27. Bölüm

27. Bölü FİNAL

Sy_sena
sy_sena

∞ ∞ ∞

 

Günler geçmişti...

 

Alp'e hiç bir şey söylememiştim bir haftadır. Müsait olduğum bir gün gidip kimliğimi yenilemiştim. Bu iş bu haftaki ilk işim olmuştu. Timur abim de mesaj atıp duruyordu ama onunla da konuşmuyordum. Zaten yarın nikahı vardı. Alp'i bir şekilde atlatıp hastaneye yalnız gitmiştim. Bugün ikimizde evde olduğumuz için sürekli ne odlulduğunuğunu sorup duruyordu, beraber gidelim diyordu. Fizik tedaviye gittiğimi söylemiştim ona kontrol için. Doktorla konuştuktan sonra yine tahlil verdim. Abim bugün izinli olduğu için hastanede rahattım saklanma gerekmiyordu kimseden. Bahçeye çıkıp oturdum. O da merak ediyordu biliyordum ama bende hiç bir şey bilmediğim için konuşmuyordum. Sonuçlar çıktığında doktorun odasına gittim. Ellerim titriyordu.

 

"Yüksek ihtimalle hamilesiniz." Yanağımın içini ısırdığımı anca fark etmiştim. Kalbimin sesi neredeyse kulaklarıma geliyordu.

 

"Nasıl emin olacağız?" Doktor gülümsedi.

 

"Eminiz. Ancak şu anda hala ultrasonda gözükmez. Vitaminleriniz düşük. Takviye almanız gerekecek. Size bunları yazacağım eczaneden alabilirsiniz. Onun dışında düzenli olarak kontrollere geleceksiniz."

 

"İlk ultrasonu ne zaman çekebiliriz peki?"

 

"Değerlere göre şu anda üçüncü yada dördüncü hafta. İki hafta sonra yeniden kontrole gelin. O zaman ultrasonla bakmayı deneyebiliriz. Onun dışında, yorgunluk halsizlik normalden daha fazla hissedebilirsiniz vücuttaki değişimlerden dolayı. Çok sık olmasa da bu haftalarda sabah bulantılarını görürüz. Uzanırken aniden ayağa kalkma, aniden yere eğilme gibi durumlar baş dönmesine sebebiyet verecektir. İlerleyen günlerde koku ve tat hassasiyetleri oluşabilir. Bunlar genelde geçicidir. Aşırı şekerli veya tuzlu, az pişmiş yada çiğ et türleri ve pastörize süt ürünlerini tüketmemeye özen gösterin. Onun dışında yapmanız gereken başka bir durum yok."

 

"Tamam." Yazdığı reçeteyi imzalayıp bana verdi.

 

"Sağlıklı günler."

 

"Teşekkürler." Odadan çıktığımda derin bir nefes alıp verdim. Çok hafifçe gülümsedim. Hastaneden çıkıp ilk başta reçetede yazdığı vitaminleri aldım. Eve yeniden döndüğümde Alp bahçede hamakta oturuyordu. Bu adama gerçekten sıcak işlemiyordu. Benim geldiğimi fark etmemişti. İlk başta odaya çıkıp üzerimi değiştirdim. İçmem gereken vitaminleri alıp geri kalanlarını çekmeceye sakladım. Aşağıya inip bir bardak suyla vitaminleri içtim. Bahçeye çıkıp Alp'in yanına ilerledim.

 

"Ne zaman geldin duymadım kapının sesini?"

 

"Yeni geldim." Ayağa kalkıp belime sarıldı. Boynumdan öptü hafifçe.

 

"Yüzün gülüyor sevgilim." Hafifçe başımı salladım. Hamağa yeniden oturup beni dizine oturttu. Belime sarıldı. "Doktor ne dedi?"

 

"İyiymişim. Kontrole gitmeyi unutmuştum aylardır o yüzden gittim zaten." Gülümsedi.

 

"Akşamı karımla geçirmek istiyorum."

 

"Karın akşam nöbete gidiyor."

 

"Ne zaman değişecek bu nöbet listesi ya?! Ben ne güzel seninle birlikteydik hep. Kim değiştirdi bunu? Kesin abin yapmıştır."

 

"Oof uğraşmayın birbirinizle ya." Güldü. Saçlarıyla oynadım yavaşça. "Sen takımlarını hazırladın mı?"

 

"Çok heyecanlıyım sevgilim."

 

"Sen de çok ruhsuzsun Alp!"

 

"Daha iki hafta var napayım zil takıp oynayayım mı Ömrüm?" güldüm.

 

"Ben acıktım sevgilim. Belki nöbete gitmeden önce karına makarna hazırlamak istersin." Güldü. Diğer elini dizlerimin arkasına yerleştirip beni kucağına alarak ayağa kalktı. Boynumdan öptü.

 

"Karım ister, ben yapmaz mıyım?" mutfağa girip beni yere indirdi. "Geç salonda otur hazır olunca ben seslenirim sana."

 

"Yok yardım edeyim ben de."

 

"Yorulma güzelim."

 

"Bir şey olmaz."

 

"O zaman sen bana bahçeden biraz fesleğen getir. Ben diğerlerini yapayım."

 

"Tamam." Bahçeye çıkı bir kaç yaprak fesleğen kopardım. Yeniden mutfağa gelip fesleğen yapraklarını yıkadıktan sonra Alp'e verdim. Yeniden sandalyeye oturup Alp'i izledim. Makarna hazır olduğunda bir tabağa kattı. Çatal alıp yanıma geldi, tabağı ve çatalı önüme kattı.

 

"Ama sıcak, dikkat et." Başımı salladım. Biraz çatalla karıştırıp buharının gitmesini bekledim. Sonra yavaş yavaş yedim.

 

∞ ∞ ∞

 

"Hadi sevgilim geç kalacağız."

 

"Ya tamam hazırım bekle!" odanın kapısını açıp Alp'e baktım. Neden sıkıştırıp duruyorsun ya hazırım işte!"

 

"Tamam yavrum bir şey söylemedim. Geç kalmayalım diye sadece." Çantamı alıp evden çıktık. Nikah salonuna vardığımızda abimler bahçede fotoğraf çekiliyordu. Beni görünce yanına çağırdı. Beraber fotoğraf çekildikten sonra salona gitmiştik. Nikahları kıyıldıktan sonra rezervasyon yaptırdıkları restorana gittik. Artık Lavin'in ailesi tam anlamıyla kabulleniyordu abimi. Restorana onların da gelmesini istemiştik ama gelmemişlerdi. Biz gençler olarak gitmiştik sadece. Alp lavaboya kalktığında Timur yanıma oturmuştu. Bana yaklaşıp sadece benim duyacağım şekilde konuştu.

 

"Daha kaçmaya devam edecek misin? Niye mesajlarıma cevap vermiyorsun!?" Timur'a bakıp hafif gülümsedim. Bende diğerlerinin duymayacağı şekilde konuşmuştum.

 

"Dün yeniden gittim kontrole."

 

"Ee?"

 

"Ne ee. İşte o şey doğruymuş."

 

"Sen ciddi misin?" Timur gülerek bana sarıldığında hepsi bize bakmıştı.

 

"Acaba yine aranızda ne dönüyor bizden gizli?" Tunç'a bakıp güldüm.

 

"Hiçbir şey."

 

"Tabii güzelim. Biz de inandık şimdi. Bak kuş uçuyor Ömrüm." Güldüm. Alp'in geldiğini gördüğümde Timur'un kulağına yaklaştım.

 

"Alp'in henüz haberi yok. Kimse bilmiyor." Başını salladı katan sonra kalkıp yerine geçti.

 

"Benim dedikodumu mu yapıyorsunuz?" Alp yanıma oturup bana baktı.

 

"Hayır."

 

"Şıracın kim?" Güldüm.

 

"Vallahi ya. Senin hakkında hiç bir şey konuşmadım."

 

"Sen öyle diyorsan öyledir yavrum." Ben hariç hepsi yemeğin yanında alkol içtiği için fazla dikkat çekiyordum. Çünkü özellikle de Alp ve Teoman biliyordu ki en azından şarap içerdim. Yemek bittikten sonra nerdeyse geceye kadar oturmuştuk. Sohbet edip eğlenmiştik.

 

Eve döndüğümüzde yorgun ve halsizdim. Üzerimi değiştirip yatağa uzandım. Alp yanıma gelip yatağın kenarına oturdu.

 

"Neyin var sevgilim?"

 

"Çok yoruldum. Sabahta nöbetten gelince dinlenemedim." Gülümsedi. Saçlarımı okşadı yavaşça.

 

"Bekle üstümü değiştireyim öyle geleyim yanına." Ayağa kalkıp dolaptan eşofman altı çıkarttı. Üzerine sadece onu giyinmişti. Yanıma gelip yatağa uzandı. Alp'e doğru döndüm.

 

"Sen neden sürekli çıplak geziyorsun."

 

"Sen de çok fazla giyiniyorsun. Onu ne yapacağız?" Yanıma yaklaşıp belime sarıldı. "Karımın yanında da istediğim gibi giyinemeyeceksem ben artık ne yapayım." Güldüm. Saçlarımı okşadı. Biraz yaklaşıp hafifçe öptüm sonra geri çekildim. Sırıttı. "Birisiyle evleneceksem bu kesinlikle sen değilsin buna emin olabilirsin." Kaşlarımı çattım başımı geri çekip Alp'e baktım.

 

"Pardon? Kiminle evleneceksin?! Biz evlendik bile çok geç." Kahkaha attı. Geriye uzanıp telefonunu aldı. Bir şeyler açtıktan sonra ekranı bana çevirdi. Telefonu alıp mesajları okudum. Bu bizim ilk tanıştığımız zamanlardaki mesajlaşmalarımızdı. Hafifçe gülümsedim.

 

"Ben sana söylemiştim." Telefonu kapatıp yan tarafa bıraktım.

 

"Ooo sen hep kandırdın beni."

 

"Belli belli. Ben kandırdım zaten." Gülümsedim. Yavaşça yanağını okşadım.

 

"Ne yapayım. Aşık oldum. İnkar etmiyorum en azından." Kolumu içine çekerek boynumdan öptü.

 

"Uyu hadi yavrum."

 

∞ ∞ ∞

 

Bu kaçıncı tuvalete gidişimdi bilmiyordum ama kustukça daha fazla midem bulanıyordu. Hamile olduğumu öğrendiğimde beri ilk mide bulantımdı ama geçmiyordu. Henüz bir şey yiyememiştim bile. Allah'tan Alp evde yoktu. Tören için hazırlanacağından dolayı sabahtan karargaha gitmişti erken saatte. Bende midem bulantım bi geçse gidecektim ama hazırlanırken bile zorlanıyordum. İki gün önce kontrole gitmiştim. İlk ultrason filmini çekmişti. Nokta kadar bir şey görünüyordu sadece.

 

Tören üniformamı giyindikten sonra saçımı tepeden başlayarak ördüm üst kısmı geri kalan saçımı da ensede topuz yapmıştım. Eşyalarımı aldıktan sonra evden çıkıp arabaya bindim. Alp'in arabası bakımdaydı sabah taksiyle gitmişti. Benim arabamı almasını söylemiştim ama bu sefer de ben taksiyle gideceğim için almamıştı. Karargaha vardığımda arabayı park edip içeriye girdim. Çantamı odama bıraktıktan sonra Alp'in odasına gittim. Kapıyı çalıp içeriye girdim. Üzerini düzeltiyordu aynanın karşısında. Arkasını dönmeden aynadan baktı. Beni görünce gülümsedi. Yanına ilerledim.

 

"Gel dön bana, düzelteyim üstünü." Bana döndü. Kravatını düzelttikten sonra yakasını düzelttim. Ceketini alıp üzerine giydirdim. Ceketinin düğmelerini ilikledim. Onu tören kıyafetinde ilk defa görüyordum.

 

"Senin elin değince ayrı güzel oldu." Gülümsedim. Yavaşça yanağını okşadım. Kapı çaldığında elimi yüzünden indirip önüme döndüm. Abim içeriye girdiğinde rahatlamıştım.

 

Bir an gerildiğimi hissettim.

 

"Şuna bak, karargaha gelmiş abisinin yanına gelmiyor."

 

"Hani heyecanlı değilsiniz. Niye geleyim?"

 

"Kocanın yanına neden geldin?"

 

"Kocam olduğu için." Alp gülmüştü. Ama Teoman bakınca başını diğer tarafa çevirmişti.

 

"Paşam hazretleri, acaba hazırsanız tören salonuna geçebilir misiniz?" Bu sefer gülen bendim. Abim sabır çekerek odadan çıkmıştı. Alp'le beraber arkasından çıkıp tören salonuna geçtik. Kendi yerlerimize oturduk.

 

∞ ∞ ∞

 

"AAALP!" Alp mutfaktan koşarak salona gelmişti. Bana bakıyordu tedirgin bir şekilde.

 

"Ne oldu sevgilim?"

 

"Akşam konser varmış gidelim mi?" kapıya yaslanıp gözlerini kapatmıştı. "Zaten 1 aydır gitmiyoruz bir yere, kocamın binbaşı oluşunu hala kutlayamadım."

 

"Gidelim yavrum gidelim." Büyük ihtimalle birden seslendiğim için korkmuştu. Ayağa kalkıp yanına gittim. Kollarımı boynuna doladım.

 

"Gerçekten mi sevgilim? Kimin olduğunu bile sormadın."

 

"Sen istiyorsan kim olduğu önemli değil yavrum."

 

"Alıyorum o zaman bilet."

 

"Al yavrum." Gülümsedim. Yanağından öpüp kollarımı indirdim. Yeniden telefonumu alıp iki tane bilet aldım ön sıradan. Alp yeniden mutfağa gitmişti. Kurabiye yapıyordu. Benim için uğraşmayı çok seviyordu. Hamile olduğumu hala söylememiştim. Mide bulantım çok uzun sürmemişti. Ama kusmasam da ara ara kokulardan midem bulanıyordu. Konser 3 saat sonraydı. Daha önce baktığımda bilet kalmamıştı ama birleri biletini iptal etmiş olmalıydı. Kurabiyeler piştikten sonra evden çıkardık. Üzerimi giyinmek için odaya çıktım. Henüz belirgin bir şekilde kilo almadığım için rahattım fark edilmiyordu. Alp'e söylemek için ne zaman doğru zamandı bilmiyordum. Ama hala Timur'la benim aramdaki en büyük sırdı bu.

 

Koltuğa oturup saçlarımı iki yana ayırdım. İkisini ayrı ayrı örüp toka bağladım uçlarına. Ayağa kalkıp dolaba ilerledim. Eylül bitiyordu ama ben havaya ayak uyduramıyordum. Her gün başka bir mevsim... Mavi İspanyol paça pantolonumu ve beyaz bir bluzu dolaptan çıkarttım. Üzerimi değiştirdikten sonra parfüm sıkacaktım ama kendi parfümümün kokusu da midemi bulandırmıştı. Parfümden vazgeçip yeniden dolaba yöneldim mavi kot ceketimi dolaptan çıkarıp üzerime giyindim. Kapı çaldığında dolabı kapattım.

 

"Gel sevgilim." Kapıyı açıp içeriye girdi.

 

"Ooo ne bu acele? Bensiz mi gideceksin?" Güldüm.

 

"Seni bekletmemek için hazırlandım."

 

"Saat kaçta konser?"

 

"Üç saat kadar var başlamasına ama İstanbul trafiği..."

 

"Tamam, hazırlayayım çıkarız." Burnumun ucundan öptü. O da benim gibi mavi kot pantolonunu ve beyaz tişörtünü giyinmişti. Gülümsedim. Çantamı alıp aşağıya indim.

 

Evden çıkıp konserin olacağı yere gitmiştik. QR kodu okutup salona girdik. 10. Sıradaydı bizim koltuklarımız. Koltuklarınızı bulup oturduk. Salonun nerdeyse tamamı dolmuştu. Şarkı çalmaya başladığında gülümsedim. Emre Aydın'ın konserine getirmiştim. O şarkı dinler miydi bilmiyorum hiç denk gelmemiştim ama ben çok seviyor ve dinliyordum.

 

"Sığmıyor mumlar artık... Doğum günü pastama..." başımı çevirip Alp'e baktım. Beni izliyordu Büyük ihtimalle de hep beni izlemişti. Gülümsedim. Yeni şarkıya geçtiğinde hala Alp'e bakıyordum. Yüzünü ne kadar incelersem inceleyeyim bana yetmiyordu.

 

"Hâlâ sen, her şey biraz hâlâ sen.." yanağımdan öptü.

 

Konserin son şarkısı Eylül olmuştu. Konserden çıktığımızda kendimi aç hissettiğim için sahile gitmiştik ama bir çok yer zaten kapanmıştı.

 

"Sevgilim, eve gidince ben hazırlayayım sana istiyorsan."

 

"Yok uğraşma bu saatte." Bir gece dönercisini gözüme kestirmiştim. "Alp, şurada dönerci var gidelim mi."

 

"Nerde?"

 

"Bak ara sokağın hemen girişinde ilk dükkan."

 

"Olur yavrum." Yolun karşısına geçip dönerciye girdik. İki tane döner söylemişti Alp. Bana eşlik etmek için yiyecekti. Dönerler geldiğinde gülümsedim. Benimkini alıp kağıdını açtım ve bir ısırık aldım. Çok güzeldi. Yavaş yavaş dönerimi yedim ama anca yarısına kadar gelebilmiştim. Kağıdını kapatıp masaya bıraktım.

 

"Doysun mu?"

 

"Evet." O dönerini bitirdikten sonra benimkini paket yaptırmıştı. Hesabı ödeyip dükkandan çıktık. Arabaya binip eve döndük. Eve girdiğimizde Alp bana baktı.

 

"Karım başka bir şey istiyor mu? Yoksa uyuyacak mı?" gülümsedim.

 

"Uyuyalım." Beni kucağına aldı. Kolumu boynuna sardım. Başımı omuzuna yasladım. Odaya çıkıp beni yatağa uzandırdı. Sarılmayı bırakmadığım için direkt yanıma uzanmıştı. Üstümü değiştirecek halim hiç yoktu. Gözlerimi kapatıp uyudum.

 

∞ ∞ ∞

 

 

 

"Sahile gidelim mi?" Bana baktı. İkimizde yorgunduk biliyordum. Ama canım sıkılmıştı. Hatta daha çok kalbim daralıyordu sanki burada kaldıkça.

 

 

 

"Yavrum bu saatte mi?"

 

"Biraz kalır döneriz."

 

"Yavrum gece oldu neredeyse." Omuzlarım düştü.

 

"Tamam." Birkaç saniye bana baktıktan sonra ayağa kalktı.

 

"Hadi kalk hazırlan." Alp'e baktım, gülümsedim. Ben onu seviyordum. Hemde kelimelere dökemeyeceğim kadar çok seviyordum.

 

"Bekle sadece ceket alıp geliyorum." Ayağa kalkıp yukarı kata çıktım. Odaya girip dolabı açtım, siyah ceketimi alıp hızlıca üzerime giyindim. Çekmeceden silahımı alıp belime yerleştirdim. Hızlıca ama koşmadan merdivenleri indim. O garajdan arabayı çıkartmış dışarıda beni bekliyordu. Evden çıkıp kapıyı kilitledim. Dışarıya çıkıp arabaya bindim.

 

Boğaza vardığımızda saat 11 olmuştu. Bu saate rağmen hala kalabalıktı her yer. Bulduğu ilk park yerine arabayı park etti. Arabadan indikten sonra yanıma gelip elimi tuttu. Gözlerimi kapatıp derince bir nefes aldım. Yenide gözlerimi açtım. Son zamanlarda hayatım o kadar hızlı ilerliyordu ki adımlarım buna inat gider gibi yavaştı. Yan yana yürüyen çiftler, gülüşen gençler... Ben hayatımda bunların hepsi için geç kalmıştım değil mi? Kendime hiç bir zaman odaklanmamıştım... Sivil de hayatımı hiç bir zaman yaşamamıştım. Bir kafede oturduk. Alp sadece su istemişti, ben kahve istemiştim. Yanımıza bir kadın yaklaştı.

 

"Abim, yapmaz mısın bu güzeller güzeli ablama bir güzellik? Bak kırmızı güllerim var. Ablama almaz mısın bir tane?" Gülümsedim. Sanki aklı tam yerinde değil gibiydi.

 

"Teşekkürler, ama gerek yok."

 

"Yok yok, bak ben sepetinde papatya görüyorum, onu ver sen bize. Gül sevmez o." Cebinden cüzdanını çıkarıp içinden bir miktar para aldı. Papatyaları aldıktan sonra parayı kadına verdi.

 

"Alp gerek yok."

 

"Ablam takmış diye parmağına yüzüğü almasın mı sana bir çiçek." Gülümsedim.

 

"Solup gidiyor zaten." Alp çiçekleri bana uzattı. Çiçekleri aldım. Beyaz papatyalar... Çok güzel görünüyorlardı aslında.

 

"Boşver sen ablam, yenisini alır. Böyle yakışıklı böyle centilmen erkeği daha nerede bulacaksın?" Güldüm.

 

"Teşekkürler. Kolay gelsin." Gidecekken geri dönmüştü.

 

"Ablam, içimden geldi sana fal bakayım ben."

 

"Yok yok hayır. İnanmam zaten öyle şeylere."

 

"Bak benim fallarım çıkar, hem içimden geldi herkesçiklere bakmam ben öyle."

 

"Kahven bitti zaten çevir bardağını Ömrüm." Şaşkınca Alp'e baktım. Ben inanmam o hiç inanmazdı. Bana söylediği şeye bak. Pes edip son yudumu da aldıktan sonra bardağı çevirdim.

 

"Gel otur abla sende kalma ayakta o zaman."

 

"Yok teşekkürler abicim.

 

Birkaç dakika geçtikten sonra bardağı alıp açtı. Çok genç duruyordu aslında belki benden birkaç yaş küçüktü. Okumamış mıydı acaba? Sokaklarda mıydı hep?

 

"Sen çok yorulmuşsun ablam... Senin kız kardeşin var mı? Bir kız çok ağlayacak, ama sen değilsin. Çok kalabalık burası. Üzülmüş ama buradaki herkes. Var senin kız kardeşin değil mi?"

 

"Yani var sayılır. Öz kardeşim değil ama küçüklüğümden beri beraberiz."

 

"Uzun saçlı birisi." Hafifçe başımı salladım. "Çok ağlıyor o, dikkat edin ona. Çok üzülmüş sanki." Bardağa biraz daha baktı sonra aniden hızlıca nefes aldı. Bardağını masaya bıraktı.

 

"Ne oldu?"

 

"Yok yok hayır ben senin falına bakamam." Az önce Alp'in ona verdiği parayı masaya kattı. "Çiçekler hediyem olsun sana ablam." Kadın hızlıca uzaklaştığında Alp'e baktım.

 

"Ne oldu şimdi Alp."

 

"Boşver deli işte. Baktı öyle uydurdu durdu bir şeyler."

 

"Kalkalım mı?"

 

"Sen nasıl istersen." Alp hesabı ödedikten kafeden kalktık. Bir elimde çiçekleri tutarken diğer elimle Alp'in elini tuttum. Az ileriden gelen sese doğru ilerledik. Sokak sanatçıları şarkı söylüyorlardı. Sesleri de çok güzeldi. Önleri çok kalabalıktı, çoğunluğu gençler oluşturuyordu. Herkesin biraz gerisinde durup bizde şarkıları dinledik. Bir elini belime sardı.

 

"Ah bi de gülünce kafam yanıyor... Öylede güzeldi gözleri.." Başımı kaldırıp Alp'e baktım beni izliyordu. Hafifçe gülümsedim. Eğleniyordu benim yanımdayken, ama gözleri çok yorgun bakıyordu.

 

"Eve dönelim mi?"

 

"Kalabiliriz biraz daha."

 

"Yok gidelim hadi. Yorgundun zaten sen." Arabaya doğru ilerledik. Dönerken aslında ne kadar da fazla gittiğimizi fark ettim. Kafede de oturunca yol bu kadar uzun gelmemişti ilk başta. Arabaya binip yeniden eve döndük.

 

Odama girdiğimde çiçekler başucumdaki masaya bıraktım. Üzerimi değiştirip yatağa uzandım. Alp duş alıp gelmişti yanıma. Yanıma uzandığında başımı göğsüne yasladım. Kolunu omuzuma sardı.

 

∞ ∞ ∞

 

Boynumun gıdıklandığını hissettiğimde hafifçe gözlerimi açtım. Boynumu içime çektim.

 

"Uyanmayı düşünüyor musun sevgilim?" gözlerimi yeniden kapattığımda güldüğünü duydum. "Yavrum karargaha geç kalacağız. Evlendiğimizden beri bir kez tam saatinde gidemedik."

 

"Kocam hayatıma huzur veriyor o yüzden." Onun sesi daha dinçken benimki mırıldanır gibi çıkmıştı. "Kahvaltı yapmadan gideriz bir şey olmaz. On dakika daha uyuyalım."

 

"Yavrum hadi. Bak pijamalarınla götüreceğim seni karargaha."

 

"Pijama yok ki üstümde, kot pantolon var." Güldüğünde yeniden gözlerimi açtım. Bana bakıyordu. Hafifçe başımı kaldırıp üzerime baktım. Pijamaları vardı üstümde. Başımı yeniden yastığa bıraktım. "Ayıp ayıp."

 

"Şuna bak. Sanki elalemin üstünü değiştirdim. Karımın üzerini değiştirdim neyi ayıp. O daracık kıyafetlerin içinde mi uyuyacaktık?"

 

"Sen çok rahatına düşkünsün. Ben alışkınım öyle uyumaya."

 

"Sen küçükken böyle değildin, ne ara pasaklı oldun ya." Doğrulup Alp'e baktım.

 

"Sensin pasaklı." Kahkaha attı. Beni kaldırmak için kızdırmıştı resmen.

 

"Hadi aşağıya iniyorum, kahvaltı hazır." Düşüncesi bile midemi bulandırıyordu.

 

"Sevgiliim. Sen yap kahvaltı ben hazırlanana kadar. Sonra çıkalım."

 

"Yok öyle bir şey sen de kahvaltı yapacaksın."

 

"Alp, canım hiç istemiyor gerçekten. Daha gözümü bile yeni açtım su bile içemem. Sonra orada yemek yerim."

 

"Her gün aynı şeyi yapıyorsun ama. Bak sonra başım dönüyor diyorsun ömrüm. Döner tabii. Aç kalıyorsun yemiyorsun bir şey."

 

"Lütfen." Seslice nefes verdi. Ayağa kalkıp odadan çıktı. Kabul etmişti büyük ihtimalle. Elimi yavaşça karnıma kattım. Tam iki aylık olmuştu. Alp odada bulur diye bütün ultrason resimlerini çantamda taşıyordum. Artık daha belirgindi resimlerde. Ama hala küçücük bir şey olarak görünüyordu. Gülümsedim yavaşça. Ayağa kalkıp banyoya ilerledim. Elimi yüzümü yıkayıp havlu yardımıyla kuruladım. Yeniden odaya dönüp üniformalarımı giyindim. Saçımı ensede sıkı bir topuz yaptım.

 

"ÖMRÜM." Koridora çıkıp merdivenlerden aşağıya baktım. "Yanına sivil kıyafette al. Yemeğe gidelim akşam." Gülümsedim

 

"Oluur nereye?"

 

"Bilmiyorum. Sahile gideriz. Sportif giyinirsin."

 

"Tamam alıyorum." Odaya dönüp dolaba baktım. Siyah kot pantolonumu ve beyaz gömleğimi aldım. Katlayıp sırt çantamın içerisine kattım. Ceketimi de içine kattıktan sonra fermuarını kapattım. Odadan çıkacakken dün aldığım papatyaların solduğunu gördüm. Bu kadar çabuk solmazdı papatyalar. Gelince suya katardım. Kol çantamı da alıp aşağıya indim. Alp beni kapıda bekliyordu. Direkt evden çıkmıştık.

 

Karargahın önünde arabayı park etti. Yol boyunca kendi kendine bir şeyler söyleniyordu ama lafların çoğu banaydı. Geç kalktığım için ama direkt bana söylemiyordu. Sabah trafiği de olduğu için on dakika geç kalmıştık. Yani galiba haklıydı... Arabadan indiğimizde kapıları kilitledi. Bana baktı.

 

"Öğlen işin var mı? Time eğitim yaptırabilir misin?"

 

"Sen neden yaptırmıyorsun?"

 

"Toplantı varmış, ona katılacağım." Güldüm. En nefret ettiği şeydi bunlar.

 

"Yaptırırım. Zaten zorunlu olarak ben de girmeyecek miyim eğitime?" Kimliklerimizi gösterip içeriye geçtik.

 

"Timin haberi var zaten eğitimden. Saat 1 de."

 

"Acaba timin haberi önceden var da benim neden yok?"

 

"Çünkü onlara gece yarısı mesaj attım Ömrüm. Ama sen benim yanımda uyuyordun o sırada o yüzden haberin yok. Uyanık olsan sana da söylerdim zaten. Son anda karar verdim sadece. Geçen sefer silah atışı yaptırmadım diye." Merdivenlerin başında durduk.

 

"Tamam hallederim ben hepsini." Ben odama ilerlediğimde Alp yukarıya kendi odasına çıkmıştı. Kapıyı açıp odama girdim.

 

"Komutanım." Kapıyı kapatacağım sırada gelen sesle durdum. Karşımda durup selam verdi. "Levent Albay sizi odasına çağırıyor."

 

"Tamam geliyorum." Yeniden selam verip gitti. Çantalarımı odama bırakıp kapımı kapatarak odadan çıktım. Üst kata çıkıp Levent albayın odasına ilerledim. Kapıyı çalıp içeriye girdim. Selam verdikten sonra kapıyı yeniden kapatıp karşısında durdum.

 

"Gel yüzbaşım otur." Gösterdiği koltuğa oturdum. "Nasılsın, iyi misin?"

 

"Sağ olun komutanım."

 

"Ne içersin?"

 

"Teşekkürler komutanım bir şey içmeyeyim." Telefonu alıp kendisine bir kahve söylemişti. Telefonu kapattıktan sonra bana baktı.

 

"Yüzbaşım bir görev var. İstihbarat görevi. Bu göreve senin uygun olduğunu düşündüm." Anlatacağı sırada lafını kesmiştim.

 

"Komutanım özür dilerim lafınızı bölüyorum... Ama ben resmi olarak görevlere gidemem... Ben hamileyim komutanım. Yönetmeliğe göre saha görevlerine bir süre ara vermek zorundayım."

 

"Bize bilgi gelmedi Ömrüm."

 

"Biliyorum. Henüz bildirmedim resmi olarak. Eşimin ve ailemin henüz haberi yok. Bildirseydim onlar da duyacaktı. Bu yüzden bildirmedim."

 

"Bunu bildirmek zorundasın biliyorsun değil mi?"

 

"Yarın resmi olarak bildireceğim kuruma komutanım."

 

"Tamam çıkabilirsin." Ayağa kalktım. Yeniden selam verip odadan çıktım. Göreve gitmeyi çok isterdim. Ama ona bir zarar gelebilirdi. Hem de tek başıma gideceğim bir görev. Alp koridorda beni gördüğünde sorgulayan bakışlarla bakıyordu.

 

"Neyin var?"

 

"Bir şey yok. İşim var biraz benim." Aşağı kata inip odama geçtim yeniden. Bütün masa başı ve evrak işleri bundan sonra bana yığılacaktı. Alp yada abim, ben söylemeden öğrenirse diye tedirgin oluyordum ama Levent Albayın beni anlayıp söylemeyeceğini düşünüyordum.

 

∞ ∞ ∞

 

Bütün günü sadece bir çikolatalı kekle geçiştirmiştim. Onu da spor sahasına giderken yemiştim zaten. Spor bittikten sonra açık poligona geçmiştik. Kapalı poligonda barut kokusunun beni rahatsız edeceğini düşünmüştüm. Üstelik tüfekle de atış yaptıracağım için her türlü açık poligona gelecektik zaten. Onlar atış yaparken kenarda oturup onları izledim. Ben atış yapmamıştım. İstememiştim. Onlar da bunu garipsemişti ama belli etmemişlerdi. Spora da yarım yamalak katılmıştım. Barfiks çekmemiştim, mekik, şınav hiç birini yapmamıştım. Yasaktı böyle hareketler şu anda. Bazen kolumu çok yukarıya kaldırdığımda bile sancı giriyordu karnıma zaten.

 

Eğitim bittiğinde bütün malzemeleri yerlerine yerleştirip tüfekleri hangara bırakmışlardı. Yeniden odama döndüm. Bir saatim kalmıştı mesainin bitmesine. Doldurmam gereken evrakların çıktılarını aldım. Hepsini tek tek okuyup dosyaladım. Subaya verip komutanın odasına gönderdim.

 

Zaman hızlı geçmişti. Eşyalarımı toparladıktan sonra üzerimi değiştirdim. Silahı belime yerleştirip ceketimi giyindim en son. Odamdan çıkıp kapımı kilitledim. Karargahın kapısına vardığımda Alp beni bekliyordu. Gülümseyerek yanına gittim.

 

"Çok mu bekledin?"

 

"Şimdi geldim." Hafifçe başımı salladım. Arabaya geçtiğimizde ceplerine bakıyordu.

 

"Telefonumu odada unuttum galiba. Arabada bekle sen geliyorum ben hemen."

 

"Tamam." Arabaya binip kapımı kapattım. Sırt çantamı arka koltuğa attım dönmeden. Alp sürekli şikayet ediyordu arabayı dağıtmam konusunda ama öyle bir şey yapmıyordum ben. O gelene kadar radyoyu açmıştım. Bir kaç kanal değiştirdikten sonra sevdiğim şarkılardan birine denk gelince kanal değiştirmeyi bırakmıştım. Şarkının sonu gelmişti ama. Kendi kendime kısık sesle bir kaç cümlesini mırıldandım.

 

"Bir hüzün şehri ayırdı bizi... Ve bu son olmayacak... Her aşk ölümü tadacak..." gülümsedim hafifçe. Şarkı bitti. Yenisi başladı. Eylül. Bu sıralar çok fazla karşıma çıkıyordu bu şarkı. Radyonun sesini yükselttim biraz daha. Eylül'ün son günündeydik...

 

Bir silah sesi yankılandı sonra kulaklarımda. Ön cam patladığında kollarımı yüzüme siper etmiştim bir refleksle. Sonra bir silah sesi daha... Nefesimin kesildiğini hissettim. Kollarım kucağıma düştü. Karargahtan çıkan askerler ateş edip kaçan kişinin arkasından ateş ediyorlardı. Koşarak Alp'in çıktığını gördüm kapıdan. Bir bana bakmıştı bir de kaçan adama. Silahını çıkartıp iki kez ateş ettiğini gördüm. Bir şeyler söylüyordu ama buradan onu duyamıyordum. Koşarak arabaya geldi. Kapımı açıp bana baktı.

 

"Ömrüm, sevgilim. Bana bak. Kapatmıyorsun gözlerini hastaneye gidiyoruz şimdi ambulans geliyor tamam mı yavrum." Ceketimi açıp üzerime baktı. Başımı yere eğdiğimde bembeyaz olan kıyafetimin kanla kaplandığını gördüm. Üstündeki tişörtü çıkartıp sol göğsüne bastırdı. Canım yanmıştı ama uyuşmaya başlıyordu. Hissettiğim acı gittikçe azalıyordu. Bir eliyle çenemden tuttu başımı kaldırdı. Gözümden bir damla yaş dökülmüştü. Bir sürü askerler çıkıyordu karargahtan, bize bakıyorlardı. Abim arabanın yanına gelip diğer taraftan kapıyı açmıştı. Elimi güçlükle karnıma götürdüm.

 

"Alp." Nefesim ciğerlerime batıyordu.

 

"Zorlama kendini yavrum. Sadece gözlerini açık tut ve yavaş nefesler al tamam mı?"

 

"Ömrüm, güzelim bak geliyor ambulans, yolda. Dayan tamam mı geliyor ambulans." Zorlukla içime bir nefes daha çektim. Ellerime bulaşan kanı hissediyordum.

 

"Alp... B-ben..." laflarımı tamamlayamamıştım bile. Son duyduğum ses ambulansın siren sesleri olmuştu.

 

~ ~ ~

 

Teoman'la birlikte ambulansı takip etmiştik. Konuşmamıştık. Konuşamamıştık. Varır varmaz ameliyata alınmıştı. Teoman kan vermeye gitmişti hemen. Sekreterliğe gittim. Çantası bendeydi. Çantanın içini açıp kimliğini aradım. Cüzdanını çıkarttığım sırada yere bir kaç kağıt düşmüştü. Cüzdandan kimliği bulup sekretere verdim. Yere eğilip yere düşen kağıtları aldım. Ultrason resimleri... Sekreterin sorduğu soruları cevapladıktan sonra kimliği alıp cüzdanla birlikte çantanın içine atmıştım umursamadan. Ameliyathanenin önüne gidip duvara yaslanarak yere çöktüm. Resimlerin arkasında yazılar yazıyordu. Geçen haftanın tarihiydi bu.

 

'Bugün tam 7 haftalık oldun bir tanem. Ama babanın henüz haberi yok. Ona haftaya sürpriz yapacağım. Ne tepki verecek bilmiyorum çok heyecanlıyım annecim.'

 

Beynimden vurulmuş gibi hissediyordum. Ömrüm... Hamileydi... Ben bunu bilmiyordum ve anlamamıştım. 2 ay... Koskoca 2 ayda ben bunu nasıl anlamamıştım.

 

"Ameliyatta mı Ömrüm, Teoman nerede?" Başımı hafifçe kaldırıp Timur'a baktım. Elimdeki resimleri gördüğünde bir anlığına susmuştu.

 

"Biliyor muydun Timur?" cevap vermemişti. Biliyordu. Yüzünden anlaşılıyordu.

 

"Ömrüm sürpriz yapmak istiyordu sana. Kimseye söylememişti, benim söylememe de izin vermemişti."

 

"Kan vermeye gitti." Başımı duvara yaslayıp gözlerimi kapattım. Nefesim gitmişti...

 

"Ameliyatta mı hala? Ne oldu, nerde Ömrüm." Tunç'tu gelen sesinden tanımıştım.

 

"Ameliyatta."

 

"Ne oldu Timur! Ömrüm neden ameliyatta!"

 

"Vurulmuş." Sessizlik. Kulaklarımda yankılandı... Vurulmuş... Gerçekleri anca algılayabilmiştim.

 

"Çocuk kalk." Yanıma gelip omuzuma dokunan kişi Teoman'dı. Belimdeki silahı aldı. Umursamamıştım.

 

"Kalbinizi kırmak istemiyorum. Bana dokunmayın." Başımı kaldırıp bakmamıştım bile.

 

"Elindekiler ne senin?" Elimden almaya yeltendiğinde avucumun içine saklayıp vermemiştim.

 

"Alp kendine gel! Bu şekilde mi bekleyeceksin Ömrüm'ü!" kapı açıldı.

 

"Ömrüm Keskin'in yakınları." Başımı kaldırıp doktora baktım. Hızlıca ayağa kalkıp doktorun yanına gittim. "Maalesef kurtaramadık. Buraya geldiğinde çok kan kaybetmişti. Kurşun kalbin çok yakınındaydı. Bilinci kapalı, nabzı düşüktü. Tüm müdahalelere rağmen sonuç vermedi. Başınız sağ olsun." Doktor gittiğinde olduğum yere çakılmıştım. Bir şeyler söylüyorlardı ama hiç birisini duymuyordum. Hemşireler sedyeyle birlikte dışarı çıkarttıklarında üzerinde beyaz örtü örtülüydü. Sedyeyi tuttuğumda hemşireler durmuştu. Örtüyü çok yavaşça boynuna kadar açtım. Kıvırcık saçlarının uçları kana bulanmıştı. Beyaz teni artık daha da soluktu. Yanağında göz yaşının izleri duruyordu. Son kez saçlarını okşadım. Son kez... Ne kadar acımasız bir laftı. Bir daha tekrarı olmayacaktı. Elini karnına kattım hafifçe. Hiç bir şey hissetmiyordum.

 

"Affet beni... Anlamadım affet... Sizi kurtaramadı affet beni sevgilim. Aç gözlerini... Ömrüm aç gözlerini. Sen benim nefesimsin aç gözlerini lütfen... Lütfen..." Bana sarılan kollar onun kolları değildi. Eğilip son kez saçlarından öptüm. Yavaşça kokusunu içime çektim... Son kez... Son kez yapmıştım her şeyi.

 

"Yapamam ben sensiz. Ben sensiz yaşayamam aç gözlerini Ömrüm. Aç gözlerini sevgilim..." Onu bir daha öpemeyecektim. Saçlarını bir daha okşayamayacaktım... Kokusunu bir daha içine çekemeyecektim. Son kez yaptım hepsini. Hemşireler yüzün örtüp sedyeyi götürmüşlerdi.

 

∞ ∞ ∞

 

Bu kadar mıydı bizim hikayemiz? Nokta burada mı konmuştu? Daha yeni kavuşmuştuk oysaki. Yıllara meydan okumamız boşuna mıydı? Sahi onca geçen zaman, verdiğimiz onca savaş şimdi neye yaramıştı... Ben haftalardır heyecanla beklediğim bebeğimin cinsiyetini bile öğrenememiştim. Kocama hamile olduğumu söyleyememiştim bile... Oysa ki hafta sonunun gelmesi için günleri sayıyordum. Kız mı olacaktı? Yoksa oğlan mı? Her ikisine de Bilge ismi yakışır mıydı acaba? Oğlan olsaydı eğer Alp onu da çok severdi biliyordum. Her ne kadar istemem deseydi de o oğluna da kızına da aşık bir adam olurdu. Kıskanırdım ben de onu çocuğunu benden daha mı çok seviyorsun, derdim. Gülerdi. Sonra yanıma gelir sarılırdı bana. Küçücük çocuktan mı kıskandın beni, derdi. Sonra da gönlümü almaya çalışırdı. Peki şimdi ne olacaktı? Geride kalan ailem ne yapacaktı? Artık bunları benim düşünmeme gerek kalmamış mıydı yoksa? Benim için nokta konmuştu değil mi defterin son satırına?

 

.

 

~ ~ ~

 

"Alp.." Bir daha kimsenin ağzından adımı duymak istemiyordum. İsmimi duyduğum son kişinin o olmasını istiyordum. Ben artık her şey için geç kalmıştım... Geri dönüşü yoktu. Kollarımda ölmüştü ve ben hiç bir şey yapamamıştım. Ameliyathaneden çıkan son kişi elinde tuttuğu siyah torbayı bana vermişti. Bu kadar mıydı her şey? Bütün bir ömür bu poşetin içine mi sığmıştı şimdi?

 

"Alp iyi misin?" Alp Alp Alp... Her kafadan çıkan sesler. İyi misin?... Ne kadar boş bir cümleydi... Bana sarılan kişinin yavaşça kollarını tutup indirdim. Mihra'ydı... O da ağlıyordu.

 

Geriye döndüğümde herkes buradaydı. Yavaş adımlarla koridordan ayrılıp merdivenlere yöneldim. Yukarı kata çıkıp hastane bahçesine çıktım. Boş bulduğum ilk köşede yere çöküp oturdum. Bir elimde poşet bir elimde resimlerle bir başıma kalmıştım yine. Mert yanımda diz çöktüğünde ne ona bakmıştım ne de bir şey söylemiştim. İçimdeki fırtınayı dindiremiyordu çünkü... Nefes alamıyordum... Poşeti yavaşça açıp gömleğini çıkarttım içinden. Yırtılmıştı... Bembeyaz gömlek artık kıpkırmızıydı... Kırmızı sana hiç yakışmıyor artık...

 

Hastanenin bahçesinde duran silahlı adamlar da artık hiç bir şey yapamazdı. Kimse ölüyü diriltemeyecekti çünkü... Kimse onu yeniden bana veremeyecekti. Gömleği poşetin içine katıp ayağa kalktım.

 

"Nereye gidiyorsun?!"

 

"İşim var." Elimi belime attığımda silah yoktu. Almıştı benden...

 

"Saçmalama nereye gidiyorsun Alp. Hiç bir yere gidemezsin." Çıkış kapısına ilerleyip duran taksilerden birine bindim. Yola çıktı. Poşetin içinde Ömrüm'ün silahı vardı. Onu alıp belime yerleştirdim. Karargaha vardığımızda taksinin ücretini ödeyip indim. Fotoğrafları cebime yerleştirdim. Araba burada duruyordu. Kaldırılmamıştı... Ona ihtiyacım yoktu artık. Karargaha girdim. Adam yaralıydı ve almışlardı buradaydı. Hücreye indim. Subaylar beni gördüğünde bir araya gelip önümü kestiler.

 

"Komutanım kesin emir var, hücreye giremezsiniz."

 

"Çekil."

 

"Komutanım Levent albay talimat verdi asla girmeyecek dedi." Adamları kenara ittirerek ilerledim. Subayın elindeki anahtarları aldım. Poşeti yere bırakıp kapıyı açtım. Adam bağlı bir şekilde sandalyede oturuyordu. Silahı belimden çıkarıp kurdum. Namlunun ucunu kafasına yasladım.

 

"Alp yapma!"

 

"Komutanım!"

 

"ALP!" Hiç düşünmeden kafasına sıktım. Silahı başından indirmemiştim. Levent Albay yanıma gelip kolumu tuttu, elimdeki silahı aldı.

 

"Yukarıya çok çocuk." Silahı subaylardan birisine vermişti. Kolumdan tutarak beni dışarıya çıkardığında yerdeki poşeti aldım. Kolumu bırakmadan odasına çıkarmıştı beni. Herkes koridora çıkıp bana bakıyordu... Ama hiç birisi umurumda değildi. Odaya girdiğimizde beni koltuğa ittirdi. Bir şeyler konuşuyordu ama duymuyordum... Anlayamıyordum.

 

"ALP!" Başımı yavaşça çevirip yüzüne baktım. "AÇIĞA ALINDIN!GİT BİRAZ KAFANI TOPARLA!" bir kaç saniye yüzüne baktıktan sonra ayağa kalkıp odadan çıktım. Karargahtan çıktığımda arabanın yanına gittim. Yere çöküp arabanın yanına oturdum. Kulağımda sesi yankılanıyordu. Timden birkaç kişi yanıma gelmişti ama bakmamıştım onlara. Ben sadece Ömrüm'ü değil çocuğumu da kaybetmiştim... Bu seferki yük omuzlarıma ağır gelmişti.

 

~ ~ ~

 

Eve sadece Ömrüm'ün arabasını almak için gitmiştim. Bütün odalarda sesi yankılanıyordu. Sadece onun yanına yakışmak için üzerimi değiştirmiştim. Hiç kimsenin telefonlarını açmamıştım. Ateş bütün gece nöbet tutmuştu başımda. Tören istememiştim. Askeri tören yapılmayacaktı. Sadece cenaze namazını kılmıştık. Dua okunurken gözüm Açelya'ya çarptı. Gözleri şişmiş, kan çanağına dönmüştü. Açelya... Çok ağlayacak... O falcı bu yüzden mi çekip gitmişti... gerçekten bilmiş miydi yoksa?.. Abilerinin de pek farkı yoktu. Ben ne durumdaydım bilmiyordum... Ama fizikken nasıl göründüğüm umurumda değildi. Ruhumu almışlardı benden. Nefesimi almışlardı.

 

Annesinin yanına gömülecekti. Tabut kazılan mezarlığa yerleştirildi. Biraz ilerleyip küreklerden birini alarak toprak atmaya başladım. Her kürekte nefesim daha da daralıyordu. Ateş yanıma gelip omuzuma dokundu. Küreği benden aldı. Mezar kapandığında yanlarına tahtaları yerleştirildi. Dizlerimin üstüne çöküp yere oturdum. Askeri üniformalı hiç kimse yoktu. Ama herkes askerdi gelenlerin. Ne tören yapılmasını istemiştik ne de resmi birini. Gelen sivil gelmişti. O sevmezdi şatafatı. Sadeliği severdi... Gelenlerin çoğu gitmeye başlamıştı. Biz bize kalmıştık sadece. Cebimden Ömrüm'ün yüzüklerini ve ultrason resimlerini çıkarttım. Elimle toprağı biraz açıp resimleri ve yüzükleri de toprağa gömdüm... Yeniden ayağa kalktığımda Açelya'nın yanına gittim. Diğer cebimdeki yüzüğü çıkarttım. Annesinin hatırasını. Açelyanın elini tutup yüzüğü yavaşça eline kattım.

 

"Ömrüm, bu yüzüğün hep sende kalmasını isterdi. Verdiğinde de istemeyerek kabul etmemişti zaten... Bu sende kalsın olur mu abla?.." Dünden beri ilk defa birisiyle konuşmuştum. Yeniden ağladığında bana sarıldı. Yavaşça sarıldım.

 

🍂 🍂 🍂

 

"Bize neden söylemedin Timur?"

 

"Sürpriz yapmak istemişti hepinize... Hafta sonu söyleyecekti.." Ölmüş olmasını hiç birimiz kabullenemiyorduk... Bir saat önce yan yanaydık, bir saat sonra yoktu...

 

"Abi neden Ömrüm? Kim bu adamlar abi!" yanağımın içini ısırdım öğrenmiştim aslında her şeyi ama onlara söyleyemezdim. Son gittiği görevde yaraladığı adamın oğluymuş intikam almak için yapmıştı. Benim yüzümden mi ölmüştü aslında kardeşim? O dosyayı ona ben vermiştim... Gitmesini hiç istememiştim dosyayı verdiğim ilk andan beri...

 

"Bilmiyoruz, daha bulamadılar... Alp yalnız kalmasın bu evde kalsın. İyi görünmüyor." Başını salladı. Ayağa kalkıp cam kapıdan bahçeye baktım. Koltukta oturmuştu, Umay dizinde oturuyordu. Dinlemiyordu ama Umay yine de bir şeyler anlatmaktan vazgeçmemişti. Henüz hiç bir şeyden haberi yoktu. Yukarıya çıkıp yavaşça yatak odasına girdim. Kapıyı kapatıp Açelya'nın yanına gittim. Yatağın yanına oturup saçlarını okşadım. Gözlerini sildi.

 

"Ağlamadan nasıl duruyorsun?" sesi kısılmıştı ağlamaktan. Cevap vermemiştim. Doğrulup kollarını boynuma sardı. Beline sarıldım. Hala ağlıyordu o. Gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım.

 

"Benim canımdan bir parça aldılar sanki... Onu o halde gördüğümde yüreğimden bir parça kopardıklarını hissettim... Mutlu olamadı... Ben ne kadar çabalarsam çabalayayım ona yetemedim biliyordum.. Evlendiğinde anca mutlu olmuştu. Gördüm... Ama çok geldi bu dünyaya onun mutlu olması... Biraz da onun yüzü gülsün diyemedi bu dünya ona..."

 

🍂 🍂 🍂

 

Herkes bu evdeydi ama sanki bomboşmuş gibi sessizdi. Umay'ın koşuşturmaları dışında kimse ses çıkarmıyordu. Kimse ağzını açıp konuşmuyordu. Konuşmak istemiyordu çünkü kimse...

 

Kapı çaldı... Sessizliğin içinde kulakları sağır edercesine bir ses geldi. Kimse yeltenmeyince ayağa kalkıp kapıyı açtım. Hiç tanımadığım bir adam.

 

"Teoman komutanım." O beni tanıyor muydu? Belki ben de tanıyorumdur hatırlamıyorumdur.

 

"Benim?"

 

"Yüzbaşı Bulut Derin. Başsağlığı için geldim. Rahatsız ettiğim için özür dilerim."

 

"İçeriye gel."

 

"Yok... Kimsenin hali yoktur misafir ağırlamaya bilirim. Kapıdan konuşup gideceğim sadece."

 

"Siz nereden tanışıyorsunuz?"

 

"Ben Kızıl timin komutanıyım. Ankara da görev yapıyorum. Ömrüm Yüzbaşı ile beraber birkaç ay önce bir görev yapmıştık. Ben akademiden de tanıyordum kendisini, bir alt sınıfımdı... Tesadüfen bugün İstanbul'dayım. Ömrüm Yüzbaşı benim hayatımı kurtardı. Ona teşekkür etmek istemiştim buradayken ama şehit olduğunu öğrendim." Herkesin hayatında çiçekler mi açtırdın be kızım... Herkesin hayatına mı dokundun güzel kalbinle.

 

"Teşekkür ederiz, dostlar sağ olsun..."

 

"Ben daha fazla rahatsızlık vermeyeyim." Gittiğinde kapıyı kapattım. Salona giderken bahçede müzik sesi duyunca mutfağa ilerleyip bahçe kapısından baktım. Alp şarkı açmıştı.

 

Zaman yoktu örneğin, saçlarında

 

Beni sevmiştin hatta

 

Eylül geldi sonra, bir anda

 

Sensiz oldum, siyah oldum

 

~ ~ ~

 

Yedi gün geçmişti. Nefes almadan yaşadığım yedi gün. Özlemiştim. Özlüyordum. Yavaşça yere çöküp başımı mezarına yasladım. Gün daha yeni ağrıyordu. Geceden beri kazdığım çukur anca bitmişti. Kimseye yük olmadan gidecektim bu dünyadan.

 

"Sensiz geçen her gün, eksik bir cümlenin noktasız bitişi gibi... Hiçbir şey tamamlanmıyor, hiçbir şey anlam kazanmıyor sensiz. İnsanlar gelip geçiyor, saatler ilerliyor... Dünya dönmeye devam ediyor ama ben hep aynı yerde, o günün içinde sıkışıp kaldım Ömrüm. Sabahları uyanmak bir işkenceye dönüştü, çünkü gözlerimi açar açmaz seni kaybettiğimi bir kez daha hatırlıyorum. Geceleri uyumaksa bir savaş, çünkü gözlerimi kapattığımda bile hayalinle yan yana olamıyorum. Sesini unutmak istemiyorum ama her geçen gün biraz daha siliniyor yankısı sevgilim. Ellerinin sıcaklığını hatırlamak istiyorum ama tenimde bıraktığın izler bile soğuyor artık.

 

Belki de yanına gelmek, tek çarem. İnsan en çok sevdiğinin olduğu yere ait olur, değil mi sevgilim? Burada nefes almak bile sensizliğin bir cezası bana Ömrüm. Dinmiyor acım. Eğer ötesinde sen varsan, eğer bu bekleyişin sonu senin gözlerine açılacaksa, gitmekten korkmuyorum sevgilim. Çünkü asıl korkunç olan, senin olmadığın bu dünyada, her gün biraz daha eksilerek yaşamaya devam etmek... Sen nasıl yandın Ömrüm. Ben birkaç gün dayanamadım, sen bu acıya nasıl dayandın aylarca! Affet beni, sana çektirdiğim bütün acılar için affet beni sevgilim." Gözlerimi kapattım. "Yanına geliyorum sevgilim... Benim nefesimi aldıkları, ciğerimi söktükleri bu Dünya'ya ben daha fazla sensiz katlanamam çünkü." Başımı kaldırdım. Cebimden telefonu çıkartıp onun sevdiği şarkıyı açtım. Eylül. Son dinlediğin şey buydu değil mi Ömrüm? Son bahar geldi hava ne güzel diyordun sevgilim... Telefonu mezarın üzerine bıraktım. Belimden çıkarttığım silahın içinde tek kurşun vardı... Beni nefesime ulaştıracak tek kurşun... Namluyu başıma yaslayıp gözlerimi kapattım.

 

"Allah seni sevmeyi nasip etti ama... Seni nasip etmedi be Ömrüm..."

 

"Alp! ALP DUR ALP! YAPMA AAALP!" duyduğum son sözlerdi kendi ismim, bir saniye bile düşünmemiştim...

 

🍂 🍂 🍂

 

Emniyet şeritlerinin altından geçerek alana girdim. Ben iki kardeşimi de aynı hafta kaybettim. Gitme dedim sana yanıma kal dedim. Bir yere gidiyorsan bana haber ver dedim. Ne ara çıkıp geldin sen buraya çocuk!?

 

"Kafasına silahla sıkmış. Silahın içinde tek mermi varmış şarjör boştu. Geldiğimizde çoktan ölmüştü." Polise baktım. Çok mu basit cümlelerdi bunlar. Ben düşmanım için bile kullanamıyorum çünkü.

 

"Ben evden çıktığını çok geç fark ettim abi. Arabasını göremediğimde buraya geldiğini düşündüm. Vardığımda çok geç kalmıştım." Ateş'e baktım. Hafifçe omuzuna vurdum.

 

"Rapor al, biraz dinlen. Bu olanlar çok fazla senin için... Hepimiz için."

 

🍂 🍂 🍂

 

Aynı yerde aynı hafta aynı insanlar. Birisi eksik. Sanki zaman kendini yinelemiş gibiydi. Biliyordum sonunun böyle olacağını. Aklına katmıştı bir kere, gözlerinin içinde gördüm ben onun. Yanımda kalırsa vazgeçiririm diye düşünmüştüm. Ne yaparsam yapayım olmadı. Cebinden çıkan kağıdı hala okuyamamıştım. Vakit bulamadığımdan değil, güç bulamadığından okuyamamıştım.

 

Ona da askeri tören yapılmamıştı. Açelya'nın azalan ağlama ve sinir krizleri geri başlamıştı Alp'i duyduğundan beri. Umay'ı Lavin'in kardeşi almıştı birkaç günlüğüne. Çünkü evde kalabileceği bir ortam kalmamıştı. İkisi de kardeşi gibiydi Açelya'nın. Mert'le Mihra' bir yanda Tunç ve Timur bir yanda... Bu son bahar gününde yağmur hiç olmadığı kadar sert yağıyordu. Hiç kimse yerinden bir adım kımıldamamıştı bile. Katlanmış kağıdı cebimden çıkarttım. Şemsiyenin altında yavaşça açtım.

 

'Bu Dünya'ya kimseye yük olmadan veda ediyorum. Bencilce davrandım biliyorum. Ama hayatta bana bencilce davrandı. Elimden gelenin fazlasını yaptım ama olmadı. Benim nefesimi aldılar, ciğerimi söktüler. Söz vermiştim sözümü tutamadım. Benim yanımda bir daha ağlamayacak bir daha canı yanmayacak dedim sözümü tutamadım. Affedin beni. Hiç kimseye veda edemeden gidiyorum. Hakkınızı helal edin..."

 

Bizim hikayemiz bu satırlarda son bulmuştu.

 

 

 

 

 

                                                                   SON

 

Belki de bazen engeller iyiliğin içindir bilemezsin. Herkesin engeline rağmen beraber olmak için çabalayan iki kişi... Evet başardılar, beraber oldular. Fakat bu çokta uzun sürmemişti. İkisi de birbirlerinin sonlarını getirmişlerdi... Bu h

ikaye üç hayata mâl olmuştu....

 

Bölüm : 24.07.2025 22:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...