19. Bölüm

19. BÖLÜM: KÜLDEN YARA 🦋

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

Medya: ben sana yollar büyüttüm🎶🎶

Merhaba canlarım . Yoğun bir haftayı daha geride bıraktık. Önümüzdeki bölümler epey aksiyonlu olacak ama sizden ricam bol bol yorum atıp oylamanız. Bu ilgisizlik ister istemez beni de motivasyonumu düşürüyor.

Desteklerinizi bekliyorum ☺️🦋❤️

 

 

 

 

19. BÖLÜM: KÜLLÜ VEDA

Barbaros’un Kaleminden

Aklımdaki sorulara yanıt bulmak zordu. Bir yandan o yüzüğü düşünüyor diğer yandan hayatımın anlamı haline gelen kadına kavuşmak için yollar arıyordum. Kalben ve ruhen çökmüş vaziyetteydim aslında. Onu görüyor, hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyordum. Bir aşk oyunu oynadığım doğruydu. Hikayede aşık olan adam yine bendim ama onun zannettiği gibi aymaz ve rahat değildim.

Aklım gece bulduğum o yüzükteydi. Kürşat’tan haber bekliyordum. Beni Vladimir’e götürecek olan her şeye muhtaçtım. Bu işin sonunda artemis çiçeğini bırakmak zorunda kalacaktım. Ölüm gibi bir şeydi. Gözlerimi açtığımda yanımda olamaması ihtimalini kaldıramıyordum. O benim içimde hep kanayan bir yara olacaktı. Belki gerçekleri öğrenecekti belki de hiçbir şey bilmeden mezarımın başında aylarca yıllarca göz yaşı dökecekti. Her iki ihtimal de benim için dayanılır gibi değildi.

Üzerimdeki gömleği çıkarıp bir kenara bıraktım. Alina’nın sade mobilyalarla döşenmiş evindeydim. Dün gece bıraktığım gibi mışıl mışıl uyuyordu. Ben ise kafamda binlerce soruyla uykusuzluk içinde kıvranıyordum. Yanına girip koltukta yüzümü ona döndüm. Rahatsız bir koltuktu fakat ben bu dar alanı seviyordum. Ona daha fazla yaklaşmama, daha hissederek dokunup okşamama sebep oluyordu. Kaşık vaziyetinde olmamız beni daha büyük bir nefis muharebesine sokmuştu.

Kasıklarıma değen kalçalarını ani bir hareketle bedenimden kurtardı ve yüzünü bana dönüp sağ bacağıyla belime kanca attı. Uyandırmamak için felçli gibi hiç hareket etmiyordum. Tırnaklarımı çarşafa geçirmiş sadece yüzüne dökülen saçlarını, uyku mahmuru yüzünü izliyordum. Yüzündeki her biri detaya aşıktım. Belki de onu gördüğüm ilk günde de olduğu gibi. Uzun kirpiklerinin gözlerini çevrelemesini seviyordum. Kusursuz elmacık kemiklerinin yüzündeki o yumuşak ifadeyi perçinlemesi bile bende artık çok şey ifade ediyordu. Kasılmıştım. Aklımdan geçenlere mani olamıyordum. Bana biraz daha sokulduğunda dudakları göğsümün üzerine sürttü. Bu kendimi daha çok yatağa mıhlamama sebep olmuştu. Artemis çiçeği aklımla oynuyordu.

Çenesini kaldırıp başını geriye doğru bıraktığında dudaklarının dudaklarıma sürtmesiyle irkildim. Gözleri aralandı. Dudaklarımın arzulu sıcaklığını ve tadını hissetmiş gibiydi. Gözleri aralandı. Bir heyecan ve sevinç dalgası tüm yüzüne yağmur sonrası gelen toprak kokusu gibi yayıldı. Hüzün koktu, aşk koktu artemisin çiçeği.

“Barbaros!” Sayıklar gibi söylediği söz hüzünlü gözlerimi yummama sebep oldu. Gözlerini yeniden yumup yanıbaşımdaki bedenini üzerime bıraktı. Bedenimde derinleşen arzunun emarelerini hissedebiliyordum. Ve muhtemelen o da hissediyordu. Tırnaklarımı çarşafa geçirip içimden sayıklar gibi küfrettim. Bir gün ona yenileceğimi bilerek kollarının arasında hareketsiz kaldım. Bir kez gel dese beyaz bayrak sallar sonumuzun ne olacağını düşünmeden kollarına giderdim. Sol yanağını göğsüme bastırıp gözleri kapalı bir şekilde fısıldadı. “Bu kadar çabuk geleceğini düşünmemiştim.”

“Ben…” dedim güç bela sayıklar gibi. Alnımda boncuk boncuk terler oluşmuştu. Şu pozisyonda konuşmak çok zordu. “Ne olursa olsun sonunda yine sana gelirim. Bekleyen sen ol!” Dudakları tebessümle aralandığında beyaz, nazik dişleri gün ışığı gibi bakışlarımın kadrajına girdi. “Sonunda ölüm olsa bile seni hep beklerim. Gelen sen ol! Bekleten sen ol! Seven sen ol!” Sesi kulaklarıma en güzel sırrı veriyor gibi zayıf ve tutkuluydu. Her şeyin bir görev olması onu sevmeye başladığım günden bu yana canımı daha çok yakıyordu.

Dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Her geçen saniye aklımdan geçenlerin esiri haline geliyordum. Bu ilk değildi. Son da olmayacaktı. Elleri göğüs kafesime yanlışla uğramış serçe gibi tenime hapsoldu. Kalbimin içine düşen tutsak duygular her geçen saniye daha da kontrolsüz oluyordu. Tüm o kasları, kemikleri bir gurme edasıyla keşfetmesini sevmiştim. Tırnaklarım kodese tırnak izi bırakıp gün sayan bir mahkum gibi çarşaftan çözülüp beline sarıldı. Karşılık veremiyordum. Vermemeliydim. Çok zordu ama başarmaktan başka çarem yoktu. Bunu onu sevdiğim için yapıyordum.

Beni seviyordu. Kocasıydım. İstemek en doğal hakkıydı. Ama bilmediği çok şey vardı. Bunları öğrendiğinde bana aşk ve tutkuyla bakan gözlerinin yerini nefret alacaktı. Pişman olacaktı. Ona daha fazla iz bırakmaya hakkım yoktu. Savaşacaktım. Ama önce tüm bu saçmalıklara son vermem gerekiyordu. Karşılık vermediğimi anladığında öpücükleri de son buldu. Aslında böyle davranarak görevi de tehlikeye atıyordum.

Barbaros böylesi bir durumda durmaz aşık olduğu kadınla mutlu olmaya çalışırdı. Aralarındaki engeli hissettirip onun yüreğine şüphe tohumları ekmezdi. Hayal kırıklığı içinde dudaklarımı bıraktı ve ellerini göğsünün altına sakladı. Üzerimden ayrılmasa da bakışlarını benden çekmiş ve başını göğsüme hapsetmekle yetinmişti. Aklından neler geçtiğini biliyordum. Bunları bilmek daha çok kahrolmama sebep oluyordu. Hazel’i unutamadığım için ona dokunmadığımı zannediyordu. Çok güzel ve çekiciydi. Onu arzulamamak imkansızdı. Bedenim ve gözlerim bu noktada her şeyi ele veriyordu. Ama aklım ve ruhum ona koşmak için çıldıran kalbime rağmen hislerime ket vurmuştu.

Hazel artık ikimiz için bir engel olamazdı. Onu güzel anıyor ve eski bir dost gibi görüyordum. Ona olan sevgime aşk kelimesi artık fazla geliyordu. Sevdam Alina kalbime girdiği günden bu yana çoktan küllenmişti. Ama o Hazel’i aramıza yok yere engel olarak koymaktan vazgeçmeyecekti. Küsmüş, küserken bile yaralı bir çocuk gibi yine bana sığınmıştı. Gözünden akan bir damla yaş göğsüme sızdı ve karnımdan belime doğru akıp gitti. Hâlâ kendimi kasıyor ve arzularımı dizginlemeye çalışıyordum. “Beni istiyorsun. Ama…” Devamını getirememişti. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Gözlerime bakmamasını diledim. Yalanlarımı bu şekilde daha rahat sıralıyordum.

“Neden?” Dediğinde sadece yutkunabildim. Ona gerçekleri söyleyemezdim. Bu ilişkinin gerçek olduğunu düşünüyordu. Amacımdan haberdar olduğunda kendini çok değersiz hissedecek ve benden nefret edecekti. Bunu ne kadar süre daha gizleyebileceğini bilmiyordum. Ona oynadığım oyunu bilen başkaları da olabilirdi. Üzerimden kalkıp doğrulmaya çalıştı. Sıyrılan elbisesini düzeltip yataktan uzaklaştı. Peşimden sürüklenmem uzun sürmemişti.

Kolunu yakalayıp sıcak tenini tenime bastırdım. “Alina!” Sesim yalvarır gibi çıkmıştı. “Seni seviyorum! Deli gibi! Ölür gibi…” bu itiraf onu durdursa da teselli etmeye yetmemişti. “Seni kaybettiğimde tüm kemiklerimin kalbime batacağını bilir gibi seviyorum. Çaresizce, bencilce… Özledikçe içime karışan sen oluyorsun! Kavuştukça doyamadığım sen oluyorsun. Sensiz kalma, senden vazgeçme ihtimali bir zehir gibi kanıma karıştığında ateşin deryasında yanan zavallı bir kelebek gibi kıvranıyorum.”

Benden köşe bucak kaçan bakışlarını çenesinden kavrayıp gözlerime yerleştirdim. Bunlar ikimizin gerçekleriydi. Yalan yoktu! Riya yoktu. Her şeyin yalandan ibaret olduğu şehristanımda bir tek duygularım gerçekti. Ben onu kaybedeceğimi bile bile seviyordum.

“Hani insan öleceğini bile bile bir zehri içmek zorunda kalır ya!” Yanağını kavrayıp yüzüne hasretle dokunurken. “ O zehirin tadı dilini kıskıvrak yakalayan bir lezzete sahip olsa da bir yudumluk arzunun sonunun kefen olacağını bilir ya!” İç çektim. Ona daha çok yaklaştım. Elimden gelse kalbimin içine onu yerleştirecek ve bir bedende sıkışan iki ruh gibi sevdamın ona kanmasını bekleyecektim. “Alina! Artemis çiçeği… Ben sana bakarken, sana dokunurken hep bunu bilmenin acısını yaşıyorum. O zehrin sen olduğunu bile bile kanıma, tenime karışmana engel olamıyorum. Çok acıtıyor…” dedim yalvarır gibi. “Dermanın sende olduğunu bile bile yaklaşamıyorum. Öyle bir çaresizlik ki içime işleyen bir çözüm bir vuslat için delirip bulamıyorum. İkimizi aynı fotoğraf karesinde bulmak istiyorum, bulamıyorum.”

Bakışları yumuşamıştı. Aklındaki o düşüncenin değiştiğini anlamıştım ama bunları ona nasıl açıklayacağımı bilememiştim. Ona dokunmak için delirdiğim halde uzak duruşlarımın sebebini anlatamamıştım.

“Beni isteyen sendin!” Dedi bir gerçeği suratıma çarparak. “Sevdiğine inandıran, yuva olmak isteyen sendin! Kabul ettim. Kaybettiğim her şeyin kalbimde açtığı o oyuğa seni yerleştirdim. Benim için her şey olmanı istedim. Sen varken o her şeyin dolacağına inandım.” Gözlerini kısıp bir adım uzaklaştı. Dağılmıştım. Dudaklarımda onun ıslaklığı vardı. Tenimin hâlâ onun dokunuşlarıyla ürperdiğini biliyordum. Bunu seviyordum. Ben de bıraktığı her izi çok seviyordum. Alina benim görevimdi. Ve görevimi yapmak için duygularımı bir kenara bırakmayı bilmeliydim.

“Ne söylediğimi biliyorum.”

“Pişman mısın?”dedi sayıklar gibi. Gözleri vereceğim cevabı duymaktan ne çok korktuğunu ele veriyordu. Ona yaklaşıp kollarından kavradım ve duvara yasladım. “İnsan seni sevmekten nasıl pişman olur göçmen kızı? İnsan böyle seven, böylesine güzel hissettiren bir varlığa nasıl pişmanlık duyar! Nasıl sevdasına kör olur! Bilmiyorsun! Bilmediğin şeyler var! Benim canımı yakan ve seni benden…” Sustum. Daha fazla konuşmamalıydım. Bu görevimi tehlikeye atmaktı.

“Sen, anlamıyorum. Ne demek istediğini çözemiyorum. Ben sana geldim. Her şeyi kabullenerek, beni sevdiğini düşünerek kalbimi açtım. Ama…”

“Ama?”dedim sorgular gözlerle. “Başkasın! Çok başka! Sözlerin tutarsız! Davranışların tutarsız! Bakışların yeterince saydam değil!”

“Anlayamaman normal! Asker değilsin! Asker kızı değilsin!” Bunun arkasına saklanmaktan başka çarem yoktu. “Gözünün, kalbinin arkada kaldığını bilerek yaşamanın ne olduğunu bilmiyorsun! Ölümle yaşamanın, çekip gidebilecek olmanın ne demek olduğunu bilmiyorsun!” Güldü. Alaycı gözleri nemlenmişti. “Ben her şeyi biliyorum.” Bana yaklaşıp işaret parmağını göğsüme sertçe yerleştirdi. “Unuttun mu cehennemden geldim ben!” Üzerindeki kıyafetleri alayla süzdü ve bana gösterdi.

“Bu şirin giysilerin içindeki kız aslında ben değilim! Kadın olmanın korkunç olduğu bir yerde zebani, şeytan olarak anılan, sayısız insanın ölümüne sebep olan bir kadınım! Ellerim kanlı! Yüreğim bir mezarlıktan farksız!” Gözünden yaşlar süzülmek için çırpındığında derin bir nefes alıp duygularını bastırdı. Tanıştığımız günki Alina’nın geldiğini anlamıştım.

“Alina!”

“Sus! Sen kim olduğumu unuttun ama ben sana hatırlatayım istersen!” Üzerindeki elbisenin fermuarını indirip bana sırtını döndü. Elbise basen hizasında kalmış ve kumaşın kayıp gittiği noktada çıplak sırtı gözlerime ilişmişti. “Bu izleri görüyor musun?” Görmüştüm ve ilk değildi. Bunu ona yapan adamın görüntüsü gözlerimin önüne düştüğünde yumruklarımı sıktım. Tüm mimiklerim öfkeden titriyordu.

“Radavon!” Nefretli sayıklayışım onu susturmadı. “Daha fazlasını da yaşayabilirdim. Şimdi bana asker karısı olmanın zorluklarından korkacağımı mı söylüyorsun?” Korkmazdı biliyordum. Cesaret aslan olsa bu kadının göğüs kafesinin yuva yapardı.

“Her neyse!” Dedi eliyle gözündeki yaşları silerken. Yüzünü yumuşatmaya çalıştı. “Saydığın hiçbir bahane umurumda değil. Bu evliliği yürütmek için ölüp bittiğimi de kimse söyleyemez.” İstenmediğini, sevilmediğini düşünüyordu. Oysa ondan daha çok sevdiğim kimse olmamıştı. Bu evliliği yürütmek ikimizin de yaşama sebebi gibiydi. Bunu inkar etmesi kalbimde en ufak bir kırgınlığa sebep olamayacak kadar değersizdi.

“Böyle hissetmediğini biliyorum. Sözlerin umurumda değil! Umrumda olan tek şey birbirimize duyduğumuz aşk!”

“Bana aşık olduğundan emin değilim üsteğmen! Davranışların tutarsız! En başından beri böyle aslında! Bu yüzden seninle olmak istemedim. Eğer olaylar başka türlü gelişseydi muhtemelen şu an birlikte olmazdık.” Haklıydı. Beni sevse bile kabul etmeyeceğini biliyordum. Esir düştüğüm yalanıyla kalbinin kafesini kırıp bana uçmak için fırsat arayan kuşları serbest bırakmıştım. Duygularının farkına varmış ve beni kaybetmemek için daha fazla gölgeme sığınmıştı.

Ona yaklaşmak istediğimde bir ses ikimizin bakışlarını da içerideki odaya çevirdi.”Sestra!” Hana sesimize uyanmış olmalıydı. Gözlerini ovuşturarak siyah göz bebeklerini üzerimizde uyku mahmurluğuyla dolaştırdı. “Kavga mı ediyorsunuz?” Dedi Boşnakça. Gülümsemeye çalıştım. Onun aramızdaki ilişkiye ne kadar değer verdiğini bildiğim için gerilimi hissetmesini istemiyordum. “Hayır Hana! Sorun yok tatlım!” Dedi Alina Boşnakça.

“Biz iyiyiz. Sadece sesli konuşuyorduk!” Dedim Boşnakça. Artık bu dili öğrenmek farz olmuştu. Alina hayretle bana baktı. “Bilmiyorum ama birkaç kelime bilmekten de zarar gelmez!” Bilmediğimi düşünmesini istiyordum. Bu onunla eğlenmem ve yeni bilgiler edinmem için iyi bir fikirdi.

“Hana kahvaltı etmeliyiz.” Dediğinde küçük kız onu umursamadan hemen koşarak paçalarıma yapıştı. “İkinizin kardeş olduğuna inanamak güç. Sen mızıkçının tekisin! Hana ise tam bir prenses!” Hana az biraz sözlerimi anlamış gibi gülümsedi. Alina ise kaşlarını çatmıştı. “Bunu unutmayacağım.” Küçük kız bana hayran hayran gülümseyerek bakarken omuz silkip onu kucağıma aldım. “Ah!” Diye iç çekmesi beni epey güldürmüştü. Alina onu görünce biraz yumuşasa da öfkesi geçmiş değildi.

“Harika!” Dedi gergin bir gülümsemeyle. “Benim bıldırcınım güzeeeeeel! Benim bıldırcınım tatlııııı!” Hana, “hi hi!” Diye kıkırdadı. Tatlı davranışları çok hoştu. Ona benzeyen bir kızım olmasını istiyordum. Bir de Alina’ya benzeyen bir tane… Düşüncelerim boğazıma bir yumrunun oturmasına sebep oldu. Gerçek bir evliliğimiz olabilseydi bu mümkün olabilirdi.

Alina kahvaltı için mutfağa geçtiğinde ben de peşinden gittim. Hana kendisini eğip kaldırmalarımdan hoşlanmış kucağımda epey neşeli görünüyordu. “ Now now Babinos!” Eliyle karnını tutup hafifçe kıvrandı. “Karnım avrıdı. Lüçpen!” Türkçesi evlere şenlikti. “Sen ne güzel konuşuyorsun böyle bıldırcın! Hemen de kapmışsın Türkçe’yi.”

“Kaypmışşın Tüğkçe’yi!” Diye tekrar etti. “Kapmışsın!” Diye yineledim. “Kaçmışsın!” Başımı salladım. “Hayır ama olacak!” Dudaklarını büzünce burnunu sıktım. O da hayran hayran bakarak benim yaptığım gibi burnumu sıktı. “Söyle bakalım Hana bunun adı ne?” Kaşları ince bir tik gibi havalandı. “Buvun!”

“Burun!” Dişlerimi göstererek sırıttım. “Diş Hana! Bunlara diş diyoruz.” Minik dilini göstererek kara gözlerini kocaman açtı. “Dis!”

“Dişşşşş!”

“Diş!”

“Aferin! İşte böyle!” Bana bu uzuvların Boşnakça isimlerini söyletmeye çalıştı. Her sözümde kahkahalarla gülüyordu. Dil konusunda epey çalışmamız gerekiyordu. Telefon sesini duyan Alina elini mutfak havlusuyla kurulayıp telefona koştu. Kulaklarım Hana da olsa gözlerim ondan bir an olsun ayrılmıyordu. Telefonun kablosunu işaret parmağına dolayıp biraz endişeli bir şekilde “Tamam!”dedi. “Bir kaç dakikaya orada oluruz. Bir eksiğiniz var mı Kürşat?” Dedi kendine has şivesiyle. Konuşmasına hayranlık duymamak imkansızdı. Avrupai bir tarzı vardı ve bazı kelimeleri yutarak çok zarif bir şekilde çıkarıyordu.

Alina telefonu kapatırken Hana neşeyle el çırptı. “Sidikliiiii!” Dudaklarımı alayla birbirine bastırıp, “Zavallı Kürşat!”diye mırıldandım. Alina gülmemek için çabalasa da dudakları çoktan kıvrılmıştı. “Memleketi terk etse de bu lakaptan kurtulamaz. Umutsuz vaka!” Alina omuz silkip yeniden mutfağa yöneldi. Ben de kucağımda Hana ile peşinden gitmiştim. “Nereye gidiyoruz.” Kayıtsız bir sesle “Erkin’in evine!”dedi. Kan kardeşim olan adamın adını duymak bile kalbime tonlarca ağırlığın bindirilmesine sebep olmuştu. Bir zamanlar böyle hissetmezdim. Kalbimi bir sıcaklık kaplar bir yuvayı andıran yüreğimin bacası tüterdi. Şimdi o kaslı doku buzla kaplanmıştı.

Hana birkaç küp şekerini ablasına çaktırmadan gizli saklı yemek için ceplerine iliştirdi. O sırada Alina da yaptığı peynirli börekleri saklama kaplarına boşaltıyordu. Yutkunamadım. Hana şimdi kollarıma hiç olmadığı kadar ağır geliyordu. “Börekler benim için değil anlaşılan!” Dedim buruk, gergin bir bakışla. Yüzünü çevirip cevap vermedi. Bu tavrının sebebini anlamak hiç zor değildi. “Neden öyle düşündün?”

“Ben kıymalı severim! Bunlar peynirli!” Böreklere alnını kırıştırarak baktı. “Timde et yemeyen tek kişi Erkin’dir!” Yumruklarımı sıktım. Sanki kılıçla kalbimi ikiye yarmıştı ve ben nefes almak için kursağımda biriken kanları yutmak zorunda kalmıştım.

“Erkin ameliyattan çıktı. Annesi henüz gelmedi. Bilet bulamamış! Yarın yola çıkması gerekiyor. Beslenmesine dikkat etmek zorundayız.” Aramızda geçen konuşmalara rağmen onun için bu kadar uğraşması canımı yakıyordu. Belki Kürşat, Yadigar ya da Ferit olsaydı bu kadar sorun olmazdı ama Erkin’in adını onun ağzından duymak bile dilime kordan dikenler batırıyordu.

“Aranız epey iyi anlaşılan! Neyi sevip neyi sevmediğini bile öğrenmişsin!” Bana ters ters baktı. “Bazen arkadaşından değil de düşmanından bahsettiğini düşünüyorum.” Dilimin ucuna gelen her şeyi yuttum. Ona Erkin’in hislerini anlatsam düşüncesi ne olurdu? Kızar mıydı? İki erkeği birden kendisine düşürdüğü için gururlanır mıydı? Yoksa üzülüp kendini geri çekmeye mi çalışırdı? Hakkım var mıydı bunu söylemeye? Derdimi anlatmak için kurallarımı çiğnesem ne değişirdi?

Hana”yu kucağımdan indirip onu orada bıraktım. Alina’nın evindeki gardırobumun karşısına geçip bol paça yüksel bel kot pantolon ve beyaz tişört giydim. Düz kesim saçlarımlarımı tarayıp kol saatimi kontrol ettim. Alina pileli mavi bir etek ve geniş yaka beyaz yazlık bir gömlek giymişti. Hacimli kumral saçlarına doğal dalgalar attırmıştı. Çok güzel görünüyordu. Hafif yaz makyajıyla ve yosun gözlerini ortaya çıkaran kalemiyle güzelliğini daha da cazibedar kılmıştı. Hana iki yandan bağladığı kıvırcık saçlarını savurup kırmızı çilek desenleri olan pudra rengi, kısa kollu elbisesinin etek uçlarını tuttu.

“Babinos! Nasıl olmuşum?” Onu şirin bulmama karşın güçlükle gülümsedim. “divno! (Muhteşem)” Hana’yı kucağıma alıp Alina’nın bir adım gerisinde durdum. “Beni kıskançlık krizine sokmak için hiç boş durmuyorsun!”

“Tako je dobro za tebe! Puzi!(Sana çok iyi oluyor! Sürün!)”

“Pardon!” Dedim anlamamış gibi. Gözlerini kısıp sahte bir kincilikle baktı. Ne dediğini gayet iyi anlamıştım. Boşnakçam her geçen gün gelişiyordu. “Yok bir şey!” Beni kendi halime bırakıp kapıyı açtı ve tam dışarı çıkacağı esnada onu kapıya yaslayıp kapı ile bedenim arasında sıkıştırdım. Hana açılan kapıyı görür görmez koşarak merdivenleri inmiş ve soluğu Cihangir’in tatil için gelen yeğeni Utku’nun yanında almıştı.

Kapıyı ardımızdan kapatır kapatmaz “Ne yapıyorsun sen?” Diye kızgın kızgın soludu. Tırnaklarını saçlarını kavrayan ellerime batırıldığında hafifçe inledim. “Biri sana yan gözle baksın yakarım bu lojmanı!” Dudakları alayla kıvrıldı. “Hiçbir halt edemezsin!” Dişlerimle alt dudağımı ısırdım. “Timi de yakarım! Haşlarım o hergeleleri ruhun bile duymaz! Kıçlarında molotof söndürürüm.”

Tırnaklarını gözlerini gözlerimden ayırmadan omzuma geçirdi. “Hele bir yap! Ben de seni yakarım!” Göğüs kafesimi göğsüne bastırdım. Kokusu ciğerlerimde bayram havası estirmişti. “Yaktın zaten!” Dedim sayıklar gibi. “Yakmaya da devam ediyorsun! Hem de cayır cayır!” Bunu dudaklarıyla aramadaki tüm mesafeleri kapatırken söylemiştim. Yutkundu. “Böyle yutkundururlar işte adamı!” Beni sert olmaya çalışarak ittirdi. “Sınırlarını koru asker. Davranışlarınla ilgili haklı bir gerekçe vermeden yanımda dolaşmanı bile istemiyorum.” Kapıyı açıp onu umutsuzca bakan beni umursamadan hırslı bir şekilde merdivenleri indi.

“Muhacir kızı! Bir de artistlik yapıyor!” Hana çoktan Erkin’in evinin yolunu tutmuş olmalıydı. Daha fazla bekletmeden uzun bacaklarımın hakkını verip büyük adımlar atarak Alina’ya yetiştim. Kapının önüne gelmiştik. Zile bastığımızda bizi karşılayan Zeren’in istemsizce yüzü asıldı. Üzerinde yine siyah bol paça, kumaş pantolon ve geniş yakalı siyah gömlek vardı. Bunu belli etmemeye çalışsa da ilk anda anlamıştım. Erkin’in Alina’ya olan karşılıksız aşkını bildiği için burada olmamızdan ister istemez rahatsızlık duymuştu.

“Buyrun lütfen! Biz de hastaneden yeni geldik!”

“Merhaba!” dedi Alina samimi bir ses tonuyla. Endişeli yüz ifadesi kıskançlıktan delirmeme sebep oluyordu. “Erkin nerde?” Ayakkabılarımızı dolaba yerleştirdim. “Odada istirahat ediyor.” İçeri geçip bakışlarımı odada gezdirdim. Erkin’in evi bizim evimizin aynısıydı. Eşyalar da o dönemin modasına uygun bir şekilde yerleştirilmişti. Çok fazla seçenek bulmak pek mümkün değildi. Koltuğunda uzanan Erkin’i gördüğümde Alina benden önce öne atılıp ona yaklaştı. “Erkin!” Alina’nın ortama girmesi ile Erkin’in değiştiğini fark etmiştim.

“Hoşgeldin Alina! Hoşgeldiniz komutanım!” Aramıza koyduğu mesafeyi sinirlensem de yüz ifademi stabil tutmaya çalıştım. “Geçmiş olsun!” dedim aynı mesafeli ses tonuyla. Artık eskisi gibi olmamız imkansızdı. “Bizi korkuttu Erkin. Yaran nasıl? Seni beklediğimden iyi bulduğuma sevindim.” Erkin’in kızaran yanaklarını Alina’dan uzak tutmaya çalıştığı bakışlarını fark etmiştim.

“İyiyim! Sanırım biraz kan kaybettim ama önemli bir şey yok!” Hana, eteğini savurarak Erkin’in yanına geldi ve yanağına ıslak bir öpücük bıraktı. “Minik bıldırcın da burdaymış!” Dedi Erkin Hana’yı kollarının arasına alırken. “ Seni uzun zamandır doğru düzgün göremiyordum.” Benden çok daha iyi sayılabilecek bir Boşnakçayla konuşmuştu. “Hastalandın mı sen? Uf mu oldu?” Erkin başını onaylar gibi salladı. “Evet ama geçti! Artık çok iyiyim! Askerler yaralansalar da hemen ayağa kalkarlar!” Hana Erkin’in yanağından bir kez daha öpüp “Cici asker güçlü asker!” Diye o tatlı sesiyle mırıldandı. Onların arasındaki samimi ilişkiyi görünce Alina’nın yüzünde güller açmıştı.

“Senin için börek yaptım. Bir şeyler yiyip toparlanman lazım. Sakın beslenmeni ihmal etme! Bol bol sebze tüket!” Erkin’in gözleri bir süre Alina’nın üzerinde oyalandı ve sonra çekingen bir şekilde kendisine uzatılan saklama kabına düştü. Ondaki bu değişikliği fark eden Zeren de bana bakmış ve yüzündeki öfkeyi, sıkılan yumruklarımı görmüştü. Onun da en az benim kadar gergin olduğunu hissedebiliyordum. Alina Erkin’e arkadaştan farklı bir gözle bakmıyordu. Ve buna rağmen ben aralarındaki en basit bir enerjiyi bile tehdit olarak algılamakta kurtulamıyordum.

“Keşke zahmet etmeseydin.! Zaten yoruluyorsun bir de benim için…”

“Sen hepimiz için çok önemlisin Erkin! İyi olman için ne gerekirse yapmaya hazırız.” Erkin’in yüzündeki dokunaklı ifade canımı yakıyordu. Ona kızmaya ne kadar hakkım vardı bunu sorgulamıyordum fakat ne kadar çabalasam da onun Alina’ya olan duygularını sindiremiyordum. Alina hiç mi fark etmiyordu bakışlarındaki bağlılığı?

“Teşekkür ederim. Destekleriniz benim için çok değerli!” Ozan içerden elinde tabaklarla geldi. “Hoşgeldiniz komutanım!” Dedi esas duruşa geçip. “Rahat! Hoşbulduk!”

“Biz de kahvaltıyı hazırlıyorduk. Nefis şeyler yaptım.” Zeren gözlerini devirip, “Ya! Teğmen beklediğimizden daha maharetli çıktı!” İğnelemeleri o görevden sonra hiç bitmemişti. “Sağolsun hanımefendi beni hiç yalnız bırakmadı.” Erkin bakışlarını nihayet Alina’dan ayırıp gülümsedi. “ Sağolun arkadaşlar! Bitmek bilmez kavgalarınızla evimi şenlendirdiniz. Bu duvarlar keçi gibi kafa tokuşturan insanlara ilk defa sayenizde şahit oldu.” Alina kıkırdarken Hana hâlâ Ayşen’in yeğenini utangaç, hayran bakışlarla süzüyordu. Utku ise bu ilgiden çekinip kaşlarını çatarak kız gibi trip attı.

Hana Erkin’in kulağına eğilip “Çok tatlıııı!” Diye kızardı. Erkin Hana’nın burnunu sıkınca Alina da kardeşinin yaramaz tatlılığına gülmüştü. Zil çaldı. Alina “Ben bakarım!” Diyerek girişe yöneldi. Kapı açılır açılmaz Ayşen’in “Ay ne yoruldum!” Diye inleyen sesini duydum ve duymamla göz devirmem bir oluyordu. Arkalarında Rozerin de vardı. Belli ki Ayşen Kürşat’la bu kızın arasını yapmadan huzur bulmayacaktı. Bu kadın başını bağladığı gençlerin duasıyla bile kesin cennette en büyük tahta kurulurdu.

“Gel tatlım! Otur! Burası da timin en güzide bekarlarından olan Erkin’in evi!” Rozerin utangaç bir şekilde içeri girdi ve “Teşekkür ederim!” Dedi tebessüm ederek. Kürşat onun sesini duyar duymaz speedy Gonzales gibi mutfaktan salona fırlamıştı. Rozerin’le göz göze geldiklerinde ikisinin de kızarıp bakışlarını kaçırdığını fark ettim. Ah! Bizim lojmanda böyle imkansız aşklar yaşanıyordu işte! Allah sayısını arttırsın! Artırsın da dizi izlemeden romantizm ve gerilimin dibine vuralım! Lojmanda Dallas!

Ayşen Kürşat’a öldürücü bakışlar atarak kızı Erkin yamacına doğru çekiştirdi. “Gel şöyle otur! Yorulmuşsundur! Kürşat sana bir bardak su getirsin!” Kürşat şapşal şapşal diklendi. “Niye ben?”

“Sen niye olduğunu iyi bilirsin!” Dedi Ayşen baygın, ölü gözlerle Kürşat’ı süzerken. “Yoksa Cihangir’in o rahatsız, gıcırdayan soğuk kanepede yatmasını mı tercih edersin?” Cihangir ağlak bir şekilde Kürşat’a baktı. Ayşen’e zoraki sırıtırken yerinden fırlayıp “Hadi lan! Durduğun kabahat!”diye kükredi. Bu kılıbıklık oyununu daha ne kadar devam ettireceklerini bilmiyordum. Kürşat yüzünü yılgınlıkla sıvazladı. Hırlamaya benzer bir ses çıkarıp, “Peki Ayşen abla!” Dedi. Rozerin, “Gerek yok!” dese de Ayşen ona kötü örnek olup bileğini tuttu. “Bırak getirsin! Hem poposu da hava almış olur! Ne zaman izne çıksalar evlerine kapanıp hareketsiz günlerce kokarca gibi yatıyorlar.”

“Ayıp ediyorsun Ayşen Abla!”dedi Erkin rahatsızlıkla. Her fırsatta Alina’ya bakmaya çalışmasındansa Ayşen’e sarmasını sevmiştim. Onu hasta hasta dövmek istemiyordum. Elimde kalırdı.”

“Ama ne? Doğru söylüyorum. Evlerine fare düşse acından ölür!”

Rozerin kıkırdadı. “Yoğun çalıştıkları içindir!”dese de Ayşen bizi gömmeden huzur bulmayacaktı. “Benim Cihangir’im evliliğin nimetlerinden sonuna kadar faydalanıyor! Allah bahtına beni nasib etti de yüzüne baktı. Değil mi aşkım?”

Cihangir tedirgin bir tebessümle “Elbette hayatım!”diye inledi. Alnındaki o şeyin ter olduğuna inanmak istemiyordum. Kürşat Rozerin’e suyu uzatırken, “Ya ne demezsin!” Diye ters ters baktı. “Keşke hepimizin böyle bir karısı olsa! Olsa da ağzımıza…” Sözün devamını söylemeyip yutkunmuştu. Bu elit (!) adamlara Rozerin’in yanında yanlış sözler söylemek istemiyordu.

“Ya sabır!” Diye soludu Kürşat. “Bence de!” Dedi Ayşen ve sonra Rozerin’e döndü. “Hep söylüyorum şekerim. Biraz dikkat edin, tertipli olun diye ama ne mümkün!” Rozerin utangaç bir şekilde bakışlarını indirdi. Ayşen ise Erkin’i gelin kız süzen kaynanalar gibi süzdü. “Ama Erkin’im başkadır!” Kendisine uzatılan bardaktaki suyu yudumlamakta olan Erkin öksürmeye başladı. Kürşat odunluğuyla şansını kaybetmişti. Şimdi sıra Erkin’deydi.

“Ben mi?”dedi boğaz ayıklayarak. “Sen tabi! Temiz, tertipli, koca yürekli, şiirden güzel sözden anlayan, namusluuuuuu!” Ayşen ağzını ayıra ayıra Erkin’i övme seansına başlamıştı. Kürşat’ın bozulan moralini söylemek bile istemiyordum. Erkin bu timin alternatif çocuğu gibiydi. Şu herkesin hayranlık duyduğu komşu çocukları var ya Erkin tam olarak oydu.

“Yok canım!”dedi Erkin zoraki sırıtarak. “Ben mi? Hiç öyle değilimdir!” Alina kıkırdadı. Meseleyi anlaması uzun sürmemişti. Benim keyfime de diyecek yoktu hani! “Öylesin Erkin!” Diye kızgın kızgın diretti Ayşen. Rozerin’i birinin başına sarmadan asla uslu durmayacaktı. Erkin “Yok yoooook!” Dese de Ayşen konuyu sakız gibi uzatmaya kararlıydı. “Eve kız attın da biz mi görmedik Erkin!” Tim sersem sersem sırıttı. Yan koltukta tesbih çekmekle meşgul olan Yadigar ise kalkık kaşlarla şapşal şapşal bakmakla yetinmişti.

“Tabi ki hayır ama! Yani çok temiz de değilimdir. Değil mi?” Dedi Erkin. Hemen sonra yardım dilenir gibi Ozan’a bakmıştı. Ozan’ın ise Erkin’e sebepsiz bir nikah yüzüğünü takmadığı kalmıştı. “Çok temizdir çoook!” Dedi Ozan. “Utanmasa yeni gelin gibi kızarmış ekmekleri bile dantele sarıp servis edecek! O kadar yani! Evi mis gibi çamaşır suyu kokar! Bakkal Mennan gelse ebesini mora boyayacak! Gündelik,i kadınlar gibi sürekli iş yapar! Börek çörek ne varsa onda! Evlenecek kız çok şanslı! Hem de çok yani!” Bu delinin Erkin’le meselesi neydi acaba? Zeren kıkırdadı. Uzun zaman sonra Ozan’a ilk kez gülümsediğine şahit olmuştum.

Erkin yutkundu. Rozerin çok güzel bir kızdı. Kürşat’ın gönlü yoksa Erkin onunla pekala mutlu olabilirdi. Alina’yı beklemekten daha doğru bir tercih olduğu kesindi. “Daha neler? Abartıyorlar işte!” Dedi Erkin. “Ben ve temizlik! Hiç anlamam! Zeren gelmeden önce burası bir mağaradan farksızdı. O kadar pisti ki başımıza nerdeyse yarasalar pisleyecekti. Hamam böcekleri etrafta cirit atıyordu.” Ayşen’in yüzü asıldı. “Iyyyy!”

Ozan karşı saldırıya geçip omuz silkti. “Sen onlara da maske eldiven giydirip dezanfekte etmişsindir. Muhteşem karizmana hangi kız dayanıyor ki? O garipler de düşmüştür.” Zeren kıkırdamamak için zorladığında homurdanma tarzında sesler çıktı. Ozan bu durumdan fazlasıyla memnun görünüyordu. “İdeal koca!” Dedi Ayşen! “Ah böyle erkeği kimse bulamaz!” Koluyla Rozerin’i dürttüğünde genç kız sıkılganlıkla başını eğdi. Ayşen Erkin’in saçını düzeltip yanağın küçük bir fiske vurdu. “Şu kaşa göze bak! Allah şu ipsizlerden almış buna vermiş! Tü tü maşallah! Yetişkin kızım olsa hiç affetmem bağlarım başını! Şu zamanda koca mı var? Bundan iyisi Şam’da kayısı!”

Kürşat, “Ben o kayısıyı var ya!” Diye inledi. Ayşen kaşını kaldırıp, “Bir şey mi dedin?” Diye bıyık altından terslendi. Esas amacını anlamıştım. Rozerin’in gönlünün Erkin’de olduğunu biliyor, Kürşat’ı gaza getirmeye çalışıyordu.

“Ayşen!” Kürşat’ın uyarıcı sesi Rozerin de dahil olmak üzere hepimizin bakışlarını kendisine çevirdi. Madem bir şey hissetmiyordu ve bir ilişkiye hazır değildi neden kızı bu kadar kıskanmıştı?

Alina ortamdaki havayı dağıtmak için “Kahvaltıya geçsek iyi olur?” Dedi. Biz masaya birer ikişer yerleşirken Zeren de kapıda ağaç olan Ferit ve Umut’u karşılamıştı. Türkan yine huysuzluğuyla göz dolduruyordu. Alina hazırladığı börekleri saklama kabından çıkarıp servis tabağına bıraktı. Bakışlarım sürekli üzerindeydi. Burada diken üstünde olmaktan kurtulamıyordum. Bu böreği Erkin için yaptığını düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum. Alina hemen yanı başımdaki sandalyeye yerleşti. Türkan ve Umut yan yana oturmuş, Ozan ise Zeren’le karşı karşıya gelmişti. Yadigâr kızlardan en uzak köşeyi mesken tutarken Ferit umursamazca çoktan yemeğe girişmişti.

Ayşen elindeki kahvaltılık tabağını bol miktarda kavurmalı omlet ile doldurup Erkin’in önüne bıraktı. Benim gözüm ise sadece böreklerdeydi. Zeren sıkma portakal suyunu Erkin’in önüne bırakmış Alina ise benim gergin hallerimi fark etmiş gibi huzursuzca saç dalgalarını geriye atmıştı. Erkin börekten birkaç çatal alıp Alina’ya “Teşekkür ederim! Çok lezzetli!” dedi. Önündeki böreğe dokunmayan sadece ben vardım. Onun için yapılmıştı ve sevdiğim halde bu böreğe dokunmak içimden gelmiyordu.

Bu konuda yalnız sayılmazdım. Kürşat’ın iştahı da belirgin bir şekilde kesilmiş ve bakışları Rozerin ve Ayşen’in üzerinde kayıtsızca dolaşmaya başlamıştı. Onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu gayet iyi biliyordum. Rozerin ve Erkin’in yan yana anılması canını sıkmıştı. Rozerin’den hoşlandığının farkına varmamak mümkün değildi, fakat tuhaf bir şekilde bunu inkar etme eğilimindeydi.

“Kavurmalı omletten sen de al Alina! Bugünlerde çok solgun görünüyorsun! Yüzün kaşık kadar kaldı. Yoksa üsteğmen Barbaros sana yeteri kadar iyi bakmıyor mu?” Alşna’nın bir şey söylemesine izin vermeden parmaklarını parmaklarımın arasına alıp elini dudaklarıma götürdüm. “Karıma fazlasıyla iyi bakıyorum. Yeniden göreve gideceğimizi öğrendi bu yüzden biraz solgunlaşmıştır.”

Erkin bakışlarını tabağından kaldırmazken şu anki durumdan en az onun kadar rahatsızlık duyuyordum. Erkin bana gerçekleri inkar etmeden tüm açıklığıyla söylemişti. Şu an aynı masada olmamız bile aslında başlı başına bir hataydı fakat ben bu hatayı nasıl değiştireceğimi bilmiyordum. Alina ile birbirimizi seviyorduk ve ne yazık ki benim ona kavuşmam da en az Erkin’in kavuşması kadar çetrefilliydi. Hatta belki ondan bile daha zor günler bekliyordu beni.

Alina’nın bana olan öfkesi henüz dinmemişti ama elini meşgul etmek için benden ayırıp çatalı kavramaktan çekinmedi. Çayımdan birkaç yudum alsam da iştahsızlığım göze batacak kadar barizdi. Erkin’in de iştahının yerinde olduğunu söyleyemezdim. Yadigar ve Ferit tabağını tertemiz edip kenara bırakmış, Zeren ise kaçamak bakışlarla Ozan’ı süzmeye başlamıştı. Yer yer Ayşen ile Cihangir’in didişmelerini duyuyor masadaki gülüşmelerden ve konuşmalardan uzak duruyordum. Aklım öyle karman çorman bir haldeydi ki hiç kimseyi görecek halim kalmamıştı.

“Pansumanını en son ne zaman yeniledin?” Alina’nın sözleri bakışlarımı Erkin’e çevirmeme sebep oldu. “Sanırım dün akşam!” Ne yani şimdi ona bir de pansuman mı yapacaktı? Hayır bu kadarını asla izin veremezdim. Ölürdüm ben be ölürdüm! Kıskançlıktan beni delirtmeye mi çalışıyordu bu kız? Bu yaştan sonra kardeş katili mi olayım? Bunu mu istiyor?

“Sanırım kahvaltıdan sonra yaranın icabına baksak iyi olacak.” Erkin’in bir şey söylemesine izin vermeden, “Gerek yok!” dedim. “Ben ona gereken pansumanı yaparım. Bu konularda fazlasıyla iyi olduğumu söylememe gerek yok sanırım.” Erkin başını onaylar gibi salladı. İtiraz etmemişti! Sıkıysa etsindi!

“Evet çok iyidir komutanım!” Dedi Umut. “Geçen operasyonda o terörist bozuntusunun kopan bacağını öyle güzel dağladı ki hepimiz hayran kaldık. En kıt imkanlarda bile soğukkanlılığını korumakta maşallahı var.” Yadigâr dudaklarını şapırdatıp dilini üzerlerinde gezdirdi. “Of! Ne güzel mangal kokmuştu ama!” Ferit Yadigar’ın koluna dirsek atınca masadakiler iştahları kaçmış bir şekilde kahkahalarla güldüler. “Yamyam Yagi! Adamın bacağını kemirmeye başlamadığına şükrediyorum!”

“İnsan eti haramdır Ferit! Genellikle koyunları ve danaları tercih ederim.”

“Ben şimdi ikinizi birden kuzu çevirme yapmayı tercih edeceğim!” dedim olayı makaraya alan askerlere. Umut, “Tam da mangal mevsimi!” diye söze girdi. Türkan’ın yüzünü buruşturup ters ters bakması uzun sürmemişti. “Yadigâr ayak seviyor sen bacak! Bu timde aklı başında bir insan yok mu Allah’ım yarabbim ya!”

“Bulamazsın Türkan!” diye konuya girdi Zeren. Bugün Ozan’la yeteri kadar birbirlerini yemiş olmalılardı. Zira şu an tartışmaya girişmemeleri akıl alır gibi değildi. Ayşen son lokmalarını alırken, “Şu sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra seninle birlikte köylere gideceğiz Alina. Rozerin de bize eşlik eder.” Alina, “ elbette olur! Biraz hastaneden uzaklaşmak bana da iyi gelir.” dedi. Rozerin de gülümseyerek onu onaylamıştı. Benim ise çoktan içimi kurtlar kemirmeye başlamıştı. Buralar sağlam yerler değildi ve hem Ayşen hem de Alina için sıkıntılı bir şeyler yaşanabilirdi.

“Bunun iyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum doktor hanım. Buralar tehlikeli! Babanızın çayırında dolaşmıyorsunuz neticede değil mi? Güvenliğiniz için yanınızda birilerinin olması şart!”

Türkan sağ elini kontrollü bir şekilde kaldırıp, “Ben giderim komutanım! Aklı olan hiçbir çakal hanımlara bulaşamaz!” Dedi. Kendini buradaki hanımların dışında tutmasına gözlerimi kısarak baktım. Bu kız gerçekten bir alemdi. Abilerinin yanında kala kala her davranışı erkeksi bir hal almıştı. “Sen gidersen beni kimse tutamaz!” dedi Umut. “Senlik bir mesele yok Umut!” Dedim ama gitmek için bana günlerce dil dökeceğinden en ufak bir şüphe duymuyordum.

“Sokağa çıkma yasağı daha ne kadar devam edecek üsteğmenim!” Dedi Erkin. Mesafeli konuşma tarzı sinirlerimi bozsa da, “Cumayı kadar!” Demekle yetindim. “ Bu süre zarfı içerisinde hastaneler de acil servis dışında kapalı olacak.” Alina’nın bu durumdan ne kadar üzüntü duyduğunu fark etmiştim. İşini seviyordu ve evde oturmak pek ona göre değildi.

“Senin yaran ne alemde Alina?” Dedi Ayşen. Bakışlarına göçmen kızının sırtında gezdirirken çayından son yudumunu almıştı. “Evet! En son yaralanmıştın!” Cihangir’in sözü olaylardan habersiz olan Erkin’in bakışlarını Alina’nın üzerine düşürdü. “Yaralandı mı?” Gizlemeye çalışsa da ses tonundaki telaş tüm duygularını ele veriyordu. Keşke Alina’yı gerçekten arkadaşı gibi görebilseydi. “Evet! Sırtımdan! Önemli bir şey değil. Düzenli olarak pansumanlarını yapıyoruz.”

“Nasıl oldu?” Çatalı elimle evirip çevirdim ve Erkin’e uyarıcı bakışlar attım. Bunun anlamını bilemeyecek kadar sersem değildi. “ Hana’nın peşinden yanan binaya girdiğimde siyah maskeli bir adam gördüm. Broşumu çalan yan kesiciye benziyordu. Ama emin değilim. Sanki ilk karşılaştığın biraz daha iri yapılıydı.” Alina parmaklarıyla oynayıp dudaklarını birbirine bastırdı. Bu yaradan haz etmediğini anlamıştım.

“Aslında beni sırtımdan vurmasaydı böyle bir şey yapmasına asla izin vermezdim. Hana kucağımdaydı ve savunmasız konumdaydım.” Erkin’in belirginleşen alın çizgileri gözlerime tosladığında daha da kırıştı. “Kendini bu kadar iyi koruyabildiğini bilmiyordum.”

“Aslında benim esas mesleğim askerlikti.” Bakışlarımı Alina’ya çevirdiğimde Kürşat’la göz göze geldik. Bundan haberdar değildim. Alina ilgili tüm bilgilere erişmek ilk etapta pek mümkün olmamıştı. “Bunu hiç söylememiştin!” dedim doğal davranmaya çalışarak. “Evet! Çok kısa bir süre yapıp bıraktım ve sonra da hemşirelik sınavlarına hazırlandım.” Ellerimin terlediğini hissedebiliyordum.

“Demek aramızda bir asker daha var.” deri Ferit alaycı bir neşeyle. Onun bir şeyleri ciddiye aldığını görmek pek mümkün olmuyordu. “Vay canına! Anlamalıydık! Sıradan Boşnak kızına göre fazla profesyoneldin!” Zeren’in sözleri yutkunmama sebep oldu. Aralarının iyi olduğunu biliyordum. Sık sık bir araya gelip konuşuyor ve beni çekiştiriyorlardı. Zeren de benim gibi onun dayısı ile işbirliği içerisinde olmadığını düşünüyordu. Fakat şu an biraz daha tedirgin olduğunu hissedebiliyordum.

Alina dayısına körü körüne bağlıydı. Ve onun bölücü bir casus olduğu gerçeğini reddediyordu. Bu haliyle manipüle edilip bize bir silah olarak doğrultulması pekala mümkündü. Tüm bu riskleri göze alarak onu yakınımızda tutmuş ve lojman sakinlerini istemeden de olsa tehlikeye atmıştık. Aslında lojmana girmesindeki yegane sorumluluk albay aitti. Ben Boşnak güzelini düşmanım olarak gördüğüm o günlerde buna şiddetle karşı çıkmış ve onun tehlikeli olduğunu savunmuştum. Bildiği şeylerin birkaç numaradan ibaret olduğunu zannetmek büyük bir hataydı. “Neden ayrıldın?”diye sordu Ferit.

“Belki daha sonra!” dedi Alina. Askerliği neden bıraktığını gerçekten merak ediyordum. Yoksa Wladimir onun yanına çekmek için yine bir oyun oynamıştı?

“Pansuman için yan odaya geçsen iyi olur Erkin? Bugün Kürşat’la önemli bir işimiz var.” Erkin sözümü ikiletmeden, “Emredersiniz komutanım!” diye karşılık verdi. Pansuman araçlarını sağlık çantasından alıp onunla birlikte yan odaya geçtim. Göğüs kafesindeki sargıları çözüp yarayı temizledim. Uzun zamandır bu kadar yakın olmamıştı ve tuhaftır ikimiz de göz göze gelmekten çekiniyorduk. Yüzüne bakmadan sargısını yeniledim. Birkaç küçük inleme dudaklarından dökülse de her zamanki gibi bedenine yerleşen yaralara duyarsız kalmıştı. Esmer bedeni benimki gibi kaslıydı. Aramızda 3-4 santimlik bir boy farkı vardı fakat benden biraz daha uzun olan baş yapısı hemen hemen bunu kapatıyordu. Alnında birken birkaç teri saçlarına doğru sildi.

Ben araçları çantaya yerleştirirken yatağından biraz daha doğrulup kolunu indirdi ve tişörtünü yeniden başından geçirdi. “ Hâlâ onun terörist olduğuna inanıyor musun?” Bakışlarım nihayet gözlerini buldu. “Hayır inanmıyorum! Ama benim görevim şüphe! Sürekli her an tetikte olmak… Alina bana tahmin ettiğim gibi bağlandı fakat dayısına olan sadakati gerçekleri söylemesinin önünde hep bir engel teşkil ediyor. Bana onunla ilgili hiçbir şey anlatmıyor ve kasıtlı olarak bir şeyleri gizliyor. Ne yazık ki manipülasyon açık bir durumda.”

İç çekti. “ Alina akıllı bir kız! Er ya da geç dayısının nasıl bir adam olduğunu anlayacaktır.” Alina’ya söylediği her sözcük içimdeki kıskançlık duygusunu daha da perçinliyordu. “Ona bakmandan hoşlanmıyorum.” dedim bir nefeste. Başını eğdi. “Onu sevmenden! Üzerine titreyip korumacı bir şekilde yaklaşmadan… Bu daha ne kadar böyle devam edecek?” Haklı olduğumu o da biliyordu. Aynı durumda kendisi olsa eminim o da daha farklı davranmazdı. İnsan sevince sevdiğini kendi gözünden bile kıskanırdı. Aslında ben de kendimi Erkin kadar suçlu hissediyordum. Sözümü tutamamıştım. Ona aşık olmuştum. Bu işi görevde bırakmayı becerememiştim. Benim gibi tecrübeli bir özel kuvvet askeri bu kadar çabuk yenilmemeliydi. Özellikle de istihbaratçı geçmişim düşünülürse.

“Farkındayım!” derken sesini olabildiğince düz tutmaya çalışmıştı. “Senin yerinde kim olsa benzer şekilde davranırdı. Ben…” Yutkundu. “Olayların bu şekilde gelişeceğini bilmiyordum. Onu ilk gördüğüm an aşık olmuştum ve hayatına girebileceğin aklıma bile gelmemişti.” Omzunu silip ellerini iki yana bir boşlukta savrulur gibi bıraktı.

“Duygularımla baş etmeye çalışıyorum. Benim için de zor!” Duygularını Alina’yı açmasını istemiyordum. Yalanlarım ortaya çıktığında Erkin’in onun gözünde benim yerime geçecek bir alternatif olarak yer edinmesi dayanabileceğim bir şey değildi. “Sana onu sevmeyeceğime dair söz vermiştim.” dedim kabullenir gibi. En çok bu yüzden suçluluk duyuyordum aslında. “Sözümü tutamayacağımın farkına vardım. Ben…” Tam da şimdi nefes almak bile imkansız bir hâl almıştı. “Ona aşık oldum!” Yüzünde hüzünlü kırık bir tebessüm belirdi. Gözlerini benden köşe bucak saklaması duyduğu rahatsızlığı hissettirse de aslında bunu en başından beri biliyormuş gibi hazırlıklıydı.

“Onu seviyorsun! Belki sen de en başından beri bir şeyler hissediyordun!”

“Şaşırmadın!” Başını titretir gibi aşağı yukarı salladı. “ bunun olacağını biliyordum. O zaten seni seviyordu ve şimdi sen de ona aşıksın. Bu hikayede fazla olan benim. Aslında en başından beri bunun farkında olarak kalbimi kelepçeliyorum.

Erkin’e kızamıyordum. Onu iyi tanıyordum. Açık yürekli dürüst bir adamdı. Eğer karşımıza Alina çıkmasaydı ona canımı ona emanet etmekten çekinmezdim. “Verdiğim bu sözü tutamadığım için üzgünüm!”

“Hayır! Üzgün olma! Hayatını benim isteklerime göre yaşamak zorunda değilsin. Çok bencilce bir beklentiydi. Başka bir çocuğun elindeki şekere uzanan şımarık bir velet say beni! Hakkım yoktu senden böyle bir şeyi istemeye! Birlikte mutlu olduğunuzu biliyorum. Bir gün tüm bunlar geride kaldığında onunla olmak istemen anlaşılmayacak bir şey değil.”

Burnunu çekip başını geriye yasladı ve yastıktan kımıldamadan pencereden dışarıya baktı. Gökyüzü açıktı ve buna rağmen bir gün önce yağan bahar yağmurunun bıraktığı toprak kokusu buram buram nefeslerimizi dolduruyordu.

“Aslında içim daha rahat! Nefret eden bir Barbaros’u seven bir adama tercih etmezdim. Şimdi ona karşı daha merhametli olacağını biliyorum.” Alina’yı bu kadar çok sevmesi öfkeden çok canımı yakıyordu. Artemis çiçeğinin mutluluğu için ondan vazgeçiyordu. Benimle olmasına dayanmaya çalışıyordu. Çoğu insan sırf aşık oldu diye başkalarının mutluluğunu çalmayı kendine hak olarak görürdü. Erkin böyle bir adam değildi. Duygularıyla mücadele ettiğini biliyordum.

Çantayı aldığım gibi kapıya yöneldim. Adımlarımı durduran tek şey yorgun çıkan sesiydi. “ Barbaros!” Omzumun üzerinden ona son kez baktım. “Kimsenin onu incitmesine izin verme!” Gözlerimi bir kez yumup açtım. “Vermeyeceğim!” Daha fazla yanında kalmak istemediğimden kendimi dışarı attım.

Alina ise küçük kardeşini almış uyutmak üzere kendi evine yönelmişti. En azından Erkin‘le aynı evde kalmayacağını bilmek biraz daha huzurlu hissetmeme sebep oluyordu. Giderken ardından kırık gözlerle baktım. Kısa bir süre sonra beni fark Edip omzunuüzerinden bana baktı. Gözlerindeki kırgınlığın ve Küskünlüğüm fark etmemek imkansızdı.

***

Kürşat’ın bana getirdiği dosyaları yüzümde kocaman bir hayret ifadesiyle tek tek inceledim. Boş durmamış gereken bilgilere sahip olmak için epey çalışmıştı. “ Gördüklerim akıl alır gibi değil asker! Tahmin ettiğim gibi. Wladimir tüm casus eylemlerini bu örgüte hizmet etmek gayesiyle yapıyor.”

“Evet komutanım. Örgütün adı POSAT. Gizli bir örgüt. ülkelerin siyasetinde, ekonomisinde etkili olmaya çalışıyor. Bir anlamda dünya gündemini belirliyor. 4 katmanlı bir yapıya sahip. Çekirdek lider, iç çember, orta seviye ve dış çember... Çekirdek yönetici kadro. En gizli bilgiler bunlarda. Kararları alır ve uygulanmak üzere iç çembere gönderir. Orta seviye uygulama için lojistik, istihbarat ve finansal desteği sağlar. Dış çember ise örgüte üye olmamakla birlikte hizmet eden grubu temsil eder. Haklarındaki bilgiler çok sınırlı. Yahudi kaynaklı olduğuna dair ciddi önermeler var. Bunu düşündüren sebeplerden biri de üstünlük fikrine sahip olmaları. Toplumları bölüp parçalayıp kendi çıkarları doğrultusunda yönetme eğilimindeler. Kendilerine ait gizli hücreleri var. Orada ne yapıldığıysa tam bir merak konusu.”

Toplantı masasında sırtımı koltuğun gerisine yasladım. Duyduklarım hiç hoşuma gitmemişti. Vladimir’in sağlam pabuç olmadığını biliyordum fakat arkasında böyle bir örgüt bulacağımı düşünmemiştim. Birkaç Amerikan ajanından Rus casusundan fazlasını bende beklemiyordum.

“Başka?” Dedim huysuzca. Kürşat dosyayı karıştırıp örgütle ilgili olan fotoğrafları önüme koydu. Ferit onun yanında oturuyordu. Zeren Umut’la karşı karşıya, Türkan ise masanın en sonunda Yadigar, Ozan ve Cihangir’in yanında yer alıyordu. Hepsi istihbarat görevi için bana destek olmak amacıyla toplanmıştı. Alina ile olan sahte evliliğimi sadece Zeren, Erkin ve Kürşat biliyordu. Hedefimizin dayısı olduğu ise kimseden gizli değildi.

Kürşat, boğazını ayıklayıp elindeki dosyadan bir resim çıkardı. “Yüzükteki sembolle aynı. Bir avuç içinde dünya…”

“Bu onların amaçlarının simgesi komutanım!” Ağız dolusu küfrettim. “Bu şerefsizlerin tek derdi biz değiliz anlaşılan. Türkiye yapılandıkları ülkelerden sadece biri.” Kürşat başıyla onayladı. “Esas yönetim Amerika’da. Ve Vladimir casuslarından ve suikastçilerinden sadece biri. Türkiye üzerine korkunç oyunlar oynanıyor.” Yumruklarımı sıkıp sert sert soludum.

“Parmaklarındaki yüzük deşifre olduklarında intihar edebilmeleri için. İçindeki zehiri araştırdım. Saniyeler içinde koca bir boğayı bile öldürebilir.”

“Pi. herifler!” Dedi Ferit. Sonra benim kızgın kısık bakışlarıma toslayınca, “Afedersiniz komutanım!” Diye düzeltti. “Suikastçilerine ve örgüte hizmet eden adamlarına bu yüzükleri taktırıyorlarmış. Böylece ebediyen susturuyorlar. Gizli ritüelleri ve yemin törenleri var. Örgüt içinde kademeli olarak yükselmek mümkün! Ama bunu isteyen kişinin kendini kanıtlaması gerekiyor. Yüzleri hep gizli. Kendi içlerinde kendilerinden bile saklanıyorlar. Takma isimler kullanıyorlar. Vladimir kendine Drakula diyor. Muhtemelen diğerlerinin de vardır böyle bir ismi!”

“O şerefsizleri namlumun ucuna sürmek için sabırsızlanıyorum.” Dediğimde ekip nefret solur gibi sırıttı. “Devam et!”

“Medya bu adamlardan soruluyor. Ekonomik rekabet ve ziyan da bunların işi! Provakasyonlarla darbe için zemin hazırlıyorlar. Önemli adamlara suikastler düzenleyip ülkelerin kaderi üzerine oynuyorlar. Haklarında çok fazla bilgi yok ve edindiğim bilgilerin büyük bir kısmı varsayımdan ibaret.”

“Vladimir’in izini sürmeliyiz. Onun evi ya da yaşadığı yer her nereyse bu adamlara dair bir şeyler bulabiliriz. Gözünüzü dört açın. Alina onunla buluştuğunda asla adamı ıskalamamalıyız. Hâlâ dayısına güveniyor. Bir şekilde iletişime geçmek isteyecektir.” Aramızdaki ilişkiyi gerçek sanan timin bakışları şüpheli bir şekilde üzerime mıhlandı. Gözlerimdeki korkuyu gizlemek için bakışlarımı masanın zeminine indirdim. Deli divane aşık olduğum kadın, dayısına dayanarak bana ve ülkeme zarar verebilirdi. Dikkatli olmak zorundaydık.

“Hâlâ kardeşlerinin öldüğünü düşünüyor komutanım. Bunun aksi yönünde bir duyum almadık.” Dedi Kürşat. Alina’yı yanımızda tutmak için Erkin aracılığıyla sızdırdığımız bilgiden tüm tim haberdardı. “Bilmemesi gerekiyor. Boşnak güzelini başka türlü burada tutamayız.”

“Er ya da geç öğrenecek komutanım! O zaman bize olan güveni sarsılacaktır. Onu istesek de hiçbir şekilde yanımızda tutamayız.” Bu ihtimal benim de kalbimi sıkıştırıyordu. “Nerdeler? Ne haldeler bir bileğimiz var mı?”

Kürşat iki kardeşin fotoğrafını önüme bıraktı. “Muris ARBİH ordusunda asker olarak görev yapıyor. Direnişte epey aktif. Kız kardeşinin başına gelenlerle ilgili bilgisi olup olmadığını bilmiyoruz. Bu konuda yeterli istihbarat alamadık. Berina ise Crna Dolina (Kara Vadi) Kampında.”

“Lanet olsun. Zavallı kız!” Bu beklediğimden çok daha fazlaydı. Onu orada bırakmak istemiyordum. Fotoğrafına bakınca kalbimin sızladığını hissettim. Alina’ya benziyordu. Aralarında bir ya da iki yaş anca vardı. Onun fotoğrafını gören Ferit yutkundu. “Vay canına!” Kaşlarımı çatıp ters ters baktım. “O da Alina gibi güçlü müdür acaba?”

“Ferit! Çarpık hayallerini kendine sakla!” Diğerleri sırıtırken Ferit şeytan çarpmış gibi şoka girdi. “Orası korkunç bir kamp!” Dedi Zeren. “Sorgu odalarında mahkumlara işkence edildiğini duymuştum. Onu oradan kurtarabilseydik! Bunun bir yolu yok mu komutanım!” Başımı onaylar gibi salladım. Benim de tek dileğim buydu. “Albaya durumu açacağım.”

“Alina yalanı anlarsa ne olacak komutanım?” Dalga geçer gibi güldüm. “O zaman da yeni bir yalan buluruz.” Ciğerlerimi havayla doldurdum.

“Büyük bir operasyon bizi bekliyor. Kurt şöleni… Hazır olun! Bölücü örgüte gereken dersi vereceğiz.”

 

Barbaros Alina’ya büyük oyunlar oynuyor. Alina ise ondaki tuhaf davranışların farkına varmaya başladı. Önümüzdeki bölüm epey ilgi çekici olacak.☺️☺️

Sizce Alina kardeşlerini bulabilecek mi?

İnstagram: seyma_yldz_koc

 

 

 

Bölüm : 20.03.2025 21:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI / 19. BÖLÜM: KÜLDEN YARA 🦋
Şeyma Yıldız KOÇ
ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI

2.85k Okunma

327 Oy

0 Takip
39
Bölümlü Kitap
1. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻BİR İHANET SARMALI2. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻SEVDANIN BAĞRINDAKİ ATEŞ3. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻 SAVAŞÇI ZEYNA  4. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻 KELEBEĞİN KALBİNE SAPLANAN HANÇER5. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KÜLE DÖNMÜŞ SEVDALAR6. Bölüm. ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻TUZAK7. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KİM ÖLÜ KİM DİRİ?8. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻YANIYORUM!9. BÖLÜM : ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻ŞİRPENÇE10 BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KANLI FERYAT11. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KIRIK SÖZLER12. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻 AZAT ET BENİ SENDEN!13. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻GÖREV İÇİN14. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻BİR SEVMEK HASTALIĞI15. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KÜLDEN HANÇER16. BÖLÜM: DEŞİFRE 🪻17. BÖLÜM: NEVRUZDA AÇAN ARTEMİS ÇİÇEĞİ18. BÖLÜM: AG 2 DİLRUBA 🦋İYİ POLİS KÖTÜ POLİS19. BÖLÜM: KÜLDEN YARA 🦋20. BÖLÜM: GÖÇMEN KUŞUNDAN HAVADİS 🦋21. BÖLÜM: KURT ŞÖLENİ 🦋22. BÖLÜM: ASKER EŞİ OLMAK 🦋23. BÖLÜM: SOLDURULAN ÖLÜM ÇİÇEKLERİ 🦋24. BÖLÜM: CAN YAKAN GERÇEKLER 🦋25. BÖLÜM: KANLI OPERASYON 🦋26. BÖLÜM: GİZEMLİ KADIN 🦋27. BÖLÜM: SAMAN ALTINDAN SU YÜRÜTMEK28. BÖLÜM: BİR GÜNAH GİBİ 🦋29. BÖLÜM: ALLARA BOYANDIM 🦋30. BÖLÜM: PUSU 🦋32. BÖLÜM: VURGUN 🦋32. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 3 ZEMHERİ 🪦HASRET33. BÖLÜM: SİLİNMEZ HATIRALAR 🪦34. BÖLÜM: KELEBEĞİN İHANETİ35 . BÖLÜM: KÖMÜR KARASI 🪦36. BÖLÜM: İGMAN DAĞININ ÖTESİNDE 🪦37. BÖLÜM: İKİ AŞK ARASINDA 🪦38. BÖLÜM: KIRGIN🪦39. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...