
Medya : Şanışer (HÜSRAN) ( Dinleyin arkadaşlar sözlerini Erkin’e çok uydurdum.)
Aşk iki insanı birbirine bağlarken ne zaman tanıyordu ne mekan ne de konum... Bazen en büyük oyunu oynadığınızı düşünürdünüz ama esas oyunu oynayan kaderin ta kendisi olurdu Sevda sizi yüreğinizden yakaladığında kalbiniz ve aklınız büyük bir savaşa tutulmuş olurdu. Artık bu savaşın mağlubu da galibi de siz olurdunuz. Galibiyet kimsenin erişemediği duygulara tutulup asla kalbinizden sökülemeyecek bir aşka kavuştuğunuzda o aşkın sizde bıraktığı hisler olurdu. Bu erişilmez bir dağın yamacına tırmanıp kimsenin görmediğini görmek duymadığını duymak gibiydi. Mağlubiyet ise asla vazgeçemeyeceğinizi düşündüğünüz anda hayatın yollarınızı dikenli çiçeklerin arasına ulaştırmasıydı. Kanardınız... Vazgeçip gitmek isterdiniz ama o dikenler sizin yakanızı kolay kolay bırakmaz, kendi yolunuza gitmenize izin vermezdi. Mücadelenin sonunda belki de üzerinizde asla silinmeyecek izler taşımak zorunda kalırdınız.
Alina nöbet günü son hastasının da kontrollerini yapmış, ilaçlarını serumuna enjekte ederek ona iyileşmesi için yardımcı olmuştu. İşi bittiğinde kendisine neşeyle bakan oğlan çocuğuna gülümsedi. Henüz yedi yaşında olmasına karşın, yaşıtlarından çok daha gürbüz, çok daha sevimli ve uyanıktı. Bakışlarında gelecekte ne kadar güzel bir delikanlı olabileceğini görebiliyordu. "Merhaba!" Alina, dudaklarını birbirine kavuşarak tebessümüne kısa bir ara verdi. "Merhaba! O ilaç beni iyileştireceeek?" Dedi çocuk bakışlarıyla serumu işaret ederek. Alina başını sallayıp onu onayladı. "Kısa bir süre sonra rahat bir şekilde uyumaya başlayabilirsin. Verdiğim ilaç vücudunun direncini arttırıp hastalıkla baş edebilmen için sana epey yardımcı olacak." Artık Türkçe'yi yavaş da olsa uzun cümleler kurarak konuşabiliyordu. Çocuk kıkırdadı. "Sen neden diğerleri gibi konuşmuyosan? Kelimeleri daha ince çıkarıyorsan."
Alina mahcup bir şekilde dudaklarını kırıştırdı. "Ben Boşnak'ım. Buraya sığınmacı olarak geldim. Türkçeyi de sonradan öğrendim. Hem." dedi göz ucuyla çocuğun yüzündeki sevimli çillere bakarak. "Hem sen de diğerlerinden epey farklı konuşuyor. Demek ki böyle söyleyiş farklılıkları olabiliyor." Arada harfler kaysa da dili epey yol kat etmişti.
"Bugün arkadaşlarla maç yapaceydik! Şimdi bensiz kaldılar." Alina yatağın diğer ucuna oturup omuzlarını silkti. " Sen de bundan sonraki oyunlara katılırsın." Çocuk dudağını isteksizce yana kıvırdı ve bakışlarını kaçırdı. "Bari Nevruz'a kadar ayağa kalkabileydim. Arkadaşlarla kasnak yarışması yapaceydik." Alina ilk defa duyduğu bu sözcük karşısında geriledi. " Kasnaklı da ne demek?"
" Uçurtma! Sen bilmiyorsan daha önce görmediii?" Alina başını olumsuz anlamda salladı. "Her bahar girişinde kasnaklılarımızı bir araya getirîz, yaptığımız laylaları göğe salarîz. Yarış da yaparîz. Birinci olana ödül de verîlîr. İstersen sen de gel! Bakalım benim laylam nasıl birinci olmuş, gözünle görürsün."
Alina, "Neden olmasın! Bunu minik kardeşim için aklımın bir ucunda tutacağım."
Çocuk onu başıyla onaylayıp yeniden yatağına süzüldü. Alina görevini tamamlamış olmanın verdiği huzurla raporlarını yazıp çıkış için kapıya yöneldi. Barbaros yine günlerdir kayıptı. Onun duygu ve düşüncelerini anlamak Alina için asla çözülmesi mümkün olmayan bir bulmacanın karşısında terlemek gibiydi. Kendisine olan davranışlarına anlam veremiyordu. Alina'ya nefret kusan, her fırsatta üzüp ağlatan o adam gitmiş sevgi kelebeği gibi etrafında dönüp duran iyilik müptelası bir delikanlı gelmişti.
Genç kadın ellerini kalbinin üzerine bastırdı. Bu gidişat hiç hayra alamet değildi. Barbaros'tan nefret etmek ve ona kızgın olmak Alina için daha önce de yeterince zorken şimdi bu sevimli hallerine direnmek ona ölümden beter gelmişti. Aklında fikrinde sadece bu genç adamın yer edinmesi onu her geçen gün hayata karşı savunmasız bırakıyordu. Adını duyduğunda kalbi ritmini şaşırıyor, yüzünü gördüğünde bildiği her şeyi unutuyordu. Bu değişimi anlam vermek güç olsa da halinden memnuniyetsiz olduğunu söyleyemez. Tek derdi içini saran ateşin her geçen gün hücrelerine kadar nüfuz ederek onu yakıp küle dönüştürmesiydi. Eğer duyguları karşılık bulmayacaksa Alina daha fazla ona düşlemek, olmayacak hayallerin peşinde hüsranlı sabahlara gözünü açmak istemiyordu.
Lojmanın önünden geçen minibüslerden birine binip evinin yolunu tuttu. Barbaros'un ve Timdeki diğer arkadaşlarının bugün görevden döneceğini öğrenmiş kalbindeki Artemis çiçeklerinin ona rağmen açıp kokusunu ruhuna bulamasına engel olamamıştı. Sabahlara kadar çalışmış bir insanın yorgunluğu üzerine çöktüğü halde uyumak içinden gelmiyordu. Ne zaman başını yastığa koysa gözlerinin önüne sadece sevdiği adam geliyor, onu düşünmekten yatağında dönüp durarak sabahı ediyordu. Aklı da fikri de sadece üsteğmendeydi.
Bir askeri sevmenin ne kadar zor olduğunu şimdi çok daha iyi anlamıştı. Korkuyordu. Bir gün taşıyamayacağı kadar büyük bir yükün omuzlarına binmesinden deli gibi korkuyor, Barbaros'a zarar gelme ihtimalini kaldıramıyordu. O yaralanıp geldiğinde Alina'nın kendi canının da aynı şekilde yandığını hissetmişti. Bu duyguyu ölümcül bir hastalığa yakalanmak gibi yormuştu. Çünkü yaptığı iş, iş olmaktan öte hayatının ta kendisiydi.
Hana bu saatlerde çoktan kreşe ulaşmış olmalıydı. Bu gece ona Nisan bakacaktı. Nisan lojman askerlerden birinin eşiydi. Alina ona ücreti mukabilinde Hana'yı emanet etmek istemiş, fakat ücret istemeyen genç kadın buna Hana'ya duyduğu sevgiden seve seve yapmıştı. Alina anahtarları vestiyerdeki anahtarlığa bırakıp sıcacık bir yuvayı andıran evine mutlulukla göz gezdirdi. Güzel bir hayatı vardı aslında. Tüm kayıplarına rağmen sevdiği işi yapıyor ve kapısını kapattığında dışarıdaki tüm kötülüklerden kısmen de olsa uzak kalabiliyordu. Bakışları Bosna'dan gelen kutulara düştü. O gün gözyaşları eşliğinde albümleri karıştırmış ve ailesinden geriye kalan tüm bu hatıraları canından bir parça kabul edip bağrına basmıştı. Birkaç lokma bir şeyler atıştırmak için dolaba yöneldi. Birkaç dilim salam, peynir ve domates çıkartıp demlediği çayla birlikte karnını kısmen doyurdu.
Yine aynı şey oluyordu. Gözleri ateşten felaha ulaşır gibi aynı evin pencerelerinde dolaşıyordu. Sıkı sıkı kapatılan perdelerin aralandığını ve pencerelerin açıldığını fark ettiğinde kalbindeki heyecan onu bir anda zıpkın gibi ayağa dikmişti. Barbaros gelmiş olabilir miydi? Bu düşünce ayaklarını istem dışı tüm yorgunluğuna rağmen evinden çıkmaya zorladı. Ne olduğunu bile anlayamadan kendini üsteğmenin evinin girişinde buldu. İçerden gelen adım sesleri heyecanını daha da perçinlemiş, bakışlarını camdaki yansımasına dikmişti. İyi göründüğünden emin olunca ciğerlerindeki havayı heyecanını dizginlemek için bıraktı.
Kapıyı birkaç kez tıklattı fakat hâlâ bir ses soluk yoktu. "Kim o?" İçerden olgun bir kadın sesi duymuştu. Bir adım atıp aralık kapıdan içeri seğirdiğinde beyaz, küt saçları olan, oldukça zayıf bir kadın bulmayı beklemiyordu. Kadınla karşılıklı bir şekilde birbirlerini baştan aşağıya süzdüler. Ayaklardan gözlere değen bakışlar birbirine tosladığında ikisi de şaşkınlık dolu mahcup bir tebessüm bıraktı. "Ah tanıdım seni! Gel buraya! Evine girerken çekinme lütfen!" Alina tereddütle ayakkabılarını çıkarıp kendisine uzatılan ev terliklerini giydi. Ayağına birkaç numara büyük gelmesine aldırış etmeden içeri süzüldü.
"Demek oğlumun güzeller güzeli karısı sensin! Haylaz salyangoz! Demek oğluşum annesinden gizli evlenip yuva kuracak ben de öğrenip peşine düşmeyeceğim." Alina birkaç saniye yarım Türkçesiyle onu anlamaya çalıştı. Bu kadın üsteğmenin annesi miydi? "Şey! Yani biz..."
"Aaaa! Bir şey söyleme lütfen! Aşk bu! İnsanı ne zaman bulacağı hiç belli olmaz! Bu arada fotoğraftakinden çok daha güzelmişsin!" Yaşlı kadın elini masaya iki kez vurup Alina'nın kulak memesini çekti. "Maşallah maşallah! Demek salyangozum sonunda kendisine uygun bir hanımefendi bulup yuva kurdu. Allah bebelerini sevmeyi de nasip etsin!" Alina boğazındaki tükürüğün hışmına uğrayıp birkaç kez boğulur gibi öksürdü.
"Bebek mi? Ama biz..." Kadın ona konuşması için fırsat bile vermeden siyah, büyük çantasındaki fotoğrafları çıkardı. "İşte bak! Haberi lojmandaki bir arkadaşımdan aldım. Bana gizliden gizliye fotoğrafları bile o gönderdi." Kadın huysuz huysuz başını sallayıp hafifçe ağzını cıklattı. "Maşallah çok da güzel çıkmışsınız haberi alır almaz nasıl sevindim bilemezsin. Kaç senedir başının etini yer dururum. Haylaz becerip bir yuva sahibi olamadı. Neyse ki artık kaygılanmama gerek kalmadı. Ben dünyadan göçüp gittiğimde sen hep onun yanında olacaksın!" Bu temennilere Alina içten içe âmin diyerek dua etse de ne yazık ki yaşadıkları bunu tam aksini iddia ediyordu.
"Biz... Yani... Aslında sandığınız gibi değil!" Yaşlı kadın kaşlarını çattı. Sevimli haylaz bir tebessümle Alina'nın gözlerinin içine baktı. Boşnak kızı bu sevimli sıcak bakışlara karşı dürüst olmakta zorlanıyordu. Karşısındaki kadını kırmadan derdini nasıl anlatacağını o da bilmiyordu. "Biz birlikte yaşamıyoruz!" Bir çırpıda derdini açıverdi. Kadının yüzünde herhangi bir dalgalanma olmayınca doğru kelimeleri bulduğundan ister istemez şüphe duymuştu. " Olmaz çocuğum! Karı koca ayrı yaşayamaz! Ayrı yatakta uyuyamaz! Araya şeytan girer ne me lazım!"
"Aslında!" diye devam etmek istese de yaşlı kadın sevimli bir şekilde elini masaya vurdu. "İtiraz kabul etmiyorum. Bak ne güzel çocuklarsınız! Allah nasip etmiş bir yuva bahşetmiş! Evliliklerde öyle tartışmalar, huzursuzluklar illaki olur. Kırılıp döküleni çöpe atmadan önce tamir etmeyi bilmeniz gerekiyor. Her evlilikte sorun olur. Mesele o sorunları uzlaşarak halledebilmekte. Hem.." Yaşlı kadın dolu dolu oldu. Yüzüne tatlı bir hüzün çöreklenip kaldı. "Ben böbrek hastasıyım ! Organ nakli sıralarında yıllarımı çürüttüm. Ömrüm ne kadar kaldı bilmem. En büyük mutluluğum oğlumun benden sonra huzurlu bir hayatının olduğunu görebilmek." Alina derdini ona anlatamayacağını çok iyi anlamıştı. Bu işi Barbaros'a bırakmak en doğrusu olacaktı. Hasta bir kadını üzmemek için onun sahte mutluluk oyununa en azından Barbaros gelene kadar uyacaktı.
Yaşlı kadın elini hafifçe alnına vurup yüzünü haylazca buruşturdu. "Hay şaşkın! İhtiyarlık işte! Mevsimimiz geçtiğinden midir bilinmez kafamız da eskisi kadar çalışmaz oldu demek ki! Ne derin konulara daldık ben daha adımı bile söyleyemedim." Alina'ya elini uzatıp, "Adım Zeliş! Aslında Zelihanur ama kısaca Zeliş derler!" Dedi. Alina kendisine uzatılan eli öpüp alnına koydu. "Memnun oldum. Ben Alina! Memnun oldum Zeliş teyze!" Zeliş Hanım üst ön dişlerini dudaklarına bastırıp abartılı bir şaşkınlıkla gülümsedi. "Anne de yavrucuğum! Bir mahsuru yoksa anne demeni tercih ederim!" Alina gülümseyip, "Zeliş anne!" diyerek cümlesini tamamladı.
Aralarında kısa bir sessizlik hüküm sürmüştü. "Şu nakil meselesi... Hiç umut yok mu Zeliş Anne?"
"Maalesef! Haftada birkaç kez gider gelirim diyalize. Hepsi bu! Ben de çok yoruldum aslında. Bazen yolun sonunu görmek için sabırsızlandığım bile oluyor. Ama yapacak bir şey yok! İmtihan dünyası..." Alina Zeliş hanımın elini sıkıp sözlerinden duyduğu rahatsızlığı bakışlarıyla hissettirdi. Bu kadına bu kadar ısınacağını tahmin etmemişti."Lütfen böyle konuşmayın!"
"Ben alıştım, rahatsız olma çocuğum. İnsan en kötü şeylere bile zamanla duyarsız kalmayı öğreniyor. Şimdi içim çok daha rahat!" Alina daha fazla bir şey söylemek istemedi. Tıklayan kapı neyse ki bu tatsız sohbeti bölen yegane şey olmuştu. Alina müsaade isteyip kapıyı açtığında karşısında Ayşen'i görmeyi beklemiyordu. Ayşen oldukça abartılı bir sevinçle, " Zeliş teyze!" diye öne atıldı. Mutluluktan Alina'yı görmemişti bile. Onlar kucaklaşırken Alina taze gelin çekingenliği ile bu iki kadını uzaktan izlemekle yetindi.
"Maşallah sizi pek zinde gördüm Zeliş teyze! Gün geçtikçe gençleşip güzelleşiyorsunuz sanki!" Zeliş Hanım poposunu kaşıyıp, "Aman deli kız! Nazar değdirceksin bana!"
"Siz gençlere taş çıkartırsınız!" Sözünün hemen ardından Alina'ya yönelip, "Değil mi Boşnak Güzeli?" diye atıldı. Alina da artık bu lakaplara alışmış, isminden daha fazla kullanılmasına ses çıkarmaz olmuştu. "Elbette!" Hep birlikte koltuklara rahat rahat kurtuldular.
Birlikte kahveler içilmiş, Ayşen'le Cihangir'in kulağını çeken tatlı sohbetler yapılmıştı. Aylen'in biraz huysuz olmakla birlikte herkesi kendine çeken tatlı bir enerjisi vardı. En çok kocası çekiyordu derdinden ama Alina'ya karşı oldukça nazik olduğunu kimse inkar edemezdi.
Sohbet koyulaşınca Zeliş hanım daha fazla dayanamayıp mutfak önlüğünü üzerine geçirdi. "Hadi bakalım! Madem bugün gençler yuvaya dönüyor biz de onları sıcak bir ev ortamıyla karşılayalım. Ben dün gece içli köfteleri hallettim. Bugün de sarma saracağım. Barbaros zeytinyağlı sarmaları çok sever."
Ayşen gururla elindeki tepsiyi gösterdi. "Ben çoktan kıymalı börekleri hazırladım. Fırına atar sıcak sıcak servis ederiz." Zeliş hanım hazırladığı pirinçli içi ve haşladığı asma yapraklarını göstererek, "O zaman sarma zamanı geldi! Gençleri sarma dolma yemeden bırakmayız. Bugün güzel bir sofra kurup onları mest etme zamanı. Hem akşama nişan da varmış. Bunları götürür nişan sofrasına yerleştiririz. Bol bol yaptık zaten herkese yeter. Hem ben Kayra'nın annesiyle konuştum. Kendi aramızda yemekli bir tören olacak dedi."
Alina bu hazırlıklar karşısında ne diyeceğini bilemiyordu. Biraz kıt olan Türkçesini kullanarak henüz tam olarak kendini ait hissedemediği ortamda sadece uyum sağlamaya çalıştı. "Gel bakalım gelin Hanım! Bakalım sarmaları nasıl saracaksın?" Alina yemek konusunda maharetli olsa da gözü sarmaları pek kesmemiş gibiydi. Masanın karşısına geçip önüne bırakılan tabağa bir tane yaprak ve bir tatlı kaşığı dolusu pirinçli harcı ekledi. Yanındakileri taklit ederek sarmaya uğraşsa da Barbaros'un geleceğini düşününce eli ayağı ister istemez birbirine dolaşmaya başlamıştı. Yaptığı sarmalar biraz kalın ve gevşek olmuştu. Zeliş hanımın ve Ayşe'nin çocuk parmağı gibi incecik olan sarmalarının yanında pek iç açıcı göründüklerini kimse söyleyemezdi.
Ayşen, "Ha gayret! Biraz daha uğraşırsan olacak gibi!" diyerek şaka yollu Boşnak güzeline takıldı. Zeliş hanımın kolunu çimdiklemesi gecikmemişti. "Uğraşma gelinimle! Kocası gelecek az şey mi? Heyecanlanıyor, ne yapsın?" Ayşen gülümseyerek saçını hafiften geriye doğru itti. " Cihangir'le yeni evlendiğimizde ben de beceremezdim şu mereti adam gibi sarmayı. Zamanla elim alıştı da öğrendim. Tabii o güne kadar zavallı Cihangir tanesi bir yerde yaprağı bir yerde olan o tuhaf şeyleri yemek zorunda kalmıştı. Allah'tan sesini çıkarıp da bir şey söylemedi."
"İyi bari!" Zeliş hanım, "Terazi burcu erkekleri genellikle mırın kırın etmeden durmaz ya! Seninkinin eşref saatine denk gelmiş belli ki!" Alina kıkırdarken Ayşen yüksek bir kahkaha patlattı. "Diyemez Zeliş teyze! Hiç acımam bütün sarmaları ona yediririm. Yemezse de dilimden kurtulamaz!" Alina bu ikisinin atışmalarını çok seviyordu. Ayşen Cihangir'e karşı bazen acımasız olsa da birbirlerine duydukları sevgi her şeyi örtecek cinstendi. "Ah Ayşen! Keşke elini atmasaydın! Hamilesin kızım sen! Artık ağır iş yapmaman lazım!" Zeliş hanımın uyarısını Ayşen dikkate alacak gibi durmuyordu. "Bana hiçbir şey olmaz!" Alina'nın gözünden resmen uyku akıyordu. Yine Barbaros'u düşünmekten uyuyamamış, nöbet yaptığı gece de yoğunluk bir türlü bitmek nedir bilmemişti. Şuraya devrilip yatmamak için kendini zor tutuyordu. Zeliş hanım ondaki bu değişikliği fark eder etmez hafifçe eline vurdu. "Aman kızım! Gözünden uyku akıyor! Bırak sen en iyisi! İçerde yatak var! Hemen git, güzel güzel uyu! Akşama nişan var! Uykunu alamazsan sızar kalırsın." Alina bu teklifi reddetmek için birkaç kez atakda bulunsa da Zeliş hanıma direnmek pek mümkün değildi.
Ayşen Alina'nın solgun yüzünü fark edip , Zeliş hanıma göz kırptı. "Bu aralar da pek uykusuz ve yorgun görünüyorsun. Seni gören de gece gündüz beşik salladın zanneder. Hayırdır ne bu haller?" Alina gülümsemekle yetindi. Tüm gece sevda derdine yatağımda dönüp duruyorum uyuyamıyorum diyemezdi ya! "Yok bir şey! Sanırım biraz mevsim değişikliğinden kaynaklı kırgınlık var üzerimde."
Zeliş hanım büyük bir heyecanla, "Kendine dikkat et çocuğum!" Diye yükseldi. Ses tonundaki titreme Alina'yı şaşkınlığa sürüklemişti. Bu ikilinin yan yan bakışmaları, bıyık altından gülüşmeleri pek hayra alamet durmuyordu. Ayşen göçmen kızını test eder gibi getirdiği turşu kabını gösterdi. "Yeni turşularımı tatmak ister misin? Hatta canın çekiyorsa bir tabakta sana göndereyim!" Alina nezaket icabı "Çok teşekkür ederim. Sizden gelen her şeyin lezzeti bir başka oluyor!" Ayşen turşu kabından bir çatal dikenli salatalık çıkarıp Alina'ya uzattı ve "Şu sizi bizi kaldır artık! Lojmanımızın gelini oldun! Bana Ayşen diyebilirsin. Hanım, bey iş yerinde kaldı."
Alina kendisine uzatılan salatalığı alıp iştahlı görünmeye çalışarak ağzına götürdü. "Çok lezzetlimiş!" Zeliş hanım titreyen sesiyle neşeli bir şekilde ellerini çırptı. "Ay yedi vallahi! Aman çok şükür!" Alina bu sevinçten hiçbir şey anlamamıştı. Turşuyu yemesi ve kadınların neşesi arasında bir bağlantı kurmaya çalışsa da uykusuzluktan berduşlaşan beyni algılarını tamamen gerçeklere kapatmıştı. "Miden falan da bulanıyor mu?" Diye sordu zeliş hanım. Alina kaşlarını havalandırıp, "Yani ara sıra! Dedim ya mevsim geçişleri... Ben de hep olur aslında bunlar! Hastane şu sıralar biraz soğuk... Yani..." demeye kalmadan Zeliş hanım ve Ayşen aynı anda, "Oh oh ne güzel!" Diye koro halinde bir çıkışta bulundu. Bu kadınlar mide bulantısına sevinecek kadar şaşırmış olamazdı değil mi?
Zeliş hanım, Alina'yı kolundan tutup Barbaros'un yatak odasına doğru sürükler gibi götürdü. "Burada salyangozum gelene kadar birkaç saat uyuyup dinlen! Sonra da seni akşam nişan için güzelce hazırlayalım." Alina itiraz etmek için ağzını açtığında Zeliş hanım hiç fırsat vermeden koluna girip çekiştirir gibi onu Barbaros'un odasına bıraktı. "Hadi bakalım iyi uykular! Sakın nane limon falan içme! Sonra sıkıntı olmasın!" Alina pikenin üzerinde kendisine tatlı tatlı bakan Zeliş Hanım'a şaşkın bir şekilde gülümsedi. Bu çabalarına anlam verememişti. Onun yatağında uyuma fikri kalbini heyecandan sıkıştırıyordu. Kokusunu hissederek uyumak normalde Alina için de çok zordu ama yorgunluğun canı sağolsun diken üzerinde bile uyutacak düzeye getirmişti.
Yaklaşık 2,5 saat kadar uyuduktan sonra hafifçe gözlerini araladı. Karşısında gördüğü bal rengi bakışlar kısık olan gözlerini kocaman kocaman açmasına sebep olmuştu. "Senin burada ne işin var?"
Barbaros burun deliklerini büyüterek bakışlarını imalı imalı odada gezdirdi. "Burası benim evim ve yattığın yer de benim yatağım... Sanırım bu soruyu sana sorması gereken biri varsa o da benim." Alina pikeyi göğsüne kadar çekip düşüp kaldığı yatakta utangaç bir edayla küçüldü. Onun bu mahcup hali üsteğmende kahkahalarla gülme istediği uyandırıyordu. Sadece uyuyakalmıştı işte! Kötü bir şey yaparken basılmış gibi çekinmesine gerek yoktu.
"Zeliş anne buraya yat diye ısrar edince hemen bayılmışım!" Yataktan doğrulup Barbaros'un yüzüne bakmadan saçlarını yana doğru düzeltti. Umutsuzca aşık olduğu adamın her bir hareketini takip etmesi utanmasına sebep oluyordu. "Demek anne!" Dedi Barbaros. Bu sözcükten hoşlanmıştı. "Allah muhabbetinizi arttırsın! Çabuk kaynaşmışsınız! Uzaktan soğuk nevale gibi görünüyordun oysa!" Alina, Barbaros'un alaycı bakışlarının arasında kaşlarını çatıp burnunu öfkeyle kırıştırdı. "Ben soğuk değilim! Sadece bazen sana çok gıcık oluyorum hepsi bu!"
"Ya ne demezsin!" Diye söylendi üsteğmen. Etrafında dolaşıp kulağına doğru cümleler estirerek Artemis çiçeğini şaşırtmayı seviyordu. "Yokluğumda evime girmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun! Ben kapıdan sen bacadan..." Çapkınca göz kırpması Alina'nın kızaran yanaklarını daha yangıya düşürdü. İnkar etmek istese de deliller hep aleyhine işliyordu. Üsteğmen göreve giderken göçmen kızının yüreği de peşinden gidiyor, bedeni ise ona rağmen soluğu kokusunun sindiği her yerde alıyordu. Yokluğunda ona yakın olmasını sağlayacak her şeye açlık duyduğunu fark ettiği günden bu yana Alina sadece ona dair izlerin olduğu şeylerde nefes alıyor, hayat buluyordu.
"Benimle uğraşma üsteğmen! Tesadüf işte!" Elindeki yastığı kendisini her fırsatta köşeye sıkıştıran adama fırlattı. Yastık Barbaros'un burnuna hafifçe çarpıp yere düştü. Üsteğmen bunu kişiselleştirme ihtiyacı bile duymamıştı. Alina odadan uzaklaşmak için çırpınırken arkasından abartılı bir şekilde yastığı öptü. Özellikle sesinin göçmen kızına ulaşmasını istiyor bunun için çapkınca göz süzerek aralarındaki soğukluğun bitmesini bekliyordu. "Hımmm! Birilerinin kokusu da hemen sinmiş!"
Alina Barbaros'un flört girişimlerine "Deli!" Diye omzunun üzerinden karşılık verdi. "Acaba kime deli?!"diye karşılık alması uzun sürmedi. Alina kıpkırmızı olan yanaklarıyla mutfakta müze gezer gibi dolaşıp durdu. Lojmanda bir koşuşturma alıp başını gitmişti. Zeliş Hanım genç kadındaki bu değişikliği hemen fark etmişti. Sevgili oğluyla güzel anlar yaşadıklarını düşünüp doğacak torununa içten içe müjdeler gönderdi. Artık aklı da kalbi fazlasıyla rahattı.
Alina kocaman çelik sarma tenceresini kucağına aldığında Zeliş Hanım da iğneli fıçıya oturmuş gibi yerinden zıpladı. "Aman kızım o çok ağır! Sakın! Dikkatli olman gerek!" Alina Zeliş Hanım'ın elinden kaptığı tencereye bakıp o sırada odaya girmekte olan üsteğmene yönelerek anlamsızca kıpırdandı. Ayşen ve Zeren genç kadının koluna girip bir şey demesine izin vermeden odaya doğru sürüklemeye başlamıştı. Alina'nın sözde hamileliğini duymayan bir köşedeki bakkalın çırağı kalmıştı. Zaten Ayşen'in duyması demek olayın ana haber bültenlerine düşmesi demekti. Uğur Dündar bile onun karşısında saygı duruşuna geçer haber yaymada adını besmelesiz ağzına almazdı.
Alina nişan için hazırlanırken Barbaros da takım elbisesini ılık bir duşun ardından hemen üzerine geçirmiş saçlarını taramaya girişmişti. Zeliş hanım oğlunun yanına gelip müjdeli haberi vermenin tam sırası olduğunu düşündü. Sevgili salyangozunun yakasını düzeltip kravatını çekiştirirken, "Şimdiden hayırlı olsun diyelim!" Diye tatlı tatlı sayıkladı. Barbaros boğar gibi yakasını çekiştiren ellerden bakışlarını kurtarıp annesinin kırışıklıklarla dolu yüzüne baktı. "Bunu saymam! Esas kutlamayı daha sonra yapacağız." Barbaros kaşının birini kaldırıp annesinin yüzündeki heyecan kıvılcımlarını izledi. " Anlamadım neyi kutluyoruz?"
" Alina'nın hamileliğini tabii ki!" Barbaros elindeki tarağı yüzündeki hayreti gizlemeden zemine bıraktı. Bakışları anlamsız anlamsız bir süre annesinin yüzünde dolaştı. "Hamilelik mi?"
"Evet hamilelik tabii ki! Görmüyor musun? Yoksa sana söylemedi mi?" Barbaros yüzündeki huzursuz ifadeyi pürüzsüz duvara sabitleyerek yutkundu. Annesi bir pot kırmış gibi alt dudağını ısırdı. "Hay Allah! Demek zamanından önce haber verdim. Görüyor musun? Kim bilir kızcağız neler hayal ediyordu?"
"Emin misin? Yani bir hata..." Barbaros'un yüzündeki donuk ruhsuz ifade annesini de huzursuz etmişti. Zoraki gülümsemeye çalışarak, "Elbette eminim!" diye karşılık verdi. "Üç çocuk doğurdum ben! Hiç bilmez miyim? Turşuyu ne kadar iştahlı yediğini görseydin ne demek istediğimi anlardın. Baş dönmeleri, mide bulantıları, sürekli uyuma isteği... Hepsinin cevabı belli! Alina bal gibi de hamile!" Barbaros sıkıntılı bir nefes verdi. Bir bu eksikti diye kendi kendini didiklemeden annesinin yanından uzaklaştı. Suratından düşen bin parçaydı. Alina'nın hamile olması meselesini bir türlü sindiremiyordu. Bebeğin babası kim olabilirdi? Hem kaç aylıktı bu bebek? Bunca zaman hamileliğini nasıl gizleyebilmişti göçmen kızı?
Kafasındaki düşüncelerle balkona geçip kendini saksıların önünde dikilir vaziyette buldu. Bebeğin babası Radavon olabilir miydi? Yoksa Erkin mi? Öyle ya! Sürekli görüşüp konuştukları herkesçe bilinen bir gerçekti. Erkin'in Alina'ya aşık olduğu düşünülürse bu çok da uzak bir ihtimal sayılmazdı. Hastanedeki o adam da listeye eklenebilecek kadar Alina'ya yakın olmuş muydu? Vücudunu saran sıcaklık yakasındaki kravatı gevşetip derin derin solumasına sebep oldu. Bu hiç iyi olmamıştı. Yani görev için... Sadece görev içindi değil mi? Öyle ya düne kadar nefret ettiği kadına aşık olacak değildi ya!
Elleri yakasını lastik bir maskeyi didikler gibi çekiştirdi. "Offf!" Sesi dudaklarından dökülmeye başlamıştı. Yavaş yavaş etrafındaki insan sayısı artıyor, gözleri kalabalığın arasında en çok Erkin'i arıyordu. Son görüşmelerinden sonra aralarının iyi olması pek mümkün olmayacaktı. Kader Kan kardeşini bir daha asla kendisine geri vermeyecekti. Aralarındaki kadın bu ilişkiyi çoktan paramparça bir hale getirmişti. Şimdi bir de hamilelik meselesi çıkmıştı. Alina ile bu konuyu konuşmalı mıydı kestiremiyordu.
"Evet hamileyim senin neden ilgilendiriyor dese ne diyecekti?" Bu evlilik sadece kağıt üstündeyken ona bir şeylerin hesabını sorma hakkına sahip miydi? Ya istismar vardı bu işin içinde ya da gönüllülük... Barbaros için ikisi de kabul edilir bir şey gibi görünmüyordu. Bu işin sonunda Alina'nın hapse girmesi söz konusu olabilirdi ve o zavallı bebeğin böyle korkunç bir dünyaya gelmesi Barbaros için de vicdani bir hesaplaşma demekti.
"Kolay gelsin!" Üsteğmen karşısında Erkin'i görünce bu hesaplaşmayı daha fazla uzatmaması gerektiğini anlamıştı. Onu kolundan tutup çekiştirerek balkonun arka tarafına götürdü. Nereden başlayacağını bilemese de kendisine şaşkınlıkla bakan arkadaşına hikayeyi başından anlatmak yerine en can alıcı yerinden sorgulamayı tercih etti. " Alina hamile!"
"Ne?!!" Erkin'in verdiği tepki onu hemşire edasıyla işaret parmağını kullanarak susturmasına sebep oldu. "Bağırma lan! Diğerlerinin duymasını istemiyorum. Annemle konuştum! Kendinden emin bir şekilde onun hamile olduğunu söyledi." Barbaros, Erkin'in dolu dolu olan gözlerini dert edeceği bir durumda değildi ve adamın yakasını tutup sertçe duvara yasladı. "Bebeğin babası sen misin Erkin? Sadece evet ya da hayır!" Erkin yakasına yapışan elleri koparır gibi sertçe çekip kendinden uzaklaştırdı. "Şaka mı yapıyosun? Aramızda bir şey olmadığını sana söylemiştim! Eğer bebeğin babasını arıyorsan aynaya bak!"
"Ne saçmalıyorsun sen?" Dedi Barbaros dişlerini sıkıp hırlar gibi konuşarak. "Kıza elimi bile sürmedim lan! Kedi köpek gibi birbirimizi yiyoruz geldiği günden bu yana! Aramızda nasıl bir şey yaşanmış olabilir?" Erkin yüzündeki sahte tebessümle içi kan ağlayarak itiraf etti. "O gece sana geldiğimde hiç de dalaşır gibi bir haliniz yoktu."
Barbaros yumruklarını sıkıp, "Saçmalıyorsun artık! Kapıda kalmıştı yardımcı oldum! Hepsi bu. Kızışık kedi miyiz biz böylesi bir düşmanlığı yaşarken birbirimize abanalım!" Erkin Barbaros'un yüzüne baktığında telaşının gerçekçiliğinden emin oldu. Geriye tek bir seçenek kalıyordu. Alina Radavon'dan hamileydi. Barbaros elini sertçe demire indirirken okkalı birkaç küfürü de ağzından kovdu. Şimdi işler çok daha zordu. İşin içine vicdanın girmesi iyi olmamıştı.
"Anlat bu durumu albaya. Kararını değiştirsin! Hamile bir kadına bu travmayı yaşatmaya hakkı yok!"
Barbaros bıkkınlıkla tırnaklarını alnına geçirdi. "Yine döndük dolaştık aynı yere geldik! Artık bu konuyu tartışmanın kimseye bir hayrı kalmadı. Alina'nın bu durumunu gözeterek gereken neyse yapacağım." Son sözünü ağır ağır, kendinden emin, kararlı bir şekilde söylemişti. İçerden Alina'nın sesini duyunca yüzlerindeki hoşnutsuz ifadeyi olabildiğince silmeye çalışarak merdivenlere yöneldiler. Göçmen kızını görmek iki delikanlının da kalp atışlarına hızlandırmıştı. Yine aynı şey oluyordu. Göçmen kızı üsteğmenin bütün ayarlarını bozup kafasındaki esas meseleyi unutmasına sebep oluyordu. Üzerindeki hafif parlak, saten kumaştan yapılan, bordo, göğüs dekolteli elbise ile akla zarar bir güzelliği genç adamın ruhuna estirmişti. V yaka, o ince boynun ipeksi zerafetini sunarken belden aşağıya inen yırtmaç yürüyüşü kolaylaştırarak estetik bir görünüm kazandırmıştı. Saçlarına atılan dalgalar çekici kumrallığını ortaya dökerken dudaklarındaki albenili ruj ve güzelliğinin önüne geçmeyen makyaj tarzı aklındaki olumsuz tüm düşünceleri bertaraf etmişti.
"Vay canına!" Dedi Zeren aydınlanmış Buda heykelini andıran duruşuyla. "Nefis görünüyorsun Alina!" Erkin duygularını belli etmemek için bakışlarını yere indirdi. Aynı duruşu Barbaros'un göstermesi o an düşünülebilecek bir şey bile değildi. Gözlerini dakikalar sonra kaçırsa da Alina ile paylaştığı o bakışma anları başını yastığa koyduğu her an aklına gelecek ve rüyalarını süsleyecekti.
Aşık olmak yok! Sevmek yok! Sen profesyonel bir askersin! Diye defalarca içinden kendine hatırlatmalarda bulundu. Aklını başına al Barbaros! Bu kız bir terörist olabilir. Vatanını bölmeye çalışan bir hain olabilir! Düşeceğin en son insan bile değil! Sakın kendini olmayacak duaya amin derken bulma! Sadece işini yap! O kalbe girmen gerekiyorsa gir! Kandırman gerekiyorsa kandır! Senin görevin sevda değil, vatan...
"Bir şey söylemeyecek misiniz komutanım?" Sözlerin sahibi Kürşat'tı ve bu görev meselesinden haberdar olan bir kaç kişiden biriydi. İşe son anda Erkin ve Zeren de dahil olmuştu ama yanlış bir şey yapacaklarına ihtimal vermiyordu. En azından o geceden önce...
Yüzüne sahte bir tebessüm geçirip cazibeli, çapkın bir gülüşle Alina'ya yöneldi. "Bakmayın öyle insanın dili tutuluyor. Şanslı adamımdır! Nasibime akla zarar güzellikte bir kadın düşmüş." Zeren bu oyuna ortak olmaktan hiç memnun değildi. Hiçbir şey bilmemeyi tercih ederdi ama kader bu konuda fazla acımasız davranmıştı. "Teşekkür ederim!" Alina zarif bir şekilde gülümserken Hana dantelli beyaz elbisesiyle ve dantelli kısa çoraplarıyla herkesin sempatisini kazanmış ortalıkta koşuşturup duruyordu. Barbaros'un bakışları Alina'nın karnına odaklandı. Olacak iş değildi! Dümdüz olan bir karından en az altı aylık bir bebek nasıl çıkardı ki? Yok yok! Radavon'dan bir çocuk hipokrat tarafından öne sürülse bile kabul edilir cinsten değildi. Belli ki hamilelik yeni birindendi. İçini saran öfkeyi yutup profesyonelce davranmak Barbaros için o an çok zordu.
Alina'nın inci kolyesi ve küpeleri göz doldursa da asıl dikkatini çeken şey göğsünün yakınındaki broştu. Bu broşu daha önce gördüğünü hiç hatırlamıyordum. Kutularla gelen eşyalardan biri olabilir miydi?
Zeren daha fazla bakışmayı uzatmayarak Yıldırım timindeki tüm arkadaşlarını yan yana getirip o nefis pozu vermelerini sağladı. Ara ara lacivert elbisesinin içinde jilet gibi duran Ozan'a yönelse de bakışlarını ona değdirmemek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Timdeki delikanlılar genellikle böyle özel günlerde takım elbiseyi tercih eder di ama Ferit aykırılığa çekinmediğinden tişörtün üzerine attığı kot ceketle ekibe dahil olmuştu. Zeren beyaz bir mini, askılı bir elbise tercih etmiş, Türkan ise istemeye istemeye askeri yeşil dizde, uzun kollu bir elbise ile aralarına sızmıştı. At kuyruğu olan siyah saçları ve siyah gözleri en çok Umut'un yüreğini hoplatıyordu. Biraz olsun kadınsı şeyler giyen sevdiceğini genç adam diğerlerinin bakışlarını umursamadan hayranlıkla izliyordu.
Ayşen saten bir elbise giymek istese de kocaman karnını sığdıracak bir kıyafet bulamamış ve Pamuklu siyah, rahat bir elbise tercih etmişti. Kendi aralarında yapacakları nişan için nefis bir sofra hazırlandı. Nişan Kayra ile Serap çifti için organize edilmişti. İş bu ya beklediklerinden çok daha kalabalık gelmişlerdi. Kürşat beyaz gömleğine ve altındaki siyah kumaş pantolonuna alışkın olmadığı için daha yolun başında epey sıkılmış görünüyordu. Masaya yerleştiklerinde gözleri ilk Stajyer kızı gördü. Rozerin'i... aralarında geçen konuşmaları hatırlayınca yanaklarının ısındığını, alnının hafif hafif terlediğini fark etti. Onun ilgili bakışlarını gördüğünde kendini nasıl geri çekeceğini şaşırmış bir şekilde önündeki yemeklere yumulmaya çalıştı. Midesini ve beynini meşgul edecek daha iyi bir şey düşünemiyordu.
Ayşen, en başından beri Kürşat ile Rozerin arasındaki enerjinin farkındaydı. Fark ettirmemeye çalışarak birbirlerine sürekli bakıyor, çekingen halleriyle birkaç parça bir şey yiyip içerek zihinlerini meşgul etmeye çalışıyorlardı. Belli ki bu ikilinin arasını yapmak yine çöpçatanlıkta sınır tanımayan doktor hanıma düşmüştü. Ayşen, Rozerin'e seslenerek yanındaki boş sandalyeyi işaret etti. Rozerin utangaç bir şekilde fakat yüreğinden taşan heyecan ve isteğe engel olamayarak kendisine söylenileni yapıp Kürşat'ın hemen sağ tarafındaki boşlukta yerini aldı. O da Kürşat gibi yapıp bakışlarını tabaktan ayırmıyordu. Aslında onunla konuşmak için can atıyordu fakat hafif kabul edilmek istemediği için böyle atakların Kürşat'tan gelmesini bekliyordu. Ayşen birkaç kez iç çekip elindeki çatalı tabağını enkaza çevirmekle meşgul olan Kürşat'ın önüne attı. Bu hamleyle birlikte neredeyse Kürşat silahına davranıp olası bir saldırıya karşı tetiğe geçecekti. Şaşkınlığı Rozerin'in kıkırdamasına, dudaklarını ısırıp ses çıkarmadan için için gülmesine sebep oldu.
" Yıldırım timinin delikanlıları da çok naziktir hani!" dedi Ayşen imalı, kinayeli bir ses tonuyla. "Yanında oturan hanımefendiye selam verip hal hatır sormayı bile beceremiyorlar maşallah!" Kürşat taşın kendisine atıldığını anlamış ve yumruk yaptığı elini çenesine yaklaştırarak boğazını ayıklayıp utangaç bir şekilde Rozerin'e dönmüştü.
"Merhaba! Dalmışım kusura bakmayın!" Rozerin bir şey söylemeye yeltendiğinde Ayşen'in sesi yeniden duyuldu. "Biz daldığın yerden çıkartırız Kürşat! Senin hiç kaygın olmasın!" Bakışlarıyla göz süzer gibi Rozerin'i işaret etti. "Özellikle de böyle güzel bir hanımefendi yanındayken dalacağın pek bir yer kalmıyor! Şu dolmalarla aşk yaşamayı bırak da sevgi dolu bakışlarını layık olan birilerine sakla!" Ayşen'in açık sözlülüğü Rozerin'i masanın altına saklanmaya itecek kadar utandırmıştı. Güzel kızdı hani! Hakkını vermek lazımdı ama bu sözleri Kürşat'tan duymayı Ayşen'den duymaya elbetteki tercih ederdi.
" Ayşen yenge! Maşallah bugün pek bir formundasın. İğnelerini de hep bana batırıyorsun! Malum timde bekar çok! Az yan taraflara doğru çalışsan!" Ayşen kaşının birini kaldırıp gözlerini tatlı tatlı kırpıştırdı. "Bu işler parayla değil sırayla delikanlı! İçlerinde en aymaz sensin! Senin hakkından gelirsem diğerleri solda sıfır kalır." Rozerin gülümsedi. Ne ara bu kadar açık seçik konuşacak duruma gelmişlerdi.
"Konuşmak zorunda değilsiniz! Yani..." Titrek bir nefes verip, "Öyle işte!"diye cümlesini tamamladı. Duyguları kendisini yüzsüz gibi hissetmesine sebep olmuştu. Kürşat kabalık ettiğinin farkındaydı. O da hoşlanıyordu ama içinden bir ses buradan hayırlı bir şey çıkmayacak diye dürtüp duruyordu. "Kişisel algılamayın lütfen! Sadece ben pek iletişim konusunda başarılı biri değilimdir?" Ayşen yeniden ortaya bomba bırakmakta gecikmedi. " Rozerin oldukça başarılıdır Kürşat! Sana da öğretir merak etme! El elden üstündür diye boşuna dememişler!" Kürşat gözlerini belertip Ayşen'i uyardı. Ortamda tatlı bir müzik sesi vardı. Rozerin ise üzerindeki eflatun gece kıyafetiyle oldukça şık ve güzel görünüyordu. Kızıl saçlarını arkaya bırakmış, yüzüne yakışan abartısız bir makyajla yaşına uygun en güzel görüntüye kavuşmuştu.
"Dersler nasıl gidiyor?" dedi Kürşat mesafeli sayılabilecek bir ses tonuyla. Muhtemelen gördüğü bir öğrenciye derin herhangi bir konuya geçme ihtimali olmayan ilk soruyu bu şekilde sorardı. Rozerin en azından onun ağzından birkaç sözcük duyduğu için kendini iyi hissetti. Keşke Ayşen'in bu konuda en ufak bir parmağı olmasaydı. Genç kız kendini Kürşat'ın karşısında zavallı askeri kötü emellerine alet etmek için fırsat kollayan Suelen gibi hissediyordu.
Daha fazla duraksamadan, "İyi gidiyor! Memnunum! Bu sene mezun olacağım." Diye cevap verdi.
"Ne güzel!" Dedi Kürşat titrek bir nefesle. Onu gören oturduğu sandalyede poposuna iğneler batıran birilerinin olduğunu sanırdı. Sanki sağ yanında terörist başı sol yanında ise devlet başkanı vardı ve ülkenin geleceği hakkında büyük bir tartışmanın eşiğine düşmüşlerdi. Bu ılık ılık terlemelerin başka bir izahı olamazdı. "Atanma yakındır o zaman! Şimdiden çalışmaya başlamışsınızdır! Yani öyle düşündüm!" Ne saçmalıyorum ben diye için için kendini yedi bitirdi. Kızın kokusundan mıdır bilinmez kafası çoktan bir milyon olmuştu. "Evet! İşimi iyi yapmak istiyorum."
"Tabii!" Dedi Kürşat kaşının birini kaldırıp yüzü önündeki tabağa dönük bir şekilde Rozerin'e cevap yetiştirirken. "Sonuçta önce okul bitmeli değil mi? Hayat çabuk geçiyor yani! Okul, iş, evlilik derken bir bakıyorsunuz kırklara dayanmış!" Ulan evlilik nereden çıktı keriz diye içinden kendine okalı bir ayar çekti. Oldu olacak okulu bitir de evlenelim de olsun bitsin her şey!
"Nasip kısmet!" Çiftetelli müziği çalmaya başlayınca Ayşen daha fazla duramayıp Rozerin ve Kürşat'ı ayağa kaldırıp oynamaya zorladı. Kürşat "Ben yapmam, etmem!" dediyse de Ayşen'e direnmek pek kolay değildi. Üç kişilik oyunlarına Kürşat'ın bozuk suratına rağmen devam ettiler. Rozerin bu durumdan oldukça rahatsızdı. Fakat şimdi çekip gitmesi pek iyi olmayacaktı. Kürşat neyse de Ayşen'e çok ayıp olurdu. Onlar üç kişilik oyunlarını devam ettirirken Umut da yan yan Türkan'ı süzmeye devam ediyordu. Her zamanki gibi yanındaki sandalyeye kurulmuş, hiçbir şey söylemeden kokusunu almanın mutluluğuyla tatlı tatlı gülümsüyordu. Farkında değildi belki ama Türkan annesine çok benziyordu. Kendisi gibi açık tenli olmasa da tatlı bir esmerliği vardı ve Umut bu gece derdini anlatmadan hiçbir şey olmamış gibi davranmak istemiyordu.
"Bana taze ot görmüş inek gibi sırıtarak bakmaktan vazgeç Çaylak!" dedi Türkan buz gibi bir sesle. Umut önüne dönmeyi düşünse de aynı davranışına devam etmeye karar verdi. İşin sonunda yumruk yemek vardı ama kim sallardı yumruğu. Ölüme kafa atmış adamlar için yumruk pek bir şey sayılmazdı artık! "Çok güzel olmuşsun! Seni pek böyle görmezdim! Gözlerimi alamıyorum o yüzden." Kurdukları cümleleri birbirlerinin yüzüne bakmadan söylemişlerdi. Türkan göz ucuyla yanındaki delikanlıya baktı. Alışık değildi aslında böyle sözlere. Kalbi de hafiften ısınmadı dese yalan söylemiş olurdu. Şu umut yakışıklı çocuktu hani! Şeytan tüyümü vardı nedir? İnsan kızıp harlansa da kıyamıyor kerataya.
"Sağ ol devrem!" Dedi dudağını hafifçe sarkıtarak. Gülümsemek için içinde savaş vermesi gerekmişti ama neyse ki başarmıştı. " Sen de iyisin yani! Bayağı iyi olmuş! İyi!" Umut yüzündeki kocaman tebessümle sayıklar gibi, "İyi!" diye karşılık verdi. İyi az şey değildi sonuçta. Bayağı bayağı şeydi yani! Demek ki kız da kendini iyi bulduğuna göre beğeniyordu. İyi kelimesi önemli şeyler için kullanılan bir şeydi değil mi? Her şey bir iyi ile başlayabilirdi.
"Hiç dans ettin mi?" Türkan dudaklarını öne doğru toplayıp cık tarzında bir ses çıkardı. "Ben anlamam öyle şeylerden! Abilerim arada halaya falan durur ama ben pek bilmem!" Abilerim sözcüğü Umut'un kısa süreli bir kalp krizi geçirmesine sebep oldu. Demek abileri vardı. Ler eki en az iki kişiyi karşıladığına göre ilişkiye şimdiden otostop çekip çamur yiyen bedbaht yolcu yakıştırmasını yapsa çok ileri gitmiş sayılmazdı. "Ya!" Türkan Umut'un atan renginin farkındaydı. Genellikle kendisine yaklaşmak isteyen erkekler bu sözcükten sonra geri basıp, "Eyvallah bacım!" demeye başlardı. Bakalım bu çaylak ne tepki verecekti. "İsimleri ne?"
"Dumrul, Cabbar, Abdülkerim..." Umut bir karış açılan ağzını kafasını sallayarak zoraki kapattı. "İsimleri de güzelmiş! Ne iş yaparlar!"
"Dumrul abim kasap, Cabbar polis, Abdülkerim de benim gibi asker..." Bugün Allah resmen Umut'un belasını vermişti. Bu işleri yapan adamların sert olmama hali karpuzun kabuksuz yerden bitmesi gibi bir şeydi. "Ne güzel? Meslektaş sayılırız yani! Dumrul hayvan kesiyor değil mi? Yani hayvan!" Türkan salak mısın der gibi yan bir bakış atınca Umut titreyen ellerini hafifçe dizlerinin arasına alıp ısıtmaya çalışır gibi ovdu. "Tabii ki de hayvan kesiyor! İnsan kesecek değil ya!"
"Tabii ki de hayvan, hayvan yani!" diye kekeledi Umut. Türkan ciddi, vakarlı bir ifadeyle başını sallarken yeniden, " hayvan!" diye sayıkladı. "Ne?!"
"Hayvan!"
"Bana mı dedin sen onu!" Umut faltaşı gibi açılan gözlerini pot kırdığını hissettirerek kapattı. "Hayır tabii ki! Şaşırmışım affedersin!" Şimdi Türkan'ın erkek gibi davrandığı anlaşılmıştı. Bu kadar abinin içinde büyümüş ister istemez huyundan suyundan kapmıştı. Bu kadar erkeğin içinde kız cinsel benliğini bırak milli benliğini bile kaybedebilirdi! Sakıncalı!
Cesaretini toplayıp, "Bir gün tanışmak isterim!" diye ekledi. Umut'un bu cesaretli tavrı Türkan'ın da ilk kez yüzünün gülmesine sebep olmuştu. Kendisini askerlik arkadaşı gibi görmeyen ve bir kadın gibi davranan erkek sayısı yok denecek kadar azdı. Abileriyle tanışması da cabası... "Olur!"
"Biraz yürüyelim mi?" Genç kız kabul edip etmemek arasında kalmıştı. Fakat romantik müziğin çaldığını duyunca dansa kaldırılmaktansa yürüyüşe kaldırılmayı tercih etmişti. Bu kaçış Türkan için ele geçmez bir fırsattı. Umut sandalyesini çekip ona eşlik etti. Yürürken eften püften birkaç iş meselesini konuşmuş olsalar da bu kadar aşama kat ettiği için genç adam memnun bile sayılırdı. Lojmanın dışına çıktıklarında gördüğü baloncudan birkaç tane balon aldı ve şaşkınlıkla kendisine bakan Türkan'a uzattı. Türkan'ın siyah gözleri bir süre balon ile Umut arasında gidip gelse de dudağının sol tarafı üste doğru sol damağını açıktı bırakacak şekilde yukarı seyirdi. "Bunu ne yapacağım ben şimdi? Oynayacak yaşı çoktan geçtim!" Umut saf saf gülümsedi. Sokak ışığı gözbebeklerini daha da tatlı bir renge bürümüştü. "Uzak bir yere koyarız atış yaparsın! Nişancılığın dillere destan!"
Türkan balonlara uzaylı gibi bakıp kendisine gülümseyen Umut'a balonları işaret etti. "Atış iyi fikir! Bunu sevdim!" Yüzünde beliren tebessüm Umut'un kalp çarpıntısı zapt edilemez bir boyuta taşımıştı. Demek Türkan arada sırada gülmeyi becerebiliyordu.
Onlar yürüyüşlerine devam ederken tim de eğlencenin dibine vurmakla meşguldü. Romantik müziğin girmesi ile birlikte Ayşen aradan çekilip yanıbaşındaki iki gencin ellerini birbirine tutuşturdu. Ara ara kaşıyla gözüyle dans etmeleri yönünde telkinde bulunmuş, araya kibrit çöpüyle de olsa ışık sızdırabilmişti. Ayşen bu kadar istekli iken Kürşat'a istemem demek düşmezdi. El pençe divan mecbur Ayşen'e boyun eğip Rozerin ile dansa tutuştu. Ayşen Cihangir'e sarılıp cilveli edalarla karnındaki bebeğin verdiği rahatsızlık hissini umursamadan dansa koyuldu. Onlar kâh gülüp kâh romantik romantik bakışırken, Zeren'in bakışları da ister istemez Ozan'a kayıyordu. Aralarında geçen o son konuşmadan sonra delikanlıya bir haller olmuştu. Zeren'e yaklaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan genç adam onu gördüğünde yolunu değiştiriyor, gözleri yanlışlıkla bile tesadüf etse kötümser bakışlarından Zeren nasibini almaktan kurtulamıyordu. Bu kadar çabuk mu sönüp gitmişti aşkı? Hiç mi mücadele etmeyecekti onun için? Haklıydı sonuçta! Tim arkadaşlarının yanında Ozan tarafından aşağılanmış, gururu incitilmişti. Tepki vermeyip hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam mı etmeliydi?
Sadece vereceği tepkiyi ölçmek için elindeki su dolu kadehi kazayla olmuş gibi yere bıraktı. Çıkan şıngırtı Ozan'ın dikkatini çekse de bakışları bir saniyeden fazla Zeren'in üzerinde dolaşmadı. Aslında içi yanıyordu. Kendini ihanete uğramış gibi hissediyor, en yakın arkadaşlarından Erkin'in sevdiği kız ile gizli saklı gönül ilişkisi yaşamasını ruhuna sindiremiyordu. Kimseyi alıp karşısına konuşacak falan değildi. İçindeki derdi beynini deşerek de olsa kendi kendine bitirecekti. Şu saatten sonra Zeren istese de gururlu her erkek gibi Ozan bu işe tamam demezdi. Madem çok dertlisiydi sarılıp koklaşacak kadar düşkündü Erkin'nine Zeren hanım istediği ile olmakta serbestti.
Zeren'in ilgili kıskanç bakışlarına aldırış etmeden, hemen yan masadaki hanımefendinin yanına geçip onunda oldukça koyu, neşeli bir sohbete girişti. Konuştuğu lojmandaki askerlerden birinin kız kardeşiydi ve ne yazıkki Zeren bu kızdan hiç hoşlanmıyordu. Genç kadının içi içini kemirirken hiçbir şey olmamış gibi öylece durması zor gelmişti. Gidip elindeki tabağı Ozan'ın kafasına geçirse çok mu ayıp ederdi, çok mu haddini aşardı bilemiyordu. Aslında yapmak istediği şey iyi veya kötü olduğunu düşünmeksizin tam olarak buydu. Yanı başındaki Erkin'in "İyi misin?" sorusunu gözlerini bir kez kırparak olumlu cevap verdi. Fakat bakışları sadece ve sadece Ozan'daydı. Bu kadar çabuk vazgeçmesini, kendisini unutup başka limanlara yelken açmasını kaldıramıyordu.
Ferit, önündeki yemeklere gömülüp etrafında olan biten hiçbir şeyi umursamayan o kaygısız kişiydi. Üç sene öncesinin sütünü dolapta unutacak kadar evden habersiz bir adamın başına gelecek en güzel şeyi yaşıyordu şu an. Efsane dolmalar, sarmalar, içli köfteler ve daha niceleri... Şu güzel masanın tadını çıkarmak varken hatunu ne yapacaktı? Hatun hayatında olsa bile yüzünü görecek zamanı vardı sanki? Aşkların en büyüğü, en iyisi mideyle yaşadığıydı. O tıkıştırırken Yadigâr'ın tek derdi akşam ezanın okunup okunmadığıydı. Şimdi tası tarağı toplayarak evine gidip ibadetini yapsa çok mu ayıp etmiş sayılırdı?
Erkin gözlerini Alina'dan kurtaramıyordu. Barbaros'la yaptıkları son konuşmaya rağmen onu içinden söküp atmak için yarası fazla tazeydi. Barbaros ise bu bakışlardan oldukça rahatsız olmaya başlamıştı. Arkadaşının gözünün üstüne hatırı sayılır bir yumruk indirmemek için tırnaklarını masanın altına geçirmiş, adeta masaya günah keçisi muamelesi yapmıştı. Kendisinin hali de Erkin'den farklı değildi aslında. Alina her ne kadar evinde, annesiyle görüşse de kendisine yakınlık göstermiyor, o eski kız arkadaşının geldiği o günden bu yana mesafelerini daha fazla koruyordu. Ayça resmen görevin içine tüy dikmişti. Şimdi üsteğmenin göçmen kızını riyakar duygularına inandırması çok daha zordu. Kıskanmış mıydı? Bu yüzden miydi bu asık surat, soğuk tavırlar? Keşke o güzel elbisenin içinde bu kadar cazibedar durmasaydı. Üsteğmen göçmen kızına bakarken feleği şaşıran aklını toparlamakta hiç olmadığı kadar zorlanıyor.
Alina da bakışlarını oynayan çiftlerden ayırmıyor, güzelliğinin farkında olsa da kafasındaki curcunayı bir türlü durduramıyordu. Barbaros'u kıskanmıştı hem de çok! Ama içini ona dökemeyecek kadar da gururluydu. Bakışları kendisine uzatılan yüzeyi hafif tüylü bir el ile sarsıldı. Tanımadığı bir askerden dans isteği almıştı. Barbaros ateş saçan gözlerle Alina'ya baktı. Bu kız canına susamış olamazdı değil mi? Alina kıskançlığın verdiği öfkeyle kendisine uzatılan eli tutup piste yöneldi. Sonuçta bu ilişki gerçek bile sayılmazdı. Kağıt üstünde karısıydı ve o nasıl kız arkadaşlarıyla ilişkisine devam edebiliyorsa Alina da pekala başkalarıyla arkadaşlık kurmakta serbestti.
Karşısındaki esmer delikanlıya bakmadan aralarındaki mesafeyi koruyarak hafif tempoda bir dansa tutuştular. Barbaros ise yerinde barut gibi patlayacak yer arıyordu. Kağıt üstünde de olsa karısının bir başka adamın kolunda olmasını kaldıracak durumda değildi. Alina'nın incecik belinin o adamın eline temas ettiğini, ellerinin ve parmaklarının o yabancının avuçlarında ısındığını düşündükçe kan beyninde bange jamping yapıyordu.
Yumruklarını sıkıp tırnaklarını avuç içlerine geçirdi. Sıkmaktan tüm dişleri çenesinin şeklini bozacak kadar şaşırmıştı. Hissettiği bu duyguya anlam vermek zordu ama o kadar rahat olmak Barbaros gibi bir adam için kolay değildi. Bu görüntüye 1 dakikadan daha fazla dayanamayıp zıpkın gibi yerinden fırladı. Aynı şeyi Erkin de yapmak istemişti ama üzerine vazife olmadığını bildiği için susup tahammül etmeye çalışmıştı. Genç kadın ne olduğunu bile anlamadan bileğine yapışan sıcak ellerle neye uğradığını şaşırttı. Barbaros bileğinden çekiştirip karısının elini yabancıdan kurtarmış ve gövdesine yapıştırarak Alina'nın yabancıyla olan temasını olabilecek en barbar şekilde bitirmişti.
"Bu saçmalığa bir son ver! Yoksa..." Sesi düşündüğünden yüksek çıkmıştı.
"Yoksa..." dedi Alina bozuk Türkçesi ve tatlı şivesiyle. Üsteğmen, "Hey ne oluyor?" diye öne atılan yabancıyı sertçe göğsünden itti. "Kes sesini!"
"Yavrucuğum!" Diye atılan annesine bakmamıştı bile. Alina'yı kolundan tutup çekiştirmeye çalıştığında Hana da dahil herkes bu tuhaf gösteriye odaklanmıştı. Ferit, "Şimdi dananın kuyruğu koptu!" diye umursamazca güldü. Dudaklar çoktan dişler tarafından istila edilmişti.
Alina bedeninin verdiği tüm gücü kullanarak kolunu Barbaros'tan kurtarmaya çabaladı. Danslar bitmiş, herkes onlara odaklanmıştı. Üsteğmen, "Barbaros" diye atılan Cihangir'e "Sen karışma!"diye ilk kez posta koydu. "Buna hakkın yok!" Alina'nın telaşlı sesi onu durdurmaya yetmeyecekti. Hakkı olmadığını biliyordu. Görevin arkasına sığınmak bile fazla hayalciydi şu durumda ama kalbinden taşan öfkeye engel olamıyordu. O pislik Alina'ya dokunmuş, bunu yaparken de kim bilir aklımdan ne p...likler geçirmişti. Bu şerefsiz Alina'nın üsteğmen Barbaros Ege Demirsoy'un karısı olduğunu bilmiyor muydu?
"Bırak dedim sana asker, bırak!" Alina'nın haykırışı daha fazla kötü manzaralara maruz kalmaması için Zeren'i Hana'ya yönlendirdi. "Karımsın sen benim be karım!" Yabancı öne atılıp Alina'nın koluna uzanmaya çalıştığında Barbaros sert bir yumrukla adamın tüm yüzünü dağıtacak bir karşılık verdi. O yere ezik domates gibi devrilirken Alina'nın dudaklarından firar eden çığlık kulakları doldurdu. Barbaros bu ortamda daha fazla rezillik çıkarmamak için genç kadını leğen kemiğine yaslayıp sağ koluyla sarıp sarmalayarak çığlıklarına aldırmadan şaşkın bakışlar eşliğinde ortamdan uzaklaştırdı. Aracına yakın oldukları için dakikalar sonra yere indirip aracın kapısını açtı. Alina kısa bir bocalamanın ardında karşısındaki adama sert bir tokat patlattı. Yaptıkları affedilecek türden değildi. Tokadın şiddeti üsteğmenin başını hafifçe yana düşürse de yumruğunu jipinin kaportasına indirmekten fazlasını yapmadı.
Çok öfkeliydi ve Alina'nın biraz aklı varsa şu saçmalığa daha fazla devam etmezdi. "Karımsın sen benim! O pislikle gözlerimin önünde yapışık bir şekilde dans edemezsin! Jonny'nin Michel'in kafa sallayıp okey dediğine Eyvallah demez bu Anadolu çocuğu!" Alina akıl hastası olarak gördüğü adama öfkeyle baktı. "Seni daha fazla dinleyemeyeceğim! Sen nasıl istediğin kadınla, istediğin zamanda görüşüyorsan ben de dilediğim gibi davranma hakkına sahibim!" Yeniden nişan alanına yönelen göçmen kızını duvara yasladı. "Eğer gidip o p...in bütün sülalesiyle fantezi yapmamı istemiyorsan aklından geçene bir destur de!"
Alina işaret parmağını üsteğmeni tehdit eder gibi uzattı. "Sakın o imzayı kullanarak hayatıma karışma!" Barbaros derdini anladığı kadının işaret parmağını kanca haline getirdiği işaret parmağıyla yakaladı. "Senin hayatın yok göçmen kızı, bizim hayatımız var! İkimizin!"
Alina bağırarak "Düne kadar nefret ediyordun?" Diye itti sevdiği adamı. İçine dolup taşan ateş umrunda değildi. Gururunu öldürerek sevecekse hiç sevmemeyi tercih ederdi. "Yüzümü görmeye bile tahammülün yoktu! Ne zaman hayat bizim hayatımız oldu?" Üsteğmen elini sertçe Alina'nın yaslandığı duvara indirdi. "Oldu işte! Oldu anladın mı? Sana aşık olduğum gün oldu!" Alina hayretle titrerken Barbaros plansız bir şekilde onu belinden kavrayıp kendine çekti ve dudaklarını birbiriyle buluşturdu. Bunu neden yaptığının ya da davranışının ne kadarının görev olduğunun bir önemi yoktu. Sadece dudaklarını hissetmek istiyordu. Artemis çiçeği bir yangındı ve üsteğmen ona çekilip yanmaktan kurtulamıyor, her bir zerresinde dolaşan alevleri zevkle izliyordu.
Alina başta yaşadığı şaşkınlıktan sıyrılmış ve hata yaptığını düşünse de ona karşılık vermekten kurtulamamıştı. Haftalarca cam kenarında görevden dönmesini beklediği, tek bir bakışıyla yüreğini talan eden adam karşısındaydı. Ve aklı kalbinin handikapları arasında çoktan kaybolmuştu. Benimdeki arzu tüm nöronlarına kilit vurmuştu. Elleri ensesini okşasa da aklı bu yalancı bahara kanmaması gerektiğini çoktan zihnine çivilemişti. Dudakları o sıcaklığı ve yumuşaklı en derinden hissetmek istiyor, tüm duyularını üsteğmenin boynundan gelen koku talan ediyordu.
Sanki biraz önce karşılık veren o değilmiş gibi iki eliyle sevdiği adamı göğsünden itti. Nefes nefese kalmalarını umursamadan ikinci kez tokadı yüzüne yapıştırdı. O an içinden geçen, binlerce kez seni seviyorum demekti ama yaşananlardan olsa gerek göçmen kızının yüreğindeki pranga hemen çözülecek gibi değildi.
Hiçbir şey söylemeden askılı, bordo elbisesinin yırtmacını rüzgarda savurarak yanında koşarak uzaklaştı. Kendilerini nemli gözlerle uzaktan izleyen Erkin'i telaştan fark edememişti. Adımları koşarken ayakkabısı ayağından çıktı. Geri dönüp almak aklının ucundan bile geçmedi. Hana'nın Zeren'le olduğunu bildiği için yüreği rahattı. Devam edip sadece ondan kaçmak istiyordu.
Erkin uzaktan izlediği arkadaşına hüzünlü bir şekilde gıptayla baktı. Barbaros karanlığın içindeki dostunu fark edemeyecek kadar sersemlemişti. Erkin'i bilmeden Alina'ya dokunan dudaklarını parmak uçlarıyla yokluyordu. Göçmen kızını kendisine aşık etmeyi planlarken bu öpücük aklının ucundan bile geçmemişti. Onu bu davranışa iten şey kalbinin ürpermesine sebep oldu. Daha fazla duramayıp peşinden gitti. Yolda külkedisi masalında olduğu gibi Alina'nın ayakkabısını bulmayı beklemiyordu. Gözleri ayakkabılarda dolaştı. Bu sivri topuklu şeyleri kafasına geçirmediği için Allah'ın merhametine duacıydı. Bu topuklular 100 tokattan daha fazla beyninde tahribat bırakabilirdi.
Elindeki ayakkabılarla Alina'nın kapısının önüne geldiğinde adımları duraksadı. Basamakları birer birer çıkıp ahşap kapının önünde diz çöktü ve omzunu yan bir şekilde kapıya başıyla birlikte yasladı. Dudaklarındaki o tadın geçmesini dilemediği için yutkunmayı bile istemiyordu. Erkin'in kendisini takip ettiğinden habersiz parmakları kapıyı okşadı. Alina'nın kapının ardındaki kesik nefeslerini duyabiliyordu. "Özür dilerim!" Alina onun sayıklayışının duyduğunda sırtını yasladığı kapıdan biraz daha doğrulup sağ eliyle nefesini bastırdı. Burada olduğunu bilmesini istemiyordu. Gözyaşları yüzüne akıp makyajının içinden geçerken onun varlığının bedenindeki ateşi harlamasına tahammülü kalmamıştı.
Hava soğuk sayılırdı. O dokunuşa kadar oldukça üşüdüğü bile söylenebilirdi ama şimdi basan ateş bedenini terletmişti. Erkin uzaktan onları izliyordu. Açık kalan perdenin ardındaki Alina'yı ve ona dokunmak için kapı ile yoldaş olan ve hâlâ kendini görevinin derdinde sanan Barbaros'u... Uzaktan yumruk yaptığı elini balkonundaki direğe alnıyla birlikte yasladı. Düştüğü çıkmaz boğulmasına, tüm kemikleri kırılmışçasına kıvranmasına sebep oluyordu. Başına duvardan ayırmadan elindeki fotoğrafa baktı. Alina'nın gelinlikler içindeki haline içten içe yutkundu. Bir başkasının karısı olmak için giydiği o gelinlikten bile nefret ediyordu. Gözleri ağlamak için yer ararken parmakları göçmen kızının bir başkasına helal olan dudaklarında dolaştı.
"Ah Alina! Alışmak zorunda kalmak hiç bu kadar yormamıştı. Hiçbir vazgeçiş ömrümden böyle azar azar alıp öldürmemişti. Sil at kendini ömrümden! Azat et beni senden!"
Ah sonunda paylaşabildim. Defne sağolsun dünkü planlarımı alt üst etti. Bölümü sevdim arkadaşlar. Umarım siz de beğenmişsinizdir.
Sizce bu hikaye nereye evrilecek? Farklı düşünceleri olan var mı? Beni takip etmeyi unutmayın! daha kavuşacağımız çok hikaye var!☺️ Yıldızlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum
İnstagram: seyma_yldz_koc
Wattpad: syildiz_koc
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.85k Okunma |
327 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |