17. Bölüm

16. BÖLÜM: YARALI KURT/KANLI ELA

Siyavuş
syavus

 

16. BÖLÜM: YARALI KURT/ KANLI ELA

BUGÜN

Kendi etrafında çıldırasıya dönüp durmuştu. İçeride bir hain vardı ve bir ihtimal vardı. Kısa saça dişli tarak kan çıkarırdı... Anlamak mı istemiyorlardı yoksa karşısında her şeyden habersiz bir aptal mı var sanıyorlardı? Bir hain varsa o da Yağmur Ata’nın ta kendisiydi. O’nun içeriye girmesine o göz yummuştu işte. Masum masum hallere hiç gerek yoktu.

Canını emanet ettiği insandan böyle bir gaflet yumruğunu yemek kimi bayıltmazdı ki? Sinirle karargahın içinde dolaşırken burada daha fazla duracağını hiç sanmıyordu. Bildiğini kendine saklamayı seçti. Ama aylardır ayarladığı bir baskın vardı ki içeriye giren Ediz ile tam da sırası demek istedi.

“Ediz birliği toparlayın. Kanlı bir savaş bizi bekliyor. Ben gelene kadar hazır olun. Uyguri Baskını bugün yapılacak. Subaşına haber sal. Emrimle kızıl kurt başlı bayraklar surlardan aşağıya asılacak. Göç isteyen ailelere de haber et, akşama Doğu Obalarına yerleşecekler.”

***

Genç Han, askerlerine emri verdiği anda birer gölge gibi olan yüzden fazla askeri madenlerin etrafını kuşatması altına aldı. Gün ışıkları henüz ortada yokken çıktıkları bu baskında asıl amacı tamamen yol vermekti.

Yanındaki adamına döndü. “Takviye kuvvetler gelmiyor değil mi?” dediğinde adam kesinkes başını salladı. “Hepsini Grey'in inine yolladık. Bir eksikleri olduğuma dair adamımız bir pusula attı onlara.” Genç Han, muzipçe gülümseyip kılıcını sessizce yerinden çıkardı. “O halde, etrafı temizleyin. “

***

Bugün çok farklı bir gündü... Sanki bugünden sonra hiçbir şey aynı olmayacaktı... İçindeki sıkıntıdan ötürü kendini karargahtan dışarıya attı. Az bir yürütmüştü ki bir grup düzensiz birlik kadın, erkek, çocuk demeden yolunu kaybetmişçesine ilerliyordu.

Aralarında bir telaş, hararetli bir sohbet vardı. Bir de yüklerinden arınmayı bekleyenler... Balamiz sınırları Girayhan’dan sonra hiç bu kadar ıssız kalmamıştı. Bir vurgun yemiş gibiydi tıpkı.

Bir felaketi bekliyordu adeta kurak toprağın hasretle yağmuru beklemesini andıran. Grup, durmak zorunda kalmıştı. Yönlerini nereye çevireceklerini bilemez haldeydiler ama mutluydular. Bir gurup insan, hayatının amacını aramaya çıkmıştı.

Balamizlerin son günlerde yaşadığı günler cidden çok korkutucu bir hal almaya başlamıştı. Kral Freud öldürülmüş, George Hançer tarafından zehirlenmişti, ordu başıboş kalmıştı. Ama yine de yoldaydılar. Ve bu karmaşıklık hayatlarında kurmayı planladıkları bir felsefenin de temelini atıyordu.

İçlerinden hamile bir kadın, eliyle ileriyi işaret etti. Heyecanlı ve mutluydu. Dayanma gücü yüksek biri olduğunu belliydi. “Beni oraya kadar götürün lütfen, Tanrıların Ece’si Hera bana yardım edecektir.” dedi. Kadınlarla beraber gençler de ona yardım ederken az ilerden geçen biriyle savunma pozisyonu aldılar. O kişi, güçlü ve karanlık bir kadındı. Başı eğik olsa da omuzları dik yürüyordu. Başında pelerini yorgun adımlar atıyordu.

Hamile kadın, bu kişinin, aradığı kişi olduğunu anladı. “HERA!” diye bağırmaya başladı. Hançer, o kadar kalabalıktan hiç çekinmiyormuş gibi cesurca adımlar atarken durup bağıran kadına döndü. Ela gözlerinden geçen şaşkınlık parıltıları ile kadının yüzünü inceledi. Onun doğum yapmak üzere olduğunu şiş karnından ve telaşından anlamıştı.

Kadın, ela gözlerini gördüğü karanlık kadını tekrar çağırdı. Tüm kalabalık şaşkınlıkla onlara bakıyordu. “HERA! YARDIM ET !” Hançer ona doğru adımlasa da bu işte bir işin olduğunu sezmekte gecikmemişti. Hera da kimdi yahu? Kadın o yaklaştıkça heyecanlanıyor ama hala acı çekiyordu.

Hançer, eğilip kadını kontrol ederken diğerleri onlardan uzaklaşmıştı. Neden? Şüphesi gittikçe artarken kadının gülüşüne baktı. Kaşlarını çattı. “Bana neden HERA diyorsun?” diye yükseldi bir anda. Son günlerde yaşadığı ve hayatının yavaşlığı canını sıkmışa benziyordu. Kadın, onun bu karşısındakini dinlemeden, gönlünü hesaba katmadan kırıcı sorusuna acıyla gülümseyerek cevap verdi.

“Çünkü, benim terk ettiğim o diyarda Hera, Tanrıların Ece’si kabul edilir. En büyük kadın odur. Çok güzeldir. O, benim gibi doğum yapan kadınları korur. Sen de öyle bir kadınsın. Gözlerinden güç akıyor. Sen de onun gibi güçlü ve Ece'sin.” Hançer pek bir şaşırmıştı. Gözleri sonuna kadar açılmıştı. Tam bu esnada kadın elini tuttu.

“Sen Hera olmasan da pek güçlüsün. Gücün seni epey yormuşa benziyor.” Gizemli kadın gözlerini ilk defa kaçırdı. Ne diyebilirdi ki? Kurtlarının uluyuşunu duydu. Burda olduklarını söylüyorlardı. Küçük kurdu görünce şaşırdı. Baya baya büyüyordu. Nefesini tutup bıraktı ve kadına dönüp konuştu.

“Güçlü olsam da, ruhum bir harabeye dönüyor. Kaldıramadığım ya da kaldırıyor gibi yaptığım çok şey var. Kendimi kendimden habersiz yargılıyor ve sıkıştırıyorum. Geçmişim mutlu olmama yarınsa umutlu olmama engel. Bugüne sıkışıp kahroluyorum. Canhıraş yaşıyorum. Kendimin kıymeti yok. Kim bilir ne kadar zamanım kaldı? Elimden alınanlar bana geri verilir mi sence?”

Aslında, bu kurduğu en uzun cümlelerdendi. Çünkü, nedendir bilinmez ilk defa bu tür duygularını dile getirmişti. Demek ki, içinde biriken her şey onu taşma noktasına getirmişti. Aklına bir soru takıldı. Yutkundu ve kadına döndü. Konuşmak istiyordu, ilk defa.

“Ya Hera seni koruyamaz da ölürsen? Evladın kötü bir dünyaya geliyor. Neden onu hiç düşünmüyorsun!?” acısı hafifleyen kadın, ona doğru yaklaştı. Elini yanağına yaslayıp başını sağına yatırdı. Gözlerindeki anlayış ve huzur gizemli kadına gözlerini kapattırdı. Sonra onun sesini duyarak rahatlamaya başladı.

“Belki ölürüm belki yaşarım buna garantim yok. Onun da yok. Ama zaten ısmarlama yaşamıyor muyuz şu hayatı? Varsın benim yaşamım şu an bitsin, sence yaşadığım ve gerçekleştirdiğim hayatım bana yetmemiş midir? Gidiyorsam, bir selam bırakmamış mıyımdır hiç? Şunu unutma ki, gidici olan herkes ona göre yaşamıştır. Sen belki bazı hayatların sona erişlerini beğenmiyor olabilirsin ama bazen anı değil geleceği düşünmelisin. Ben yok olmadım. Kaybolmadım. Ben bedenim aracılığıyla bu dünyaya bir insan bıraktım.”

“ İnsanlığı bu şekilde ileri geri sarabilirsin. Binlerce güzel yılın yetiştiremediği bir dehayı bazı ölümler ve kötü anılar birkaç yıl içinde yetiştirebilir. Hayata baktığın pencere çok önemlidir Hera ve unutma ki tarihi yazanlar seçilmiş insanlardır. Sen de seçilmiş birisin ama çok zorlanmışsın. “ adını söylemeden bu kadar kendisini tanıyan bu kadının hayat gözünün açıklığı karşısında şaşırmıştı Hançer.

Dudaklarını birbirine bastırıp sadece göğsünü şişiren sesli bir nefes verdi. Kadın, onu anlamış olacak ki anlayışla karşıladı. “Cevap vermeni istemiyorum. Şu an kapadığın gözlerini açma ve dinlen. Ve biliyor musun zaman zaman herkes kaybolmuş ve unutulmuş bir harabeye benzer. “

“Tüm güzelliklerinle tekrar bulunmak ve kıymetlenmek için bazen bile isteye bazen iraden dışı kaybolursun. Adın hatırlanmaz, yok olduğunu sanarsın. Tam şu anda gözlerini aç ve etrafına bak. Şimdi bir de kendine bak. Sen de harabeden Hera’ya döneceğin o günün yakın olduğunu görüyor musun?”

Hançer ona inanmak isteyen gözlerle bakmıştı. Bu gerçek olabilir miydi? Değişebilir miydi, yıllardır alıştığı kaos ve tehlikeden kurtulabilir miydi? Kadının eli, çenesine değdiğinde kendisinin dalgın ve hırçın gözlerine acı çeken gözlerle karşılık vermişti.

“Altından kalkamayacağın hiçbir şey yoktur. Hayat sana şu andan sonra ne veriyorsa versin, izleri doğru takip ettikten ve karşına çıkanlara kötü tepki vermediğin müddetçe yaşadığın her şey senin iyiliğin için yaşanacak. Birken iki olacaksın ikiyken üç... Ama bunu engellersen sen zararlı çıkarsın.”

Hançer ayağa kalktı. Hançer bir daha yüzüne bakmadan Boğaz yöresine doğru döndü. Kadının dediği her şeyi kafasının içinde bir daha dinliyor gibiydi. Ordan askerler gelecekti. Kimseye söylememişti bunu aslında. Elbet bir gün, kendini yok etmeden savaşacak ve kazanacaktı. Buna inanmak istiyordu.

Üstünü düzeltti ve en iyi kullandığı maskesi olan sertliği yerleştirdi. Kadın ter içinde kalmıştı. Ona daha fazla bakamadığı için topluluğuna gözlerini çevirdi. Onlara gelmeleri için el hareketi yaptı. Birkaç genç kız gelirken kadının sesiyle son kez ona baktı.

“Savaşacaksın değil mi? Kendinden kaçma pahasına savaşacaksın. Ama unutma tek bir dileğim var Tanrı’dan ki o da şudur: Seni sana değil, ruhunu bilene bıraksın. Çünkü sen çok acımasız görünüyorsun ve acımasızların ilk cinayeti kendi ruhu olur. Ölme, savaş. Ayağa Kalk Hera, bu destanın güzel bir sona ihtiyacı var....”

Ya Hera Olacaktı ya da harabe...

***

Adımlarını hızlıca atına doğru yönlendirdi. Arkasına bakmayı istemiyordu. Tek istediği şu anda gelecek olan birliği test etmek ve sonrasında Kurt Kağan postunda bir müddet bulunmaktı. Boğaz’ın ormanına vardığında tam zamanında elli kişilik bir birlik buraya doğru sessizce yaklaşmaktaydı. Başlarında duran Atabeyi ile huzurla gülümsedi. Alemdar Bey, onun her şeyiydi.

Sessizce gitmelerini bekledikten sonra Girayhan mevkisine doğru son sürat ilerledi. Kurt Kağan postuna nicedir oturmuyordu dahası Kurt Ata’yı nicedir hiç görmüyordu. Peki kurtları? Onlar neden ha bire ortadan kaybolup duruyordu? Anlaması gerekiyordu. Atı keskin bir hızla mağaranın önünde durduğunda etrafı çok sessiz buldu.

Ama bu sessizliğin bir sebebi olduğundan bir haberdi. İçeriye girmeden önce bir çıtırtı duydu. Kendisinden daha sessiz ve yetenekli olduğuna inandığı Timurtaş sert ifadesiyle ona doğru yaklaşıyordu. İkisi de tek kelam etmeden mağaradan içeriye adımladı.

Asıl sessizlikler büyük kaosların ve kargaşaların habercisiydi. Onlarca Kurt nefes almaksızın birbirlerinin gözleri içine bakıyordu. Timurtaş’ın elini belinde hissettiğinde ona dönüp usulca gülümsedi. ”Ben bir Kurt Kağan’ım Timurtaş. Yoksa sen korktuğun için mi arkadasın?” Hançer’in takılması Timurtaş’ı öfkelendirse de mutlu olduğunu görmesi tüm öfkesini alıp gitmişti. İkili Kurt çemberinin yanı başındaki posta oturdu.

Kurtlar, bir çember halini aldığında içlerinden en zayıfı düşürene kadar dönmeye başladılar. Dönmekten midesi bulansa da devam eden çok kurt vardı. Asaletlerine güveniyordu lakin kan isteyen dürtülerine güvenmiyordu. İçlerinden biri küçük bir kurt olmasına rağmen tüm bu ana ayak uydurmayı başarıyordu. Onu takdir dolu gözlerle izliyordu Hançer.

Nihayet içlerinden en yorgunu ve umutsuzu ayakları üzerine düşüp tüm gözler üzerine vahşice atılmak için çevrilince içlerinden en aç olanı bir an bile düşünmeden onu yemek için zıpladı. Ondan sonrası tam bir kaosa gebeyken havaya kalkan bir el ve dışarıdan gelen acı bir uluyuş her şeyi durdurdu.

Kurtların derinden gelen hırıltısı Hançer’in ciğerlerini titretiyordu. Ama karar katiydi. “Onu yeme!” Kızarmış azgın gözler, görünür hale gelen iri sivri dişler kendilerini durduracak tek sebebe bakıyorlardı. “Onu ayağa kaldırın.” Kurtlar bir süre hareketsiz durdu. İçlerinden en küçüğü zayıf burnunu ileriye uzatıp çenesinden kuvvet alarak zayıfı havaya kaldırmak için koca kurdun yanına vardı. Çabası sonuçsuz kalmak üzereyken diğer kurtlar da koca kurdu kaldırmak için hareketlendi.

Timurtaş, gözlerini kurtlardan çekmeden, “ Bu hükümdarlığının ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.” dedi. Gözlerini nihayet Hançer’e doğru döndürdüğünde ondaki değişime hazırlıksız yakalandı. Hançer, nedeni bilinmez bir şekilde değişmişti. Bakışları sert değil, sesi sivri değil ve en önemlisi Hançer bir şeye bir şeylere inanmaya, güvenmeye başlamış gibiydi. Hançer gözlerine baktığında gülümsedi.

“Büyük olan ben değilim aslında büyük olan biziz. Bizi biz yapan her şey. Emirler değil, bağlılıktır. Onlar bana bağlı ve ben de onlara.” Timurtaş gözlerin kaçırıp mağaradan çıkan kurtlara baktı. Çünkü dışarıdan bir acı uluyuş yükselmişti. Biraz sonra içeriye ön ayakları kırılmış dişi bir kurt getirildi. Hançer ayağa kalkarken sendeledi.

Yaralı bir kurt...

Timurtaş yaralı kurda bakarken sakince tebessüm etti. Hançer ise inanamadı. İçinde doyasıya oyun oynayan Yürek Giray umudu alevlenerek dans etmeye başladı. Hançer Giray ise sert kisvesine dünün mutluluğunu yarının umudunu giyindi. Timurtaş onun mutluluktan olduğunu düşündüğü durgunluğuna sevecen tok sesiyle karşılık verdi.

“Yaralı kurt, yeniden doğuş demek. Direnişin ve gücünü toplayıp ayağa kalkmanın sembolüdür Hançer. Kurt yediği ayaza ve kırık ayaklarına rağmen hayatta kalmış.” Dışarıdan gelen sesler birilerinin geldiğini haber ediyordu. Hançer derin bir nefes çekti içine. Gözleri yaşarıyordu. Mutluluğun, geleceğin güzel olacağının işaretine içten içe mahzunca teşekkür etti.

Yaralı kurda doğru adımladı. Kurt gözlerinden akan yaşlarla başını uzatılan elin altına yerleştirdi. Hançer ona olan merhametiyle gözlerini kaparken boştaki elini ön ellerinde gezdirdi. Kurt birkaç kez izlese de birkaç dakika sonra kurdun sesi kesilmişti. Timurtaş kurdun uyuduğunu gördükten sonra ayaklarının iyileştiğini fark etti. Hançer bir Kurt Kağan’dı. Ona verilen doğa üstü bir güçtü bu. Hançer nihayet usulca ayağa kalkınca dışarı çıktı. Timurtaş’ın ardından geldiğini duyabiliyordu.

“Onlar da hazırsa hadi şu baskını yapalım.” Timurtaş onun ne dediğini başta anlayamadı ama gördüğü manzarayla kimlere konuştuğunu anlamıştı. Meydan dolusunca kurt ve yaklaşık yüz elli kişilik bir birlikle karşılandılar. En önde, Demirdöğen, Ediz, Darulgan ve Debret vardı. Atabeyi hemen onların ardında Kurt Ata ile at üstünde duruyordu. Gökçe, Aslantaş ve Yiğitcan ise ellerinde kılıçları ile mağara kapısının yanında duruyordu. Adeta Hançer’i nihayet burda bulduklarına sevinmiş gibiydiler. Sahi, Timurtaş’ın burda olma sebebi ne olacaktı başka?

“Daha çok kişi bulmak isterdim.” Aslantaş kaşlarını ona tahammül edemiyormuş gibi kaldırıp indirdi Debret ’in sözleri ile. Bu Hançer’in görüş alanındaydı. Ufak bir tebessüm edip yerinde eşelenen, kişneyen, pıskıran atlara doğru ilerledi. Aktolga, üstüne çıktığı an arka ayakları üstüne durup adeta gökyüzüne uzandı. Hançer onun göğsünü okşayıp heyecanını aldı. Bir an sonra en önde artık uzamış saçları arkasına doğru salınırken koşuyordu.

Dört nala bir şekilde gökyüzüne doğru savrulan tozların ve karanlık ormanların arasından uluyarak, hırlayarak koşan kurtlarıyla Girayhan’ın Uyguri dağlıklarına doğru yol alıyorlardı. Yolculukları hız kesmeden iki saat içinde sona ermişti. Atından ilk inen o olmuştu.

Uzun bir müddet çevreyi gözetlemek için gönderdiği askerlerinden haber bekliyordu. Çemberleri her ne kadar geniş olsa da pusuya düşmek istemezdi. Az sonra Subaşı sürünerek yanına geldi. Nefes nefese ama daha çok şaşkındı.

“Beyhatunum, etrafta kimse yok! Biri sanki bizden önce gelip etrafı temizlemiş gibi. Öldürülen askerlerin cesetlerini sakladıkları yeri bulduk. Yollara diktiğimiz gözcülerdense hiçbir hareketlilik olmadığı haberini aldık.”

Hançer aldığı haberle gizli müttefikin buraya da elinin uzanmasıyla burnundan soludu. “Ne karşılığında...” diyen iç sesini bastıramıyordu. İçindeki hesaplarını bir köşeye itti ve emri verdi. “O halde yine de siz etrafta bulunun. Bir tuzak olması da ihtimal. Şimdiden sonra içeridekilerin ve kervanları çıkmasını bekleyeceğiz. “

Herkes emrettiği gibi bekelemeye koyuldu. Kurtlarına dağılın emrini verdikten sonra yine tıpkı bu baskını atacağı zamanki gibi kimseye bir şey söylemeden bir mevzi bulup oraya konuşlandı. Aslantaş ile Demirdöğen yolun genişleyip sarayın görüş alanındaki o yere ulaşmalarını engellemek için yanlarına kırk kadar alp alıp gittiler.

Kurt Ata ve Atabey Alemdar Bey Hançer’in arkasındaki taşlı tepeliğe yerleşmişti. Timurtaş, Yiğitcan ve Debret ise sadaklarında oklarla ağaçlara yerleşmişti. Darulgan, Ediz ve Gökçe ise atları alıp çekilmişti. Konuşmalara şahit olmaya başladılar.

Mağaradan çıkan boyları kısa, tenleri koyu renkli, yırtılmış kumaşları olan paspal iki adam birbiriyle atışıyordu. Boyları çok kısa olan bu madenciler kirden simsiyah olmuş ama en nihayetinde gururlu ifadelerle yerlerini alıyor işlerini görüyorlardı.

“Bugün çok karlı çıkacağız Ispanak! Bu madenler sayesinde Girayların en büyük düşmanları sevinçten kuduracak.”

“Aptal aptal konuşma Sarımsak! Onların bir sürü düşmanı var hangisi sevinecek buna?”

“Olsun, bu Girayhan’ı ve son varisi öfkeden kudurtacak.”

“Sana bununla ilgili konuşma demiyor muyum! Hem benim derdim Girayları delirtmek falan değil, uzak dursunlar benden yeter...” kısa boylu ama güçlü adam mahzunca işine devam etti. Hançer ise şaşkındı. Şapşal bir tipe benzeyen dostu ise dur durak bilmeden konuşmaya devam etti.

“Sen hala anlamadın değil mi Ispanak? Bizim çıldırtmak istediğimiz, Girayların en büyük düşmanı Kağan Börü Giray’ın karısı Ayçiçek Hatun’un ailesidir tabiki de! Hançer doğduğunda kızları öldü diye az daha hanedanı yok edecekti bunlar. Uyuyan ejderhayı uyandırdılar.”

“Biz buraları yıllardır biliyoruz Sarımsak! Kendi damadını içkici kardeşine öldürten bir adamdan bahsediyoruz. Onun kızından ne kadar nefret ettiğini ve torununa da aynı nefreti beslediğini bilmeyen yoktur ki! Ural Bey, sadece damadının ölmesini istedi ama onun ayyaş kardeşi kendi çocuklarını da öldürttü.”

Ispanak yine vicdan azabıyla başını yere eğdi. Bu konuşma ikilinin canını sıkıyordu. Sanki, bir zamanlar o güzel zamanların içinde mesuttular da şimdi dışına atılmış gibi kırgın ve üzgündüler.

Hançer, duydukları ile dumura uğruyordu. Bilinçsizce dişlerini ve yumruğunu sıkarken gözlerini kırpmıyordu bile. Sarımsak’ın söylenmeleri her iki tarafın içinde süren sessizliği bozdu.

“ Belim ağırır oldu Ispanak! Hadi yüklet şu çuvalı da! İşte böyle! Senin dediğine de gelecek olursam, karşılıklı nefretleri tetikleyen her daim Ural Bey oldu. Ama damadı da duracak değildi ya elbette? Sonuç olarak herkesin bir şeyler yapası varmış demek ki. Dua edelim de Ural Bey insaf etsin herkese.”

Sarımsak belini ovuşturmaya devam ederken Ispanak’tan belini ovalamasına yardımcı olmasını istedi. Ispanak merakla omzuna vurdu. Konuşması için bazen teşvike ihtiyaç duyardı bu sakat adam.

“Vurup durma şöyle! Tamam devam ediyorum! Aldığım haberlere göre vakti gelince kızı da öldürecek diyorlar. Ama evvela gücüne ve dişinin kovuğuna yetecek kadar güç elde etmesini bekliyormuş. Ne de olsa artık kızı yok ve o adamdan bir yadigar Hançer Giray. Son günlerini bir karargah kurarak geçirdiği söyleniyor. Karargahı da yeri de gizli. Yanılmıyorsam ayyaş adamı tahttan o indirecek. Sonrada yerine geçecek. Torununun şansı gittikçe azalıyor Ispanak.” diye sövercesine bağırdı Sarımsak.

Hançer’in kalbi acıyordu. Saklandığı yerden dizleri titremeye başlamıştı. “Ben ne olursa olsun Hançer Giray’ın kazanacağını düşünüyorum. Ne Bankiz ne Balamiz ne amcası ne dedesi! Hepsini yere serecek kadar güçlü. Çünkü Börü’nün kızı! Dedesi olacak hainde bir devlet kurma hayalinde ancak kıyamete kadar yaşar. Bir şey yapamayacak görürsün.”

“Aptal olma Ispanak! Adam herhalde yakında devletini kuracak, onun için bu kızı da öldürecek anı bekliyor. Ne yapsın Giray Hanedanını kendi kızı öldükten sonra. Kendisi yeter ama duyduğuma göre Hançer’i avucuna alacağı bir kozu varmış. Hiç şansı bu yüzden yokmuş.”

Sarımsak ağzına gelen cümleleri anlamlı anlamsız savuruyordu. Ispanak kaşlarını çatıp onun boşboğazlığına laflar etmeye başladı ama Sarımsak’ın ve Ispanak’ın söylediği hakikatler Hançer ve adamları tarafından duyulmuştu.

“Savaş kapıda diyorlar. Hançer Giray ordu kurmaya çabalıyormuş ama sadece kuru bir obadan ve birkaç dosttan başka elinde ne var ki? Ne bir müttefik devleti var ne de zengin bir tanıdığı. Alp yok post yok. Çok zor bu hatunun da işi. Hadi her şeyi halletti diyelim, Ural Bey ne der acaba kağan olmasına? Duyduğuma göre birini himayesi altına almış. Bir zamanların güçlü ailelerinden kalan son kişi... Son kozu buymuş. Şimdi Ural Bey, Hançer’i avucuna almak için sırf o adamıyla evlendirmez mi ha? O adam, söylenenlere göre öyle bir adammış ki Hançer ona asla yüz çeviremezmiş. Yüce Tanrı! Bizleri sıradan birer madenci olarak yarattığın için binlerce kez şükürler olsun!”

“Sen tüm bunları nerden duyarsın be Sarımsak kafalı!”

“Benden duymuş olma ama, atabeyinin Ural’ın adamı olduğu söyleniyor... Hem sen benim orduda eski çaşıt olduğumu Börü Giray ölünce de senin gibi ordudan atıldığımı biliyorsun dostum.” Nasıl yani? Hançer saraydan kaçırılırken o esnada babasının sadık dostları birer birer ordudan mı atılmıştı? Hançer’in burnu kanarken nefes alamaz olmuştu. Obaya getirilişi, Alemdar Bey’in onu yaşatmak için çabalaması, şayet doğruysa dedesinin adamı Alemdar’ın onu tüm bilgilerden ve gelişmelerden uzak büyütmesi...

Ispanak, sakin kalmaya çalışarak eliyle uzun bir sıra halinde duran arabaları gösterdi. “Hadi binelim şu arabalara da hızlıca yok edelim üzerimizdeki şu borcu. Lanet olsun bende hep diyorum iyi ki madenciliğe döndüm diye. Lakin Hançer Giray elini acele tutarsa iyi olur zira Balamiz General’i Grey o kızı yok edeceğini bağırıyor her yanda. Savaşta onunla dövüşmek ve kanını içmek istiyormuş... “

“O halde biraz daha beklesin. Zira Grey’in işi çok kolay olacak.” dedi Sarımsak ve yol için son kez hazırlığa başladılar. İçeriden birçok yabancı insan çıkıp da arabalara binmeye başlamış yola hazırlanmışlardı.

Hançer arabaları izlerken arkasından biri kollarını karnına doluyordu. Ama kim olduğunu göremiyordu. Başında taş kırılıyor gibiydi. Kalbi üçüncü defa hançer yarası almıştı. Oluk oluk kan kusuyordu. Dudakları titriyordu ama hiçbir cümle, teselli onu iyileştirmiyordu. Kulağına değen dudaklar ona bir şeyler söylüyor gibiydi.

“Hançer, kendine gel. Kervan gidiyor. Hançer! Lütfen bunlar birer yalan olabilir. Senin deden olacak adam sana böyle bir şey yapmaz! Yıllardır bir kez bile seninle savaşmadı. Tehdit almadın sen ondan. Yalvarırım kendine gel. Bak bana. İmkansız anlıyor musun? Gel, gidelim ve gerçekleri ondan dinleyelim. Hançer, yalvarırım bana bak!” Arabalar mağaralardan uzaklaşıp nihayet yola döküldüğünde Hançer ve alpleri hala orda duruyordu. Atabey Alemdar suskun ama bir o kadar da öfkeliydi.

Bu, yalanların ve yıllardır boynuna bir urgan misali çöken gerçeğin uyanışıydı. Hançer hakikatleri bir madenci adamdan duyacak kadar küçülmüş müydü? Ona, torunumu koru, dediğinde inanmıştı. Kendisinin dahi bilmediği o kadar şeytani planın ardından kendini nasıl haklayabilirdi? O Börü Giray istediği için saraya gelmiş ve kızını koruyup yıllarca beklemişti. Peki şimdi? Onun da duyması gereken hakikatler varmış vesselam...

Hançer uyanmıştı. Her şeyi bir bir birleştiriyordu. Aslında herkesin kendisi üzerinden bir çıkarı vardı. Yok olmamak isteyen herkesi korurken zamanla yok olduğunu şimdi anlıyordu. Bunca zaman susmuştu değil mi? Şu saatten sonra susan kan kussundu o vakit! Kaşları çatılmış, kalbi siyah bir gece gibi üzeri kapanmıştı. Yürek’e bir şey olmaması için bu sefer harbiden Hançer olması gerekiyordu. O gün geride kalan sadece Yürek’ti çünkü.

Arkasını dönen Hançer ona sarılan ve krizini ortadan kaldırmaya çabalayan Timurtaş ile göz göze geldi. Timurtaş onu iyice göğsüne çekti. Soğuyan bedenini ısıtmaya çabalıyordu. Lakin Hançer hiç olmadığı kadar mantıklı düşünüyordu o esnada. Timurtaş, “Hadi konuş, bir şey de!” diyerek dilini çözmeye çalıştı. Hançer, ona tek bir şey söyledi. “Benim ailem üzerinde kimin ne emeli varsa hepsi önümde aman dileyecek!”

Kılıcını babasına bir kez bile sarılamamış elleriyle daha sıkı kavradı. Kurtların uluyuşunu duydukça ağzından kanlar geliyordu ama umursamadı. Dilini yahut dudağını ısırmış olmalıydı. Herkes arkasından giderken Hançer öfkeyle bağırdı. “Durun!” kervanın lideri arkasına döndüğünde kaşları çatıktı. “Neden duruyormuşum deli Hatun! Çekil yolumdan ezmeyeyim seni!” Hançer yamaç boyu kayarken bir anda sol koluna bir ok saplandı.

Lakin sanki Hançer bunu hissetmemiş gibi aşağı kayıp kervanın önüne yürümeye devam etti. Ve tam karşılarında durdu. Okun kolunda bıraktığı delik adeta ona keyif vermiş gibiydi. Kalbinden başka uzuvlarının acı çekmesi kadar güzel olan bir şeyi uzun zamandır tatmıyordu. Kervan saldırı pozisyonunu alırken Hançer’in arkasındaki karartıları görenler kılıçlarını göğüslerine bastırıvermişti.

Sertçe hırlayan kurtlar yarım hilal şeklinde Hançer’i ortalarına alacak şekilde kervanı sarmıştı. Tam zamanında alpleriyle oraya gelen Aslantaş ve Demirdöğen yanlarındaki çevik adamlarıyla pek az bir sürede kervanı etkisiz kılarak tutukladıkları adamları tek bir yere toplayıvermişti.

Bu tutuklamanın bir başka caydırıcı kuvveti kurtlarken bir de Hançer’i tanıyıp yere çakılmış gibi durarak teslim olan Ispanak olmuştu. Hançer yamaçtan aşağıya inerken koluna atılan oktan sızan oluk oluk akan kanı umursamadan ona doğru adım attı. Attığı her adımda biraz daha öfkeleniyordu. Biraz daha canı yanıyordu ve lanet olsun ki kolundan gelmesini beklediği acı yine kalbinden geliyordu.

Uzun cüsseli hatun kısa adama hızla yaklaştığında yakalarından tuttuğu gibi cüce madenciyi havaya kaldırıp kervanın korkuluklarına fırlatırcasına yasladı. Çehresi bir ölüm kadar soğuktu yetmezmiş gibi bir de fırtına gibi korkutucu bir sesi vardı. “Daha başka ne biliyorsun?!” Demirci duyduğu sesten sonra bir hayli suskunlaştı ama acıyla gülümsemesini bastıramadı. “Demek, hanedanı hakkında hiçbir fikri olmayan ölümün saniye saniye kovaladığı Hançer Giray sensin?” diye sordu cüce madenci.

Şu anda onun bu saçma sözlerini duymak istemediği için ormanı inleten bir hiddette bağırdı. “Konuş!” Konuşmalıydı çünkü evet, hiçbir şey bilmiyordu. Madenci yanı başında boynuna dayanan kılıçtan dolayı sesini çıkaramayan dostu Sarımsak’a baktı. Ona dolu dolu bakan korkak gözlere hiçbir şey diyemeden derince nefesler almak zorunda kaldı.

“ Bizi can kulağıyla dinlemişsin Hançer Giray. Duydukların sana yetmedi mi? Daha ne duymak istiyorsun? Dedenin nasıl biri olduğunu mu anlatmalıyım ya da arkandan türlü türlü iş çeviren arkandaki bu insanları mı anlatayım?” Hançer karşısında duran adamın asla sıradan bir madenci olmadığını anladığında şöyle dedi.

“Sen kim değilsin?” keskin sözleri ile duralayan madenci, suratı ciddileşerek konuştu.

“ Sen kimsin Giray? Kim olmayı başarabildin? Ben bir cüce olmadığımı biliyorum. Bir masum da değilim. Zamanını ölümle burun buruna yaşayan ve aynı zamanda bu dünyada ölse de tek ağlayanının şu adamdan başkası olmayacağı biri olarak ben sana soruyorum: Asıl sen kimsin?”

Uzunca baktı Ispanak’ın Sarımsak’a bakan mahsun gözlerine. Ona zarar veriyordu ama içindeki yaranın ona zarar verdikçe daha çok kanayacağını biliyordu. Hançer başı öne düşerken burnundan damlayan birkaç damla kanı hızlıca yok etmek amacıyla ellerini gevşetti ve burnunu sildi.

Adama tekrar baktığında onun yaşlı ve acıyan gözleriyle bakıştı. Adam burnundan akan kana ve koluna atılan oktan akan kana baktı. Yutkunan zavallı madenci elini dayanmıyormuş gibi kalbine koydu. Hançer ondaki bakışın samimi olduğunu hissettiğinde aklına bir şey gelivermişti. Aslında uzak bir ihtimaldi ama sormakta ne zarar vardı ki?

“ Sen dostsun? Babamın kırdığı bir dostsun...” deyiverdi. Aydınlanması öyle aniden olmuştu ki titrediğini düşündü. Madenci başını başka tarafa çevirdi. Hançer ellerini büsbütün onun üstünden çekti. “Neden yanında değildin babamın, ne yapıyorsun şimdi? Neden dostunu öldüren adamın cebi için kervan düzüyorsun?!”

Evet, Hançer şimdi anlıyordu her şeyi. Babasının ölmesini isteyen Ural Bey’di. Amcasına yardımı yapanlarsa Bankiz ve Balamizlerdi. Veliaht Töreni’nde aralarındaki soğukluk bu yüzdendi işte! Peki diğer hanlıklar? Onlar da işin içinde var mıydı? Kızıl Kum, Ragnar ve Yakut Hanlığı?

Yükselen sesinin ardından içine doğru bir gözyaşı boşalması yaşadı. Genzi tıkandı o an. Demirci gözlerine bakınca acıyla buruştu. Dudakları titriyordu. Yıllar sonra gelen bir itiraf dillendi o anda.

”Bazı dostluklar zararlı olur. Yaşanılmaması gerekir. Çünkü, O benim için sadece bir dost değildi. Biz birbirimize her şey olabiliyorduk. Ama aynı zamanda birer rakip de olabiliyorduk. Ve o, aramızdaki bu zararsız rekabetin farkına varınca ona kattığım tüm güzel ve değerli şeyleri yok ederek benden uzaklaştı. Yetmedi, gitmedim diye beni adamlarına dövdürttü. Zindanlarda süründüm. Ben, günahım yokken bir hiç olan o adamı kocaman bir komutana çevirdim! Ama o ne yaptı, beni işte buraya kapattı.”

Madenci konuştukça ağlamasını bastırmaya çabalıyor, ağzında biriken tükürükleri etrafa saça saça konuşuyordu. Göğsü hızla inip kalkarken, “ Herkesten çile çektiğim o günleri gizledim. Sarımsak bile benim babanın öldüğü gün ordudan kovulduğumu zannediyordu. Hançer Giray... bugün benim gün yüzünü gördüğüm ilk günüm!” dedi.

Madenci’nin gözünden düşen yaşlar akarak çoğalıyordu. “ O cehennem yıllarında suçsuz yere ruhum öldürüldü! Esir edildim, kaç kere, kaç kere öldüm ben kimse bilmiyor! Ama sorsan en zor hayatı sen yaşadın ve evet bu da doğru! Her zaman tek tesellim senin gibi güçlü bir Hatun ile karşılaşmaktı. Ve senin de yüzünü gördüğüm ilk an şu an oldu. Senin annen... Onu babanla evlenirken, buluşurken, kavga ederken çok gördüm. Sen, ona çok benziyorsun... Sen, adeta Ayçiçek’in bu dünyadaki ruhusun! Sanki biri, aşkının ruhu yaşasın diye kendi ruhunu sana bağışlamış gibi!”

Ağlamasını bir nebze durdurmaya çalıştığında ciğerlerine derin bir nefes aldı Ispanak. Eliyle git işareti yaptı. “Var git yoluna, ey Gök Tanrı tarafından kader defterinin her bir sayfası ölümle donatılmış olan Kut sahibi, var git yoluna cevval Giray, beni rakibimin eseriyle kıskandırtma, git...”

Hançer birkaç adım geriye çekilirken başını iki yana salladı. Hüzünden başı yıllar sonra ilk defa dönmüştü. Yaralı bir yürekle hayatında ikinci kez tanışmış oluyordu. Babasının hatası bir insanın hayatına mal olmuştu. Kafası acırken burnundan bir kez daha kanlar aktı ve sus çizgisi kana boyandı.

Ok gibi sivri ama nahif kıvrımları olan kirpikleri ela gözlerini gölgelemeye başlamıştı. Elini kalbine götürürken kanlı kolunu kullandı. Eliyle göğsünü sıktı ve bir yemini dile getirir gibi hissetti. “Bugün gördüğün ilk yüz, seni sonsuza dek aydınlatacak olan yüz olacak.” Madenci durduramadığı gözyaşlarını elleriyle yüzüne bulaştırıyordu.

Küçük boyuyla yere çöküp ağlamaya başlaması ile Hançer hangi gerçekle baş edeceğini bilemediği için boynunu arkaya eğip yüzünü Gök Tanrı’ya çevirdi. Kanını usul usul yutarken göz yaşları da boğazına doğru akıyordu. Çatlayan sesiyle ağlayan adama seslendi gök yüzüyle bakışmasını bir an dahi kesmeden. “Bana bak, madenci. Bak ki, aydınlığa kavuş. Ayağa kalk ki başın hep dik dursun. Yaralı kalbin ayaklarından hep yukarda dursun.”

Madenci gökyüzünü kesintisiz izleyen Hançer’e dolu gözlerle baktı. “Bunu nasıl başaracaksın, bu nasıl mümkün olacak?” diye sordu. Hançer, kılıcını kınından çekip gökyüzüne doğru yönlendirdi. Verdiği cevapsa kimseyi şaşırtmadı.

“Savaş başlayana dek, karargahıma asker toplayacaksın. Nizami ve yetenekli herkesi askerim yapacaksın. Sana asla sırtını dönemeyecek olan, bana güveneceksin. Savaşıp kalbini onaracaksın. Sen, benim kıymetlim olacaksın. “ Madenci gözlerini kurulayıp burnunu çekti.

“Ama sen bana hiçbir zaman güvenmeyeceksin?” Hançer gözlerini kapatarak başını iki yana salladı. “Eski ben olsaydı, asla ama asla güvenmezdi. Ama bu ben, sana sonsuza dek güveniyor olacak.” Yaralı bir kalp, en sevdiğinin eseri olunca kim tepkisiz kalabilirdi ki? Madenci mahcup bir edayla başını yere eğince yerinde zıplarcasına yan yan kımıldıyordu.

Hançer başımı gökyüzünden indirdiğinde tüm dostları gözlerine kan oturduğunu gördü. Hançer nasıl anlatabilirdi ki acısını? Alemdar Bey ile göz göze geldi. İhanet? Burnundan akan kan genzine kaçtı. Birkaç kez öksürdü ve kan bir oluk gibi öksürüğüyle beraber yere saçıldı. İnsanın acısı kaldıracağından fazla olunca diline dahi dökmeden bedeni yasa bürünürdü. Gözlerini ona itimat veren Atabey’inin gözlerinden çekti.

Madenciye bakan kanlı elalar Ispanak’ın Sarımsak ile göz göze geldiğini fark etti. Hançer gülümseme ihtiyacı hissetti. “Dostun mu?” diye acı bir soru sordu. En sevdiği dostu olan babasından aldığı darbeden sonra dost edinmesi pek bir zor olacaktı zira. Sarımsak'ın boynuna kılıcını bastıran Ediz gözleri dolu dolu olarak Sarımsak’ın Ispanak’a koşmasını izledi. Madenci, minnettar gözlerle baktı. “Evet.” dedi ve Hançer sesindeki acıyı tarif edememişti bile.

“Öyle olsun, Ispanak ile bana yön gösterin. “ dedi sarılmalarına daha fazla katlanamayacağını anladığında. Herkesten sessiz kıkırtılar duyduğunda düzelmeler başlamış gibiydi. Ispanak, gevrek bir gülüşle başını salladı. Hançer arabalara baktı. Bunlar işini bir hayli görürdü. “Bunu kime götürüyorsunuz?” dedi nihayet ayrılan iki dosta.

Ispanak hızla atıldı. “Büyük bir çoğunluğu General Grey’e ve geri kalanı da Deden Ural Bey’in obasınadır.” Deden denmesine hala alışamıyordu. Oysa bu güne kadar adını hep duymuş ama bağlarına dair bir söz kulağına uçmamıştı. Hoş, o lanet adamla dede torun olmayı asla istemezdi!

Ailesinin katili yalnızca amcası değilmiş ya işte bu içindeki savaşma aruzunu daha da körüklemişti. Şüphe duydukları, yıkılan güven duygusunu dizginlemeye çalıştı. Hançer elini çenesine atınca kervanın bir bölümünü sessizce yürüdü. Pür dikkat onu izleyenler Hançer eski yerine geldiğinde merakla bakıştılar. O an, yanına Atabey’i geldi. Demirci onu görünce gülümsedi.

Dişlerine bulaşan kana şahit olan Alemdar Bey yanına yaklaştığında, Hançer onun kırışan göz altlarına ve azap dolu yüzüne baktı. Elini omzuna koydu. Ondaki bu mahcubiyete asla alışkın değildi. O yalancıyı dürüstten ayırırdı. Ve Atabey’ide kesinlikle dürüstlerdendi. Sesi merhamet doluydu.

“Sen, ne amaçla gelirsen gel Atabey’im yine benim baş tacımsın. Bir an, bir an bile bir hain olduğun aklımdan geçmedi. Kendine yüklenme.” Atabey Alemdar, Hançer’in eline elini koydu. Yaşlı gözleri bu iftiraya inandığını düşündüğü için yanıyordu...

“Azap doluyum çünkü seni bilmediğin geçmişinden hep uzak tuttum. Boyunu uzak tuttum, dedeni uzak tuttum ve işte yaşlandım. Hepsi benim yüzümden ama en güzel şey benim yüzümden yaşıyor olabilmen Hançer... “ elinin üstünü sıcacık edecek bir öpücük bıraktığında içindeki karanlık gürledi.

“Vicdanın hiç değişmemiş Alemdar Bey. Yine hep anıldığın gibisin.” madenci mahcup ve mesafeli bir edayla başını salladı. Alemdar Bey Hançer’den uzaklaşıp onun yanına geldi. Uzanıp omzuna dokundu. “Vicdan sahibi olan herkese borçluyum bunu.” diyerek Hançer’in gözlerine baktı. Hançer başını yere eğip yürümeye başladı. Kanayan burnunu bir daha sildi.

Bunlar senin çok yabancı olduğun şeyler değildi... Delirme, yalvarırım şimdi delirme!” kendi kendini teselli ederken atlarını getirenlerin yanına yürüdüler her beraber. Hançer arkasından madenciye bakarken Timurtaş gözlerine bakarak fısıldadı. “Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?”

Hançer için o kadar endişelenmişti ki en az onun kadar sarsılmıştı. Hançer ne yapacağını elbette biliyordu. Timurtaş’a döndü. “Grey’e bir hediye vereceğim. Daha sonra bilmediğim ne varsa her şeyi öğreneceğim. Benim için hiçbir şey açığa kavuşmuş değil zira.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 16.08.2025 11:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...