

GİRİŞ: ZEHİRLİ ANILAR
~Yıllardır beklediğim kişi ne beklediğim gibiydi ne de ben beklediğim aynı kişiydim...~
AYÇİÇEK
Avuçlarıma yağmur damlaları düşerken, avucumun onları tutmakta ne kadar yetersiz olduğunu bir kere daha anlamıştım. Kimsenin hayatını, geleceğini ve geçmişini avuçlarımda tutamazdım. Sanırım bu yüzden Gök Tanrı, kadınlara doğurganlık vermişti. Doğurup avuçlarımızda tuttuğumuz evlatlar, geleceği geçmişi ve şimdimizi yönetmenin sihirli bir anahtarıydı...
Ellerim karnımı sıkıca sararken, artık eskisi gibi etkisiz hissetmiyordum. Kendimi, bu cihanın hakimi gibi hissediyordum. Artık bir aile olduğumuzu hissediyordum. Aile olmak hissi değil midir insana, büyük bir Han olmuş hissi veren? Ebe kadın az önce bana o müjdeli haberi verince obadan çıkıp kendimi nasıl dere kenarına attım hatırlamıyordum.
Tek bildiğim, nerede nasıl olursak olalım Börü beni burda arardı. Ben, artık bir anneyim! Ben, artık geleceğimi karnımda tutuyordum. Gözlerim derede art arda irili ufaklı ilerleyen balıklara değdiği vakit gülüşüm buruk bir hal aldı. Ailesizlik, yarım kalmak hangi diyarda olursanız olun hevesleri kursakta bırakırdı.
O savaşın yaşandığı gün, yaşadığım acılar peş peşe gelmişti. Babam, sevip de kendime itiraf edemediğim adama savaş açıp o savaşta kardeşini öldürünce sırada daha kötü bir acı vardı. Börü’de onun gözlerinin içine bakarak devlete ve babama en asi evladını öldürdü. Kardeşim kanlar içinde yerde kaldı. O gün aramıza kocaman bir dağ kuruldu.
Bense o dağda kül rengi küçük bir kuş gibi uçarak kah yolumu kaybettim kah yolumu buldum ama onun eteklerinde bulunmaktan hep korktum ve uzak durdum. Ama aşk... Yıllarca peşimi bırakmadı. Korkuyorum dedikçe daha çok ona çekildim. Babam ne zaman beni görse, ne zaman bana onu sevip sevmediğimi sorsa cevabım aynıydı.
“Hayır!” oysa her hayır, değişimde ondan uzak durmamamı söyleyen içimdeki o sesle kavga ediyordum. Ona çekilmemeliydim, aşık olmamalı, elimi tuttuğu vakit mutlu olmamalıydım... Kısasa kısastı törenin hükmü. Börü, işte bunu yaptığı için bir nebze de olsa rahattı...
Ailemden kopmak, daha önce hiç yaşamadığım bir duyguydu. Ben, tek kızıydım babamın. En değerlisiydim. Ama ben o değeri, Börü ile evlenerek yok etmiştim. İşte geçmişe dönebilsem, en çok babamı sevdama karşı inandırırdım. O sanıyordu ki ,ya da buna ben sebep oldum, beni Börü buna zorluyordu. Oysaki ben, korkaklık edip sevdamı bir kez bile dile getiremedim...
Barış amaçlıydı evliliğimiz tüm obaların ve devletlerin gördüğünce. Zira karşılıklı akan kanı durdurmak için benimle Börü çok doğru bir tercihti... Ama bizim için, imkansız bir aşktı... O uzun sürede Börü beni evliliğe ikna etmenin türlü yollarını arıyordu. Ama ne kadar uzak dursam da aşk bir kere kalbimi ele geçirmişti. O obadan, gelin olarak ayrıldığımda arkamda bir ailemin olmayacağını çok iyi biliyordum ama dayılarımdan amcalarımdan, teyzelerimden ve halalarımdan önce babam ve annem bana sırtını dönünce gerçek kızgın bir demire döndü.
Ne o gece ne de ondan sonraki herhangi bir gün, ben ben değildim. Ayakta kalacak beni yaşatacak hiçbir şey yoktu... Var olduğumu belli eden tek şey, yanaklarıma sıcak buseler konduran ama ona bir kez olsun güler yüz göstermediğim erim olmuştu. Zor oldu, yaşamak da sineye çekmekte... Şimdi gökyüzünde, aşkımın gölgesinde, onun şefkati ve sevgisiyle dolu dolu olmuş gözlerimi kuruturken geçmişimi bir kez daha izliyordum...
Evet, mutluluk esmişti hanemden içeriye... Ve şimdi, ait olduğum yeri bulmuştum... Karnımda büyüyen candı yuvam... Bana sevgisini esirgemeyen adamdı yuvam... İşte yine, yine geliyordu. Kendimi yine o günde gibi hissettim.
Ardımdan dört nala koşan bir atın ayak seslerini duydum ve dere kenarına oturdum. Ayaklarım suya değiyordu. Hızlı alıp verdiği nefesi yaklaşıyordu. Obada geçici süreliğine durduğumuz için saraya da obaya da en yakın yer burasıydı yani tam ortası. Ayak seslerinin şiddeti, koştuğunu gösteriyordu. Şimdi bile hala hoşuma gidiyordu bu durum...
Birkaç saniye suyun gökyüzünü nasıl gösterdiğini izledim ve nihayet birkaç seyrek adım ve rahatlamayla verilen nefesin ardından burnuma buram buram kokusu doldu. Özlemiştim onu... Aşık olduğum ve ne kadar sevgisini hak etmesem de bana gelmesini çok seviyordum... Ayağa kalktım ve bana endişe dolu gözlerle bakan Börü’nün yamacına doğru adımladım. Ellerim karnıma gitmek için delicesine bir istekle titriyordu.
Ona bu kadar yavaş yaklaşmam sabırsızlığını arttırmış olacak ki benden daha büyük adımlar atıp beni hızla göğsüne bastırdı. Kokusu en çok özlediğim, kolları en güvenli yuvamdı. Başımdaki börkü çıkarıp örgülü saçlarımın üzerine art arda buseler bıraktı. Öptü kokladı. Kollarım belini tamamlayamamıştı bile... Başımı geriye doğru çektim.
Börü’nün içimi yakan o yeşil gözleri bana hasretle ve korkuyla bakıyordu. Haliyle. Her gün yaşlı babasının ordusunu ve obasını idare ediyordu. Bundan daha zor bir işi yoktu. Gözlerindeki o hasreti kızgınlık baskıladı. Kaşları da aynı anda çatıldı. “Tek başınasın gök gözlüm! Tek başına! Aklımı başımdan aldın! Ya ben değil de başkası gelseydi?” başımı iki yana gülümseyerek salladım.
Minik örgülerimden birkaçı gözlerime düşünce uzanıp onları özenle arkaya attı. “Çok olmadı gönül yayım. Takip eden var mı yok mu bakarım elbette.” Börü’nün gözlerindeki kızgınlık bir anda yok oldu. Yerine sevda geldi. Yanağımı avucuna doldurup okşadı. “Al yanaklı maralım, niçin geldik buraya?” Bana, neye üzüldün diye sormazdı. Bilirdi neye üzüldüğümü. Gözlerine bakarak yanaklarına buseler kondurdum. Gülerek buna müsaade edince yanaklarını sıkıp sıkıp öptüm. Gür bir kahkaha atınca elleri belimi kavrayıp beni göğsüne bastırdı. Bir süre kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Emin olduğum an ellerini kavradım.
Ellerini önce belime koydum. Muzip bakışları hemen bana uyum sağladı. Ben de uzanıp yiğit boynuna kollarımı doladım. Gözlerini gölgeleyen kara kirpikleri yüzümün her bir yanını yavaşça izliyordu. Dudaklarımda büyük bir gülüş belirdi. Gözleri dudaklarıma inince ona ne yapması gerektiğini anlatmaya başladım. “Ellerinden birini hançerimi koyduğum yere getir yavaşça.” Gözleri kısıldı ve bir şeye dokunacağını sanarak sol elini karnıma doğru yaklaştırdı. Gülüşüm büyüdü.
“Şimdi diğer elini kuşağımın tam ortasına getir. “ Elini hiç beklemeden dediğim yere koydu. Hala eliyle baskı yapıyordu. Kıkırtılarım onu fazlasıyla eğlendiriyor, yorgun gözlerine güneşi getiriyordu. Kollarımı boynundan çektim ve son kez tarifimi verdim. “Şimdi ilk kullandığın elini diğer elinin bir karış altına koy.” Gözlerindeki kargaşayı izlemek daha çok gülmeme sebep oldu.
Dayanamadı ve her tarafımı yoklamaya başladı. Sanki bir tür hırsızdım ve beni arıyordu. Gülerken bir yandan da kaşlarımı çatıyordum. “ Ellerini eski yerine geri koy, Börü Giray!” hızla ellerini koydu. Bu kadar itaatkar olmasına daha çok güldüm. Yüzünde bozulduğuna dair kırgın bir ifade vardı. “Ama ay yüzlüm ne var üstünde bir de artık?” Ellerinin üzerine ellerimi koydum. “Üzerimde değil, içimde Börü...” Ellerimle ellerini karnıma bastırdım. “Orada, bizim bebeğimiz var...”
Fısıltıyla çıkan sesim şaşkınlıktan büyüyen gözlerini açıp kapatmasına sebep oldu. Sonra ağırca yutkundu ve karnımın önünde diz çöktü. Elleriyle biraz daha karnıma dokundu. Başını kaldırıp benimle göz göze geldi. Bir karnıma bir bana baktığında gözlerinden okunan kargaşadan dolayı gözümden bir damla yaş aktı. İnanamıyordu...Başını karnıma yasladığı vakit ağlamaya başlamasını hiç beklemiyordum... Aile olmak, acıda da tatlıda da bir arada olmak demekti. Ben, dağ duruşlu beyime verdiğim bu haberden sonra tüm Hanlık şölen yerine döndü.
Dizleri üstünde karnımı öpen Börü’mün de tahtı için bir evladı olacaktı. Her şeyden evvel, bu diyarlarda fedakarlık, merhamet ve şefkat göstereceği bir evladı olacaktı... Bu his, hiçbir şeyle yarışamazdı... Yavrum aylar içinde kocaman bir karınla beni de değiştirdi. Ağır hareket ediyor ve fazla yemek yiyordum. Börü’nün gölgesi her daim üzerimde eliyse yüreğimdeydi... “Yüreğim...” dedi ona haberi verdiğim ilk an. “Yüreğim! Sen bize her şeyi bahşettin...”
O gün evladım kız olursa şayet, Börü’nün bana sevdayla dile getirdiği ilk kelimeyi ona ad koyacaktım. Kızım olursa, adı Yürek olmalıydı... Annesinin ve babasının Yürek’i... Annesinin en zayıf ama içini varlığıyla sağlamlaştırdığı yüreği... Gök Tanrı bana başka evlat vermedi. Bu göklerden bakarken hiçbir zaman içim de buna acımadı ama içimde ahd ettiğim tek bir konu vardı. Bir isim vardı.
Şayet oğlum olsaydı adı gibi güçlü, yıkılmaz, babasıyla aramızda aşılmayı bekleyen o dağın adını koyacaktım. Börü’nün gölgesi olacak bir dağ...
Altay...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 429 Okunma |
158 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |