
Medya : Melike Şahin Korkmasam ölürdüm 🎶🎶
Barbaros'un Kaleminden
İkimizi bir araya getiren kadere teslim olmamak için elimden gelen her şeyi yapmıştım. Onu sevmemek için, yanında olmamak için, yaşadığımız her şeyin bir görevden ibaret kalması için kendi ruhumda asla galip olamayacağım bir savaş vermiştim. Geçen günler takvim yapraklarından bir şeyler eksiltirken benim ruhuma belki de asla sahip olamayacağım bir kadının aşkını işlemişti. İçimde bir yan vardı. Ona ait olmak için deliren, onu sevmek için her fırsatta kendine yeni bahaneler üreten hayalci bir yan... Ben o yanı hep ihmal etmiş kendimi yanıbaşımdaki aşka yabancılaştırmıştım. Şimdi gerçekleri bütün çıplaklığıyla görebiliyordum. Alina Mihaloviç Demirsoy benim yaşlanmak istediğim tek kadındı. Ve en acısı da vatanımı bölmeye çalışan bir hainin yeğeniydi.
Ona oyunlar oynamıştım. Sahte bir aşka inandırmış ve ikimiz için mutlu bir hayat hayalleri işlemiştim zihnine. Beklediğimden başarılı olmuştum aslında. Sevmişti beni. Bunu o yosun gözlerine her baktığımda anlayabiliyordum. İşin hesapsız tarafı ise benim de ona her geçen gün biraz daha vurulup çekilmemdi. Bana yosun gözleriyle öyle güzel bakıyordu ki onun sevdasının içime işlememesi mümkün değildi. Kokusunda cenneti bulmak, bakışlarında aşkı tatmak beni bambaşka bir adam yapmıştı. Korkuyordum. Bu aşkın ikimizi de felakete sürüklemesinden korkuyordum. Her şey sadece formalite icabı gerçekleşecekti. Alina Türk vatandaşı olmak istiyordu. Bunun için benimle üç yıl evli kalması gerekiyordu. Evliliğin formalite olmadığını kanıtlamamız için de her şeyi gerçekçi olacak şekilde hazırlamıştık. Asıl hedefimiz İmran Borya kod adındaki Vladimir Paradzic isimli casusa ulaşmaktı.
Süreç işlerken Alina ile yakınlık kuracak ve evinde bazı dinlemeler yaparak onun dayısı ile bağlantılarını ortaya çıkaracaktım. Onu bir gölge gibi takip eden istihbaratçı asker kızın yanlış bir şey yapmadığını söylese de bu işten sıyrılması sandığım kadar kolay değildi. Söz konusu görevi tehlikeye atmamak için Alina'nın dayısının terörist olduğu gerçeğinei bir süre göz ardı etmiştik. Onunla olan ilişkim gerçek olmadığı için nihayete erdirilmek üzere karara bağlanmıştı. Bu süreçte Casus Vladimir'in kanlı oyunlarını ortaya çıkaracak hem onu hem de ardındaki hainleri kelepçelerle hak ettikleri yere tıkacaktım. Bu senaryoyu gerçek kılmak için her şeyi yapmaya hazırdım.
Alina Bosna'da Sırplara karşı bazı eylemlerde bulunmuştu. Bunu kendi halkını korumak ve Sırpların halkına daha fazla zulmetmesine engel olmak için yapmıştı. Asıl mesleği hemşirelik olduğu halde iyi silah kullanıyor, bomba imha etmeyi ve yakın dövüş tekniklerini biliyordu. Sıradan bir hemşirenin bu kadar teknik bilgiye sahip olması fazla ütopik görüldüğü için Alina'yı bir terörist olarak görme eğilimindeydik. Yaptığım tek bir hata da bunun bedelini ödeyeceğini biliyordum. Ve bu aşk yüreğime düştüğünden beri ödenecek bedel sadece onu değil beni de ilgilendiriyordu. Yolun sonunda sevdiğim kadının kelepçelerle parmaklıkların ardına düşmesini izleyebilirdim. Tam da bu yüzden " Bağlanmamalıyım!" diyordum. Oysa ateş bacayı çoktan sarmıştı.
Sevdiğim kadın sol yanımdaki yatakta soluk bir yüzle uyuyordu. Bir hastane odasındaydı. Koluna bağlanan serum son damlalarını bedenine taşırken yorgun gözlerim onun uzun kirpiklerinde, biçimli ince dudaklarında gezindi. Ona korkusuzca bakacağım ve terk etmeyi düşünmeden dokunacağım günlerin hasretiyle yanıp kavruluyordum. Dudaklarından belli başlı mırıltılar döküldü. Bunu çok sık yapardı. Öyle korkunç günler geçirmiştik ki gözlerini ne zaman yumsa aynı kabusu gördüğünü bilerek onu uzaktan hissettirmeden izlerdim. Bazen dudaklarından Boşnakça sayıklamalar dökülürdü. Anlamadığım için bana kendini dökeceği anları sabırla beklemeye çalışırdım.
"Hana! Ne olur ölme! ()Sana bir şey olmasına dayanamam!" Kan ter içinde yataktan doğrululmuş ve yosun gözlerini ışıktan rahatsız olmuş bir şekilde kısmıştı. " Barbaros'" Yanı başındaki ahşap sandalyede oturan bana sımsıkı sarıldı. İpeksi güzel saçları yanaklarımı okşadı. O ana kilitlenmiş, kafamda dolaşan tüm gerçeklerimize sırtımı dönmüştüm.
" Artemis çiçeği! Nihayet uyandın." Burnunun üzerine sıcak bir öpücük bırakıp parmaklarımı saçlarının arasına geçirdim. "Sana bir şey olduğunu düşünmek ömrümden ömür aldı. Sensiz yaşamak zorunda kalma fikri birkaç dakika için bile olsa cehennemi yaşattı göçmen kızı." Başını eğdiği yerden kaldırıp dudaklarımın birkaç santim gerisinde duran dudaklarını bana biraz daha yaklaştırdı. Onlara direnebilmek imkansızdı.
" Üsteğmen!" Kollarını boynuma dolayıp yüzümü yanağına bastırdı. "Yanımdasın! Görevden dönmüşsün! Öleceğimi sanmıştım." Belini saran ellerim parmaklarımın kıvrımlarını ezberlemesini sağladı. "Bana ihtiyacın olduğunu hissettim." Peşine taktığım adamdan haberi yoktu. O alnını çeneme hafifçe sürterken parmaklarım belinin üzerine tırmandı. Elime sargı bezi değmişti. Küçük bir inlemenin dudaklarından döküldüğünü fark ettiğimde canım ondan çok daha fazla yanmıştı. Onu bu kadar bile incitmeye dayanamazken nasıl terk edecek, acıların en büyüğünü verecektim.
Dayısı olacak pisliğin varlığı bizi birbirimizden ayırmaya yeterdi. İstihbarat çıkışlıydım. Kilit görevlerin aranan adamıydım. Her ne kadar bunu geride bıraksam da Özel Kuvvetlerin içinde olmam bu görevi bana vermeleri için bir engel teşkil etmemişti. Fazla şey biliyordum. Ele geçirilmem bile büyük bir sorundu. Hâl böyleyken azılı bir casusla akrabalık bağı kurmam mümkün değildi. Hakkımda soruşturma başlatılması ya da çok sevdiğim görevimden uzaklaştırılmam mümkündü. Gerçekten yalan bir şehadetle onun hayatından çıkabilecek miydim?
"Hana! O nerde?" Bedenindeki sızıya aldırmadan doğrulmaya çalıştığında engel oldum. "Hayır bitanem. Acele etme! Dikişlerin yeni!"
"Kardeşim! İyi mi?"
"İyi Alina! Hem de çok iyi! Biraz dumandan etkilenmiş! Hepsi bu!" Gözlerini kapatıp Boşnakça bir şekilde şükür dileklerinde bulundu. "Ona bir şey olacak diye ne kadar korktum bir bilsen! Şimdi nerede?"
"yan odada!" Dedim başımla kapıyı işaret ederken. "Kürşat birazdan getirir. Bizimkiler de dışarıda bekliyor. Biraz sıkıntılı bir zaman yaşıyoruz." Gözlerini gerçekleri anımsamak ister gibi kapatıp parmakları ile şakaklarını ovdu. Yüzü solgun görünüyordu ve dudakları savaş zamanlarındaki kadar kuruydu.
"Hatırlıyorum. Nevruz kutlamalarına katılmıştık. Her şey çok güzeldi!" Gözlerini sıktı. Hatırladıkları canını yakıyor olmalıydı. "Ta ki o provokasyoncular ortalığı ayağa kaldırana kadar. Molotoflar patladı. İnsanların üzerine kurşunlar yağdı. Çok kötüydü! Çok..." Yorgun ve uykulu bir ses tonuyla söyledikleri içimdeki öfkeyi daha da harlandırmıştı. Başını göğsüme yaslayıp, "Hepsi geçti!" diye fısıldadım. "Artık yanındayım! Seni hiç bırakmayacağım." Söylediklerime kendim bile inanmıyordum.
"Benim için ne kadar değerli olduğunu bilemezsin. Her şeyi kaybettiğim gün hayatın bana seni kazandıracağını hiç düşünmemiştim." İçimde gözyaşı döken bir Artemis çiçeği açarken dudakları tebessümle aralandı. "Hana sen gittiğinden beri Babinos diyor da başka bir şey demiyor."
Çenesini hafifçe sıkıp " küçük yaramazın ifadesini alırım. Omuzlarıma binip atçılık oynamayı özlemiştir." dedim. Sesim şefkat doluydu. Onlar hayatıma geldiğinden bu yana yüzümden tebessüm eksik olmuyordu. Mutluydum. "Seni görünce mutluluktan havalara uçacak! Ona annesinin acısını bile unutturdun! O kadar çok senden bahsediyor ki bana kaybettiklerimizin ne zaman geleceğini bile sormaz oldu. Onu iyileştiriyorsun. Tıpkı beni iyileştirdiği gibi." Çekip gittiğimde küçük kızın ne kadar acı çekeceğini düşünmüş ve boğulacak gibi olmuştum. Ben sadece Alina'nın hayatını mahvetmiyordum. Hana'yı da kimsesiz bırakıyordum.
"Birazdan yanına gideriz! Benim sana sormak istediğim şeyler var. Şu bıçak yarası ile ilgili!" Aramıza biraz mesafe koyup yardımımla sırtını yastığa yasladı. " Orada ne işin vardı?" Bakışlarını kaçırdı. Benden sakladığı bir şeyler olduğunu biliyordum.
"Bana gerçekleri söylemezsen sana yardımcı olamam !"
" Gökmen bey..." Sayıklayışı gözlerine öldürücü bakışlar atmama sebep oldu. "Onunla mıydın ?"
"Sadece beni Hana'nın kreşine bırakacaktı. Bir anda oldu her şey ! Hana çok ısrar edince Nevruz alanına yöneldik." Bu haşlama iyice canımı sıkmaya başlamıştı. "Sonra !" Alina'ya Gökmen meselesini daha sonra soracaktım.
"O saldırganı tanıyor musun Alina! Sana nasıl yaklaştı?" Eğitimli olduğunu biliyordum. Bıçağı kendisine saplamasına kolay kolay izin vermezdi. "Hana'yı arıyordum. Bana yerdeki yaralılardan biri o binaya girdiğini söyledi. Bina çoktan alevlerin istilasına uğramıştı. Peşinden gittiğimde onu yerde baygın yatarken buldum. Kucaklayıp çıkışa yönelmek istedim. O an belinin üzerine bir ağrı saplandı. Siyah maskeli siyah giyimli bir adam..." Nefes almaktan bile imtina ediyordu. "Ona benziyordu. Broşu çalan gaspçı ile benzer beden ölçülerindeydi. Sanırım oydu!" Başını huzursuzca salladı. "Peşimi bırakmayacak! Tek derdi broş değil!"
"Onu lime lime ederim! Tırnağının çizilmesine bile izin vermem!"
"Amacını anlamıyorum Barbaros! İstese o bıçağı boğazıma saplayıp beni öldürebilirdi. Ama yapmadı. Neden sadece yaraladı?" Neden olduğunu tahmin etmek zor değildi. Esas hedef bendim. Deşifre olmuştum ve bir gölge gibi peşimden geldiğinin mesajını veriyordu.
"Bu sadece bir uyarıydı. Fazlasını yapabileceğini göstermek istedi." dedi kendi sorduğu soruyu cevaplarken. "Benden ne istiyorlar?" Sağ yanağını avuçlarımın arasına alıp şefkatle okşadım. Gözlerinde görebildiği tek şey aşktı. Çünkü yüreğimden dökülen sevdadan fazlası değildi. "Teröristlerden biri olmalı. Değilse de fark etmez. Bunun için soruşturma başlatıldı. Seni yaralayan kimse bulmak için gereken yapılacak! Olaylar bir süre için durduruldu. Bir kaç gün sokağa çıkma yasağı olur muhtemelen. Evde kalıp biraz dinlenmek ikinize de iyi gelecek." Başını onaylar gibi sallasa da aklındaki pek çok soruya cevap bulamadığı aşikardı.
"Broş! Ondan bir haber var mı? Bana karakola bildirdiğini söylemiştin. Ama hiçbir şey yapmıyorlar. En azından ifademi almak için çağırmalarını beklerdim. Olay yerine dair bir iz peşine düşen bile olmadı. Bu nasıl iş aklım almıyor!" Yutkundum. Artemis çiçeği fazla akıllıydı. Ve haklıydı da. Onun zekasını hiçbir zaman hafife almamıştım.
"Merak etme canım! Arkadaşım bu konuyla ilgileniyor. Sana broşunu geri getireceğimi söylemiştim. Bir türlü fırsat bulup söyleyemedim. Memur seni de karakola çağırdı. Birlikte gitmemizin daha iyi olacağını düşündüğüm için ertelemiştim." Yüzünde belirgin bir rahatlama kol gezdi.
" O annemden yadigardı. Bulunması benim için çok önemli." Eğilip burnunun ucundan öptüm. "Biliyorum. Artık benim için de çok önemli. Onu sana getireceğim ama bir daha göz yaşı dökmeyeceğine dair söz vereceksin! Tamam mı?" Gülümseyerek başını onaylar gibi salladı. "Olur! Sana güveniyorum!" Gözlerim dolmasın diye uzaklaşmak istedim. Onu sırtından vuruyordum. İncitiyordum. Hiçbir görev canımı bu kadar yakmamıştı. Bana güvenerek kendine ne büyük bir kötülük ediyorsun Alina! Keşke derdim, sana anlatabilsem!
"Hemen gitmeyeceksin değil mi? En azından birkaç gün kalırsın diye düşünmüştüm." Yarbay bu olaydan sonra benim Alina meselesine odaklanmamı istemişti. Vladimir'i yakalamadan diğer görevlerimin başına geçmeyecektim. "Merak etme! Seni kendimden bıktırana kadar bırakmayacağım." Çapkınca göz attım. "Beni kendi ellerinle kapı dışarı edeceksin! Arkamdan sopa atmazsan halime şükrederim herhalde. Annem zamanında fazlasıyla yapmıştı çünkü. Acısını iyi biliyorum." Biraz önceki hüznünün yerini belirgin bir neşe almıştı.
"Merak etme kimseyi dövmek gibi bir huyum yoktur. Dayağı sadece kendimi savunmak için kullanırım." Ve kullanmıştı da. Kendini savunmak için bana neler yapabileceğini düşününce yüzümden çekilen hevesi hissettirmemeye çalıştım. "Senin vurduğun yerde güller biter. Ya da Artemis çiçekleri..." Gülümseyip yanağını okşadım. İçimden gelerek söylediğim cümlelerin sayısı her geçen gün artıyordu.
"Sürpriiiiiz!" Umut'un içeriği büyük bir heyecanla girmesi ikimizin de dikkatini kapıdan tarafa çevirmişti. Türkan mesafeli ama samimi bakışlar içerisindeydi. Ferit her zamanki gibi hiçbir şeyi kafaya takmayan sorumsuz imajını bozmuyordur. Yadigar ve Ayşen ellerinde çiçeklerle kapımıza dayanmış ve Artemiz çiçeğine yönelmişti. Onları gören doğuma geldiklerini zannederdi. Gereksiz bir keyif ve neşe hep hepsinin yüzünden okunuyordu.
"Hoşgeldiniz!" Ayşen'nin öne atılıp Alina'yı yanaklarından öptü. Karnı burnunda hamileydi ama futbolcu gibi enerjik bir şekilde ortalıkta dolaşıyordu. "Ay tatlım başına neler gelmiş yine! Yaralandığını duyunca hemen soluğu burada aldık."
"Resmen belayı çekiyorsun Alina! Önce gaspçı şimdi de casuslar... Olan bitene insan akıl sır erdirmiyor doğrusu." Alina dudaklarını birbirine bastırdı. "Hiçbir zaman çok normal sayılan bir hayatım olmadı galiba. Özellikle de savaşla tanıştıktan sonra." Ayşen kaşıyla gözüyle işaret edip Cihangir'i öne doğru yönlendirdi. "Hadi ama! Ver şu çikolataları! Fark etmedim zannetme içinden birkaç tane yedin! Bari kalanını kurtaralım." Alina kıkırdadı. Bu ikili bir alemde doğrusu."Hiç önemli değil!"
"Keşke muz alsaydınız.! Hastane ziyaretlerinde muz ve meyve suyu olmazsa olmazdır."
"Zengin meyvesi!" diye atıldı Umut! " Biz de fakir sayılmayız!" Diyen Cihangir'e Ayşen öldürücü bir bakış attı. "Teşekkür ederim!" Alina bizim daltonlardan hiç rahatsız olmuşa benzemiyordu.
"Saldırgandan bir haber var mı?" Ferit'in sözü dişlerimi sıkmama sebep oldu. O şerefsizi evire çevire iyice benzetmekten çekinmeyecektim. "Henüz bir haber yok. Aynı adam olabileceğini düşünüyoruz." Kürşat'ın bakışları kısa bir süre üzerime odaklandı. Bal rengi harelerime deyince kızgın yağ damlamış gibi gözlerini geri çekti. "Vay pislikler vay! Bu iki oldu." Ayşen yine iğne batırma seanslarına başlamıştı.
Kürşat nihayet sessizliğini bozup "Keşke gitmeseydin Alina!" Diye ekledi. " Nevruz kutlamaları bazen çok olaylı geçebiliyor. Hatta şu sıralarda epey olaylı geçiyor desek daha doğru olur. İnsanların bahar bayramı kutlamasını bile kan gölüne çeviriyorlar."
"Ama ne?" dedi Cihangir. Bakışları karısından izin almak ister gibi kararsızdı. "Ne yazık ki huzurlu kalabildiğimiz zamanlar sınırlı. Burası pek güvenli bir bölge sayılmaz. Bazen teröristler şehirlere kadar iniyor. Sokağa çıkma yasağı verildi. Bazı devlet binalarının zarar gördüğü saptandı. Halkı devlete karşı kışkırtmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar."
Alina kötü bir anı hatırlamış gibi yüzüne kastı. " Hainler her yerde. Hiçbir zaman tamamen hayatımızdan çekilmiyorlar." Ortamda kısa bir sessizlik olmuştu. Sessizliği bozan ise Yadigâr'ın kucağındaki Hana'nın kıkırdamaları olmuştu.
"Hi hi hi!" Yadigâr kollarında küçük kızı düşürüyormuş gibi yapıp yeniden havaya kaldırdı. "Aman Allah'ım ne kadar da ağırmış! Kız bıldırcın! Ablan sana ne kadar da iyi bakmış böyle! Kollarım kırıldı. Uf Uf Uf! Artık hissetmiyorum pazularımı!" Alina küçük kız kardeşini görünce birkaç küçük inleme ile birlikte ayağa kalktı.
"Sestra!" Dedi Hana sevinçle. "(Minik kuzum!)" Yadigâr kollarındaki kızı değerli bir emaneti bırakır gibi Alina'nın kucağına iliştirdi. Alina kardeşini alnından defalarca öpmüştü. " (Sana bir şey olacak diye çok korktum)"
"İyiyim Sestra! Yavdigar bana elmalı şeker aldı." Yadigar gülümsedi. "Yadigar sana kurban olsun! Minik bıldırcın!"
"Cici Yavdigar! Tatlı Yavdigar!" Hana'nın kıkırdayarak söylediği sözler herkesi güldürmüştü.
"Geçmiş olsun!" Bakışlarımız genç stajyer Rozerin'i buldu. Kürşat şimdiden ılık ılık terlemeye başlamıştı. Ayşen kontrollü bir şekilde sırıtarak Rozeri'ni belinden kavradı ve bizim şaşkın bakışlarımız eşliğinde Kürşat'ın yanına doğru hafifçe iteledi. "Güzel stajyerimiz de buradaymış! Biz de geçen gün senden bahsediyorduk. Kürşat'a senin ne kadar iyi huylu, zarif, çalışkan, becerikli bir kız olduğunu anlatıp duruyorduk." Cihangir "Öyle mi yapıyorduk!" Diye pembe panter gibi sızlandı. Ayşen'in ona uyarıcı bir şekilde dirsek atması gecikmemişti.
"Tabi yapıyorduk!" Diye dişlerinin arasından sert sert soludu. "A tabi! Maşallah kardeşime pek güzel!" Ayşen yine öldürücü bakışlar atmıştı. "Tabi Ayşen'den sonra..." Bakışlar değişmedi. "Yani Ayşen güneş olsa Rozerin anca onun gölgesi falan olur tabi!" Ayşen'in sinirden koltukları kemirmeye başlamasına ramak kalmıştı. "Sı... üstüne tüy bile dikiyorsun!" Dedi Ferit antenlerini havaya dikerken! Cihangir onun perçemine saldırmamak için kendini zır tutuyordu.
"Rozerin bir tanedir!" Dedi Ayşen kocasının b... ettiği ortamı toplarken. "Allah herkese böyle eş nasip etsin!" diye de ekledi. Alina meseleyi anladığı için bakışlarını yere indirip dudağını gülmemek için ısırdı. Kürşat duyarsız görünmeye çalışırken Rozerin'i utanıp bakışlarını kaçırdı. Bizim Kürşat dingilinden hoşlandığını anlamamak için beynimizi kadife sandıklara koyup saklamamız lazımdı. Kürşat yutkundu. Kendisini ondan uzak tutmak için litrelerce terlemeye başlamıştı. Buna anlam vermek zordu.
"Evet! Görebiliyorum!" Dedi Kürşat isteksizce. Rozerin'e kaçamak bakışlar atıyordu. Yadigar iç çekti. "Bizim köyün kızları da güzel ve beceriklidir. Öyle güzel çiğ köfte yoğururlar ki tadına doyamazsınız. Ayakları da iridir! Ah memlekettim! Ah!" Ayşen ona öldürücü bir bakış attığında dut yemiş bülbül gibi dudağını ısırdı. Ferit'in kafasında bin tilki dolaşıyordu. "Yadigar ayak seviyor anlaşıldı. Anan sana hala helal süt emmiş kız bulamadı mı Yagi!"
Yadigar "Bulur zaar!" Diye karşılık verdi. "Sütün helal olup olmadığını nasıl anlıyor Yagi! Memelerin tertifikqsı falan mı oluyor?" Umut'un sözü Türkan'ın tırnaklarını genç adama geçirmesine sebep oldu. Yadigar tıslarken "Ferit kahkahayı bastı. "He Umut! Yeni nesil memeler sertifikalı oluyormuş! Hatta arada promosyon falan da veriyorlar. Kampanyalı!" Kızlar utanırken artık çığırından çıkan muhabbete müdahale etmek istemiştim.
"Sizin başka işiniz yok mu lan! Size ne elalemin fanfilifon yerlerinden. Abaza mı oldunuz başımıza!" Esas duruşa geçip dikleştiler. "Estağfirullah komutanım! Ben öylesine şeettim!" Diye mırıldandı Ferit. Ama devamın cesareti yetmemişti. "Sen şeetme Ferit! Sen şeedince ortalık bo!" Ortamdaki hanımları görünce lafı ağzıma tıktım.
Ayşen gözlerini devirip yalancıktan bir ilgiyle karnını okşadı. "Bebeğimi hep böyle elit ortamlara sokmalıyım (!) Bu gidişle çocuk doğmadan Sulukule'ye muhtar olacak!" Hep birlikte kahkahalarla güldük. Kahkahalarımızı bölen yine Yadigar olmuştu. "Annemi dinlemeliydim! Ferit'le Cihangir'i görünce bu çocuklar yaramaz bunlardan uzak dur demişti! Ah anam ah! Sen biliyormuşsun! Ben cahılmışım!" Cihangir hafiften ensesine tokadı yapıştırdı. "Seni köyünün dersine yuvarlarım Yadigar! Anladın mı abicim?" Yadigar onaylayınca kıkırdamalar da kesilmişti.
"Aslında buraya Erkin için gelmiştim." Dedi Rozerin çöpçatanlarını görmezden gelmeye çalışarak. "0 negatif kana ihtiyacımız var. Ameliyat için tedbir amaçlı bulunduracağız." Alina'nın dudakları korku ve endişeyle aralanırken renginin attığını hissettim. "Erkin! Erkin'e ne oldu?"
"Operasyonda yaralandı." Dedim. Adının Alina'nın ağzından dökülmesi bile kalbimi sıkıştırmıştı. Bir zamanlar böyle hissetmezdim. "Durumu nasıl? Önemli bir şey yok değil mi?"
Ayşen ben sinir küpü olurken kurtarıcı gibi yetişti. "Merak etme tatlım! Gayet iyi! Ameliyatı bir saate biter! Kurşun yarasına talimli bunlar!" Kürşat utanıp sıkılan Rozerin'i kaçamak bakışlarla süzerken Ferit kızgın yağ gibi sıçradı. "Doğru. Vücudumuz süzgece döndü. Ben artık su içerken deliklerden sızdıracak mı diye bakmaya başladım." Kıkırdamalar çık tarzı sesler çıkarmama sebep oldu. "Seni o deliklerin içine gömmeme az kaldı Ferit!"
"Ne dedim ki komutanım?"
"Eğer biraz daha konuşursan senle oturup sabahtan akşama kadar Susam Sokağı izleyeceğim Ferit!" Hana'nın kaşları kalkmış Susam Sokağını duyunca yüzünde güller açmıştı. "Hatta bence Hana'yla birlikte izlemelisin!"
"Evet evet evet!" Diye el çırptı Hana. Bu ceza en çok ona yaramıştı.
"Ama komutanım!"
"Tamam Ferit! Hatta bence Hana'yı sırtına alıp 500 şınav 500 mekik de çekmelisin!" Diğerleri homurdanır gibi kıkırdarken, "Ne?" Diye çığlık attı. "Şınavlar bin oldu. Ama artık Hana'yı değil Yadigar'ı sırtına alacaksın!" Yadigar'ın gözleri Diyarbakır karpuzu gibi kocaman olmuştu. "Aman komutanım! Kurban olurum etmeyin eylemeyin!"
"Yadigar da senin sırtında 500 mekik çekecek!"
"S..ık!" Diyen Ferit'e öldürücü bir bakış attım. "Bir şey mi dedin?"
"Tövbe komutanım ne demek? Siz Emredin!" Kürşat bıyık altından, "Suz emredon!" Diye onu taklit etti. "Sanırım sizi üst üste devirip kule yaparak şınav çektireceğim. Kürşat'ta kaşınmaya başladı! Hay hay kaşırız!" Diğerleri kıkırdarken Alina'da tek bir mimik bile oynamamıştı. Yüzündeki endişeden hâlâ Erkin'i düşündüğünü anlıyordum. Onun için endişelenmesi bile ben de kıskançlık sebebiydi. Benden sonra o fotoğraf karesini Erkin'in tamamlayabileceğini biliyordum ve bu kalbimin lime lime edilmesine sebep oluyordu.
"Pekala kim kan verecek?" diyen Rozerin'e istemdışı ters ters baktım. Kız yutkunmuştu. Muhtemelen kendisine de şınav çektirmemden endişe duyuyordu. "Kürşat!"
"Emrinizdeyim komutanım!" Burnunun dibine kadar yaklaşıp esas duruşunu baştan aşağı inceledim. "Konken partisi mi yapıyoruz lan burada? Sen sıfır negatif değil misin oğlum?"
Alı alına moru moruna karışmış bir şekilde "Sıfır negatifim komutanım!" Diye gürledi. Sesindeki korku tınısını anlamam hiç de uzun sürmemişti. "Ne bekliyorsun lan ! Dingillik yapma da git arkadaşına kan ver! İyice yayıldınız! Biraz ciddi olun!" Tim aynı anda, "Emredersiniz komutanım!" Diye haykırdı. Kaşlarımı çattım. Yüz başı gelene kadar tim benden sorulurdu.
"Biraz yavaş! İnsanlar hasta! Öleni var kalanı var milletin!"
"Emredersiniz komutanım!" Kürşat kan vermek için Rozerin'in peşine takılırken, ben de soluğu Ferit'in yanında almıştım. Bakışlarım karşısında yutkunup hafiften alt dudağını ısırdı. " Bizim burada bir işimiz kalmadı. Alina ve Hana'ı güvenliklerine bir zarar gelmeden lojmana sen götüreceksin. Yanına Ozan'ı ve Zeren'i de al. Yadigâr'la Cihangir burada kalsın. Ortalık karışık! Sokağa çıkma yasağı var! Hâlâ eylemler yapılıyor. Erkin'in güvenliğini de düşünmemiz gerekiyor."
"Emredersiniz komutanım!"
"Rahat! Şimdi yaylanın!" Alina şaşkınlıkla bize bakarken arkalarına bile dönmeye cesaret edemeyerek kuğu gibi süzülüp gittiler. "Çok sert davrandın!" Yanına gidip yatağın kenarına oturdum. Küçük kız ikimize gözlerinden kalpler çıkarak bakıyordu. "Bırak! Yerine göre davranmayı öğrenmeliler!" Cebimden çıkardığım horozlu şekeri Hana'ya uzattım. " (Teşekkür ederim Babinos)!"
"(Rica ederim)" Boşnakça konuştuğumu duyan Hana mutlulukla şakıdı. "Aaaaaa! O da bizim gibi konuşuyor Sestra!" Dedi Boşnakça. Alina dalgın duruşunu hissettirmemeye çalışarak onu başıyla onayladı. "Hadi sen pencereden kuşları izle! Bak ne gizle ötüyorlar! Sonra bana ne yaptıklarını anlatırsın!" Hana başını onaylar gibi sallayıp yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. Şekerini de alıp pencere kenarına geçmiş ve görevini yapmaya çalışan askerleri kuşlarla birlikte izlemeye koyulmuştu.
" Erkin'in durumu nasıl? Uzun süre hastanede kalması gerekmez değil mi?" Alina'nın ilgisi iyiden iyiye batar olmuştu. Onun aksine fazlasıyla soğuk bir sesle, "Gerekmez!" dedim. "Yaraları çok ağır değildi. Çelik yelek giymişti. Meskun mahal operasyonu yapıyorduk. Pencere kenarına biraz fazla yaklaşınca gafil avlandı işte!"
"Ne kötü bir gün!" Diye sayıkladı benim kıskanç bakışlarımı fark etmeden. Timdeki askerleri çok sevdiğimi bilirdi. Onlara kendim kadar güvenirdim. Ve Erkin bir zamanlar içlerinden en yakın olduğum kişiydi. Şimdi çok şey yalan olmuştu.
"Ya orada kalsaydı. Ya daha öldürücü yaralar alsaydı!" Yumruklarımı sıktım. Eskiden onunla konuştuğunda böylesine derin duygular hissetmezdim. Kıskançlık kanımda fokur fokur kaynamazdı. Şimdi onu kendi gölgemden bile sakınacak kadar bağlanmıştım.
"Ben şu zamana kadar kimseyi ardımda bırakmadım Boşnak güzeli!" Sesim oldukça sert çıkmıştı. Öyle büyük bir öfke tınısı kumaşına karışmıştı ki Hana bile gözlerini kırpıştırarak birkaç saniye bize baktı. Alina aralanan ağzını kapatıp bocalar gibi konuştu. "Ardında kimseyi bırakmayacağını biliyorum. Ama..."
"Erkin'i ne kadar da çok seviyormuşsun böyle! Neredeyse oturup ağlayacaksın! Asker adama olur böyle şeyler!" Ayağa kalkıp ondan uzaklaştım. "Senin neyin var böyle?" Omzumun üzerinden son baktığımda garip davranışlarımın bıraktığı hüznün yüzüne yerleştiğini görebiliyordum. "Hiçbir şey!"
Odadan ayrılıp hastane koridorlarına yöneldim. Şu Gökmen Bey meselesini Kürşat'la görüşmek istiyordum. Etrafım hemşirelerle dolup taşmıştı. Üzerimde taşıdığım üniformaya merak ve ilgiyle bakmaları artık benim için dikkate değer bir şey olmaktan çıkmıştı. Genellikle üniforma giydiğimde insanların bakışları üzerimden ayrılmıyordu. Biraz merak, biraz endişe, biraz gurur... Bazen nefret de rastlardım ama kimse umurumda olmazdı.
Balaklavamı takıp insanların arasında dolaşmaya başladım. Nihayet kan verme odasını bulmuştum. İçerisinde pansuman araç ve gereçleri bol miktarda vardı. Özel kayıt defterleri, demir ayaklı, kahverengi, ahşap masanın üzerinde duruyordu. Bir sedye, tartı ve duvar saatini de ilk bakışta görebilirdiniz.
Rozerin Kürşat'a kolunu açmasını söyledi. Ona ilgisiz davranmaya çalıştığının farkındaydım. Ama hoşlandığı her halinden belliydi. Bizim timin erkekleri evlenmeme yeminli gibiydi. Şu Cihangir hergelesi herkese kötü örnek olmuştu. Onu görünce ben bile sağıma soluma tükürüyordum. Şimdi sıra Umut'Türkan ikilisinde miydi?
Kürşat kendisine söyleneni yapıp kolunu açtı. Rozerin lastik eldivenli elleriyle ona dokunduğunda küçük bir irkilme yaşadığını fark etmiştim. Bakışlarına bakılırsa onun da genç kızdan hoşlandığı bir gerçekti. Ama nedense kendini uzak tutuyordu.
"Sanırım yatar pozisyona geçseniz iyi olacak! Bir torba kan almamız lazım." Kürşat cevap bile vermeden sedyeye uzandı. Hemen sağ yanında Rozerin yerini almıştı. İğneyi batırdığında Kürşat'ın dudaklarından küçük bir inleme döküldü. Rozerin bir kaşını kaldırıp küçük bir alayla Kürşat'ın sarışın yüzüne baktı. "İğneden korkacağınızı düşünmemiştim!"
"Korkmadım!" dedi Kürşat katı bir ses tonuyla. Kuyruğu dik tutmaya oldukça kararlıydı. "Sadece irkildim! Elinizin çok hafif olduğunu da kimse söyleyemez! Umarım bir kazaya kurban gitmem." Rozerin ters bakışlarını esirgemeden iğneyi bantla sert bir şekilde koluna sabitledi. Bantın cırt sesi çok sinir bozucuydu.
"Merak etmeyin! Sizi korkutacak işler yapmam! İşimde iyi olmak için fazla maharetliyim. Kimsenin de moralimi bozmasına izin vermem."Kürşat hata yaptığını fark etti. Yolun başındaki bir öğrenciye bu şekilde yaklaşması doğru değildi. "Bunu fark edebiliyorum. Siz de benim korkmadığımı fark etmişsinizdir umarım."
"Korkaksınız!" dedi Rozerin hiç düşünmeden. "Neee!"
"Ben hiçbir şeyden korkmam doktor hanım! Ya da Stajyer doktor hanım! Her türlü bombanın, kurşunun, mayının önüne atlamaktan çekinmem. Hainleri titretmeden de hiçbir operasyondan dönüp gelmem!" Rozerin'in dudağı alayla yukarı doğru kıvrıldı.
"Belki iğne karşısında değil ama birini sevmek konusunda oldukça beceriksizsiniz! Duygularınıza yabancısınız! Boşuna inkar etmeyin. Duygusal anlamda gerçek bir korkak olduğunuzu çok iyi anlayabiliyorum." Kürşat sustu. Bu kabul ettiği anlamına geliyordu. "Beni anlayamamanız gayet normal!" Dedi yorgun bir sesle. " Yerimde değilsiniz. Sizin gördüğünüzden çok daha fazlasını gördüm ve bildim. Bu yüzden..." Rozerin elindeki plastik ecza kutusunu içindeki metalleri titreterek sert bir şekilde kapattı. Çınlama sesi benim bile gözlerimi hafifçe kısmama sebep olmuştu. Ayağa kalkıp Kürşat'a sırtını döndü.
"Bana askerlik mesleğini anlatmayın! Neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorum. Ama siz de şunu bilin!" Yüzünün kanının çekilmesine aldırmadan hafifçe ter atan Kürşat'a döndü.
"Ben kıyı sahil şeridinde yaşayan, çiçeklerle gezen, akşamları gece kulüplerinde kadeh kaldıran bir kız değilim. O köyde terörün her türlüsünü gördüm. Haksızlığı da zulmü de herkesten iyi bilirim. Kızlarımızın, çocuklarımızın kaçırıldığını, evlerimize ateş açıldığını sizden daha fazla gördüm. Sizden çok daha içinde yaşadım. Benim kendimi savunacak bir silahım da yoktu. Çelik yeleğim de... Onlara yardım etmeyi reddettiğimiz için ahırımız yakıldı. Hayvanlarımız için de yanarak can verdi." Kürşat daha fazla genç kızın gözlerine bakamadı. Bakışları mermer zemini mahcup bir şekilde buldu. Rozerin'in yüzündeki hüzün içimi burkmuştu. Gerçek bir vatansever olduğunu onu gördüğüm ilk anda anlamıştım. Bizimle işbirliği yaparak köyündeki kızların dağa kaçırılmasına engel olmuştu. Onlardan aldığı haberleri bizlere taşımış ve bu uğurda neredeyse ölümün kıyısına düşmüştü.
Kızıl saçlarını geriye atıp boğulur gibi nefes aldı. Siyah gözleri nemlenmişti. Yüzündeki çiller güneşin aydınlık dokunuşuyla biraz daha ortaya çıkmıştı. "O yangın günü ilk defa sevmekten korktum. O ahırda çok sevdiğim bir atım vardı. Sırtına biner dolu dizgin dağların ardına koşar, nehirleri aşardım. Bembeyazdı. Rüzgâr saçlarımı okşarken onun sırtında özgürlüğü kana kana içerdim. Atım o ahırda can verdi. Ama o günden sonra ne at binmekten vazgeçtim ne de özgürlüğe cesaretle koşmaktan çekindim. Sadece sevmek... Korkularımın yegane kaynağıydı buydu. Neyse ki bunu da aşalı çok oldu." Geç kızın dudakları alaycı bir tebessüme kucak açtı.
"Neyse teğmen! Sizi daha fazla meşgul etmeyeyim. Ne de olsa çok meşgulsunuz! En çok da sevmemekle..." İç çektim. Kenarda bostan korkuluğu gibi dikilirken Rozerin beni umursamadan hemen önümden geçti. Konuşmalarını duyduğumu fark edip etmediğini bile bilmiyordum. Aslında Kürşat'ı anlıyordum. O sevdiği herkesi kaybetmişti. Ve yaptığı meslek kayıplarına her geçen gün bir yenisini daha ekliyordu. Hâl böyleyken birine bağlanmak istememesini ona çok göremiyordum. Kürşat'ın duygusal boşluğunun geçmesini bekleyemeyecek kadar sabırsızdım. Bu meslekte dalgınlığa, üzülmeye, bunalıma girmeye bile zaman yoktu. Her zaman her koşulda her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyordu. Beni görünce Kürşat toparlanmak istedi.
"Rahat asker!" Renginin atışını sadece kan verdiği bu anlara yormak istiyordum. Şu an kalp çarpıntısı dinlemenin ne yeriydi ne de zamanı. "Dalgın görünüyorsun!" Sustu. Ensesini kaşıyıp şakaklarını yorgun bir şekilde ovdu. "Siz de yorgunsunuz komutanım! Hem göçmen kızı hem Erkin! Hastanelerde helak oldunuz! Biraz evde..."
"Zevzeklik etme! İşimi bilirim ben! Anam mısın lan sen benim? Beni düşünmek sana mı kaldı? Süt bebesi değilim ben! Bundan beterini de gördüm!" Kolundaki iğne noktasını kaşıyıp durduk yere dokuyu kanattı. Onu rahat bırakmak istemiyordum. "Senden hoşlanıyor! Sanırım ilk gördüğü günden beri." Bosna'ya gitmemizden yaklaşık bir gün kadar önce yaptığımız operasyonda onu tek göz Şervan'ın elinden kurtarmıştım. Kürşat ona matarasından su içirmiş ve Türkçe bilmediğini düşündüğümüz o anlarda imdadımıza yetişip onunla Kürtçe konuşmuştu. Daha o gün anlamıştım. Rozerin'in kalbinde Kürşat için bir ateş çoktan yanmaya başlamıştı. Bizim sarışının derdi de ondan başka değildi.
"Unutur komutanım! Her gün ateşin içinde yanmaktan daha zor gelmez inanın! Onu kurtardığımız için bana yakınlık duyuyor. Genellikle böyle şeyler hep olur. Zayıflık psikolojisi insanı kendisini rehin alan bir katile bile düşürebilir. Buna Stockholm Sendromu deniyormuş ve..."
"Kes lan traşı! Demogoji yapma! Senin de ona ilgin var! Anlamadım mı sanıyorsun?" Sustum. Her zaman yaptığı gibi yine bakışlarını kaçırdı. "Bizim sevmeye ne zamanımız var ne de imkanımız komutanım! Sürekli yolumu gözleyen bir kadını ardımda bırakmak istemem. Bu meslek böyle işte! Para kazanmak için yapılacak şey değil! Vatan için yapılır böylesi bir fedakarlık! Eğer benimle birlikte olursa tek kişilik bir evlilik yaşamak zorunda kalacak. Hamile kalacak yanında kocasını bulamayacak. Çocuğunu tek başına büyütecek. Ağlasa gözyaşını silen bir adam olmayacak. Kadın benimle değil telefonla evlenecek belki haberi bile yok!" Parmak uçları kolundaki iğnenin üzerinde dolaştı. Dokunduğu her yerde kendisine bağlanan kadının izlerini arar gibiydi.
"Boş verelim komutanım! Kimseye bunu yapmaya hakkımız yok. Bir zaman sonra başkasını sever unutur beni! Bir kez yanar bin kez değil! Böyle kafam daha rahat!" İç çekti. Ciğerlerinden efkar tütüyordu. Bu delikanlı kimi kandırdığını zannediyordu böyle? "En azından ardımda bekleyenim yok. Ölürsem arkamdan ağlayanım yok. Yetim kalacak çoluk çocuk yok! Kurşunların, bombaların önüne atlarken kafam rahat! Korku hissetmiyorum! Şehadeti seve seve içerim ben. Bir canım var o da devletime feda olsun! Benim ailem milletimdir! Başkasına ihtiyacım yok!"
Özel hayatına karışmak gibi bir derdim yoktu. Hepimizin gerçek ailesi milletiydi ama insan ardında bir cananının olduğunu bilince de bir başka güzel yaşıyordu. Bu duyguyu bana hissettiren asıl insanın Alina olduğunu anladığımda bunca yıl aslında sadece onu beklediğimi fark etmiştim. Hazel ile yaşadıklarım da güzeldi fakat şimdi Boşnak kızı bana her zamankinden daha farklı hissettiriyordu.
"Kader nedir bilir misin?" Diye sordum babacan bir sesle. Bu konuşmayı komutanı olarak değil, abisi olarak yapıyordum. Cevap vermedi. " Senin gibi tahta kafalıların anlayamadığı yerlerde Allah'ın işe el atmasıdır." Sırıttı. Benim babacan tavsiyem anca bu kadar nazik olurdu. "Olmaz dersin oldurur! Yakışmaz dersin yakıştırır! Yaşatmaz dersin ensene şaplağı yapıştırıp deli divane yaşatır! Vermez dersin evladının en güzeliyle nasiplendirir. Sen onu hafife alma derim! Bu kız senin kısmetin de varsa dilini düğümler ne yapar eder seni koluna takar haberin olsun." Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm peyda oldu. Sanki o da içten içe 'gelsin hakkımdan' der gibi kıvranıyordu. Nihayet hemşire gelip Kürşat'ın kolundaki zımbırtıları çıkardı. Karşısında Rozerin'i görmediği için hayal kırıklığına uğradığını fark etmiş ve sesimi çıkarmamıştım. Her şey olacağına varırdı. Fazla karıştırmamak en iyisiydi.
"Çıkalım bir an önce! Seninle konuşmamız gereken önemli meseleler var!" Kürşat, "Emir ve görüşlerinize hazırım komutanım!" diye ayağı dikildi. "Rahat!" Arkadaşlarımla olan bu ast üst ilişkisine bir türlü alışamamıştım. Oysa Kara harp okulunda Kürşat ve Erkin benim can dostumdu. Yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmezken gösterdiğim bazı başarılar beni teğmenlikten üsteğmenliğe yükseltmişti. O günden sonra arkadaşlıktan önce rütbeler aramıza mesafeler yerleştirmişti. En azından yalnızken eski günlerdeki gibi olmalarını istiyordum.
Emrettiğim erlerden birinin getirdiği kıyafetleri soyunma odasında üzerimize geçirdik. Sivil dolaşmak kafamdakileri hayata geçirmem için çok daha önemliydi. Bir şeylerin ters gittiğini biliyordum. Gerçeklerin peşine düşmek zorundaydım. Kürşat'la hastanenin dar koridorlarından geçip hasta insanları görmemeye çalışarak girişe yöneldik. Kürşat'ın adımları duraksamıştı. Rozerin'in hastanenin girişinde sakallı, iri yapılı bir adamla konuştuğunu görmüş ve beni unutup ona kitlenip kalmıştı. Kürşat henüz yanmanın ne demek olduğunu bilmiyordu ama tadacaktı.
"Düş önüme! Kendine verdiğin sözleri bozmak için biraz daha beklesen iyi olur!" Aklı orada kalmış bir şekilde keskin keskin genç kadına bakarak yanından geçti. Üstü açık arabama binip toz olduk.
***
Evime gelmiş kısa bir duşun ardından Alina'ya bakmak üzere yeniden onun evine yönelmiştim. Kapısını çalıp düşünceli bir şekilde beklemeye başladım. Kapı küçük bir gıcırtıyla açıldı. Onu karşımda görünce kısa bir tereddütün ardından içeri girmek için işaret ettim. Derin bir nefes alarak burun dediklerini büyüttü ve yavaşça yana kayarak geçmem için yol verdi.
"Seni görmeden gitmek istemedim! Küçük bir işim var!" dedim ardımda dikilip duran kadının gözlerine bakmayarak. Sessizce cümlelerimin bitmesini bekliyordu. "Şu sırtındaki yaraya bir baksak iyi olacak. Pansuman yaptın mı? Ya da yaptırdın mı?" Başını olumsuz anlamda salladı. Ecza çantasının yerini biliyordum. Kendi evimin içinde hareket ediyormuşum gibi rahat bir şekilde çantayı aldım. Hana çoktan uyumuştu. Onunla yalnız kalacağım için mutluydum.
"Hadi gel! Halledelim şu işi!" Kıpırdandığını görmeyince hemen önüne doğru birkaç adım atıp yaklaştım. "Neden cevap vermiyorsun?"
"Bilmem!" Omuz silkmesindeki ince dokundurma dikkatimden kaçmamıştı. Suçumun farkındaydım ama kabul etmek işime gelmiyordu. Aramızı düzeltmek için epey çaba sarf etmiştim ve Erkin'e duyduğum kıskançlık yüzünden her şeyi berbat etmeyi kaldıramazdım. "Sırtını aç! Bir an önce pansumanını tamamlayalım. Senin kendi başına halledebileceğin bir noktada değil!" Fermuarına ilişen elimi aniden dönerek boşta bıraktı ve kızgın gözlerini gözlerime işledi. "Bırak istemiyorum!"
"Neyin var Alina?"
" Erkin konusundaki davranışların canımı sıkıyor! Diğerlerini kıskanmıyorsun ama onun lafı geçtiğinde aklının başından gittiğini görebiliyorum. Neden?" Söyleyemezdim. Erkin'in duygularından Boşnak güzelinin haberi yoktu. Bunu söylemeye yetkili olan tek kişi Erkin'di ve bu görev bitmeden istese de hiçbir şey yapamazdı. Başımı dimdik tutup meydan okur gibi aynı katı sesle devam ettim. "Alina Mihaloviç Demirsoy! Sana kıskanç bir adam olduğumu söylemiştim. Erkin, Gökmen, Ali, Veli fark etmez. Ben senin etrafında bir erkeği görmeye dayanamıyorum." Dişlerini gıcırdattı. Timdeki askerlerime Hitler gibi davranırken karıma kedi yavrusu olmak nedense zor gelmiyordu.
" Üsteğmen! Kıskançlığın bana istediğin gibi kötü davranma hakkını sana vermiyor. Tam her şey güzel olacak dediğim bir zamanda bu davranışlarının hiçbir açıklaması yok!" Tırnaklarımı onun öfkeli bakışlarının arasında kanıma geçirip bıkkınlıkla soludum. Bu tartışma bitmezdi. "Erkin benim dostum! Onun için endişelenmem sence de biraz fazla normal değil mi?" Belki öyleydi ama Erkin ona böylesine büyük bir aşk beslerken hiçbir şey olmamış gibi rahat davranamazdım.
"Bazı konularda anlaştığımızı sanıyordum. Birbirimizi üzmemek için davranışlarımıza dikkat edecektik değil mi? Sonuçta biz artık bir aile olduk! Bu evin huzurlu olması Hana içinde çok önemli. Savaşı ve bıraktığı yaraları unutmaya çalışıyoruz Alina!" Yüzü düştü. Dudaklarının titrediğini gördüğümde kalbimin biraz daha kırıldığını hissettim. İçinde bulunduğum durum çok zordu. Erkin'e kızamıyordum. Tanıdığım en dürüst, en şerefli adamdı. İkimiz de aynı anda Alina'yı görmüştük ve önce onun yüreği bu belalı aşka düşmüştü. Ondan hoşlandığımı itiraf etmeliydim. Ama o zamanlar hayatımda bir başkası vardı ve Alina benim için belki son seçenek bile değildi. Oysa şimdi her şey çok farklıydı. Alina görev icabı da olsa benim karım olmuştu ve bana aşıktı. Ne acı ki benim onunla birlikte olacağımdan habersiz olan kan kardeşim de aynı kadına gönül vermişti. Biliyordum! Böyle hissetmemek için ne çok çabaladığını, ne çok kendine direndiğini anlıyordum. Ama gönlüne söz geçirmek Erkin gibi karakterli bir adam için bile zordu. Onu suçlayamazdım. Kaderin bizi böylesi bir çemberin içine koyacağını hiç kimse tahmin etmemişti.
"Beni üzüyorsun üsteğmen!" Dedi yenilmiş gibi. "Neler hissettiğimi anlayacağını sanıyordum! Savaşı geride bırakmak istesem de bir şeyler beni o coğrafyaya yeniden itiyor. Senden istediğim tek şey beni anlaman! Ama bazen bunu yapabildiğini düşünmüyorum." Aramızdaki mesafeyi sıfıra indirip göğüslerimiz birbirine değecek kadar yaklaştım. Burunlarımızın ucunu birbirine değdirdiğimde dudaklarındaki meltemi hissedecek kadar o narin dokuya eğildim. Benden kısa olduğu için bunu yaparken çenesini hafifçe kavrayıp başını dikleştirmem gerekmişti.
"Neler hissettiğini anlıyorum Alina! Yaralarını sarmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum ve yapacağım. Sen de beni anla! Seni kendi gölgemden bile kıskanıyorum! Bunun bir hastalığa dönüşmemesi için çabaladığımı fark et!" Sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı ve oldukça rica yüklüydü. Bu tonu günlük hayatımda asla kullanmazdım. Benim tüm cephanelerimi darmadağın eden şey Alina'nın sevdası olmuştu. Elim çenesiden ayrılıp yanaklarına oradan da kulak memesine deyip boynundan aşağıya doğru indi. Parmak uçlarım teninde sıcacık izler bırakmıştı. Dokunuşlarım nefesinin titrekleşmesine sebep oldu. Ne zaman yakınlaşsak ikimizin de kalbi deli divane atıyordu. Keşke aramıza mesafeler koymak zorunda olmasaydım.
"O kötü biri değil!"diye fısıldadı. "Biliyorum. Ama..."
"Ama..." dedi sabırsızca. "Ama seni kıskanmadan edemiyorum." Gözlerinin parladığını katılaştırmaya çalıştığı kalbinin yumuşadığı görebiliyordum. Başlarda onu kendime inandırmayı bir türlü başaramamıştım. Şimdi yalanlar yerini acı gerçeklere bırakmıştı. Üsteğmen sevdalanmıştı. Yalanın ortadan kalktığı o günden bu yana Alina çok daha fazla bana inanır, sığınır olmuştu.
"İnsanın aklıyla oynayan çılgın bir adamsın!" Onun yumuşak yüz hatlarına bakınca üst dişlerimi gösteren küçük bir tebessüm bıraktım. "Biliyorum! Beni her türlü çılgınlığa sürükleyen o özel kadın kim acaba?" Kıkırdadı. "Acaba kim?" dedi bilmezden gelerek. Bal gibi de kendisine tutunduğumu anlamıştı.
"Yosun yeşilli gözleri var. Küçük sevimli bir burnu, ve tatlı elmacık kemikleri... Keçi gibi de inatçı!" Son cümlemden sonra kaşlarını çattı. "Demek inatçı! Hem de keçi gibi ha!" Onu yakalayıp belinden göğsüme bastırdım. "Fazla gözü kara! Cesaret şelale olsa onun göğsünden damlardı herhalde! En çok da bu deli yüreği korkutuyor beni aslında. Beni iyice şapşallaştırmasından korkuyorum! Yanıltmasından, yakıp köle çevirmesiden... Hayatın en büyük şakasına mağlup olduk!" Ne söylediğimi anladığını zannetmiyordum. Bazen ben de onun kadar olan biten hakkında bilgisiz olmak istiyordum. Gerçekleri biliyor olmak onu en güzel şekilde yaşamama engel oluyordu.
"Seni özledim Artemis çiçeği!" Kollarımı beline sarıp ince zayıf bedeninin kaslarımın arasında yok oluşunu izledim. Teni sıcacıktı. Ben ise firaksız yangınları andırıyordum. Dudaklarıma kulak memesini hafifçe sürtüp gerdandaki o temiz bahar kokusunu ciğerlerime çektim. Pürüzsüz kadife teni, tenime her dediğinde aklımdaki arzu dolu düşüncelere engel olamıyordum.
" Hasreti ilk kez bu kadar yüreğimin derinlerinde hissettim üsteğmen! Asker yâri olmanın ağırlığını yanımda olmadığını her an kalbimin bir köşesinde avutuyorum. Sen geldiğinde her şey bitiyor. Şu kapıdan içeri girdiğinde aklındaki tüm o kara bulutlar dağılıyor. Bana geldi diyorum! Özledi, beni yine sarıp sarmalayacak, kalbimdeki ölü duyguları yeşerecek diyorum. Sonra her şey sen oluyor! Yanağıma değen meltemin kokusu sen! Çiçeklerin üzerindeki damlaların şeffaflığı sen! Bulutların üzerindeki gökkuşağının tüm renkleri sen! Dünya renge bulanıyor sanki. Hayat canlanıyor! Duygularının ve umutlarının öldüğünü düşünen ben kendimi başka başka hayaller kurarken buluyorum. Hepsi sana dair! Hepsi senden bir parça!"
Gözlerimi kapattım. O konuştuğunda sesi tüm bedenimde hücrelerime kadar dalga dalga yayılıyordu. "Seni sadece kulaklarım değil bütün varlığım dinliyor aslında. Yaşam sevinci doluyordu her yanıma. Sen kasvetli bir tufanın ardından gökyüzünü umuda boğan gökkuşağı gibisin. Tüm renkleri için de barındırıyorsun ama en çok sevdanın rengini buluyorum sen de. Mavi... Artemis çiçeğinin mavisi."
Dudaklarım yanaklarında küçük kıpırdanmalara sebep oldu. Duraksamadan tenini dudaklarımın her bir zerresine değdirmek istedim. Bedenindeki tüm toprakları fethetmek ister gibi her bir zerresini keşfe çıkmıştım. Gözlerini kapatıp içli bir nefes verdi. Ona her dokunduğumda ne kadar huzurlu ve mutlu olduğunu hissedebiliyordum. Göğsü göğsümün üzerindeydi. Boyu benden biraz daha kısa olduğu için çıplak ayaklarını ayaklarımın üzerine bırakmış ve belinden yakalayıp onu göğüs kafeslerimiz birbirine değecek kadar yükseltmiştim. Heyecanla çarpan kalbi artık benden gizli değildi.
"Bana Artemis çiçeği dediğin o günü hatırlıyor musun?" Gerdanından birkaç küçük öpücük daha alırken kıkırdadım. " Hatırlıyorum. O kadar kızmıştın ki neredeyse bütün saksıları kafama geçirecektin." Bunu yüzüne bakmadan yanaklarımızı birbirinden ayırmadan söylemiştim. "O gün senin benzetmeni fazlasıyla haklı bulmuştum aslında. Artemis çiçeği... Ölüm çiçeği... Mezarlık çiçeği... Hepsi de beni tamamlıyor gibiydi. Fakat eksik olan tek şey mavi kelebekti. Bosna'daki umudun yansıması mavi kelebek." Yanağına dudaklarımı değdirip gözlerinin yosunlarına hasretle baktım. Oradaki ölü pırıltıların bana baktığında canlandığını görebiliyordum. Aynı hevesle devam etti.
" Artemis çiçeğinin olduğu yerlerde dolaşır mavi kelebekler! Onlarla beslenir çünkü. Birlikte dünyadaki en güzel görsel şöleni sunsalar da aslında bir dram yüklüdür ikisinin hikayesinde. Mavi kelebek Artemis çiçeğini tamamlar. Ama onunla beslenerek kendisini anlamlı yapan yegane varlığı tüketmekten de geri durmaz." Sözleri kalbimi acıtmıştı. Boşnak güzelinin hayatında benim de o mavi kelebekten daha iyi bir yerim yoktu. Değerli bir amaca hizmet ediyordum kabul! Ama bu Alina'yı hüsran yüklü bir bilinmeze ittiğim gerçeğini değiştirmiyordu.
"O gün seni o mavi kelebeğe benzetmiştim. Beni o kadar üzüyordun ki bundan başkasını düşünmek aklıma bile gelmemişti. Nefretin Artemis çiçeğini solduran yegane gerçek olacaktı. Suçsuz olduğuma inanmıyordun! Nefret gözlerini kör etmişti. Bu ülkede istemeden de olsa sana sığınmıştım aslında. Vatandaşlık alıp beni yok etmek için, her şeyi göze alan o zalim insanlardan kurtulmak için gölgeni mesken tutmuştum. Sense beni zehirli bir sarmaşık gibi görüyordun! Kalbimin sana uçmak için çırpındığı o günlerde seni seven yüreğime bile kin kustum. Unut onu dedim! Ondan sana yâr olmaz! Sevmez, özlemez, kader şaşırtıp sevdirse bile kavuşmak için hiçbir şey yapmaz. Vatanını bırakıp buralara kadar gelen göçmen kuşu... Kır yüreğinin bacaklarını da ona koşamadan topallayarak kaderine yuvarlansın. Olmayacak hayallerin peşinden koşmasın dedim!"
"Alinaaa!" Aslında bir feryattı dilime düşen. Oluk oluk pişmanlık akıyordu yüreğimden! Bilir miydim böyle seveceğimi! Payıma düşenin böylesi bir sevda olacağını düşünsem evet der miydim bu göreve? Derdim! Söz konusu vatanım olduğunda bundan fazlasını yapmaktan da çekinmezdim. Yanan olmak yakan olmaktan daha kolay gelmezdi.
"Keşke zamanı geriye alıp o günleri hiç yaşamadık sayabilsem." Onu biraz daha kendime yaslayıp sımsıkı sardım. Avuçları yanaklarıma nihayet kavuşmuştu. Kolları boynuma dolandı. Dudakları yanaklarımda sıcacık bir meltem, bir sıla oldu. "Sana onca şeyi yaşatan bu adamı böylesine seviyorsun ya! İnsanın aklı duruyor! Kalbi şaşırıyor inan! Gerçek olduğuna inanamıyorum! Seni tanıdıkça sevmelere doyamıyorum!"
Onu usulca kucaklayıp birkaç adımla duvara yasladım. Dudaklarım dudaklarına kapanıp ruhumdaki tüm arzuları tenine akıttı. O güzel, sıcak dokunun dudaklarımın arasında titrediğini hissettim. Bana karşılık vermekten bir an bile tereddüt etmiyordu. Parmak uçları ensemi sevgiyle okşarken ellerim saç diplerine asıldı. Bedenimi bedenine bastırdım. Benim olmaya hazırdı. Onu sevmeye, kadınım yapmaya dünden razıydım. Ama yapamazdım. bir bilinmezin kucağındaydık biz. Yolun sonunda aşık olduğum kadını bir kenara bırakıp çekip gitmek vardı. Bu ihtimale dayanamıyordum. Bir çaresi, yolu olmalıydı. Kader kalemi bizi birbirimize yazmaktan bu kadar hicap duymamalıydı.
Giderek sertleşen öpücükler ve dokunuşlar aklımın başımdan gitmesine sebep oluyordu. Onunla bu kadar mutluyken nasıl vazgeçecektim? Küçük bir inleme dudaklarından döküldü. Dudaklarımdan ayrılan o sıcak dokuyu daha şimdiden özlemiştim. Yüzünü koynuma yerleştirip kendini sıktı. Ellerim belinden yukarı tırmandığında elime ulaşan ıslaklıkla neye uğradığımı şaşırmıştım. "Lanet olsun! Nasıl unuttum?" Bu sert yakınlaşmamız yarasındaki dikişlerin açılmasına sebep olmuştu. Parmaklarıma bulaşan kana öfkeyle baktım.
"Önemli bir şey değil!" dedi telaşla. Kendimi suçlamamdan rahatsızlık duymuştu. Bedenini serbest bırakıp ayaklarının yere basmasına izin verdim. Elinden tutarak yavaşça kahverengi oymaları olan üç kişilik koltuğa zarif, güzel bedenini yerleştirdim. Ecza çantasını açıp pansuman araçlarını çıkardım. Elbisesinin fermuarını indirdiğimde yine o arzu dolu duygular tenime ateşten bir zırh geçirmişti.
Sadece işine odaklan Barbaros! Başka bir şey düşünme! Ciğerlerimi havayla doldurup nefesimi tuttum. Yarayı temizleyip merhemledim. Yeniden sargı beziyle kapattığımda küçük inlemeleri kesilmişti. "Sana dokunan o elleri bulduğumda hiç acımadan kırıp dağıtacağım." Arkadan yanağına küçük bir öpücük bıraktım. "Seni herkesten koruyacağım." Keşke kendimden de koruyabilsem Boşnak güzeli! Keşke Artemis çiçeğini soldurup tüketen bir kelebekten fazlası olabilsem! Dünyaları verirdim bunun için!
Omzunun üzerinden başını çevirip dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı. Zevk kanıma karışmıştı. "Seninle yaşamak istiyorum. Her dakikamın bir ömre bedel olduğunu bilerek az da olsa doyarak ömrümü aşkla doldurmak istiyorum."
"İsteyen sen ol! Ben seninle bir ömür için binlerce Barbaros feda etmeye hazırım." Yanağını gömleğin açılan düğmelerinden göğsüme sürttü. Resmen sabrımla oynuyordu. "Yorgunsun!" Dedim saçlarını geriye doğru iterken. Başını salladı. "Hadi biraz uyuyup dinlen! Zor bir gün geçirdin!"
"Senin kollarında uyursam olur!" Allah'ım dayanamazsam sen affet! Bu Barbaros kulun daha kaç badire attıracak? "Tamam!" Sesimdeki tutkuyu fark etmediğini umuyordum. "Ben rahat bir şeyler giyeyim!" Kalkmaya yeltendiğinde kolundan tutup koltuğa bastırdım. "Gerek yok! Vakit kaybetmeyelim! Böyle daha iyi!" Ne me lazım! Gidip ipek gecelik falan giyer! Durduk yere imtihanın kaymaklısına düşmeyelim! Şeytan doldurur! Zaten yanacağım kadar yandım dahasını bu bünye kaldırmaz arkadaş!
"Tamam!" Battaniyeyi üzerime çekip onu kucağıma yerleşecek şekilde kendime yasladım. Feleğim şaşmasın diye tehlikeli bölgeleri şeritle karantinaya almıştım. "Gece yanımda kalacaksın değil mi?"
"Sadece iki saat. Sonra gitmek zorundayım. Küçük bir işim var!" Biraz daha sokulup kalbini göğsümde dinlendirdi. Onun yanında öyle mutluydum ki o iki saatin bitmesine tahammülüm yoktu. Bir ömür bu şekilde kalsak pişman olmaz, yaşadığım anları sorgulamazdım. Dakikalarca sessiz durduktan sonra dudakları birkaç boşnakça türkü ile aralandı. Mırıltılar bile kalbimin ritmini şaşırmasına sebep olmuştu.
Saçlarıyla oynayan ellerim artık hiç olmadığı kadar Artemis çiçeği kokuyordu. Gitme vakti geldiğinde isteksizce ayaklandım. Battaniyeyi üzerine örtüp başını yastığın üzerine yerleştirdim.
"Artık sadece vatanım için savaşmayacağım Alina! Savaşım ikimizi karşı karşıya getiren karanlık ellere karşı!"
***
Evden çıktığımı fark ettiğini anlamıştım Onun peşimden geldiğini bilerek aracıma yerleştim ve çaktırmadan dikiz aynasından ardımdan gelişini izledim. Epey yol gidip onu kıstıracağım anı kollamaya başladım. Telsizin sesini duyduğumda Kürşat'ın benden emir beklediğini anladım. " Kartal 1 Bıçak, söz konusu yere konuşlandın mı?"
"Bıçak kartal bir! Emir ve görüşlerinize hazırım komutanım! Söz konusu yere konuşlandım! Tamam!" Yeniden telsizi ağzıma yaklaştırdım. Sol elim direksiyonu kontrol etmeye çalışırken bakışlarım dikiz aynası ve ön cam arasında gidip geliyordu. "Kartal bir Baykuş bir, konum bilgisi ver!" Ferit'in sesi rüzgârın uğultusunun karıştı. " Baykuş bir kartal bir, binanın tepesine konuşlandım komutanım! Emir ve görüşlerinize hazırım komutanım, tamam!"
" Yıldırım! Avı ürkütmeyeceğiz! Mevzuya uyanmayacak! Dikkatli olun! Ters bir durum olursa müdahaleye hazır olun!Tamam!"
"Anlaşıldı! Emredersiniz komutanım!" Aracı kapalı bir alana bıraktım. Benimle benzer fiziki özelliklere sahip olan Kürşat kahverengi deri ceketimi giyip balaklavasıyla yüzünü gizledi. Hedef şaşırtmak için planımız kusursuz işliyordu. Adamı ürkütmeden peşine takmayı başarmıştı. Adam onu takibe geçerken gizlice arkasından yaklaştım ve ensesine indirdiğim darbeyle onu etkisiz hale getirdim.
"Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncü taklalar atarak kartalın avuçlarına düşer!" Hiç vakit kaybetmeden onu yakaladığım gibi iş için kullandığımız araca yerleştirdim. "Kartal bir baykuş bir! Takip edilmediğimizden emin ol! Paket hazır!"
" Emredersiniz komutanım!" Dedi Ferit! Kürşat da bana eşlik ederek adamı aracın arka koltuğunda kontrol altına aldı. Ceplerini araştırmış, çakı, silah ve benzeri hiçbir şeyi üzerinde bırakmamıştı. Onu sorguya almak için hazırdım.
Paketi hızlı bir şekilde sorguya akacağımız mekana getirdim. Ensesine küçük bir şaplak indirdiğimde kolay kolay uyanamayacağını anlamıştım. Ferit de bir tehlike olmadığından emin olunca peşimizden gelmiş ve sorgu odasına esas duruşla birlikte girmişti. Ona kaşımla gözümle adamı işaret ettim. " Ayılt lan şunu!" Ferit emrimi yerine getirip adamın ağzının ortasına okkalı bir yumruk geçirdi. Bu yeterince iyi gelmemişti. Hep söylerdi annem. Yumurta kırarken bile tuzu fazla kaçırır dengeyi sağlayamazdım ben. Oldu bitti elimin ayarı kıttı.
Adam hafiften sarsılsa da tam olarak ayılmamıştı. Kürşat'a kaşımla gözümde su dolu kovayı işaret ettim. "Pasaktan yüzü görünmüyor! Anası gibi yıka şunu! Yoksa mikrop kapacağız!" Kürşat başıyla onaylayıp kovaya abandı ve gözlerimizin önünde adamın başından aşağıya boca etti.
Adam büyük bir öksürük tufanına tutulmuştu. Öksürük öyle bir hâl almıştı ki hırıltı odanın her bir zerresinde yankılanır olmuştu. Omuzlarının sarsıntısı ve dudaklarından fırlayan tükürükler ona olan öfkemi daha da perçinlemişti.Onun kim olduğunu biliyordum. Bu bahçe işleriyle ilgilenen orta yaşlı adamın ta kendisiydi. Muhtemelen beni çektiği fotoğraflarla tehdit eden kişi de buydu. Herkes elini kolunu sallaya sallaya lojmana giremezdi. Sıkı güvenlik önlemleri almıştık. Hâl böyleyken içeriden birini kandırıp zayıf halkayı bize karşı kullanmaktan çekinmemişlerdi. Onu Alina'yı eve taşırken görmüş ve konuşmuştum. Daha o gün işkillendiğimi anlamış ama gözümden kaçtığını düşünerek tedbirsiz davranmıştı. Ve nihayet fare kapana kısılmıştı.
Öksürüklerinin arasından, "Benden ne istiyorsunuz?" diye hırladı. Düzensiz aldığı nefesler ciğerlerini talan etmiş gibiydi. Yakasına yapışıp boğazına sertçe sıktım. Bu iyice morarmasına sebep olmuştu. "Kimsin lan sen? Niye peşimde dolaşıyorsun? Kime hizmet ediyorsun?" Başını eğip gözlerini kaçırdı. Kafasını ensesinden tutarak sertçe sorgu masasına yerleştirdim. Burnu kanamış yüzü daha da korkak bir hale almıştı.
"Ben bir şey yapmadım! Sadece..."
"O fotoğrafları çeken sendin Zübeyir! Bana şantaj yapıp korkutmaya çalışan da sendin! Peşimde dolaşıp açık arayan da sen! Hatta belki göçmen kızını bıçaklayıp nevruz günü bana onun üzerinden gözdağı veren de..."
"Hayır hayır! Vallahi ben yapmamışam! Sadece fotoğrafları kapının önüne koymamı söylediler! Ben başka heçbir şey yapmamışam!" Saçlarını asılıp başını geriye doğru yasladım. Ferit ve Kürşat ne yapacağımı büyük bir dikkatle izliyorlardı. "Yalan söylüyorsun Zübeyir! Her şey senin başının altından çıktı! Yanlış adamlarla birlik oldun Zübeyir! Ekmek yediğin kaba tükürdün Zübeyir! Adam mısın sen lan? Bu kadar adam seni fark etmez mi sandın?" Başını reddeder gibi salladı. Kirpik uçlarına kadar titriyordu. Basit bir piyondan fazlası olmadığını bildiğim halde gözünü korkutmaktan çekinmiyordum.
"Şimdi kafana sıksam ne de güzel olur değil mi? Hali hazırda kimse de yok!" Gözleri korkuyla açıldı. "Vatanına ihanet ettin!"
"Ben! Böyle olacağını düşünmedim!"
"Konuş! Her şeyi anlat! Belki o zaman hayatın için bir şansın olabilir!" Ağlamaklı bir sesle, "Yapamam!" diye feryat etti. " Bin türlü itlik var bu adamlarda! Kendimden geçmişem ailemi öldürürler! Bir kere onlardan olursan bir daha sittin sene peşini bırakmazlar komutan!" Alnı ter içinde kalmıştı. Silahsız birini öldürmeye yetkimiz olmadığı halde dilinin düğümünü açmak için kötü polisi oynamaktan çekinmiyordum.
"Anlatmazsan! Asıl o zaman ölürsün! Bana kimlerle irtibatta olduğunu söyle! Kime hizmet ediyorsun? Onlarla nasıl görüşüyorsun?" Dakikalar boyu uğraşmış ağzından tek bir kelime laf bile alamamıştım. Ferit iyi polisi oynayıp onu sakinleştirip kıvam vermeye çalışsa da korku tim benliğini ele geçirmişti. Suskunluğu kendisi için değildi belli ki. Ailesi için korkuyordu. Onu yeterince zorladığımızdan emin olunca bir süre rahatlaması için ardımızda bıraktık. Gözümüz hâlâ üzerindeydi.
Adam derin soluklar alıp aklını toplamaya çalışırken Kürşat'a dönüp, "Evinde bir şey bulabildin mi?" dedim. Kürşat poşetin içindeki her şeyi masanın üzerine döktü. "Adama yazılmış notlar var! Ve maalesef pek iyi şeyler çıkmıyor! Birebir irtibatta olduğu kişi Sidar kod adlı bir hain! Bu adamın örgüt içindeki rolü araştırılıyor. Yazışmalar iç açıcı değil komutanım. Bu şerefsizler Alina üzerinden Vladimir'e ulaşmak istediğimizi de anlamış. Göçmen kızını tamamen ortadan kaldırmayı düşünüyorlar. Suikast planları var. Bundan çok daha fazlasını bile yapabilirler." Alina'nın öldürülme ihtimali kalbimin üzerine bir kılıç darbesi indirmişti.
"Benim canımı almadan onun saçının teline bile dokunamazlar. Büyük bir eylem planı bizi bekliyor komutanım." Dedi Ferit. Yazışmalarda Türkiye'yi iyi günlerin beklemediğini anlamıştı. Detaylı bir şey görmek mümkün değildi ama zayıf halkaya erişerek Erkin'in düşmana sızmasını sağlayabilecektik. "Artık Alina konusunda eskisinden çok daha ciddi güvenlik önlemleri almalıyız! Onun ölmesine izin vermeyeceğiz! Alina sadece benim karım değil aynı zamanda Vladimir'in zayıf noktası. Kafalarındaki her neyse onu hayata geçiremeyecekler."
Biz konuşurken hırıltılı inleme sesleri kulaklarımızı doldurdu ve sesimizi kesti. " Allah kahretsin! Müdahale edin!" Adam yüzüğündeki zehri içmiş ve konuşmamak için kendini öldürmüştü. Ağzından yeşil salyalar akarken tüm çabalarımıza rağmen saniyeler içinde gözlerinin karası aka boyandı. Ve bilinci bir daha geri gelmemek üzere kapandı. Ona kalp masajı yapan Kürşat'ın artık hiçbir çabası sonuç vermeyecekti. " Elinden bir şey gelmez! O öldü!" dedim. Ferit alnındaki teri silip keyifsizce adamın parmağındaki yüzüğü çıkarıp bana uzattı. Yüzüğün üzerindeki semboller dikkatimi çekmişti. "Bir el içinde dünya sembolü!" Yüzüğü Kürşat'a uzatıp, "Bunu araştır!"dedim. "Artık elimiz eskisi kadar boş değil!"
🦋🦋🦋
Merhaba canlarım. Öncelikle hepinizin Ramazan ayı mübarek olsun. Umarım oruçla aranız iyidir. Yorucu haftalar beni bekliyor.
Uzun bir bölüm oldu. Heyecan tabiki de devam ediyor.
Barbaros için yalan çanları çalmaya başladı. Alina 'yı hem koruyup hem de kandırmaya devam etmek zorunda. Sizce gerçekler ortaya çıkacak mı? Alina Barbaros'u affedecek mi?
İnstagram: seyma_yldz_koc (Duyurular için bekliyorum. ) Yıldızlarınızı ve yorumlarınız bekliyorum. hoşçakalın. ☺️☺️🦋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.85k Okunma |
327 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |