
Karargaha abimle gelmiştim. Henüz kahvaltı yapmamıştım çünkü uyandığım anda hazırlanmaya başlamıştım. Hatta uyanmamıştım. Uyandırılmıştım. Giyinme odasına gittim ve üstümü değiştirdim. Bugün timle beraber eğitim günüydü. Geleli ne kadar olmuştu bilmiyorum ancak henüz Alp'i görmemiştim. Eğitime yarım saat vardı önce çay ocağından kendime sıcacık bir çay aldım. Ardından bahçeye çıktım ve yavaş adımlarla eğitim alanına yürüdüm. Tim saati biliyordu, dün haber vermiştim eğitim olacağını. O yüzden şu anda eğitime kadar rahattım.
Eğitim sahasının yakınlarında duran banklardan birine oturdum ve arkama yaslandım. Elimdeki karton bardaktaki çaydan bir yudum aldım ve sonrasında dizimin üzerine kattım bardağını. Çayı izliyordum. Birkaç dakika geçmişti ki bardağa bir gölge düşmüştü. Kaşlarımı çatarak başımı kaldırdığımda karşımda Alp vardı. Önce selam verdi ardından bende başımı salladım daha sonrasındaysa aramızda mesafe kalacak şekilde yanıma oturdu başımı hafif çevirdim ona baktım. Yavaşça gülümsedim.
"Komutanım kızdı mı çok fazla?" Normal sesinden daha kısık konuşuyordu çünkü etrafta da askerler vardı. Yakınımızda olmasa da duyabilirlerdi.
"Hıg hıg, kızmadı." O da gülümser gibi oldu. Yeniden önüme döndüm ve bardağı izledim.
"Çok mu kızmadı, hiç mi kızmadı?" Hafif güldüm.
"Hiç kızmadı." Gözlerinin üzerimde olduğunu hissettiğimde derince bir nefes alıp verdim. Daha sonrasında yasa başımı kaldırdım. O sırada timin gülüşerek geldiğini gördüm. Gülümseyecektim, hepsi canımdı benim, silah arkadaşlarımdı ama şimdi gülümsersem ciddiyetim gidecekti. O yüzden aynı yüz ifadesiyle bakmaya devam ettim. Beni fark ettiklerinde hemen kendilerine çeki düzen verip toparlandılar. Alp'e baktım kalkması için bakışlarımı fark ettiğinde ayağa kalktı ve timin yanına gitti. Hepsi rütbe sırasına girdikten sonra ayağa kalktım çayımı hızlıca bitirip bardağı çöp kutusuna attım. Time doğru giderken içlerinden biri 'dikkat" diye bağırdığında hepsi hazırola geçmiş beni bekliyordu. Karşılarında durduğumda hepsi aynı anda selam vermişti. Bende onlara selam verdikten sonra yanıma bir subay geldi. Karşımda durarak bana selam verdi ardından bende ona selam vaerdim.
"Komutanım izninizle."
"Söyle." Bana yaklaştı ve hafif başını yere eğdi.
"Komutanım Levent Albay ve Teoman Albay sizi Levent Albay'ın odasında bekliyorlar. Konunun önemli olduğunu söylediler." Büyük ihtimalle söylediği şeyleri sadece ben duymuştum çünkü çok kısık sesle konuşmuştu.
"Tamam, geliyorum. Gidebilirsin." Subay yeniden selam vererek uzaklaştıktan sonra time baktım, Alp n'olduğunu merak ediyordu farkı dayım. Bakışlarında anlayabiliyordum.
"Alp Yüzbaşım, yanıma gelir misiniz?" Hızlı adımlarla yanıma gelerek aramızdaki mesafeyi nerddeyse kapatmıştır. Hala n'olduğunu sorar gibi bakıyordu ancak burda bu şekilde bana soramayacağını biliyordu.
"Tim ile ben gelene kadar eğitime başlayın. Yaptığımız eğitimi biliyorsunuz zaten. On iki tur hafif tempolu koşu ile başlayın. Ben geldiğim zaman aranıza katılacağı." Timde söylediklerimi duyduğu için tekrarlamamıştım. Hızlı adımlarla karargaha girdikten sonra levent Albay'ın odasına gittim derince bir nefes alıp verdim. Ardından kapıyı çaldım. İçeriden 'gir' emri aldıktan sonra içeriye girip kapıyı kapattım, Teoman'a ve Levent Albay'a bakarak hızlıca bir selam verdim. Levent Albay kendi yerinde oturuyordu, abimse masanın karşısındaki iki boş koltuktan birinde.
"Oturun Yüzbaşım" dedi Levent Albay eliyle abimin karşısındaki boş koltuğu göstererek. Abime baktım daha sonrasında Levent Albay'a baktım. İkisinin yüzünden de hiç bir ifade okuyamamıştım. Eğitimi hiç bir zaman bölmezlerdi. Bu kadar acil olan neydi?
"Biliyorsun ki çok kısa bir zaman önce birini yakaladık. Yıllardır aranan azıllı bir suçluyu." Çok yavaş konuşuyordu. Böyle konuşmazdı benimle. Sorun ne? Hafifçe başımı salladım.
"Marco." Dedim kısık sesle. Başını salladı. Önünde duran dosyayı aldı ve yavaşça benim önüme bıraktı.
"Bunu bilmeye hakkın var diye düşünüyorum Ömrüm. İlk başta bir süre söylemek istemedim ancak belki duyunca... Bir nebze de olsa için ferahlar diye düşündüm. Marco'nun kalemi kırıldı. Uzun yıllar içeriden çıkamayacak, hatta orada ölüp gidicek cezası bile bitmeden. Yaptığı suçların hepsinin kayıtları var. Hiç bir indirim almadan cezası verildi. Üstelik normal cezaevinde de değil, hücreye gönderildi." Önümde duran dosyaya bakıyordum yalnızca. Yavaşça nefes alıp verdim. Bu kadar mıydı? Dedi içimdeki dokuz yaşındaki çocuk. Yıllardır yalnızca hapishaneye girmesi için mi uğraşmıştık biz? Neydi bizim amacımız? Boğazım yanmaya başladı. Benim değil, dokuz yaşındaki Ömrüm'ün. Annesinin sesini öyle duyduktan sonra o kadar çok bağırmış ve ağlamıştı ki sanki ses telleri yırtılmıştı. Başımı yavaşça kaldırdım ve abime baktım. O da hala dün gibi hatırlıyordu biliyorum. Hangisi daha kötüydü. Annenin sesini son kez duymamak mı?... Yoksa annenin sesini... Acı çığlıklarını sonkez duymak mı? Sahi gerçekten ne olmuştu onlara? Adliye bile davalarıyla ilgilenmemişti, iki ay içinde davayı rafa kaldırmışlardı. Bilerekti değil mi? Bilerek görülmemişti davaları. Başımı yere eğdim yavaşça yutkundum. Dosyayı elime aldım ve dosyaya baktım. Kapağını bile açmamıştım, yalnızca üzerindeki şeffaf kapaktan ilk sayfada yazanlara bakıyordum. İkisinin gözü de hala benim üzerimdeydi. Başımı kaldırdım dosyayı masaya bıraktım ve Levent Albay'a baktım.
"İzninizle çıkabilir miyim? Tim beni bekliyor." Başını salladı eliyle kapıyı gösterdi. Abime bakmadan ayağa kalktım ve dışarı çıktım, ben çıktıktan sonra birşeyler konuştular ama anlamadım ne dediklerini. Kenara tutundum ve gözlerimi kapattım. Yavaşça nefes alıp verdiğimde kendimi toparlamaya çalışıyordum. Elimi yumruk yaptım ve kenardan elimi çektim. Yavaş adımlarla binadan çıktım. Daha sonrasındaysa eğitim alanına doğru gittim. Ben daha uzaktayken varmamılken Alp beni gördü. Yerdeydiler. Mekik çekiyordular. Durdu ve bana baktı, devam etmesi için başımı salladığımda hala bana bakıyordu. Eğitimin ortasındaydılar, onlara katılabilme için ısınmam gerekiyordu ancak şu anda bunu yapmak istemiyordum.
Eğitim alanının girişindeki banka oturdum , yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ancak hala bana bakıyordu. Başımı yere eğdim ve gözlerimi kapattım. Ne kadar geçmişti bilmiyorum ancak çok kısa zaman geçmiş olmalı ki tim hala mekik çekiyorlardı. Ayağa kalktım ve timin olduğu yere gittim. Gittiğimde Alp yeniden bana bakmaya başlamıştı. Timin başında duruyordum sadece. Bir kaç dakika sonra Alp time yeni bir emir vererek açık poligona geçmelerini söyledi. Tim mataralarını alıp yavaş yavaş poligona geçerken Alp yanıma geldi ve karşımda durdu.
"Neyin var? Ne oldu içerde?" Kısık sesle konuşmuştu. Şu anda ne Alp'le ne abimle nede bir başkasıyla konuşmak istiyordum.
"Sırası değil Yüzbaşım." Sesimdeki mesafe onu afallatmıştı. Sanırım ona ilk kez bu kadar mesafe katmıştım, en başından beri.
Başka birşey söylemeden timin yanına giderken çakıl seslerinden arkamdan geldiğini anlamıştım. Tim silahlarını kontrol ederken gülüşüyorlardı ancak beni fark edince bir anda kendilerini toparladılar. Sanırım onlara ne zaman kızacağımı, ne zaman onlarla eğlenebileceğimi az çok anlamışlardı artık. Yağız bana birşey söylemek için ağzını açmıştı ki Buğra birden kolunu tutarak geri çekti ve ona kısık sesle susmasını söylemişti. Kaşlarımı çattım.
"Buğra bırak." Buğra bana baktı ardından önüne döndü. Yağız bana baktı bu seferde.
"Söyle." Bir kaç saniye durdu ancak sesim o kadar otariter çıkmıştı ki beni tekrarlatmadı.
"Alp Komutanım ile yarış yapar mısınız diğecektik sadece komutanım."
"Ben keskin nişancıyım, biliyorsun değil mi Yağız?" Başını salladı.
"Evet Komutanım, ama Alp Komutan da çok iyi atışlar yapıyor." Biliyordum, gördüm atışlarını daha önce. Başımı çevirip omuzumun üzerinden Alp'e baktım. Hiç birşey söylemiyordu. Yeniden önüme döndüm Buğra'ya baktım, bacağımdaki tabancayı çıkarıp Buğra'ya verdim.
"Hazırla silahı." Ben silahı verdikten sonra Alp'e baktı. Ona bakmıyordum ancak oluşan seslerden onunda silahını çıkarttığını anladım. Ardın o da silahını Buğra'ya verdi. Masada duran çelik yeleklerden birini alarak üzerime giyindim ve kendime göre ayarladım. Alp'te yeleğini giyiniyordu. Bana bakıyordu. Tim geriye çekilirken Alp masanın diğer tarafına geçti. Silahlar sökülmüştü biz yeniden kurup atış yapıp geri gelecektik. Alp'e baktım.
"Hedef vurmak şart, atış yapılıp geri dönülecek." Birşey söyledi yalnızca başını salladı. Önüme döndüm. Oğuz üçten geriye sayarak başlamanızı söyledi. Önce silahımı kurdum ardından koşarak sabit hedeflere giderek atış yaptım. Alp silahını geç kurmuştu ancak atışlarda bana yetişmişti. Dönüşte aynı anda gelmiştik, silahı kontrol edip şarjörünü çıkarıp masaya bıraktım ardından masanın kenarına yaslandım. Alp'in gözlerinin sırtımda olduğunu hissediyordum. Alper ve Oğuz hedeflerdeki atışların puanlarını sayıyorlardı. İkisi de yanımıza geldi.
"Alp Komutanım seksen dokuz." Dedi Alper ardından bana baktı.
"Ömrüm Komutanım doksan iki." Başımı yere eğdim hafif gülümsedim. Ardından time baktım.
"Hadi başlayın atışlara üçerli olarak!" Başlarını salladıktan sonra hepsi silahlarını aldılar ve asıl hedeflerin başladığı yere gittiler. Masadan silahımı ve yeni bir şarjör aldım silahıma taktım ve emniyeti açtım. Silahımı yeniden bacağındaki bandaj kattım. O sırada Alp yanıma gelip karşımda durdu. Elindeki matarayı bana uzattı. Benim mataram neredeydi bilmiyordum. Alp'e baktım belli belirsiz gülümsemiştim. Elindeki matarayı aldım ve biraz su içtim. Yeniden matarayı ona verdim. Alp'e baktım.
"Yarın akşam dışarı çıkalım mı? Sahilde dolaşırız biraz.. işin yoksa." Kısık sesle söylemiştim, tim çok yakınımızdaydı çünkü. Birşey söylemedi, sadece gülümsedi ve başını salladı. Bugün çıkmayı çok isterdim ancak nöbetçiydik bugün çıkamazdık. Yanıma geçti ve o da benim gibi masaya yaslandı. Eğitim bittikten sonra tim silahları hangara götürürken Alp ve bende karargaha girdik. Ben kızlar giyinme odasına girerken o da erkekler için ayrılan kısma gidiyordu. Çok terlememiştim ama yine de üzerimi değiştirdim. Daha sonra çıktım ve personel odasına gittim, Alp benden önce gelmişti. Hafif gülümsedim. Oda boştu büyük ihtimalle yemek molası vermişti görevli subaylar. Alp'in yanına gittim ve yanına oturdum. Çoktan dosyaları hazırlamıştı bile. Yeni bir görev vardı ve onun hakkındaki bilgileri araştırıp yeni bilgiler bulmamızı istemişti.
Kaç saat geçmişti bilmiyorum ama iki dosyayı tamamen bitirmiştim. Kendimize ayrı ayrı notlar çıkarıyordum en son karşılaştırıp gözden kaçan birşeyin olup olmadığına bakacaktık. Üçüncü dosyayı aldı ve yalnızca kapağını açtı.
"Ömrüm" demişti kısık sesle. Başımı kaldırdım hafifçe, Alp'e baktım. Bana değil dosyaya bakıyordu. "Ne olduğunu söylemiycek misin? Neden gittin, neden o halde geri döndün? Bu kadar kısa sürede seni bu kadar çok etkiliycek ne olmuş olabilir?" Yutkundum başımı yeniden dosyaya çevirdim. Bir süre dosyanın açıkta olan kapağını izledim sessizce.
"Şimdi sırası değil... Yarın konuşalım mı?" Dizimin üzerindeki elimi tuttu ve başparmağıyla elimi okşadı. Hafifçe gülümsedim. Bir süre sonra elimi yavaşça çektim.
"Tamam rahat dur hadi." Güldüğünü duydum ama başımı ona çevirmedim yine de. Dosyaların tamamı bittikten sonra beraber çıkarttığımız notları inceledik. Alp yine seslice nefes verdiğinde Alp'e baktım.
"Öfleme artık ya! Of içimi şişirdin!"
"Sıkıldım ben ya, ne bu?! Dokuz tane dosya inceledik ya! Çatışma oldun falan aksiyon olsun! Sıkıldım ben!" Bir an gülecek gibi oldum ama ardından sustum.
"Gördük aksiyonu! Sen daha kendini saklamayı bilmiyorsun!"
"Ya kızım-" kaşlarımı kaldırarak Alp'e baktığımda sustu.
"Ömrüm Komutanım" dedi bastırarak. Adımı çok fazla vurgulamıştı.
"Ben kendimi saklamayı biliyorum! Sen çok fazla kurcaladın o odayı, bakıp çıkman gerekiyordu. Beni senin bulmaman gerekiyordu. Halil Komutan zaten benim orada olduğumu biliyordu, beni onun çıkartması lazımdı."
"Of tamam sus, ne çok konuşuyormuşsun sen ya."
"Ömrüm Komutanım" dedi yine adımı gereğinden fazla vurgulayarak. "Sivili de var bunun haberiniz olsun."
"Siz görevde olan bir memuru tehdit mi ediyorsunuz?" Dediğimde teslim olur gibi ellerini kaldırdı.
"Ne haddime, ben tehdit etmem yalnızca söylerim." Hafif gülümsedim.
"Tamam sus hadi dön önüne, bitsin artık saat üç oldu, uyumak istiyorum."
"Tamam bırak sen. Geç uyu hadi."
"Yok olmaz öyle şey." Tam ağzını açacaktı ki elimi kaldırdım susturmak için. "Olmaz dedim ısrar etme. Gel hadi bitirelim." Yeniden önüme döndüm ve çıkarttığım notlara baktım Alp'in çıkarttığı notları da önüme aldım ve ikisine de baktım.
∞ ∞ ∞
İşlerimiz bitmişti. Ben bahçeye çıkarken Alp'te çay ocağına gitmişti ikimize çay almak için. Dışarı çıkıp banklardan birine oturdum. Hava serindi ve ben montumu almamıştım ancak geri dönmeye çok üşeniyordum. Bir kaç dakika sonra Alp'te yanıma gelmişti iki çayıda masaya boraktıktan sonra üzerindeki montu çıkarıp benim omuzlarıma örttü.
"Ne diye montunu almazsınki bu soğukta!" Dedi sitem eder gibi hafif gülümsedim. Montumdan yayılan kokusunu yavaşça içime çektim. Alp'te karşıma oturdu ve çaylardan birini benim önüme kattı.
"Teşekkürler." Dedim bana baktı ve gülümsedi. Saat dört olmuştu. Daha dört saatimiz vardı. Sekizde çıkacaktık. İş olmayınca zamanda geçmiyordu. Dört saat nasıl geçicekti?
"Uyusana biraz, içme çayı. Yok mu uykun." Hafif gülümsedim, bir saattir uyumamı istiyordu.
"Tamam gerek yok. Birazdan uyurum. Az kaldı zaten çıkmamıza." Karton bardağı iki elimle kavradım ellerimi ısıtmak için. O sırada elini uzattı ve bir elimi tuttu. Yavaşça elimi okşadı hafif gülümsedim.
"Gözlerin parlıyor." Dediğinde başımı yere eğip gülmüştüm. Yanaklarımın kızardığını hissediyordum.
"Tamam eğme başını, bak bana bak. Söylemiyorum birşey." Başımı kaldırdım yeniden ona baktım o da gülümsüyordu. Elimi yavaşça ellerinden çektim. Bana bakıyordu hala.
"Karagahtayız." Dediğimde sesim çok kısık çıkmıştı. Karargahtaydık, biri görebilirdi ve ben bunu istemiyordum. Başını salladı ve elini çekti. Çayımı içtikten sonra bardağımı kenara kattım ve kollarını masaya katıp başımı kollarıma kattım. Gözlerimi kapattım. Uyumasam da gözlerimi dinlendirmek istiyordum. Bir kaç dakika sonra saçlarımda bir el hissettim. Hafif gülümsedim. Saçlarımı okşuyordu.
"Rahat durmıycaksın değil mi?" Güldüğünü duydum.
"Aaa üstüme iyilik sağlık ben ne yapıyorum ya?" Dedi büyük bir ciddiyetle. Belki şu anda saçımı okşamasına birşey demeyebilirdim. Hava şu anda çok soğuktu Alp'in montunu giyinmiş olsamda hala üşüyordum. Kollarım hala masadayken başımı kaldırdım ve Alp'e baktım.
"Sen üşümüyot musun? Sadece üniforma var üstünde, hava buz gibi?" Elini saçlarımdan çekti ve bana baktı gülümsedi.
"Sen üşüyor musun? Elinde soğuktu?"
"Aalp laflarını çevirme ya. Sen üşümüyot musun diyorum?"
"Cık, üşümüyorum. Sen üşüyor musun? Gel içeri geçelim odada oturursun."
"Yok, burası iyi. Teşekkürler." Gülümsedi. Başımı yeniden kollarıma katıp gözlerimi kapattım.
∞ ∞ ∞
Alp'in zoruyla içeriye geçmiştik ve ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre kadar uyumuştum. Uyandığımda yanı başımda hala dumanı tüten sıcak bir kahve vardı. Başımı kaldırıp kahveye baktım sonra etrafa baktım kaşlarımı çatarak Alp yanımda oturuyordu ve arkasına yaslanmış beni izliyordu.
"Sürekli böyle kaşlarını çatarsan erken kırışıklıkların çıkar haberin olsun." Gözlerimi devirdim ve önüme döndüm.
"Komik şey seni." Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Sanırım yorgunluktandı. Saate baktığımda içeri gireli sadece kırk iki dakika ben uyuyalıysa yirmi beş dakika olmuştu.
İki elimle kahve bardağını kavradım. İçerisi dışarıya oranla çok daha sıcaktı ama Alp'in montu hala omuzlarımdaydı. Kokusu montuna da sinmişti. Kokusu o kadar huzur veriyordu ki bana.
"Ne düşünüyorsun?" Bir an irkildim ve Alp'e baktım.
"Efendim?" Güldü.
"Ne düşünüyorsun?"
"H-hiç." Resmen kekelemiştim ya, off. Önüme döndüm ve alnımı ovaladım. Kahveden birazcık içtim.
"Uyusana sende biraz." Kahveye bakarak konuşmuştum, Alp'e dönmemiştim.
"Uykum yok."
"Nasıl uykun yok, yorgunsun?"
"Nerden biliyorsun yorgun olduğumu?"
"Gözlerinden belli oluyor."
"Sen beni mi izliyorsun?" Gözlerimi devirerek Alp'e baktım.
"İşim gücüm yok seni izleyeceğim değil mi?"
"Yani, kısmen. Benim gibi yakışıklı bir adamı izlemeyeceksin de kimi izleyeceksin?" Yüzümü buruşturmuştum.
"Kendini beğenmiş." Önüme döndüm. Görmedim ama güldüğünü duydum.
"Uyu!"
"Emir mi veriyorsun sen bana?"
"Evet?" Dedim sorar gibi.
Bir kaç kağıt sesi duydum, göz ucuyla ona baktığımda önündeki kağıtları kenara toplamıştı, az önce benim yaptığım gibi kollarını masaya kattı ve başını kollarına yasladı. Gülümsedim.
∞ ∞ ∞
Eve henüz yeni girmiştim. Çok fazla uykum vardı. Odama gittim belimdeki silahı çıkarıp çekmeceme kattım. Daha sonrasında yasa banyoya girdim ve üzerimdekileri çıkarıp kirli sepetine attım. Sıcak bir duş almak istiyordum, ayrıca uyumak. Duşun altına geçtim ve suyu çok sıcak olmayacak şekilde ayarladım. Bir süre yalnızca suyun altında kaldıktan sonra duş aldım ve bornozumu üzerime giyinerek banyodan çıktım. Önce saçlarımı havluyla biraz suyunu aldım sonra saçlarıma bakım kremi sürüp saçlarımı kuruladım. Üstüme en salaş pijamaları mı giyinip mutfağa gittim. Dolapta tabiki de hiç birşey yoktu. Ben bu evde ölü gibiydim genelde yemek yapmazdım dışardan söylerdim yalnızca tatlı yapardım ama o da şu anda yoktu. Buzluğu açıp baktım. Bir kaç hazır yiyecek vardı. Sanırım bunları yiyebilirdim. Seslice nefes verip buzluktaki donmuş pizzalardan birini çıkrdım ve fırın tepsisine yerleştirerek fırına kattım. Yirmi dakika kadar sonra şişmişti bir tabağa alıp dilimledim. Sonrasındaysa üzerine biraz mayonez ve BBQ sos sıktım. Dolaptaki kutu kolalardan birini ve tabağımı alıp salona geçtim. Koltuğa bağdaş kurarak oturdum ve tabakla kolayı yanıma kattım. Kumandayı alıp rastgele kanallara baktım ancak henüz sabah olduğu için saçma sapan programlar vardı. Televizyonu kapattım ve telefonumu alıp müzik açtım. Tabağımı kucağıma alarak pizzalarımı yedim. Kolamı da içtikten sonra ayağa kalktım ve mutfağa gidip tabağımı yıkadım. Sonrasındaysa tekrar telefonumu alıp yatak odama geçtim ve telefonda hala çalan müziği kapatıp telefonumu şarja taktım daha sonrasındaysa yatağıma uzandım ve ardından yorgunluğun etkisiyle de bir kaç dakika sonra kendimi uykunun kollarına bıraktım.
∞ ∞ ∞
Öğlene doğru uyanmıştım. Komidinin üstünden telefonumu aldım ve gözlerimi kısarak ekrana baktım. Saat birdi. Abim aramıştı. Hemde dört kere. İki saat önce. Arama tuşunun üzerine bastım ve gözlerimi kapatarak telefonu kulağıma götürdüm. Telefon ilk çalışta açılmıştı.
"Günaydın hanfendi! Zahmet oldu! Hiç uyanmasaydın!"
"Abii. Tamam dur bağırma yaa." Sesim uykulu ve mayışık çıkmıştı farkındaydım.
"Nöbetten çıktım ben uyuycam tabiki."
"Evde var mı yiycek birşeyin senin."
"Hııı var."
"Hııı var. Ne yiyceksin dondurma mı o donmuş şeyleri mi?"
"Off abii. Hem soruyorsun hem beğenmiyorsun cevabımı. Tamam ne istiyorsun söyle hadi daha bir sürü mesaj var başkaları da aramış onlara bakıcam."
"Kesin başkaları aramıştır Ömrüm. Bak şimdi inandım ben. Kesin o herif aramadı başkası aradı." Gülmüştüm farkında olmadan.
"Kendine gelince ban mesaj at yemek sipariş edicem sana."
"Emredersiniz komutanım." Güldüğünü duymuştum. Gülümsedim.
"Tamam şımarma." Telefonu yüzüme kapatmıştı. Alp'in mesajlarını üztten okudum sonra telefonu kenara bıraktım. On beş dakika önce atılmıştı mesajlar anlaşılan o da yeni uyanmıştı. Biraz kendime geldikten sonra mesajlarına bakacaktım ama şu anda çok uykum vardı. Yüz üstü uzandım ve yaptığıma sarıldım. Yalnızca on dakika kadar sonra gözlerimi açmıştım. Uykum kaçmıştı. Abim ve Alp yüzünden. Çünkü birinin söyledikleri birininde mesajları aklıma takılmıştı. Seslice nefes vererek ayağa kalkmıştım.
Önce banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım sonraysa telefonumu alarak salona geçtim. Uygulamaya girip kendime yemek siparişi verdim ve ekran görüntüsü alıp abime attım. O da bana görüldü attı... Yemek bir saat sonra gelmişti. Hamburger menü söylemiştim. Gerçekten iyiki her gün spor yapıyorum, , yoksa. Bu yediklerim benimle kalıcaktı. Hamburgeri yedikten sonra çöpleri toplayı çöpe attım ve Alp'in mesajlarına baktım. Bende ona görüldü atmıştım. Saat dörttü. Alple buluşmaya daha dört saat vardı. Hala uykum var ancak uyuyamıyordum, yapacak birşeyim de olmadığı için sıkılıyordum. Telefonu kenara bırakıp koltuğa uzandım ve bir film açtım. Filmin yarısında sıkılıp geri kapattım. En iyisi biraz erken gidip deniz havası almaktı. Ayağa kalktım odama gittim ve üzerimi değiştirdim. Siyah bir eşofman üzerine siyah bir yarım kollu tişört giyindim. Ve dışarısı estiği için onun üzerine de siyah kapşonlu ceketimi giyindim. Bel çantamı taktım ve içine eşyalarımı katıp evden çıktım. Apartmandan çıkıp yukarıdaki otobüs durağına yürüdüm daha sonrasındaysa gelen otobüslerden birine binerek sahile gittim. Her zaman gittiğim iskeleye gittim. İskele bomboştu. Henüz havanın soğuk olmasından kaynaklıdır ki kimse yoktu denizde. İskelenin en sonuna kadar gittim ve oturdum. Dizlerimi karnıma çekerek dizlerime sarıldım ve denizin hareketlerini izledim.
"Sanki biraz erkencisiniz komutanım?" Bi an irkildim ve arkamı döndüm, ardında tanıdık yüz görmenin rahatlıyla rahatladım ve hafifçe gülümsedim. Geldi yanıma oturdu.
"Sıkıldım evde. Denizi izlemeye geldim." Gülümsedi.
"Ne tesadüf bende." Güldüm. Gülüşümü izledi. O benim gibi oturmamıştı. Ayaklarını iskeleden aşağı sarkıtmıştı.
O değildi ama ben çok çekingendim bu konuda. Abim vardı çünkü, biliyorum başta kızsa da şu anda hayatıma birini aldığıma hatta o kişiyi tanıdığına seviniyor.
Elini uzatıp dizimde dolanmış olan elimi tuttuğunda yeniden irkildim. Başımı çevirip Alp'e baktım.
"Dalgınsın... Hadi ilk geldiğimde bilmediğin için irkildin ama yanında oturuyorum Ömrüm. Neyin var anlat hadi. Noldu dün. Şimdi neden bu kadar düşüncelisin. En son karargahtan ayrılırken ben mutlu göndermiştim seni. Bir kaç saatte ne oldu?" Seslice nefes vererek önüme döndüm gözlerimi denize diktim. Bekledi, bekledi,bekledi... Ben konuşana kadar bekledi, yeniden konuşmadı.
"Marco... İlk görevde yakaladığımız kişi... Sorgusuna girdiğim kişi."
"Hatırlıyorum."
"Yalnızca hapis cezası almış." Kendi kendime gülmsedim. "İyi halde uygulanmış biliyor musun? Bir kaç yıl yatıp o pislik hayatına devam edecek. Komutanım söylerken, seninde bilmeye hakkın var dedi... Benim... Dosyasını inceledim... Bir kaç yıla yeniden açılır dava. Tutuksuz yargısına karar verilir... Bunu söyleyen kişilerin hiç mi vicdanları yok? Yada dosyasında yaptığı şeyler mi yazmıyor? Ama hayır yazıyor. Ben baktım... Öldürdüğü onca cana ne oldu? Ruhlarına... Ailelerine... Sevdiklerine... Ne oldu?" Yavaşça bana sarıldı. Sanki incitmek istemez gibi. Birşey söylemedi, belkide söyleyemedi. Söylenecek söz bulamadı belki de. Uzun bir süre sessizlik oldu belki yirmi, belki de yirmi beşten daha fazla.
"Sen... Senin dosyan neden gizli?" Dedim.
"Senin dosyan neden gizli?" Dedi. Hafif gülümsedim.
"Sadece alt rütbelere gizli benimki. Komutanların görüyor."
"Ben alt rütben miyim?"
"Neden rütbe durdurma cezan var? Ne yaptın da böyle bir ceza aldın. Hayatının sonuna kadar belki gemeral olman gerektiği zamanda bile yüzbaşı olarak kalıcaksın."
"Sen nerden biliyorsun cezam olduğunu?"
"Öğrendim işte boşver."
"Eğer sen ailenle ilgili birşeyler anlatırsan bende ne istersen onu anlatırım." Başımı kaldırıp Alp'e baktım.
"Söz mü?" Gülümsedi.
"Söz."
"Küçüktüm... Dokuz yaşındaydım. Zaten biliyorsun. En küçükleri benim. Annem ve babam İzmir'e gitmişlerdi. Sadece iki gün. On sekiz Kasım'da gitmişlerdi. Annem İzmirliydi. Anneannem vafat etmişti. Babası zaten yıllar önce vefat etmişti. İki gün gittiler sadece bizi uzun süre yalnız bırakmazlar diye. Halamlatda kalmıştık. Abilerim okula falan gidiyor ama ben inat etmişim gitmedim okula. Öğlen sonu işte abilerim de okuldan gelmiş. Akşam yemeği yenecek ama ben durmuyorum, huysuzum inat ettim. Tabi annem kızardı sürekli babamı aramama bende babamı arayamazdım araba kullandığını bildiğim zaman. Çok kızardı kaza yapar baban derdi. Annemi aradım. Tabi o gün kaç kez aramışım. Ama kızmadı aramama. Açtı telefonu konuştuk. Telefonu kapatacağı sırada... Bir fren sesi ve bir çığlık sesi duydum. Tabi korktum bende bağırdım. Halam ve abilerim yanıma geldi. Halam telefonu aldı, abim bana sarılıyor. Ben ağlıyorum ama, sakinleştiremiyotlardı beni. Sonra ateşim falan çıkmıştı hastaneye götürmüşlerdi... Sonra gecesinde haber geldi. Şehit olmuşlar. Karşı şeritten gelen bir tırın altında kalmış araba... Onları son kez göremedim bile. Herkes kaza dedi. Yıllar geçti, abim asker oldu... Davayı yeniden açtırdı. Sonrasında herşey ortaya çıktı..." Farkında vardığımda avucunun içinde tırnak izleri vardı. Elimi sıkmıştım farkında değildim. Elimi tuttu önce avuç içimden öptü sonra elimi okşadı.
"Başın sağolsun." Hafifçe başımı sallamıştım sadece.
"Sor hadi."
"Sonra sorsam. Hakkım kalır mı?" Güldü.
"Kalır."
"O zaman sonra sorim. Başka zaman."
"Kavhe alim mi sana?"
"Hıg hıg. Canım istemiyor." Bir anda ayağa kalktı.
"Ne oldu?"
"Hadi kalk?"
"Ya ne oldu? Otur işte. Oturuyoruz neden bozuyorsun?"
"Tamam kalk hadi. Yüzeceğiz."
"Ya saçmalama. Ne yüzmesi. Otur şuraya ya hadi! Hava soğuk."
"Ya ne demek hava soğuk Ya! Sen nasıl geçtin eğitimlerden. Ay hava soğuk ben giremem sabah yapın eğitimleri mi dedin! Kalk hadi!"
"Kalkmam."
"Seni bu üstündekileri suya atarım, telefonun falan umrumda olmaz hadi kalk hadi." Üstündeki tişörtü çıkarttı ve kenara kattı ayakkabısını ve çoraplarını da çıkarıp tişörtünün yanına kattı cebinden telefonu ve cüzdanı çıkarttı. Belinden de silahını çıkarıp tişörtünün içine sakladı. Ve o sırada fark ettim ki ben bi hata yaptım. Silahım yanımda değil evde.
"Aalp!" Alp birden bana baktı korkmuş bir şekilde kaşlarını çattı.
"Silahımı evde unuttum ben." Dedim bir sır verir gibi kısık sesle. Gülümsedi.
"Tamam kalk hadi, ben korurum seni. Ama bunu hep yaparsan işimiz var senle haberin olsun. Hadi denize gireceğiz." Gözüm boynundaki kolyeye takılmıştı. Kaşlarımı çattım. Daha çok kızların taktığı bir kolyeye benziyordu bu. Ayağa kalktım ve kolyesine dokundum. Bana baktı. Gülümsedi.
"Noldu?"
"Kimin kolyesi bu?"
"Benim."
"Nasıl senin?"
"Benim işte. Özel yaptırdım." Bir çiçek ve bir kaç tel saç vardı. Aklıma gelen şeyle gülümsemiştim. Çiçek baba hastayken getirdiği mavi papatyalardsn bir yapraktı. Saç telleri de büyük ihtimalle benimdi. Epoksinin içine katılmış kalıp bir kolyeydi. Gülümsedim başımı kaldırıp Alp'e baktım.
"Güzel mi?" Başımı salladım yavaşça.
"Hadi denize" Belimdeki çantanın kemerini açtı ve belimden çıkardı yere bıraktı.
"Ya kıyafet yok yanımda donup hasta mı olim?!"
"Battaniye var arabada, eve de ben bırakıcam zaten. Hasta olmazsın. Hadi ya ne kadar nazlandın. Hadi." Beni bıraktı ve suya atladı birkaç saniye sonra az sonra ise bir kaç metre öteden suyun yüzeyine çıktı. Başını sallayıp saçlarını geriye düzeltti ve yüzünü sildi. "Hadi gel" güldüm. Çok inatçıydı. Ama gidicektim. Ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarıp kenara kattım cebimde eşya yoktu zaten hepsi çantamdaydı. Suya atladım ve Alp'in yanına kadar yüzdüm ve suyun yüzeyine çıktım. Saçımı düzeltecektim ki kolumdan tuttu. Önce ne olduğunu anlamadım ancak sonrasında fark ettim. Saçlarımı geriye düzeltti. Gülümsedim. Bazı şeyleri kendi yapmak istiyordu. Gözlerimi sildim yavaşça ve gözlerimi açtım. Bana bakıyordu.
"Ah, güzelliğin. Beni deli ediyorsun." Güldüm.
"Tamam yılışma çok fazla. Cık cık cık cık." Güldü anlımdan öptü. Gözlerimi kapattım gülümsedim. Huzurluydum onun yanındayken. Uzun süredir yaşamadığım duygularım sanki gün yüzüne çıkıyordu artık.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.87k Okunma |
280 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |