
Mete ve Ulaç askerimizin ellerini çözüp beraber ayağa kaldırdılar. Tam o sırada her bir yandan kulakları çınlatan bir patlama sesi duyulmuştu. Herkes bir anda yere eğildi.
Silahımı boynuma bırakıp ellerimle kulaklarıma bastırdım. Yere eğildim çünkü dengemi sağlayamıyordum. Ne olduğunu anlamak için etrafa bakıyordum ancak bu yalnızca ses bombasıydı. Ya nerden geliyordu? Etrafta hiç birşey yoktu çünkü. Bir anda Mete ve Ulaç'ın taşıdığı asker ayağa kalktı. Elimi tabancama götürdüm. Gerçekten asker miydi? Neden dikkatli incelememiştim. O ayağa kalktıktan sonra sandalyeye tutundum ve bende ayağa kalktım bir kaç adım kapıya doğru ilerledi ve sonra içeriye döndü. Bir anda içerideki ışıklar yandı ve her taraf aydınlandı. Bu Hakan Binbaşı'ydı. Bize gösterilen kişi bu değildi. Ömrüm! Ne kadar dikkatsizsin! Yüzünü bile incelemedin sandalyede otururken!
Hakan Binbaşı hepimize bakıyordu. Herkes ses bombasının etkisi geçtikçe ayağa kalkıyordu.
"Geçmiş olsun arkadaşlar" dedi. Hala anlayamıyordum. "Dışarıdaki arkadaşlarınızı da toplayın herkes 3 dakika içinde araçların yanında olucak hemen!" Sözleri bittikten sonra dışarıya çıktım. Ardından içeride olan herkes dışarıya çıktı ve dışarıdakilere seslendim.
Hepimiz araçların önünde tek sıra halinde dizilmiş Hakan Binbaşı'ya bakıyorduk. Tam o sırada anladım ki bu bir görev değil sınavdı. Ve bu sınavda çok büyük hatalarım olmuştu. En başta da sandalyedeki kişinin doğru kişi olup olmadığını kontrol etmemekti! Hakan Binbaşı kulağından küçük kulaklıkları çıkarttı ve cebine kattı. Demek bu yüzden sesten etkilenmemişti.
"Hepinizi tebrik ederim arkadaşlar. Helikopter değil araçlarla gelmenize rağmen hızlı geldiniz. Ancak bir sorun var ki çoğunuz dikkatsiz davrandı bu görevde!" Bana baktı birkaç saniye sonra önüne döndü ve hepimize baktı. "Benim söyleyecek bir şeyim yok, komutanlarınız kameralardan herşeyi izlediler. Ben sadece raporumu yazacağım gerisi onlarda. Araçlara binebilirsiniz!"
Hep bir ağızdan "Emredersiniz komutanım" demiştik. Biz araçlara binerken o da kendi aracına biniyordu. Ve ben o aracın burada olduğunu bile fark etmemiştim. Başımı koltuğa vurdum. Gerçek bir görev olsa çok kaybımız olabilirdi! Ne kadar dikkatsiz davrandığımın farkında bile değilim!
∞ ∞ ∞
Karargaha vardığımızda herkes hangara giderken beni Teoman abim karşılamıştı. Ben bana kızacağını düşünürken o yanıma geldi bana sarıldı ve saçlarımdan öptü. Gülümsedim abime baktım sıkıca sarıldım ve yanağından öptüm. Başıyla hangarı işaret etti.
"Tamam" dedim ve başımı salladım. Toplantı yapacaktı. Hangara gittim. Daha sonra o da arkamdan geldi. Kendine verilen kayıtları tabletten açıp bize hatalarımızı izletiyor ve anlatıyordu.
Toplantı bittikten sonra herkes dağılırken ben giyinme odasına gittim ve üstümü değiştirdim. Biraz antreman yapacaktım. Sporda kullandığımız kıyafetleri giyindikten sonra eğitim sahasına gittim. Önce koşuyla başlayarak daha sonra tırmanma ve barfixle devam ederek iki saat antreman yaptım. Çok fazla terlemiştim fakat ceketim odadaydı yanıma almamıştım. Son antrenmanlarımı yaptıktan sonra eğitim sahasının başına gittim ve oradaki su mataramı alıp su içtim. Ben su içerken arkamdan biri geliyordu ancak kimdi bilmiyorum ayak seslerini duyuyordum sadece. Mantarını indirdikten sonra omuzlarına bir mont bırakıldı. Arkamı döndüğümde O vardı. Kaşlarımı çattım.
"Antreman yapıyorsun saatlerdir. Terlemişsindir hava soğuk." dedi. Pardon da ona ne? Gitsin sevgilisiyle ilgilensin! Beni neden izliyordu. Montu omuzlarımdan çıkardım O'nun eline tutuşturdum.
"Gerek yok gidiyorum zaten. Ayrıca beni izlemeyi kes artık! Git sevgilinle ilgilen! Benimle değil!" Mataramı kapatıp hızlıca binaya doğru ilerledim ve içeriye girdim giyinme odasına girdiğimde kimse yoktu kapıyı kapattım ve kapıya yaslandım seslice nefes verdim. Uzak dursun benden yakınımda istemiyordum!
Üstümü değiştirdikten sonra abimle beraber çıktık ve eve gittik.
~ ~ ~
Ömrüm gittikten sonra elimi yumruk yapmıştım! Ah Mihra ah. Yaktım seni, bak neler olacak Mihra!
Hava çoktan kararmıştı. Karargahtan çıktım ve evime gittim. Mihra bende kalıyordu bi kaç gündür çünkü aslında Mert'i görmek istemiyordu. Eve girdim ve salona doğru gittim.
"MİHRA! MİHRA NERDESİN MİHRA!"
Mutfak kapısından gelen sesle o tarafa doğru gittim.
"Ne bağırıyorsun akşam akşam ya?!"
Mutfak kapısına gittim ve Mihra'ya baktım. "Senin yüzünden Ömrüm seni sevgilim sanıyor Mihra! İki kelime birşey konuşuyorduk artık onu da konuşmuyoruz!" Bana baktı ve güldü.
"Yani?"
"Ne yani?! Kızım delirtme beni! Senin yüzünden konuşmuyor artık benimle!"
"Konuşur. Sadece biraz zaman geçmesini bekle."
"Neden böyle birşey yaptın Mihra! Üstelik Mert'te yanımızdayken?!"
Omuzlarını silkti o günden beri Mert'i umursamıyordu. "Ne önemi var Mert'in, Alp! Beni umursuyor mu o?! Hayır! Ben neden onu umursayayım o zaman?! Hayatımın her anında neden aklımda olsun o zaman?!"
Seslice nefes verdim ben ona kızmaya gelmiştim ama ne yaptı ne etti yine kızmamı engelledi. Mert konusunu hiç açmamalıydım. Kırıldığını biliyordum onu kendime çektim ve sarıldım.
"Ne yemek hazırladım? Ben çok açım."
Cevap vermedi bana da sarılmadı ben sarıldım sadece ona. Bir süre sonra o sarılmayınca bende bıraktım. Mutfağa geri girdi.
İşsizdi ama ben bunu umursamıyorum genelde benim maaşımı beraber harcıyorduk. Mert'ten hiç bir zaman yardım istemezdi maddi durumda. Başı sıkışınca yalnızca benim yanıma gelirdi. Kirada oturuyordu bu ay kirayı ödeyemedi destek olmak istedim onu da kabul etmedi. Ev sahibi evden kovdu. Mert bunu hala bilmiyor mesela. Hala o evde yaşıyor sanıyor Mihra'yı. Ah Mert ah!
Mihra'yı sokakta bırakıcak halim yoktu. Ben bu evi uyumadan uyumaya kullanıyordum. Elbette ki gelip evimde kalabilirdi ki ben ona zaten çoktan bir oda hazırlamıştım daha bu evi ilk aldığım gün gelip bu evde kalabileceğini söylemiştim o istememişti. Yinede geldi. Bunu asla ona söyleyip onu incitecek değildim. Üstelik burda olmasından rahatsız olsaydım evime almazdım zaten ama o benim kardeşimdi tabiki de onu koruyup kollayacaktım.
Mihra grafik tasarımı okumuştu. 4 yıl boyunca devlet yurdunda kaldı 1 yıldır da kirada oturuyordu ama işte artık burda.
Odama çıktım duş aldım ve üstümü değiştirdim. Çok güzel yemekler hazırlamış olmalıydı çünkü kokuları çok güzeldi. Kafasını dağıtmak için sürekli mutfağa girer kendince birşeyler yapardı. Eğer tadı güzel olmuşsa bana bir parça ayırır gerisini çevredeki komşulara dağıtırdı. Bu huyunu çok seviyordum işte. Fakat güzel olmamışsa 'kendince çünkü bence hepsi çok güzeldi' bana yedirdi hepsini ve bende memnuniyetle hepsini yerdim.
Aşağıya indim ve mutfağa gittim. Ada tezgahın altındaki sandalyeyi çektim ve oturdum Mihra'yı izliyordum. Yemekleri özenle tabaklara diziyordu. Yemek yaparken çok fazla yapmazdı yalnızca üç kişilik yapardı çünkü bilirdiki ben ikinci tabağı da yerdim çoğu zaman. O anda yemesem bile gece yarısı uyanır illa ki yerdim. Ama onun asıl az yemek yapma sebebi yemeğin bir gün sonraya kalmasını istememesiydi. Her gün birşeyler yapmak istemesiydi.
Ellerini yıkadı. Tabakları aldı ve ada tezgaha geldi. Çok olan tabağı benim önüme kattı ve diğerini karşıma kattı. Ada tezgahın öbür tarafına dönerek karşıma oturdu. Nefis kokuyorlardı. Yaprak sarma ve biber dolması yapmıştı. Cidden doğum gününden geldiğinden beri bununla mı uğraşmıştı bilmiyorum ancak ellerini öpecektim az sonra. Hatta beklememe gerek yoktu şimdi öpebilirdim. Elini tuttum masaya uzandım ve avuç içini öptüm.
"Oh be ellerine sağlık küçüğüm."
Güldü, gülümsedim. Çatalımı aldım ve yemeye başladım.
"Ay bir dakika bir dakika" Mihra'ya baktım ayağa kalktı ve dolaba gitti dolaptan iki tane küçük tabak çıkardı. Dolabı geri kapattı ve yeniden yanıma geldi bir tabağı kendi önüne bir tabağı benim önüme kattı.
"Bunları unuttum" dedi gülümsedim. Süzme de hazırlamıştı. Aslında yaprak sarmayı süzme olmadan yemezdim ancak söylemeye çekinmiştim çünkü zaten kolay bir yemek değildi üstelik tek başına hazırlamıştı birde onu sorun edecek değildim.
"Ellerine sağlık küçüğüm" dedim daha çok gülümsedi.
Yemeklerimizi yedikten sonra o salona gitti ve film seçti ben ise zaten o çok yorulduğu için tabakları yıkadım ve kurulayarak yerine kaldırdım. Daha sonra iki tane kahve hazırlayıp salona gittim. Film seçmişti bile çoktan. Kahveleri masaya kattım ve L koltuğa uzandım. Yanıma gildi başını dizime kattı ve diğer tarafa uzandı gülümsedim. Filmi başlattı ve beraber filmi izledik.
~ ~ ~
Ne ara uyumuş ne ara uyanmıştım ne ara sabah olmuştu. Gözlerimi ovuşturdum saat yedi buçuktu. Günlerden ise 31 Mart'tı. Dört gün sonra Ömrüm'ün doğum günüydü. Ve ben ona hediye almak istiyordum. Yarın izin günümdü en iyisi Mihra'yla beraber gidip hediye bakmaktı çünkü o daha iyi anlıyordu bu işlerden. Yavaşça doğruldum Mihra'nın başının altına yastık katarak ayağa kaktım.
Sessizce yukarıya çıktım ve odama gittim. Üstümü değiştirip evden sessizce ayrıldım. Karargaha gittim.
∞ ∞ ∞
O'nla aynı anda gelmiştik ancak muhattap olmak istemediğim için hızlıca yürüyordum. Beni gördü mü bilmiyordum fakat zaten bugün eğitim vardı. O'nu her türlü görücektim saatlerce. Başımı iki yana salladım ve gidip üzerimi değiştirdim. Kendime çay ocağından çay aldıktan sonra eğitim sahasına gittim. Saha büyüktü ancak şu anda üç tim eğitim yapıyordu. Gececilerdi bunlar yarım saat sonra eğitimleri biticek ve evlerine gidiceklerdi. Bizde geceye kalıyorduk bazen. Ancak o zaman eğitim yaptırtmıyordum ben. Daha sonrasında acısı çıkıyordu bu yüzden. İki saatte biticek olan eğitimleri üç saatte bitiyordu. Bu gün olacağı gibi.
Time haber göndermiştim ben sahanın orda oturmuş eğitimi izliyordum. Benim yaptırmadığım birşeyi yaptırıyorlarmıydı merak ediyordum. Ancak eğitim bittiğinde fark ettim ki ben bunların fazlasını bile yaptırıyordum. Sahadaki timler çıktıktan sonra sabahın ilk saatleri haftanın iki günü saha tamamen bize aitti. Bu yüzden biz yalnız eğitim yapacaktık. Tim hizaya girmiş bir şekilde beni bekliyordu yanlarına gittim.
"Günaydın arkadaşlar"
"SAĞOL"
"Bugün eğitimle başlıyoruz. Önce on tur sahanın çevresinde koşu! Tim rahat! Hazır ol! Hizaya gir ve koşuya başla!" Son turlarda katılacaktım onlara çünkü ben zaten bu gün sabah uyanıp yürüyüşümü yapmıştım.
Koşunun son üç turunda onlara katıldım. Koşu bittikten sonra sırasıyla mekik, şınav, tırmanma, barfiks yapmıştık daha sonrasında ise silah talimleri yapılmış ve açık alan kapalı alan atışları yapılmıştı. Evet eğitim bittiğinde tam üç saat kırk bir dakika geçmişti. Herkesi serbest bırakmıştım. Ancak ben poligona gidip biraz daha atış yapacaktım. Çünkü tüfekte nişangah olduğu için nişan alarak ateş etmeye alışmış ancak bu sefer de tabanca ile atışlarımda zayıflık yaşamaya başlamıştım o yüzden biraz alıştırma yapacaktım.
Poligona gittim önce hareketli hedef ayarladım daha sonra silahımı ayarlayıp önümdeki masaya bıraktım. Kulaklığı ve şeffaf gözlüğü de taktıktan sonra hedefi başlattım ve silahımı elime aldım. Nişan almaya çalışarak ateş ediyordum. İlk şarjörden sonra hedefi yanıma çağırdım ve onu inceledim. On dörtte dokuz. Çok azdı. On dörtte on dört olmalıydı. Yeni hedef ayarladım.
"Kolların yanlış, bir kaç santim daha aşağıda tutman lazım hedeflerinin hepsi üste gidiyor."
Kimin olduğuna bakmama bile gerek yoktu sesinden tanıyordum zaten. Mağlesef. Hedefi yeniden karşıya gönderdim ve silahımın şarjörünü değiştirip, silahımı kurdum. Nişan almıştım ateş edecektim ki O'nu arkamda hissettim. Çok yakındı bana. Bu yakınlık hiç hoşuma gitmemişti.
"İzninle" iki yanımdan kollarımı tutarak ellerimi ayarladı. Sırtım göğsüne değiyordu. O ellerimi ayarladıktan sonra ateş ettim yeniden.
~ ~ ~
Kokusu bir insanı deli edebilirdi. O kadar güzel kokuyordu ki. Ona bu kadar yakın olmak kalp atışlarını hızlandırmıştı. Öpmek istiyordum onu, dudakları aynı bir ressamın çalışması gibi narin duruyordu.
Şarjörü bittikten sonra geri çekilmem gerekiyordu ancak çekilemedim. Kokusunu beni baştan çıkarıyordu.
"Yüzbaşı" dedi sert bir sesle. Anca kendine gelmiştim. Bir kaç adım geri gittim bana döndü.
"Bir daha bu kadar yaklaşmazsanız sevinirim!" Şarjörlerini masadan aldı ve poligondan çıktı masaya yaslandım ve gözlerimi kapattım. Yasemin kokusu... Neydi acaba parfümü. O kadar güzel kokuyordu ki.
Kendine gel Alp! Gözlerimi açtım ve doğruldum. Burda kalırsam kafayı yiyecektim. Poligondan çıktım ve günlük rutin işlerle ilgilendim.
Kafamı dağıtmam lazımdı. Anca bugün Ömrüm ile birlikte nöbetçiydik. Seslice nefes verdim. Çay ocağına gittim ve kendime çay alıp bahçeye çıktım. Görevdeyken alkol alacak halim yoktu ancak kafamı dağıtmak için çay da içebilirdim.
∞ ∞ ∞
Neden böyle hissediyordum. Neyim vardı benim. Hiç birşey hissetmemeliydim. Neden kalbim bu kadar hızlandı! Abimin yanına gitmek istiyordum. Acaba müsait miydi. Telefonumu aldım ve mesaj attım.
Abiiiii!
Efendim Ömrüm.
Abi napıyorsuuuun???
Oturuyorum Ömrüm.
Abiii nerdesiiiin????
Odamdayım Ömrüm!!
😂😂😂
Ne oldu Ömrüm söyle?
Müsait misin?
Evet.
Yanına geleyim mi??
Gel Ömrüm.
Geliyorum bak?
Ömrüm geleceksen gel!
😂😂😂
Telefonu kapattım ve abimin yanına gittim. Kapıyı çalarak içeriye girdim daha sonra da kapıyı kapattım. Odada kimse olmadığı için rahattım.
"Gel baş belası gel" dedi güldüm. Kollarımı açarak yanına gittim. Elindekileri bırakıp ayağa kalktı ve bana sarıldı, bende boynuna sarıldım. Yavaşça saçlarımı okşadı.
"Ne oldu söyle hadi."
"Sana sarılmak için birşey mi olması gerekiyor?"
"Karargahta durduk yere yanıma gelmezsin." Sessizce güldüm. Şimdi ben sana O'nu nasıl anlatacağım Abi! Kalbimden geçenleri sana nasıl anlatacağım ben Abi!!
Başımı kaldırdım abime baktım gülümsedim. Sonra masanının önündeki koltuğa oturdum. O da yerine oturdu.
"Poligonda napıyordunuz?" Yutkundum gülümsedim.
"Atış yapıyordum. Nişangaha alıştığım için tabancayla atış yapmakta zorlanıyordum ben de. Atış yaparken poligona geldi bana yardım etti."
"Sarmaş dolaş mı Ömrüm!"
"Abi saçmalama ya, ne sarmaş dolaş?! Askerim o benim. Komutanıyım farkındasın değil mi abi?! Sadece atışı gösterdi sonrada gitti zaten"
"O mu gitti sen mi gittin ilk başta Ömrüm"
"Atış bittikten sonra ben gittim. Bir şarjör atış yaptım zaten." Seslice nefes verdi.
"İkinizin bu kadar yakın olması hoşuma gitmiyor Ömrüm!" Kelimeleri bastıra bastıra söylüyordu. İlk kez bana karşı bu kadar sertti. Hafifçe gülümsedim.
"Abi birşey yok sakin ol. Ne olabilir ki?"
"Mesela o senle flört ediyor olabilir Ömrüm? Cidden farkında değil misin güzelim." Kaşlarımı çattım. Öyle miydi gerçekten? İyi de sevgilisi vardı. O kıza ihanet mi ediyordu yani?!
"Abi saçmala, ne flörtü? Sevgilisi var ayrıca?" Kaşlarını çattı güldü.
"Saçmalama ömrüm o çocuğu on dokuz yaşımdan beri tanıyorum. Hiç bir zaman sevgilisi olmadı. Bunu sana kim söylemişse dalga geçiyor."
"Abi söylemedi kimse doğum gününde kendi gözlerimle gördüm. Ya ayrıca bana ne ya sevgilisi var yok bana ne?!"
Memnun değildi şu anda. Bana güveniyordu ama O'na şu anda güvenmiyordu. Flört ettiğini düşünüyordu. Karargahta bir albayın odasına, o albayın abim olması dışında bir sorun yok, iki askerinin flört ettiğini konuşmasından daha saçma hiç birşey olamazdı?! Ayağa kalktım.
"Kaç zaten kaç!" Abime baktım.
"Abi biraz sakin mi olacaksın? Eğer biriyle aramda birşey olursa ben bunu sana, size söylerim zaten abi!"
Bi an duraksadım. Böyle söylememeliydim. O beni korumaya çalışıyordu. On beş yıldır beni koruyup kollayan birine böyle söylememeliydim. Yanına gittim ve arkasından boynuna sarıldım yanağından öptüm. Elimi okşadı gülümsedi. Hafif gülümsedim. Yeniden yanağından öptüm.
Kulağına kısık sesle "Özür dilerim abim" dedim elimi okşamaya devam etti bir kaç dakika sonra doğruldum.
"Görüşürüz"
"Görüşürüz güzelim" dedi gülümsedim. Odadan çıktım ve günlük işlerle ilgilendim.
∞ ∞ ∞
Abim çoktan eve gitmişti. Hatta yedi saat olmuştu. Saat 02.20'ydi. O'nla karşı karşıya personel odasındaydık. Ben bilgisayardan gelen raporlarla ilgilenirken O bir saat beni izleyip on dakika bilgisayarla ilgileniyordu... Sanırım abim haklıydı. Bu bakışlarından rahatsız olmam gerekiyordu ancak ben rahatsız oluyordum. Rahatsız olmamam beni rahatsız ediyordu. Başımı kaldırdım ve sertçe O'na baktım.
"Yüzbaşı işinize bakıcak mısınız artık?!" Bir anda irkildi dikkatlice bana baktı.
"Özür dilerim Yüzbaşım" dedi. Yavaşça başını bilgisayara çevirdi ve bilgisayarla ilgilendi.
İki saat geçmişti ve işlerim bitmişti. Dosyaları komutanın odasına bıraktım ve çay ocağına gittim. İşlerim bitmiş olabilirdi ancak gözlerim kapanıyordu. Saat 04.30'du ve nöbetimin bitmesine üç buçuk saat vardı. Kahva veya çay içmezsem bu kadar zaman dayanabileceği mi sanmıyordum. Çay ocağına girdim ve görevli nöbetçi erden bir çay ve bir tost rica ettim. Onlar hazır olurken ayakta dolanıyordum. Oturursam daha çok uykum gelicekti çünkü. Tost hazır olana kadar bir bardak çay içmiştim daha sonra tostla beraber bir bardak çay daha almıştım.
Bir masaya oturdum ve yavaş yavaş tostumu yedim. Bahçeye çıkıcaktım ancak dışarıda fırtına kopuyordu resmen. O yüzden burada yiyecektim.
Tostum ve çayım bittikten sonra paketini çöpe attım. Bir çay daha aldım ve ücretlerini ödeyip çayocağından çıktım. Abimin odasına gidip bir kaç dakika gözlerimi dinlendirmek istiyordum ancak o burada olmadığı için odasına giremezdim.
Abim karargahta çok katı biri olduğu için bazıları onu sevmezdi ancak saygı duymak zorundalardı ve benim alt rütbem oldukları için bana da saygı duymak zorundalardı. Onlar bu durumdan hoşnut değillerdi. Ve bazen abimin bana torpil geçtiğini düşünürleri. Ancak tam tersine herkesten çok beni kısıtlardı karargah içinde. Odasına gittiğimde de dediği gibi karargahta ona sarılmaz hatta gerekmedikçe yanında bulunmazdım. Seslice nefes verdim ve yeniden personel odasına gidip oturdum bilgisayar başında. İşim bitmişti ancak başka oturacak bir yerim yoktu bahçe buz gibiydi.
⁂ ⁂ ⁂
Saat 07.28'di telefona baktığımda. Hastaneden aradılar ve acil bir ameliyat olduğunu söylediler. Nöbetçi doktor ameliyattaymış ve diğer hocamızdan izinde. Gerçi bende izindeydim ancak acildi reddedicek değildim. Ben yolda giderken hemşirelerden biride telefonda bana durumu anlatıyordu. Trafik kazası olmuş küçük bir kız çocuğu çok ağır yaralanmış benim dışımda iki kişi daha hastaneye gidiyormuş. Çünkü ameliyata alınacak üç kişi varmış. Küçük kızın ameliyatına ben giricektim öyle söylemişlerdi. Hastaneye vardım hızlıca arabamı park ettim ve acile girdim. Ameliyat katına çıkıp hızlıca hazırlandım. Ben hazırlanırken küçük kızı getirmişlerdi bu yüzden daha hızlı hazırlanarak hemen ameliyata girmiştim.
⁂ ⁂ ⁂
Dört buçuk saat sürmüştü ameliyat... Dört buçuk saat... İç kanaması vardı... Zarar görmüş organları... Ne müdahale yaparsam yapim... O küçücük kız benim masamda hayatını kaybetti... Henüz sekiz yaşında küçücük minnacık bir kız... Belki bir sürü hayali olan... Kimi imkansız kimi gerçekleşebilecek... Minnacık bir kız...
Hemşireler hastayı gerekli prosedürler uygulandıktan sonra morga götürürken diğer ameliyathaneye gittim annesinden ve babasından haber almak için. İkisininde ameliyatı başarılı geçmiş az hasar aldıkları için ameliyat kısa sürmüş... Uyandıklarında ben nasıl söyleyecektim şimdi onlara, o minnacık kızın öldüğünü...
Üç yıldır ameliyatlara giriyordum. İlk kez masamda bir hastamı kaybetmedim ama bu çok sık olan birşey de değildi... Kendimi ilk kez böyle hissediyordum. Küçük kızın yaşından dolayı sarsılmamdan mı bilemem ancak odama gidip acilen kafamı toplamam lazımdı. Ailenin karşısına böyle çıkamazdım.
Mihra... Keşke şimdi yanımda olsaydı. En azından kendimi toparlamama yardımcı olurdu. Çok özledim onu... Eskisi kadar sık konuşmuyorsun kendini benden uzaklaştırmıştı. Belki de bunun en büyük sorumlusu bendim. Duygularımı ona belli etmemek için ona çok kötü davranmıştım. Sanırım bana kırılmıştı.
Odama girdim ve kapımı kilitledim koltuğa oturdum. Kollarımı masama yasladım ve başımı kollarımın arasına yasladım. Gözlerimi kapattım. Sık nefesler alıyordum.
⁂ ⁂ ⁂
En sonunda dayanamayıp hastaneden çıkmıştım aileye başka biri haber vericekti. Bu sefer ben değil. Bu sefer gücüm yetmiyordu ailesi ile konuşmaya. Alpin evine gittim. Aramı park ettim ve arabadan indim. Evin bahçesine girdim ve kapıyı çaldım. Kapıyı açan ise Mihra'ydı. Şaşkınca ona baktım ve kaşlarımı çattım. Bana kızgın olmalıydı ki tam birşey söyliycekken arkasını döndü ve gitti. Eve girdim kapıyı kapattım. Mihra merdivenlerden yukarı çıkıyordu. Alp'le mi kalıyordu? Benim neden haberim yoktu bundan? Salona doğru gittim, Alp koltukta uzanıyordu. Başını çevirdi ve bana baktı. Sanırım zilin sesine uyanmıştı. Mayışık bir hali vardı.
Doğruldu ve arkasına yaslandı. Salona girdim ve koltuklardan birine oturup arkama yaslandım. Yüzümü dikkatle inceliyordu.
"Neyin var?" Dedi. Ben ise onunla aynı anda
"Dizine yatabilir miyim?" Demiştim. Bana baktı bir süre sonra başını salladı. Kalktım yanına gittim. Koltuğa uzandım ve başımı dizine kattım.
"Mihra ne zamandır senle kalıyor?"
"Bir kaç hafta oldu."
"Neden benim haberim yok?"
"Mert onunla ilgilenmiyorsun lütfen artık kendini kandırma. İlgilensen herşeyini bilirdin. Ev sahibi evden attı kirayı ödeyemediği için. Benim yardımımı da kabul etmedi. Anca bu evde kalmasını kabul ettirebildim." Bir kaç dakika sessizlik oldu. Daha sonrasında ise
"Neyin var Mert?" Dedi. Keşke ben anlatmadan anlayabilse.
"Sen bugün izinli değilmiydin? Neden yorgun duruyorsun? Uyumadın mı?" Hayır anlamında başımı salladım.
"Ameliyattan geliyorum... Acil telefon geldi."
"Eee?"
"Küçücük bir kız.. 8-9 yaşlarında... Ameliyatını bana verdiler... Trafik kazası..."
İlk kez bu kadar derin etkileniyordum. Belki de geçmişim yüzündendi.
"Benim masamda... Vefat etti... Ailesine bile-" ben daha lafimı bile bitirmeden beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Anlıyordu beni. Belki kızgındı bana, yüz ifadesinden anlıyordum ama yinede anlıyordu beni. Daha sıkı sarıldı saçlarımı okşadı. Gözlerimi kapattım ve dizlerimi karnıma çektim, dizlerime sarıldım.
"Abi" dedi Mihra geliyordu hızlıca doğruldum gözlerimi sildim arkama yaslandım. Salona girdi birşey söyleyecekti Ancak beni görünce kaşlarını çattı. Bir kaç kez ağzını açtı birşey söylemek için ancak söylemedi. Yeniden Alp'e baktı.
"Abi, dışarı çıkmıycam haberin olsun. İptal oldu planım sonra çıkacağım" dedi. Bir anda kendimi tutamadım
"Nereye gideceksin ki?" Diye sordum bana baktı. Yüzünde hiç bir ifade göremedim. Bu canımı çok yakmıştı. Kalbimde bir sızı hissettim.
"Tamam istersen yani yorgunsan uyu sen. Ya da bizimle oturmak istersen gel." dedi Alp. Önüme dönmüştüm çoktan. Bana ifadesizce bakıyordu ve bu kalbime bıçak saplıyordu.
"Oturucam" dedi.
"Kahve yapıcam kendime içer misin abi?" Dedi daha sonra. Alpe soruyordu bana değil bakmasamda sözlerini anlayabiliyordum. Bi sessizlik oldu bir dakika kadar.
"İçer misiniz abi?" Dedi Mihra yeniden. Alp birşey söylemiş olmalı, cümlesini çoğula çevirmişti ancak bunu istemediği belliydi. Mihra'ya baktım birkaç saniye yüzünde bir ifade arıyordum, ama bulamadım.
"Teşekkürler ben içmiycem" dedim ve yeniden önüme döndüm. Yürüme sesi duydum. Salondan uzaklaşıyordu.
On dakika kadar geçmişti ki yeniden ayak sesleri duydum bu sefer yaklaşıyordu. Geldi ve önümde durdu. Başımı yavaşça kaldırdım Mihra'ya baktım. Daha sonra tepsiye baktım, yeniden Mihra'ya baktım.
"Al artık ağaç oldum!" dedi kızgın bir sesle.
"İçmiycem teşekkürler" kendi kendine birşeyler söylenerek Alpin yanına gitti. Alp kahvesini aldı. Mihra bize sırtını döndükten sonra Alp'e baktım. Artık yüzümde nasıl bir ifade gördüyse birden yüz ifadesi değişti. Elinden birşey gelmiyordu biliyorum. Mihra'yı haklı buluyordu çünkü. Haklıydı da zaten. Arkama yaslandım ve telefonumla uğraştım biraz. Alp'ten de uzaklaşmış koltuğun diğer tarafına kaymıştım.
Telefon galerime girdim ve özel albüme girdim. Mihranın resimleri vardı burada, tek çekildiği resimler. Çok güzeldi, kızıl kıvırcık saçları ona ne çok yakışıyordu. Ela gözleri... Çilleri... Dudaklarının şekli... Sanki birisi bir kalemle özenle çizmiş gibiydi.
Uzun süredir salon sessizdi. Yirmi dakika kadar. Ama bana çok uzun gelmişti.
"Hadi bu ay beklemeyelim ikinci haftayı. Bugün içelim."
Ben birşey söylemiştim ama Alp çoktan ayağa kalkmıştı bana bakıyordu hissediyordum. Başımı yavaşça kaldırdım alpe baktım.
"Sen markete gidip alışveriş yapıyorsun hadi" hiç birşey demeden ayağa kalktım. Kendi gidecek değildi, Mihra'yla beni burda, bu şekilde yalnız bırakmazdı. Dışarıya çıktım. Önce arabayla gidecektim fakat biraz yürümek istediğim için vazgeçtim.
Önce markete gittim abur cubur, atıştırmalık ve kapalı mezelerden aldım birkaç çeşit. En sonra Mihra için ayrı bir alışveriş yapmıştım. Nerdeyse bir poşeti tam dolduran bir alışveriş. İçinde çikolata da vardı dondurma da. Onun sevdiği herşeyden vardı. Daha sonra bir alkol satan yere gittim ve bir şişe viski, bir şişe votka ve bir şişe rakı aldım. Rakıyı kendime almıştım votka içmek istemiyordum bu sefer. Eve döndüm kapıyı çaldım. Alp açmıştı kapıyı. Birşey demeden içeri girdim. Mutfağa gittim. Mihra mutfaktaydı, Alp'in sevdiği havuçlu meseden yapıyordu. Ben yiyemiycektim büyük ihtimalle. Yutkunmaya çalıştım ancak yuktunamadım, boğazım düğümlendi. Bütün poşetleri yere bırakırken Mihra için aldığımı masaya bıraktım. Arkasına dönüp bakmamıştı bile.
Salona gittim bahçeye çıkacaktım ancak önce Alp'in odasına çıktım, ondan aldığım eşofman ve beyaz v yaka bir tişörtü giyindim. Aşağıya indim yeniden. Su içmek için mutfağa gitmiştim ki bir anda kalbim param parça oldu sanki. Mihra için aldığım poşet yere bir kenara atılmış hatta içinden birkaç şey dökülmüştü. Diğer poşetler ise masanın üstündeydi. Gözlerimi kapattım. Bugün ne kadar içsem kalbimin acısını hissetmezdim? Bir şişe yeter miydi acımı dindirmeye?
Su bile içemeden bahçeye çıktım hiç birşey yapmıycaktım. Gittim ve tekli koltuğa oturdum. Alp'te oturuyordu. Benim marketten hazır aldığım bütün mezeler özellikle benim önüme dizilmişti. Mihranın yaptığı iki meze ise Alp'in önündeydi. Sadece masayı izliyordum.
Alp en son kalkıp içkileri hazırlayıp getirmişti. Ben hazırlamasını istememiştim. Bardağımı ve şişemi alıp bahçeye çıkmıştım. Rakıyı bardağın yarısına gelecek şekilde doldurmuştu daha sonra şişeyi yere bırakmıştım Alp üstüne su ekleyecekti ancak izin vermedim ve bardağımı çektim bana ters bir bakış attı sonra da yerine oturdu. Sek içecektim. Böyle içmek istiyordum.
⁂ ⁂ ⁂
Kaç bardak içmiştim bilmiyorum ama saate baktığımda biz masaya oturalı dört buçuk saat olmuştu. Masadaki hiç birşeyden yememiştim sadece rakımı içmiştim. Şişenin yarısı bitmişti. Daha fazla içsem komaya girerdim biliyorum ancak acım hala dinmemişti.
"Gençler, pardon yanlış söyledim genç olup kendini yaşlı hissedenler aranızdaki tek genç benim çünkü. Hadi oyun oynayalım."
Alp'e baktım kaçlarımı çattım.
"Ne oyunu ya?!"
"Doğruluk mu cesaretlik mi?"
Yüzümü buruşturacaktım ki ancak Mihra "Olur" demişti.
Alp kalktı içeri gitti daha sonra elinde boş bir şişeyle geri döndü ve yere oturdu.
"Hadi gelin" dedi. Mihra çoktan kalkıp yere oturmuştu bile. Bende yavaşça kalktım yanlarına gittim ve yere oturdum.
Sekiz tur dönmüştü ki Mihra şişeyi çevirdi. Alp bana sorucaktı. Daha o sormadan "Cesaret" dedim. Şimdiye kadar doğruluk demiştim hep. Emin misin der gibi bana bakıyordu Alp. Kaybedicek hiç birşeyin yoktu benim?
"Peki o zaman sen bilirsin. Burda ikimizden birinden sakladığın bir sırrını söyle." Alp'e baktım, onun istediği şey sırrımı söylemem değildi Mihra'yı sevdiğimi söylememdi. Mihra'ya baktım. Ben ona dönünce o da bana baktı. Birkaç saniye gözlerini izledim. Daha sonrasında ise kısık sesle konuşmuştum.
"Yetim hanede düştüğün gün var ya. On iki yaşlarındaydın. Seni kucağıma alıp revire götürmüştüm. O günden beri sana... O günden beri seni seviyorum. O gün sana aşık oldum. Hala da aşığım."
Mihra'nın yüz ifadesi çok hızlı değişiyordu bir anda kaç duygu yaşadı sayamadım Alp'e baktı birden. Bende Alp'e baktım. Alp başını salladı. Ne? Anlamadım? Mihra beni mi seviyordu?! Siz şaka mı yapıyorsunuz?! Ve Alp bunların hepsini bilip de ikimizi idare mi ediyordu.
"Mihra sende söylüyorsun!" Dedi otoriter bir sesle. Mihra'ya baktım bana bakıyordu ama parmaklarıyla oynuyordu.
"On yaşımdan beri seni seviyorum. Müdüre hanıma karşı beni koruduğun o günden beri. Önce çocuktum anlamadım ama büyüdükçe hislerim yoğunlaştı. Unutmaya çalıştım kaş kere ama unutamadım." Bir kaç saniye sessizlik oldu daha sonrasında ise Mihra'nın yüzünü öfke sardı. Anlayamıyorum ne oldu şimdi?!
"Ama senin beni sevdiğine inanmıyorum! Başka kadınlarla gezerken mi seviyordun!" Bi anda şoka uğradım. Mihra'ya baktım. Başka kadın mı? Hayatıma Mihra dışında kimse girmemişti!
"Ne bakıyorsun öyle yalan mı!? Hastaneye geldim sana yemek getirmiştim. Bi kadınla bahçede sarmaş dolaştınız!" Bi anda yüz ifadem değişti. Gülümsedim.
"Bu kadın acaba sarışın mıydı?"
Kaşlarını çattı bana vurmak için elini uzattı ancak elini tuttum ve Mihra'yı kendime çektim. Kucağımdaydı şu anda beline sarıldım, kalkmasını istemiyordum. Ben onu çok beklemiştim.
"Sarıldığım kişi hasta yakınıydı, annesini iyileştirdiği için teşekkür etti daha sonra sarıldı. Ayrıca o hanım evli, eşiyle de kaç kere geldi annesini ziyarete. Kontrollerin sırasında kaç kere gördüm eşini, eşiyle de konuştuk hatta." Durdu hareketleri çok yavaştı gözlerimin içine bakıyordu.
"Bunca zaman neden söylemedin! Neden hep bana kötü davrandın!"
"Ben seni hiç bir zaman kırmak istemedim. Ama sevgimi anlarsan benden uzaklaşırsın beni reddedersin diye çok korktum. Benden uzaklaşman sana mesafeli davranmamdan daha acı vericiydi." Şu anda anlıyordum Alp'in asıl amacı oyun oynamak değildi. Bir birimize itirafta bulunmanızı sağlamaktı.
"Olabilir. Bu hemen bu kadar samimi olacağız anlamına gelmiyor. Çünkü ben sana bu zamana kadar yaptığın şeyler için kırgınım sebebi ne olursa olsun" kucağımdan kalktı bana baktı daha sonra sonra içeriye gitti. Alp bana baktı ve güldü daha sonra ayağa kalktı
"Çok şükür rahat bir uyku uyuyacağım kimse bana sarılıp ağlamadan uyuyabileceğim bugün."
Alp'e baktım ve omuzuna vurdum. Ayağa kalktım koltuğa oturdum. Alp mezelerden birini yemişti sadece diğer tabak olduğu gibi duruyordu. Çatalı ve tabağı alıp geriye yaslandım ve mezenin tadını çıkardım.
Alp içeriye girmişti ben hala oturuyordum ancak bu kafayla kaç dakika daha dayanabilirim bilmiyorum. Bende kalktım ve içeriye geçtim. Kapıları kapatıp yukarı çıktım. Mihra'nın kaldığını bildiğim odaya gittim sessizce kapıyı açtım. Mihra uyuyordu. Gülümsedim. Yine üstü açık yatmıştı yanına gittim yavaşça üstünü örttüm. Bir anda elimi tuttu, ona baktığımda ise hala uyuyordu. Gülümsedim. Yatağın yanına yere oturdum. Elimi bırakmamıştı bende bırakmamıştım. Onu izliyordum ancak başım sürekli dizlerime düşüyordu. En sonunda kendimi uykunun kollarına bırakmıştım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.87k Okunma |
280 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |