24. Bölüm

22.BÖLÜM: AİLE VE KAYIPLAR

Siyavuş
syavus

 

22. BÖLÜM: AİLE VE KAYIPLAR

 

 

~Kötü anılmak, nefret edilmek gerçekten insanların içinde bir yer edindiğini gösterir... Kayıplar en büyük destekçidir.~

 

 

3 Gün Önce

“Sana inanmakta doğru bir tercih yaptığımı biliyordum Yağmur. Adının hakkını veriyorsun, her yere yağıyorsun. Esmiyorsun ama gürlüyorsun.” Yağmur Ata’nın dudağında ince bir gülüş belirdi. Elini alnına götürüp göğsüne koydu. “Senin evladını da sana benzetmek çok keyifli olacak. Ama o lanet Kurt olmasa işim daha kolay olur. Börü’nün aklına giriyor. “

Kılıç Giray, yanındaki Ural Bey’e gülümseyerek baktı. Kaşlarını kaldırıp indirdi. “Ölmek için damadından daha istekli tek kişi yok.” Ural Bey, başını sertçe başka tarafa çevirdi. “Onu yok edene kadar önüme çıkan her yolu denerim. Hiç zor değil.” Yağmur Ata, sandalyesinden kalktığında hepsi uzun boyuna başını kaldırıp baktı. “Benim artık gitmem gerek. Ne zaman geleceksiniz ona göre beni bilgilendirin. Çocukları odaya getireceğim.”

Kılıç Giray da onun gibi ayağa kalktı ve tam karşısına dikildi. “3 gün sonra, herkes uyuduğunda.” dedi. Yağmur başını yavaşça salladı ve çenesini ovmaya başladı. Kılıç bıyık altından gülüp elini omzuma koydu. “Merak etme. Mükafatını alacaksın.” dedi.

 

 

***

Şimdi atabeyiyle bir suçlu gibi yan yanaydı. Kağan’ın bağırtısı tüm sarayı inletmişti. “Bu aptallığın sebebi kim!” dediğinde bu sesin gökyüzünden gelmediğine emin oldular. Berk, içinden atamadığı utancı adeta gömlek yapıp giyinmişti. Ona nasıl annesinden bahsedebilirdi ki? Tüm cesaretini adalet için toplayıp bir adım öne çıktı. “Kağan’ım,” henüz sözüne sözüne başlayamamıştı ki cümlesi sertçe kesildi. “Amca, de!” Berk başını aldığı karşılıkla kaldırdı. Umudu vardı hala. Nefret aralarında değildi.

 

“Amca, ne ben ne de atabeyim Hançer ile bu hususta bir rekabet gütmeyiz. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Ama o, inadına bu görevi benim hak ettiğime dair cümleler sarf etti. İnanın aklından böyle bir şey geçirdiğini bilseydim engellerdim amca, o bana ben de ona kıyamam...” Yağmur Ata, Kağan’ın gözlerine baktı ve bir adım öne çıktı.

“Ben, Berk’in yanında yıllardır akıl hocalığı yapıyorum yüce Kağan’ımız. Ben de Hançer’in böyle bir şeye kalkışacağını düşünmedim.” Börü Giray gözlerini kısarak ona yaklaştı. Üstten bakan heybetli duruşu iç titretti. “Bu, ifadelerinin yalan olduğunu kanıtlamam zamanımı almaz bile. Ne zaman, annesine çalışmaya başladın ha? Hançer’in yaptığı bir hata olsada altında senin yaptığın hinlikler olduğunu anlamadım mı sanıyorsun? Baksana, bugün geldiğimiz yere bak!”

Yumruğunu göğsünün üstüne art arda vurdu. Ama her yumruğun aralığı aynı hızı azdı. Sanki baş okşar gibi ama tehditkardı... Sendeleyen Yağmur Ata güç bela ayakta durdu. Lakin Börü Giray’ın durmaya sabrı yoktu. “Şimdi yıllardır korumaya çalıştığım yeğenim, lanet kardeşimin açık hedefi haline geldi! Anlamadın mı hala, kimse benim kızımın canımı yakamaz ama şimdi Berk’in de Hançer’in de canı yanacak!”

Yağmur Ata, gözlerini usulca kapatıp yere diz çöktü. Kağan parmağıyla onu iteledi. “Berk’in annesiyle planlar yapıp fitneyi yayman bugün yapılan hatada büyük payın sende olduğunun kanıtı!” Börü’nün bükülmez bir sabrı vardı. Yağmur Ata’nın sesi kısıktı.

“Efendim, size gerçekler ne yönden anlatıldı bir fikrim yok ama şunu biliyorum ki ben masumum. Ben her şeyden önce bir savaşçıyım. Savaşta, karşındakini yormak, farklı düşündürtmek eğitimin bir parçası. Berk Giray’ın şu zaman kadar sizden başka destekçisi yoktu ta ki ben onu eğitip destek olana dek. Ama Hançer’in böyle bir imkanı vardı. O hem size hem de Berk’e sahipti.”

Biraz nefes alıp devam etti. “Ben, Berk’i kayırmadım. Hak ettiği kıymeti ve eğitimi ona verirken Hançer’in atabeyinin olmayışı, sanki benim başa geçirmek için Berk’i yüceltmem gibi algılandı. Kağan’ım, inanınki buna siz, annesi ve ispiyonlayan kişiler de dahil. Ben kötü hiçbir şey yapmadım...”

Yağmur Ata’nın sözlerinde bir yakarma yoktu. Dümdüzdü sesi. Börü Giray, dümdüz duran suratını aşağı yukarı salladı. Gözleri yeğenine dokunduğunda adeta donduğunu gördü. Öyle ki nefes bile almadığını amcası konuşana kadar anlamadı. Bu kadar yeter diye düşündü Börü Giray . Elini uzattı, Yağmur Ata elini sertçe tuttu ve ayağa kalktı.

Berk , şaşkın şaşkın onlara bakıyordu. Börü Giray, omzunu sıktı. “Pusulayı ver, Yağmur. Ver ki yeğenim her şeyi bilsin.” Berk afallayarak önüne uzatılan kağıda baktı. Börü Giray omzuna vurdu. “Hadi, oku onu.” Afallasa da bunu emrine binaen yerine getirdi.

Hızla okuduğu satırlarda bir kadını korkutarak, ona risk aldırarak aklını köreltmenin ustalığını gördü. Babasının yazdığı pusulada, annesine haber gönderen hizmetçilerin ve tüccarların son görevleri vardı. Daha sonrasında amcasının az önce bahsettiği gibi akşama yapılacak baskından bahsediyordu. Hançer’in veliahtlığı kendisine bırakmasının akıllıca olduğunu ve ailelerinin artık her türlü kötülükten uzak olacağını söylemiş ve işte o zaman annesinin eskisi gibi mutlu olacağından bahsetmişti.

Gözleri doldu, babası annesinin duygularını kullanarak bir ölüm planlıyordu! Hışımla başını kaldırdı. Boğazında kederin ağırlığı vardı. “Ama, neden! Niçin, niçin babam bu kadar kötü amca?” Yağmur Ata, sırtına yüreklendirici bir şekilde vurdu. Sorularının cevabını almak için ondan yana döndü. Yağmur Ata gerçekten bir kafa karışıklığıydı. “Sen peki Atabey’im? Peki ya sen, niçin bir hain gibi duruyordun önümde? Ben senin bir an için kötü olduğunu düşündüm!”

Börü Giray kılıcını çıkarıp havaya kaldırdı sonra bir anda boynuna vurdu. Berk, bir odun kadar sertleşmişti. Gözleri birer ürkek koyun gibi bakıyordu. Börü, kılıcı boynuna bastırdı. “Çünkü, güven boynuna inen bir kılıç kadar tehlikelidir evlat. Bu gece, babana ve sözlerine asla güvenmemen için, her şeyin her an olabileceği bu günde seni son kez sınamak istedim... İnandırılması güç biri, safdil aptallar tarafından kandırılmaz. Yavaş olmaz, her an her şeyi düşünür. “

Berk Giray için akşam güç bela olmuştu. Atabey’i ve amcası ona o kadar iyi bir ders vermişti ki bunu ömrü boyunca unutmayacaktı. Sürekli etrafa koşturan askerler, Muhafız Uruz ile yapılan onlarca plan ve orduyla yapılan görüşmeler nihayete ermek üzereydi. Berk yaşadığı korku ve şaşkınlığı atlatamıyordu. Börü Giray, pencereden dışarıya bakarken kendini defalarca tartıyordu. İçten içe gülümsedi.

Öldürmeyi engellemek, zulmü arttırırdı... Ama elinden ne gelirdi ki? İnsan, benzememek istediği kişiden kaçarken bile bile yanlışa atılırdı. Önünde uzanan sonsuz topraklara hevessizce baktı. Elbet bir gün dağılacaktı toprak bütünlüğü devletinin. Bunu yapabilecek bir sürü beylik vardı. Hepsinden evvel komşu devletler içeriyi öyle bir karıştırırdı ki kimseye meydan vermezlerdi. Bunu karşısında görüyormuş gibiydi. Kapısı çalınca başını omzuna doğru çevirdi.

“Gir.”

Uruz hızla içeriye girdi. Selamını verip maruzatını bildirdi. “ Kağan’ım, hanedan üyelerinin odalarına askerlerimizden nöbetçiler diktik. Lakin Hançer Giray’ın odasına bizzat en yakınınızdaki askerlerimiz ve ben geçtik. Şüpheniz olmasın.” Börü Giray başını salladı.

“Alemdar Bey, ondan haber var mı?” içten içe canı sıkılıyordu.

“Var Kağan’ım, o da en kısa sürede burda olacak. “ Börü kaşlarını çattı. “Akşam oldu ve hala ortada yok. Sen benimle saldırıyı savuşturacaksın, onun burada olması lazım ki Hançer’in başında o durabilsin.” Yumruklarını sıktı. “Derhal haber uçur İpek Yolu boyunca nöbetçilere, kim görürse en evvel gerekirse kanat takıp gelsin.” Uruz selam vererek dışarıya çıktı. Börü önüne dönmüştü ki kapı yeniden çalındı.

“Gir!” Berk, üzerinde siyah gömlekle pantolon giymiş, dağınık saçlarıyla kapıdan geçti. Börü ondaki endişe ve korkuyu adeta soluyordu. Kaşlarını çatıp elini kılıcına koydu. “Bu ne hal Berk?” Berk iki yana yalpalayıp önünde durdu. Kolları cansız dallar gibi sallanıyordu. ”Amca, ben...” Cümlesini tamamlayamadan başı yana eğildi, sesi çatallaştı. Börü hızlı davranıp eğildi, boynunu sıkıp onu sarstı. “Seni ilk defa böyle görüyorum? Ne oldu?” Sesindeki korkuyu duymasından çekinmedi.

Yakut yeşili gözlerini kaldırdığı vakit onların birer kan çanağına döndüğünü gördü. Berk’in dudakları ip gibi gerilmiş, burun delikleri genişleyip daralıyordu. “Amca, ben...” Börü ihtiyatla gözlerine yüzüne bakıyordu. Bir şey arıyor gibiydi...

“Ben, ilk defa... Korkuyorum.” Sarsılan omuzlarıyla genç adam amcasına sıkı sıkı sarıldı. Ağlamasını durdurmayı ilk defa istemedi. Börü kolları havada dondu kaldı. Kollarını uzayan boyuna doladı. Başını öptü, kollarıyla onu yoksun olduğu baba sıcaklığına çekti.

Berk Giray’ın hayatı işte tam bu esnada değişmeye başladı. Koridorlardan yükselen ayak sesleri, davulların gür sesi ve en garibi ordudan yükselen isyan sesleriydi. Börü ve Berk bir anlık boşlukta savruldular. Börü’nün alnından damlayan ve o anda ortaya çıkan ter damlası kınına damladı. Berk amcasından ayrılıp pencereye koştu. Gördüğü manzarada meşaleleri yakmış yüzlerce insanın kan akıttığıydı. İki taraf diye bir şeyin olmadığını o anda anladı. Kendi içinde kendini öldürmekten başka bir şey değildi bu.

Berk, dehşete düşerek amcasına döndü. “Şimdi ne yapacağız?” Börü renksizdi, nefessizdi, donuktu. Sadece sesleri dinledi, Berk onda bir kabullenme görüyordu. “Amca?” Börü kılıcını kınından çıkardı. “Bana az önce korktuğunu söyledin ya, şimdi korkularından arınman gereken o yerdesin Berk. Bir erkek, artık korku nedir düşünmez. Devletini ve en önemlisi sevdiklerini korumak için çek kılıcını!”

Börü hızla kapıyı açtı ve üstüne doğru atılan askeri savuşturup boynunu kesti. Arkasından gelenin olduğunu görünce Berk’e bağırdı. “Haydi!” Berk, içindeki sesle derin bir savaşı sonlandırdı. Bu güne değin hiç can almamıştı ama bugün bundan zerre korkmayacaktı, alacağı can babasının canı olsa bile.

***

“Hazırım Freud, bana bu şekilde bakmayı kes! General Nobra istediğim şekilde içlerine sızdı mı bana bundan haber ver.” Kral Freud, kedinin fareyle oynadığı gibi muzır bir şekilde güldü. Akrabası Kral Petro’ya baktı. “Sence biz aynı masaya oturursak ordan kâr elde etmeden kalkar mıyız?” Petro çenesini sıvazladı.

“Oğlu Grey’i rehin aldığımızda elinde bizim için çalışmaktan başka bir şey kalmadı. “ Kılıç şaşırmıştı. “Ne yani, siz kendi adamlarınızı tehdit mi ediyorsunuz?” Freud ve Petro gür bir kahkaha attılar. “Baksana, bizde birbirine güvenen bir tip var mı?” Kılıç gözlerini devirip abisiyle aynı topraklara baktı. “Yine de her şeye değer.” dedi kendinden emin bir sesle.

“O halde hazırız öyle değil mi?” dedi Kılıç. Petro ama bir anda susup ciddileşti. Derin bakışlarını Freud’a çevirdi. “Bilmem, ablandan haber gelmedi hala. Acaba seni sevgili abisine mi sattı?” dedi acımasız bir sesle Freud. Kılıç’ın ifadesi bıçak gibi kesildi. Omuzlarını dikleştirip çenesini sıktı. “Eğer böyle bir şeye yeltenirse yemin ederim onu oğluyla beraber yakarım.” Petro, gözlerini masaya dikip düşüncelere daldı.

Freud yarım ilgisiz bir gülüşle elindeki bardağı salladı ve başına dikti. “Eniştenin şu ana değin görünmez gücü sayesinde burdasın. Sen bir de ailesini yakmayı düşünüyorsun. Şerefsizliğinin bir ölçüsü yok mu? “ gür bir kahkaha atıp arkasına yaslandı.

Kılıç bir bardağı hızla doldurup başına dikti. ”Tahtıma göz diken bir aptala güveneceğimi kim söyledi size? Bazen siz ikiniz, konuşmamanız gereken yerde öyle laflar ediyorsunuz ki, sizi aynı mezara koymamak için beni ne durduruyor bilemiyorum!” Bardağını bir daha doldurup dikti.

“Güç hırsın.” Kapıdan gelen sesle herkes oraya döndü. Adar Hatun, siyah börkü ve zırhıyla ne kadar da Hançer’in geleceğine benziyordu... Ama bir farkı vardı. Hançer’in bir kardeşi olsaydı o, onu asla satmazdı. ”Sevgili ağabeyim, her zaman güç istedi. Atalarımız da bu yüzden aile içinde hep savaştı. Savaşa savaşa bir avuç kaldık ve bu da bizim lanetimiz aslında.”

Kılıç, Adar’ı baştan ayağa süzdükten sonra geldiği kapıya baktı. “Kocan nerde?” Adar, elindekileri bir köşeye güm diye bıraktı. Omzunu silkti. “Onunla konuşuyor, yıllar önce başlattığı büyüyü tamamlatıyor. İşte o zaman, başarılı olduğu an, gerçek zafer gerçekleşecek.”

Freud başını iki yana salladı. Önce Adar’a sonra da Kılıç’a baktı ve bağırdı. “Senin az önce bahsettiğin şu Büyük Bilge, kocası ile işbirliği yaparak büyü mü yapıyorlar? Hem de bir Giray’ın canı için?” Petro, Freud’un arkasını kollarcasına sandalyesinde dikleşti. “Bu gizli müttefikinin de senin tahtına oynadığını göremeyecek kadar aptal mısın?” Petro, yumruğunu sıktı. Bu konuşulanları neden en son kendisi duyuyordu?! “O kim?” dedi sinir dolu bir sesle.

Kılıç Giray hepsine tepeden bakan bir gülüş gönderdi. Ellerini masaya koyup sırtını kiriş gibi esnetti. Tekinsiz bakışları masada dolaştı. Bir bıçağı alıp parmakları arasında çevirdi ve karnına doğru hızla yaklaştırdı. “Sevgili ağabeyimi öldürmeye yeminli, damadına kan kusturmak için senelerdir fırsat kollayan Ural Bey.”

Ortamda derin bir sessizlik oluştu. Petro ve Freud bıçağa dikkatle baktılar. Adar, köşede her şeysen haberdar bir şekilde dikiliyordu. O an Petro’nun beynine şimşekler çaktı. “Onu, sen öldürdün!” Kılıç Giray, attığı kahkahası ile onlara alkış tuttu. “Sizleri tebrik ediyorum! ” yüzü anında ciddileşti masaya yaklaştı, ellerini yavaşça masaya dayadı. “Benimle çalışıyorsanız çok şeye hazırlıklı olun.”

Az sonra Adar’ın eşi, çenesi dik, bakışları kibirle içeriye girmişti. Onu pek az bekleterek de General Nobra içeriye girdi. Kılıç, on yıldır gerek ittifak gerek haince yollarla elde ettiği gücünün nihayet zirvesindeydi.

Kılıç, değiştirdiği kıyafetinin üstüne ela bir taşlı bir kolye taktı. Herkes onu bu şekilde tanıyacaktı. Gece çökmeden Nobra’nın yerleştirdiği adamlardan çıkın haberi geldi ve hep beraber kılık değiştirerek yola çıktılar. Adar ve kocası bir de Petro ve Freud’un tahsis ettiği askerler en öndeydi. General Nobra ortaya çıkabilecek sorunlara karşın askerlerin arasında bir de baykuşunu taşıyordu. Bu sayede hızlı haberleşme sağlayabilecekti.

Kılıç, sarayın ancak surlara çıkanlar tarafından görülen yüksel tepelerine saklandı. Uzaktan canlı duran sarayın içini hayal ettikçe deliriyordu. Hançer ve Berk tam da bu saatlerde en tepeye çıkar ve her ne görüyorlarsa anlatırlardı birbirlerine. Hançer hemen sıkılır ve destan dinlemek isterdi. Az izlememişti onları ve sarayı. Abisinin sürgün ettiği günden bu yana ne çok zaman geçmişti öyle...

Ama bugün ikisinin de iyi günü değildi. Kılıç, boynundaki ela taşa uzun uzun baktı. En nefret ettiğini taşıyordu göğsünde. “Mutluluğum, senin yüzünden bana çok görüldü. Kötü oldum, nefret edilen oldum. Ama şu andan itibaren namımın hakkını verecek her şeyi yapacağım, bundan emin olabilirsin.”

Bakrasındaki içeceği son damlasına kadar içti. Aklı tam da böylesi anlarda çok rahat oluyordu. Daha iyi düşünüyor, daha iyi görebiliyordu. Bu kadar kusursuz olup bu kadar nefret edilen olmayı hak etmiyordu. “Gölgesinde yaşadığım herkesin eceli olacağım!” Evet, Kılıç Giray bu hanedanın harcanan parlak oğluydu. Kimse ona güvenmez, fikrini sormazdı. Büyüğü Börü’nün yaşla gelen söz hakkı ona hiç tanınmamıştı. Yumruğunu sıkıp ela taşı havaya kaldırdı. “ Bugün kimseye acımayacağım! Seni yeneceğim, herkes benden korkacak.”

İçeriden gelen haberle Kılıç ve askerleri ilk girenler oldu. Kılıç’ın ilk hedefi Hançer’in odasıydı ve ne olursa olsun bugün burda bu savaşı kazanacaktı. Kılıcını acımasızca askerlere kaldırdı. Savaş patlak verdiği andan itibaren sarayda akıl almaz kan ve vahşet akıyordu . Karşısına dikilen her askeri acımadan, iki kere düşünmeden öldürüyordu. Sarayın avlusunda karşılaşılan Uruz’un darbesiyle sersemleseler de karşı koymaya devam ettiler.

General Nobra sarayın arkasında kalan kışlaya doğru koştu. Birkaç nefes alımlık süre içerisinde içeriden bir bağrışma koptu. Koca kışla kapısı açıldığı vakit biri dövülerek dışarıya atıldı. Cüce kadar boyu olan adamın kan revan içindeki bedeni bir leş gibi yolun ortasına atılmıştı ve üzerine basmaktan çekinmeyen askerler saraya akın ediyordu. İçlerinden biri eğilip kulağına şunu fısıldadı. “Sen Börü’nün en sevdiği arkadaşı olabilirsin ama bugün aradan çıkmanı da o istedi. Ne güzel bir son ama!” kısa boylu adamın gözlerinden yaşlar aktı. Oysa o dostundan bu hareketi asla beklemezdi...

En öndeki yüzbaşı, askerleri ateşli ateşli konuşarak saraya itiyordu. General, gördüğü manzara karşısında tatmin olarak saraya doğru adımladı yerde yatan adamın seslerini duymadan. “Bana bu kötülüğü sen yapmış olamazsın Börü... Sen Sarımsak’a kıyamazsın...”

Askerler adeta ikiye bölünmüştü. Bir taraf Nobra ve Kılıç’ın tarafına bir tarafsa Börü ve Uruz’un yanına geçmişti. Zaman zaman kim dost kim düşman karışsa da Börü kontrolü eline almıştı. Uruz’un keskin zekası ve Yağmur Ata’nın ileri görüşlülüğü sayesinde istemedikleri hiçbir şey yaşanmadı.

Börü bir askeri daha yere sererken Berk’e bağırdı. “Odana gir!” Berk, kocaman gözleriyle kısa bir an kararsız kalsa da amcası bir başkasıyla dövüşmeye başladığında zamanının pek de olduğunu söyleyemezdi. Doğruca alt kata gitti. Savaşan Uruz ve askerlerinin aslında neyin savaşını verdiği açıktı.

Hançer odasındaydı! Uruz, kapısının önünde birkaç askeri ile aynı anda dövüşüyordu. Yüzünde derin bir keder vardı, eğittiği askerlerinin ona kılıç sallaması zoruna gidiyordu. Berk, üzerinde bir kılıcın olması yüzünden üzgündü. Odasına geçti hiç vakit kaybetmeden. Gömleğinin üzerine hayvan derisinden zırhını ve bıçaklarını taktı. O esnada kapı güm diye açıldı. Berk kılıcını çekip kaldırırken Alemdar Bey’i görmesiyle elini indirdi.

Nefes nefese ve kırmızı bir suratı olmuştu. “Hançer nerde!” Berk, onu burdan çıkarmaya geldiğini fark etti. “Odası iki oda ileride, Uruz Bey orda.” Alemdar, onu baştan aşağıya süzdü. “Sen iyi misin?” Berk, kederle gözlerini indirdi ve gülümsedi. “Hançer, iyi olsun da... Ben iyi olurum. Ona iyi bak Alemdar Bey. Ben aileme göz kulak olacağım.”

Alemdar’ın yüzündeki keder büyüyordu. Boğazı düğümlenmişti, son kez gözlerine bakarak baş selamı verdi ve odadan çıktı. Berk, elini kalbine koyup nefeslense de kardeşlerinin de hala sarayda olması kadar kötü bir şey yoktu.

Hızla tüm malzemelerini kuşanıp koridorun sonundaki odalarda kalan ailesine koşturdu. Askerlerin kan gölüne çevirdiği bu koridorda canına korkamıyordu bile... Koşarken börkünü almadığını fark etti ama umursamadı. Uzun saçlarından çıkan tutamların önünü kapamasını önemsemeden arkasına baktı.

Uruz ve askerleri hala savaşıyordu. Berk, inanıyordu ki bu savaşı onlar alacaktı. Hızla kız kardeşinin odasına girdi. Annesi ve abisinin de orada olduğunu gördü lakin tek farkla.

Başlarında duran babalarıyla...

Börü, askerleri ile gelen her saldırıyı başarıyla göğüslemişti. Askerleri içinde Kılıç için çalışacakları kestirebiliyordu ama daha son kozunu oynamamıştı. Ona sırtını veren eski Börü Ocakları Şaman'ı Batu Kara’ya döndü. “Çağır gelsin dostlarımızı.”

Batu Kara hızla cama çıktı. Ağzına koyduğu deri kaplı boruyu bir kısa üç uzun öttürdü. Ortaya çıkan ses öyle gür ve korkutucuydu ki aşağıdaki süvarilerin atları ürküp sahiplerini yere atmıştı.

Börü, sarayın etrafını çeviren ve savaşı kazanacağını zanneden kardeşlerine karşı en büyük darbeyi atmıştı. Uluma sesleri doldurdu tüm tepeleri. Gece karanlığında görünmeyen kurt sürüleri hırlayarak, uluyarak ve kendi dillerince kahkaha atarak insanların içine daldılar. Adar Hatun gözleri fal taşı gibi açılarak çevresine baktı. Gelenlerin yiğit kurt sürüleri olduğunu anlamıştı. Yanında savaşan kocasına ileriyi gösterdi. Onun da gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Göz göze geldikleri vakit, kocası adamına bir el işareti yaptı ve hep birlikte arka taraftan sıvıştılar.

Kurtlar, saray kapısından içeriye kana susamış bir vaziyette gitmişti. Börü’nün askerlerinden biri, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eski dostuyla kılıç sallıyordu. Artık onları düşman yapan tek şey, yakalarında parlayan hilal ve kurt rozetiydi.

Börü’nün askeri, kurt ulumalarını duymuş ve bunun da bir tür saldırı olduğunu düşünmüştü. Kederle, üzerine doğru gelen kurdu görünce son kez gökyüzüne bakma ihtiyacı hissetmişti. Adeta son kez yaşamanın tadını almak istercesine... Lakin bir şey oldu... Kurt onu değil, eski dostuna atılmıştı! Genç adam, parçalanan adama daha fazla bakamadı ve başını çevirdi. Etrafına bakınca rozeti taşımayan tüm askerlerin aynı kaderi paylaştığını gördü.

O andan itibaren savaş seyrini değiştirmişi. Nihayet, Börü’nün tüm planları işlemiş, sarayın doğusunu kontrol altına almıştı. Bir çoğu diz çökerken bir askeri nefes nefese yanına koştu. Kurt Kağan olmak, her şeyden evvel büyük bir uzgörü demekti...

Yaralı bir asker nefes nefese selam verdi, ardından bağırdı. “Kağan’ım! Benimle aşağıya, Uldız Giray’ın odasına gelmelisiniz.” Börü, kızının canına endişe etmiyordu. Onu Alemdar burdan uzaklaştıracaktı. Batu Kara ile alt kata indi. O anda Alemdar ve kızının çıktığını göz ucuyla gördü ama bunu umursamadı ve arkasını dönüp Uldız’ın odasına koşturdu.

Kapıyı açtığı an damarlarının sertleştiğini hissetti. Ensesi alev alev yanmaya başladı. İçinden kopan öfkeyi savurdu. “KILIÇ GİRAY! Seni lanet insan! Kendi çocuklarının canına bir savaş uğruna kıyacak mısın!” Kılıç Giray, sinsi bir şekilde güldü ve ailesine uzattığı kılıcı havaya kaldırdı. O böyle yavaş ve rahat davrandıkça elinden kıyametin kopa geleceğini hissediyordu.

“Ağabey? Beni her geçen gün biraz daha şaşırtıyorsun? Yoksa benim ailemi haremin mi yaptın?” Börü’nün yüzü alev topuna döndü. Heybetli bir nara atarak kılıcını çekti. Ve hayattaki tek erkek kardeşine meydan okudu. “Öğrendiğin kahpelikler burdan çıkmana fayda etmeyecek Kılıç! Yüreğin ve bileğin yetiyorsa bak, ben burdayım!”

Kılıç, kılıcını indirip yanındaki askerlerine emir verdi. Askerler çifter çifter çıkardıkları kılıçlarla odayı sarmaya başladılar. Börü kapıdan dışarıya çıkamıyordu eğer çıkarsa çemberleri içine aldıkları herkesi gözünün önünde öldüreceklerdi. Börü mecbur kapıdan çıkmadı ve etrafının sarılmasına müsaade etti. Kılıç ucunu siyah bir macuna buladığı kılıcını kaldırıp gülmeye başladı.

“Bu kadar kolay pes ediyor olmanı yaşına veriyorum. Oysa ben hala genç ve güçlüyüm. Hepinizi yok etmek için çok beklemedim bile!” bakışları sertleşti ve sustu. Bir adım atıp Berk’e yaklaştı. “Benden çok sahiplendiğin, hak ettiğin her şeyi öldüreceğim!” Ve bir anda boynuna sarıldı.

Berk’in nefesi kesildi. Moraran yüzü nefes almak için çırpınıyordu. Uldız çığlık atarak annesine sarıldığında annesi sesini bulamadı. Bağıramıyordu, söyleyecek cümle bulamıyordu. İnanmıştı çünkü... Her şeye yeniden başlanıldığını görmek için yaşıyordu. Ama şuanda... Çocuklarına layık bir anne olabilmiş miydi? “Bırak oğlumu!” diye haykırdı içindeki göğsü yana yana...

Kılıç ona gülmekten başka bir şey yapmadı. Börü, o anda kararını verdi. Bileğine sakladığı bıçağı bir anda çıkarıp kardeşinin göğsüne fırlattı. Kılıç şaşkınca sendeleyince eli Berk’in boynunu bıraktı. Berk nefes nefese mosmor yüzüyle yere düştü. Şiddetle öksürüyor nefes almaya çalışıyordu. Kılıç, sinsi bir edayla kalbine saplanan bıçağı çıkardı.

Börü, Berk’e doğru bir adım atacakken Kılıç’ın aralarına doğru kaldırdığı kılıç ile duraladı. Göğsü hızla inip kalkan Börü, Kılıç’ın hiç yara almadığını gördü. Kılıç gömleğini kenara çekip zırhını gösterdi. “Bu sefer başaramadın değil mi ağabey?” dedi imayla. Börü yumruklarını sıkarak bağırdı. “Ben hiçbir zaman senin kanını dökmeye hevesli olmadım! Beni böyle görmekten vazgeç!”

Kılıç hiddetle kaşlarını çattı. “Sen, ağabey... Her zaman benim düşmemi bekledin. Her zaman! Evlendim, bir ay geçmedi beni sırtımdan vurdun. Çocuğum oldu, senin alplerin onları obaya götürürken kavga çıktı da Kutlu’nun kulağını bir ok parçaladı! Umurumda mı sanıyorsun olanları, hayır! Ben her zaman senin ne kadar kötü olduğunu gördüm! Ama lanet olsun benden başka kimse görmedi! Şimdi, kimse senin yüzünden sevemediklerim için beni suçlamasın. Hakkınız yok!”

Börü dudaklarını sertçe ısırdı. Kendi içinde kıyametler kopsa da dışarıya karşı sessiz kalmaya devam etti. Düzeltmek isteyen iç sesine kulak verip elini uzattı ama boynuna değen bir şey yüzünden irkildi. Elini istemsizce boynuna götürdüğünde oraya ince uzun bir çubuğun girdiğini fark etti. Kapıda bekleyen askerlerinden acı dolu inlemeler birer uğultuya dönüştü...

Koyu yeşil bir beze sarılan kamışı boynundan çıkardığında boynunun uyuştuğunu hissetti. Damarları sertleşmişti. Gözleri hayretle açıldı ve Kılıç’a doğru dönmek istedi ama boynu asla dönmedi. Adeta kilitlenmişti.

Börü ilk defa korku duydu. Bir anda ne olduğunu anlamadan dizleri üstüne düştü. Nefesi dar bir aralıktan çıkıyormuş gibi hırıltılı ve zordu. Kalbi iki atıyor üç duruyordu. Benzi morarırken sağına doğru devrildi. Gözleri sorumluluklarını aldığı yengesine ve yeğenlerine çarptı. Hepsi göz yaşı içinde adını söylüyordu ama ellerinden hiçbir şey gelmiyordu. Gözleri kapanırken son gördüğü şey korkusunu saklayamayan minik kalpli Berk’ti.

Ah... Ayakta olacaktı ki onu sarsıp kendine getirecekti. Gözleri kapanırken son gördüğü Kılıç’ın kılıcını havaya kaldırdığıydı. Ve içinde Hançer için duyduğu pişmanlıktı...

 

 

***

 

“Gördünüz mü? O benim yıkılmaz lakaplı ağabeyimdi! Nasılda onu yıktım? “ Gözlerinde neşe vardı. Sanki yıllardır içinde yenmek istediği bir duyguyu alt etmişti. Kılıcını havaya kaldırıp askerleri ile beraber sevinç çığlıkları atmaya başladılar. “Börü Giray diz çöktü!” Ergün Hatun, nihayet gözlerini açtı ve tüm korkusunu bir kenara bırakıp üç çocuğunu arkasına aldı. Berk’in mosmor yüzüne kederle baktı ama içinden yükselen öfkeyle Kılıç’a döndü ve belindeki kılıcını çıkarıp boynuna doğru vurdu.

Ergün kolunu henüz çevirmişti ki bir anda kalbine saplanan kılıçla duraladı. Acıyla inledi ve elindeki kılıcını yere düşürdü. Kılıç, ona acımadan bakıyordu. Yüzünde asla acıma yoktu ve bu Ergün için hayatıyla da beraber her şeyin bittiğinin göstergesiydi. Gözünden bir damla yaş yuvarlandı. Hayır, onu bir kere bile sevmemesine değil onun için çığlık çığlığa ağlayan çocuklarınaydı bu göz yaşı...

“Ana!” Berk, acıyan boğazına inat bağırdı. “Anne!” Uldız, ağabeyi Kutlu’ya sıkıca sarılmış ağlıyordu. Kutlu, gözlerinde kırk yıllık bir olgunluk taşıyan en büyük oğul, bunu kaldıramadı. Uldız’ı ağlayan Berk’e verdi ve düşmek üzere olan annesini belinden yakaladı.

Dudaklarından kesik kesik yükselen ” Anne...” fısıltılarını bozan şey sırtındaki derin acıydı. “Ağabey! “ Berk’in çatlayan sesi Uldız’ın hıçkırıklarına karışıyordu. Kız kardeşini sıkı sıkı tutan Berk, korkuyordu. İliklerine kadar korkuyordu.

Kutlu, yıkılmadı kolay kolay. Kimse onun ne kadar güçlü olduğunu asla bilemeyecekti. Kimse onun ne kadar zeki olduğunu asla bilmeyecekti. Kimse onun ailesini ne kadar sevdiğini bilmeyecekti... Her şeye rağmen annesini usulca yere bıraktı. Ağrıdan ve kederinden gözlerinden damlayan yaşlar annesinin güzel yüzüne damladı.

O anda Ergün Hatun, ilk göz ağrısının kuvvetli kolları arasında son nefesini verdi... Kutlu, annesinin hep parlayan burnunu tıpkı uyumadan önce çocukluğunda yaptığı gibi öptü. Bunu annesi korkmasın diye yapardı. Çünkü, Kılıç Giray her zaman böyleydi... Ama şimdi korkacak hiçbir şeyi kalmamıştı? Uyku zamanıydı.

Nefes alamayacak kadar göğsü acıyordu. Ama buna rağmen omzunun üstünden babasına döndü. Kılıç, ona gülümseyerek bakan yüzü öfkeyle izledi. “Bizi öldürmeyi istediğini hep biliyordum, baba ... Çocukluğumdan beri... ” dedi sesinin kırgın çıkmasını umursamadan. Kılıç, içten içe sarsılırken Kutlu uykuya yenilmemeye çabalıyordu. Az sonra okkalı bir kan öbeği kustu. Ağzını güç bela sildikten sonra güçlükle konuşmaya başladı. “Beni hiçbir zaman, s- sevmeyişini kardeşlerim hissetmesin istedim... Sen, b- beni bakamadığın o- ocağı- na baba yaptın...” Öksürdüğü vakit kanlar burnundan ve ağzından adeta fışkırdı.

Kardeşler kederle ağlarken Kılıç Giray, Kutlu’nun boyuna, posuna, heybetine ve gücüne garip bir sızlamayla bakıyordu. “Ş- şimdi, onlara s -son kez babalık yapacağım!” bileğindeki küçük bıçakları sarayın askerlerini derdest eden adamlara fırlattı. Bıçaklar yüzlerindeki yerlerini alınca Berk ve Uldız’a bakıp son gücüyle bağırdı. “Kaçın!” Berk, ona donmuş gibi bakıyordu. Onu harekete geçiren komutu duyduğunda ağabeyinin kendini asilce feda edişini izledi.

Kutlu hep sessiz ve görünmez olandı. Berk onun yapıcı tarafına hayrandı hep. Uldız’a olan ilgisi, sabrı hiç bitmezdi. Kendisine olan yönlendirici, bilgiç tavırları ise kendisini amcasının sağ kolu haline getirmişti. Aslında Kutlu ne Uldız gibi sevgiye doymuştu ne Berk gibi desteklenmişti. Kutlu her yönden eksik ve aç bir çocuktu... Açlığını ve yoksunluğunun çözümünü , kardeşlerine hissettirmemede buldu. Bu yüzden Kutlu onları her zaman destekleyen, seven, ilgilenen bir baba olmuştu.

Gözlerinde biriken yaşları, Uldız onu kapıya çekiştirince sarsıldı ve yanaklarına damladı . Ayaklarına gereken kuvvet gelince Uldız için savaşmaya and içti. Onu kolunun altına alıp kapıdan çıktığı vakit alt taraftan yükselen gümbürtü ile saray sarsıldı. Çığlıklar, kan, göz yaşı gökyüzünü titretmişti. Berk, öfkeyle haykırdı ve Uldız’a siper oldu. Hançer’in odasının önüne kadar gelmişlerdi ama o an bir şey oldu.

Korkuyla hemen yanında koşan kız kardeşine döndü Berk. Kız kardeşi ona kocaman olmuş gözlerle bakıyordu. Berk her tarafına bakıp ne olduğunu görmeye çalıştı. Uldız, bir inilti gibi ince sesle, “Abi...” dedi ve dizleri üstüne yığıldı. Berk kocaman olan, yuvalarında delicesine dönen gözleriyle onu tutmaya çalıştı. “Hayır, hayır, hayır!” Yüzünü avuçları arasına aldı. “Kardeşim! Yalvarırım aç gözlerini aç!” Ama Uldız onu duyamazdı.

Minicik Uldız, hayatında en sevdiği iki erkeğin ve annesinin her şeyiydi ama bir hiçten öte gidemedi... Ayrılık acısı yangın gibidir. Yanmamayı isterken içinde bulursunuz kendinizi... Ve o an şunu bildi bunu okuyan herkes...

Yangının büyüğü küçüğü olmazmış...

Avuç avuç teri akarken boynundan, kız kardeşinin her yerinden kan geliyordu ve kanına damlıyordu. Berk, titreyen dermansız kollarıyla Uldız’dan başını kaldırdı ve karşısına baktı. Babası, Kılıç Giray... Bugünün cehennemi... Tüm heybeti ile karşısındaydı... Berk, acıyla ve toprakla yoğrulan bir öfkeyle ona bağırdı. “Bunları neden yapıyorsun! Neden!” Kılıç, kılıcını havaya kaldırdı. Gözlerindeki boğuk duyguları Berk görmüyordu.

“Sıra senin. Beni... daha fazla uğraştırma.” Berk, o anda amcasının dediğini hatırladı. Hızlı olacaktı... Demek ölmek kadar yaşamak da hızlı bir şeydi... Uldız’ı abisinden gördüğü gibi yere bıraktı. Titreyen dizlerine aldırmadan ayağa kalktı. Kana bulanan ellerini iki yanına açtı ve cesurca siper etti. “O halde başladığın işi bitir Kılıç Giray! Beni öldür ama öldüremezsen,” nefesini verdiğinde midesi bulandı. “Seni öldürmek için her şeyi yapacağım!”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 23.08.2025 09:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...