermemiştim. Birkaç saniye bana baktıktan sonra odadan çıktı. Hiç bir zaman hiç bir isteğim yolunda gitmedi. Kapı çaldığında sinirlerim patlamıştı.

 

"NE VAR!?" Kapı açıldığında karşımdaki asker tedirgin duruyordu. Önce selam verdi.

 

"Komutanım Teoman Albay sizi çağırıyor."

 

"Tamam çık." Asker kapıyı kapatıp çıktı. Masadan beremi alıp odadan çıktım. Abimin odasına gidip kapıyı çaldım. İçeriye girdiğimde başkaları da olduğu için selam vermiştim.

 

"Beni emretmişsiniz komutanım."

 

"İçeri gel, otur." Kapıyı kapatıp koltuğa oturdum.

 

"Kulağıma bir şeyler geldi Yüzbaşım, doğru mudur?" Hakan Albaya baktım. O da yeni rütbe almıştı, çok geçmemişti.

 

"Nedir komutanım."

 

"Asille ilgili yaşananlar. Senden dinlemek istiyorum. Abin bizim üst devremizdi. Bizim de abimiz oldu. Asilde alt devremdir. Bilirsin okul zamanı bu devrecilik işlerini hepimiz yaşadık... Asilin ilk vukuatı değil bu. Sınırda. Eğer dilekçeni yazarsan işleme koymaktan geri kaçmayacağım." Başımı eğdim hafifçe. Hakan ayağa kalktığında bende kalktım. Omuzuma vurdu hafifçe. "Sen biraz düşün. Dilekçemi bana iletirsin." Hakan Odadan çıktıktan sonra Teoman'a baktım.

 

"Gitme otur biraz." Abime baktım.

 

"Alp rütbe alıyor."

 

"Biliyorum. Bende alıyorum."

 

"SANCAK TİMİNİN KOMUTANI ALP OLMUŞ!" Fazla sakin duruyordu karşımda.

 

"Biliyorum. Duydum."

 

"NİYE EN SON BEN DURUYORUM YA NİYE! TİMİ KURMAM İÇİN KAFAMA Bİ SİLAH DAYAMADIĞINIZ KALMIŞTI! BEN AYLARDIR GURBETTEYİM! NEDEN ALP YA?!"

 

"Ne bilim ben, git üslerine sor."

 

"SORUYORUM ZATEN!"

 

"Yani karşımda bu şekilde bağırabildiğine göre bu odanın içinde, üstün değilim." Bir kaç saniye abime baktıktan sonra odadan çıktım. Kendi odama gidip Asil hakkında dilekçe yazdım. Çıktısını alıp imza attıktan sonra Hakan Albay'a teslim ettim. Dönerken Alp'in odasının önünde durdum. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde bana baktı. Kapıyı kapattım.

 

"Bir şey mi oldu?"

 

"Bir şey olmadan gelemem mi odana?!"

 

"Yok ondan değil. Az önce kovdun ya beni. Gel otur."

 

"Oturmayacağım." Ayağa kalkıp yanıma geldi. Kapıyı kilitleyip karşımda durdu.

 

"Öfken nasıl dinecek?" yavaşça saçlarımı okşadı. Sesi sitemden çok yatıştırır gibiydi.

 

"Ben bir şeyler için çabaladıkça elimde kalıyor hepsi. Ben bugün için plan yapmıştım hiç birini yapasım gelmiyor şu anda."

 

"Ne planı?"

 

"Doğum gününü kutlayacaktım, geçti doğum günün kutlamadım ben." Gülümsedi. "Ama sana yine öfkeliyim."

 

"Ah bu öfkeni nasıl dindireceğiz acaba? Akşam seni pastaneye götüreyim mi?"

 

"İstemiyorum."

 

"Ne istiyorsun?"

 

"Hiç bir şey istemiyorum. Yoruldum ben Alp."

 

"Az kaldı geçecek her şey. Bi görev var. Yemekli toplantı. Gelir misin benimle? Bu akşam."

 

"Alp-"

 

"Lütfen, görev sadece." Seslice nefes verdim.

 

"Tamam."

 

"Kıyafet göndereyim mi sana?"

 

"Gerek yok, kıyafetim var. Nereye gideceğimizi söyle sadece."

 

"Olden." Kaşlarımı çattım.

 

"Neden böyle bir yer?"

 

"Karşı taraf seçti."

 

"Tamam neyse."

 

"Ben evden alırım seni saat 7 de." Başımı salladım hafifçe odadan çıkıp kendi odama gittim.

 

~ ~ ~

 

Derin bir nefes alıp verdim. Odamdan çıkıp Teoman abinin odasına ilerledim. Kapının önünde durup üzerimi düzelttim. Kapıyı çalıp içeriye girdim. Selam verdim.

 

"Müsait misiniz komutanım?" bana baktı birkaç saniye. Başıyla koltuğu işaret etti. İçeriye geçip kapıyı kapattım koltuğa oturdum. Başımı hafif yere eğdim. "Affetmiş gibisin beni abi."

 

"Yaptığın şeyi affetmedim. Ama durumunu öğrendiğim için anlıyorum. Ben değil de Ömrüm seni nasıl affetti onu çözemedim."

 

"O biraz karışık... Kolay olmadı kendimi affettirmek. Bir yerleri başıma yıkmadığı için şükrediyorum sadece..." Başımı kaldırıp Teoman'a baktım. "Abi... Bir şey konuşmak istiyorum seninle. İznin olursa.."

 

"Dinliyorum."

 

"Ben.. Ömrümle evlenmek istiyorum." Tek seferde söylemiştim. Bekleseydim eğer söyleyemeyecektim çünkü.

 

"Benim iznime pek ihtiyacınız kaldığını sanmıyorum."

 

"Estağfurullah abi." Dirseklerini masaya yaslayıp öne doğru eğildi.

 

"Eğer bir kez daha kardeşimin senin yüzünden üzüldüğünü, ağladığını yada hastalandığını görüp duyarsam beni unutursun. Ömrümü de unutursun." Ayağa kalktığında hızlıca ben de ayağa kalktım. Yanıma gelip bana sarıldığında ben de sarıldım.

 

"Dikkat edeceksin kardeşime."

 

"Ona gözüm gibi bakacağım abi, söz veriyorum." Hafifçe sırtıma vurdu. "İznin olursa gideyim abi."

 

"Dikkat et kendine." Hafifçe başımı salladım. Odadan çıktığımda derin bir nefes aldım. Çok gerilmiştim. Kendi odama gidecektim ama son anda vazgeçip hangara gittim. Tim oradaydı. Ömrüm'ü çağırtacaktım ama bana yeteri kadar kızgındı. Üstüne gitmeyecektim. Hangarın aralık olan kapısından içeriye girdiğimde beni fark eden ilk kişi Oğuz olmuştu. Dona kalmış bir şekilde bana bakıyordu.

 

"Ben yanlış mı görüyorum?"

 

"Neyi?" En yakınında duran Mete'ydi. O da dönüp aynı şekilde bakmıştı. Bir kaç saniye sonra fark edip hepsi ayağa kalkmıştı. Masaya ilerleyip baş köşede oturdum.

 

"Niye hortlak görmüş gibi bakıyorsunuz hayırdır?" Kendi söylediğime bende gülecektim ama ciddiyetimi bozamadım. "Oturun." Hepsi beraber oturmuştu. Hangarın kapısından Ali girdi. O beni gördüğüne şaşırmamıştı. Karşımda durup selam verdi.

 

"Hoşgeldiniz komutanım." Hepsi dönüp Ali'ye bakmıştı. Hafifçe başımı salladım.

 

"Gel otur." Ali masaya geldiğinde time baktı.

 

"Siz niye böyle bakıyorsunuz?"

 

"Ali şaka mısın sen? Alp komutan gelmiş aramızda oturuyor!"

 

"Biliyorum. Sabahtan beri karargahta zaten. Size de söyledim zaten tim komutanları geldi diye."

 

"ALİ ŞEHİT VERDİĞİMİZ BİRİNİN GERİ DÖNECEĞİNİ DÜŞÜNEMEDİĞİMİZ İÇİN ÖZÜR DİLERİZ! ÖMRÜM KOMUTAN SANDIKTA BİZ!!" yüzümü buruşturdum. Sesi yankılanmıştı. Elimi masaya vurdum.

 

"Oğuz bağırma lan! Of herkese de tek tek anlatmak ne sıkıcıymış arkadaş! Hepiniz niye bir anda öğrenmiyorsunuz ya?! Ölmedim ben, görevdi. O kadarını bilin yeter."

 

"Emredersiniz komutanım." Ömrüm kapıdan girdiğinde hepsi yeniden ayağa kalkmıştı. Ömrüm oturmalarını işaret etti.

 

"Oo hemen de tanışmışsınız yeni tim komutanınızla."

 

"Onlar daha bilmiyordu komutanım." Göz ucuyla Ali'ye baktı.

 

"Öğrenmiş oldular bir şey olmaz."

 

"Komutanım, affınıza sığınıyorum ama Ali'nin bilip de bizim bilmediğimiz neler oluyor?"

 

"Bir şey yok işte. Alp komutanınız ölmedi, görevmiş. Rütbe aldı, hayırlarsınız. Binbaşı oluyor. He tim komutanınız da Alp oldu ne yapacağınız size kalmış beni ilgilendirmiyor." Yapma der gibi baktım. Ama özellikle bana bakmıyordu. Hala öfkeliydi. Ayağa kalktım. Ömrüm kapıya yönelmişti.

 

"Yakında Ömrüm komutanınızla evleniyoruz. Düğüne davetlisiniz." Kapıdan çıkacağı sırada durmuştu. Bir kaç saniye bekledikten sonra gitti.

 

"Yarın sabah eğitim var. Saat 7 de hazır olun." Hangardan çıktığımda Ömrüm'ü görmemiştim. Bir anda yok olmuştu sanki. Hafifçe gülümsedim. Odama gidip eşyalarımı topladıktan sonra karargahtan çıktım. Geri döndüğümden beri Mihra benim evime girmiyordu. Mert'in evine gitmişlerdi. Aralarında nikah kıymışlardı söylemişti Mert. Sadece o kadar. Yüzüme bakmıyordu, Mert'in bildiğini söylememiştim. Onunda başı yanmasın diye. Alışacaktı ama. Eve girdiğimde odama çıkıp duş aldım. Sonra da hazırlandım.

 

∞ ∞ ∞

 

Hangardan çıktıktan sonra odadan eşyalarımı alıp kapımı kilitleyim karargahtan çıktım. Ali çağırdığı için gitmiştim karargaha. Görevden vazgeçmek üzereydim. Gitmek istemiyordum aslında. Eve girdiğimde seslice nefes verdim. İlk önce duş aldım. Dolaba baktığımda kırmızı elbise gözüme çarpmıştı. Hafifçe gülümsedim. Elbiseyi dolaptan çıkartıp yatağın üzerine kattım. Saçlarıma bakım kremi sürdükten sonra yavaş yavaş kuruttum. Kıvırcık saçlarımı açık bıraktım. Elbiseyi üzerime giyindikten sonra sırtındaki fermuarı kapattım. Çok hafifçe bir makyaj yaptım. Kahve bordo tonlarında mat bir ruj sürüp makyajımı bitirdim. Odayı toparladıktan sonra salona geçtim. Telefon titrediğinde çantadan çıkartıp baktım. 'Hazır olduğunda aşağıya gel.' Omuzlarımı silktim. Beklesin. Çok dayanamamıştım. On dakika kadar sonra ayağa kalkıp yeniden odaya gittim. Çekmeceden parfümümü alıp biraz üzerime sıktım. Hafifçe gülümsedim. Üzerime ceketimi giyindim. Telefonu ve çantamı alıp evden çıktım. Aşağıya indim. Arabaya ilerleyip kapıyı açtım araca bindim. Bi an duraksamıştım. Gözlerimi kapattım, hafifçe gülümsedim. Özlediğim kokusu buydu... Arabanın kapısını kapatıp kemerimi taktım.

 

"Hoşgeldin." Alp'e baktım. Bana doğru yaklaşıp boynumdan öptü hafifçe. Çok hafif geri çekildim.

 

"Hala sinirliyim."

 

"Biliyorum. Ama bana da dayanamıyorsun..." gözlerimi devirip önüme döndüm. Güldüğünü duymuştum. Arabayı çalıştırıp yola çıktı. Uzun sürmüştü varmamız. Arabadan indiğimizde anahtarı valeye verdi. Yanıma geldiğinde koluna girdim. İçeri girdiğimizde bizi karşılayanlar masamızı gösterdi. Kaşlarımı çattım. Alp'in kolunu bırakacağımda izin vermedi.

 

"Bu masa niye iki kişilik?"

 

"Gel." Üzerimden ceketi çıkartıp sandalyemi çekti. Ben oturduğumda hafifçe öne ittirdi. Ceketimi arkaya astı. Karşıma oturdu.

 

"Çünkü iki kişiyiz."

 

"Ne demek bu?"

 

"Eğer ben seni yemeğe çıkartmak isteseydim gelmeyecektin."

 

"Doğru gelmeyecektim. Kızgınım." Elimi tuttu.

 

"Tamam işte kızgın değilsin artık, yemeğe geldik... Lütfen Ömrüm." Seslice nefes verdim. Yine beni kandırmıştı. Masaya gelen garson menüleri verdi. Açmamıştım bile.

 

"Sen seç." Bir kaç saniye bana baktı sonra menüyü inceledi. İkimize de aynı yemeği söylemişti. Yemekler çok geçmeden gelmişti. Sessiz bir şekilde yemeğimizi yedik. Yemekler kalktıktan sonra iki kadeh şarap söyledi. Ayağa kalkıp ceketini üzerinden çıkarttı. Sandalyenin arkasına astı. Elimi tuttuğunda Alp'e baktım.

 

"Noldu?" Önümde diz çöktü elimi bırakmadan. Diğer eliyle cebinden çıkarttığı kutuya gözlerim takıldı. Elimden öpüp kutuyu açtı. Çoktan çevredekiler bize bakmaya başlamıştı bile.

 

"Biliyorum bana öfkelisin." Hafifçe gülümsedim. "Ama ben seni çok seviyorum. Sevmeye de devam edeceğim... Ne olursa olsun. Hayatımı da sonsuza kadar seninle devam ettirmek istiyorum. Benimle evlenir misin?" gözlerim dolmuştu. Böyle bir şey beklemiyordum. Ağlamamak için bir kaç saniye yukarıya doğru baktım. Sonra yeniden Alp'e baktım. Hafifçe başımı salladım.

 

"Evlenirim." Gülümseyip yüzüğü kutudan çıkarttı, kutuyu masaya bırakıp yüzüğü parmağıma taktı. Vintage görünümlü bir yüzüktü. Çok sade ve şık. Ayağa kalktığında bende ayağa kalkıp boynuna sarılmıştım. Çevremizde oturan bir kaç masa alkışlarken bizi yakından görmeyenler de ne olduğunu sorguluyordu. Yanağımdan öptükten sonra geri çekildim. Sandalyeye oturdum yeniden. Kutuyu masadan alıp ceketinin cebine kattı.

 

"Abinden iznim var rahat ol." Güldüm. Hafifçe gözlerimi sildim. "Seni ikna etmek onu ikna etmekten daha zordu." Gülümsedim. Tahmin edebiliyordum.

 

"Kabul edeceğimi nereden biliyordun?"

 

"Aslında bu öfkenle fazla şüpheliydim ama kabul etmeseydin yine denerdim." Şarap bardağını alıp yavaşça bir yudum içtim. Arkasına yaslanıp beni izledi. Mutluydum. Her şeye rağmen mutluydum. Bana yaşattığı kolay bir şey değildi ama onun yanı benim evimdi. Huzurluydum. Aşıktım. Hafifçe gülümsedim.

 

"Bana götüreceğim bugün seni."

 

"Hayır-"

 

"Lütfen... Seni çok özledim." Tekrar konuşacağımda elimi tuttu. "Bi kere de itiraz etme. O aklındaki tilkileri gönder önce. Aynı şeyleri önüme sunup duruyorsun."

 

"Bana gel anlatayım."

 

"İnanmıyorum, anlatmayacaksın yine. Geçiştirip duruyorsun."

 

"Anlatacağım. Söz veriyorum." Bir kaç saniye sessizlik oldu aramızda. "Gelecek misin?" Alp'e baktım. Sonra başımı salladım çok hafifçe. Gülümsedi.

 

"Tatlı yemek ister misin?"

 

"Hayır."

 

"Kalkalım?" çok hafifçe başımı salladım. Garsonu çağırıp hesabı istedi. Hesabı ödedikten sonra benden önce ayağa kalkıp elini uzatmıştı. Elini tutup ayağa kalktım. Kendi ceketini omuzlarıma örtüp benim ceketimi ve çantamı aldı. Elini hafifçe belime yerleştirdi. Vale arabayı getirmişti. Alp kapıyı açtığında arabaya bindim. Diğer tarafa dönüp o da araca bindi. Kemerimi taktıktan sonra başımı geriye yasladım. Ceketini bilerek omuzlarıma atmıştı. Kokusu üstüne sinmişti çünkü. Üsküdar'daki evine gitmiştik, yeni evine. Mertgil oradaydı belki. Park ettiğinde arabadan indim. Çantamla ceketimi o almıştı yine. Asansörle 5. Kata çıktık. Kapıyı açtığında önce benim içeriye girmemi beklemişti. İçeri geçip topuklularımı çıkarttım. Ben ayakkabılarımı çıkarana kadar Alp'te içeriye girip kapıyı kilitledi. Geç odaya değiştir istersen üstünü.

 

"İyi olur." Alp'in odasına gidip dolabına baktım. Eşofman altlarından birini ve bi sweatshirt'ünü alıp yatağa kattım. Elbisenin sırtını açmaya çalıştığımda canım acıdığı için vazgeçtim. Kapıyı açıp koridora baktım. "Alp gelsene bi dakika." Hemen gelmişti yanıma. "Sırtımı açsana, kolumu uzatamıyorum." Sırıtarak gülümsediğinde gözlerimi devirdim. Sırtımı dönüp saçlarımı öne doğru topladım. Fermuarı yavaşça açtı. Parmak uçları sırtımda oyalandığında gözlerimi kapattım. Yaramı göreceğini tahmin etmemiştim çünkü.

 

"Ne zaman oldu bu?" durgunlaştığının farkındaydım. Sesi de öyle geliyordu zaten.

 

"Çok önce."

 

"Çok önce değil... Belli. Yakın zamanda... Ne zaman oldu?"

 

"Tamam boşver." Saçlarımı yeniden sırtıma doğru örttüm. Elbiseyi önden tutup Alp'e doğru döndüm. "Teşekkürler. Üstümü değiştireyim ben." Odaya girip kapıyı kapattım. Derin bir nefes alıp verdim. Elbiseyi çıkartıp hızlıca üzerimi değiştirdim. Kapı çaldı.

 

"Efendim?"

 

"Banyoda eşyalar var istersen haberin olsun." Bir kaç saniye durdu sonra ayak seslerini duydum. Elbiseyi koltuğun üzerine koyup banyoya geçtim. Dolabı açtığımda bir sürü malzeme vardı. Hepsi de benim kullandığım ürünlerdi ve jelatinleri bile açılmamıştı daha. Hafifçe gülümsedim. Makyaj temizleme suyunu alıp paketini açtım. Yüzümü yıkayıp bir havluyla kuruladım. Aldığım şeyi tekrardan yerine katıp dolabı kapattım. Odadan çıkıp salona ilerledim. Koltukta oturmuş yeri izliyordu. Bana bakmamıştı ama benim geldiğimi görmüştü. Ayağa kalktı.

 

"Üstümü değiştirip geliyorum ben." Odasına gitti. Seslice nefes verdim. Mutfağa gidip etrafa bakındım. Ardından dolapları açtım. Bir kutu dondurma vardı henüz açılmamıştı bile. Dondurmayı çıkartıp bir tabağa biraz kattım sonra kutuyu yeniden dolaba kattım. Bir kaşık ve tabağı alıp terasa çıktım. Çok güzeldi terası. En üst kat olduğu için de genişti. İki tane koltuk vardı. Koltuklardan birine oturup dondurmamı yedim yavaş yavaş. Alp yanıma gelip diğer koltuğa oturdu.

 

"Kaçırıldığında mı oldu?"

 

"Alp konuşmak istemiyorum."

 

"Ömrüm, kaçırıldığında mı oldu?" seslice nefes verdim.

 

"Evet kaçırıldığımda oldu. Geri döndürebilecek misin zamanı? Konuşmak istemiyorum bunları Alp." Seslice nefes verdi. İçindeki öfkeyi dindiremiyordu. Yumruk olmuş elini tuttuğumda eli hemen gevşedi.

 

"Senin neden yüzüğün yok?"

 

"Tek taş mı alayım kendime Ömrüm napim?" Güldüm. Başımı yan çevirdim.

 

"Madem evlenme teklif ettin, söz keselim. Ben yüzük takıyorsam sende takacaksın." Gülümsedi.

 

"Hani kız evi naz eviydi? Bu ne acele."

 

"Üff sıkıldım nazlanmaktan. 15 yaşında mıyız? Otuz bitiyor Alp ne zaman evleneceğiz?"

 

"Heee evde kaldın diye bu acele." Güldü. Bense elini bırakıp önüme döndüm. Koltuğu kendine doğru çekti. Elimi tuttu. "Nazlanmıyorsun ama çok huysuzsun."

 

"Sensin huysuz."

 

"Tabii canım belli oluyor zaten... Haftaya gelim mi istemeye?" Alp'e baktım.

 

"Gerçekten mi?... Ama abim?"

 

"Teoman abi izin verdi. Yani bugün konuştum izin aldım. Evlenmek istiyorum dedim." Doğruldum. Güldüm.

 

"Söyledin mi gerçekten?"

 

"Söyledim, evlenmek istiyorum dedim." Doğrulup yaklaştı, boynumdan öptü. Yavaşça yanağını okşadım.

 

"Özlediğim kokun..." Ayağa kalktı. Beklemediğim bi anda beni kucağına aldığında kahkaha attım. "Ne yapıyorsun saçmalama!?"

 

"Müstakbel karımı" kulağıma eğildi kısık sesle "çocuklarımın annesini kucağımda taşıyorum ne var ya?" gözlerimin içine bakıyordu. Gülümsedim. İçeriye geçti yatak odasına ilerledi. Beni yatağa uzandırıp yanıma uzandı. İkimizin de üzerini örttü. Başımı göğsüne yaslayıp Alp'e sarıldım. Yavaş yavaş saçlarımı okşadı.

 

"Hani bana resimlerimizi gösterecektin?"

 

"Buraya getirmedim ki."

 

"Konuşmadım mı Mihra'yla?"

 

"Yanii.. ben konuştum. O benimle konuşmuyor." Sessizce güldüm.

 

"Eve gittin o zaman? Niye getirmedin?"

 

"Ooo çek vur istersen bide? Unuttum işte kızım. Getireceğim." Başımı kaldırıp Alp'e baktım.

 

"Ne bu kızımlı mızımlı konuşmalar. Hayırdır?"

 

"Afedersin kraliçem. Özür diliyorum. Tamamen büyük bir hataydı."

 

"Heh şöyle." Başımı yeniden göğsün yasladığımda güldüğünü hissettim.Bir parmağıyla omuzumu dürttü. "Hıı?"

 

"Sabah eğitim var." Kaşlarımı çattım.

 

"Olabilir?"

 

"Uyu. Yorgun düşeceksin sonra."

 

"Biliyorum. Aylardır spor yapmıyorum ben Alp. Fizik tedavilerim bile yeni bitti. Silah kullanmayı bile unutmuş olabilirim yani."

 

"Eh, yakın zamandaki görevlere gelmiyorsun o zaman."

 

"Yarın eğitimde hatırlatta seni yalnışlıkla vurayım tamam mı?" kahkaha attı.

 

"Tamam hatırlatacağım." Gülmeye devam etti. Başımı kaldırıp Alp'e baktım ifadesiz bir şekilde. Yatağın ucuna kadar gidip Alp'e sırtımı dönerek uzandım. "Gel buraya. Nereye gidiyorsun?" belimden sarılıp beni kendine çekti. Sırtımı göğsüne yasladı, çenesini omuzuma yerleştirdi.

 

"Senin banyo dolabımda neden bu kadar kadın eşyası var?"

 

"Sıradaki konumuz bu mu?"

 

"Alp?!"

 

"Kadın değil, Ömrüm. Onların hepsi senin için."

 

"Nereden biliyorsun buraya geleceğimi ve onlardan kullanacağımı?"

 

"Bilmiyorum. Ama sonuç olarak kullanma ihtimalin var. Kullanmazsan zamanı geçince çöpe atarım. Ama burası benim evim olduğu sürece kullandığın her üründen en az bir tane burada olacak." Belli belirsiz gülümsedim. Sonra hemen eski ifademe döndüm. Gözlerimi kapattığımda saçlarımdan öptü.

 

"İyi geceler güzelim."

 

"İyi geceler."

 

∞ ∞ ∞

 

Zorla sabahın köründe kahvaltı yaptırmıştı. Karargaha beraber gitmiştik odama çıkıp üzerimi değiştirdim, ardından eğitim sahasına gittim. Tim gelmişti ama Alp gelmemişti henüz. Yanlarına ilerlediğimde hazır ola geçtiler.

 

"Rahat olun." Yanlarına vardığımda gülümsedim.

 

"Komutanım nasıl oldunuz?"

 

"İyiyim."

 

"Biz gelmek istedik bi kaç kez ama Teoman komutanımız izin vermedi."

 

"Biliyorum biliyorum. Haberim var. Açıklama yapmanıza gerek yok." Alp'in geldiğini fark ettiğimde sıranın en başına geçtim. Yanımıza yaklaştı.

 

"Günaydın."

 

"SAĞOL." Demişlerdi hep bir ağızdan. Bana baktı.

 

"Eğitimi Ömrüm komutanınız yönetecek bugün." Kaşlarımı çattım. Yanına gelmem için bana bakıyordu. Bir kaç adım öne çıkıp yanına gittim. Yanına geçtiğimde o benim yerime, sıranın en başına geçmişti.

 

"İkili sıra olup tempolu koşuya başlayın." İlk tur koşuya katılmayıp ikinci tur dahil olmuştum. Onlar 4 ben 3 tur koşmuştum. Koşudan hemen sonra şınav ve mekik çekmiştik. Şınav çekerken kolum zorlansa da devam etmiştim. Ardından üçlü olarak barfiks çekmeye başladılar. Sıra bana geldiğinde demir çubuğa asıldım. 3. Barfiksten sonra kolumda bir an güçsüzlük oldu. Dengemi kaybettiğimde kendimi yere bırakmıştım. Sol elimle sertçe yere vurdum. Eski gücümü kaybetmiştim. Bir kaç şınav beni etkilemezdi. Bu yaptığımız eğitim daha hiç bir şeydi. Alp yanıma gelip diz çöktü.

 

"İyi misin?" Hafifçe başımı salladım. Sol elimi Alp'e uzattığımda elimi tutup ayağa kalktı sonrasında beni kaldırdı. "Ali, kapalı poligona gidin. Geliyoruz biz."

 

"Emredersiniz komutanım." Hepsi eşyalarını alıp gitmişlerdi. "Mola ver biraz dinlen."

 

"Daha ne kadar mola vereceğim? Bunların hepsi sporu bıraktığım için oldu zaten!"

 

"Şıı sakin ol. Hepsi geçecek. Vücudun spora alışkın. Biraz antrenmandan sonra eski haline döneceksin."

 

"Poligona gidelim."

 

"Silah tutabilecek durumda mısın? Dinlenmek istersen-"

 

"Elim acımıyor. Omuzum acıyor. Gidelim. Uzun süredir silah kullanmıyorum." Başını salladı. Timin arkasından poligona girdik. Yine üçerli şekilde olacaktı. Hedef kağıtlarını ayarladıktan sonra tabancalarını çıkartıp ayarladılar. Buradan sonrasını Alp yönetmişti.

 

∞ ∞ ∞

 

Üzerimi değiştirdikten sonra odama geçtim. Bilgisayarımı açtığımda aklıma gelen ilk şey aylar önce bilgisayarda gördüğüm şifreli dosya oldu. Birden yok olmuştu ve bakamamıştım. Keskin... Alp... O da Alple ilgiliydi. Bu yüzden yok olmuştu.... Alp Yiğit Keskin... Seslice nefes verdim. Ceketimin kolundaki fermuarı açıp yüzüğümü aldım, parmağıma taktım yeniden. Eğitimde kaybedersem diye çıkartmıştım parmağımdan. Bir süre bize gelen görevlere gitmeyecektim, bunun farkındaydım. Poligondaki atışlarım da çok kötüydü. Kolumu zorladıktan sonra atış yaparken de elim titremeye başlamıştı. Ben hariç hepsi çok iyi durumdaydı. Zaten hepsi aktif görevdeydi... Telefonum titredi. Cebimden çıkartıp ekrana baktım. Boş mesajlardı. Alp'e mesaj attım.

 

"İşin yoksa odama gelsene." Çok geçmemişti yalnızca iki dakika falan olmuştu. Kapı çaldı hemen ardından açıldı. Odanın boş olduğunu görünce içeri girip kapıyı kapattı.

 

"Bir şey mi oldu?"

 

"Hayır."

 

"Odama gel dedin."

 

"Canım sıkıldı." Güldü. Karşımdaki koltuklardan birine oturdu. "Sen resmi olarak komutanım olmadan sorguya çekeyim seni dedim."

 

"Yine ne yaptım acaba?"

 

"Bi sözün vardı bana. Neden ceza aldığını söyleyecektin."

 

"Hangi ceza?"

 

"Rütbe durdurma cezası." Seslice nefes verdi.

 

"Güzelim önemi var mı şu anda?"

 

"Sözün vardı."

 

"Bu ilk cezam değil, üçüncü." Kaşlarımı çattım. "Daha önce uyarı aldım. Sonrasında karargah içinde uyarı almama rağmen birisini dövdüğüm için 20 ay ceza aldım. Cezam bitmek üzereyken de birini kasten silahla yaraladığım için 24 ay ceza aldım."

 

"Ama neden?"

 

"Hak ediyordu Ömrüm. Pişman değilim." Doğruldum. Elini tuttum.

 

"Yaptığın şey hayatında 4 yılına mal olmuş farkında mısın?"

 

"Hiç önemi yok. Seninle aynı rütbede olduğum için de çok mutluyum."

 

"Bunu kast etmiyorum Alp." Seslice nefes verdi. Arkasına yaslandı.

 

"Asil gönderilmiş."

 

"Bilmiyorum haberim yok." Hafifçe başını salladı. "Bundan mutlu gibisin?"

 

"O y***** gitmesine tabii ki de sevineceğim." Elimle Alp'in ağzını kapattım.

 

"Kime bu öfken bu kadar." Elimi tutup önce öptü sonrada yüzünden indirdi.

 

"Öfkemi hak edecek herkese."

 

"Kendine zarar veriyorsun." Yüzümü izledi bir süre. Ela gözlerinde hiç bir ifade görememiştim.

 

"Seni kaybetmekten çok korkuyorum." Kaşlarımı çattım. "Bir gün beni bırakıp gidersen diye o kadar çok korkuyorum ki."

 

"Bu nerden çıktı şimdi?" Ayağa kalktığında kolunu tuttum. "Nereye gidiyorsun?"

 

"Odama gidiyorum. İşlerim var." Ayağa kalkıp Alp'e sarıldım. Alnımdan öptü. "Odadayım bir şey olursa ara." Başımı salladım hafifçe. Odadan çıktığında kendi koltuğuma oturdum.

 

∞ ∞ ∞

 

Gerçekten de dediğini yapmıştı... 5 gün sonra beni istemeye gelmişti. Benden çok heyecanlanan reddedenler vardı tabii. Alp'e kalsa direkt nikahta kıyabilirdik biz. Gülümsedim hafifçe. İzin almıştım bugün, gitmemiştim karargaha. Alp'in isteği üzerine kırmızı bir elbise tercih etmiştim. Dümdüz bir elbiseydi aslında. Straplez, yere kadar uzanan beli sık ama belden sonra bollaşan saten bir kumaş. Göğüs kısmı drapeli ve aynı kumaştan oluşan kollukları.

 

Sabahtan abimlerin evine gelmiştim. Kıvırcıklarım hafif durduğu için banyo yapıp saçlarımı kremlerle kabarık göstermiştim. Saçım kuruduğunda fönü kapatıp kenara kattım. Kollarım ağrımıştı. Tül perdenin arkasından bahçedeki hareketliliği görebiliyordum. İstememize rağmen süslemişlerdi bahçeyi. Sadece yüzük takılacaktı o kadar. Fazla heyecanlılardı. Seçtiğim bir kaç makyaj modeli vardı. Son kez baktığımda hiç birini yapmama kararı almıştım. Kahve tonlarındaki fardan fırçaya biraz alıp gözlerime sürdüm. Sonrasında yarısına kadarda kahve alt tonlu bir pembe renk sürüp ikisini karıştırdım. Gözümün ortasına birazcık simli far sürdüğümde gayet şık ve sade duruyordu. Eyeliner çektikten sonra rimel sürüp göz makyajımı bitirdim. Biraz fırça yardımıyla yanaklarıma allık sürüp pudrayla sabitledim. Yine kahve tonlarında fakat koyu olmayacak bir ruj sürüp makyajımı tamamen bitirdim. Ellerimi yıkadıktan sonra elbisemi üzerime giyindim yan tarafındaki fermuarını kapattım. Kolluklarını elime geçirdim. Aynada kendime baktığımda gülümsemiştim. Masada duran küçük taşlı tacı alıp saçlarıma yerleştirdim. Kenarda duran kutuyu alıp yatağa oturdum, içinden siyah topuklu ayakkabılarımı çıkartıp giyindim. Hazırdım... Hafifçe gülümsedim kendime bakıp. Ayağa kalkıp odadan çıktım. Merdivenlerden aşağıya indiğim sırada koridorda Teoman abim vardı. Beni beklediği belliydi. Hafifçe gülümseyip yanına ilerledim.

 

"Çok güzel olmuşsun." Gözlerimin parladığını tahmin edebiliyordum. Hafifçe saçlarımın ucuyla oynadı. Bozmak istemiyordu, sarılmamıştı bile. "Bu narin kızı nasıl asker yapabildin." Elini tuttum. Anne ve babasının intikamıyla büyümüştü bu narin kız abicim.

 

"Dışarıda çok şey hazırlamışsınız, neden uğraştınız bu kadar? İstemiyordum bu kadar hazırlığı biliyorsun."

 

"Yengen istedi. Ben aranıza girmiyorum direkt onunla muhatap olabilirsin." Güldüm. Başımı omuzuna yaslayarak abime sarıldım.

 

"Zaten senin bi tane abin var değil mi?!" sarıldığım anda duydum sesle gülmüştüm. Teoman hafifçe sarıldıktan sonra beni bıraktı. "Hiç bize soran yok evlenmeme razı mısınız diye?" Tunç'a baktım.

 

"Ne yapacaksın turşumu mu kuracaksın bu yaştan sonra? Ayrıca henüz evlenmiyorum yüzük takacağız sadece. Bana da abilerim evlenirken ve sözlenirken kimse sormadı razı mısın diye?" Teomanla bir kaç saniye bakışmışlardı. Elini uzattığında yanına gidip ona da sarıldım. Başımdan öptüğünde gülümsedim.

 

"Gel hadi bahçeye çıkalım. Damat yok zaten ortada. Belki korkup kaçmıştır." Gözlerimi devirdiğimde güldü. Bahçeye çıktığımızda Yengemler koltukta oturmuş Timur abim Umay'ın peşinden koşuşturuyordu. Umay beni gördüğünde yanıma geldi. Kucağıma alamayacağım için yere eğilmiştim.

 

"Halaaa premses gibi olmuşsun." Gülümsedim.

 

"Sende prenses gibi olmuşsun güzelim." Timur nefes nefese kaldığı için koltuğa oturmuştu.

 

"Bak ben sana dedim Alp gelecek, sen hep ağladın hala." Burukça gülümsedim. Ah keşke her şey senin kadar saf ve güzel olsaydı hayatım. İyi ki gerçekleri bilmiyorsun.

 

"Evet söyledin güzelim." Kapı çaldığında Umay'a göz kırpıp ayağa kalktım. Elinden tutup beraber kapıya gittik. Abilerim arkamdan gelmişlerdi. Umay'ın elini bırakıp kapıyı açtım. Alp çok yakışıklı olmuştu takım elbiselerin içinde. İçeriye geçtiğinde elindeki buketi ve çikolatayı bana verdi.

 

"Hoş geldiniz." Alp içeriye girdiğinde arkasından Mihra gelmişti. Alp ortaya çıktığından beri ilk kez görüşüyorduk. Aynı şekilde Mertle de. Mihra gülümseyerek içeriye girdi. Mert'in elinde bir büyük tepsi vardı. Hafif kaşlarımı çattım. Alp ciddi olamazdı. Elindeki tepsiyi Tunç almıştı. Herkes içeriye girdiğinde kapıyı kapattım. Balkona çıktığımız sırada kapı yeniden çaldı. Başka birini beklediğimiz hatırlamıyordum. Teoman abim kapıyı açmaya gitmişti. Bir dakika kadar sonra geri döndü. Arkasından tim geliyordu. Şaşırmıştım beklemiyordum. Hepsi selam vererek içeriye girdi. Koltukların arkasında duran sandalyelerden alıp oturdular. Ben hariç herkes biliyor gibiydi bu durumu. İlerleyip Alp'in yanına oturdum.

 

"Bak geç kaldılar. Kırdım bile puanlarını." Kulağıma eğilip kısık sesle konuşmuştu. Kaşlarımı çattım. "Saat 19.00 da orada olun dedim 19.02 de geldiler." Hafifçe gülümsediğimde abim bize baktı. Alp geri çekilip üzerini düzeltti. Ayağa kalktım.

 

"Bence ben kahveleri yapayım." Mutfağa gittiğimde Açelya ve Lavin arkamdan gelmişti. Bardakları hazırlamaya başladığımda Mihra' da mutfağa girmişti.

 

"Abla.." arkamı dönüp Mihra'ya baktım. Bardakları bırakıp yanına gittim. Açelya hazırlamaya devam etmişti. "Çok güzel olmuşsun." Gülümsedim.

 

"Teşekkürler... Siz de Mertle evlenmişsiniz." Hafifçe başını salladı.

 

"Çok oldu aslında."

 

"Duydum."

 

"Yardım edeyim ben de size."

 

"Gerek yok geç otur hadi sen." Başını sallayıp yeniden bahçeye çıktı. Ben cezveleri hazırlayıp kahveyi pişirdim.

 

"Ömrüm, sonradan gelenler kim?" Lavine baktım.

 

"Benim timim. Yani artık benim değilde."

 

"Nasıl yani?"

 

"Alp benden üst rütbede artık. O yüzden onun timi."

 

"Boşver boşver sen doktorla nişanlısın. Hayatın garantide. Bak bana, göreve gidiyor bekliyorum aylarca."

 

"Ay Allah razı olsun abla. İçimi rahatlattın şu anda. Abime söyle istersen bunu bide."

 

"Haksız değilim bence." Bir şey dememiştim. Ama haklıydı. En çokta ben biliyordum, ben şahittim yaşadıklarına. Kahveler pişmeye başladıkça bardaklara aldım. Bir tepsiyi Açelya bir tepsiyi ben almıştım. Açelya time dağıtırken ben diğerlerine dağıttım. En son da Alp'e verdim. Tepsileri mutfağa bıraktıktan sonra yeniden bahçeye çıkıp Alp'in yanına oturdum. Kahveyi içmeden önce bir kaç saniye düşünmüş sonra bana bakmıştı. Hiç bir şey katmamıştım aslında dümdüz kahveydi. Bir yudum içtikten sonra içinin rahatladığı belli oluyordu.

 

"Aslında bize pek bir şey düşüyor mu bilmiyorum abi, Alp'in isteği üzerine buradayım." Hepimiz Mert'e baktık. "Alp'in tabiriyle biz bugün kız almaya gelmedik. Hayat yoldaşı gördüğü kişiyle hayatlarını birleştirmeye geldik aslında, büyüklerin izniyle de." Alp terlemeye başlamıştı. Abimin izni olmasına rağmen strese girdiğinin farkındaydım. Abim derin bir nefes alıp verdi.

 

"Geçmişe hiç gitmeyeceğim aslında. Bunu zaten biliyorlar. Şimdi de ise... Zaten Ömrüm'ü emanet edebileceğim ve gözüm kapalı güvenebileceğim başka bir kimse olduğunu sanmıyorum." Gülümsedim. Abimler ayağa kalktığında biz de ayağa kalkmıştık. Alp cebindeki kutuyu çıkartıp abime vermişti. Abim kutudan yüzükleri alıp önce benim sonra Alp'in parmağına taktı. İlk Alp sarılmıştı abime. Sonrasında ben. Açelya tatlıları koymak için mutfağa gitmişti. Alp'e baktım.

 

"Gelsene fotoğraf çekilelim." Başını salladı. Time baktığımda ilk göz göze geldiğimiz kişiyi yanıma çağırdım. Havuzun kenarına gittiğimizde Alp cebinden telefonu çıkartıp Ateş'e verdi.

 

"Ateş fotoğrafımızı çeker misin?"

 

"Emriniz olsun komutanım." Gülümsedim. Bir kaç fotoğraf çekildikten sonra telefonu alıp resimlere baktım. Ateş tekrar gidip oturmuştu.

 

"Silahın yanında değil dimi?" telefondan başımı kaldırıp Alp'e baktım.

 

"Değil tabii ki Alp! Elbise giyinmişim ve evdeyiz."

 

"İyi güzel. Sana bir sürprizim var çünkü de kendimi garantiye almak istedim."

 

"Ne sürprizi?"

 

"Söylersem ne anlamı kalacak?" güldü. Telefonu Alp'e verip diğerlerinin yanına gittik. Bizim masamıza katılan tatlı tabağını aldım. İlk önce ben bir dilim yiyip sonra da Alp'e uzattım. Reddetmeden yemişti. Kapı yeniden çaldı.

 

"Birini mi bekliyorduk?" abim başını salladı. Ayağa kalkıp içeriye girdi. Çok geçmeden geri geldiğinde elinde cübbe ve bir çanta olan kadınla geri geldi. Yavaşça ayağa kalktım.

 

"Kim hanfendi?"

 

"Nikah memuru." Kaşlarımı çattım. Alp'e baktığımda o da ayağa kalktı.

 

"Sürpriz..." Evet galiba her şey Alp'e bırakılmış çünkü resmen evleniyorduk. Abime baktım.

 

"Bizim için mi?"

 

"Yok Ömrüm. Biz Açelya ile nikah tazeleyelim dedik o yüzden çağırdık eve kadar." Tunçla Timur gülmüştü.

 

"Ya üstümde kırmızı elbise var. Ben böyle evlenmem." Açelya ayağa kalkıp yanıma geldi.

 

"Bizim odada yatağın üstünde bi elbise var. Onu giyin gel." Kulağıma söylemişti. Alp'in neden silahımı sorduğunu şu anda anlamıştım. Aceleye gelen hiç bir şeyi sevmiyordum çünkü. Ama şu anda buna da hayır diyemiyecektim.

 

"Git hazırlan gel hadi." Abime baktım. Hafifçe başımı sallayıp içeriye girdim. Kalbim olayları idrak etse de beynim hala idrak edemiyordu. Heyecandan başım dönüyordu şu anda. Yengemgilin odasına girdiğimde yatağın üstünde gelinlik sayılabilecek bir elbise duruyordu. Yeni olduğu belliydi. Her şeyi planlamışlardı. Elbiseyi alıp kendi odama geçtim. Önce kollukları sonra elbiseyi üzerimden çıkartıp yatağa bıraktım. Beyaz elbiseyi alıp üzerime giyindim. Saten, düşük drapeli kulları ve yırtmacı ile harika duruyordu. Yırtmacın olduğu yerde tül vardı. Aynı tülden kollukları da vardı. Hızlıca elime geçirip üzerimi düzelttim. Ellerim o kadar çok titriyordu ki fermuarlı kapatırken zorlanmıştım resmen. Makyajım uyumlu olduğu için hiç uğraşmamıştım. Sadece rujumu yeniden sürmüştüm. Ayağımdaki siyah topukluları çıkartıp dolabımdaki beyaz topuklu ayakkabımı alıp ayağıma giyindim. Yeniden aşağıya indiğimde bir masa hazırlamışlardı beyazlar içinde. Gülümsedim. Alp elini uzattığında yanına ilerleyip elini tuttum.

 

"Ee şahitler kim?" Alp'in gözüyle işaret ettiği yere baktım. Ateş ve Oğuz yanımıza geliyordu. Nikah memuru defteri açtıktan sonra bize baktı.

 

"Hazır mısınız?" başımı salladım.

 

"O zaman nikaha başlayabiliriz. Evlenmek üzere belediyemize başvuruda bulundunuz, bizde incelemeler sonucunda evlenmenize bir mani bulamadık. Bir kez de burada şahitler huzurunda sizden duymak istiyoruz. Siz Ömrüm Kırlangıç, iyi günde kötü günde hastalıkta ve sağlıkta hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan Alp Yiğit Keskin'i eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" Alp'e baktığımda o zaten bana bakıyordu. Gülümsedim.

 

"EVET." Tim alkışladığında Teoman onlara ters ters bakmıştı. Bu kadar heyecanlı olmasam kahkaha atardım büyük ihtimalle.

 

"Siz Alp Yiğit Keskin, iyi günde kötü günde hastalıkta ve sağlıkta hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan Ömrüm Kırlangıç'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

 

"EVET." Alp bir saniye bile beklememişti. Tim abimden korktuğu için tekrar alkışlamamıştı

 

"Sizler de bu evliliğe şahitlik ediyor musunuz?"

 

"Evet." Ateş ve Oğuz aynı anda konuşmuşlardı.

 

"Ben de büyükşehir Belediyesi'nin verdiği yetkiyle sizi karı koca ilan ediyorum." Nikah memuru imza defterini uzattığında önce ben sonra Alp sonrada Oğuz ve Ateş imzalamıştı. Nikah memuru evlilik cüzdanını bana verdikten sonra defteri kapatıp çantasına kaldırmış sonrada cübbesini çıkartmıştı. Tunç nikah memurunu yolcu etmişti. Ne hissedeceğimi ne yapacağımı bilmiyordum. Alp eğilip saçlarımdan öptü.

 

"Fotoğraf çekilelim." Bu sefer teklif Alp'ten gelmişti. Telefonunu çıkartıp Ateş'e verdi yine. Biz bir kaç fotoğraf çekildikten sonra abimlerle de fotoğraf çekilmiştik. Timur yanıma geldi.

 

"Bugün bir ben sarılmadım galiba?" gülümsedim. Timur'a sarıldım. "Bayılmayacaksın değil mi? Bak yanımızda ilaç yok." Kahkaha attığım sırada gözlerim dolmuştu.

 

"Ağlarsan makyajın akacak." Tunç'a bakıp başımı yana eğdim. Gözlerim daha çok dolmuştu.

 

"Ohoo biz bi mutlu edemedik seni ya. Evlendirdik yine ağlıyorsun." Teoman'a bakamamıştım bile. Timur yavaşça gözlerimi sildi.

 

"Mutluyum ya, mutluyken ağlayamıyor muyuz?" Açelya yanıma geldi. Başımı kaldırıp ona baktım. Elindeki yüzüğü çıkartıp elimi tuttu. Annemin yüzüğüydü bu. Abim evlendiklerinde ona vermişti.

 

"Biliyorum bende kalmasına razıydın. Ama bu da benim sana düğün hediyem olsun." Elimi tutup yüzüğü parmağıma taktı. Yavaşça Açelya'ya sarıldım.

 

"Sonra neden ağlıyorsun diyorsunuz."

 

"Bu evin anahtarı sende var. Her zaman da sende kalacak." Tunç'a baktım gülümsedim. Onun da gözleri dolmuştu.

 

"Teşekkürler abi." Alp yanıma gelip hafifçe belime sarıldı. Saçlarımdan öptü.

 

"Ee gidin artık evinize." Teoman'a baktım.

 

"Allah Allah ya. Biri anahtarın var diyor birisi kovuyor. Yardım edim gideceğim kalmayacağım merak etme."

 

"Hayır saçmalama. Ne yardımı Ömrüm. Evine gidiyorsun sen."

 

"Her şeyi sana mı bırakacağım abla-"

 

"Ömrüm, saçmalama. Hadi." Alp beni bırakıp açelyanın yanına gitti. Sarıldığında Açelya da gülümsemişti. Abilerimle de yeniden sarıldıktan sonra eşyalarımı alıp Alp'le evden çıktık. Bizim arkamızdan Mertgil ve tim de çıkmıştı. Arabaya bindiğimizde başımdaki tacı çıkarttım.

 

"Bir şey istiyor musun?"

 

"Alp benim evime gitseydik ilk? Benim eşyam yok."

 

"Var."

 

"Ne var Alp yok." Güldü.

 

"Var güzelim eşyan. Yeni kıyafetler almışım. Daha sonra senin eşyalarını da taşırız... Sen aç mısın? Ne zaman yemek yedin?"

 

"Bilmiyorum."

 

"Nasıl bilmiyorsun?"

 

"Bilmiyorum. Bayadır hazırlık yapıyoruz ne zaman yediğimi bile hatırlamıyorum heyecandan."

 

"O zaman yemek yiyelim."

 

"Canım istemiyor eve gidelim." Başını salladı. Alp'in kendi evine gitmiştik bu sefer. Evin kapısını açtıktan sonra beklemediğim bir anda beni kucağına aldı. Güldüm. "Ne yapıyorsun ya?"

 

"Karımı kucağımda taşıyorum." İçeri girdiğinde ayağıyla kapıyı iterek kapattı. Yukarı kata çıktığında aslında bu evin göründüğünden daha büyük olduğunu anlamıştım. Yatak odasına girdiğimizde beni yere indirdi. Belimden tutup kendine çekti. Topuklu ayakkabı giyindiğim için boylarımız eşit duruyordu. Öpmek için yaklaştığında geri çekildim.

 

"Makyajımı silim öyle öp. Ruj olacaksın." Belli belirsiz gülümsedi. Yaklaşıp çok hafifçe boynumdan öptü.

 

"Sen beni oyalıyorsun ama hadi bakalım." Kulağıma fısıldamıştı güldüm. "Banyoda eşyaların var." Belimi bıraktığında gösterdiği kapıya yöneldim. Banyoda duran eşyalara bakıp gülümsedim. Her şeyi düşünüyordu en ince ayrıntısına kadar. Orada duran tokalardan birini alıp saçımı bağladım. Önce bir pamuk yardımıyla rujumu silip sonra yüzümü yıkadım. Makyajım temizlendikten sonra yavaşça yüzümü kuruladım havluyla. Odaya yeniden girdiğimde ayağımdaki topukluları çıkartıp kenara kattım. O kravatını ve ceketini üstünden çıkartmış gömleğinin üç düğmesini açmıştı. Alp'in yanına gittiğimde önce kolumdaki tül kollukları çıkarttı. Yeniden belime sarılıp bana yaklaştı. Dudaklarımız birleştiğinde gözlerimi kapattım. Çok hafifçe geri çekilip alnını alnıma yasladı.

 

"Sırtımı açman gerekiyor. Kolum yetişmiyor." Ellerini sırtımda hissettiğimde karnımda kelebekler uçuşmaya başlamıştı sanki. Yavaşça fermuarı aşağıya doğru indirdi.

 

"Kırmızının yakıştığı kadar beyaz da çok yakışıyor sana." Başımı yukarıya kaldırdım. Çok hafifçe gülümsedim.

 

∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞∞

Yorumlarınızı bekliyorum

 

Bölüm : 24.07.2025 22:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...