
Kaçamazsın. Ne başlangıçlardan ne de sonlardan. Kaçamazsın, gecenin gündüzden kaçamadığı gibi. Sivrilen taşlar üstüne yağarken, kaçamazsın. Akacak kan damarda durur mu hiç?
Bilemezsin. Ne yaralar alacağını.
Bilemezsin üstünü örten gecenin sabahını. An be anını bilemezsin.
Yaralanırsın. Yara üstüne yara alarak değil. Güle güle, susa susa yaralanırsın.
Bir kadını kurtarmaktı amaç. Gizlice girmek ve çıkmaktı çıkar yol. Ama öylesine bir kargaşa çıkmıştı ki, Hançer Giray bu sefer ayarlasa bu kadarını elde edemezdi.
Kılıç, dik bir şekilde üzerine geliyordu. Gözlerini alamıyordu ordan. Nihayet ölüm gelmişti. Herkesin ödemesini istediği bedel, işte ölüm geliyordu! Bundan sonra ne olacaktı? Berk’e ne olacaktı? Altuğ’a? Ya dostlarına? Ama annesine gidiyordu değil mi? Bir kere bile görmediği, sebebi olduğu annesine. Ne güzel bir histi bu? Bu diyar, taht amcasının olabilirdi. Dedesi Ural’ın olabilirdi intikam.
İşte açmış kollarını bekliyordu. "Bitsin istiyorum, artık her şey bitsin istiyorum. Uğruna savaştığım hayallerim diye bir şey yokmuş ki? İçine doğduğum aileyi düzeltmek için girdiğim bu savaşın bir anlamı yokmuş ki?
Hiçbir şeyin düzeldiği yok! Annemi ben öldürdüm, babamın canını benim yüzümden aldılar. Atabey’im sakladığı hakikatleri taşıyamadı. Berk'in kardeşlerini ve annesini benim yüzümden öldürdüler. Ural Bey, kızını öldüren benden intikam istiyor. “
“Kara Ozan, var olan gücümü de almak istiyor. Ve amcam... Her şeyin lanet olası başlangıcı olan amcam. Sen beni öldürmek istiyorsun ben de seni. Ama artık bir önemi kalmadı. Ben bu aileyi ve devleti korumak için çabaladıkça çöktüm. Battım. Artık burdan da çıkamam. ”
Bu sefer geç kalmıştı Berk Giray. Hançer’in son bakışını ömrünce unutamayacaktı. O güzel anılar, şimdi gerçekten anı kalacaktı. Hançer’in gözlerinde gördüğü ödeşmiş olabilmenin ve dahi öleceğine olan sevincin belirtisiydi.
Güçlü müydü sahiden Hançer? Adı gibi keskin bir duruşu var mıydı? Bunca zaman dayanabilen şimdi de yapabilirdi! Pes edecek biri varsa o da zamanında Berk Giray’dı!
Ruhu öylesine karardı ki, tek bir güç diledi Gök Tanrı’dan: “Ey Gök Tanrı! Yalvarırım, ayakta tutmaya çalıştığım, hayallerimin ve geleceğimin mihenk taşını elimden alma... Yürek’imi dağlama, bize acı...”
Yapraklar kıpırdadı, bir ayağın yerde sürtünme sesi kapladı tüm kulakları. Sonra biri göründü. Kırklı yaşlarının sonunda ama dinç biri. Berk ve Hançer göz göze sonsuza kadar göz göze kalmak istercesine birbirine bakıyordu.
Biri mi geçmiş o kılıcın önüne, ölüm ve Berk dışında kimseyi umursamıyordu. Hançer’in gözleri sadece sevgilisindeydi. Ölürken ona bakmak kadar güzel ne vardı ki?
Kılıcın ete saplanma sesiyle orman derin bir sessizliğe büründü. İki göğsün ortasına saplanan kılıcın sapı sallandı. Demirin tınısı ormanda yankılandı. Berk’in gözleri irice açıldı. George lanet okudu. "Aman Tanrım! Bu da neyin nesi!” İrice açılan gözler Hançer’e siper olan bedendeydi. Ve iki ela göz karşı karşıya geldi.
Kılıç sallanan göğsüne rağmen pes etmeyip ayakta duran Gökalp titreyen elini Hançer’in omzuna koydu. Anlam vermeye çabalayan gözlerini adamın her yerinde gezdirdi en çok da göğsünde. Bu adam kimdi! Gökalp, uzunca gözlerinin içine baktı. Hançer’in her göz kırpışında gözlerinde artan yaşlara içi gide gide baktı.
“Oğlum!” nidasını duydu Hançer’in kulakları, Ural Bey’in yaşlı sesinden. Gözleri kocaman açıldı. Berk’in adımları sendeledi. Lakin hepsinden daha dirayetli duran Altuğ adamlarına emirler yağdırdı. George’un çevik askerleri ve Kara Ozan’ın adamları sıcak bir savaşın fitilini ateşledi.
Altuğ ve emrindekiler adeta ejderha olup ateş kusuyordu. Hançer, kollarına yığılan adamdan gözlerini güç bela çekip aşık olduğu gözleri aramaya başladı. Dudakları sessizce adını söyledi. Sesi adeta içine kaçmış gibiydi. Berk adım attığı an bir ceset önüne yuvarlandı. Kılıcından damlayan kan askerin avcuna damladı. Bir Yakut askeri.
Başını kaldırdığı anda ela gözlüsünün boynuna dayanan kılıcı gördü. Ateş gibi yanmaya başlayan gözleri bir tek yere bakıyordu. Tek bir ani hareketle kesilecek olan boynuna. George, sinsi sırıtışıyla gözlerine bakıyordu.
Askerlerin ve atların çıkardıkları sesler, arşınlanan toprak ve ölen her canlının sesi bugün oradaydı. “Sen, sen de kimsin? Ölümle arama neden girdin?” Hançer oynatamadığı dudaklarından çıkacak her sözü düşündü.
“Oğlum musun gerçekten? Ural Bey’in oğlu. Eğer öyleyse-“ Gözleri anında kocaman açılarak adamın hala dik durmaya çalışan ama yorgun gözlerinin ta içine baktı. “Dayı.” Annesinden bir parça. Kanından, kokusundan bir parça? “YÜREK!” Berk’in haykırışı üzerine, dudaklarında doğan gülüşle ona döndü.
“Bak?” dedi. Berk hızla ona doğru koşmaya başladı ama George’un sinsi kılıcı boynunda bir güzel yer edindi. Berk yıkılarak baktı ona. Kucağına yığılan adama ise kahrolarak baktı. Hançer, delicesine titreyen dudaklarıyla ona cümleler kurmaya başladı. “Dayım bu adam. Benim için gelmiş.”
“Ölmeye, yine birbirimize geç kalarak gelmiş. Yaşamaya değil ölmeye gelmiş annemin kandaşı...” diyebildi kaşlarını kaldırarak. Başını omzuna eğmesiyle Berk isyan etti. “Hayır, hayır, hayır!” Sesi yankılandı ormanda.
Oysa ki, evetti. “Ama neden beni bulan herkes ölüyor Berk?” İkisi gözü kan çanağına dönmüştü. Akmayan ama gözün içine doluşan yaşlar götürdü ikisinide çocukluk yıllarına. Aralarına henüz ne kan ne zaman girmeden önce bir gece Hançer’in çocuk aklı bir soru üretti.
“Benim niye başka ailem yok? Niye sadece sen ve bu saray var? Annem nerde?” burnunu iyice koluna silmişti. “Babam da var benim. Kutlu ağabeyim de var. Uldız var. Ama başka yok. Annem var mı benim? Varsa nerde? Onun kimsesi var mı? Niye susuyorsun Berk?”
Berk o gün onu susturmak için çok çabaladı. Dinmeyen o yaşlarını silmek ah, ne zordu. Şimdi akmayan yaşlarına ulaşamıyordu Berk. Boyunlarına geçirilen büyümenin telaşı yok etmişti yakınlıklarını. Ulaşılamaz olan yalnızca bedenler değildi artık.
Herkesin içinde altın gibi sakladığı ruhuydu. Onlar da zincirlere vurulmuştu zira, insanın ruhu ne zaman tüm çıplaklığıyla ortaya serilse, ölenler bitmiyordu. Ya aydınlığına ya karanlığına ölünen ruhlar aşkına, derin bir ıstırap...
Hançer, yağmur öncesi gökyüzünü andıran mahzun, çökmüş ve puslu gözlerini Gökalp’in yüzünde gezdirdi. “Bakma öyle...” Hançer duyduğu sesin gür ve babacan tınısı karşısında hıçkırdı. Yaşlar gözünden akmaya başladı. Gökalp’in titreyen eli, yanağına vardı.
“Anneni özleme, küçük kız. Sen annenin aynısısın zaten.” Gözünden damlalar akıyordu artık. Gökalp, çenesi havada, gurur dolu gözlerle ona bakıyordu. Yanağında gezdirdi parmağını. “Çok hata ettim, öyle ki beni ancak ölüm temizler.” Ela gözler birbirine veda edeceklerini o anda anladılar. Oysaki yeni başlamıştı her şey.
Başını şiddetle iki yana salladı Hançer. Gökalp, gamzelerini gösterecek kadar geniş bir gülüşle karşılık verdi. “Benden sonra iki teyzen kalıyor hayatta. Aslında beni bekliyorlar. Seni alıp geleceğimi söyledim. “ kılıcın girdiği yerden daha hızlı kan akmaya başladı.
Hançer ona dayansa da ağırlığını vermeyen dayısının güzel yüreğine toz kondurmamaya başlamıştı bile. “Doğruyu çok geç öğrendim yavrum... Belki artık gerçekleri sana söylersem şayet, gerçekten aklanırım.” Ural Bey, üzerine atlayan bir askeri tek hamlede alaşağı edip Gökalp’in düştüğü yere doğru koştu.
George’un elindeki kılıca baktı. Başıyla çekil demesi ve Altuğ’un George’u gafil avlaması pek bir kısa sürdü. Onlar kılıçları ile vuruşa vuruşu uzaklaşırken Ural iki kanından insana iki adım uzaklıkta duraladı. Berk, nihayet son bir bıçak savurmayla üstündeki kalabalığı temizledi ve o da Hançer’e doğru koşmaya başladı.
İşte şimdi bu diyarda bir onlar varmış gibiydiler. Hançer, kursağında biriken acılığı güç bela yuttu. “ Doğrular bana çok şey borçlu, değil mi?” Gökalp gözlerini usulca açıp kapattı. Ural Bey, “Oğlum...” dedi acı bir şekilde. Berk ise, “Yürek...” diyerek bir adım daha yaklaştı.
Gökalp, yüzünde gurur dolu bir tebessümle Berk Giray’ı izledi. Çenesiyle onu işaret etmekten de geri durmadı. “O başardı. Beni, daldığım o gaflet uykusundan o uyandırdı. Yanında, bir cellat kadın ile bana geldi. Gerçekleri bana ilk anlattığında onu reddettim.” Öksürdü. Bu Hançer’in allak bullak olan aklıyla kalbini alabora etti.
“Her şey, ‘Yürek’, Kılıç Giray’ın oyunuydu. Ablamı sen doğarken öldürmedin. O öldürdü. O, abisinin karısına gönül verecek ve hatta onu öldürecek kadar adi bir adam!” Ural Bey, sıkışan kalbini ovarken Berk Giray Hançer ona baksın ve bir şey desin diye bekliyordu.
“Suçluluğu boşuna taşımak, bir gemiyi sırtında taşımak gibidir.’ Demişti Atabey’im. Öyle miydi sahiden? Berk’in öldüğünü düşündüğüm tüm o yıllar aynı şekilde kendimi kendi ellerimle yok etmemiş miydim? Bugün, annemin katili olmadığımı söyleyen dayıma ne diyebilirdim ki? Hangi nehrin yatağını değiştirirsen değiştir onun hep ordan aktığını anlamaz mı insan, bilmez mi?”
Hançer Giray gülümsedi. Omuzlarını kaldırıp indirdi. Dudaklarını yalayıp yalayıp elini burnuna sürdü. Önce Gökalp’e baktı. Sonra Berk’e. Berk’i herkesten uzun izledi. Başını iki yana salladı. Yutkundu ve alt dudağını dişledi.
“Sen, bilmesen de hiçbir zaman anlayamayacak olsan da Berk, benden öyle bir intikam alıyorsun ki...”
“Ruhumun tüm yaralarını benim için gizleyip benim için ortaya serdin. Ruhumu görüp beni öldüren bir kahramansın sen.”
Berk Giray o günden sonra bir daha asla eskisi gibi Hançer’in yüzüne bakamadı. Onu öldürürken yaşatmaya çalışmaktan başka bir şey değildi bu.
“ Teker teker öldüğünüzü görmekle de benden intikam alıyorlar... ” Gökalp hariç herkes ona baktı. Ural Bey, elini kalbine koymuş gözyaşı içinde ayakta dikiliyordu. Hançer dişlerini sıka sıka konuştu.
“Onları bu savaşa sen soktun! Beni sahipsiz sen bıraktın! Dayım ölürken senden intikam aldığımı mı sanıyorsun sen bir de! “Hançer’in içindeki tüm o duygular derin bir öfkeyle yer değiştiriyordu. Gökalp, yanağını avcuna bastırıp kendini biraz daha ona bıraktı. Bedeni artık soğuyordu.
Hançer panikle ona odaklandı. “Dayı, ne olur dayan dayı!” İşte o anda uzandı Gökalp ve ablasının canı, kanı, kokusu üstünde kızını alnından derin nefesler çekerek öptü. “Benim, cennet kokulum... Sana iyi bir aile bırakamadım ama sen bana ablamın kokusunu ve gücünü verdin...” Dudaklarını alnından kaldırıp gözlerine baktı.
“Ayağa kalk kızım, savaş! Devir yıkılmak devri değil! Öleceksek dahi, uğruna savaştığımız bir hayalin varlığıyla ölmüş olalım! “ Hançer başını boynuna koyup hıçkırarak ağlamaya başladı. “Ölme, lütfen dayı! Kokun annem gibi değil mi? Yalvarırım ölme... Beni sizsiz bırakma dayı! Dayı!”
“Kokulara bel bağlama kızım... Anneni rüyalarında görmek istiyorsan bırak gideyim...”
“Hayır! Gitme, lütfen... Babasızım ben zaten, sen de gitme lütfen!” Tam o anda Yiğitcan geldi. Çantasında bir dolu merhem ve otla. Hançer Giray bir bebek gibi ağlarken Yiğitcan ve yanındaki yiğit alpler onu alıp ordan hızla uzaklaştılar. Elleri kucağına düşen Hançer, dayanaksız kalmışçasına öne eğilip ağlamaya devam etti.
Ural Bey ilk defa Hançer’e evlat gözüyle işte o anda baktı. Gökalp’in yalan zırvalamalarına işte şimdi kuşak verdi. Yetmişlerinin sonundaki bu adama da yeteri kadar hakikat gösterilmemiş miydi? Oğlu ve kızı ne kadar çaba sarf etmişti halbuki...
Ama kalbini yumuşatan neden Hançer’in gözlerine bakmak oldu? Gözleri önüne sisli bir köy geliverdi. O köyün tepesinde genç Ural ve zemininde kan vardı. Kanlı elalar vardı.
“Senin yüzünden...”
“Ne diyorsun Hatun?”
Bu belayı sen sardın başıma...”
“Beni sen öldürdün baba... Ne bu ailem ne de doğacak bebeğim bizi birbirimizden koparmayacaktı!”
“ Kötüyü de belayı da senin çevren başıma açtı. Gözün asıl kötüyü görmedi! Sen, bana, kızına inanmak varken sana düşman olanların sözüne itimat ettin!”
Gözlerini korkuyla kırpıştırdı. Bir anda tüm orman etrafında dönmeye başladı. Ne yapmıştı böyle? Alnını sıktı, gözleri delicesine dönüyordu sanki tek birinin üstünde durmak ister gibi... Bir öne sendeledi bir arkaya. Ne var ki biri kolunu tutup onu götürene kadar bir süre oyalandı.
Koluna girip onu çekiştiren Timurtaş güç bela atına binmesini sağladı. “Bedel ödenir... Bedel ödenir...” diyordu. Timurtaş anlamayıp ona baktı. “Bir şey mi dediniz beyim?” Ural başını elleri arasına alıp ahlamaya başladı. “Bedel ödenir!” Orman, derin bir sessizliğe gebe kalırken kendi kendine fısıldamaya başladı. “ Göz yumarsan bedel ödersin! Ödersin, bedel ödersin!”
Derin bir sessizlik sarmıştı dört bir yanı. Ayakta bir bey vardı yerde bir hatun. İkisi de uçurumla ayrılmış ikisi de kalın halatlarla birbirine bağlı. Gece ve gündüz kadar beraber.
Berk, elini uzattı. Son kez. Çünkü eğer şimdi elini tutarsa Yürek’i, bir daha eskisi gibi olmayacaktı hiçbir şey. Ama tutarsa... Ayakları altında ezilen dalların sesi şimşek çakmasına eşitti. Yalpalayan adımları tam önünde durdu. Diz çöktü, iki elini yüzünden çekti.
Söken şafakla gelen güneş gibiydi gözlerini görmek. Ah, keşke böyle bakışmasalardı ya... Göz göze geldiler. O yüzün o gözlerin kuraklıktan kırılan bozkırdan farkı yoktu artık.
Cansız ve uzak bakan gözlere katlanamıyordu. Çenesini parmakları arasına alıp sıktı. Dişlerini sıktığı halde güç bela konuştu.
“Tut elimi Yürek. Son kez, bir daha kayarsa elim tutma. Kabulüm.” Hançer bir müddet gözlerine baktı. Sonra gözlerini sildi. İçinin nasıl titrediğini biliyordu ama ses edemiyordu Berk. Ellerini yere koyup ayağa kalktı.
“Her savaşın bir sonu bir başlangıcı vardır. Bazen komutan değil bir asker olursun. Yöneten değil yönetilen olursun. Ey Hançer Giray! Sen, az önce savaşmadın. Sen az önce kendini buldun. Bunu inkar mı edeceksin? Yürüyeceğin yolunu, geçmişini ve geleceğini buldun ya artık?”
“Ya bulamadın mı? Olsun, kanıksamak gerek. Düzeltemediğin şeyin savaşını vermektense başka yollar çizsen ya kendine? Şahıslardan değil kendinden bil kabahatini. Yolun da değişir savaşın da. Olsun, değişen yolun izi kalsın, savaş yaraların iz kalsın. Mühim değil, demeyi bil. Öğren. Zor olan, kabullenmek...”
“Ey Gök Tanrı! Beni, Yürek’imden ve ailemden ayırma...”
Hançer, usulca üstünü silkeledi. Bir ara boynunda bir acı hissetti ama boşverdi. Öylece bakmak düştü ona da. İki arada bir derede kalıvermişti.
Yürek’i etrafa bakındı. Kaşlarını çattı, birilerini görmeye çalıştı. Yerdeki ölülere sol gözünü kısarak baktı. Ve o an Berk’e döndü. İki dağ misali, arada tek köprü misali. Tek geçiş tek çöküş. Zümrüt yeşili gözlerine bakarken içi yandı.
“Seni övmüş Gök Tanrı, sen bakmazsın hiç kendine. O gözlerin, aklımı alan yakışıklılığın, zehir gibi aklın ve çelik gibi iraden... O yüreğin ise nice krallıkları alt eder zenginlikte... Gün vurdukça yanar içim sana, Kara Yürek...”
Elini uzattı yavaşça. Avuç içini gökyüzüne doğru çevirip elini iyice açtı. Berk, elini canını vermeyi dilercesine tuttu. Hançer onu kendisine çekti. Berk, memnuniyetle ona sığındı.
“Güç güç dediğimiz de gün sonunda zayıflık diye kaçtığımız şeye dönmemizmiş meğer... Sevgi, yara almak demekse çile demek değilmiş. Ya da sevgi kavuşmakla kıymet buluyorsa ulaşılamaz olanı sevgiden saymazlık yapmamak demekmiş. “
“Toparlanırız.” Dedi Hançer son kez yıkıldığını bilerek.
“Toparlanırız. “ Dedi Berk Giray, bir daha kopmamak için.
Buğulu gözler kenetlendi. Derince yutkundu genç adam. “Yakut sarayına girdiğim o gün başladı ikilemim. Sana kendimi göstermeyi öylesine istedim öylesine istedim ki adımımı atsam, obaya yani sana gelirdim Yürek.” Ellerini elleriyle sıkıca sardı. Bir damla yaş sevginin en saf haliyle damladı yanağına. “Ben hep sen diye diye çabalarken suçlu sayılmam. Seni de beni de korumak için çabaladım.”
Hançer uzanıp göz yaşını silince Berk, gözlerini sıkıca kapatıp yanağını eline yasladı. Bir süre nefes alış verişlerini dinlediler. Sessizliklerinde onlara eşlik edenler göklerde uçan cıvıl cıvıl kuşlardı. “Ne oldu, yani sarayda? Demek istediğim biz gibi,” Hançer yutkundu. Berk anlayışla gözlerini kapatıp açtı.
“Biz gibi olabildin mi? Yakut Berk’in kardeşleri seni abileri sanarken yine mutlu olabildin mi?” Berk’in gözleri yavaşça yere düştü. Aralarında bir rüzgar esiverdi. Ruhlarındaki tüm kasveti dağıtan o eski çocuksu anlarına döndüler kısa bir an.
“Sahte sıfatlarla geldiğin bir yerde Yürek, inan ki sevgi bile sana uğramıyor. Orada kaldığım ve kendimi kabullendirmeye çalıştığım o günler, “ Derin bir nefes çekip bıraktı. “Sen vardın aklımda. Ailem ve bir de amcam.”
Hançer gözlerini kapatıp başını eğdi. Berk’in içini kaplayan pişmanlık kordan demirdi ama yine de devam etti. “İşte ben de böyle hissettiğim için kendimi hiçbir yere ait hissedemedim. Senin gibi.” Zira Hançer’in obaya ne kadar uzak bir çocukluk ve gençlik geçirdiğini biliyordu.
Başını tutup göğsüne sıkıca bastırdı. “Burası bir savaş alanı... Burası benim ölmek için can attığım bir yer. Ama ben, hayatın hakikatlerini ve kendimi burda buluyorum. Yeri ve zamanı olmadığını sandığım, aslında her şeyin beni ben yapacak birer ders olduğunu şimdi anlıyorum. Varsın, en zor günümde hayatı öğreneyim. Bir düzü olacak ki hayatımın yaşamaya devam ediyorum...” Hançer, Berk’in kokusunu içine sıkıca çekti.
Belini sıkıca kavradı. “Öğreniyorum Berk... Eski ben ile yeni ben arasında çok boşluk vardı. Doluyor.”
“Elbet dolacak. Değişeceksin. Endişe etme. Yanında olacağım...” Başını salladı. Ve artık, toparladığı ruhuyla yeniden ayağa o zaman kalktı Hançer Giray. Güçlü bir kadın değildi şimdiye kadar.
“Güçlü sanırdım. Ta ki bugüne değin. Kendimi bugün burda, bana dair her şeyi kabullenerek aslında en büyük savaşı kazandım. Ben, Hançer Giray.
Yolumu bulmak için nice cefalara boyun eğdim. Ama şimdi başımı dik tutmak ve savaşma vakti.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 429 Okunma |
158 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |