11. Bölüm

10. BÖLÜM: DİPTE BİTEN OT

Siyavuş
syavus

 

 

 

10. BÖLÜM : DİPTE BİTEN OT

 

 

 

~Dönüşüm, yakmakla ve yanmakla mümkündür.~

 

 

“Savaş ne zamandır?” Hançer, yaşlı adamlara bir kez daha baktı. İçinden kopup dudaklarına dolan zafer gülüşüyle bir Atabey’ine bir Yağmur Ata’ya baktı. Gelişleri hiç beklemediği bir anda gerçekleşmişti. Göğsü neşeyle kalkarak konuştu. “Savaş vaktidir. Artık pusatım da canım da bu yolda öldürmeye de ölmeye de hazır.”

 

Yağmur Ata, nemlenen gözlerini kapattı. Kalbi coşuyor denizler gibi kabarıyordu. ‘ATA’ mahlası verilse de bu sadece ululuğunun timsaliydi. Gurur dolu bir gülümseme ile ela gözlere baktı, Hançer’in kolunu daha sıkı kavradı. Takdir, gurur ve daha niceleri ruhundan taşıyordu. Ama bu davranışlarına inanmayan tek kişi de kolunu tutuyordu hala.

 

Yağmur Ata, içinden binlerce kez Gök Tanrı’ya şükretti. Başarmıştı Hançer, tek başına kocaman bir yol almış ve bunu oba beylerine kabul ettirmişti. Otoritesini inşa ettirmiş ve bunu kabul ettirmişti. Olgunluğa ulaşmış bir kurt vardı gayrı karşısında. Ve o kurdun ilk fırsatta dişlerini etine saplayacağından haberdardı.

 

Beyler, vaktiyle devlete savaş açan ama şimdi buna yeltense zarara gireceği bir evredeydi. Çünkü onlar sıradan beyler değildi. Her biri devletin temeliydi. Her biri şimdilerde küstürülmüş Girayoğuşları Devlet’inin direkleri gibiydi. Kuruluşta ve ilerleyişte yadsınamaz derecede yararları olmuştu.

 

Kendi hakimiyetleri olan vilayetleri olsa da onlar tek veliahtın etrafında kalmayı geleceğin hakanı ile yakın durmayı tercih etmişlerdi, tabi bu gerçekleşebilirse. Zira devrim her ne kadar yakın görünse de hakimiyet dışındaki beylikler ikili arasında çıkacak bir savaşın peşinde koşuyordu.

 

Taht bir değil iki tehlikenin elinde yön alıyordu. Baştaki adamdan onlar da nefret ediyordu ama az önce sayılan şartlar ve düşman birlikler de dahil olunca baştaki eceliyle ölene değin beklemek en makul olanıydı.

 

Ama Hançer asla normal biri değildi. Kağanlık hakkı elinden alınmış, genç yaşta beylik postuna oturmuş veliahtlık deneyimini oba beyliği yaparak geliştirmeye çalışmış, anasız babasız dostsuz yapayalnız kalmış genç bir kızdı. Şimdi o küçük kız büyüyerek yaşından da büyük hisseder olmuştu.

 

İdari , askeri ve siyasi birçok konuda aldığı kararlar artık başlanmasından korkulan o savaşın yaklaştığını gösteriyordu. Bu, bir savaş hazırlığıydı. Asıl Savaş başlamadan irili ufaklı çok savaş olacaktı ama bunun için sandığından da çok zaman geçecekti.

 

Yağmur Ata, eski dostlarına ve yeni bey olmuşlara göz gezdirdi. İçlerinde eski dostları vardı. Bu dirayetli, sarsılmaz kocaman yürekli beyler karar alırken en büyük engel haline gelebiliyordu. Bu sefer karşılarında duran kişi, Hançer Hatun’du ve onları yıkıp geçmişti. Bu da sarsılmaz bir irade ve aşırı baskın karakteri sayesinde oluvermişti.

 

Aklıyla da oluşturduğu noktalarla hepsini yola getirmişti. Kim olursa olsun bugün bu onay bu kurultaydan çıkacaktı ve istediğini ele geçirmişti. Atabeyi Alemdar Bey ve Yağmur Ata’nın gelişi herkesi daha bir yüreklendirmişti. Beyler artık karşılarında duran bu genç kızın kocaman bir beye dönüştüğünü anlamıştı.

 

Hançer Hatun, hepsine yavaş yavaş başını salladı, işte böyle, dedi. Sırasıyla hepsiyle göz göze geldi en sonunda Atabeyi ve Yağmur Ata’ya döndü. “Kuşatma için taşınma iki gece sonra yapılacak.” Tekrar kurultaya çevirdi başını. “ Gün gelince hepinizi ordumun en ön safında görmek isterim. Ne bir eksik ne de bir fazla, olduğunuz gibi.”

 

“Buyruk senindir Hançer Hatun!!” Beyler büyük bir teslimiyetle ellerini göğüslerine vurdu. Başları dik alınları aktı. O ne derse ona uyacaklardı ki bugüne kadar onun yanıldığını görmemişlerdi. Beyler usulca Hançer Hatun’u selamlayarak kapıdan çıktı. Zaman geçerken bir zaman sonra otağıda üç kişi kaldılar.

 

Hançer yere sapladığı hançer ve kılıcını yerden kuvvetle çekip çıkardı. Usulca kendini postuna bıraktı. Atabeyi gözlerindeki o buruk mutlulukla kendisine bakarken Yağmur Ata daha fazlasını isteyen oyunbaz ve tetikçi gözleriyle onu süzüyordu.

 

Hançer iki uç noktadan ötürü eliyle onların ululuğunu gösterecek şekilde havaya kaldırdı. “Var olun! Bana bu yolda inanan sizin gibi ulularım olduğu müddetçe, “ tam bu noktada Yağmur Ata’nın gözlerine baktı. “ arkamın sağlamlığından zerre şüphe duymayacağım.”

 

“Biz de,” diye söze girdi Yağmur Ata gözlerine bakarken “Senin gücünü buralara kadar getirmenden ötürü gurur duyuyoruz. Şimdi bundan sonrası için ne yapacaksın?” Onun bu sorusuna cevabının olduğunu bilmesine rağmen sorması karşısında susmak zorunda kalmıştı. Gözlerine bakınca garip bir ışıltının kendisine eşlik ettiğini fark etti.

 

Sesini tok ve güçlü tutarak hiçbir şekilde açık vermedi. “Siz üstünüze düşeni yaptınız. Bundan sonrası sadece talih. Kimin ne olacağını,” sol kaşını havaya kaldırarak gerilen sol gözüyle otağıda asılı duran haritaya baktı. “Ya da olmayacağını Gök Tanrı bilecek.”

 

Atabey Alemdar, tıpkı onun gibi gözlerini kısarak eliyle göğsüne vurdu. “Emrettiğiniz gibi çöllerin ve deryaların efendisine mektubunuzu ulaştırdım. Başta soğuk karşılasa da mektubunuzu okuyunca yelkenlerini suya indirdi.” Hançer usulca gülümsedi. Kafasını aşağıya yukarı sallayıp onu onaylayıp Yağmur Ata’nın tarafına döndü. “Siz? Ulu bilge? Gittiğiniz yerden bana ne getirdiniz?“

 

Yağmur Ata, eliyle havaya bir daire çizip elini içine geçirip çıkardı. Meydana gelen garip dumanımsı şekiller bir anda yok olup gitmişti. Hançer gözlerinden başka bir şeye bakmıyordu. Elinde beliren bir küreyi ona doğru uzattığında bile gözlerine bakıyordu.

 

Hançer küreyi alırken bir an ona değil de elindeki cisme baktı, küre yeşil ve beyaz ışıklarla ışıldarken bir anda beliriveren zümrüt yeşili gözlerle durakaldı. Neye uğradığını şaşırdı. Sakin kalmayı unutarak arkasına bakmak istediyse de durmak zorunda kaldı.

 

Bu olabilir miydi? Yıllar sonra. Yıllar sonra Hançer o gözleri görmüş olabilir miydi? Uzun süredir dik ve otoriter duran bakışları adeta birer kuzuya dönüşüvermişti. Yutkundu, bilmiyordu neler olduğunu. Canı yanmaktan balçığa dönüşmüş gibiydi. Peçeli sevdiği yaşıyor muydu bunu dahi bilmiyordu. Ama o yaşıyorsa gözlerine bakınca çifte hasreti son bulabilirdi. O, Hançer’in hayatına çok farklı bir kelime eklemişti: Belirsizlik.

 

Yağmur Ata, keskin keskin bakan gözleriyle Hançer’in hal ve hareketlerini takipliyordu. Dudakları keskin bir kıvrımla gerilirken söze başvurmak gerektiğini hissetti. “ Dağda kendilerine yer edinen o bir avuç ahmağı bir süre izledim. Liderlerine kadar öğrendim. Ellerinde gezen ve hepsinin korumakla mükellef olduğu bu küreyi de ellerinden aldım. “

 

Hançer dişlerini sıkarken öfkesini bastırmakta pek bir zorlanıyordu. “Kötülüklerin babası, Erlik Han mı verdi bunu sana? “ Kendi içinde güldü zira böyle bir şeyin olmayacağını elbette ki biliyordu. Ve bunun ucunun da kendisine dokunduğunu pek ala biliyordu. O halde bunu ona kim vermişti?

 

Keskin gülüşü ile gözlerine bakan Yağmur Ata, “Hayır. Kara Ozan adlı bir sahtekar himayesi altındaydı..” dedi son derece soğuk ve heybetli bir sesle. “Nedir peki bu? Seni alırken gördü mü?” demekten kendini alamamıştı Hançer. Duyduğu isme bir önem vermedi zira o kadar fazla eşkıya, uğru vardı ki hangi birinin ismini ezberleyebilirdi ki?

 

Usulca dudaklarını nemlendirdi, gözleri bir kez daha küreye kaydı ve heyecanla kalbini patlatacak olan o gözlerle bir kez daha karşı karşıya geldi. Gözlere bakarken Yağmur Ata’nın sesi duyuldu otağıda. “Gördü. Savaş kanlı oldu lakin günü gelince her şeyin kendisinin arzu ettiği şekilde zaten gerçekleşeceğini, bu yüzden de şimdiden tadını kaçırmanın bir anlamının olmadığını belirtti.”

 

Atabey Alemdar Bey, öfkeyle soluyordu. Hançer ise nihayet o hipnozdan kurtulup doğruca mavi gözlerine baktı. Sinirle gülmeden edemedi. “Bugün var yarın yok ama bu kadar dişli rakip az bulunur. Sence neyi kastetti Yağmur Gürkan Bey? Bizimle ucu açık oyunlar mı oynar?”

 

“Hayır. Aksine. Ucu açık oyunlar kuran ve kendilerini tetik üstünde bırakan kişilere karşı böyle olmak zorunda kaldıklarını söyledi.” Yağmur Ata’nın sivri lafları derisine batarken çatılan kaşlarının üstünden baktı mavi gözlerine. Elleri yumruk olmuş kucağında adeta kıvranıyordu. Yağmur Ata’nın sözleri bitmişe de benzemiyordu.

 

“Tetikte ve her daim gözlerinin üstümüzde olduğunu belirtti. O sebeple aklımızdan geçenlerin hesabını iyi gütmemiz gerek. Onlarla yakınlaşmadan ya da ters düşmeden evvel,” sözlerini artık direkt Hançer’e söylemeye başlamıştı. Bu bir tavsiyeden öte bir tehlikenin ön sezisiydi.

 

“Bize danışman gerek. Büyü ve sihir bir yerden sonra asla işe yaramaz. Kişi kendi ettiğini çekmeye başlar. Uyarımı dikkate al Hançer Giray. Sen her şeyin son kapısısın. Son ümidi ve son varisi.”

 

Hançer sözlerinden ötürü kısa bir an fikirlerini bir kenara bıraktı. Yalnızlığından her daim şikayetçi olsa da bu ona güç katıyordu ve zor şartlar sayesinde büyük bir insan, komutan haline geliyordu.

 

Konumundan gayet haberdarken bu sözlerle kalbindeki bir yer tekrar sızlamaya başlamıştı. Ailesizlik en çok tehdit edildiğinde içini yakıyordu. En çok da elini her fırsatta tutmaya çabalayan, gözlerine hayran hayran baktığı o kuzenini hiç mi hiç unutamıyordu. Seviyordu onu, hem de çok. Peşinden koşmasını, babası Kağan Börü Giray’dan çekinmesine rağmen her zaman onunla karşılaşmasını, sarayın o ortasındaki çeşmeye onu atacağını söyleyip kendisini güldürmesini... hiç mi hiç unutamıyordu. Ah Berk...

 

Hançer Giray olmak böyle bir şeydi. Unutamadığı ne varsa hepsi birer adet hayalden ibaret kalıyordu. Birer adet özlem ve balbaldan (Mezar taşı. Eski Türklerin mezar taşı olarak kullandığı, kaç kişiyi öldürdüğü, ne tür bir hayat sahibi olduğunu anlatan edebi değeri yüksek taşlardır.) ibaret koca bir hayata mahkum kalıveriyordu. Atabey Alemdar ve Yağmur Ata, onun huzurundan ayrılırken söylediği hiçbir sözü duymuyordu artık. Algısı kapanmış sadece kaybettiği kişileri düşlüyordu.

 

Kalbi sıkışıyordu, elindeki küreyi posta bırakacakken onun bir tür ışık yaydığını gördü. Bir sürü ışığı vardı. Bir sürü bulut kümesinin elleri altında hareket ettiğini gördü. Hançer hızla daldığı uykudan uyanırken bu kürenin Kara Ozan tarafından kendisine verildiğini hatırlamakta geç kalmayacaktı.

 

Hızla ellerini ondan çekti ve çirkin kahkahalar işitti. Birer çığlık gibi, ağlama sesi gibi bir kahkaha. Hançer küreyi gözüne kestirirken o şeytanın ne yapmak istediğini pek ala anlamıştı. Onu anıların ve vesveselerin ağına düşürerek zihnine çökmeye çalışıyordu. Ucu gök mavisi renginde olan Kurt Kağan kılıcını havaya kaldırdı.

 

Zafer kahkahaları artarken dudaklarını yaladı, dudakları ağlamaktan şişmiş gibi büyümüştü. Kısmen de olsa amacına ulaşan şeytanla bağını koparmak için bir anda kılıcını küreye indirdi ve kara ruhların çığlığı arasında binlere ulaşan parçaların yere düşmesini izledi.

 

Gitti diye düşündü. O gözleri son kez görmüş daha da göremeyecekti. Sesi duyan alpleri hızla otağıdan içeriye girerken hiçbir kuralı tanımadıklarını, söz konusu Hançer ve güvenliği ise en asi insanın kendileri olabileceklerini az ileride yürüyen ululara kanıtlamışlardı.

 

Nefes nefese kalan Demirdöğen içlerinden en heybetli ve uzun olanıydı. Hançer bile onun yanında kısa kalıyordu. Façalı kaşları ile öfkeyle Hançer’in gözlerine baktı. “Bey Hatunum ne oldu?!” diye bağırdı , Hançer çatılan kaşlarıyla beylere baktı. Ediz Alp hızla inip kalkan göğsüyle içlerindeki gizli duygusal olarak büyük bir kaygı yaşıyordu.

 

Debret zaten bu dünyaya susmak için gelmişti ama o bile endişe ile bakıyordu etrafına ama hiçbir şey yoktu etrafta. Buna ikna olmaya çabalarken diğer bir ikna olmaya çabalayan Darulgan elinde mendil ile iki tarafa bakıp duruyor, tedbirli adımlarla kırılan kürenin parçalarını inceliyordu.

 

Hançer yıkılan bir dağ gibi postuna çökmüştü. Darulgan parçalara bakarken gözü Beyine takıldı. O gözler acı çekse de her daim düşünceli ve hırslıydı. Bununla duyduğu gurur sonucunda ayağa kalktı ve arkadaşlarının yanına geçti.

 

Hepsi sus pus bir şekilde Hançer’e bakarken onun suskunluğunun süreceğini düşünerek omuzlarını düşürmüşlerdi. Ama o Hançer Giraydı. O en kötü anlarda dahi silkelenmeyi öğrenmişti.

 

Kısa bir zaman sonra kaldırdığı ela gözleri safi hırs ve intikam ile ışıldıyordu. “ Şeytanlarla da savaşacağız.” Demirdöğen , burnunu çekip bir adım öne çıktı. “Sen, zaten bunca yıldır şeytanla çarpışıyorsun. Şimdikiler sana hiçbir şey yapamaz.” dedi. Ediz, onun sözünü onaylayarak Hançer’e doğru yaklaştı.

 

“Yeterli sayıdaki alpi buraya çekebilirsek o zaman şeytanlara karşı büyük bir zafer kazanırız. Sen, elinden geleni yapıyorsun şimdilik onlara odaklanma.” Oradaki herkes başıyla onaylarken en suskunları olan Debret sözü teslim aldı.

 

“Alp topladığımız biliniyor. Bize de bir sürü obadan insan geliyor. Girayoğuşları alplerinin yetmeyeceğini herkes biliyor. Bu birilerinin kulağına gider. Tetikte bekleyen yamyam beyler savaş istiyor.“ Hançer, başını öne doğru meyillendirip Debret’ten devam etmesini, sözünü açıklamasını istedi. Ama o farklı bir yerden devam etti.

 

“Hançer... Biliyorsun ki girdiğimiz bu yoldan artık geri dönülmez. İntikam ve taht alacağız. Bu sebeple ulu takımına ve boy beylerine dikkat et. Büyü ve karanlık işlerle üstünde hakimiyet kurabilirler. Onlara güvenme, daha ziyade dikkatli ol. “ Debret az önceki cümlesini açmak yerine farklı bir konuya değinince herkesin kafası karışmıştı, o hariç. Hançer, onu uyardığı konular hakkında durup düşündü.

 

“Bana, bir ihanetin geleceğini mi söylüyorsun?” Debret, herkesin meraklı bakışları arasında az önce beylerin oturduğu minderlerden birine çöktü. “Demek istediğim şu. Yaptığının farkında ol. Uluların gücüne ve çevrendeki boy ve uluslara bel bağlama. Ulular, kazık atar güvendiğin insanlarda toprak atar.” Ediz de onun yanına çökünce herkes birer ikişer yere oturdu.

 

“Geleceğin ne getireceğini bilmiyoruz. Sadece daha dikkatli olalım derim. Güvenmeyelim derim. Daha kuvvetlilerden destek alalım. Mesela diğer Hanlıklar? Eminim onlarda birbirlerinin boğazını sıkmak için an kolluyordur.”

 

Ediz, burnunu tıpkı dostu gibi çekerken gerçekten şifayı kaptıklarını anlamıştı. Hançer’e döndü. “Benim adıma Ediz demişler ama hangi ulus demiş bilmiyorum. Bilseydim onlardan savaşımız için destek alırdım. Ama bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var o da bilinmezliğin kötü olduğu kadar güzel yanının da olduğudur. “ Darulgan, ilk defa söze katıldı. “Nedir?”

 

Sahiden, Hançer de merak etmişti. Neymiş bilinmezliğin güzel yanı? Ediz, ona yumuşakça ve ıstırapla gülümsedi. “Kötü yanı kim olduğunu bilmiyorsun ama iyi yanıysa ne olarak değil kim olarak yaşaman gerektiğini öğretiyor. “

 

Demirdöğen ağzı yuvarlak olmuş bir şekilde konuşanları dinliyordu. Herkes bir şeyler hakkında masumane bir tavırla nasihat ederken bir nara koparıverdi meydana. “Eeeeh! Yeter artık! Ne konuşuyorsunuz anlamıyorum artık. Açık konuşun, kan var deyin savaş var deyin bana kafi! Hepiniz Börü Ocaklarına mı gittiniz ne yaptınız!” Onun bu homurtuya dönen konuşmasına Hançer de olmak üzere gülmüşlerdi.

 

Bunun üzerine hafiften utanan Demirdöğen, eliyle ensesini sıkarken bir gözünü şapşalca kısmış Hançer’e bakıyordu. “Beyim, bağışla. Anlamam ben bilirsin.” Hançer, eliyle omzuna üst üste üç dört kez vurdu. “Başka bir zaman ve mekanda olsaydık tepkimi ortaya koyardım. Sen merak etme.” Hançer, onu daha fazla utandırmamak için Darulgan’a döndü.

 

“Kuzeyliler asker konusunda ne söyledi? Yeteri kadar desteği gönderebilecekler mi?” cevap tabiki de şaşırtmamıştı. “Maalesef, şu sıralar tamamen kendilerine odaklandıklarını bize yardımda bulunamayacaklarını söylediler. Ediz’de ölmesin diye geri döndük. Ama döndüğümüzde de çok olaylar oluvermiş.“

 

Yine gülüştüklerinde Hançer, bu cevapla tatmin olmamıştı. Kuzeyliler yoktu. Ama döndüklerinde ne olduğuna dair bir bilgisi yoktu. Sormak için zamanını bekledi. “Başka bir sebep var o halde?” Darulgan, başını aşağı yukarı salladı. “Banada öyle geliyor Hançer. O sebeple dışarıya çıktığımda ulaklarımız Gökçe ve Aslantaş ile konuştum.

 

Bana dediklerine göre, yeni dostu Yakut Hanlığı’nın yanında var olmaya çabalıyorlarmış. Kuzey Ragnar iflah olmaz bir sorumsuza dönüşmüş. Tek geçim kaynakları olan ve mecbur oldukları İpek Yolu’ndan ötürü Yakutlar ile yıldızlarını birleştiriyorlar.”

 

“İyide Balamiz ve Bankizler gibi iki büyük devlet ile neden sık durmuyorlar? “ Hançer veliaht töreni çok net hatırlıyordu. Ragnar ve George mükemmel bir ikili olabilirdi.

 

“Sordum. İkisi de haftalardır saraylar arasında mekik dokuyormuş bilgin üzerine. George, Balamiz prensi. Babası Kral Freud’un canına kastetmiş. Devletin yeni kralı olarak kutsanmış. Bu suikast sonrası günahı senin boynuna dolamak istemiş.” Ortamdaki herkes şaşkınca Darulgan’a bakıyordu. “Onu, senin ormanda yaptığın bir suikast ile öldürdüğünü söyleyecek ve tüm okları sana çevirerek katlini haklılaştıracaktı. “

 

Hançer merakla dinliyordu. “Yapamadı. Neden?”

 

“Senin aylardır asker toplayıp Girayhan’ı almak istediğini sağır biri bile anlayabilir ama sen böyle bir kararı daha az önce aldın. Ama onun kulağına giden haberde senin kuşatma harekatına başladığın söyleniyor. Biri bizden önce bir şeyler yapıyor. Birileri, bize ya yardım ediyor ya da kendi menfaatini koruyor. Ama bu kim işte onu bilmiyorum. ”

 

Hançer, alnından buz gibi terler akarak Darulgan’a bakıyordu. İynem, Gökçe ve Aslantaş olmasa herhalde hiçbir şeyden haberdar olamayacaktı. Keza alpleri de öyle. Sakin kalmaya ve bu haberi önemsememiş gibi konuşmaya devam etti.

 

“ Çok şükür ki, bugün buradayız ve güç devşiriyoruz. Bu işin arkasında kim varsa da bulup onu ortaya çıkarırız. Girayhan, toprak kaybetti lakin hala en kuvvetli devlet biziz. Çünkü bizi ayakta tutan beyliklerimiz var. Kendi başlarına hüküm kesseler de var olmamız için bu şekilde devam etmeliler. Ayrıca, Kuzeyliler ve Yakutlar, Bankiz Balamiz ile dost olup bizle düşman olmaktansa onlardan uzak durmayı yeğlemiş durumda.”

 

Hançer, Darulgan’a teşekkür ettiğinde postundan geriye doğru yaslandı. İşte bu durum çok ilginçti. Kudretlerini arttırıp kendisiyle düşman olmayı göze almayan iki kral acaba ne planlıyordu? Kendi kendine seslice düşünüyordu. Biri ona atacağı adımları göstermeye mi çalışıyordu. Bu konudan uzaklaşmalıydı.

 

“Obanın ve uluların desteği yanımda. Ulaklara haber edin, beylikler benim için ellerinden ne geliyorsa temin etsin. Unutmasınlar ki, bu günler bittiğinde taht benim olacak. Doğru tarafta durmalıdır. Civara ve kalelere sızdırdığım insanlarla bir yere kadar idare edeceğim.” Sözlerinin ardından kendi kendine konuşmayan başladı.

 

“ Ama ben asker konuşlandırmadım henüz Girayhan'a. Askerin, sevkiyatı çok önemli ve istediğim sayıya varamadım. Adım atmamı mı istiyorsun oyunbaz? Hadi ama neyim var neyim yok iyi bilmen gerekmiyor mu? Teçhizatı bulup demircileri toplamamız ve kılıç, ok , yay yapmamız gerek. Hala eksiklerim varken benden ne istiyorsun? Kafa karışıklığı yaşıyorum... “

 

Gözleri irice açıldı. Bu oyunbaz kimse doğrudan zekasını bilen biri gibi görünüyordu. Kalbine dolan heyecanla nefeslendi. Çok sık kalbinde heyecan duyar olmuştu. İçinde uçuşan lanet şeylerin de etkisi vardı.

 

“Herkesin aklını karıştırıp ters bir hareket yapmamız gerek. Girayhan’ın demirine ihtiyacımız var. Doğu Obaları intikamını uzatmamalıyım. Obada meydana gelen gizli katliamlar var ve bunun altından kalkmalıyım. Ve ben hala düşünüyorum.”

 

Eliyle şakaklarını sıktı. Daha çok düşündüğü ise Baba, iki oğul ve bir kız intikamıydı. Her saniyesinde aklını meşgul eden o konu susmak bilmiyordu. Hiçbir şey o kadar önemli değildi. Bu intikam, eğer bunu almazsa yaşamasının bir anlamı olmayacaktı. Bununla öfkeyle hırıltılı bir nefes verdi.

 

“Hançer...” Ediz, ona düşünceli bir bakış atıp ayağa kalktı. “Sırası ile her şeyi halledeceğiz. Tümüyle bitik değiliz. Şuan her şeyin karmakarışık gelmesi doğal. Ve bu da senin meydanlara ilk defa çıkışın. Kendini yalnız hissetme. ” Hançer itiraz ederek bağırdı.

 

“Şehir savaş esnasında harabeye dönecek. İnsanların canını korumak zorundayız. Herkes kendi kaybının derdinde, ya o anda benden yüz çevirirlerse? Yalnız kalmaktan her zaman korkacağım çünkü ben eski ben değilim... Bencillik değil bu, başkalarına bir şey olmaması için ayakta durma zorunluluğu! ”

 

Ediz ona yaklaşıp yüzünü avuçları içine aldı. “ Çok yoruldun, korkuların birer uydurmadan ibaret. Bu korkan kişi sen olamazsın. Bu kaçak dövüşen sen olamazsın. Şimdi dinlenecek her şeyi yoluna koyacağınız anı bekleyeceksin.” Hayır, cesareti birer göz boyamadan ibaret.

 

“Ediz doğru söylüyor Hançer. Ediz , Debret, Darulgan ve ben buna bir çare bulabiliriz. Dik durman önemli, zaten öylesin de ben söyleyeyim dedim.” Demirdöğen, cümlesindeki kargaşadan ötürü utanırken Hançer hepsine bakıp minnettar bir edayla gülümsedi. Demirdöğen, elini saçına koyduğunda, “Bu gece uzun oldu. Yarın ne yapacağız?” diye sordu. Herkes Hançer’e baktığında hep birlikte ayağa kalktılar.

 

“Kuşanın. Ziyaretlere başlıyoruz, alınmayan hiçbir intikam kalmayıncaya dek savaşacağız ama bakalım bakalım bizi kuşatma haberinden önce kuşatmaya çıkmışız gibi gösterenlerin yeni hamlesi ne olacak.” Demirdöğen kahkaha atarak hızla baltasını ve okunu kavradı, Ediz ve Debret ise birbirlerine bakarak göz kırptı. Kollarını birbirine dolayarak omuz omuza çarpıştılar.

 

Hançer otağının içine geçmeden evvel Darulgan’a baktı. “Saraya bir haber gönder. Bize onların oyalanacağı şeylerle alakalı bilgileri hazır etsin. İynem’e de haber et. Dikkatli olsun.” Alpler hep bir ağızdan selam verip çadırdan çıkınca kendisi de zırhını ve yarın için aklında kurduğu planı için hazırlanmaya başladı.

 

Üstünü deri siperliklerden biriyle değiştirirken Ediz’in sesi duyuldu tam arkasından. “Karargah için yer belirlemedin.” Hançer, başını kaldırınca içeriyi aydınlatan tek mumla yüzünün yarısı siyah yarısı kırmızıya boyanmış gibi oluverdi. Ediz’e döndü, gözlerindeki parıltı ikisini de heyecanlandıran bir karara imza atıyordu.

 

“Akıllı bir savaşçı, karargahını düşmanının surlarına gizler. Karargahımız, Balamiz Hanlığı başkentinde olacak...” Ediz, aldığı cevapla gidecekken Ediz’i durdurdu. “Ediz, aramıza yeni gelen alpe de söyle. Her şeyi eksiksiz bilsin ama sadece Karargah yerini sen ve ben bileceğiz. Dediğim gibi her şeyi bilsin.”

 

Ediz göğsüne vurup selam verdikten sonra dışarı çıktı. Kalın deriden ve ince işçilik eseri olan zırhı yerinden çıkardı. Demir siperlik sevmezdi. Babası o gün, sadece deri zırh takmıştı da o sebeple sadece deriyi kuşanıyordu.

 

Şuanlık, huzurlu gibiydi. İçini kemiren tek bir şey vardı o da, üzerine atılan iftirayı kim bir anda savuşturmuştu? Bunu alplerinden kimse bilmiyordu ve Hançer’e ne amaçla böyle bir iyiliği reva görmüştü? Huzursuzlandıkça yerinde duramıyordu. Bunun da kokusu elbet çıkacaktı.

 

Bir avuç bilinmezle gittiği yere kadar gidecekti Giray. Dış kapıdaki alpine seslendi. Alp, elini göğsüne vurup hazır ola geçti. “Ulaklarımız Gökçe ve Aslantaş’a haber et. Burada çok işleri var.” Alp dışarıya çıkarken şu birkaç günü içeriyi temizlemekle geçirmeliydi öyle değil mi?

 

 

 

 

 

BALAMİZ HANLIĞI

 

 

 

Birkaç gün önce

 

Saatler öğleye doğru gelirken krallık çoktan yeni bir güne uyanmıştı. Kral George zafere giden yoldaki ilk galibiyetini elde etmişti. Dün akşam ilan ettiği krallığının tadını çıkarıyordu. Sırada Giray Devleti’ni himayesi altına almak ve onları süründürmek vardı. Tarihi olarak pek baskın ve kuvvetli olan bu devletin sindirilmesi için en iyi zaman Kağan Giray dönemiydi.

 

Keskin gözleri düşüncelerinin yoğunluğu ile kısılmıştı. Her şey bir kış günü başlamıştı. Balamiz Hanlığı ile Giray Hanlığı arasındaki düşmanlık, Kağan Börü Giray’ın dedelerinden kalan bir hesabı kapatmak için sınırlara yaptığı bir saldırı ile başlamıştı. O dönemde kral olan Freud harekatları bir savaş olarak algılamış böylece ilk olmayan ama uzun sürecek çatışmaları başlamıştı.

 

Devrik Kral Freud’un başlattığı bu savaşta en büyük hamleyi Kral George atacaktı ve zaferle krallığını taçlandıracaktı. Kral olarak en büyük arzusu buydu. Sırf bunun için babasına teşekkür bile edebilirdi. Kral George, aptal biri değildi ama gerekirse rol yapmaktan da geri kalmazdı. İstediğini almak için sonuna kadar mücadele eden, gözü kara, acımasız bir komutan ve kraldı. Lakin karakteri gereği pek vurdumduymaz ve çapkındı.

 

Sıradaki adımı ise Hançer ve onun yandaşlarının bağımsızlıklarına ve idarelerine birer urgan, atacakları adımlara hendek olacaktı. Babası öldürülen yas tutan bir kralın nefreti gibi büyük bir koz sahibi olacaktı birazdan. Kurduğu oyunla dudakları yine kıvrılmıştı. Başka bir hanlığın kralını öldürmek bir savaş sebebiydi.

 

Bununla beraber iç karışıklıklar da baş gösterecekti. Eğer Hançer’in babasını öldürmek gibi bir işe kalkıştığını duyarlarsa onun destekçileri de üzerlerine gelecek olan öfkeden dolayı korkup kaçacaktı.

 

George, şimdilik onlardan yavaş yavaş faydalanarak ganimet elde edecekti. Attığı iftira bugün yarın yerine varırdı. Doğu Obaları, nelere kadirdi böyle! Yaptığı sinsi plan sayesinde Hançer kendini açıklayamadan yalnız kalacak, başlayamadan kaybedecekti. Kılıç Giray her gün içtiği şaraplarla biraz daha ölürken nihayet sömürü politikası için istediği iktidar boşluğu eline geçecekti.

 

Giray Bey, Kral Freud ve Kral Petro bir ittifak kurup Kağan Börü‘yü kahpe bir pusuya düşürerek öldürmüştü. Kağan Börü ise kahraman bir eş ve baba olarak tarihe geçmişti. Babası ise bu kadar dahi olamamıştı. Bu yüzden George sonsuza değin ailesinden nefret edecekti.

 

Bir diğer tarihe geçen isim ise Kılıç Giray’dı. Kardeşinin ölümünün verdiği iktidar boşluğu ve Kral Freud’un destekleri sayesinde tahta çıkan Kılıç Bey o gün bu gündür minnettarlığına binaen el altından kendilerine tonla para ve hediye yollardı.

 

Kral Freud ölmeden önce Kılıç Giray ile yaptığı bir anlaşma ile Doğu obalarını istemiş, gayet sarhoş olan ayyaş kağan ise o toprakları içki karşısında vermiş gitmişti. George’un gözleri önüne gelen manzara, kalbini hala heyecanla titretiyordu.

 

Sinsi ve aç bir kobranın tıslamasını andıran sesiyle, “Şimdi sıra seni tarihe gömmeye geldi, Hançer Hatun!” diyerek konuştu. Hırsı, kibri ve asiliği hat safhaya çıkmıştı. İyice gevşedi ve kendini bulutların üstünde gibi hayal etti. Hayaller sürerken kapı alelacele çalmaya başladı, George daldığı düşüncelerden hemen sıyrılıp gel diye bağırdı. İçeriye giren kadim dostuydu.

 

Ellerini iki yana açarken dostunun ona sert bakan gözleri asla yumuşamadan sarıldı. Aylar sonra ilk defa görüşüyorlardı. “ Yakut Berk! Seni buraya getiren nedir?” diye birbirlerinden ayrıldılar. Dostu sertçe çehresinde bir gül gibi beliren gülüşü ile pencereden dışarıyı gösterdi. “Burnuma kan kokusu geldi. Bir ziyaretin zararı olmaz diye düşündüm.”

 

George sersemce gülümseyip tahtına oturdu. Ona olan biteni anlatmak bir zevkti. “Hançer ve tahtını devirmek için son kozumu oynamaya karar verdim. Şimdi onu daha büyük bir son bekliyor.” Dostu gözlerini kapatıp başını yere eğdi. Dudaklarını nemlendirip gözlerini açtı. Son derece kayıtsızdı dostunun hareketleri.

 

“Başarılar dilerim o halde. Yolun zor bunu sakın unutma.” George kibirle gülümseyip eliyle tahtına vurdu. “Zor olanı her daim severim, yok etmesi pek zevkli oluyor.” Dostu konuşmasını kısa kesip kapıya doğru baktı.

 

Gitmesi gerektiğini bilerek başıyla bir selam verdi ve bir sır gibi ortadan yok oluverdi. George bir kez daha pencereden uçsuz bucaksız topraklarına baktı. Kendine inancı dostu sayesinde yerine gelmişti. Kapı o anda bir kez daha çalındı. Bu sefer gelenler Floyd ve Eric’ti. İkisinin de yüzünde endişeli bir ifade vardı. Anlaşılan verilen işleri yerine getirmelerine bir mani çıkmıştı. Kral George, ifadelerini beğenmemiş, altından çıkacak her neyse şimdiden canı sıkılmıştı.

 

Aralarındaki sessizlik arttıkça George daha da geriliyordu. “ Lanet olsun biriniz artık konuşsun!” diye salonu inletti. Eric kararsızca selam verip konuşmaya başladı. “Efendimiz, Obalı Hatun’dan haber aldık.” Konuşmakta kararsız kalmış gibi gözleri sürekli Floyd’a kayıyordu.

 

Destek beklediği aşikardı. “Konuş!” diye gürledi George. Söze devam edemeyecek kadar stres yapan Eric sözü Floyd’a verdi. Floyd yenilgiyle başını yere eğerek sözlerine devam etti.

 

“Kralım, yaptığımız baskın o devleti kaynar bir kazana çevirmiş durumda. Hançer Giray, yıllardır uyanması beklenen büyük bir ejderhaydı. Maalesef ki uyandı. Kağan Giray’ın sarayını tek başına basmış. Sarayı birbirine katmış. Kralım, Obalı Hatun ayyaş kralı devirmek için birlik topluyor. Adamlarımızın bizlere söylediğine göre Girayhan’ı kuşatmış. Has birliğini etrafa yollamış. Büyükbaş liderlerden asker talep ediyor. İpek Yolu’ndan geçiş izni gibi bir sürü vaat veriyor. Adamlarımın söyledikleri bunlar. Hançer Giray’ın bu planından son anda haberdar olduk. Ne yazık ki Eric’in adamları buna engel olamamış.”

 

George duydukları karşısında ağzının beş karış açılmasına engel olamadı. Kalbi panikle çarptı. Eliyle kılıcını hırsla tuttuğu gibi çıkardı ve keskin tarafını Eric’in boynuna doğru hızla savurdu. Korkuyla gözleri kapanan Eric, hala nefes aldığını anladığı anda gözlerini büyük bir şaşkınlıkla açtı ve kralının öfkeden renk değiştiren yüzüne baktı.

 

“Seni ve başarısızlığını bugün bağışlamam başka bir hatanda öldürmeyişime engel değil! Şimdi gidecek ve itlerinle o kadının ordularını dağıtacaksın! Attığı her adıma köstek olacaksın!” diye gürledi.

 

Yüzlerine doğru esip gürleyen Kral George, şokun etkisiyle olduğu yere çökmüştü. Planları altüst olmuştu ve gelecek için adımlarını atamayacak hale gelmişti. İftirası artık hiçbir işe yaramazdı. Tüm bunlar olurken onun kuşatmada olduğunu bilen liderler, Hançer amcasına karşı savaş açtığı için George’un babasının ölümünün üzerine ancak ve ancak atılacak bir iftira olduğu gözüyle bakacak ve böylece kendi cinayetini açık edecekti. Bu konuyu deşmelerine asla izin vermeyecekti.

 

Karizmasını asla umursamadan, “Lanet olsun sana Giray kadını!!” diye ağzından çıkan tükürüklerle sarayda bas bas bağırıyordu. “Lanet olsun!” bir an nefes alıp verdi. “Floyd!” diye bağırdı, Floyd büyük bir teslimiyetle bir adım öne çıktı. Titreyen işaret parmağını ona doğru kaldırdı.

 

“Bana o kadının planlarından haber getirecek en maharetli adamlarını o bölgeye yolla seni lanet olasıca! Çadırına sızsın, ordusunu karıştırsın, bir yılan gibi olsunlar! O kadının aklını bir çuvala geçirsinler!” Floyd uçar adım odadan çıkınca geride kalan Eric, endişe dolu gözlerle George’a bakmaya başlamıştı.

 

Floyd için bir hain bulmak kolaydı ama kendisi ne yapacaktı? Korkuyla yutkundu. George kılıcını yerde sürür vaziyette ona doğru yaklaştı. “Seni neden öldürmedim sence Eric?” Eric panik dolu bir şekilde “Bilmiyorum efendim.” dedi.

 

Kral George sinsi sırıtışlarla ona baktı, onu iğrenç ama katlanılabilir görüyordu şimdi. “Çünkü artık benim ordumda değil onun gölgesi altında savaşacaksın. Doğu obalarını yapılan saldırıdan ötürü General Grey’e minnettarım ama onu riske atamam.” Eric şaşırmış gibi gözlerini açtı.

 

“Bana oranın kapılarını sen açacaksın. Yanına birkaç kişi daha al. Onlarla irtibatı kesme. Sızdığın obasında nereye giderse onunla beraber git. Biz gelince de işini bitirmek için ona sinsice yaklaş. Ve son, kılıcımız boynunda!!” dedi sırıtarak .

 

Arkasını döndü ve uçsuz bucaksız gördüğü topraklarına baktı. “Seni de bu tarihin tozlu sayfalarına gömeceğim Giray kadını!” Eric, derince yutkundu. Ona ölmeyi emretmişti. Bu işin sonunda hiçbir hayat emaresi yoktu. Lanet olsun ki!

 

Kral George, önündeki haritaya baktıkça hırsından deliye dönüyordu. Çünkü bu haritaya her bakışında Hançer’in varisi olduğu devletin kendi devletinden büyük olduğunu görüyordu. Şeytansı bir gülüşle gülen George, “Ne de olsa yakında bu topraklar benim olacak.”

 

Diyerek eline bir bardak şarap aldı. Kapıda duran, boynu köpek zincirine vurulmuş kölesine dönüp zevkle bağırdı. “ Git ve elçilerime söyle. Dostumuz Kağan Giray, bizi tebrik etmeye gelmedi diye ona darılmadık. Biz büyüklük yaparak, onun yanına gideceğiz. “

 

Köle, zincirini havaya kaldırarak kapıdan çıktı ama daha kapı kapanmadan biri içeriye girdi. Bu giren yıllar içinde acımasız bir korsana dönüşen, şaraplı nefesi, ürkütücü cesareti ve tüm kötülüğüne rağmen köleler ve hanedanlıkların en beğenilen adamlarından olan Kuzeyliler İmparatorluğu’nun kralı, Kuzey Ragnar’dı. George onu bir iki yıldan beridir ilk defa görüyordu. Hala ilk günkü gibi yakışıklı ve üstündü. Her anlamda.

 

Şimdi burada olmasını kendisine özleminden değil de kendi harika krallığına bağlıyordu. Haberinin hızlı yayılmasından gurur duyuyordu. Yüzünde oğlan çocuklarına yaraşan bir gülüşle kollarını iki yana açtı ama Kuzey Ragnar, onu görmezden gelerek doğruca şarap bardağına uzandı ve onu bir dikişle bitirdi.

 

George bu hareketi ile şaşırsa da bozuntuya vermedi. Ragnar, sinirli bir şekilde bir sandalyeye çöktü. Yuvarlak masadaki bir diğer koltuğa da George oturmuştu. Denizcileri muhafız gibi dışarıda itişme çıkarmıştı. George, Ragnar’ın yüzüne dönünce, kendisini dikkatli bir şekilde izlediğini gördü. Neden geldiğini bilmiyor değildi elbette. Ragnar, gözlerini kaldırıp ona delirmiş gibi baktı. “Sen, lanet olasıca! Babanı nasıl öldürürsün!”

 

Kuzeyliler, Bankiz, Balamiz, Yakut ve Giray Hanedanlıklarının başkentleri bir çiçeğin sarı poleni etrafına çevrilen yaprakları gibi yakın ve merkeze meyilliydi. Haberin erken ulaşmasının sebebi, Krallıklar arasında seyahatin çok kolay olmasındandı. Ragnar’ın gelişini bu yüzden pek yabancısımamıştı. George geniş geniş arkasına yaslandı. “Çünkü o, yaşlı ve yeni dünyanın savaş bilgisine asla uymuyordu. Geri kafalı da denebilir. Ha birde ordu ondan memnun değil-“

 

“Ordunun canı cehenneme!” diye sözünü böldü Ragnar. Sakalsız yüzü, öfkelendiğinde içkiden dolayı kızarıyordu. “Sana bunu ballandıra ballandıra anlat diye gelmedim. Benim geliş sebebim savaş!” George gergince yerinde kımıldadı. “ Neyin savaşından konuşuyorsun sen?”

 

George için bir savaş vardı o da Girayoğuşları topraklarını alacağı o kadim savaştı. Başka birine ayıracak vakti yoktu. Ragnar, bir tane daha şarap içerken pek bir gergin duruyordu. “ Giraylarla yapacağın o malum savaşı kastediyorum! Bir savaş olursa, bu savaşa kendi imparatorluğumu asla katmayacağımı bilmeni istediğim için geldim. Diğer hanedanlar umurumda bile değil.”

 

Sonra geldiği gibi bir hışımla çıkıp gitti. George nefesini kesen savaş sözcüğü ile yerinde kalakaldı. Sahiden o savaşa doğru adım adım giderken yalnız kalır mıydı yoksa müttefikleri olur muydu?

 

Sordu. Bu sefer sadece aklına sordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 07.08.2025 13:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...