Medya: Bilinmeyen saati uygulaması (Cüneyt Ergün)
Umut Türkan’la olan yakınlığından oldukça hoşnut bir şekilde atış alanında yürüyüş yapıyordu. O düğün gecesinden sonra ilişkileri gözle görülür derecede olumlu olmuştu. Türkan sert bir kadındı. Gereğinden fazla ciddi olduğu da söylenebilirdi. Fakat hepsinden öte altın gibi bir kalbi ve yüreğinde akla zarar bir vatan sevdası vardı. Her ne kadar diğer kadınların aksine yürüyüşü ve tavırları erkek gibi olsa da genç adam onun keşfedilmesi gereken, özel, duygulu yönleri olduğunu biliyordu. Bu yüzden aşkın her halini üniformasının peşinden koşan diğer kızlarla değil, onun gibi gözü pek, yürekli bir kadınla yaşamak istiyordu.
Türkan askerlerin eğitim aldığı alana yarım bir gülüşle baktı. Onun tam güldüğünü gören pek olmazdı. “Yeni yetmeler yaman gözüküyor.”
“Üstesinden geleceklerinden bir şüphem yok.” Türkan üniformasını ceplerine ellerini sokup kaşının birini kaldırdı. Umut’un yanında istese de rahat olamıyor, gizlemeye çalıştığı kadınsı yönleri beynini didiklemekten bir türlü vazgeçmiyordu. “Zeren’le yaptığımız operasyonda Ozan gibi karşı çıkmadın. Neden?” Umut doğru kelimeleri seçebilmek için anlık duraksadı. Aslında onun da yüreği ağzına gelmişti ama söyleyeceği hiçbir sözün bu operasyonu durdurabileceğine inanmıyordu. Türkan zeki bir kadındı. Yedi dil biliyor pek çok farklı operasyonda farklı kişilerin kılığına bürünüp konuşuyordu. Onun kadar başarılı bir kadının önünde durmak hiç kimsenin harcı değildi.
“Aslında ben de korktum. Bir kadın olduğun için değil, bu operasyonda seni kaybedebilme ihtimali olduğu için korktum. Sana güveniyordum. Bu güvene yaslanıp gücünü ve zekanı göstermeni tercih ettim. İkimiz de bu mesleği yaptığımız sürece her zaman topun ucunda olacağız Türkan. Ölümle yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor değil mi?” Türkan yüzündeki her mimiği ince ince süzdü. Umut’un bunu gerçekten inanarak söyleyip söylemediğini anlamak istiyordu. “ Bana bu kadar çok mu güveniyorsun Çaylak?”
“Çok! Aklının alamayacağı kadar çok hem de!” Türkan kılıfından çıkardığı Beowning HP isimli tabancasını Umut’a uzattı. Umut sevdiği kadına hayranlıkla baktı. Kamuflaj desenli açık kahverengi, yeşil, siyah üniformasının içinde Amazon kadınlarını hatırlatan güçlü duruşuyla ve esmer, kemikli yüzüyle hayranlık uyandıran bir duruşa sahipti. Ceketi, belden destekli kamuflaj desen pantolonu ve elastik eldivenleriyle kalbini onu gördüğü her an hop oturtup hop kaldırıyordu.
Türkan’ın uzattığı tabancaları alıp ateşe hazır bir pozisyonda elinde tuttu. Türkan da hızlı bir şekilde Umut’un bacak kılıfındaki tabancalarına uzanmıştı. Ve kaşla göz arasında ikisini de ellerinde ateşe hazır hale getirmişti. “Güven atışı…” dedi Türkan kendinden emin güçlü yüz ifadesiyle. Umut Türkan ile işaret ettiği alan arasında birkaç kez bakışlarını dolaştırdı ve kararını vermiş bir şekilde ondan birkaç metre öteye yerleşti. Eline aldığı kartonu başının üzerinde hedef olarak kaldırdı. Türkan ciğerlerindeki nefesi bırakıp sağlı sollu ateş ederek aralarındaki mesafenin yarısına kadar tereddütsüz bir şekilde Umut’a doğru geldi. Mesafeye rağmen tüm atışları Umut’un elinde tuttuğu kartonu bulmuş ve tam da olması gereken yerde delikler oluşturmuştu. Yolun yarısına geldiğinde genç kadın Umut’a sırtını döndü ve bacaklarını kırıp bacak arasından aynı hedefe doğru bu sefer ters bir şekilde ateş etmeye devam etti. Tüm bunlar olup biterken Umut gözlerini bile kırpmamış ve Türkan’ın atışlarının bitmesini beklemişti. Ona her operasyonda zaten canını emanet ediyordu. Hal böyleyken bu atışların hiçbiri gözünde daha ürkütücü bir şeye dönüşmemişti.
Türkan atışlar bittiğinde yüzünde en ufak bir değişiklik olmayan görev arkadaşına baktı. “Sandığımdan çok daha cesursun! Bakalım beni aynı hedefle dururken gururlandırabilecek misin?” Umut bu istek karşısında bir adım geriledi. İyi bir atış geçmişi olduğunu kimse inkar edemezdi fakat kurşunların karşısındaki Türkan olunca kalp çarpıntısının kendisini yanıltabileceğinden endişe duymadan edememişti. Türkan’ın gözünde cesaretsiz bir imajının olmasını istemiyordu. “Sıra sende Çaylak!”
“Büyük bir zevkle!” Dedi Umut. Namlunun ucundaki Türkan olunca bu işin bir zevk olduğunu söylemek güçtü fakat kuyruğu dik tutmaktan başka bir çaresinin olduğuna da inanmıyordu. Türkan gözlerini bile kırpmadan hedefi tutarken dimdik durup elindeki tabancalarla mesafenin yarısına kadar geldi. Ellerinin titrememesi bedeninin şaşırmaması gerekiyordu. Basit bir göz kararması ve baygınlık bile bu oyunu kanlı bir senaryoya çevirmeyi yeterdi. Atışlarını tersten yaptığında Türkan’ın cesaretinden hiçbir şey eksilmemişti. Silahları yeniden kılıflarına yerleştirip mesafeleri bitirerek orta noktada buluştular.
“Bana gerçekten güveniyorsun!” dedi Türkan. Umut ilk anda onun gözlerinin parıldadığını fark etmişti. Görev deyince bu kadının aklı başından gidiyordu. “ Sana güvenmeseydim bu kaybetme korkusuyla yaşayamazdım. Sanırım kalbim buna dayanmazdı. Eğer bir gün şehadet hükmü kader sayfalarıma damlarsa parmağımda sana ait bir yüzük taşıyarak veda etmek istiyorum.” Türkan’ın deli gibi atan kalbi neredeyse dışarıdan duyulacak kadar gürültülüydü. Bu evlenme teklifi beklentilerinin çok üzerinde ve çabuk seyretmişti. “ Yanlış mı anladım yoksa…” Umut sözlerinin tamamen arkasında olduğunu hissettirecek kadar güçlü bir şekilde gülümsedi.
“Evet evlenme teklifi… Aslında uzun zamandır düşünüyordum. Normal insanlar evlenmeden önce birbirlerini tanımaya çalışırlar ama ben sanki seni Kalu beladan bu yana hep tanıyordum. Artık tanıma faslını bir kenara bırakıp bu hayatı seninle yaşama anına ulaşmak istiyorum.” Genç kadın duygularını dinlemekte zorlanıyordu. Aslında bir süredir onun da Umut’u diğerlerinden farklı gördüğünü kimse inkar edemezdi. Gözü pek, akıllı, vatanperver bir çocuktu Umut. Diğer erkekler gibi birkaç ojeli tırnağın, boyalı dudağın peşinden koşmuyordu. Zayıf karakterli bir ana kuzusu gibi dursa da şu andan sonra ondan daha cesurunu hayal bile edemiyordu. İnsan böylesine canını, namusunu, vatanını emanet etmekten çekinmezdi.
Öne doğru yürüyüp aralarındaki mesafeyi sıfıra indirdi ve eliyle genç adamın göğsüne hafifçe vurdu. “Düş önüme!” Umut peşinden sürüklenir gibi giderken Türkan’ın yüzünde tatlı bir tebessüm nihayet yer edinebilmişti. “Nereye gidiyoruz.”
“Alışverişe!” Umut telaşlı çarpık çurpuk adımlarla Türkan’ın önüne geçti fakat bakışlarını anlık bile olsa tesadüf ettirmeyi başaramamıştı. “Ne alışverişi Türkan? Alışveriş de nerden çıktı?” Türkan tüfeğinin dipçiğiyle Umut’u hafifçe dürttü. “Nerden çıktıysa çıktı be! Alışveriş yapmadan olmaz öyle!”
“Ne olmaz?” Dedi Umut alı alına karışmış yüzünü ve küçük alnını kırıştırırken. “Tanışma?” Umut örümcek ağına düşmüş hamam böceği gibi kıpır kıpır yerinde duramıyordu. “Kim tanışıyor?”
“Sen ulan!” diye yükseldi Türkan. “Abilerimden onay almadan yüzük takar mıyım sanıyorsun? Önce bir boyunu posunu görsünler sonra nikah işini düşünürüz.” Umut’un yanakları hafifçe kızardı. “Ne yani şimdi bu evet demek mi oluyor?”
“Yıldızlı evet demek oluyor Çaylak! Madem bu kadar heveslisin evlenmeye o zaman benden de sana en delikanlısından eyvallah! Seni abilerimin eniştesi yapacağım!” Umut kahkahalarla gülerken Türkan onu çekiştirerek alandan uzaklaştırmayı başarmıştı. Bu ana kuzusu bulduğu herkese sarılıp şeker falan dağıtırdı şimdi! Bir an önce uzaklaşsalar iyi olacaktı.
Erkin, yüreğindeki hüznü unutup uzaktan onların heyecanına mutlulukla baktı. Ana kuzusu diye dalga geçerlerdi Umut’la ama kerata kendinden daha hızlı çıkmıştı. Ferit’in karıyla kızla işi yoktu ama Ozan da sert kayaya çarpmıştı. “Biz iki sersem her halta müstehakız.” Diye kendi kendine söylendi. Pişmandı aslında. Eğer Alina’ya derdini çok önce açabilmiş olsaydı belki şu an arkadaş olarak değil, sevdiği adam olarak yanında bulunacaktı. Bir başkasını sevişini, bir başkasına ait oluşunu uzaktan acıyla izlemek zorunda kalmayacaktı.
“ Yavaş adamım! Barbaros’un birkaç gün içinde tereyağından kıl şeker gibi hallettiği işi haftalarca elime yüzüme bulaştırdım. Yalnızlık bana müstahak!” İçinden kendi kendine lanetler yağdırıp elindeki tabancaya nefretle baktı. Ona bile kızgındı aslında. Aralık kalmış pencereden tesadüf eseri onları gördüğünde dayanamamış, bu yakınlaşmayı olabilecek en hızlı şekilde bitirmek için kontrollü bir atış yapmıştı. Kimseye zarar vermeyen ve sadece Erkin’in yüreğindeki yangını harlayan bir atış… Ardından duvarın arkasına saklanıp onların mahvettiği gecelerine uzaktan bir hüzünle bakmış ve çekip gitmişti. Bunların hiçbirini yapmaya hakkı olmadığını bildiği halde kendine engel olamamıştı.
Bakışları girişte kendisine doğru gelmekte olan Barbaros’u bulduğunda yumruklarını sıktı. Ona artık eskisi gibi bakamıyor, kan kardeşi olarak göremiyordu. Çok şey kaybetmişlerdi ve kaybolanlar geri gelmeyecekti. Bu saatten sonra ne için olursa olsun Alina’yı kabul edemez, arkadaşıyla olan geçmişini görmezden gelemezdi. Kendisine de böylesi yakışmazdı ama bu deli yürek laftan sözden anlamıyordu işte!
Barbaros öfkeden kıpkırmızı kesen yüzünü, uykusuzluktan damarlaşan göz akını esirgemeden Erkin’in yorgun yüzüne mıhladı. Elindeki tabancayı sert bir şekilde göğsüne indirdi. “Al şunu!” Erkin Barbaros’un tabancasına kızgın bakışlarını dokudu. “Ne saçmalıyorsun?”
“Sana al şunu dedim!” diye bağırdı var gücüyle. Üzerinde çelik yeleği yoktu ve bunun görünür olabilmesi için de üniformasını düğmelerini açmış ve göğsünü açık hedef haline getirmişti. “Beni kendi silahımla gözümün içine baka baka vuracaksın! Hiç acımadan! Arkadaşın değilmişim gibi… Birbirimize bunca zaman canımızı emanet etmemişiz gibi tüm şarjörü üzerime boşaltacaksın!” Erkin elindeki tabancayı sıkı bir şekilde kavrayıp şarjörünü kontrol etti. 15’te 15 doluydu. “Durma yap! Arkamdan değil, gözlerimin görmediği anda değil, tam da şu anda gözlerimin içine baka baka tüm kurşunları kalbimin üzerine boşaltacaksın!” Erkin hüzünlü bir şekilde dudaklarını kıvırıp nemli bakışlarını yere indirdi ve silahı yavaşça çimlerin üzerine attı. Burnunu çekip kan kardeşim dediği adama sırtını döndü.
“Kendine başka bir oyuncak bul komutan! Böyle rollere girecek adam değilim! Hele bu gün hiç havamda değilim!”
Barbaros Erkin’in üzerine yürüyüp onu sertçe itti. “Niye lan niye? Daha dün evime ateş edip camı çerçeveyi indirmedin mi? Şimdi gözlerime bakarak yapmak niye zor gelsin?” Erkin’in çöken omuzları, zayıflayan kaslı bedeni Barbaros’un dikkatinden kaçmamıştı. “Onu mahvediyorsun?” Erkin’in ölür gibi söylediği sözler üsteğmenin içindeki ateşi harlamıştı. Bir zakkumu boğazından zorla geçirir gibi yutkundu. Aklına düşen anlar bedenini bir ateşin sarıp sarmalamasına sebep oldu.
“Onu yalancı bir sevdaya inandırıp kendine aşık ettin, şimdi de bedenine asla unutamayacağı izler bırakıyorsun! Senden sonra neler hissedeceği, ne hale geleceği aklına bile uğramıyor.”
Erkin’in can suyuna hasret ölü bakışları medet umar gibi Barbaros’un bal rengi yorgun gözlerine uzandı. Eğer bir faydasının olacağını bilse diz çöker, vazgeçmesi için yalvarırdı. Ama olmuyordu. Girdikleri iş her anlamda tehlikeliydi ve şu saatten sonra Alina büyük bir yara almaktan kurtulamayacaktı. “Evimi dikizliyorsun!” Erkin bakışlarını kaçırdı. Utanmıştı. Pis bir röntgenci değildi ama o korkunç oyunun ardından Alina’nın üsteğmene nasıl davrandığını öğrenmek için onları yirmi dakika kadar aralık olan pencereden izlemişti. Sevdiği kadının bir başkasıyla ne kadar mutlu olduğunu görmek Erkin’i öyle çok incitmişti ki işin ucunda görevi tehlikeye atıp ihraç olmak olsa da bu hataya daha fazla göz yumamamıştı.
“Sana diyorum Erkin. Nasıl yaparsın bunu? Artık silah arkadaşıma da sırtımı dönemeyecek miyim? Bu hale geldik mi sonunda?” Barbaros elindeki kovanı Erkin’in yumulu haldeki avucunu sertçe açıp bıraktı. “Bunları unutmuşsun!” Erkin eline baktığında yaptığı yanlışı yüzüne binlerce kez haykıran emareyle göz göze gelmişti. “Bu gün evimin camını buldu yarın belki alnımın tam ortasını ya da sırtımı bulacak! Demek artık beni silahını doğrultacak kadar hasım olarak görüyorsun! Kan kardeşlik bitti, öyle mi?”
Erkin başını eğip, “Artık istesek de eskisi gibi olabilir miyiz?” Diye sayıkladı. Gözleri Barros’u bulduğunda alt dudaklarını dişlerinin arasına aldı. Dişleri sıkmaktan çenesini bitap düşürmüştü. “Olamayız!” Barbaros bir adım daha yaklaşıp arkadaşının gözlerinin derinliklerine öfkeyle baktı. “Ben sana her baktığımda gözlerinde Alina’yı görmekten bıktım! Bunu bu kadar geç fark ettiğimden beri kendime ayrı sana ayrı mecburiyetlerime ayrı sövmekten yoruldum.” Başını bir imkansızı haykırır gibi salladı. “Bu görev bitse de aramızdaki şüphe hiç bitmeyecek!” Üsteğmen ayağını çimlere sertçe indirip bağırdı. “Ulan bir daha sana hiçbir operasyonda arkamı bile dönemeyeceğim.” Bunu isyan eder gibi iki elini açıp yüksek sesle söylemişti. Göğsü yeniden Erkin’e döndüğünde hızla inip kalkıyordu. Aldığı hızlı nefesler burun direğinin sızlamasına sebep olmuştu.
Erkin “Böyle olmayacak!”dedi yenilir gibi. Dudaklarında baykuşlar çağlamıştı. “Ya sen çek git ya ben gideyim! Başka türlüsü bize yaramayacak!” Erkin onu duymadan, “Senden sonra o hiçbir zaman eskisi gibi olamayacak! Kendisini seven kimseye inanmayacak! Şüpheler gerçek bir aşk yaşamasına izin vermeyecek! Bu kadar çabuk aldandığı için kendisini bir aptal gibi hissedecek!” Gözleri nemli bir şekilde arkadaşını buldu. “Ona bir aile, yuva vadettin. Bir daha yuvası olacağına asla inanmayacak! Elleri yaz kış hep üşüyecek! Yüreği üşüyecek! Ülkesine de dönemez! Sahipsiz, yaban kalacak bu ülkede! Buralarda dul olmak zor! Bunu o zavallı kıza nasıl yaparsın?”
Erkin’in sözleri Barbaros’un dizlerini bağının çözülmesine sebep oldu. Alina’dan ayrılma ihtimali artık canını ilkinden çok daha fazla yakıyordu. Onun yüzünü görememek, görevden döndüğünde o cam kenarında heyecanlandığını hissedememek, yosun gözlerinde kaybolmadan bir geceye daha gözlerini yummak… Göçmen kızı olmadan yaşamak neden bu kadar acı verici geliyordu? Düne kadar bu görevi kabul edip sevgilisinin katili olarak gördüğü kıza yaklaşmak nefret hissi uyandırırken bu gün bu çaresizlik niyeydi? Ya Alina Barbaros’ a kızıp bir başkasına giderse! Ya başkasıyla evlenirse! Resmin yırtılan parçasının yerine bir erkeği yerleştirmek üsteğmeni paramparça etmiş, her bir parçasını ayrı tutuşturmuştu. En kötüsü de bu parçanın yerine Erkin’i eklemek olmuştu. Bu ihtimal kalbinin üzerine erimiş plastik damlatmak gibiydi. Bırakabilir miydi Alina’yı? Her şey bitti diyerek çekip gidebilir miydi?
“Senin esir alındığını, öldüğünü düşündüğünde dağıldı. Gözlerimin önünde bin yıl daha yaş aldı. Seni niçin gözyaşı döktü. Hiçbir şey yiyemedi, içemedi… Uyuyamadı!” Erkin Barbaros’un eğik başına acıyarak baktı. “Sanki kalbi bile atmadı. Bunu ona neden yaptın!” Sustu. Konuşmak öyle zordu ki! “Tek derdin sana olan hislerinin farkına varması mıydı? Yoksa asıl hedef ben miydim? Benim gerçekleri görmemi mi istiyordun?”
“Bunların hiçbiri senin sorunun değil! İşime burnunu sokma!” Erkin onu sertçe itti.
“Benim sorunum! Bizim sorunumuz! Onun senden sonra nasıl olacağı benim şu hayattaki tek kaygım. Bunun olmasını istemiyorum.”
“Devlet gerekeni yapacaktır!” Dedi Barbaros kendinden emin bir şekilde. “Artık uzak dur! İşlerime karışma!”
“Yalandı! O esir alınma hikayesi de kocaman kuyruklu bir yalandı.” Barbaros başını dimdik tuttu. “Görevim için yaptım! Alina’nın duygularını fark etmesi ve cesaretini toplaması gerekiyordu.” Erkin dünyanın en saçma şeyini duymuş gibi dudaklarını burktu. “Kahroldu senin için! Senin esir alındığını, öldüğünü düşündüğünde dağıldı. Gözlerimin önünde bin yıl daha yaş aldı. Senin için gözyaşı döktü. Hiçbir şey yiyemedi, içemedi… Uyuyamadı!” Erkin Barbaros’un eğik başına acıyarak baktı. “Sanki kalbi bile atmadı. Bunu ona neden yaptın?” Sustu. Konuşmak öyle zordu ki! “Tek derdin sana olan hislerinin farkına varması mıydı? Yoksa asıl hedef ben miydim? Benim gerçekleri görmemi mi istiyordun?”
“Saçmalıyorsun! İstediğim tek şey oyunu bir an önce nihayete erdirip amacıma ulaşmaktı. Bunların hiçbiri senin sorunun değil! İşime burnunu sokma!” Erkin onu sertçe itti.
“Onu bu kadar üzmeye değer miydi? Barbaros Erkin’i yakasından tutup sarstı. “Anlamıyor musun? Bu işi bir an önce bitirmek zorundayım. O kızın en az sıyrıkla olanları atlatabilmesi için başka çarem yok!” Üsteğmen işaret parmağını tehdit eder gibi Erkin’in göğsüne bastırdı. Gözleri ürkütücüydü. “Eğer bir hata yaparsan gerekeni yaparım Erkin! Yemin olsun affetmem!” Barbaros ardına bile bakmadan çekip gitti. Ardında ölüme mahkum bir dostluk ve zamansız bir sevda bırakmıştı.
***
Yüreğimde Erkin’in hançerinin çizdiklerini taşıyordum. Bu görev yeterince zorken şimdi bir de Erkin’in bitmek bilmez nazlanmalarıyla uğraşacaktım. Evime geçip kendimi bedenen ve ruhen çözülmek için duşa attım. Yağmurluk damlalarını yavaş yavaş bedenime akıtırken gözlerimi sımsıkı yumdum. Her zemheri karanlığa düştüğümde bakışlarımın odağına gelen sadece Alina’ı güzel, masum yüzü oluyordu. Hızla atan kalbim nefesinin ritmini hızlandırdı. Aklıma gelenler bedenimin kaskatı kesilmesine sebep oldu. Eğer Erkin müdahale etmeseydi kim bilir daha neler yaşayacaktık. Of dedim yüreğimin derinlerinde. Of artemis çiçeği! Düşürme kendine. Yâr olma bu deli adama! Akla kâr iş değil seni sevmek ama ne çare!
İçimden kendime söve söve çıktım küvetten. Onunla yaşayabileceğim tüm güzellikleri görevime konsantre olabilmek için zihnimden uzak tutmaya çalışıyordum. Kurulanıp saçlarımı taradım. Kendimi her fırsatta onu düşünürken bulmalar artık iyice kabak tadı vermişti. Kendime bir bardak süt koyup elimdeki verilere göz gezdirdim. Alina’dan aldığım haberler epey işime yarayacaktı. Kapı tıklaması dikkatimi dağıtmıştı. Kürşat’ı pencereden görür görmez ona sessiz olması yönünde bir işaret yapıp kapıyı araladım ve içeri süzülüşünü izledim.
“Otur şöyle. Neler var?” Kürşat sırıtıp, “Çok naziksiniz komutanım! Hoşbulduk!”
“Uzatma lan! Şu görev yüzünden benim fanfilifon yerlerimden ter akıyor sen nezaket derdindesin!” Kürşat bozulan yüz ifadesini iç çekerek sakladı. “Alina meselesi değil mi?” Barbaros’un suskunluğu gereken cevabı fazlasıyla vermişti. Kürşat elindeki dosyayı açıp araştırmasını istediği adamın fotoğrafını önüme bıraktı. “Kod adı: Tiran. Asıl adı: Vasily Ivanov. Rus ajanı. Vladimir’in elinde büyümüş sayılır. Tıpkı Vladimir gibi takma ad kullanıyor. Bosna’da kullandığı sahte isim: Amar Vidoviç. O da çocuk yaşta Bosna’ya gelip yerleşmiş. Görevi için özel olarak yetiştirilmiş. İsimleri değiştirilmiş ve orada belli ailelerin soy ağacına eklenmiş. Türkiye’ye bazı eylem planları için gönderilmişler. Amar daha çok Vladimir’in planlarını hayata geçirecek kişileri organize etmekle yükümlü. İntihar eylemleri planlamış ve etnik çatışmaları tetikleyecek adamları seçip planların kusursuz ilerlemesini sağlıyor. Devlet adamlarını kasetlerle tuzağa çekmeye çalışıyor.”
Kinle sırıttım. “İşinin ehli bir şerefsizmiş!”
“Öyle!” Kürşat elindeki dosyaya başını çevirip kâğıtların arasında bir şeyler aradı.
“Bu adam bana Arabistanlı Lawrence’yi hatırlatıyor. Osmanlı devletinin çöllerdeki hakimiyetini bitirip kılık değiştirerek bir hayalet gibi istihbarat yapmıştı. Bölücü faaliyetleri Osmanlı’nın Arap topraklarını kaybetmesine sebep oldu. Azınlıkları isyana teşvik edip devletin kollarını kesti. Aynı şekilde bu adamı hem Bosna’da hem de Türkiye’de bölücü faaliyetlerde bulunsun diye yetiştirmiş olmalılar. Yugoslavya’nın dağılmasında etkili olduğu yetmezmiş gibi Boşnaklara soykırım yapılmasında da parmağı var. Radavon ile irtibatı olduğunu biliyoruz. Aynı proje, farklı zaman ve bölünmeye çalışılan iki devlet… Oyun hep aynı Kürşat! Arkasındaki insanların amaçlarına ulaşmalarına izin vermemeliyiz. Örgüt lideri olduğunu düşünmüştüm ama karşımızdaki adam sadece ajan. Onun kollarını köpeklik ettikleri tutuyor.”
Kürşat huzursuzca iç çekti. “Kendi öz yeğenini öldürmeye çalıştı şerefsiz. Radavon’un odalığı olmasına izin verdi. İnsan bunu nasıl yapar?” Önüme düşen tutamları sertçe geriye ittim. “O şerefsiz için aile bağlarının bir önemi yok! Amacına tapıyor. Kim bilir neler vaad ettiler. Rus ajanı… Bunun için yetiştirildi. Tek dertleri düşmanı bölüp parçalayarak zayıf düşürmek. Rusya’da hayaller bin yıl geçse yine de değişmez. Sıcak denizlere inme ideali için her şeyi feda edebilirler. Sınırlar kaldıramasa da işbirlikçi düşmanlarıyla birlikte bizi yarı sömürge haline getirmeyi bile ganimet sayarlar. Buna asla izin vermeyeceğiz. Birliğimizi, bölünmez bütünlüğümüzü bozmalarına müsaade etmeyeceğiz.” Kürşat elindeki dosyayı kapatıp şakaklarını ovdu. Dersine iyi çalışmış olmanın verdiği gururu taşıyordu.
“Şu broş! Bizim için önemli komutanım. Replika olduğunu söylemiştiniz. Ama özel tasarım bir şeye benziyor.” Alina’nın broşu taktığı geceki hali aklıma düştüğünde nefes alışverişlerim sıklaştı. O güzel elbisenin içindeki zarif duruşu kalbimin bam telini sızlatmıştı. Aşık olunası kadife teninin hemen altında o güzel broşu ne kadar da gururlu bir ifadeyle taşıyordu. Aklımın karışmasına izin vermeden iki parmağımla gözlerimin burun kemiğine yakın kısmını sıktım.
“Onu bir şekilde ele geçirmemiz gerekiyor.” Dedim parmaklarımı yılgınlıkla boynuma geçirirken. “Fotoğrafını düşündüm ama yeterli olmayabilir. Kullanılan ana maddesi bile ipucu niteliği taşıyabilir.” Ayağa kalkıp olan biteni anlamlandırmaya çalıştım. Hafifçe başımı kaşımış broşun beni götüreceği gerçekleri anlamlandırmaya çalışmıştım.
“Alina broşu saklıyor. Onun için değerli! Kaybolmasından, çalınmasından endişe ettiği için onu kolay ulaşılabilir bir yere bırakmıyor. Evine girdiğimde her yeri köşe bucak aradım, yoktu.” Artık ne yapacağımı çok daha iyi anlamıştım. Bu adamların çirkin planlarına karşı ülkemi korumak boynumun borcuydu. Alina’nın broşu bizim için bir anahtar niteliğinde olabilirdi. Kürşat’la bu konuyu kritik edip ayrıldık. Giderken o da en az benim kadar düşünceli görünüyordu. Üzerime bir şeyler giyip Alina’nın bulunduğu hastanenin önünde beklemeye başladım. Yüzümü gizleyecek siyah bir maske takmıştım. Alina’nın beni görmemesi gerekiyordu. Evinin her yanına araştırdığım halde broşu bulamamıştım. Evden çıkarken broşu yakasına iliştirdiğini görmüş ve peşine düşmeye karar vermiştim. Bir yerde hata yapacaktı.
Tüm gün hastanenin önünde çıkmasını bekledim. Üzerine siyah, bol paça bir pantolon ve kesme kare detayları olan bir gömlek giymişti. Saçlarını tepeden gevşek bir topuz yapmış ve hafif bir makyajla hastaneden nihayet çıkabilmişti. Bugün nöbetçi olmadığı için mutluydum. Broşa ne kadar çabuk ulaşırsa işim o kadar çabuk bitecekti.
Hastanenin önünden geçen minibüslerden birine bindi. Kürşat’tan kısa bir süreliğine aldığım araca atlayıp ben de peşinden gittim. Sabırsızdım. Olabilecek her şeyi hesaba katmış ve broşu ondan şüphe uyandırmadan alabileceğim ana hazırlanmıştım. Durak ile lojmanın girişi arası epey vardı ve en büyük şansım geçeceği bazı yıkık binaların ve tenha sokakların işimi kolaylaştıracak olmasıydı. Bunu yaptığım için kendimi suçlu hissediyordum fakat başka bir çarem de yoktu. Vladimir büyük bir eylem hazırlığı içerisindeyken ben görevimden daha fazla hiçbir şeye önem veremezdim.
İkindi sularıydı. Alina şehir içindeki bazı eylemler sebebiyle dağılan binaların yanına yaklaştı. Adımlarını hızlandırmış hafifçe çiselenen yağmura yakalanmamak için ardı ardına köşe başlarından geçmişti. Peşindeydi. Duvarlara gizlenerek beni fark etmemesi için elimden gelen her şeyi yapıyordum.
İki sokak ötede yol ayrımından sağa döndü. Ben de bir gölge gibi peşinden aynı sokağa doğru süzüldüm. Çıkmaz sokağa gelmiştik. Etrafıma merak ve endişeyle göz gezdirdim. Buradan döndüğüne emindim fakat Alina’ya dair hiçbir izin esamesi bile yoktu. Kimliğim belirsizdi. Yüzümdeki palavka ile beni tanıması imkansızdı. Adımlarımı hızlandırıp daha seri olmaya çalışarak sağıma soluma baktım. O an enseme yediğim bir sopa darbesi ile bacaklarımın karıncalandığını, gözlerimin hafifçe bulanıklaştığını hissettim. Adımlarım geriye doğru sendeledi ve sırtım çürük binalardan birinin duvarına yaslandı. O an karşımda olabilecek en saldırgan haliyle göçmen kızını bulacağımı hiç sanmıyordum. Bir gün önce kadınım olmaya hazır olan o güzellik beni bir düşman gibi algılamış ve ilk fırsatta saldırıya geçmişti.
Deri eldivenlerimin altındaki parmaklarım kesik nefeslerimin arasında duvara tutundu. “Kimsin sen?” Gözlerimi sıkıp başımı silkelenir gibi salladım. Kendime gelmek zorundaydım. Bu küçük darbe bende yığılma hissi uyandırmamalıydı. Üzerime doğru yürüdüğünde karşısında dimdik durdum. Ellerini açıp saldırı pozisyonunda bana bir yumruk savurdu. Hızlı bir şekilde kendimi geri çekmiş ve darbesinden kurtulmuştum. Tekme atmaya kalktığında sağ ayağını yakalayıp göğsünden baskı yaparak onu sırtüstü yere düşürdüm. Canı yanmıştı. Bunu daha fazla yapmak istemiyordum. Kollarını iki yana açıp dizlerime doğru atıldığında onu kollarından yakalayıp zoraki ters takla atmasına sebep oldum. Fakat hedeflediğim gibi onu yere kapanlandırmayı başaramamış, avcıyken av olmuştum. Beni bacaklarının arasına alıp dirseğini boynuma dolayarak boğazımı dirseğinin arasında kıstırdı. Nefes almakta zorlanıyordum. Aslında bana bunu kimse yapamazdı fakat onu incitmemek için bilerek savunma pozisyonunda kalıyor ve ne yapacağını görmek istiyordum. Göz göze geldik. Ben sakinken o nefes nefeseydi. Maske olmasa muhtemelen beni tanırdı. Kokumu almasından korkuyordum. Duş almıştım ama bir şekilde bedenime ve kıyafetlerime, süründüğüm koku sinmiş olabilirdi.
“Kimsin sen?” Diye bağırdı. “Benden ne istiyorsun?” Gözleri ateş saçıyordu. Bir gece önce birbirine aşkla dokunan iki sevdalıyken şimdi azılı iki düşman gibiydik. Bacaklarını bacaklarıma öyle sıkı sarmıştı ki neredeyse tüm hareket kabiliyetimin benden gittiğini hissettim. Vladimir yeğenini iyi yetiştirmişti. Özel yetiştirilmiş bir asker olmasam beyaz bayrak sallamaktan çekinmezdim. Soluklarımız birbirine karışırken göğsü göğsüme baskı yapmaya devam ediyordu. Kalp atışlarını duyabiliyordum. Bedeni bir volkan gibi sıcacıktı. Saçındaki topuz tokası yere düşmüş ve ipeksi kumral saçları yüzünün bir kısmını kapatarak dudaklarıma doğru süzülmüştü. Dudaklarını kinle büzüp sol eliyle ani bir hareket yapıp palavkama uzandı. Onu düşüncesine ulaşamadan iki bacak darbesiyle boynundan yakalayıp sırtüstü düşmesini sağladım. Toparlanıp yerden kalktığımda yeniden saldıracağını düşünmüştüm. Kalkmamıştı. Birkaç saniye kendisinden gelecek hamleleri bekleyen bana alık alık baktı. Davranışlarımdan gereğinden fazla şefkatli olduğumu anlamıştı. Onu öldürmek isteseydim boynunu kırabilir ya da onun yaptığı gibi boğazını dirseğimin arasına alıp sıkarak boğulmasına sebep olabilirdim. Yapmamıştım. Derdim canını yakmak değildi. Ama tuhaf bir şekilde canımı yakmasından hoşlanmıştım. Ne kadar ileri gidebileceğini anlamak istiyordum.
Sağ elinin avucunu yere sertçe vurup ayağa dikildi ve nerden çıktığını anlayamadığım bir bıçakla üzerime doğru geldi. Beni kendini korumak için gözünü kırpmadan öldürür müydü? Birini öldürme fikrinden hiç rahatsız olmuyor muydu? Şaşkınlığı üzerimden atıp bana savurduğu bıçak darbelerinden hızlı ataklarım sayesinden kurtuldum. Hiç ummadığı bir anda bileğini kavrayıp onu belinden kavradım ve nefesim boynunu yalayıp geçerken eline baskı yaparak bıçağı düşürmesini sağladım. Yine uzanmak istediğinde bıçağı bir tekme darbesiyle uzaklaştırdım. Sırtı göğsüme yaslanmıştı ve bileğini benden kurtarmaya çalışıyordu. Başını geriye bırakıp burnuma kafasını ters bir şekilde indirdiğinde küçük bir inleme dudaklarımdan döküldü. Burnumdan sızan kanın kekremsi kokusunu almış, dudaklarıma karıştığında bakır tadı hafifçe midemi bulandırmıştı. Bunu yapan bir başkasını olsaydı canını ot tıkar makatında bomba patlatırdım. Ona kıyamıyordum. Bu kadar bile incitmeye dayanamıyordum. Onu hafifçe yüz üstü duvara ittim. Beklediğimden gafil avlanmıştı. Bu hareketi benden beklemediği için alnı hafife betona çarptı. Yumruklarımı sıktım. Bu planlarım arasında yoktu.
Diz çöktüğü duvar kenarından aniden üzerime atıldı ve elindeki keskin çakıl taşıyla pazuma hatrı sayılır bir çizik attı. Bedenimde iz bırakmasına izin vermezdim. Beni tanımamalıydı. Kollarını tutup onu gövdeme hapsederken çırpınmalarına karşılık cebimden çıkardığım spreyi yüzüne püskürttüm. “Ostavi me na miru! (Bırak beni!)” Yaklaşık iki saniye sonra sırtüstü kendini bıraktı. Düşmesine izin vermemiş kolumla beline destek olmaya çalışmıştım. Saçları yüzünün bir kısmını kapatırken gözleri usulca kapandı. Başı geriye düşmüştü. Kimsenin bizi görmediğinden emin olmak istiyordum. Etrafta kimseler görünmese de izlendiğim hissi peşimi bırakmıyordu. Alina’yı kimseye göstermeden kucağımda kırmızı Toros’a kadar taşıdım. Arka koltuğa bırakıp çantasından broşu aldım. Onu yanında taşıdığını biliyordum. Broşu tüm detaylarıyla görebiliyordum.
Tenha yollardan lojmana doğru yol aldım. Aracı birkaç sokak ötede bırakıp kendi arabama binmiş ve lojmana kendi arabamla girmiştim. Alina ilacın tesiriyle hiç uyanmamıştı. Kucağımda salınırken çantasından aldığım anahtarla kapısını açtım. O an birkaç adım sesi beni kendine yönlendirdi. İzleniyordum. “Kimsin lan sen?”
“Temizlikçiyim komutanım!” Bir gözü kör, asık suratlı bir adamdı. Orta yaşın üzerinde sayılırdı ve başı kabak gibi pürüzsüzdü. Oduncu gömleği giymiş, birkaç yamalı bir pantolonla, karşımda kısık gözlerle bana bakıyordu. “Yeni misin?”
“Evet komutanım!” Alina’nın derin uykunun emarelerini taşıyan güzel yüzüne baktım. “Neden hep bu bölgeyi temizliyorsun? Buradan başka işin yok mu senin?” Hafifçe bocaladı. “Bana ne dendiyse onu yapıyorum!” Gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmamıştım ve o da olabildiğince sakin ve normal görünmeye çalışmıştı. Bu adamda beni rahatsız eden bir şeyler olduğunu biliyordum. Ve bu işin peşini bırakmayacaktım. İçeri geçip Alina’yı yavaşça yatağının üzerine bıraktım. Üzerini battaniye ile örtüp onun uyuduğu bu saatleri fırsata çevirdim.
O albümlerin tamamını incelemek için fırsatı bulmuştum. Vladimir’in fotoğraflarının bulunduğu albümü nihayet bulmuştum. Alina bunları benden saklamıştı. Hâlâ aramızda gerçek bir güven ortamı oluşmamıştı. Montun cebindeki fotoğraf makinasını çıkarıp fotoğrafları arkasındaki notlarla birlikte çekmiştim. Bunları çıkaracak ve Vladimir’e karşı kullanacaktım. Evin içini bir kez daha araştırıp bir ipucu aradım.
Vladimir’in Türkiye’ye geldiği dönemde kaldığı evin fotoğrafını bulmuştum. Buranın neresi olduğunu araştıracaktım. Yanındaki adamların kimler olduğunu bulacak ve satranç tahtasındaki bitirici hamleme hazırlanacaktım. Bunları yaparken perdeleri örtmüş, kendi gölgemden bile gizlenmiştim. Ortalığı toparlayıp Alina’nın bulunduğu odaya gittim. İlaç oldukça etkiliydi. Alina gözlerini bile açamıyordu. Koyu kahverengi kapının eşiğine gelip mermer zeminin soğukluğunu hissederek adımlarımı yumuşattım. Ona karşı suçluluk duygusu hissetmekten kurtulamıyordum. Onu kandırmak, yalanlarla riyakar bir aşk masalı yaşatmak artık kalbimi incitiyordu.
Kıyafetlerimi değiştirmiş, yaramı en azından sarıp sarmalamıştım. Alina, karşı karşıya geldiği adamın ben olduğumu anlamamalıydı. Yatağın kenarına iliştim. Ellerim ürkekçe atan kalbine direnerek Artemis çiçeğinin ipeksi saçlarına dokundum. Onlara yaklaştığımda saçlarından yayılan o güzel kokuya esir olmamak imkansızdı. Alnındaki yara içimi sızlattı. Buna sebep olmak kalbimin göğüs kafesime dar gelmesine sebep oluyordu. Dudaklarım alnını buldu. Hareketlenen parmakları küçük bir telaşın yüreğimi bulmasına sağladı.
“Artemis çiçeği… Neden öfkemi bu kadar çabuk öldürdün? Neden kendini sevdirdin? Oysa en çok öfkeme tam da şu zamanda ihtiyacım vardı. Aklımı kullanmak ve bu işi çözmek zorundaydım. O hissi benden almamalıydın! Kendini bana sevdirmemeliydin!” Kokusunu daha yakından alacak kadar koynuna sokuldum. Dudaklarımız değil belki ama burunlarımız birbirine dokunmuştu. Bana Hazel’i unutturmuş muydu? Öfkem bu yüzden mi sönmüştü? Ne yapmıştı sanki? Hiçbir şey… Sadece sevmişti. Yosun gözleriyle saklamaya çalıştığı tüm aşkı gözlerime şiir misali okumuştu. Nefretim sinip saklanmıştı sevdasına. Yüreğimi hapsettiğim nefret kafesinin tüm demirleri tuzla buz olup dağılmıştı. Kendisinden nefret eden bir adamı bir kadın nasıl bu kadar çok severdi? Nefretten başka bir şey vaad etmeyen bir yüreği nasıl kendisine yuva ederdi?
“Barbaros… Zaljubljen sam u tebe ( Sana aşığım!)” Sayıklayışları gözlerimi sımsıkı yummama sebep oldu. Beni sayıklıyordu. O sokak serserisinin ben olduğumu bilse kim bilir ne kadar yıkılacaktı. “Beni incitmesine izin verme! Radavon…” Yorgun bir şekilde söylediği sözler beni ona daha da yaklaştırdı. “Sakin ol!” Kendinde değildi. “Beni yine dövecek!” O adamın Alina’nın canını acıttığı düşüncesi beynimi talan etti. Dudaklarımı boynuna bastırdım. Ağzımdan kovmak istediğim tüm küfürleri bu şekilde perdelemiştim. “Artemis çiçeği!” Kan ağlayan ciğerlerime yangında dolan bir nebze hava gibiydi. Onu solumak istiyordum. Gözleri kapalıydı. Bilinçaltından dökülen sözleri belki hiç hatırlamayacaktı. “Beni kavrulacağımı bile bile yangına çekiyorsun.”
“Bana yine acı verecek! Sen beni üzme olur mu? Daha fazla canımı yakma!” Yüzü, dudakları koynumda yer bulurken iç çektim. “Beni sensiz bırakma! Yine nefret etme!” Bunu yalvarır gibi söylemişti. Sanki derin bir hendeğin içine düşmüş, tırnaklarını geçirdiği duvardan bana, son çaresine sesleniyordu. “Yine nefretle bakma ne olur! Kızma! Ti si moj Barbaros ( Sen benimsin Barbaros!)” Sağ elim saçlarının diplerini bulup onu ruhuma bastırdı. Kursağımın onsuzlukla tıkanıp kaldığı yerden hayallerime sarıldım.
“Sen bana kızacaksın Artemis çiçeği. Çok kızacaksın! Belki ölürcesine nefret edeceksin! Söylesene o zaman ben nasıl yaşayacağım? Aşk dolu gözlerine hasretle bakan ben nasıl nefretine dayanacağım! Seni sevmemeliyim! Bağlanmamalıyım! Sözümü tutmalıyım.” Çaresizliği iliklerime kadar hissediyordum. Masal kitaplarından çıkıp gelmiş gibiydi fakat o bir prensin kendisini kurtarmasını bekleyecek kadar güçsüz bir kadın değildi. O savaşçı bir prensesti. Ateşle oynuyordum.
“Beni üzersen seni üzerim demiştin! Öldürürüm demiştin! Söyle Artemis çiçeği! Kıyar mısın bana? Canın yandığında benim canımı da yakar mısın? Binlerce insanın hayatını kurtarmak isterken canımı senin avuçlarına mı bırakacağım?” Gözü karaydı. Yapardı! Ellerini kirletmişti bir kere! Yine kanıma bulamaktan çekinmezdi. “Barbaros!”
“Alina’m! Gerçek mi bu? Yüreğine düştüm mü ben? Avcı av mı oldu yaban ceylanının gönlünde?” Sesim kısıldı. Gözlerim kapalıydı. Onun kokusuyla nefeslendiğim bir cennetin kapısında kendi duygularıma yabancılaşmanın hüznünü yaşıyordum. Ani bir kararla kendimi ondan uzaklaştırdım. Başı geriye doğru kendini bıraktı. “Hayır! Bu olamaz! Olmamalı! Onu sevemem! Hazel’den sonra, onu unutmak için sarılmış olmalıyım! Evet!” Rahatlamış bir şekilde hırsla, “Evet!” Dedim. “Başka bir şey olamaz.” Onu yavaşta yatağa bıraktım. Kendine gelememişti. Uyanmalıydı artık. Kahrolası yeni yalanlarımı sıralayabilmem için uyanması lazımdı.
Hana’nın kreşten dönüş saatinin yaklaştığını fark ettim. Artık onu uyandırmak mecburiyet olmuştu. Göreve gidecektim ve küçük kıza bakacak kimse yoktu. Üzerine eğilip yanaklarından yakaladım ve sarstım. “Alina uyan! Kendine gel!” Dudaklarından sevimli mırıltılar döküldü. “Uyan! Bana iyi olduğunu söyle!” İlacın bu kadar etkili olması şaşırtmıştı. Ya onda beklenmedik bir etki uyandırırsa diye endişelenmeden edemedim. Daha evhamlı bir şekilde büyümüş gözlerimle üzerine eğildim ve ensesinden kavrayıp onu göğsüme yasladım. “Hadi aç gözlerini! Uyan!” Onu belinden yakalayıp ayağa kaldırdım. Biraz olsun ayılmıştı. Onu gövdeme yaslayıp aceleyle lavaboya doğru götürdüm. Ellerim ayılmak için çabalayan yüzünü buldu. “Tamam! Geçti!”
“Buradayım!” Gözlerini açamıyordu. Dengede kalmak için çabalasa da bacakları dermansızdı. Avuçlarımın arasına aldığım suyu yüzüne bocaladım. “İyi olacaksın!” Yığılır gibi olduğunda bedenini dik tutmasına yardım ettim. “İyi hissetmiyorum. O adam…” Yutkundu. “O adam…”
“Kimsenin sana zarar vermesine izin vermem!” Kısık gözleri gözlerime sevgiyle baktı. Elleri göğsümden enseme uzandı. Parmakları ulaştığı yerdeki her bir zerremi özenle sevdi. “Beni bulacağını biliyordum. Koruyacağını, ona bırakmayacağını biliyordum.” Gözlerimi kaçırdım. Ona yaşatmak zorunda kaldığım her şey için pişmanlık duyuyordum. O gaspçı benim Alina! Korkup canına kastettiğin adam benim! Senden o broşu almak için kılık değiştiren adam benim! Yanlış adamı seviyorsun, yanlış adama sığınıyorsun!
“Buradayım! Yanında!” Gülümsedi. Eğer görevim olmasaydı ve iyi bir gayeye hizmet etmeseydi yaptıklarımdan utanç duyardım. İstihbaratçı olmak için doğmuştum. Binbir türlü suratımın arasından Alina sadece birini görüyordu.
Düş uykusundan uyanmak için gözlerini sıktı. Dudakları kurumuştu, elleri ise titrek ve şüpheciydi. Yanağını avucumun içine alıp sevdim. “Seni bir daha göremeyeceğimi sandım!” Göğsümün üzerine sığındı. Oradaki volkanı harekete geçirip duygularımla oynuyordu. Kalbim ona aldanmak için ne kadar da hevesliydi. “Buna izin vermem Artemis çiçeği! Seni kimselere vermem!” Keşke seni kendimden de koruyabilsem! İncitmesem! Kırıp dökmeden sevmeye iznim olsa göçmen kızı!
Daha iyi hissedebilmesi için yüzünü biraz daha suya kavuşturdum. Güç bela kendine gelebilmişti. Üşüdüğünü anladığımda askılıktan montumu alıp omuzlarından bıraktım. Dudakları titrekti. Dişlerinin birbirine vurduğunu fark ediyordum. Ayılmıştı. “Beni nasıl buldun?” Yalama olan yalanlarımın sırası gelmişti. “Uzaktan gördüm seni! Uzun boylu maskeli bir adamdı. Çantamdan bir şeyler aşırıyordu sanırım. Peşinden koştum ama yetişemedim.” Gözlerinde şimşekler çakmıştı. “Ha-hayır!” Zıpkın gibi yerinden fırladı. Onu bu kadar heyecanlı gördüğümü hiç hatırlamıyordum. Ben put gibi dikilirken çantasını alıp ters çevirerek içinde ne var ne yok mermer zemine döktü.
“Yok yok!” Yanına gittim. Beni görmüyordu bile. “Yok!”dedi ağlamaklı. “Annemin broşu yok!” Çantayı bir feryat eşliğinde yere fırlattı. “Çalmış onu Barbaros! Çalmış! Annemden bana kalan tek şeyi çalmış! Neden?” Gözyaşları ardı ardına yanaklarından yuvarlandı. “Çalmışlar.” Dedi ağlamaklı. Yutkundum. Bu kadar canını yakacağını düşünememiştim. “Bana güç veren tek şeydi Barbaros! Şimdi kim bilir nerde?” Sağ eli dudaklarına kapandı. Ağlamamak için ne çok çaba sarf ettiğini görüyordum. Çığlıklarını bastırıyordu. “Alina! Sakin ol lütfen!”
“Neden onu benden aldılar Barbaros! Artık onu yanımda hissedemiyorum.” Ona sımsıkı sarıldım. Yüzüne sayısız öpücük bıraktım. İçinden kopanları tarif etmek imkansızdı. “Alina… Yalvarırım! Ne olur ağlama! Sen ağladığında nefes alamıyorum.” Göğsüme kapanıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Sesi çıkmasa da sarsılan omuzlarından canının ne kadar yandığını biliyordum. “Söz veriyorum Artemis çiçeği. Onu sana ne pahasına olursa olsun getireceğim.
Merhaba canlarım. Şu sıralar aile büyüklerini ziyaret için Ankara’ya gittim. İster istemez kalabalığın içinde bölüm yazmak biraz zorlaştı. Fakat içimdeki heves yine ilk günki gibi devam etmekte. ☺️🪻
Barbaros duygularının artık daha çok farkında. Bu görevi ile kalbi arasında kalmasına sebep olacak. Erkin ise duygu karmaşasında. Bölümler in okunduğunu görüyorum ama pek yorum alamıyorum. Kendimi geliştirmemde bu yorumlar gerçekten çok etkili oluyor. Sizden ricam kısa da olsa düşüncelerinizi bildirip bana destek olmanız. Sizleri bölüm alıntıları için instagrama bekliyorum. Yeni kurgularım için beni takip etmeyi unutmayınız. ❤️☺️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.46k Okunma |
225 Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |