
29. BÖLÜM: YUFKA YÜREK
“Mücadele ettiğin müddetçe kaybettiğin hiçbir şey olmaz.”
“Berk’de bu masadan kalktığına göre artık gerçek dostluktan bahsedebiliriz. “ Kara Ozan kapıdan çıkıp giden Berk’in boşalttığı yerine korkusuz kuruldu. George, gördüklerinin etkisinde ilk duyduğu komuta uydu ama içi öylesine kazınıyordu ki... Kılıç Giray, önüne konan bardaktan korkusuz bir yudum aldı. Sarhoşluk artık en iyi yuvaydı. Kuzeyli liderler, yakalarını silkerek arkalarına yaslandı. İçlerinden yumruğu yiyen, keyifli bir kahkaha attı. “Bundan daha iyi başka bir olay olamazdı.”
Kara Ozan, isli gözlerini Nihade ’ye çevirdi. Çoktan bakan gözlerin içindeki merak ve endişeyi gördüğünde daha fazla oturamayacağını hissederek ayaklandı. Kılıç Giray ilk devirdiği bardakta sarhoşluğu kucakladığı için sendeleyerek ayağa kalktı. George geç kalan anlama yetisiyle hiddetlendi. “Nereye!” Kara Ozan, hırlamak üzere olan bir kurt gibi burnunu kırıştırdı. Onun bu sorusunu önemsemeyerek yönünü Kılıç Giray’a döndü.
“Böyle gidersen, ölmen çok kolay olur. Ayakta duramadığın öyle bariz ki! Güçlü bir müttefik için geç kalmamalısın, Kılıç Giray. “ George, gözlerini kısarak Kılıç Giray’a baktı. Bu defa gafil avlanmadı. Kılıcına koyduğu eliyle gerindi. Kılıcını böylesine sahiplenecek tutan kim yenilebilir ki? ” Endişe etme, Vezir. Ben öyle basit oyunlara ölecek bir adam değilim. Oyun içinde oyun kurarım.” Ozan, başını yana yatırıp gözlerini devirerek kapıya adımladı.
“Bir ruhbaz olmadığım halde ölümünün kokusunu soludum. Hala ölmemekten bahsediyorsun. İlginç... ” diye mırıldandı. Kılıç koridorda yürürken ona gevrek bir gülüşle yaklaştı. “Seni duydum, o ölmez. Eskisinden daha güçlü.” Kara Ozan dönüp bakmadı bile yüzüne. Merdivenleri bitirerek atını getiren seyise adımladı. “Sen de öleceksin, ama şimdi değil. İki aptal olabilecek en kötü zamanda ittifak kurdunuz.”
Kılıç anlamadı, hayır sarhoşluktan dolayı değildi bu. “Niçin öyle dedin?” diyerek adımını durdurdu. Ozan, dizginleri eline doladı. Yüzünü, ciddi misin diyen bir kaş kaldırmasıyla döndü. “Her şey açık değil mi? Sen, Kral Freud’u korusaydın bugün ne Hançer kalırdı ne de Berk! Ama sen bir aptal olduğun için şimdi elindeki Petro’yu da kaybedeceksin ama ben kime diyorum!” merakla yaklaştı Kılıç. “Şunu iyice aç.” diyerek atına yaklaştı. Ozan’ın yüzünde küçümser bir gülüş belirdi. Ona doğru yaklaşarak fısıldadı. “Yani diyorum ki, yaşadığın son günlerin keyfini çıkar.” Sonra atına atlayıp yola koyuldu.
Geride kalan kopkoyu bir endişeydi.
***
Başımı kaldırıp yan döndüm ve yüzünü izlemeye başladım. “Seni ne kadar özlediğimi dil anlatamazmış Berk... Sen benim tüm dualarımsın. Kabul edilen tek dua böyle olmaz.” Yüzünü yüzüme yaklaştırıp burnunu burnuma sürttü. “Gök Tanrı haklı o zaman. Bizi ancak bizim dualarımız kabul eder. “ Alnıyla alnımı ittirdi. “Koy başını Yürek’im...” Acır mı diye soracaktım ki başımı koluna yatırdı. Dere kenarında yan yana uzanmış zaferimizi kutluyorduk.
Artık oynaşan kurtlarımın sesi, cıvıldayan kuşlarımın, ağaçtan ağaca zıplayan sincapların, derenin karşı tarafında sürüsünü koruduğunu ilan eden ulu geyiklerin seslerine karışıyor, rüzgarı ruhumu titretiyordu. Berk bana dönüp beni ben de ona doğru dönüp onu izliyordum. Gerçek olduğuna inansam bile onu elimden alma ihtimalini kaldıramazdım... Artık onsuz yaşayamazdım, kahrolurdum... İççekip gözlerimi kapadım. Açtığımda ise kaşlarını çattığını gördüm. “Benden hiç mi nefret etmedin Yürek? Bir kez bile olsun...”
Şüphe dolu sesine verecek tek bir cevabım vardı. “Hayır, Berk. Senden nefret etmedim. Bir kez bile olsun.” Uzanıp kolunda soluklanmaya devam ettim. “Benden gitme Berk. Gitmen, en çok beni öldürür. Ölme de, senden önce yine ben ölürüm. Yapma...” Berk, dolan gözlerini gözlerime yaklaştırdı. Yanağımı kaplayan avucuna sindim. “Bizi ancak ölüm ayırır ama sen her zaman yaşarsın. Yaşayacaksın Yürek’im.” Avucuna bir buse bırakmaktı güvenin adı. Rahatlamaktı, sarılmak. Kaleydi bedeni. Sarsılmaz, içten.
“Han’ım!” duyduğum sesle gözlerimi açtım. Berk benden önce doğrulup askerine doğru ilerledi. Berk, bir süre onu dinledi. Dimdik vücudu hala benim bildiğim çocuk Berk’ten izler taşıyordu. Tamamen oydu ama büyümüştü. Beni seviyordu ve yanımdaydı. Affetmiştim, o da affetsindi... Berk, elini uzatınca elimi içine bırakıp ayaklandım. Belime dolanan kolunun gücüne teslim oldum. Bir bukle saçımı arkaya yatırdı. Alnımı usulca öpüp sarıldı. Gidecek miydi? Bu kadar mıydı?
“Vedasızlık, kalbime onulmaz yaralar açtı Berk. Gideceksen, nolur söyle.” İri cüssesinde sıkıştı. Nefesi kesildi ama benden biraz uzaklaşınca gülüşüyle aydınlandım. Benim aradığım aydınlıktı. Kurtuluş, ışıkla olurdu. Başını iki yana salladı. “Gitmiyorum, sensiz hiçbir yere gitmiyorum.”
“O zaman neden, biz böyle...” Gülüşü doldurdu kulaklarımı. “Sana olan özlemimden, sarılıp öperken hep gideceğimi mi düşüneceksin?” Başımı salladım. Bu sefer uzanıp yanağıma bir buse kondurdu. Ruhumun en gizli yerinde bir titreme hissettim. Hala yanağımda dururken, “Şimdi gideceğimi mi düşünüyorsun?” dedi. Sesindeki oyunu sevdim. Tutuldum. Savruldum. Başımı salladım. Diğer yanağımı da öptü. “Şimdi?” Bu defa güldüm ve oyununa alet olarak uzaklaştım. Ellerini ileriye uzattığında kaçtım. Bir adım daha ve bir adım daha geriye.
Geniş göğsünü gererek ellerini belinde bağladı. Bir kaşını havaya kaldırıp göz kırptı. “İstediğin kadar kaç, balık olur yine seni bulurum. İstediğin kadar kaç kişi olur yuvama taşırım. Sen, İstediğin kadar koş. Bir aslan olur yine seni yakalarım.” Kollarımı göğsümde bağladım. “Av mısın, avcı mı?” Gençtik, çok uzakta değildi o günler. Ben ona bir av mı yoksa avcı mı olduğunu sorduğumda o bana tıpkı bugün verdiği cevabın aynısını vermişti.
” Bu gafil, seni görene kadar talihsiz bir avcı ve yalancıydı.” Kollarımı açtığımda gocunmadan kollarını belime sardı. Ak Yürek ve Kara Yürek’in aşkının başladığı o gün değildi belki ama birbirlerinin peşinden o gün koşmaya başlamışlardı. Boynuma değen nefesi ile gözlerimi kapattığımda adım sesleri işittim. Kurtlar uludu. Berk göğsümde gerildi. Huzursuz oldum. Göz göze geldiğimizde başımı dik tuttum. Bu defa, Yürek ile değil Hançer ile tanışacaktı. Hançer Giray, belkide soyunun adını bir daha taşıyamayacak olan Yakut Berk’in karşısında hiçbir zaman elde edemeyeceği öz topraklarını yönetecekti. Uzanıp yanağına derin bir buse bıraktım. Geri çekildiğimde Yiğitcan’ı gördüm. Yanına yaklaştığımda yüzünün donuk olduğunu gördüm. “Ne oldu Yiğit?” Başını iki yana salladı. “Doğu Obaları zaferinde esir ettiğin o adam... Yine canına kıymaya kalktı. Gökçe onu durdurmuş. Ama seni istiyormuş Hançer.”
“Onda bu kadar özel olan ne var?” Berk’in katı sesini duyduğum vakit ben bir Beyhatunum o ise bir kral. Ona dönüp cevap verdim. “Onda, daha önce hiç görmediğim bir yok olma inadı var. Sanki hayatı söz konusu değil, bir oğlağın canını alacaklarmış gibi serseri. Vurdumduymaz. Elime geçirdim ki tarafıma geçerlerse eski inlerine baskın kolay olur.” Berk, katı bir ifadeyle önüme geçti. Atı önüne gelince arkasından bakıyordum.
“Nereye?” Atına hızla binip bana yüksekten baktı. “En az senin kadar her şeye hakimim. Bir de ben onu göreceğim Yürek. Hadi gel.”
***
BERK SARAYDAN ÇIKMADAN ÖNCE
“Senin çenen çok açılmış bana bak sürtük! Almayayım ayağımın altına seni! O erine de güvenme, ikinizin bir okluk canı var ya da yok!” diyen kadın tabağı kaldırıp yere attı. Bir çığlık koparıp bir tane daha attı. İynem, kollarını göğsünde bağlamış usulca onu izliyordu. “Seni sürtük! Dur artık, kırma şu tabakları!” Bir tane daha attı yere. “Kralımız sana hesabını sorar elbet!”
“Bu ne gürültü böyle!” Loura, dudağını büzerek içeriye girdiğinde baş aşçıyı elinde tabakla görünce İynem güldü. Loura’ya dönüp asaletli bir selam verdi. “Yüce Prenses, onun aklından eksilen eksilene. Gördüğünüz gibi kralımızın harcamalarını böylesine çirkin şekilde harcamaktadır.” Loura, elini kaldırıp baş aşçının yanağında patlattı. İynem, kollarını göğsünde bağlayıp arkasına yaslandı. Loura hırsını alana kadar kadını patakladı. En nihayetinde hizmetlilerinden biri onu yanına çağırınca kadını yere itti.
İynem’in içinden geçenler, Loura’nın da gayet dişli bir kadın olduğu yönündeydi. Ona olan saygısı artarken gözlerini yerdeki kadına ve başına üşüşen çalışanlara döndü. Omuzlarını indirip kaldırdı. “Ne diyeyim, aptal olan sizsiniz?” Kızlar ses etmezken yüzü gözü dağılan kadın hırsla ayaklandı. Ve çıkıp gitti. Kızlar ise artık kimin emrinde olacaklarını gayet iyi gördükleri için en güzelinden işlerine girişmişlerdi. Bu İynem için gurur verici bir andı.
Loura, hızlıca alt kata indi ama merdivenlerin altından gelen ıslık sesiyle oraya yöneldi. Berk’i kollarını açmış görünce hızla üstüne atladı. Dudaklarına şuh bir öpücük bıraktığında Berk ciddi bir şekilde gözlerine baktı. Ellerini omuzlarına bastırıp, “Artık sana ihtiyacım var. Bugün bu masadan ayrıldım Loura.” dedi ve Loura bu sözle adeta yıkıldı. “Artık bir araya gelemeyecek miyiz?” Berk yanaklarını öpüp başını merdivene çevirdi. Sonra tekrar gözlerine baktı.
“Sen, zafer elde edince elbette bir araya geleceğiz. O güne kadar sabret. Ha?” Loura, boynunu büktü. “Dediklerini yapacağım. Hiçbir şey beni yolumdan döndürmeyecek. “ Berk, gülümseyerek ona sarıldı. Tekrar merdivene baktı sonra ondan uzaklaştı. “Kendine iyi bak, artık kolay kolay bir araya gelmeyeceğiz.” Loura için mi yoksa Berk için mi keskin bir sonuç gelecekti hiçbir şey belli değildi. Bu yüzden Berk, hiçbir işini şansa bırakmadan halledecekti.
***
George gözlerine inanmıyordu. O Loura’nın Berk ile bir ilişkisi olma olasılığı aklının ucundan bile geçmemişti. Berk, adeta gözlerinin içine baka baka onu sevmişti de görmemişti. Loura, Petro’nun tek kızıydı ve kendi krallığını yüceltmek için en büyük kozuydu. Şimdi bir de Loura’nın eteğine yapıştığını görmek kıskançlık ve kindarlıkla delirmesine sebep olmuştu. Tüm liderler onu salonunda beklerken o burda delirmiş gibi bir o yana bir bu yana gidiyordu.
Derin nefesler alıp vererek nihayet yanlarına geldi. Hepsi gevrek bir gülüşle kendisine bakıyordu. İçlerinden birisi elindeki bardağı kaldırıp haykırdı. “Bir arada olduğumuz kudretli başımızın şerefine !” hepsi kadehlerini kaldırdı, George orda yokmuş gibi eğlenmeye başladılar. Lakin George öylesine gürültülü bir sessizliğe gömülmüştü ki, Kuzey Hanlığı’nın barbar liderleri destursuz çıkıp şehre karışana değin George o masada öylece durmuştu.
“Bir şey yapmalıyım. O, ondan önce benim olmalı!” Bu esnada yanında oturan Kral Petro’nun varlığı aklına gelince hızla doğruldu. “Bu ziyaretini başka bir zaman daha detaylı onurlandıracağıma emin ol. Şimdi gitmem gerek.” Petro ne olduğunu soramadan giden George yolda İynem’i gördü. O anda aklından geçenler ile duraksadı. Bu kadını her gördüğü yerde odasına atmak isteyen yanına bu defa kolayca hakim oldu. Bu seferlik.
Çünkü bu güdüsü şimdi başka bir kadın için çalışacaktı. Bu yüzden Petro’nun gitmesini onunsa kalmasını bekleyecekti.
***
“Bunca adam, ne ara esir alındı?” Darulgan’ın bıyık altından gülerek söylediği sözü Demirdöğen’in gururunu kabarttı. “Sen, Ediz’in yüzünü silmesinde ona yardım ede ede savaşınca bu iş bana kaldı. Yazık sizin gibi erlere!” Darulgan, tok bir kahkaha attı. “Ne kadar kibirli bir adamsın sen? Ama hala seni seviyorum, beni güldürüyorsun delikanlı...” Demirdöğen, Darulgan’ın taklidini yaptığı hatundan ötürü küfür ederek ondan uzaklaştı.
“Benim sabrımı zorlama. O hatun deli deli! Bir de nerde görüldü bir hatunun erin peşinden koşup bağırdığı?” Darulgan parmaklarını yüzünde cilve ile hareket ettirdi. “Deme öyle, “ dedi işveyle. “Seni talimlerde izlemekten aklı çıkan bir hatunun aşkından bahsediyoruz. Alsan bir kere kollarının arasına-“ Demirdöğen çektiği kılıcını üzerine doğrulttu ve kahkaha atarak kaçan Darulgan’ı kovalamaya başladı. “Sen elime geç de seni nasıl doğruyorum gör!”
Tam o anda yanlarına gelen Tulpar Alp ile atışmalarını sonlandırdılar. Tulpar, gülümseyerek selam verdi. “Beyim, nasılsınız?” Demirdöğen, ona ısınmasa da selamına karşılık verdi. Darulgan gülüşüne karşılık verip başını eğdi. Onlar belli etmese de en az Demirdöğen ile olduğu kadar iyi anlaşıyorlardı. “İyiyiz Tulpar Alp. Söyle bakalım.” Tulpar, sakinliğini bozmadan cevapladı. “Bir esir çıldırmış gibi bağırıp çağırıyor. Kendine zarar veriyor. Ben de onun Hançer Hatun’un iyi bakılmasını istediği esir olduğunu yeni öğrendim. Haber etmek için sizlere geldim.” Demirdöğen duyduğu gerçekle ok gibi ordan ayrıldı. Doğruca ulağı buldu. Ona Hançer ile Yiğitcan’ın gittiği dere kenarına haberi uçurmasını istedi. Darulgan, kolunu Tulpar’ın omzuna attı. “Çok mu yiyor yoksa hiç mi koşmuyor ?” diye sorduğunda Tulpar bir kendisine bir de az ilerilerindeki Demirdöğen’e baktı. Sonra emin bir şekilde başını salladı. “Kesinlikle koşmuyor.” İkisi de güldü.
Darulgan’ın hep geldiği gibi gözünden yaş gelirken hızla silmesi bir oldu. Gülerek konuşmaya devam etti. “Ya biz bu senin oba yanarkenki sakinliğini ne yapacağız Tulpar? Demirdöğen delirdi sen dağ gibisin hayret.” Tulpar gururla göğsünü kabarttı. “Soyumda hanlık var da ondan. “ Darulgan imayla gözlerini süzdü. “Kimdenmiş bu han soyun?” Tulpar kolunun altından sıyrılıp yine aynı şekilde cevap verdi. “Girayoğuşları. “ Darulgan durdu. Nefes almadan. Hareket etmeden. Sonra bir adım yaklaştı Tulpar’a.
“Sen, o Berk misin yoksa? Adını mı değiştirdin geldin buraya? Sen evlisin! Çocuğun bile var! Yüce Gök Tanrı adına!” ellerini başına bastıran Darulgan’a kahkahalarla güldü Tulpar. “Öyle değil ahmak adam. Ben kimse değilim. Ne diyorsun onu da anlamadım. Ben Tulpar Alp. Hançer Giray ise dayımın kızı. Ben Börü Giray kardeşi Ayka Hatun’un oğluyum. Babam Yelhan’ın soyundan bir beydir. “ Darulgan ağzını kapatamıyordu. Ama ilk söylediği şey, “Niye bunu bunca zamandır bize söylemiyorsun?!” oldu.
Tulpar, her iki aileden aldığı asil kanın hakkını veren bir olgunlukla diklendi. “Timurtaş’ın haberi vardı. Ama ikisi de birbirini dinlemedi. Yoksa o gün benden haberi olurdu. Ayrıca, böyle sanki bir iyilik yapıyormuşum gibi Ben kanındanım demek bana göre değil. “ Darulgan nefesini tutup alnını ovdu. “Kırk sene düşünsen senin Hançer ile akraba olduğunu düşünmezdim. Peki, ben sana inandım ama onlar nasıl inanacak? “ Tulpar omuzlarını dikleştirdi. “Bizim kılıçlarımızda ancak bize ait olduğunu simgeleyen taşlar olur. Yüz yıldır ayrı duran hanedan üyeleri bile olsa birbirlerini ilk günkü gibi bilir tanır. “
Elleri ağzındaydı, şaşkınlıktan dilini az daha yutacaktı. Ama o anda başka bir şey dilini yutmasına sebep olacaktı. Onu gördü. Tulpar’ın güzeller güzeli kızı buraya doğru geliyordu. Selvi gibi uzun boyu, cesaretli bakışları ve dudaklarına sakladığı nahif gülüşü ile ona doğru yürüyordu. Darulgan sebep olmuştu gülümsemesine. Babasının ciddi ifadesini bozan nadir insandı. Bu da ona kolayca alışmasına sebep olmuştu. Birkaç kez sofrada adı geçince kalbinin ona ısınması kolaylaşmıştı. Darulgan hızla bakışlarını yere çevirdi, Tulpar bakışlarını takip etti. “Yıldız, kızım.” Darulgan içten içe heyecanlanıp yutkundu. Yıldız, ellerini karnında birleştirip önce babasına sonra da Darulgan’a bir baş selamı verdi. Babası, Darulgan’dan gerek uzanıp Yıldız’ın alnını öpüp kolu altına sıkıştırdı.
Darulgan, hafifçe öksürüp Tulpar’a baktı. O da bunu bekliyormuş gibi kızını tanıttı. “Kızım. Yıldız.” Darulgan gülmek istedi. Kızı söz konusu olunca içinden gerçek bir Giray öfkesi beliriyordu. Şu anda ikna olmuştu işte. Hançer’in de toyken arkadaşlarını bu şekilde kıskandığı olmuştu. Darulgan, Yıldız’ın alacalı gözlerine hızla bakıp başını salladı. Ne diyecekti ki? Yıldız, babasına dönüp kaşlarını çattı. “Anam yemeğe çağırdı seni, yine geç kaldın. Ne zaman zamanında geleceksin baba? Obada seni aramaktan yoruluyoruz.” Bu doğruydu. Tulpar kendini işine öyle vermişti ki ne yemek ne su içmek vardı aklında.
Öyle ki, bu da onu zorlamıyor aksine daha çok çalışmasını sağlıyordu. Timurtaş döneminden kalan çoğu eksiklik giderilmiş, obadaki eski komutanların idaresinden sıyrılmış ve daha kolay yönetilir hale gelmişti. Gerek aynı kanın verdiği kudret gerekse de çalışkanlığı Timurtaş’ın yerini kolayca almasını sağlamıştı. Onu da elbette unutmuş değildi. An be an takip ettiriyordu, gittiği her yeri Hançer’e yazıyordu. Henüz kendini yeni toparlayan Hançer’de bugün yarın o kağıtları okurdu. Kızının alnını bir kere daha öptü. “Biliyorsun maralım, işim çok. Hem ben aç olsam ananın başının etini yemem mi?”
Yıldız onaylayarak güldü. Darulgan o gülüşte esir düştü. Daha sonra obayı dolduran at sesleri ile hür kaldı. En önde gelen Hançer’i ardından da bambaşka insanları seçti. Ancak havada dalgalanan bayrağı seçebildi. Yakut Hanlığı! Atlılar bey otağını doldurdu. Herkes put kesildi. Tak da o anda kargaşa çıkaran esir askerlerin sesleri meydanda çınladı. Hançer en önde gidiyordu ama onun gölgesi kadar yakınındaki adamı ilk defa görüyordu. Yakut Hanlığından kim olaydı ki bu adam? Tulpar, Yıldız’ı çadıra gitmesi için tembihleyip doğruca Hançer’in peşine takıldı.
***
Altuğ, esirleri getirirken pek bir sorun olduğu söylenemezdi. Her zamanki esir taşkınlıkları, baş kaldırma çabaları bir işe yaramazdı. Zaten onlarda bir elin parmağını geçmezdi. Geri kalanlar Hançer’in savaş gününden bu yana derin bir sessizlikteydi. En büyük endişesi onların obada bir delilik yapmasıydı. Lakin şükür bir avuç aptalın haricinde ses dövüş olmamıştı. İçine çöreklenen huzursuzluğu atmak için esirleri cezalandırıyordu. Ama biri vardı ki, titriyor istemsizce bağırıyor ve yerde uzanıyordu.
Altuğ, bunun o olduğunu biliyordu. Demirdöğen esirlerin yanına nöbete gittiğinde kendisine bundan bahsetmişti. Altuğ da o günden beridir de göz hapsinde tutuyordu zavallıyı. Her gece işkence görüyormuş gibi sayıklayan ve ağlayan bu adam herkesin dikkatini çekiyordu bir deli yaftasından çok. Altuğ ne yaptıysa kendine getirememişti onu. Bu yüzden son kozunu bilinçsizce uygulamaya başlamıştı. Delirmiş gibi zincirlerini zorlayan adama bir yumruk daha attı. “Kendine gel artık öleceksin elimde!” bu sözlerine yine bir cevap alamadı. Adam yine o günkü gibi ölümü arzulayan haykırışlarını salıyordu.
“Öldürün beni! Anneme gideceğim! Babam beni bekliyor! Bırakın!” O anda duyduğu bu söz, durmasına sebep oldu. Tam da durduğu anda içeriye giren Hançer ile gözlerine inanamadı. Hayır, inanamadığı kişi o değil, Hançer’in arkasında yükselen heybetli bedendi. Berk, onu gördüğünde gözlerinde derin bir sevgi oluştu. Beraberlerdi, her şey açığa çıkmıştı. Bu huzursuzluğunu alıp gitmişti nihayet. Sarılmak için hareket etti ama Hançer’in adama sarılmasını hiç beklemiyordu. Onun sayıklamalarına bu defa herkes şahit oluyordu.
“Öldürdü! Bizi, annemi babamı öldürdü! Beni öldürdü. Aradım, bulamadım...” Hançer’in sarılmasıyla bir an durdu. Hançer yüzünü yüzüne yaklaştırdı. Duygularına, kalbinin ta derinine bakıyordu artık. Güçlü sesini kıstı. “Ben burdayım, seni anlıyorum. Artık dur. Sana ben yardım edeceğim. Kendini bana bırak.” Altuğ’a döndü. “Çöz onu.“
“Hayır!” Berk’in yükselen keskin sesi esirin bile susmasına sebep oldu. Hançer Berk’e döndüğünde acı bir gerçekle karşılaştı. O, bu adamı tanımıyordu... Kalbinde beliren ağrıyla kaşlarını çattı. “Neden?” Berk de onun yanına geldi ve ellerini belinde bağladı. “Onu bir de ben dinleyeceğim. Kimden bahsediyor, neden senin için bu kadar önemli her şeyi duymak istiyorum.” Hançer, içinde beliren sıkıntıyla arkasını dönüp esirin kollarını açtı ve bedenini kendisine yaslayarak çadırın diğer ucunda nöbetçilerin yer yatağına yatırdı. Yüzünün gözünün kan içinde kalışına öfkelendi. Berk, derin bir nefes alıp çenesini sıkmaya başladı. Şu anda onu aşıp burdan sonsuza değin uzak tutmak istiyordu ama o tanımadığı bir esirin yaralarına merhem olmaya çabalıyordu. Ama kimse şunu bilmiyordu:
Hayat, karşınıza çıkan insanları sizin parçanız kılar. Eksiğimiz ya da fazlanız olan tüm yanlarınızı yansıtır o insanlar. Bazen vakti gelince çeker giderler. Bazense sonsuza değin sizinle olurlar. Ama her insanın bir gelişi vardır. Bu hayat hikayenizin neresinde önemi ve zamanı ne olursa olsun. İşte bu esir de böyleydi. Olsa olsa rezil bir esir olurdu ama Hançer Giray için içindeki bir yaranın temsiliydi. Bunu Berk anlayamazdı. Göremezdi. Bir tek Hançer anlardı. O da bunu izah edemezdi.
“Neyin var, anlat bana. Kendini öldürmek isteme, bana nasıl olduğunu ve ne istediğini söyle.” Esir ağzını baygın bakışlarına eş açtı. “Ben, kaybettim. Ailemi.” İşte, ilk çizik atılmıştı ruha. Hançer yutkundu. Esir daha önce kimsede görmediği bu yakınlık ve acıyla kendini ona teslim etti. Kalın kollarını boynuna dolayıp ağlaya ağlaya anlatmaya başladı. “Ben de daha çocuktum... Ailem, vardı. Babam, annem ve kardeşim... Bi-biz çok iyiydik, so-sonra çok kötü bir şey oldu. Baskın yedik. Babamı öldürdüler....” Derin hıçkırığı öksürmesine hatta öğürmesine sebep oldu.
Hançer onun ensesine tutup koluna girince göz yaşlarını gözlerine bakarak öyle hisli akıtmaya başladı ki... Hançer de ağlamaya başladı. Berk’i istiyordu tam da bu anda. Arkasında olduğunu bilmek öyle güzeldi ki... “Hançer Giray... kardeşim yaptı. O bizi öldürdü...” Berk’in çatılan kaşları ve keskinleşen bakışları onu geçmişten bir anıya götürdü. Tora Hatun’un kendisine okuduğu o yazıyı hatırladığı an çadırdan çıktı. Beyhatun çadırına doğru adeta koştu. Bu olabilir miydi? Kara Ozan’ın ağabeyi, şu anda ellerinde olabilir miydi?
***
Hançer koşarak kollarına atlayana kadar her yönünü düşünmüştü. Evet, gidip adamdan isim alsa da aynı şeyi duyacaktı. Bu onun ailesiydi. Posta oturduğunda her yanı özlemle ve hüzünle doldu taştı. Asla bu posta kurtulamayacak oluşu öyle üzücüydü ki... Bu bir hırs ya da taht ihtirasından öte bir bağın onarılamayacak oluşunun yasıydı. Ne kadar zaman orada oturup içindeki ateşte yandı bilmiyordu. Sonra bir anda kapı destursuzca açıldı. Öfkeyle alevlenen gözlerini ve kılıcına giden elini güç bela durdurdu. Gözleri kan çanağına dönen Hançer kolları arasına yığılıp ağlamaya başladı. Başta afallasa da, ona yapışan bu şeyden dolayı kendine kızdı. Her şeyi boş verip hızlıca onu kendisine çekip kollarına aldı. Hançer bugüne değin şahit olduğu hiçbir anıda böyle ağlamamıştı.
Boynuna art arda bıraktığı yatıştırıcı öpücükler bir nebze gerçeklere tutunmasını sağlamıştı. Berk onun gözlerini özenle silerken hala kendini suçlayan o kızı görüyordu. Kendisinden nefret etmişti bir kez daha. Daha öncesinde ortaya çıksaydı onda yapışıp kalan bu acıyı yok edebilirdi. Hançer gözlerine ürkekçe baktı. Derince yutkundu. “Ben seni tanımıyorum. Ben, bu adamı tanımıyorum Berk... Sen o çocuk değilsin artık.” Berk gözlerini kaçırdı.
“Bana karşı duran, acımasız gözlerini etrafa diken bu adamı tanımıyorum Berk... Sen, sen de beni tanımıyorsun ki?” Berk’in içi yandı. Aşkıyla taşan ruhu ona dair bilinmeyen bir şeyi kaldıramazdı. “Ne, ne peki Yürek? Sende bilmediğim ne var?” Yürek’i alnını boynuna yasladı. Berk hemen sırtına sardı kollarını. “Ben, dizginlenmeyi sevmem Berk. Sevgini kendime zırh ederim ama bana bir kral gibi hükmedemezsin. Ben, sivrilip kanatırsam daha kötü olur.” diyerek göz göze geldi.
Berk yutkundu. Sıra ona geçmişti. “Ben de söz konusu sensen Yürek, seni nasıl ezeceğimi biliyor olmalısın. O eski çocuğun huylarını hatırlamıyorum. Ama ben bugünkü benin sana nasıl aşık olduğunu ve canını senin yoluna nasıl adadığını çok iyi biliyorum.” Aralarında derin bir sessizlik oluştu. Ama Hançer ona sarılarak susmayı tercih etti. Az sonra kapı çaldı. İçeriye Altuğ girdi. Ne Berk ne de Yürek’i birbirinden ayrılmadı. Altuğ, duraladı. Bocaladı. Yıllardır aralarında bir bağ olduğunu bildiği iki insanın arasındaki eğreti duruşu ile utandı.
Arkasını döndü. “Sakın cesaret etme.” Berk’in babacan tavrı ve diğer yanında onun için açılan kolu ile gözleri doldu. Koca adam oldum, derdi kendisine. Eskisi gibi ağlamak yok, derdi de iki gözü iki çeşme olan bu eri tanımıyordu. Hançer’in ona uzanan elini tutup Berk’in geniş ve sıcak göğsüne başını yasladı. Bir babaydı Berk. Bir ağabeydi. Bir kardeşti Yürek. Bir anneydi. Bir kardeşti Altuğ. Bir evlattı...
***
Hançer başını yasladığı omzunda uyuya kalmıştı. Uzun uzun konuşmuş, yer yer gülmüş ama daha çok birbirlerini tanımışlardı. Uzun süredir uyuyamayan Hançer artık kalbinde taşıdığı vicdan azabını yok etmiş, derin bir uykuya dalmıştı. Altuğ ve Berk ona gülmüş ama o bunu da duymamıştı. Berk onu yerine yatırdığında bir müddet elini tutmuştu. Tıpkı çocukluğundaki gibi, en derin uykusuna girdiğinde ancak ayrılabilmişlerdi. Berk, Altuğ’un omzuna sarılıp bir süre öylece Hançer’i izlemişlerdi.
Daha sonra posta geri dönüşmüşlerdi. Altuğ, başı önde duruyordu. Berk boğazını temizleyip konuşmaya başladı. “Senden bugüne kadar çok istedim, Altuğ. Şimdi daha büyük bir şey isteyeceğim. “ Altuğ, kaşlarını çatıp yerinde dikleşti. “Buyur ağabey, benim için isteklerin asla zor ve kötü gelmez.” Berk, gülümsedi ama gözü içeriye kaydı. Onun bir sonraki adımı ne olur her şeyine kadar biliyordu. Bu yaptığına da pişman olmayacaktı, biliyordu.
“Senden, obanın başına geçmeni istiyorum.” Altuğ, hayretle karşısına geçti. “Ağabey, bu imkansız! Ne dediğini biliyor musun sen?” Berk, omzunu tutup ırgaladı. “Biliyorum! Ama benim arkamı döndüğümde güveneceğim tek kişi sensin. Ve hanedanın yaşayan son erkeğisin.” Altuğ nefesini tuttu. “Ben, ben ne Giray adını ne de bu postu tahtı alabilirim Altuğ. Ben bambaşka biriyim kardeşim. Çıktığım tahtı bırakamam. Ama Yürek’i de bırakamam. Onu her şey bitince yanıma alacağım. Gözü arkada kalmasın diye de sen başa geçeceksin. “
“Abi, bu ne demek! Ben öz Giray değilim! Sensin Giray, Hançer! Beni kabul etmezler ki? Hem, kim olduğumu ne kadar biliyorlar da inanacaklar? Eskisinden daha zor her şey.” Berk kaşlarını çattı. “Kara Orman’ın son muhafızı olduğun gerçeği duyulduğunda kimsenin kabulü umurumuzda olmaz. Senin kılıcından yeşil zümrüt taşı var!” Altuğ kılıcına baktı. Giray soyundan olanlara verilen geleneksel bir taştı bu. Şimdi de onun varlığının işareti olacaktı. Hançer onu herkesten gizlemiş ama daha sonrasında adı haricinde bir şey bilinmesine müsaade etmeyerek yanında tutmuştu.
Post ona geçer miydi? Hançer buna izin vermezdi ki! Ne olursa olsun burada dimdik dururdu. Hem, Altuğ’un böyle bir isteği de yoktu ki? “ Ağabeyim, bak ben Hançer’in yanında olmaktan başka bir derdi olmayan bir alpim. Hem, Hançer buna izin vermez ki? O senin sarayında yaşamayı kabul etmez. Bir savaşı var, bitirmeden asla burdan bu düzlüklerden çekilmez. “ Berk’in de düşündüğü buydu. Bu yüzden, bu uzun savaşı kısaltmanın, sırt dönenlerin sonu olacak bir fikri vardı.
Hançer yine bundan hoşlanmayacaktı ama o ve gelecekteki mutlulukları için her şeye değerdi! “Sen, yine bana yaslan yiğidim. Ben, yine her şeyi çözeceğim.” Altuğ’un aklına bugünkü olay geldi. “Ağabey, bu o olabilir mi? Kara Ozan’ın da sonu geldi mi?” Berk’in içinde Kara bulutlar dolaşıyordu. Diyecek bir şey bulamıyordu. Bu sefer Kara Ozan ne kadar ileri gidecek hiçbir fikri yoktu. Zira Yakut Hanlığı ve Girayhan arasında öyle geniş bir alan vardı ki hangisine olacağını şaşırmış haldeydi.
“O, ağabeyini bulduk. Kara Ozan artık tamamen elimizde.” Altuğ bu sözle rahatlasa da asıl rahatlamaya gereken kişi dışarıdaydı. Hatta belkide buraya gelmeyi bile bekliyor olabilirdi. O esnada kapıdan sesler yükseldi. “Destur!” Berk sesi hızla tanıdı. Kapıya adımlayıp kapıyı o açtı. Karşısındaki Yakut Berk’i sıkıca sarılarak buyur etti. Yakut Berk yani burdaki herkesin aşina olduğu ismi Debret burdaydı. Artık saklanmadan, Yağmur Ata’dan haber uçurmadan rahatça konuşabilecekti.
“Hoş geldin, dostum.” Berk keder dolu bir ifadeyle Yakut Berk’in omzuna vurdu. “Hoş buldum, dostum.” Yakut Berk’in kan çanağı halindeki gözleri her şeyi gösteriyordu. O derin yalnızlığı, ailesinin ölümünde onları koruyamamayı, acılarını içine gömmeyi, susmayı ta derinlerinde hissediyordu. “Senden istediklerimi yaptın mı Berk?” Yakut Berk, kafasını hızla salladı. “Ural Bey, ittifakta yerini aldı. Sona geldiler. Kılıç Giray mührü ellerine verdi. Bunca yıldır onu durduran neydi de şimdi mührü teslim etti anlamış değilim.” Berk çenesini ovuşturup sıktı.
“Çünkü, Kurt Ana artık burda. O seçilmiş insan, artık biliniyor. Yetki ve gücü ne kadar hızlı elinden alırsa o kadar çok yol ilerlerim diyor.” Başını iki yana salladı. “Aralarını bozacak her kozumu oynayacağım. “ Altuğ, kaşlarını çatıp işaret parmağıyla yeri işaret etti. “Peki bu, Loura? Berk Giray sen ciddi misin? George’un babasını öldürterek zamanında çok büyük bir zafer elde ettik. O günden beri de zaten pek bir yol alamadılar. Lakin, Kral Petro tam bir tilki. Sinsi. Öyle kolay kolay ölmez. Hele de bunu Loura nasıl yapsın?” Berk’in yüzünde tek bir renk kalmamıştı artık. Sesi kuru ve pusluydu artık. “Onu işlemek çok basit oldu lakin başına gelecekler için...” evet hiçbir şey diyemedi. Çünkü ne olacaktı, George onu patlama noktasına getirecek ne yapacaktı işte orası onlara kalmıştı. Bunun için de içinde zerre sorumluluk duygusu hissetmiyordu.
***
“Dediğim gibi, Loura burda kalabilir. Sevgili kuzenim ile vakit geçirmek hem ona hem de bana çok iyi gelecek.” Petro’nun gözleri ilerisini görmek ister gibi duvara sabitlenmişti. George arkasına yaslanıp Petro’yu izlemeye başladı. Soğuk bakışları, yalancı ağzı ve hırsla dolaşan kanı onu sandalyede zor zapt ediyordu. Petro son kozunu oynadı. “O, ne kadar senin kuzenin olsa da uzaktan, seninle evlenmeyi düşünmüyor, adının çıkmasını istemem. Bunu ne o ne de ben uygun görmeyiz. Onun da senin de karşına en iyileri çıkacak.”
Gerilen parmaklarını kadehte sabitledi. Alaycı gülüşü ve sivri dili yine en olmadık yerde ortaya çıkmıştı. Oysaki onun dili, yılanı bile deliğinden çıkaracak cinstendir. “Onu Yakut sarayında bırakırken amacın Yakut Berk ile mi baş göz etmekti? Söz konusu o olunca senden ses çıkmıyor. Ama ben, kanınızdan olan ben için hepiniz namus peşine düşüyorsunuz!” Petro yükselmesi karşısında haklı olduğuna kanaat getirdi. Şuanda en son isteyeceği şey araları kötü bir George’tu. Masadan kalkıp ellerini kemerine sabitledi. “Bir gece. Sonra yanıma gelecek.”
İşte bu söz, her şeyi başlatmıştı. Başlangıçta bir sorun teşkil etmeyen bu söz birazdan bir kadının hayatını karartacaktı. Yaka paça bir odaya tıkıldı Loura. Burası mahzenlerinde altında bir yerdi. Karanlık, rutubetli ve soğuktu. Loura bir yatağa fırlatılınca kendisini toplayamadan kapısı tekrardan kapandı. Tek gördüğü şey bir meşalenin ışığıydı. Ne kadar süre yardım çığlığı attı hatırlamıyordu. Sonra bir ses duydu. Adım sesleri. Tak. Tak. Tak.
İçsel bir titreme hissi ile geriye çekildi. Ayağı yatağa takıldı ve sırt üstü düştü. Gördüğü yüz ise kalbinde derin kırıklar açtı. George ne için burdaydı? Ne oluyordu? “Demek, onunla oynaşıyorsun?” buz gibi bir gülüş yankılandı. “Demek, benden alabileceğin her şeyi baş rakibimden almayı seçtin? Sen hep böyleydin Loura. Sen hep, hep arzularına köle biriydin. Ne beni gördün ne de sana aşık olan o komutanı. Sahi, ikimizden de geriye ne kaldı ki? O komutanı Hançer esir etmiş. Bense seni cezalandırmak için burdayım. Yani anlayacağın kimse seni sevmiyor, herkes değişti.”
Kapıyı açtı ve içeriye girdiğinde yeniden kapıyı kilitledi. Loura başını şiddetle iki yana sallıyordu. Dili tutulmuştu lanet olsun! O güçlü bir kadındı, bu şekilde ezilemezdi. Ayağa kalktı hızla. George’un çenesine bir yumruk geçirdi. Ardından bacaklarına tekme atıp geriye savrulmasına sebep oldu. Alnında biriken ani terlerini sildi. Dudaklarını panikle yaladı. George, sinirle ayağa kalktı. Attığı yumruğu savuşturan Loura, yine yatağa çarpıp düştü. Üzerine atılan George’u yan dönüp atlattı. Buradan biri ölü çıkacaktı ama kim! George, ayağa kalktı. Geri geri giden Loura’yı boğazından tutup tam karnının altına ağır bir yumruk geçirdi.
Loura, bacaklarından akan sıcak hisle nefesini sertçe verdi. George öne eğilmesin izin vermeden kıyafetlerini çekiştirmeye başladı. Afallayan Loura bağırdı. “Aptal! Uzak dur benden!” Ama George’un gözü bir kere dönmüştü. Hırslı adam bağırdı. “Onu mutlu etmene izin verir miyim!?” Loura belindeki hançerini hatırlayıp onu hızla göğsüne sapladı. George acıyla bağırdı ve onu bıraktı. Loura yere doğru eğildi. Ve o an bacaklarından akıp eteğini boyayan rengi gördü. Gözleri doldu. “Ben sana ne yaptım!”
Loura hayatında hiç cinayet işlemedi ama bugün o günse bunu yapacaktı. George, göğsündeki yarayı sıkıca tutuyordu. Ayaklanıp Loura’nın yüzüne tekme savurdu. Ama Loura bunu savuşturamadı ve şiddetle yere savruldu. George azgın bir vaşak gibi onu tekmeliyor, eziyordu. Loura’nın göğsüne attığı hançeri çıkaracak kadar cesareti yoktu yalnız. “Baban seni bana sattı. Bugün sana yapacağım her şeyden, haberdardı. Ama sen, rahat durmadın!” Loura’nın canını ise en çok yakan şey ve ölmemek üzere yemin edeceği bu sözlerdi. Babası ve George için ölüm vaktiydi...
Başı yanı başına devrildiği vakit içinden, “İNTİKAM!” naraları yükseliyordu...
***
“ Günaydın Yürek’im,” Gözlerimi açtığımda Berk’in yüzünü gördüm. Mesuliyet kabul etmeyen o yüzünü... Yanağıma uzandığı vakit kollarımı boynuna sardım. Gün, gerçekten şimdi aymıştı. Uzun uzun sarıldıktan sonra yatağımda oturdum. Uyku uyumuş gibiydim uyumamış da gibiydim... Yüzüme gelen saçımı arkaya yatırdığında gözlerimi kapadım. “Sana bir hediyem var.” Kalbim ağzıma geldi adeta. “Ne var?” dedim heyecanla.
Gözlerini kısıp gülümsedi. Gözlerimi kapattığımda kahkaha attı. Ama beni bozmadı. Önce başımda bir şey hissettim. Ağzım açık kaldı. Ama daha bitmemişti sanki. Avcumu açıp içine soğuk bir şey bıraktı. “Açabilirsin...” Sesini kulağımın ve yanağımın arasında hissedince gözlerimi açtım. Yüzümün önünde bir ayna tutuyordu. Bu kırmızı bir börktü. Kırmızı derisinin üzerine demirden süsler işlenmişti. Kürklü içi ile sonsuz bir sıcaklığa çekildim.
Gözlerim elime kayınca da onu gördüm. Taşa işlenmiş bir siluet. Benim siluetim... O kadar bana benziyordu ki ne diyeceğimi bilemeden Berk’e sarıldım. Kolları sırtımı kavrarken başı boynumdaydı. “Hep seni düşünmekten başka bir şey yapamaz oldum. Sözümü tutup geldim sana Yürek... Ben bu taşa senin yüzünü kazıdım. Aklıma kazıdığım gibi...”Gözlerim art arda yaşları sırtına akıtırken yüz yüze geldik.
Hafif nemlenen zümrüt yeşilleri yüzümde oyalandı. Elini uzatıp saçımı okşadı. “Hanedanın yaşayan son varisi şayet bir kadınsa börk de dahil varlığını gölgeleyen hiçbir şeyi kuşanmaz... Ailemiz var artık Yürek, Altuğ var –“
“Sen varsın,” dudaklarında dolu dolu bir gülümseme oluştu.
Uzanıp yanağıma bir buse kondurdu. “Evet, artık ben de varım.” Sonra saçımı börkün içine aldı. En sonunda börkün alnıma değmeyen demirini öptü. “Artık bir ailen var. Ve sen, ailemizin her şeyisin.“ Gülüşüme katıldı. Uzanıp onun gözlerini öptüm. “Güzel gören her gözüne bir canımı veririm. Bunu sana borçluyum, Berk...” Sımsıkı sarıldım ona. Bir daha göremeyecek gibi, uzun uzun... “Destur var mıdır?” Gökçe’nin sesini duyduğumda Berk yanağıma bir buse daha bırakıp ayaklandı. “Ben onu çağırırım. Obayı hiç gezmedim.” Gözlerimle onu uğurlayıp Gökçe’yi bekledim.
Gökçe hızla içeriye girince gözleri beni süzdü. Sonra sırıtmaya ve kırıtmaya başladı. “Ben de diyorum kötü oldu da sessizdir.” Dudaklarını ısırdı. “Seni daha bu diyarda tek bir şey bile üzemez!” yanıma çöküp boynuma atladı. “Sonunda! Mutlusun, huzurlusun! Hançer, sen aşıksın!” Benden uzaklaşıp ellerini çırptı. ”Sana inanamıyorum!” Uzanıp yanaklarını sıktım. “Benim de her şeyden haberdar olduğumu unutma, yakarım!” utanarak ayaklandı. “Sen, bizi çocukkenden biliyorsun. Ben seni ilk defa görüyorum. “ Ben de kalkıp üzerimi başımı toparladım. Ama üstümü fazladan bir inceledim. Kaşlarımı çattım.
Dilimin ucuna gelen şeyi söylesem mi söylemesem mi bilemedim. Beni süzen Gökçe imayla sırıttı. “Hadi, söyle söyle! Ne diyeceksin, yoksa güzel olup olmadığını falan mı?” Gözlerimi kocaman açarak arkama döndüm. Aklımı okuyor olabilir miydi?! Aman Tanrım, olabilirdi tabiki de! “Ne alakası var deli hatun!” Belime sarılan kolları arasında hapis kaldım. Debelenip kaçmaya çalışsam da benden daha yiğitti ve ona karşı koyasım da yoktu. Fısıldayarak, “Hadi hadi, söyle! Aramızda, söz...” dedi ve beni ikna etti.
Dudaklarımı yalamak zorunda kaldım. “Sence, ben de güzel miyim? Hani o saraylarda yaşadı ya? Belki daha güzelleri vardır? Cariyeleri, hizmetçileri...” Gökçe kahkaha attı. “Olur mu öyle şey Hançer? Sen bu diyarda eşi benzeri olmayacak bir hatunsun. Güzelliğin öyle vahşi, öyle elde edilmesi zor ki... Çıra gibi yanmış işte sana Berk Giray?” omuz atıp arkama geçti. Ne yaptığını görmedim ama arkama elleyince bağırarak kaçtım. “Sen ne ediyorsun çatlak!” Gökçe gülmekten kızarmıştı. “Az daha etlensen, Umay Ana gibi hatunsun!”
Sinirle kendime kırmızı bir kaftan çıkardım. Üstümü çıkarırken bağırdım. “Hele bir bana bak, seni Berk’e söylerim! Asar seni!” Gökçe dışarıya çıktığını belli ederek bağırdı ama önce cambazlık yapmasa eksik kalırdı. “Merak etme, bu şerefi Berk Bey’e bırakacağım.” Sinirle güldüm. Birkaç parça daha kıyafet çıkardım. Tam rahat etmiştim ve her şeyimi çıkarmıştım ki içeriye pat diye girdi. “Gökçe!” dediğimde, “Görmedim!” diyen Berk’in sesi ile hızla arkamı döndüm ama onu orada bulamadım.
Donup kaldım. Ben ne yaşıyordum burada? Yanaklarım yanarken, delirmiş gibi gülmeye başladım. Gülerek aynı renge girdiğim kaftanı güzelce düzelttim. Börkümü de başıma güzelce oturttuktan sonra dışarı çıktım. Kalbim göğsüme sığmıyordu. Postun yanına geldiğimde Berk yoktu yerine Gökçe vardı. Gözleri eğlenmekten fıldır fıldır dönüyordu. Bunu onun yaptığını biliyordum! Nefesimi bıraktım. “Söyle artık ne diyeceksen Gökçe. Daha ne kadar şey yaşayacağım senin yüzünden?” Gülerek elini kuşağına attı. “İynem. Sana bunu yollamış.” Pusulayı açıp hızla okudum. Dün akşam duyduklarımdan sonra sarayda yaşanan hadise artık cambazlık sırasının bana geçtiğini söylüyordu. Gökçe’ye pusulayı verdim. “Bana Yiğitcan, Darulgan, Demirdöğen ve sen lazımsın. Birazdan gideceğiz Gökçe. Herkes beni dere kenarında bekleyecek. Ona göre.” Gökçe hızla dediğimi yaptı. O çıkınca bu sefer Berk girdi. Gözleri yerdeydi.
Ama kaftanımı seçtiği anda yüzünde gördüğüm gülümseme her şeye bedeldi... “Yandığım tek ateş sensin Yürek... Yürek Yangın’ım...” Yanaklarım yanarken ona sarılmaktan daha güzel bir şey yoktu. Başımın üstüne bir buse kondurup beni yere oturttu. “Yemek- ye yani,” kaşlarımı çattım. Gözlerini kaçırıp yere kurdurduğu sofraya bakıyordu. Dudaklarımı ısırdım. “Çirkinim yani?” Hızla gözlerini gözlerime çevirdi. Haksızlığa uğramış gibiydi. Elini kaldırıp kendisini işaret etti. “Öyle mi dedim?” dedi.
Dudaklarım titredi. “Ben uyduruyorum, değil mi?” kaşlarını çattı. Bir bana bir sofraya baktı. Kollarımı bağlayıp ona sırtımı döndüm. O ise mırıldanıyordu. “Bu Gökçe Hatun, az değilmiş.” Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. “Yürek, hadi yemeğini ye. Bak ben gideceğim. Gözüm arkada kalmasın.” Gidecek olması içimi yaksada ses etmedim. Önüme konan yemeği yerken gülümsediğini gördüm. Bakışlarıyla zor da olsa fazladan fazladan yedim. Ayağa kalktığında ben de kalktım.
Kollarını açtığında hızla arasına girdim. Sırtımı saran kollarından akan güveni ve huzuru içime çektim. “Ben, saraya gidiyorum Yürek... Sen burda kalıyorsun ama şimdilik.” Tek kelime etmeden devam etmesini bekledim. “Ama daha sonra, ben neredeysem sen de oradasındır. Kısa bir süre daha dayanacağız.” Göğsüne bir buse bıraktım. “Benim için de endişelenme, işlerini yap. Alacağım bir intikam var sen de duyarsın.” Geri çekilip kaşlarını çattı.
“Amacım seni durdurmak değil ama benim haberim olmadan bir şey yapma. Bu işin içinde beraberiz. Lütfen.” Gözlerine baktım ve başımı salladım. O da rahat bir nefes verdi. “Altuğ’da bugünlük benimle ha bir de Yakut Berk. “ Onun adını duyunca gözlerimi kapadım. “İkisi de sana emanet. Üzülmelerine ve yaralanmalarına izin verme.” Başını salladı ve dışarıya çıktık. Hakikaten de herkes hazır onu bekliyordu.
Oba, büyük bir merakla buraya bakıyordu. Benim topladığım bir ordum vardı, bir karargahım ve bir intikamım vardı. Artık önümde durulacağını hiç düşünmüyordum. Berk kolunu bana uzattığında kolumu koluna çarparak selamlaştım. “Hançer Hatun,” Bana çocukluğumdan beri hiç Hançer demezdi. “Seninle bir ittifak sahibi olmak paha biçilemez bir güç. Her zaman, arkanızdayım. Göremediğiniz, en karanlık gecede bile ismimi sesli söylemeniz yeterli. Size ulaşmak için tüm yolları aşarım.”
Ahaliden kopa gelen uğultu ile gülümsedim ve ona bir baş selamı verdim. Atına binip bana döndüğünde heybeti göz dolduruyordu. Halkıma döndüğünde o gür sesiyle bağırdı. “Ben, Yakut Hanlığı Kralı Yakut Berk! Sizi, intikam savaşınızda yalnız bırakmamak için burdayım. Hançer Giray, benim de Beyhatunumdur. Bundan şüpheniz olmasın.” Berk’in karşılama birliği naralar ve borular öttürürken hareketlendiler. Herkes onların arkasından alkış tutuyordu.
Bu, onların kutsama şekliydi. Berk... Benim Berk’im... Onlar, gözden kaybolana kadar orada durdum. Çevremde Tulpar haricinde kimse kalmamıştı. Bana yaklaştığı vakit kılıcına baktım. İçime doğan güneşin önüne bulutlar geçsede umursamadım. Uzaktan bir akraba da olsa, sırtımı yaslayabileceğim kudretli bir adamdı. Bana bir selam verip konuştu. “Her şeyi gördüm. Şimdi ne yapacaksınız Beyhatunum?” Her şeyden kastı Gökçelerin gidişiydi. Onun gözünden kolay kolay bir şey kaçmazdı, kendimden biliyordum.
Ellerimi belimde bağlayıp omuzlarımı dikleştirdim. “Buralar sana emanet. Benim, yapacak işlerim var.” Tulpar’ın yüzünde cesaret dolu bir gülüş belirdi. “Sona geliyoruz, Hançer Hatun. Öyle mi?” Gülüşüne eşlik ettim. “Öyle, ama bazı sonlar yeni başlangıçlara gebe de olabilir.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 429 Okunma |
158 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |