13. Bölüm

13. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻GÖREV İÇİN

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

14. BÖLÜM: GÖREV İÇİN!

 

Sonunda grip olan hasta yazarınız geldi. Çok zor bir hafta geçirdim. Bölümü resmen ölüm kalım savaşı vererek tamamladım ama içime sindi diyebilirim. Yavaş yavaş birinci kitabın sonuna geliyoruz. 🪻☺️

Bu kurgu epey içime sindi. Ben de bir göçmen kızı olduğum için Alina'yı yazmak gerçekten mutluluk verici. Erkin ve Barbaros'un tası açılacak gibi duruyor. Alina ise çoktan Leyla oldu. Bakalım Barbaros ona ne kadar direnebilecek ? Hepsi sizlerle olacak. Şimdilik hoşçakalın! Duyurular ve destekler için instagrama bekliyorum. ☺️🌹

İns: seyma_yldz_koc

Kitappad: syildiz_koc

 

 

Medya: Cümlenin sonu (Dedublüman) 🎶🎶

 

Alina'nın Kaleminden

Sırtımı dakikalarca kapıya yaslamış, onun yakınımda olduğu gerçeğini sindirmeye çalışmıştım. Gözlerimden dökülen yaşlar yanaklarımdan süzülüp göğsüme aktı. Yutkundum. Bana dokunduğu anları ne yapsam zihnimden atamıyordum. Duygularımı gizlemeye çalıştıkça onun batağına daha çok saplanıp kaldığımı farkındaydım. Tüm engelleme çabalarıma rağmen üsteğmene çekildiğimi biliyordum. Son sözlerimle ve davranışlarımla birlikte artık o da kendisine karşı boş olmadığımın farkındaydı.

İçimden bir ses," kaç!" diyordu. "Ondan sana hayır gelmez!" kaçıyordum. Bana dokunduğunda ona karşılık vermekten kurtulamamış sonunun hüsran olacağını bildiğim halde onunla geçireceğim birkaç dakikanın mutluluğunu yüreğimden esirgememiştim. Defalarca buradan çekip gitmeyi düşünmüştüm. Ne yazık ki gitmek için çırpınan ayaklarıma kalbim müdahale etmekte gecikmemişti. Kapının ardında nefes alışverişlerini duyuyordum. Aramızdaki bu engeli kaldırıp ona sımsıkı sarılmak istiyordum ama yaşadıklarımız ve gururum buna asla izin vermiyordu. Dışarıdan gelen adım sesleri onun ayaklanıp benden uzaklaştığını gösteriyordu. Kafası karışmış bir halde bir süre yaşadığım eve uzaktan bitkin gözlerle baktı.

Perdenin ardında onu yeniden görmüş dağılmış saçlarına, saçlarıyla uyumlu sakallarına özlemle bakmıştım. Bakışları bulunduğum pencereye yönelir yönelmez kendimi yeniden gizledim. Ellerim istem dışı dudaklarıma kaydı. Yaşadığım anlar defalarca gözlerimin önüne gelip gitti. Bu andan çıkmak istemiyordum. Beni kendine çekip öptüğü anları unutmak acı vericiydi. Hazel'i düne kadar çok severken şu an bana yaklaşmasının tek bir sebebi olabilirdi. Arzular... İstediğim şey arzular değildi aşkın ta kendisiydi. Bu gerçek sadece canımı yakıyordu.

Parmak uçlarımla yeniden dudaklarıma dokundum. Dudaklarının nemini ve sıcaklığını hâlâ hissediyor olmam ne kadar normaldi? Dilinin damaklarımda dolaştığın dair olan hisler beni buradan çekip gittiğimde de terk edebilir miydi?

Kapının tıklama sesi kalbimi yerinden oynatmak için yetmişti. Yoksa benimle konuşmak için geri mi dönmüştü? Sesimi titretmemeye gayret ederek, "Kim o?" Diye karşılık verdim. Hana'nın "Sestra!" Diyen sesini duyduğumda biraz daha rahatlamış bir şekilde başımı geriye doğru bıraktım. Bu gece Barbaros dozumu fazlasıyla aşmıştım. Alelacele kapıyı açıp kardeşimi içeri almak için hamle yaptım. Karşımda Ferit ve Zeren'i görmeyi beklemiyordum. Hana yüzüne bakar bakmaz kaşlarını çatmış dudaklarına anlamsızca büzmüştü. Bakışlarım saniyeler sonra Ferit ve Zeren'i buldu. Yüzlerinin kızardığını bıyık altından kıkırdayıp güldüklerini fark etmiş ve anlam verememiştim. "Neyse!" Dedi Ferit. "Biz daha fazla sizi tutmayalım. Bıldırcını teslim ettiğimize göre nihayet evimize gidip uyuyabiliriz." Ses tonundaki titreme ve alay canımı sıkmıştı. Saçım başım dağılmış makyajım bozulmuştu sanırım. Bu yüzden mi gülüyordu? Zeren ondan daha fazla kızarmış bir şekilde, "İyi akşamlar! Tatlı rüyalar!" diye karşılık verdi.

"Tatlı rüyalar!" dedim bozuk Türkçemle. Kapıyı kapatır kapatmaz kıkırdamalarının arttığını duyarak kardeşimle birlikte salona geçtim. Kafasındaki o kocaman soru işareti ile hâlâ yüzüme diktik bakıyordu. "Sestra! Neden palyaço gibi görünüyorsun? Dudakların..." Kararsızca gözlerini kırpıp burnunu kırıştırdı. Hazırlanırken kullandığım makyaj aynasına baktığımda utançtan yüzümün mora çalması uzun sürmemişti. Dudaklarımdaki rujun çeneme kadar dağıldığını fark etmek bir ateşin tüm bedenimi sarıp beni yakmasına sebep oldu. Anlamışlardı. Beni öptüğünü, bu gece yakınlaştığımızı fark etmişlerdi. Sadece o öpmedi dedi iç sesim. Ve haklıydı. Karşısında bir kadına göre fazlasıyla cüretkardım. Yumruklarımı sıkıp dudaklarımı dişlerimin arasına geçirdim.

Önümdeki peçetelikten bir yaprak alıp dudaklarımdaki tüm ruju öfkeyle Hana'nın gözlerinin önünde silip attım. O anlamsızca bakarken çoktan elini tutup yatağına götürmüş ve onu öperek uyutmuştum. Yarın işe biraz daha geç gideceğimi biliyordum, aslında uyumak için muhteşem bir zamanlamaydı. Fakat uyuyamıyordum. Sevdiğim adam yan evdeydi ve bu gece aramızda ilk kez sınırları aşan bir yakınlaşma gerçekleşmişti. Kalbim böyle deli gibi çarparken nasıl uyumayı akıl edebilirdim ki?

Banyoya geçip üzerimdeki elbisenin bacaklarımdan sıyrılmamasına izin verdim. Duş başlığının altında sıcacık suyun bedenimden akıp giderken o anlar defalarca film makinesi gibi gözlerimin önünden geçip gitti. Suyun dudaklarıma değmesini istemiyor, bana yaşattığı hislerin bitmesinden korkuyordum. Saçlarıma şampuan döküp dakikalarca kendime duruladım. Bornozu üzerime geçirip karman çorman olan düşüncelerimden biraz olsun kurtulmuştun. Sıkı bir şekilde kapatılan kalın perdeleri aralamak için içimde büyük bir arzu duydum. Olan bitenden sonra hâlâ onu görmek ve evinde ne yaptığını izlemek istiyordum. İflah olmaz bir röntgenciydim.

Saatlerce cam kenarında onu düşündükten sonra nihayet bacaklarımın sızısına dayanamamış ve kendimi Hana'nın hemen yanına, yastığın üzerine bırakmıştım. Onun kokusu iyileştiriciydi. Barbaros'u unutmak için adeta yardım çığlıkları atan yüreğim kardeşimin kokusuyla biraz olsun derman bulmuştu. Dakikalarca uyku uyanıklık arasında gidip gelsem de onu düşünmekten kendimi uykuya bırakamıyordum. Benden huzurlu gecelerimi çalmıştı. Aşktan habersiz yüreğimi avuçlarına alıp meftun oluşuma hayalini bir hevesle bakmıştı. Onsuz nasıl yaşanır; görmeden, beklemeden yokmuş gibi nasıl davranılır bilmiyordum. En kötüsü de onu ilk gördüğüm andan beri bu hislerle mücadele ettiğimi yeni yeni fark ediyordum.

Kendimi yeniden aynı pencerenin önünde buldum. Evine baktığımda ışığının hâlâ sönmediğini, cılız bir aydınlığın kalın perdelerin arasında yoklukla mücadele ettiğini görebiliyordum. "Ne olur git üsteğmen! Burada uzun süre kalamayacağımı biliyorum. O sorgu odasında bir terörist gibi muamele gördüğümde anladım ben! Bu iklime yabancı kalmak zorunda olan bir göçmen kuşuydum. Geldiğim gibi gitmesini, sevdiğim gibi seni unutmasını da bilmeliydim." Perdeyi aralayıp camın ardındaki oksijeni soğuk havaya aldırmadan ciğerlerime doldurdum. Sığamıyordum hiçbir yere! Şairin dediği gibi. Ya ben fazlaydım buralara ya da birileri eksik... Başımı kaldırdığımda aynı bal rengi gözlerle karşılaştım. Onu da uyku tutmamıştı. İkimiz de karşı karşıya olan pencerelerimizde birbirimizi kollayarak, günlerimizi geçiriyorduk.

Utanmıştım ama bu sefer bir korkak gibi kalın, krem rengi çiçek desenleri olan perdenin ardına saklanmamıştım. Dakikalarca onun gözlerimde kayboldum. Kızgındım. Bir o kadar da kırgın... Bana olan bu yönelişini deli gibi istesem de kabullenemiyorum. Bir şeyler eksik ve samimiyetsiz geliyordu. Bu kadar kısa zamanda Hazel'i unutup bana tutulması saçma geliyordu. Ben onun gözünde Hazel'in katiliydim. Sevdiği, evlenmek istediği kadının sebebi olmuş, ikisi için planladığı hayatı ellerimle paramparça etmiştim. Şimdi beni neden onun yerine koyup sahiplenmek istiyordu?

Hana'nın uyku halinde dökülen mırıltılarını duyduğumda bakışlarım ondan ayrılıp yan odaya mıhlandı. Pencereyi kapatıp perdeyi yüzüne çektim. Sabahı yine zor etmiştim. Hana ile balkonda güzel bir kahvaltı edip papatya desenli beyaz bir elbise giyerek bahçeye çıkmıştım. Etrafımızda dolaşan çocuklar içimdeki kara bulutları kısmen de olsa dağıtmayı başarmıştı. Saçlarıma küçük birkaç dalga atıp kısa kollu papatyalı elbisenle bahçede dolaşmaya başladım. Hana açan bahar çiçeklerini çok sevmişti. Onların etrafında dolaşmak küçük kız kardeşime kendini oldukça iyi hissettirmişti.

Savaş zamanlarındaki o korkunun yerini her geçen gün artan bir yaşama sevinci alıyordu. Siyah saçları iki yanından dalgalanıp çocuksu neşesine eşlik etti. "Sestro, pogledaj leptire! (Abla kelebeklere bak!)" Etrafımızda dönüp duran mavi kelebeklere gülümseyerek baktım. Kelebek etrafımda iki tur attıktan sonra kendisine uzattığım şefkat yüklü bakışlara kayıtsız kalamayıp işaret parmağımın üzerine kondu. Sesli bir şekilde güldüm. "Leptir je sleteo! Sprijateljio se sa mojom sestrom. (Kelebek kondu! Ablamla arkadaş oldu!)" Onun mutluluğu kıkırdamama sebep oldu. El çırpıp diğer asker çocuklarıyla birlikte etrafımızda dönüp neşeyle kahkahalar atmaya başladılar. Dün geceki kabus kalbimi çoktan terk etmişti.

Kelebek curcunalı davranışlarımıza daha fazla dayanamamış olacak ki birkaç tur daha kanat çırptıktan sonra masmavi gökyüzüne karışarak hayatını karanlıklardan kurtarmaya çalışan başka insanlara umut olmak için uzaklaştı. Bahçede uzun halatlarla büyükçe bir dala bağlanmış bir salıncak vardı. Kelebeğin peşindeki çocuklar onu fark eder etmez etrafında dönüp durmaya başladılar.

"çelebik cittiiiiii," dedi Hana bozuk Türkçesiyle. "Kelebek!" Diye düzelttim. "Kelebek gitti diyeceksin Hana!"

"Çilebik!"

"Ke-le-bek" Hana siyah gözlerini kırpıştırıp alt dudağını ısırdı. "Çilebik!" Daha fazla üstelemedim. Hana için Türkçe telaffuz o kadar kolay olmayacaktı. Hana pembe panterli çantasından birkaç fotoğraf çıkardı ve gözlerimin içine bakarak kalbinin üzerine bastırdı. "Sestra! Mamayı çok özledim!" Uzun zaman sonra annesinin fotoğrafına bakmanın buruk hüznünü hissetti. Ona yapılanları affedemiyordum. Kardeşlerimin öldürülmesini, Bosna halkının perişan edilmesini kabullenemiyordum. Düşmanlarıma katil damgası yemek pahasına saldırmış ve büyük zararlara uğramalarını sağlamıştım. Ne yazık ki bu kadarı içimdeki ateşin sönmesi için yetmiyordu.

Hana kıyafetinin cebinden çıkardığı minik fotoğrafları bana gösterdi. Dokunaklı gözlerle her bir santimini incelemeye koyuldu. "Onları çok özledim!" Güçlü durmak için dudaklarımı ısırıp içimdeki tüm acıları bastırmaya çalıştım. Buradaki huzurumuz ne yazık ki yaşadığımız o korkunç günleri silip atmaya yetmiyordu. Yatağıma her kıvrıldığımda görmek zorunda kaldığım her şeyi bir bir hatırlıyor ve rahatımdan utanıyordum.

"Hepsi geçecek!" Hana Elindeki aile fotoğrafını göğsünün üzerine bastırıp gözlerini kapadı. Üzülmemem için bakışlarındaki nemi gizlediğini anlamıştım. Yetişkin bir kız gibi mızmız ederek beni üzmemeye çalışıyor olması gerekenden çok daha olgun davranıyordu. Fotoğraflara hasretle bakarken ona annemizden kalan boşluğu hissettirmemek için göğsümün üzerine bastırıp kalp atışlarımın ritmini ve tenimin sıcaklığını hissetmesini sağladım. Dudaklarımdan tatlı bir ninni kalbime ve duygularıma karışıp döküldü.

"Merhaba!" tanıdık ses karşısında elindeki birkaç fotoğrafı istemsizce yere düşürdüm. Bakışlarını aynı zemine indirdiğinde gözlerinin önüne bir çift bal rengi bakış düştü. "Babinos!" Hana bindiğimiz salıncaktan inip Barbaros'un boynuna atıldı. Üsteğmen onu kucaklayıp alnından öptü. Sevimli sesler küçük çocuğa daha da bağlanmasına, ona olan sevgisi kalbindeki yaraların kapanmasına sebep olmuştu. "Bıldırcınım bu sabah nasılmış!" Hana onun sözlerinden bölük pörçük bir şeyler anlasa da kafasında net bir şey belirmemişti. Minik kardeşimin boş bakışlarını fark edince Hana'ya Boşnakça çeviri yapma ihtiyacı hissettim.

Hana başını üsteğmene neşeyle sallayıp, "İyi, cici!" Diye karşılık verdi. Üsteğmen onun tatlı burnunu sıktı. "Demek bu harika bahar sabahında salıncakta sallanmaya karar verdiniz!" Başımı kaldırıp ona bir kez bile bakmamış, gözlerini gördüğümde öfkenin yüreğimi terk etmesinden korkmuştum. Barbaros ise beni aksine bakışlarını üzerimden bir an olsun ayırmıyordu. Soğuk davranışlarıma rağmen teklifsizce salıncağın hemen yan tarafına oturup sesli bir nefes verdi.

"Bir selam yok mu bayan Alina Demirsoy!" Gözlerimi yumup yumruklarını sıktım. Bana böyle hitap etmesinden hoşlanmıyordum. Eğer lakaplarımdan birini tercih edecek olsam göçmen kızını tercih ederdim. Mesafeli olmamıza yardım eden tek lakap da buydu. Kendi soyadını adımın yanına eklemesi kendimi ona daha çok ait hissetmeme sebep oluyordu.

"Küs müyüz?" Kalkıp gitmek için hareketlendiğimde kolumu incitmeden yakaladı ve önümde bir set oldu. "Dur lütfen! Konuşalım! Böyle çekip gitme!" Kendisinden çekindiğimi zannetmemesi için bakışlarımı yüzüne çevirdim. Gözlerim sırasıyla alnı, kaşları, dudakları arasında gidip geldi. Bir tek bal rengi güzel kavislerine değmedi. Onlara direnemekten korkuyordum. Üsteğmene daha fazla vurulmak, sevgisini daha fazla umup ona teslim olmak istemiyordum.

Bize merakla bakan Hana'yı üzmemek için bakışlarımı indirip yerime oturdum ve bir an önce çekip gitmesi için dua etmeye başladı. Beni daha fazla sıkıştırmadan Hana'nın topladığı papatyaları ince bir dalla bağlayıp taç şekline getirdi. Bunu yaparken gözlerini defalarca bende dolaştırmış beni hayali bir kafese tıkmıştı. Hana benim kaçak bakışlarımın aksine büyük bir ilgiyle hayran hayran onu izliyordu. Nihayet elindeki çiçekler dalların üzerinde yerini almış ve güzel bir bahar tacına dönüşmüştü.

"Wowwww! Hazika!" Üsteğmen gülümseyip "Harika!" Diye düzeltti. Küçük olan papatya tacını Hana'nın başına bıraktı. Siyah saçlarının arasında çok güzel ve masum görünüyordu. "Sestra! Babinos bana ne yaptı bak!" Dönüp ona gülümsedim. "Çok güzel görünüyor Hana! Çok yakıştı." Beyaz, etek ucu dantelli beyaz elbisesini savurarak küçük bir prenses gibi kendi etrafında döndü. "Pvenses oydum!" Kardeşimin de benim gibi Türkçe ile başı beladaydı. "Sen zaten prensestin bıldırcın!" İşaret parmağını öğret en gibi salladı.

"Ben bıldırcın pvenses değil!" Kıkırdadım. O bu ismi çoktan benimseyip sevmişti. O diğerlerinin yanına doğru bağırarak koşarken etekleri resmen zil çalıyordu. "Çocukların neşesi ne hoş! İnsan bir aile olmak için daha fazla istek duyuyor." Bakışlarımı göz ucuyla üzerinde dolaştırdım. Bu sözler bana mıydı? Oldu olacak evlenme teklifi de etseydi bari!

Bakışlarım yaralı bir şekilde, oyun oynayan çocukların üzerinde dolaştı. Çok güzel ve masum görünüyorlardı. Onunla gerçek bir yuvamız olmasını isterdim. Haftalarca, aylarca cam kenarında onu bekleyeceğimi bile bile onu özler, her an şehadet haberini alabileceğim gerçeğiyle yaşamak dahi beni bu duygudan alıkoyamazdı. Umut veriyordu. Her geçen gün zapt edilemez bir boyuta taşınan hislerime bunu yapamazdı. Haksızlıktı bu!

"Hep bir oğlum bir de kızım olmasını istemiştim! Sanırım kızımın kısmen de olsa yeri doldu." Bunu Hana'ya bakarak söylemişti. Onu kızı olarak gördüğünü düşünmek kalbimin ritmini şaşırmasına yüreğimdeki buzların çatırdamasına sebep oldu. Gözlerim gözlerine değince ateşe tutulmuş gibi bakışlarımı kaçırdım. "Belki bir tane de oğlum olur!" Beni böyle umutlandırmaya hakkı yoktu.

"Düş yakamdan. Buraya geldiğimizden beri huzur vermedin! Benden ne istiyorsun?" Hana'nın yakınımızda olduğunu hatırlayıp başımı çevirdim. Kardeşim aramızdaki gerilimi hissediyordu. "Yine dönüp dolaşıp aynı yerlere geldik sanırım." Dizlerindeki birkaç poleni elinin tersiyle silkeleyip bahar havasını ciğerlerine ısmarladı. " Ben sadece o gece olanlar için üzgün olduğumu söylemeye geldim."

"Ömrünüz her zamanki gibi kabul edilmedi."

"Özrünüz!" diye düzeltti. Onunla Türkçe konuşma fikri pek iyi bir fikir değildi sanırım. Kalkıp gitmeye yeltendiğimde kolumdan tutup beni durdurdu. "Neden beni anlayıp dinlemek için çaba sarf etmiyorsun?" Kolumu çekiştirip karşısında dik bir şekilde durdum. " Yaptığınız şey korkunçtu." Ayağa kalkıp pişman olmadığını ifade eder gibi kinayeli bir şekilde gülümsedi. "Pişman olduğumu söyleyemem! O adamın sana bu kadar yakın olmasına tahammül edemedim! Bana ait olan bir şeye fütursuzca dokunamazdı." Aramızdaki mesafeyi hatırlatır gibi, "Size ait değilim üsteğmen!" dedim. " Attığımız imzalar hayatımla ilgili hiçbir şeye karışma izni vermez. Hayatımla ilgili her kararı bundan önce olduğu gibi tek başıma alır ve yine sorumluluğunu da ben üstlenirim." Bakışları bir Aralık karnımın üzerinde dolaştı. Gözlerimle odaklandığı noktaya yöneldim ve elbisemi rahatsız bir şekilde çekiştirdim.

"Anlıyorum!" dedi imalı imalı. Yüzündeki huzursuzluk ve tedirginlik benim de canımı sıkılmasına sebep olmuştu. "Sonuçta sizin bedeniniz değil mi?" Başımı onaylar gibi salladım. Yüzümdeki kararlı ifadeden hiçbir şey eksilmemişti. Yeniden salıncağa oturup orada unuttuğum fotoğraflara uzandı. Fotoğrafları görmesini istemesem de ona direnmedim. Bu çok daha fazla dikkat çekerdi. Uzun süre aile fotoğrafımıza göz attı.

"Güzel bir ailen var!" Kalbimi inciten o noktadan onun görmediği ve duymadığı bir feryat yükseldi. "Vardı..." Sesimdeki incinen tınıyı fark etti. Elleriyle salıncağın diğer ucuna dokunarak beni yanına davet etti. Konunun değişmesi davetine karşılık vermeme sebep oldu. Kalbimin hassaslaştığı bu anlarda dün gece yaşananlar hiç olmamışcasına yakınında olmak istiyordum. Sadece birkaç dakika! Daha sonra çekip gidecektim.

Fotoğrafı inceleyip buruk bir tebessüm bıraktı. "Annen güzelmiş!" Duraksamanın ardından, "Senin gibi!" Diye ekledi. Büyülenmiş gibi yüzüme bakması yutkunmama sebep oldu. Tekli bir çocukluk fotoğrafıma bakıp parmak uçlarını yüzümün üzerinde dolaştırdı. "Bu kadar sevimli bir çocuk bulacağımı düşünmemiştim. Sanırım bakışların o zaman da öfkeli ve kırgınmış." Bakışlarımı kaçırıp başımı iki kez hafifçe salladım. "O yıllarda babamı kaybetmiştim. Benim için büyük bir yıkımdı. Belki yüzümden de düşüncelerim ve duygularım okunmuş."

"Toparlanabilmişsin! Şimdilerde pek sözünü bile etmiyorsun." Bir an düşünmeden, "Dayımın destekleri sayesinde!" diye söyleyiverdim. Beni uzun uzun ona dair bir bilgim olup olmadığını öğrenmek için sorguya almışlardı. Dayıma dair söyledikleri hiçbir şey beni inandığımdan çevirememişti. Bu insanları yeni yeni tanıyordum ve elinde büyüdüğüm adama gerçekleri öğrenmeden asla ihanet etmezdim. Bakışlarındaki değişim dikkatimden kaçmadı. Eliyle büyük aile fotoğrafımızı işaret etti. "Yoksa dayın bu adam mı?" Hiçbir şey söylemedim. Ona dair bir şeyler anlatmak benim için zordu. Kimseye güvenemiyordum.

"Benimle neden bu kadar ilgilisin?"

"Neden ilgili olduğumu çok iyi biliyorsun. Sana karşı duygularım olduğunu daha kaç kez söylemem gerekiyor bilmiyorum. Aslında haklısın! Her şey öyle hızlı gelişti ki duygularımın ben bile hemen farkına varamadım. Aslında..." Gözlerim çakmak çakmak yüzündeki her bir mimiği inceledi. Samimi görünüyordu. Gözlerimin içine bakarak konuşması ona inanmak konusunda oldukça beceriksiz olan aklımı bile dize getirmişti. "Aslında ne?"

"Sanırım sana göreve gittiğim o gün vuruldum. İlk kez göz göze geldiğimizde içimde bir şeylerin yerinden oynadığını hissetmiştim. Radavon'un odasını araştırırken sesini duymuş ve dudaklarından dökülen kelimelere anlamadığım halde aşık olmuştum. Jovano Jovanke isminde çok hoş bir şarkı söylüyordun. O günden sonra sesini unutamadım! Ve ne yazık ki yüzünde aklımdan bir an olsun çıkmadı. İki duygu arasında ne çok gidip geldiğimi anlayamazsın!" Alaycı bir gülüş dudaklarından gözlerine ilişti. "Sen Hazel'e aşıktın Üsteğmen! Orada sadece etkilenmiş olabilirsin! Bundan fazlasının düşünmen bile hata!"

Salıncağı hafifçe bacağını kullanarak ittirdiğinde ürkmekten kurtulamadım. Bu hareketi çekinip hafifçe ondan tarafa seyirmeme sebep olmuştu. " Haklısın! O sıralarda aklımı Hazen'den daha fazla meşgul eden kimse yoktu. Ama senden etkilendiğim gerçeğini hiçbir şey değiştiremez. Sesini ve şarkıyı söylerken ki o yaralı duruşunu asla unutamayacağımı biliyordum." Bu sözleri ondan duymak aslında büyük bir mutluluk kaynağıydı. Fakat ben bir şeylerin bu kadar yolunda ve iyi gitmesine alışkın değildim.

"Jovano jovanke'nin sözlerini araştırdım. Aşık ve birbirine hasret iki gencin hikayesini anlatıyor. Sevdiği kıza kavuşmak için gün sayan bir delikanlının ahdı gibi. Belki sen de bu türküyü söylerken seni kurtarması için sevdiğin adamı bekliyordun! Kim bilir? Kaderin olan adamı çağırıyordun!" Yutkundum. Saçlarımdaki birkaç tutam şakaklarımdan dökülüp yüzümü kısmen kapattı. Onunla bu tarz şeyler konuşmak için fazla yaralı ve umutsuzdum. Beni Maher bile samimiyetle sevmemişti. Düne kadar benden nefret eden bir adama nasıl inanırdım?

"Bir nişanlın vardı değil mi?" Yarama dokunduğunda yumruklarımı sıktım. Elleri yüzümü kapatmak için en doğru anı seçen tutanları kulağımın arkasına doğru hafifçe ittirdi. Yanağıma temas eden sert elleri tırnaklarımı avuç içime batırmama sebep oldu. Ve gözlerim hafifçe kapandı. "Onu seviyor muydun?" Soruları hiç bitmeyecekti anlaşılan. Neden konuşmak için beni bu kadar zorluyordu?

"Onu seviyor muydun?"

"Belki!" Ters bakışlarım beni dikkatle dinleyen bal rengi gözlerine intikam naraları attı. "Tüm bunlar neden seni bu kadar ilgilendiriyor?" Sözlerimi duymazdan gelip sorularına bir yenisini daha ekledi. " Neden gelip seni kurtarmadı? Neden peşinden buralara düşüp gelmedi?" Yüzümde acıklı bir tebessüm peyda oldu. Tükürür gibi konuştum. "Çünkü o korkağın biriydi. Radavon'un karşısında duramayan, sevdiği kadına sahip çıkamayan bir korkak..." Kıkırdadım. Aslında acı çekiyordum, fakat gülüşlerim onları örtmekten fazlasını vaat etmiyordu. "Düşünebiliyor musun?" dedim dünyanın en önemli şeyini fısıldar gibi. "Beni gözlerinin önünde çekip aldı. Evinde yosması yapmaya çalıştı. Ve o, canını kurtarabilmek için sustu." Elim sertçe kalbimin üzerini yokladı.

"Beni... Evleneceği kadını can korkusu yüzünden düşmanına bıraktı. O evde her gün istismar edilmem onun için bir sorun değildi. Bana eziyet etmesi... Hakaretleri ve diğer tüm iğrençlikler... Hiçbiri onun umurunda olmadı."

"Şerefsiz pe..." Ön dişlerimi alt dudağıma geçirip içimdeki tüm öfkeyi haykırmamak için kendime başarabildiğim kadar durdurdum. Kaşımın birini kaldırıp sözlerinin anlamını çözmeye çalıştım. Ne demek istediğini anlamamıştım. " Kusura bakma! Pek terbiyeli bir adam sayılmam! Böyle puştları görünce küfretmek ibadet gibi geliyor." Güldüm. Şu durumda bile beni güldürmeyi başarmıştı. Belki de bu yüzden her fırsatta ondan kaçan gönlüm yine ona kayıp gitmişti.

"Senin sevdiğin kadının cesedine verdiğin değerin yarısını bile bana vermedi." Dedim yakınır gibi. Yanaklarımı nemlendiren yaşları parmak uçlarımla değersiz bir mikrobu uzaklaştırır gibi sildim. Burnumu çekip titreyen dudaklarımı olabildiğince bastırdım. "Her neyse! Bir önemi yok! Yolun başında öğrendiğim iyi oldu! Baksana! Her işte bir hayır var diye boşuna dememişler!"

"Bence de! İnşallah bir gün karşıma çıkmaz! Eşek sudan gelemeyince kadar döverim onu! Kulaklarından tavana asarım!" Yine gülümsedim. Yanlış yapıyordum. Aramızda başka bağların oluşmasına izin vermemeliydim. Konuşmam uzadıkça birbirimizi tanıyor ve hatıralarımıza hatırı sayılır dikişler atıyorduk. Kalbimi böyle umutlandırmamalıydı.

"Onu elinden almayacağımdan emin olabilirsin." Gülümsedi. " Bunu sevdim!"

Kısa bir sessizlik aramızda hüküm sürdü. Sessizliği bozan yine o olmuştu. "Onu çok sevmiş miydin?" Tüm bunları neden merak ediyordu? Ben ona Hazel'le ilgili hiçbir şey sormuyordum. Belki de öğreneceğim şeyleri kaldıramamaktan korkuyordum. "Belki! Yani bilmiyorum. Ondan ayrıldığımda içimde büyük bir boşluk hissetmedim." Sana olan hislerimin yanında buz dağının üzerindeki çatlak bile değildi.

"Neyse!" dedi pişkin pişkin. "Belli ki aşkı ben de tadacaksın! Bu iyi bir şey!" Ayağa kalkıp uzaklaşmak istedim. Birkaç adım attığımda kolumdan tutup beni gövdesine yaklaştırdı. Sırtım hâlâ ona dönük olduğu için yüzümü göremiyordu. Kulağıma yaklaşıp fısıldadığında hareketlenen saç tellerim kalbimin gümbürtüsünün yanında bir hiç hükmünündeydi. "Ben duygularımda ciddiyim Artemis çiçeği! Seninle bir yola girmek istiyorum. Artık bana sırtını dönme." Yüzümü ona dönüp kolumdaki elini indirdim.

"Sen Hazel'in yokluğunda beni yara bandı olarak kullanmak istiyorsun üsteğmen! Ona yazdığın şiirleri gördüm. Üstünkörü geçilmiş bir hikaye değildi sendeki. Boşuna uğraşıyorsun! Yaşadıklarımdan sonra kolay kolay kimseye güvenmem ben!" Yeniden kollarımdan tutup kendine yaklaştırdı. Ona bu kadar yakın olma fikri beynimi uyuşturuyordu. Ne düşüneceğimi ne hissedeceğimi şaşırmış küreklerini kaybetmiş bir sandal gibi suyun akışına göre yol alıyordum.

"Neden sana olan aşkıma inanmıyorsun? Neden bize bir şans vermiyorsun? Benimle mutlu olabilirsin göçmen kızı! Birlikte olabiliriz ve sen bu şansı kendi ellerinle itiyorsun. O şiirleri lise yıllarımda yazdım. Edebiyata olan merakım beni buna yönlendirdi. Hiçbiri ne Hazel'e ne de hayatıma giren bir başka kadına olan duyguları taşımıyor. Bunları zihninde evirip çevirip aramıza hendekler kazıyorsun."

Hazel'i o şiirlerde yazdığı kadar sevmediğine inanmak istiyordum. Ona olan hislerim bu kadar derinken üsteğmenin geçmişte bir başkasını sevme ihtimali bile beni rahatsız ediyordu. "Üzgünüm! Ben henüz bir ilişkiye hazır olduğumu sanmıyorum. Olan bitenden sonra en doğrusu bu!" Birkaç adım atıp ondan uzaklaştığımda ardımda nasıl bir his bıraktığımı bilmiyordum. "Tamam!" dedi kızgınlıkla. "Madem beni sevmiyorsun ben de seni zorlayacak değilim. İstediğin gibi olsun. Eğer gerçekten aramızdaki o imzaya değer vermiyorsan seni esarete düşürmek istemem." Sözleri aklımın alamayacağı kadar yüreğimde bir burukluk oluşturmuştu. Benden çekip giderken dur demek istedim ama gururum ve aklım her zamanki gibi öne geçip beni durduran yegane şey olmuştu.

"Şimdi göreve gideceğim! Birkaç güne gelirim. Sonra da boşanma davasını açarız." Gözlerimi sımsıkı yumup içimdeki acının geçmesini bekledim. Ağlamak istiyordum fakat sözlerinin beni sarstığını görmesi daha da yıkılmama sebep olurdu.

"Merak etme! Bir daha yüzümü görmezsin! Döner dönmez çekip gideceğim. Buradan uzakta olursam sen de evini barkını bırakmak zorunda kalmazsın!" O çekip giderken ardından dönüp bakamamıştım. İçimdeki yangını söndürmek ister gibi soluğumu titrek bir şekilde bıraktım. Kurumuş dudaklarımın kenarından birkaç damla yaş süzüldü. Yeniden ihanete uğramamak için aşık olduğum tek adamdan vazgeçmiştim. Kendimi değersiz bir paçavra gibi hissetmemek için yeni bir hikayeye başlamamıştım. Şimdi de duygularımın ve sözlerimin ağırlığını sırtımda bir kambur misali taşıyordum.

O benden uzaklaşırken ardından yeniden bana bakmayacağını düşünerek uzun uzun baktım. O ne zaman göreve gidecek olsa kalbimin üzerine tonlarca ağırlık biniyordu. Geri dönememe ihtimali beynimin tüm işlevini kaybetmesine sebep oluyordu. Bir ruh gibi ortalıkta hissizce dolaşıyor ve ondan gelecek tek bir iyi haberin yolunu gözlüyordum. Hastanede bile adımı Leyla koymuşlardı. Sevdalı mısın diye soranların ne ardı kesiliyordu ne de arkası. Evet sevdalıyım demek için yanıp tutuştuğum halde dalgınlığıma yüklenen anlama gülüp geçmekten fazlasını yapamıyordum. Ona kapıldığımda hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını biliyordum.

Evime geçip kapıyı ardından sıkıca kapattım. Yatağıma uzanmış kalbime yerleşen sıkıntıyla yaşamaya çalışıyordum. Yine özlem dolu günler kapıya dayanmıştı. Burnuma sızan barut kokusuna duyduğum hasret içimde kanadıkça büyüyen büyük bir yara bırakmıştı. Onsuzken iyi olamıyordum. Beni sevdiğini söylüyordu ama ben onun yanındayken, gözlerinin o kahrolası derinliğinde kaybolurken bakışlarında gerçek bir aşkın kıvılcımlarını görmüyordum. Ona bakan bu göçmen kızı yaralı yaralı aynı hisleri yüreğime ve aklıma taşıyordu. Kalbim beni uçuruma itmek için fırsat kolladığına inandığım bu adamı ruhumu dikenli bir tel gibi saran hislere rağmen kabullenemiyordu.

Ben en büyük zaferlerin ardından bile çığlık çığlık bağıracak kadar yürekli olan, büyük acıların sahibi o gurbet kızıydım. Yolum sılaydı. Adımlarım küle çevirdiğim bacaklarıma rağmen sadece hasrete çıkıyordu. Yolumun önündeki en yıkıcı iz, sevdiklerimin ihaneti ve kaybıyla göz kapaklarıma bir cemre misali düşmüştü.

Büyük bir okyanusun içinde tutunduğum bir serap gibiydin Barbaros... Yok sayamayacağım kadar içimde, asla kavuşamayacağım kadar imkansız!Tüm direnişlerime rağmen gözlerimin irisinde kaybolan bir hayalin en canlı silüetiydin. Sana, ait tüm güzellikleri arzulayan hırçın duygularıma rağmen yokluğunu tüm hayallerimi paralayarak istiyorum. Korkuyorum... Duygularını inkar edip sahte sevdalar fısıldayan gözlerinin beni yüreğimdeki zincirlerden koparmasından korkuyorum. Yine tüm güvenimin topallayarak karşımda dilenen çirkin bir ihtiyara dönüşmesinden ve beni sukût-u hayale düşürmesinden korkuyorum. Sana inanmak gözlerimin önünde yanan o gelinlikten sonra öyle imkansız ki! Gidebilsem diyorum ama seni böylesine severken o da mümkün olmuyor. Ardımda ikimiz için güzel bir hayatın hayalini bırakmak fazla geliyor yüreğime. Başaramıyorum!

***

İlahi bakış

Alina, serumu yenisiyle değiştirip sıradaki hastasının tam karşısına geldi. Saçlarını bu gün düz bir şekilde omuzlarından salınacak şekilde açık bırakmıştı. Gözlerinde aynı yorgun hüzünlü ifade vardı. Gecelerce uyumamıştı. O pencerenin karşısında kendisine istemekten bile korktuğu üsteğmeni beklemiş, evine sağ Salim gelmesi için hep dua etmişti. Annesi Zeliş Hanım'la aralarındaki ilişki de o geceye rağmen olumsuz bir değişim olmasa da yüzündeki mutsuzluk ve dalgınlık fark edilmeyecek gibi değildi. Ona hala gerçek bir evlilikleri olmadığını söyleyememişti. Alina'yı gördüğünde o kadar neşeli oluyordu ki genç kadın onu mutsuz etmemek için yalanların ardına saklanmaktan kurtulamıyordu.

Yanı başındaki yaşlı kadın ondaki bu dalgın ve üzgün hali fark etti. Üzerinde siyah bir entari vardı ve yüzü türlü kırışıklıklar ve çillerle hemhal olmuştu. Bakışlarındaki canlılık ve tebessüm dikkatten kaçacak gibi değildi. Kadın duygularını anlamış gibi içten bir tebessümle önüne düşen kumral tutanları geriye itti. "Bu güzel masum yüze insan neden böylesi bir hüznü düşürür? Neşe saçması gereken gözler nasıl olurda madtem tutar?" Alina kısa bir duraksamanın ardından elindeki kan dolu tüpü yapıştırdığı kağıtla birlikte diğer tüplerin arasına yerleştirdi. Söylediklerini anlamış fakat suskunluğun ardına saklanmıştı.

"Birini mi bekliyorsun? Hasretlik mi böyle sarartıp soldurdu seni?" Gözlerinde feryat etmek isteyen tüm damlaları tutup yutkundu. Dışarıdan bu kadar belli oluyor muydu hali? "İnsan sevince hep bir mahmur hep bir acemi kalıyor dünyada. Kendi derdimi düşününce bundan farklı bir şey aklıma gelmiyor." ihtiyar kadının yüzünde hayal tecrübesinin her bir kıvrımı dalgalandı. Alina halinden bu kadar iyi anlayan birini beklemiyordu.

"Kavuşamıyor musun?" Genç kadın omuzlarını silkip çocuksu bir mahsunlukla dudaklarını büktü. " Sevmiyor mu seni?"

"Bilmiyorum! Sevdiğini söylüyor ama..." Genç kadın burnunu çekip aralarındaki mesafeyi arttırma ihtiyacı hissetti. "Ama işte! Gözleri başka söylüyor dili başka... Yaşanmışlıklar bambaşka! Kime neye inanacağını şaşırdım. İçimde bir ses var! Sakın kapılma diyor! Üzülürsün üzersin diyor! Yapamıyorum! Bana uzattığı eli tuttuğumda sanki beni sürükleyerek cehennemin ortasında bırakacakmış gibi tedirginim!" Yaşlı kadın göçmen kızının elini tutup hafifçe sıktı. "Her insanın bir kaderi var kızım! Bazı sevdalar imtihana tabi olur! Bazı şerler bizi içten içe tüketse de bir hayra çekirdek olur. Tesadüf yoktur, kader vardır! Sadece sabret, düşün, taşın ve en hayırlısı için dua et! Her şeyi bilirim diye efelenme sakın! Bu dünya tüm gerçeklerin yükünü taşıyabilecek kadar kimsenin omuzlarına sığmaz!" Alina yüreğine yerleşen bir ferahlama ile başını sallayıp yaşlı kadının diğer elini dostane bir şekilde okşadı. Hafifçe aranan dudakları tatlı bir huzura bulanarak tebessüme yaren oldu.

O an dikkatini hastane koridorlarından gelen telaşlı komut sesleri çekti. Yaşlı kadını oturduğu koltukta kendi haline bırakıp ayakkabılarının takırtısını umursamayarak koşmaya başladı. Doktorların ilk müdahaleyi yapmak için nasıl çırpındığını görünce o da adımlarını ve hareketlerini serileştirdi. "Neler oluyor!"

"Operasyon dönüşü pusuya düşmüşler! Yaralılar ve şehitler var!" Alina'nın kalbi fark edilir bir şekilde hızlı bir ritme tutuldu. Nefes alışverişlerinin sıklığı bedenindeki tüm düzeni altüst etmişti. Barbaros'tan haber alamamış günlerce sadece onun geleceği anı kollamıştı. Aralarında böylesine sert bir tartışma geçtiği için zaten fazlasıyla acı çekiyordu! Şimdi de bir başka ihtimalle sancılanmayı ruhu kaldıramazdı.

Adımlarını hızlandırıp sedyede yatan hastaya baktı. Doktor sayısı oldukça azdı ve hastalara müdahale etmekte ne yazık ki yetersiz kalıyorlardı. Sedyenin üzerinde yatan hastanın belirtilerine bakıp şoka girdiğini anladı. Soğuk soğuk terliyordu ve nabzının hızlı atması ve düşük kan basıncı onu hızlı bir şekilde damardan sıvı replasmanı yapmaya sevk etti. Onu bırakıp omurga yaralanması olan bir hastaya boyunluk taktı. Hızlı hareket etmeleri gerekiyordu. Yaranın çevresini antiseptik selusyonlarla temizleyip gerekli ilaçları hazırlamak için kolları sıvadı. Tüm bunları yaparken bakışları askerlerin yüzünde ve künyesinde isteksizce dolaşıyordu. Barbaros'u ve Yıldırım Timindeki arkadaşlarını görmekten çok korkuyordu.

Hemşire önlüğü ilk müdahaleleri yaparken kan lekeleriyle dolup taşmıştı. Ellerini steril olmayan hiçbir şeye dokundurmamak için azami gayret gösterdi. Ferit'i ilk görüşte tanışmıştı. Omzunun kırıldığını ve başından hafifçe yaralandığını fark etti. Ona yaklaşmak için adımları hızlansa da bakışları etrafı taramaktan vazgeçmemişti. Barbaros'u burada yaralı bir şekilde görmek dayanabileceği bir durum muydu emin değildi. En çokta şehadet haberini almaktan korkuyordu. Yüzünde oluşan terler ve kaçan rengi onu daha hızlı hareket etmeye yaralı listesini kontrol etmeye sevk ediyordu. Hastaların odalarına girip çıkıyor düzenlenen ölüm raporlarındaki isimleri inceliyordu. Daha fazla bu olumsuz havaya dayanamayacağını anladığında nefes almak için beyaz önlüğünü savurarak koridorun sonuna doğru koşmaya başladı. İçinden dökülmek için fırsat kollayan çok fazla feryat vardı. Sağ elinin bileği ile yanağındaki ıslaklığı silip hızlı nefesler alarak adımlarını güçlendirdi. Farkına bile varmadan irice bir göz kafesine çarpmış ve düşer gibi bedeni sarsılmıştı. Onun yere kapaklanmaktan son anda güçlü bir çift kol kurtardı. Yüzünü sindiği göğüs kafesinden kaldırıp şaşkın nemli bakışlarını esmer, güzel çehrede dolaştırdı.

"Erkin!" Erkin onun bu halini fark eder etmez ayakta durmakta güçlü çeken bedenini daha sıkı bir şekilde kavrayıp yakınında tuttu. "Sen iyi misin?" Sorunun cevabını alamadan geç kadın kollarını boynuna doladı. Erkin'inbedeni kaskatı kesilmişti. Elleri titredi. Gözleri kapanırken avuçları titrek bir şekilde sevdiği kadının belini kavradı. Kalp çarpıntısını gizlemek için ciğerlerine dolan nefesi bile tutmak istedi. "Sen benim buradaki tek sırdaşımsın!" Alina'nın sözleri onu sevda uykusundan uyandıran tek şey oldu. "Sırdaşın! Haklısın!" Dedi buruk bir şekilde. Alina' ın omzunun üzerinden Zeren'le göz göze geldiklerinde bakışlarını yere indirdi. Alina'ya karşı olan bu duyguları hâlâ kalbinde utanç sebebiydi. O Barbaros'un karısıydı. Kendisinin ise sadece dostu!

Alina hemen arkasındaki Zeren ve Ozan'la göz göze geldiğinde yanlış bir şey yapmış gibi geriledi. Bozulan moralini düzeltmesi ilk aşamada kolay olmayacaktı. "Barbaros... Yani üsteğmen! Onu göremedim!" Zeren'in bakışları güç bela Erkin'den ayrılıp Alina'ya çevirildi. O sırada Kürşat mora çalan endişeli bir yüzle koşarak yanlarına gelmişti. "Komutanımdan haber alamadık! Destek ekip ona dair bir iz bulamadı. Esir düştüğünden şüpheleniyorlar." Alina kesik solumalarının arasından, "Bu da ne demek?" Diye kıvrandı. Doğru duyup duymadığından emin olamıyordu. Sanki zaman bile durmuş, güneş birkaç saniye içinde kollarını dünyanın üzerinden çekip uzaklaşmıştı. Alina kalbindeki yangının yerini buz gibi bir çaresizliğin aldığını hissetti.

"Sen neler söylüyorsun? Bu da ne demek?"

"Komutanıma ulaşamıyoruz. Esir düşmesinden endişe ediyoruz." Alina donuklaşan bakışlarının arasında Erkin'in gözlerine baktı. Ondan daha farklı bir açıklama duymayı umarak yutkundu. Gözyaşları yanaklarına akmak için fırsat kollasa da duygularını ele vermemek için ruhundaki ıstırabı görmezden gelmeye çalıştı. Erkin ise bakışlarını Alina'dan kurtarıp Kürşat'a çevirdi. Kaşlarının çatıklığı ve yüzündeki kızgın ifade Kürşat'ın da huzursuz olmasına sebep olmuştu.

"Endişelenme! Onu bulacağız!" Alina düşecek gibi olduğunda Erkin onu kolundan yakalayıp dengesini sağlamasına yardım etti. "Ya bulamazsak! Ya bir şey yaptılarsa! Ne kadar acımasız olduklarını biliyorsunuz."

Türkan'ı Umut'la birlikte ortama girmesi Alina'nın tedirginliğini arttırmıştı. " Üsteğmen'den hala haber alamadınız mı?" Umut Kürşat'ın baş sallaması gördüğünde yumruklarını sıktı. Türkan daha fazla bu duruma duyarsız kalamamıştı. "Ulan madem komutanım orada kaldı biz niye burada dikiliyoruz. Gidip her taşın altına bakmamız, o şerefsizlerin tepesine inmemiz gerekmez mi? Ne zaman ardımızda adam bıraktık da şimdi bırakacağımız tuttu!" Kürşat bakışlarını kaçırıp, "Albayım öyle emretti! Destek ekip gerekli aramaları yapıyormuş!" Kürşat bakışlarını yarıya indirirken Türkan önündeki plastik sandalyeye sert bir tekme savurup bir yere yuvarladı. "Ulan biz burada dikilirken adam öldürülürse! Arkadaşımızı o hainlerle nasıl bırakırız?"

"Ekibin geri kalanı aramalara devam ediyor. Yaralı arkadaşlarımız için buradayız." Zeren'in açıklaması Türkan'ı biraz daha durdursa da Alina kalbindeki yangını gizlemekte geçen her dakika biraz daha zorlanıyordu. Erkin onun atan rengini fark etmiş ve hali telaşlanmasına sebep olmuştu.

"Biraz dinlen Alina! Bu stres sana iyi gelmeyebilir." Genç adamın yutkunuşu ve akabinde gözlerinin karnına inmesi Alina'yı fark edilir bir meraka sürüklemişti. Benzer bir telaş ve sıkıntıyı Barbaros'un gözlerinde de görmüştü. "İyiyim! Ben... Ben..." Daha fazla duygularını ve korkularını gizleyemeyeceğini anladığında kalbindeki sancıyı yumruğunu bastırarak gidermeye çalıştı. Hasret kanındaki zehri her geçen dakika hücrelerine ulaştırıyordu. Yanıyordu sanki! Külden bir kelebek gibi çırpınıp duruyordu ama derdini kimselere anlatamıyordu. Barbaros'u kendine saklamıştı genç kadın. Onsuz yaşamayı göze almıştı ama hikayenin hiçbir kısmında sevdiği adama isimsiz bir mezar kazmak yoktu.

Telaşlı adımları hızlandı. Koşar gibi insanlara çarparak yalnız kalabileceği, kafasını toparlayarak utanıp sıkılmadan ağlayabileceği bir duvar köşesi aradı. Kendisini takip eden adımlardan habersiz yangın merdivenlerinin altında bacakları büküldü. Artık ne zihnindeki karmaşayı ne de yüreğine düşen ateşi taşıyacak durumda değillerdi. Bir haykırış son anda ağzına kapanan ellerle boğuldu. Gözlerini diz kapaklarına yaslayıp hıçkırdı. Belki de şu an hayatta bile değildi.

"Alina!" Erkin'in bakışlarından utanıp gözlerini kaçırdı ve ıslak yüzünü gizledi. Yaralı bakışlar bir adım önünde duraksadı. Erkin'in yüreğine çöreklenen derdin aynısı Alina'nın da kalbini istila etmişti. Sevdiği kadını bir başkası için ağlarken bulmak köz zerresini boğazından yanarak sıyırmak gibiydi. "Ağlama ne olur!" Alina' ın gözyaşları sessiz bir şekilde süzülürken elleri yüzünü kavradı. Bunu yapmaması gerektiğini biliyordu ama hislerine engel olamıyordu. Sol eli göçmen kızının belini kavrarken sağ eli onu göğsüne bastırdı. "Gözyaşlarına dayanamıyorum." Diye sayıkladı. Bu sözler Alina'yı susturmaya yetmemişti.

"Ya öldüyse! O zaman... O zaman..."

"Hayır! Barbaros güçlüdür Alina! Kolay kolay teslim olmaz!" Alina aklını toparlamaya çalışarak kısık bir sesle sayıkladı. "Sen de oradaydın! Hiçbir şey görmemiş, duymamış olamazsın! Dikkatini çeken bir şey olmadı mı?" Erkin başını hüzünle salladı. "Her şey yolunda gitmişti. Arabalara yerleşip geldik! Bizim timden zayiat yoktu ama..." Uykusuz gözlerini ovuşturdu. "Çok garip! Telsiz anonsu bile duymadık! Kimse fark etmemiş olamaz!" Erkin Alina'nın kalkmasına yardım edip onu aracına yönlendirmek istedi.

"Hayır! Belki buraya gelir! Gitmek istemiyorum!"

"İyi görünmüyorsun! Artık kendinden daha fazla dikkat etmen gereken birileri var!" Alina söz konusu kişinin Hana olduğunu düşünüp bu sözlerin üzerinde durmadı. Oysa Erkin'i divane eden şey bundan fazlasıydı. O her ne kadar Barbaros inkar etse de Alina'nın kan kardeşinden hamile olduğunu zannediyordu.

"Burada kalacağım Erkin! Eğer yaşıyorsa er ya da geç bana gelecektir!" Alina hastanenin girişini kollarken Erkin onun gözlerindeki Barbaros'a hüzünle baktı. Demek bu kadar çabuk tutulacaktı! Demek o da sevmeye dünden razıydı! "Onu bulduklarında buraya getirmezler. Boşuna bekliyorsun! Telsizden gelişmeleri öğrenebiliriz. Ben gerekli yerleri ev telefonundan arayacağım!" Alina bu kadar uzakta merak içinde kalamayacağını anladığında Erkin'in yönlendirmesine izin verip arabasına geçti. Kısa sürede genç adamın evine ulaşmış, bu ani gelişen olayın izini sürmeye başlamışlardı.

Alina sadece gelecek haberleri kolluyor, Barbaros'tan başka bir şey düşünemiyordu. Erkin evinde onun için bir şeyler arasa da düzenli kalmadığı için iç açıcı hiçbir şey önüne koyamamıştı. Elindeki kızgın tavayı masaya bırakıp, "Umarım sahanda yumurta seversin!" Dedi. "Aç kalmanı istemiyorum. Bunun Barbaros'a bir faydası olmayacak. Kendini düşünmek zorundasın!" Alina oturduğu koltukta daha da küçülüp bakışlarını açık renkteki duvara sabitledi. Erkin'in evi neredeyse kendi eviyle aynı eşyalara ve oda düzenine sahipti.

"Burası bekar evi! Yani pek iç açıcı şeyler yok! Ama şimdilik idare edelim! Yumurta fosilleşmediyse karnını doyurmak için bir şansın olabilir." Alina yorgun gözlerini avuç içleriyle ovup hüzünle gülümsedi. "Onun iyi olduğundan emin olmadan yemek düşünemem!" Duraksadı. Erkin yüzünün her bir zerresini sevgiyle tararken o sadece önündeki ahşap sehpaya bakıyordu. Sehpanın üzerindeki kablolu telefon her çalışında yüreği ağzına geliyor, aklına düşen kötü düşünceler beynini tarumar ediyordu. Haftalardır hasretini çektiği adamı şimdi bir daha görememe durumu söz konusuydu. Artemis çiçeği hayatına onu hiç tanımamış, sevmemiş gibi nasıl devam ederdi?

"Ona kötü davrandım! Kızgındım!" Histerik bir şekilde dudakları alayla kıvrıldı. "Sanki her seferinde bana dönebilirmiş gibi kırdım. Aptalın tekiyim! Ona kavuşmak varken hasreti kabullendim!" Erkin sözlerin gideceği noktadan fazlasıyla korkuyordu. Alina susmalıydı. Hemen şimdi dilini susturmalı, yüreğini en yanlış insana açmamalıydı.

"Yumurtayı sevmiyordun anlaşılan!"dedi telaşlı, titrek bir sesle. Elleri aynı telaşlı, yaralı hissiyatı haykırarak bir parça ekmeğe uzandı. Ve ardından yumurtadan hatrı sayılır bir parça kopardı. Alina ise susmamaya kararlıydı. Sırdaşım dediği adamdan başkasına yüreğindekileri istese de dökemezdi.

"Elini tuttum sıcacıktı! Yüreği elimdeymiş gibi... (Selvi boylum al yazmalım sözü!)" Gözleri tek bir noktada ruhsuzca dolaştı. Artık ağlamıyordu. Gözyaşları içine akmış, sel olmuş ama yangınından hiçbir şey eksilmemişti. Erkin ağzındaki büyük lokmaya sığınır gibi boğazını tıkayacağını bile bile hırsla çiğnedi. Ardından dolan gözlerini yalancı çıkaran homurtulu bir neşe dilinden döküldü. "Neler kaçırıyorsun bir bilsen!" Küçük bir kıkırdama! "Kendimi kötü aşçı sanırdım ama..."

"Yüreğim kaydıysa günah mı? (Al yazmalım)" Alina'nın ruhsuzca şoktaymış gibi söyledikleri Erkin'in güç bela lokmalarını yutmasına sebep oldu. "Bitmek üzere!"dedi susması için yalvarır gibi. "Bak başka bulamazsın! Hem... hem.." Titrek bir nefes verdi. Diline gelen hiçbir şey ne aklındakiyle ne de kalbindekiyle uyuşmuyordu.

"Elinden tutuversem benimle gelir mi?" Son sayıklayışın ardından Erkin ardındaki kadına bakmadan bıkkınlıkla gözlerindeki nemi silip burnunu çekti. Lokmalar kursağından geçmiyordu. Alina onun farkında bile değildi. Alina onun yanıdayken bile Barbaros'u yaşıyordu. Ve Erkin sevdiği kadının acı çekeceğini bile bile bu yalancı sevdaya çekilişini izliyordu. Çaresizce! Dikenlerle dolu bir kafese tıkılan özgürlüğe hasret bir göçmen kuşu gibi aşkın yangınına düşüşünü izliyordu.

"Seninim işte! Alıp götürsene beni! (Al yazmalım)"

"Yeter sus!" Dedi ilk kez sertçe. Ona bu kadar emir verir gibi kırıcı seslenmemişti hiç! "Çamura saplansam yardıma gelir misin demişti İlyas! Çamura saplandı. Yardımına gidemedim! Belki de asla gidemeyeceğim!" Alina'nın küçük bir sinir buhranı yaşadığını görüyor ve ondan daha iyi hissedemeyerek sadece yangına körükle gidiyordu. Alina'yı kolundan yakalayıp kendine getirmek ister gibi sarstı. "Yeter Alina! Hiçbir şey sandığın gibi değil! Değil!" Alina kollarında kuklaya döndüğü adama nemli, acınası gözlerle baktı. Dilinden dökülen hiçbir şeyi algılayamıyordu. Zil sesi onu düş uykusundan uyandırdı.

"Barbaros!"

"?!!" Alina kapıya doğru koşup yapıcı bir haber umuduyla kulpuna asıldı. Karşısında gördüğü yüz dudaklarında üst ön dişlerini gösterecek kadar küçük, içli bir tebessümü yüzüne işledi. "Barbaros!" Ona ilk kez adıyla seslendiğinin farkında değildi. Sanki bu sözcük bu gece üsteğmeni kendisinin kılmıştı. Barbaros Alina'nın iki metre kadar arkasında duran Erkin'e ifademizde bakıp genç kadının dizlerine yığıldı. Gözleri kapanmış, yaralı yüzü ve kirli saçları Alina'ın ellerinde hayat bulmuştu. Kürşat ve Zeren koşarak gelip kapının girişinde tam karşılarında yerlerini almışlardı. "Komutanım!" Zeren'in telaşlı sesi kendini kaybetmiş bir şekilde Alina'nın kollarında uyuyan üsteğmene değmemişti bile.

"Onu bulduğumuzda hiç iyi durumda değildi. Alina'yı sayıkladı hep. Sanırım epey hırpalamışlar! Zamanında yetişmeseydik..." Alina sözün devamını dinlemeye bile tahammül edemedi. Parmak uçlarını Barbaros'un yaralı başında, kanayan alnının perçemlerinde gezdirdi. "Asker!" Hisli hitabının ardından sevdiği adamın yüzüne damlayan birkaç damla gözyaşıyla sarsıldı. İlk kez duygularını gizlemek için bir girişimde bulunmamıştı. "Alina... Alina..." Barbaros'un sayıklayışları Erkin'in öfkeyle yumruklarını sıkmasına sebep oldu. Aklına gelenler sabun gibi köpürmesi için yetmişti. Kürşat'a öldürücü bakışlar atarken arkadaşı onu görmezden gelerek sözlerine devam etti.

"Biraz bakıma ihtiyacı var. Keşke Zeliş teyze hemen dönmeseydi." Alina onu göğsüne bastırıp üsteğmenin üşüyen kaslı, iri bedenini ısıtmaya çalıştı. Erkin onlara doğru atılmak istediğinde Zeren bileğini tutup uyarır gibi elini sıktı. Zeren'in bakışları "Yapma!" diye haykırırken Alina dönen ateş çemberinin farkına bile varamamıştı. Ozan, uzaktan olan biteni izliyor, dönen dolaplara bir anlam yüklemeye çalışıyordu. Zeren'in Erkin'e mıhlanan elleri kendisi için delirme sebebi olsa da hastanedeki görüntüyü bir türlü yabana atamıyordu. Alina'nın Erkin'le olan yakınlaşması ne demek oluyordu? Aralarındaki şey sadece arkadaşlık mıydı? Peki ya Zeren neden onların bu haline kıskanç gözlerle bakmamıştı? Bu timde ne dolaplar döndüğünü anlamak için fazla mı geç kalmıştı?

🪻🪻🪻

2 saat önce

Barbaros elindeki patlamış mısırdan kocaman bir avucu ağzına tıkıştırdı. Gözleri televizyonda öylece izlediği programa odaklanmış Kürşat'tan gelecek haberleri bekliyordu. Sonunda kapının kilit sesiyle birlikte kumandaya uzanıp gelenin kim olduğuna baktı. "Sonunda be! Bekleye bekleye şuraya kök saldım meyve bile vereceğim artık! Artemiz çiçeği kapana kısıldı mı?" Kürşat mahcup bir şekilde başını iki kez salladı.

"Hiç sorma! Halini görseydin senin esir alındığını öğrendiğinde ayakta durmaya gücü bile kalmadı." Barbaros ağzı kulaklarına varacak şekilde memnuniyetle güldü. "Güzeeeeeeel! Boşnak güzeli sonunda yemi yuttu. Bundan sonrası bana kaldı demektir! Yokluğumda söylediklerimi düşünmüş, beni kaydetme ihtimalini uzun uzun aklından geçirmiştir. Şimdi iş o eve girip kutularda iz sürmeye kaldı. Yakınlaşabilmemiz için bu hikaye bize çok ekmek yedirecek." Kürşat bıkkınlıkla iç çekti.1

"Doğru olanı yapıp yapmadığımızdan emin değilim komutanım!"

"Ben eminim!" diye kestirip attı Barbaros. " Vladimir'in ipine çekmek zorundayım. Eylem planlarını hayata geçirmeden onu ve ardındaki örgütü bitireceğim. Bunun için herkesi harcamaya hazırım!" Kürşat haklılığı konusunda daha fazla yorum yapmadı. "Şimdi bekleme! Sıra sana geldi!"

"Ne yapacağım!"

Barbaros omuzlarını silkip aymazca sırıttı. "Beni evire çevire döveceksin! Anamdan temin ettiğim sütü burnumdan getir! Hiç acıma!"

"Ne?" Kürşat komutanına delirmiş gibi bakıyordu. Fakat yüzünde şakaya dair bir emare bulamadı. "Anladın sen! Beni döveceksin! Hırpalayacaksın ki inandırıcı olsun! Yoksa o uyanık Boşnak kızı asla esir düştüğüme inanmaz!" Kürşat, "Başlarım ben böyle işe!" Diye geriledi. Hem komutanı hem de arkadaşı olan adama el kaldırmak kanına dokunuyordu. "Hadi lan ! Uzun etme! Farz et ki karşında bir vatan haini var! Sana yumruk atmış p... sen de intikamını alıyorsun!"

"Of!" Sıkılganlığı Barbaros'u da germişti. "Hadi be! Kız gibi zırlayacak mısın? Geçir bir tane! Vallahi Allah yarattı demem ben döverim seni!" Kürşat isteksizce bir tane komutanına geçirdi. "Daha sert! Ağzım burnum biraz dağılsın! Unutma! Ben teröristlere esir düştüm." Kürşat birkaç sille daha salladı. Barbaros kalanını bizzat kendi şekle şemale sokmuştu. Üzerindeki kıyafetleri yırtıp saçlarını saksıdaki toprakla kirletti. Kıyafetlerini kirletip boğuşma izlenimi vermek için saksıyı yere devirip toprağın üzerinde yuvarlanması gerekmişti.

Kürşat üsteğmenin bu haline kahkahalarla gülüp, "Böyle komedi görmedim!" Diye homurdandı. Kendisi acı çekerken Kürşat'ın bu neşesi üsteğmenin de sinirlerini bozmuştu. "Kes ulan! Vatana hizmet için burada bir taraflarımızı yırtıyoruz senin eğlencene bak! Şu işler bitsin bozarım ben senin façanı! 2 milyon şınava hazırlıklı ol!" Kürşat kahkahalarının arasından, "On milyona bile tamamım komutanım! Şu seyirliği dünyalara değişmem!" Barbaros onu taklit edip sinirlerini boşalttı. Bu hergelenin doğru iş tutacağı falan yoktu.

Bıçağını çıkarıp arkadaşına uzattı. "Sapla şunu omzuma! Hemşire hanımın şefkatli kollarında iyileşmem için önce hatrı sayılır bir yara almam lazım!" Kürşat'ın neşesi boğazında tıkanıp kaldı. Bu işin içinde bıçak sallayıp faça dağıtmak yoktu. "Ama..."

"Ulan dansöz gibi kıvırma!" Bıçağı uzattı. "Hadi yap şunu! Aşağılara inme sakın! Başımız belaya uğramasın!" Kürşat, "Ben böyle işin..." diye sövüp saydı. Ama yapmaktan başka bir çare de yoktu. Bıçağı saplayıp isteksizce Barbaros'un alnında oluşan elem çizgilerine baktı. İkisinin de yüzü ter içinde kalmıştı. Artık büyük parti için hazırdılar!

Yıldız atıp yorum yapan elleriniz dert görmesin! ☺️🪻

 Yıldız atıp yorum yapan elleriniz dert görmesin! ☺️🪻

 

Bölüm : 06.01.2025 21:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI / 13. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻GÖREV İÇİN
Şeyma Yıldız KOÇ
ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI

1.48k Okunma

226 Oy

0 Takip
26
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...