20. Bölüm

20. BÖLÜM: GÖÇMEN KUŞUNDAN HAVADİS 🦋

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

Medya: Ederlezi (Aliye Mutlu)

Barbaros’un kaleminden

Gece boyu uykusuz kalmıştım. Gözlerim çoğu zaman olduğu üzere yine Boşnak güzelinin penceresinde oyalanıyordu. Kalbimdeki sancı dünden beri yerli yerindeydi. Bir operasyon hazırlığındaydık ve aklımı aşkla meşkle meşgul edebileceğim bir zamanda değildim. Alina’ya onu zora düşürmemek için dokunmamıştım. Ama bu durum git gide dikkat çekmeye başlamıştı. Evliydik ve artık ilişkimizin bazı merhalelerden geçmesi gerekiyordu. Bunun için benim de bir şeyler yapmam gerekiyordu. Görevim Alina’nın güvenini kaybetmeme sebep olacak her hareketi reddediyordu.

Zoraki bir şeyler atıştırıp elime dumanı üzerinde çayımı alarak onu gözetmeye başladım. Güneş tatlı bahar esintisi eşliğinde lojmanın panjurlarına değmeye başlamıştı. Hava güzeldi. Ne çok soğuk ne de yakıcı derecede sıcak… Tam aşk mevsimiydi. Onunla aramıza mesafeler girdiğinden beri kalbimi kapkara bir tufan, nefret dolu kara bulutlar sarmıştı. Onu tanımadan önceki endişesiz hallerime uzaktan gıptayla bakıyordum.

“Sestra!” Diye bağırdı Hana. İkisi de mavi çiçekli, beyaz kısa kollu, uzun elbiseler giymişlerdi. Başlarında aynı renk ve desende büyük bir şapka vardı ve gözlerine gölgelik ediyordu. Artemis çiçeği bahçenin hemen önümdeki Arnavut taşlarının üzerinde açmıştı. “Sestra çovk güzev!” Alina onun sevdiği mavi kır çiçeklerine buruk bir tebessümle baktı. Onları Alina ekmişti. Benim kendisini sinir etmek için kullandığım çiçeklere aşkımı itiraf ettikten sonra bağlanmıştı.

“Çok güzel Hana!” Hana bitmek bilmeyen enerjisiyle etek uçlarını kontes gibi tutup kendi etrafında eğlenerek dönmeye başladı. “Hi hi! Prenses ovğdum ben! Prenses!” Alina’nın buruk ifadesi zorlamayla da olsa değişmişti. Gözleri neşe saçtı. Kardeşiyle burada olmaktan mutlu olduğunu biliyordum.

Türkiye’yi sevmişti. Güçlü bir kadındı. Tüm ailesini savaşta kaybetmiş, kendisine takıntılı olan bir manyaktan türlü işkenceler görmüş birine göre fazla huzurlu ve mutlu olduğunu söyleyebilirdim. Ona yabancı olan her şeye alışmıştı. Bu lojmanda dostlar edinmiş ve bizden biri olmuştu. Onu terörist zannettiğim günleri düşününce içten içe duygularımın altında eziliyordum. Gözünü kırpmadan birilerini öldürdüğüne şahit olmuştum ve bu ona karşı gardımı hep yüksek tutmama sebep olmuştu. O da benim gibi bir askerdi. Bu kadar başarı ve vurgun bir tesadüfün ürünü olamazdı.

“Çok güzel!” Diye bağırdı Hana. Onun heyecanı yüzümü güldürmüştü. İnsanın kalbini sıcacık yapan gülümsemesi Alina’yı kaybetme korkusuyla alev alev yanan yüreğime su serpmişti. Alina’nın elini tutup bedenini geriye doğru bıraktı. Onunla kendi etrafında şaşkın bir kelebek gibi dönmek istiyordu. Kontrolü elinden bırakmayan Artemis Çiçeğini kandırıp kandıramayacağını görmek istiyordum. Sert duruşundan tanıdığım kadın kısa bir duraksamanın ardından onunla birlikte dönmeye başladı. Bahçedeki sulama çeşmesinin kolunu çevirip beni terslemenin ne demek olduğunu ona gösterdim. Bir anda sırılsıklam olmuşlardı. Ben kahkahalarla gülerken bakışları meydan okur gibi pencereme düştü. Nihayet beni fark etmişti. Bunun intikamını alacağımı söylemiştim.

Kolumu cama yasladım ve tatlılığına yenilmiş bir şekilde alnım yaslanan kolumun pürüzlü yüzeyini buldu. Omuz silkip daha coşkulu bir şekilde Hana ile bahar danslarına devam ettiler. Onun güzel yüzü ıslak damlaların istilasına uğramıştı. Uzun kahverengi saçları sırılsıklam olmuş bir şekilde parlıyordu. Elbisesinin üzerine yapıştığını gördüğümde içimdeki volkan yeniden hareketlendi. Sadece onunla dindirebileceğim o açlık hissi yine ruhumu çepeçevre sarmıştı. Böyle çok severken insan ne de güzel kavuşurdu şimdi. Eteğini savurdukça uçlarında toprağa düşen damlalar iç çekmeme sebep oldu. Onlar kendi etraflarında dönerken onun ailem olmasını ne çok istediğimi hatırladım. Yanlış bir yerde, yanlış bir şekilde karşılaşmıştık. Başka türlüsü olabilseydi onu benden koparmaya Allah’tan başka kimsenin gücü yetmezdi.

Hana çiçeklerin etrafında koşmaya Alina ise ona Boşnakça bir şeyler söyleyerek kovalamaya başladı. O an gözlerim onlardan kısa süreliğine ayrılıp Erkin’in penceresini buldu. Pencerenin ardındaki gülen yüzü beynime kan sıçramasına sebep oldu. Bu konuyu defalarca konuştuğumuz halde hala ona hisler beslemesine dayanamıyordum. Onu izlemesi, bana ait olduğunu bile bile duygularının üzerine gitmesi beni delirtiyordu. Daha fazla dayanamayıp Alina’nın bulunduğu bahçeye yöneldim. Onu bu şekilde ıslak ve çekici görmesi içimdeki kıskançlık duygusunu perçinlemişti. Hana eğlenmesine devam ederken tam karşısında belirdim. Kolundan kavramış ve onu kendime doğru çekmiştim. “Ne yaptığını sanıyorsun?” Alina’yı içeri çekip kapıyı ardımızdan kapadım. Perdeleri çekip Alina’yı Erkin’in gözlerinden kurtardım.

“Deli misin sen?” Duvarla cüssem arasında sıkışıp kalmıştı. “Sana diyorum konuş!”

“Dışarda çocuk gibi ıslak elbiselerle oynamak da ne demek oluyor! Çıldırdın mı sen?” Eliyle göğsümden itti. “Seni alakadar etmez! Unuttun mu bu evlilik gerçek bile değil! Formalite!” Belinden kavrayıp bedenlerimizi birbirine yapıştırdım. Yine kalbim gümbürdemeye başlamıştı. Islaktı, üşümüştü ve bana aşıktı. Bu üçü birlikte olunca uzak durmak katlanılamaz bir şeye dönüşüyordu.

“Sen benim Karımsın Boşnak güzeli!” Kollarıyla beni itmeye çalıştığında direndim. “Değilim! Pişmansın! Beni de pişman ettin! Aşık değilsin asker!”

Yumruğumu omzunun üzerinden yaslandığı duvara indirdim. “Aşığım! Deli gibi aşığım hemde deliler gibi. Ölüyorum lan ben! Diri diri mezara giriyorum anla!” İnkar eden gözleri kalbime ok gibi saplandı.

“Değilsin!” Diye haykırdı. “Yalan yalan yalan!” Sözleri daha da çıldırmama sebep oldu. Hasret burnumda tüttürüyordu. Dudaklarını dudaklarımın arasına aldım. Tutkuyla bir daha asla öpemeyecekmiş gibi bir nefeste solduracakmış gibi öpüyordum. Dilimin ağzının içinde dolaşması tetikleyiciydi. Gitmek zordu. Ardımda bırakmak hepsinden zordu. İnlemelerimiz arttı. Belinden tutup onu göğsüme bastırdım. Nihayet ayrıldığımızda nefes nefeseydik. Dudaklarım yanaklarını gerdanını zevke öpüp okşadı. Direnmedi. Ama karşılık da vermedi.

“Kandırma! Yüreğimi rahat bırak! Düş yakamdan! Düş gözlerimden. Adın bile kalmasın geriye.” Sesi yalvarır gibiydi.

“Artık çok geç! Seni sevmemek artık takat getirebileceğim bir şey değil! Seni istiyorum. Özlüyorum. Ayrı yatakları, ayrı yastıkları istemiyorum.” Gözlerindeki kırgınlık canımı yaktı. Söyleyemediklerim kalbimin içindeki mezara gömüldü. “Emin değilsin!”

“Hayır!”dedim fısıldar gibi. “Deli gibi seviyorum.” Başını geriye bıraktı. Bana sığınmak istemiyordu. “Buna inanmak güç!” Bu benim bu yalan ilişki de tek gerçeğimdi.

“Göreve gidiyorum. Sana döneceğim. Beni bekleyeceksin! O saçma konuşmayı yapmamışız gibi devam edeceğiz. Sen benimsin Alina Demirsoy! Bunun için tensel temasa ihtiyacımız yok!” Önüne düşen tutamları parmaklarımın arasına alıp okşadım.

“Sadece bekle! Ve bir daha da bu güzelliği gözler önüne serme! Katil etme beni! Delirdim resmen! Beynim hâlâ fokurduyor. Bu lojmanda bir erkek ben değilim. Başkası sana düşse ölürüm ben!” Ölmüştüm. Erkin’in gözlerinde ilk kez Alina’yı gördüğümde aslında çok şeyin cesedini toplamıştım. Alnında öptüm. Yardım dilenir gibiydi Halim.

“Sen zaten delisin!” Gülümsedi. gülümsedim. Canımı okumadan durmayacaktı. “Biliyorum. Sevdirdin kendini şimdi eziyet etmeden gün geçirtme değil mi? Zalim kadın!” Kıkırdadı. Gülmek bir insana nasıl bu kadar yakışırdı?

“Bana gel hep gel!” Dediğinde içim sıcacık olmuştu. Hana’nın sesini duyduğumda sersemliğimin farkına vardım. Kapıyı açıp kaşlarını çatan küçük kızı kucağıma aldım. “Ablana iyi bak savaşçı prenses!” Gülümsedi. “Onu kovuyacağım!” Burnunu sıkıp asker selamı verdim. Gözüm ara ara Erkin’in penceresine kayıyordu. Bu işi kökünden halledecektim. Bu sefer af yoktu. Canını okuyacak, hasta falan demeyip onu doğduğuna doğacağına pişman edecektim. Veda ettikten sonra Hana’yı bırakıp aramızdaki mesafeleri arttırdım. Artık görüşüm açımda değillerdi.

Kapının önüne geldiğimde tanıdık yüz beni durdurdu. Sanki ne yapacağımı anlamıştı. “Komutanım!” Albay tam karşıma geçmiş bendeki telaşa anlamsız gözlerle bakıyordu. “Asker!”

Esas duruşa geçip “Aydın Üsteğmen Barbaros Ege Demirsoy, Emret komutanım!” Albay gözlerini kısıp “Rahat!” Dedi. Belli ki benimle konuşacağı özel bir mesele vardı. Erkin’i dövme hayallerim bu girişimle suya düşmüştü.

“Seni buralar epey dalgın görüyorum asker! Kafan dumanlı hayırdır?!” Bakışlarımı kaçırdım. Ona derdimizi anlatmak için yanıp kavrulsam da bunun şu an ne yeri ne de zamanıydı. “Önemli bir mesele yok komutanım!”

“Hım!” Komutan boğaz ayıklayıp esas meseleye geldi. “Umarım öyledir. İlerlemeni takdir etmek için iyi bir zamanlama olsa gerek!” Dudaklarım hafifçe tebessümle aralandı. “Hemen şımarma!” Kaşlarımı çattım. Bir güler yüz gösterip on dayak atıyordu. “Örgütle ilgili yeni bilgilere erişmişsin!”

“Evet komutanım! Aslında!” Saçlarıma parmaklarımı geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. “Arkasından gizli bir örgüt çıktı. Örgütün eski üyelerinden biriyle buluştuk. Ondan pek çok yeni bilgi edinebildim. Vladimir’i tanıyor ama adam bir hayalet gibi dolaştığı için şimdilik izi tozu hakkında pek bilgisi yok! Ona bir şekilde erişeceğiz. Erkin sızma operasyonu için kullanacağımız adam. Belli bir aşamada olaya ben de dahi olacağım. Ama şimdilik onun istihbarat deneyimlerinden faydalanmayı düşünüyoruz.”

Başını kontrollü bir edayla salladı. “Bir an önce sızmanız en iyisi. Örgüte dahil olacak ve daha önemli istihbaratlar getireceksiniz. Şu an bu konuya odaklanmanızı istiyorum. Bu örgütle ilgili çalışmalarınız bölgedeki terör örgütünden çok daha önemli. JÖH timin yokluğunu hissettirmeyecektir. Sizleri daha elit görevlerde görmek istiyoruz. “Kurt şöleni” operasyonundan sonra hedefiniz sadece Vladimir! Alina sizi eski görevinizde olduğunuzu sanmalı ve dayısının izini sürdüğünüzü bilmemeli!”

Yeniden esas duruşa geçip, “Emredersiniz komutanım!” Diye karşılık verdim. “Rahat. Senin görüşmek istediğin mesele nedir?” Ciğerlerimdeki nefesi bırakıp kendimden emin bir tavır takındım. “Alina’nın kardeşi Berina Mihaloviç! O Bosna Savaşı’nda bir esir kampında tutuluyor. Kamp korkunç işkencelerin ve psikolojik şiddetin olduğu bir yer. Alina kardeşleri için Bosna’ya geri dönmek istedi. Bildiğiniz üzere ona yalan haber sızdırarak engel olduk. Bu durum vicdani anlamda beni rahatsız ediyor. Alina eski bir asker. Oraya geri döndüğünde kardeşini kurtarma ihtimali yüksekti. Onların bir araya gelmesine ülkemizin milli menfaatleri için engel olduk. Gizli bir operasyon düzenleyip Berina ve Muris’i geri getirmek istiyorum. Kaybettiğimiz zamanın telafisi mümkün olmayabilir. O kız her an ölümle burun buruna gelebilir.”

Albay tüysüz yüzünü parmak uçlarıyla yokladı. Bu durumdan duyduğu rahatsızlığı hissiz görünmeye çalıştığı halde fark edebiliyordum. “Peki! O kızı orada bırakmak beni de rahatsız eder. Fakat şu an ülkeye büyük bir karmaşa hakim. Örgütün bundan fazlasını planladığını biliyoruz. Bu yüzden operasyonu askıya almamız gerekiyor. Tüm gözler üzerimizde. Alina’nın ülkeye sığınması dış politikada ne yazıkki canımızı sıkacak bazı hamlelere sebep oldu. Biraz daha sabır!” Ben duyacağımı duymuştum. Albay benden uzaklaşıp giderken onu onaylamış ve peşine takılmıştım. Albayın emriyle askeri araca binip yeniden operasyon hazırlığını konuşmak için Yüksekova’daki askeri harekat merkezine yöneldik.

Albay kendinden emin bir tavırla önümde gidiyordu. Yere sağlam basan adımları toplantıyı yapacağımız odaya geldiğimizde duraksadı. Peşimden salona gelmiş ve toplantıyı yaptığımız büyük masanın bana bana bırakılan sandalyesine oturmuştum. Albay sıkıntılı görünüyordu. Hazırladığı planları bize sunarken oldukça gergindi.

“Planlanan operasyon daha önce sizlere bildirilmişti. Vladimir ve adamları mezhep çatışmasını tetikleyecek bir provokasyon peşinde. Amaçları ülkemizdeki mezhepsel çatışmalar yeniden harlandırmak. Bunun için provokasyoncu birkaç adamı seçip başımıza bela olsun diye göndermiş. Aldığımız istihbaratlardan yola çıkarak zayıf halkayı bulduk. Adamımız provokasyon da önder olacak isimleri nihayet bize sızdırdı. Bu adam bizim için oldukça büyük önem arz ediyor.” Bakışların timin üyelerinde dolaştı. Hepsi dikkat kesilmiş operasyona odaklanmıştı.

“Bu adam operasyonun baş provokasyoncusu. Lakabı kancık! Halkın arasına karışıp onları galeyana getirecek olan şerefsiz. Camiden çıkardığı öfkeli kalabalığı sanat merkezine saldırmak için götürecek. Bu adamı etkisiz hale getirmek çok önemli.” Mavi gözleri ve kızıl saçları olan adama nefretle baktım. Saçı sakalı birbirine karışmış, keskin bakışları gözlerime düşmüştü. Albay ikinci bir fotoğrafı daha çıkardı.

“Bu da örgütün çakma imamı. Özellikle bu iş için çok önceden hazırlandı. Her şeyin olabilecek en gerçekçi halini istiyorlardı. Ve amaçlarına oldukça yakınlar. Halkı saldırıya geçmek üzere demeçleriyle dolduracak olan hain görevi de bu şerefsizde. Onun halkı şiddete sevk etmesine müsaade edemeyiz. Halkın öfkesini çekmeden haini̇n çenesini kapamayı bilmeliyiz. Bunun dışında da ne yazıkki çatışmayı silahlı yapacak olan keskin nişancı ve halkın arasına karışmış silahlı saldırganlar mevcut. Onları da tespit edip saf dışı bırakmalıyız. Bunun için içinizden bazılarının sivil olarak görev yapmasını istiyorum.”

Tim hep bir ağızdan, “Emredersiniz komutanım!” dedi. Bu görev için canlarını vereceklerini biliyordum. Albay duyduğundan hoşnut bir şekilde onaylar gibi başını aşağı yukarı salladı. “Bu mesele çok önemli asker. Ülkemizdeki Alevi-Sünni mezhep çatışmasını tetikleme gayesi güdüyorlar. Oyunlarını ayaklarına dolamayı bilmemiz gerekiyor.” Bana dönüp masanın önüne doğru eğildi. “Anlaşıldı mı üsteğmen?”

“Anlaşıldı komutanım! Her şey emrettiğiniz gibi olacak!” dedim. Daha sonra planını detaylarına girip görevlendirmelerde bulundu. Onu iyi dinlemiş ve planı harfiyen yerine getirmek için gözümü kulağımı dört açmıştım. Hataya mahal vermeyecek şekilde her şeyi planlamalıydı. Bizi kardeşlerimizle birbirimize düşürecek hiç kimseyi sağ bırakmamaya kararlıydım.

***

Trnopolje Esir kampı 1992 Bosna Hersek

Büyük dikenli tellerin ardında güneşin doğmadığı o yerde çaresiz bırakılan Bosna halkı için yeni bir gün başlıyordu. Köydeki bu alanda okul binası olarak kullanılan yerler artık savaş mağduru insanlar için bir ölüm sığınağı haline gelmişti. Dikenli tellerin onları toplumdan tamamen izole ettiğini bilerek günlerini her türlü imkandan yoksun bir şekilde geçiriyorlardı. Eski okul binalarının içlerinde kadın erkek ve çocuklar tamamen ayrılmış bir şekilde ölümü bekliyordu. Yiyecek içecek ve ilaç gibi her türlü imkandan yoksundular. Korkunç bir kış mevsimini geride bırakmış olsalar da henüz hava yeterince ısınmamıştı. Öksürme seslerinin yoğun bir şekilde geldiği odada oksijen miktarı her geçen dakika biraz daha düşüyordu. Hiçbir mahremiyet sınırının olmadığı bu ortamda genç kadın aklını kaçırmamak için her fırsatta ellerini semaya açıp dua ediyordu.

Kardeşlerinden ve annesinden haber alamamak Berina’yı deli divane edecek kadar yaralayıcıydı. Alina’nın Boşnak halkının intikamını aldığını ve canını kurtarmak için Hana ile birlikte Türkiye’ye sığındığını öğrenmişti. En azından içlerinden birinin bile kurtulması onun için yaşama sevinciydi.

Parmaklarını saçlarına geçirip tırnaklarıyla derisini kaşıdı. İçinde bulunduğu halden büyük bir utanç duyuyordu. En son ne zaman yıkandığını bile bilmiyordu. Bedeninden gelen kötü kokular yüzünün daha da kızarmasına sebep oluyordu. Bir zamanlar güzel bir yüzü, temiz bir teni vardı. Saçları tel tel olup ipeksi bir hacme sahipti. Şimdi tüm o güzelliklerin yerini ölüm, kan ve kopkoyu bir matem almıştı. Yiyecek ekmeği içecek suyu bile bulmak şu durumda mümkün değildi. Bir insana verilebilecek en basit bir değeri bile görmüyorlardı. İhtiyaçları gözardı ediliyor ve çaresiz bırakılıyorlardı.

Hijyen denilen şeyin ne olduğunu bile unutmuşlardı. Genç kadın savaş bittikten sonra eskisi gibi olamamaktan korkuyordu. Pisliğin içinde yaşamaya alışmak onun için en az savaş kadar kötüydü. Güzel gözleri mahmurlaştı. Yorgunluk her bir damarından okunuyordu. Bacaklarının arasından sızan şeyin ne olduğunu bilmek yüzünün daha da kızarmasına sebep oldu. Regl olmuştu. Ne yazık ki bu kırmızı lekeleri gizlemek için elinde hiçbir şey yoktu. Sırtına yasladığı duvarın soğuğunu iyiden iyiye hissetmiş ve karnına giren sancıyla daha sesli inlemeye başlamıştı.

“ Berina! İyi misin?” Yanıbaşındaki kadına gözlerini iki kez kırparak karşılık verdi. Ona kendisine ne olduğunu söylemesine gerek yoktu zira burada bir kadın regl olduğunda bunu gizlemek imkan dahilinde bir durum değildi. Küçük bir domuz yuvasını andıran odada birbirlerine ait her şeyi görmeye alışmışlardı. Lağım suyunu andıran ve sadece onları öldürmeyen o teneke sularına bile alıştıktan sonra insan bu kadarcık şeyi tolere etmekte zorlanmıyordu. Kapı gıcırtıyla açıldığında genç kız başını kaldırdı ve kahverengi gözlerin sahibi esmer adama odaklandı.

Adam işaret parmağını dudaklarına yaklaştırıp, “Şşşş!” diyerek onu susturdu. Berina Sırp askerinin işaretini alır almaz odadan çıktı. “Ivan!” Ivan’ın bakışları üniversitede tanıştığı zavallı kadına mıhlandı. Savaşın bıraktığı o ürkütücü etkiye rağmen Berina güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Hâlâ eskisi gibi sıcacık bakıyor ve onun kalbindeki tüm ritmi şaşırtıyordu. Kendisine delicesine aşık olduğunu fark ettiği adamın bakışları eteğine odaklandığında sertçe yutkundu. Bundan utanıyordu fakat elinden hiçbir şey gelmiyordu. Ivan sersemce ellerini iki yana bıraktı ve hemen ardından ceketini çıkartıp genç kadının beline sardı. Kan lekelerini bu şekilde olabildiğince kamufle etmeye çalışmıştı.

“Senin için hijyenik olan o şeylerden bulup getireceğim.” Berina her şeye rağmen dürüstlüğüne ve iyiliğine inandığı arkadaşına minnetle baktı. Çoğunluk Boşnak halkı için ölüm kussa da Ivan onlar gibi davranmıyordu. Berina’yı istismar ve ölümden kurtarmış, mümkün mertebe kendisine gelen yemekleri onunla paylaşmıştı. Onu kimsenin istismar etmesine izin vermemişti. Duygularını ona itiraf edemese de en başından beri fark edildiğini biliyordu.

Berina odadaki kırık aynadan solgun ve kirli olan yüzüne baktı. Kardeşlerinin arasında en tombul yanaklı olan kendisiydi bir zamanlar. Fakat savaş ondan çok şeyi alıp götürmüştü. Balık etli sayılabilecek vücudu açlık ve sıkıntıdan bir deri bir kemik kalmıştı. Yüzü çökmüş kemikleri daha da ortaya çıkmıştı. Yeşil gözleri kararan göz altlarına rağmen hâlâ ışıltısını kaybetmemişti. Birkaç damla yaş yanaklarından süzüldü. Ailesine çok özlemişti. Onlardan haber alamıyor ölü ya da diri bulmanın umuduyla yaşıyordu.

Ivan telaşla içeri girip gıcırdayan kapıyı ardından sertçe kapattı. Kilit sesi ondan kötülük geleceğine inanmayan Berina’yı bile ürkütmüştü. Kendisine uzatılan hijyenik bezleri alıp getirilen çamaşırla birlikte yan odaya geçti. Daha ne kadar bu şekilde İvan’ın koruması altında olacağını bilmiyordu. Onun başını da belaya sokabileceğinin farkındaydı. İvan’ın bir şekilde hayatından çıkması demek Berina’nın tamamen savunmasız kalması demekti.

Burada kadınların savaşmak zorunda kaldığı pek çok şey vardı. Her şeyden önce istismar edilmemek imkansız gibiydi. Pisliğin içinde yaşar ve yıkanmanın imkansız olduğu bu korkunç odalarda kalırlardı. İhtiyaç görmek imkansız gibiydi. İçlerinden bazıları kendi çocuklarını taciz etmeleri yönünde baskılara bile maruz kalıyordu. Savaşın da bir ahlakı olmak zorundaydı fakat Bosna’da ölen sadece insanlar değildi. İnsanlıktı.

Üzerine geçirdiği yeni giysilerle lavaboya yöneldi ve askerlerin kullandığı lavaboda elini yüzünü yıkadı. Kapının tıklatıldığını duyar duymaz saçlarını yeniden örüp sebzelerden arttırabildiği lastik halkalardan biriyle ucunu bağladı. “Girebilirsin.” Ivan biraz mahcup bir şekilde uzun zamandır aşık olduğu kadına hasretle baktı. En başından beri bu savaşta bir taraf olmayı reddetmiş ve zavallı Boşnaklara yapılan zulme tahammül edemeyip abileriyle çetin tartışmalarda bulunmuştu. Burada olmaktan ve kadınlara yapılan zulümleri bilmekten büyük bir utanç duyuyordu. İnsanlık dışı muamelenin bir parçası olmak midesini bulandırıyordu ama ceketini alıp çekip gitmek onun için artık imkansız bir hale gelmişti.

Berina buradaydı. Onu korumak zorunda olduğunu düşünüyor ve bu inden kurtarana kadar asla çekip gitmeyi düşünemiyordu. Genç kadının kendisini sevmediğini bile bile onu düşlemekten kurtulamıyordu. İçinde bulunduğu imkanları ve gücü kullanarak ona sahip olmayı başarabilirdi fakat tertemiz olduğuna inandığı bu duygular böyle çirkin davranışlara izin verecek türden değildi.

“Daha iyi misin?” Berina hiçbir kötülük görmediği adamı başıyla onayladı. Yüzünde her geçen gün büyüyen acı dolu bir feryat vardı. “Buradan çekip gitmek zorundayım. Alina’nın yaşadığını biliyorum. Ablama ulaşmak ve ailem hakkında bilgi almak istiyorum.” Ivan gülümsedi. “Senin için araştırma yaptım.” Berina yüzünü ona dönüp bakışlarını umutla genç adamın esmer yüzünde dolaştırdı. “Bana iyi şeyler öğrendiğini söyle ne olur? Daha fazla kötü şey duymaya sabrım ve gücüm kalmadı.”

Ivan, genç kadının sol elini iki elinin arasına alıp avuç içlerine bastırdı. Ona güven duyması şu karanlık günlerde tutunduğu en güzel şeydi. “ Alina Türkiye’de. Evlenmiş. Henüz yeri tam olarak bilinmiyor ama bir hastanede hemşirelik yaptığını öğrendim. Onunla ilgili bilgiler oldukça gizli fakat hastanenin telefon numarasına erişebildim.”

“Bu aldığım en güzel haber. Bunca zaman sonra ablamdan haber alabileceğim. Hana! O da Alina ile birlikte mi?” Ivan başını sallayıp onu onayladı.

“Evet! Bugün onunla konuşmanı sağlayacağım. Seni kamptan kaçırmak istiyorum Berina. Daha fazla burada kalmana dayanamıyorum. Burada her geçen gün biraz daha solduğunun farkındayım.” Berina’nın nemli gözleri umutla İvan’ın yüzünde oyalandı. “Yapamazsın! Abin buna izin vermez! Ve baban da! Sana neler yapabileceklerini biliyorum Ivan! Onları karşına alamazsın. Seni öldürebilirler! Hapse atıp cezalandırmaya çalışabilirler. Bu iyiliği vatana ihanet gibi göreceklerini biliyorum.”

“Umrumda değil! Hayatım senin güvende olmandan daha kıymetli değil! Yaşayacaklarım senin mutsuzluğundan daha fazla beni korkutmuyor.” Berina İvan’ın kendisine olan duygularının farkındaydı. Onun dürüst ve iyi bir adam olduğunu biliyordu. Aşık olduğunu söyleyemezdi ama eğer birini sevmeyi isteseydi o kişi Ivan’dan başkası olmazdı.

“Bana kendimi kötü hissettiriyorsun!” Ivan bakışlarını kaçırdı. “ Bana olan hislerini kendimi kurtarmak için kullandığımı düşündürüyorsun.” dedi Berina. “Keşke ikimiz için başka türlüsü olabilseydi!” Ivan hüzünle gülümsedi. “ Bazen insan sadece sever. Kavuşmayı dilemeden, onunla bir hayat hayali kuramadan kalbinde bıraktığı güzel izlerin hatıraları ile yaşar. Ben seni severken bir karşılık bulacağımı düşünmeden sevdim. Çok özel bir insansın ve böyle birini sevdiğim için kendimi hiçbir zaman kötü hissetmiyorum.”

Berina’nın göz pınarlarından dökülen yaşlar yanaklarında ıslak izler bıraktı. Islaklık solgun yanaklarında küçük bir canlılık emaresi oluşturmuştu. Ivan parmak uçlarıyla yanaklarını zarifçe ıslaklıkları sildi. “Böyle sulgöz olmaya devam edersen ablanı hiçbir zaman arayamayacağız. Şu an haberleşme odası boş! Oraya gidip onunla konuşmak için neyi beklediğimizi hâlâ anlamıyorum.” Berina başını sallayıp ona umutla gülümsedi. Şafak saatleriydi. İnsanlar pislik dolu bir odanın içinde üst üste alt alta uyumaya çalışıyordu. Okul binasının 50 metre kadar ilerisinde atların yaşadığı bir baraka bulunuyordu. Savaş atların barakalarını boşaltmıştı. Ne yazıkki o boş odacıkları genç kadınların çığlıkları dolduruyordu.

Kalabalıktılar. Ivan nefret dolu gözlerle oraya baktı. Karanlık tüm günahları örtbas etmeye yetmiyordu. Gücünün yetmediğini ve yetmeyeceğini bilmek onu susmak zorunda bırakıyordu. Defalarca karşı koymaya çalışmış ve akla zarar işkencelere maruz kalmıştı. Bundan fazlasını yapamayacağını bildiği için bu yemekten başka çaresi yoktu. Abisinin kendisine bir can borcu vardı ve bu borca karşılık Berina’nın namusunu ve canına kurtarabilmişti. Bir başkasına elinin uzanması mümkün değildi.

Karanlığın içinden parmak uçlarının üzerinde yürüyerek süzüldüler ve okulun alt katına indiler. Etraflarında dolaşan askerlere görünmemek için azami gayret ve dikkat gösteriyorlardı. Ivan önden girip kapıyı gıcırdatmamaya dikkat ederek haberleşme odasına geçti ve hemen ardından eliyle gel tarzında bir işaret yapıp Boşnak kızını aynı odaya çağırdı. Ivan bu aramayı daha önce defalarca yapmış fakat hiçbirinde Alina’ya erişmeyi başaramamıştı. Bugün onun nöbet günüydü. Onu telefona çağırması diğer günlere kıyasla çok daha kolay olacaktı. Gündüz insanlar ayakta olduğu için telefonu kullanmaları pek mümkün olmuyordu. Bu yüzden gece en uygun zamandı. Fakat gece Alina ile konuşma imkanları da oldukça kısıtlıydı.

Berina’nın gözlerinin önünde kablolu telefonla numaraları çevirdi. Berina telefonun açılma sesini duyduğunda neredeyse heyecandan bayılacaktı. İlk önce Boşnakça konuşmaya çalışsa da karşısındaki kadın onu anlamama konusunda ısrarcıydı. Nihayet İngilizce konuşmaya başladı. Ne yazık ki İngilizce olarak da anlaşmaları pek mümkün olmamıştı.

“Alina ile görüşmek istiyorum.” dedi İngilizce bir şekilde. Karşısındaki kadın onun ne demek istediğini nihayet anlayabilmişti. “ 1 dakika beklemeniz gerekiyor. Onu çağıracağım!” 1 dakika demişti ama ne yazıkki 5 dakika kadar zaman geçmişti. Alina onunla konuştuğunda kim bilir neler hissedecekti.

Yaşadığını biliyor muydu? Onu kurtarmak için bir şey yapar mıydı? “Alo kiminle görüşüyorum?” Ablasının sesini duyduğunda Berina ayakta durmakta daha da güçlük çekmeye başladı. Nefesinin ciğerlerine hapsolduğunu hissetti. Titrek elleri tırnaklarını avuç içlerine batırmıştı. Gözlerini sımsıkı yumup açtı ve bakışlarını rutubetli tavana dikti. Nereden başlayacağını ona ne diyeceğini bilemiyordu.

“Alina!” Kapı gürültü ile açıldığında sözlerinin devamını getiremeden telefonun ahizesi elinden düştü. O Titrek bacaklarla karşısındaki rütbeli askere bakarken Ivan da soğuk terler boşaltıyordu. “Kurvo!” Rütbeli Sırp askeri öne atılıp Berina’ya sert bir tokat patlatmak istedi. Ivan asla buna izin vermeyecekti. Sevdiği kadının önüne geçip kendilerine kalkan eli bileğinden yakaladı. “(Ne brate! ne možeš ga povrijediti) Hayır abi! Onu incitemezsin!”

“glupo (aptal) Bu ka… aklını başından almış olmalı. Onu koruyup kolladığın yetmezmiş gibi şimdi de telefonla istihbarat taşımasına izin veriyorsun.” Asker öne atılıp genç kadını örsellemek isterken Ivan karşısında bir dağ gibi durmuş ve ona engel olmuştu. “ Br (hayır) ! Tek istediği ablasının sesini duymaktı. Haber almak istiyordu. Küçük kardeşlerinin yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyor.”

Rütbeli asker Ivan’ı elinin tersiyle kenara itip Berina’ya yaklaştı. “Onun ablası bir çok Sırp askerinin ölümüne sebep oldu. O düşmanımız. Ve kardeşinin de ondan eksik hiçbir yanı yok!” Ivan abisinin kolunu tutup gözyaşlarıyla kendisine bakan Berina’dan uzaklaştırmaya çalıştı. “Hayır! Asla izin vermem! Onu incitemezsin! Buradan cesedim çıkmadan kimse ona zarar veremez!”

“Beni kardeş katili yapacaksın Ivan! Bu kadına olan zaaflarını yenmek zorundasın. Kendini zayıf duruma düşürüyorsun! Ve beni de…” Ivan titreyen Berina’yı arkasına alıp göğsünü gerdi.

“Ne olursa olsun kararım değişmez! Bana bir söz verdin Marco! Sözünün adamı ol! Canına karşılık Berina’nın canı ve namusu!” Marco yumruklarını sıkıp öldürecekmiş gibi kardeşine baktı. Aynı anadan doğan iki insan olduklarına inanmak güçtür. Marco Sırp ordusuna hizmet eden aşağılık zorba bir asker olmuş Ivan ise inanmadığı bu savaşta Boşnakları korumak için mücadele etmişti. Aynı kanı taşıyan iki insan olmaları kaderin bir cilvesinden başka bir şey değildi.

Marco ayaklarını yere sertçe vurup, “Askerler!” diye haykırdı. Kapıda beliren üniformalı iki adam onun baş işaretiyle üniversiteli bir delikanlı olan Ivan’ı yakaladı. Genç adam birkaç tekme darbesiyle onlara karşılık vermek istese de eğitimli askerlerin karşısında şansı yoktu. “Pusti me! (Bırakın beni)!” diye bağırdı bir kez daha. Yumruklarını askerlerin yüzüne geçirse de onların müdahalesinden kurtulmayı başaramamıştı. Alnı ter içinde kalmış, yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. Rütbeli bir askerin kardeşi olması askerlere dişini geçirmesi için yetmiyordu.

“Tanrı aşkına Marco! Sen ne yaptığını zannediyorsun? Beni daha ne kadar soysuz bir dava uğruna ezip geçeceksin?” Marco çirkin dişlerini göstererek pis pis sırıttı. “İyi bir dersi hak ettin! Sana söylediklerimi yapman için bu son ikazım!” Ivan bulunduğu yerde debelenirken başına geleceklerden korkan Berina tir tir titriyordu. Marco kapının önündeki diğer askerlere Berina’yı işaret etti.

“Bu sür… alıp kampın önündeki meydana götürün.” Askerler Berina’nın çığlıklarına aldırış etmeden kolundan tutup yerlerde sürükleyerek odadan çıkardı.Ivan’ın haykırışları ve tepinmeleri bir sonuç verecek gibi durmuyordu.

“Bırakın beni! Aşağılık herifler bırakın!” Diye gözyaşları içinde bağırdı genç kadın. “Ivan! Yardım et!” Ivan’ın gücü kendisini tutan askerlere yetmeyecekti. Daha kalabalık ve eğitimliydiler. Onu sindirmek bu adamlar için çocuk oyuncağıydı.

“Şu saçmalığa bir son ver! Onun bir suçu yok!” Marco dalga geçer gibi güldü. “ Onun suçu Boşnak olmak. Türk olmak! Müslüman olmak! Ve bedeli neyse ödeyecek.” Bağırtılar uyuyan esirleri uyandırmıştı. Uykulu bir halde kendi aralarında konuşup uğuldamaya başladılar. Esir kampında tanıştığı arkadaşı Melda Berina’nın yaka paça götürüldüğünü gördüğünde çığlık atmamak için ağzını kapatmıştı. Şafak sökmek üzereydi. Karanlığı delen bir aydınlık yer yer semâda kendi emarelerini göstermeye başlamıştı.

Askerler zavallı genç kadını saçlarından yakalayıp insanların korkulu gözlerinin arasında sert zemine bıraktı. Onu okulun önündeki boş araziye getirmiş ve ibret olsun diye üzerindeki giysiler soyulmuştu. Ivan’ın haykırışları Berina’nın sessiz gözyaşlarından daha fazla duyuluyordu. İnsanların tepkilerini en başından beri takip eden Marco iç çekip yumruğunu sıktı. Kardeşine patronun kim olduğunu göstermekten zevk alacaktı.

“Bu hain! İznimiz olmadan haberleşme odasına gidip telefon kullandı!” Yalınayak bir şekilde soğukta tir tir titreyen Berina’ya nefretle baktı. “Bu sür… üç gün aç duracak! Bir lokma ekmek vereni görürsem canını alırım. Şu kovadaki suyu boşalt.” Asker emredileni yapıp elindeki buz gibi suyu bacaklarını hafifçe kırmış çıplak bir şekilde ayakta durmaya çalışan zavallı genç kadının üzerine boca etti. Bir çığlık Berina’nın dudaklarından firar etti. Bedenini elektrik çarpmış gibi sabit tutmakta zorlanıyordu. Ayaklarını altına yerleşen çakıl taşları ayakta durmasını daha da güçleştirmişti.

“ Hayııııır!” Ivan’ın haykırışları Marco’yu ona eziyet etmek konusunda daha da heveslendiriyordu. O çırpındıkça kardeşini kendine getirme adına daha fazla kötülük yapmaktan çekinmiyordu.

“Bir kova daha!” Yolun sonunun hastalık ve ölüm olduğunu bile bile buz gibi suyu yeniden geç kadının üzerine boşalttılar. Anneler zavallı küçük çocuklarının bu olaylara şahit olmasını istemedikleri için gözlerini ve kulaklarını kapattılar. İçlerindeki tüm cesaret kanlarıyla birlikte çekilmişti. Kimse zalim askerlere direnip o zavallı genç kadını kurtarma cesareti gösteremiyordu. İçi buz dolu su ile dolu iki kova daha Berina’nın üzerine boşaltılmıştı. Her seferinde duyulan sadece Ivan’ın direnişleri oldu. Nihayet işkence bittiğinde genç adamın debelenmelerini aldırmadan Berina’yı çığlıkların olduğu barakaya doğru sürükleyerek götürdüler. Karanlık odaya bırakıp üzerine kapıyı kitlediklerinde Berina sadece güçler kendi bedenini ısıtmanın derdine düşmüştü. Cenin pozisyonunda oturup gözlerini karnına çektiği dizlerine yasladı. Hıçkırıklar içinde ağlıyor ve bunu yaparken bile duyulmamanın endişesini taşıyordu.

Bir an önce buradan kurtulmak zorundaydı. Alina’ya ve dayısına ulaşmalı onlara bir şekilde bu kampta olduğuna dair haberler göndermeliydi.

🦋🦋🦋

Alina’nın kaleminden

Kalbim yerinden çıkacakmış gibi delicesine atıyordu. Bugün günlerce süren sokağa çıkma yasağının son günüydü. Kendimizi ilk fırsatta hastaneye atmış ve bizden yardım bekleyen hastalara derman olmaya çalışmıştık. Dakikalar önce Berna hemşirenin beni çağırmasıyla hayatımın en büyük şokunu yaşadım. Şüphelenmiştim. Bu kişi beni Bosna’dan arıyor olabilir miydi? Telefonu elime aldığımda tanıdık bir sesin adımı andığını duydum. Bu sesi tanımıştım. Kardeşim Berina’nın sesiydi. Sesini duyduğumda kalbimin üzerine yerleşen dikenli teller ruhumu sıkmaya başladı. Demir bir kafesin içinde çırpınan saka kuşu gibiydim. Defalarca adını sayıklamış ve ondan bir açıklama beklemiştim. Ama telefon Berina diye haykırmamla birlikte yüzüme kapanmıştı. Benim ahizenin başında feryat figan bağırdığımı gören Berna Hemşire hemen su getirip destek olmaya çalışmıştı. Ama ne suyu görecek halim vardı ne de diğerlerini. Öldü bildiğim kardeşimin sesini duyduğuma emindim. Onun yaşadığı ihtimali bana dünyanın en büyük mutluluğunu bahşederken en büyük acısını da içime yerleştirmişti.

“Hay Allahım. Ne oldu ki şimdi? Alina iyi misin?” Konuşamıyordum. İhtimaller nefesimi kesmişti. “Berina! Berina olabilir! Yaşıyor! Yaşıyor!” Termustan bir bardak su doldurup bana uzattı. Titrek ellerimle bana uzatılan suyu içtim. Biraz olsun zihnim açılmıştı. Ellerini tuttum. Tek isteğim bana kafamdaki soruları dindirecek bir şeyler söylemesiydi.

“Söyle Berna! Sana kim olduğunu söyledi mi?” Şaşkındı. Kekeledi. “B-bilmiyorum. Ne dediğini ilk seferde anlamadım. Başka dilde konuşuyordu. Anladığım tek şey adın oldu. Sonradan İngilizce konuştu. Seni telefona istedi ama telefonu tam sana verdiğimde hat kesildi.”

Bakışlarım uzaklara daldı. Ölüm kampında olabilir miydi? Oradan mı aramıştı? Peki ya numara! Onu nerden bulmuştu? Bu hastanede çalıştığım gizli tutuluyordu. Soyadım bile farklıydı. “Ses tonu nasıldı? İnce mi yoksa kalın mı?”

“İnceydi. Zarif bir tınısı vardı. Genç bir kadındı. Yani ben öyle hissettim.” Tarifi Berina’ya uyuyordu. “Daha önce de aradı mı?” Başını kaldırıp biraz düşündü. “Sanırım bir erkek sesi de duydum. Bu sefer kadın beklemiyordum.” Ayağa kalkıp kalbimin üzerine elimi bastırdım. “Boşnakça mı konuşuyorlardı?”

Omzularını silkti. “Ben konuşmadım. Sanırım Adnan Hemşir konuşmuştu. Araya sokağa çıkma yasağı girince söylemeyi unuttuk.” Artık nerdeyse emin olmuştum. Bu kadar ısrarlı aramalarının başka bir açıklaması olamazdı. Kapıya yöneldim. Omzumun üzerinden yeniden ona baktığımda yüzünde kocaman bir soru işareti bulmuştum. “Yeniden ararsa bana ulaş!” Başını onaylayarak salladığında ardıma bile bakmadan koridora yöneldim. Etrafımda dolaşan insanları görmüyordum. Düşüncelerimi toparlamaya ihtiyacım vardı.

Bana kardeşlerimin ölüm haberini getiren kişi Erkin’di. Onların yaşadığını bile bile saklaması büyük bir ihanetin içinde olduğumu gösterirdi. Böyle düşünmek istemiyordum. Bu insanların bana ne çok yardım ettiğini biliyordum ve kalbim onları aklamak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Erkin istemeden beni yanıltmış olabilir miydi?

Ben oturduğum sandalyede beynimi tırmalayan düşüncelerle boğuşurken Berna içmem için bir kase mercimek çorbası getirmişti. Gerçekleri öğrenmeden mideme tek lokma gönderebileceğimi zannetmiyordum. Kalbimin üzerinde hep bir acı taşıyordum. Kardeşlerimin yaşama ihtimalini ne yapsam yabana atamıyordum. Ya Berina gerçekten bana ihtiyaç duyuyorsa. Ya onun yanında olabilecekken burada hayatıma devam ederek sevdiklerime ihanet ediyorsam. Düşündükçe delirecekmişim gibi hissediyordum.

Nihayet bana ayrılan süre dolduğunda gerekli imzaları ve raporları tamamlayıp lojmana yöneldim. Minibüse binmiş ve yaklaşık 10 dakika içinde kendimi sıcacık evimin içinde bulmuştum. Hana çoktan uyumuştu. Bakıcısının da kanepede uyuduğunu görebiliyordum. Yokluğumda bu evi yuva haline getirdiklerini görmek umut vericiydi.

Kendimi banyoya bırakıp sıcacık duş altında rahatlamaya çalıştım. Binlerce düşünce savaşta üzerime atılan yüzlerce ok gibi beynime işleyip telafisi mümkün olmayan derin yaralar bırakıyordu. Düşüncelerimin içinde boğuluyor gibiydim. Gidip Erkin’e gerçekleri sorsam bana anlatır mıydı bilmiyordum. Onun neyi ne kadar bildiği de şüpheliydi. Fevri davranmamak yapılabilecek en doğru şeydi şu durumda. Benim için bu kadar değerli olan insanları varsayımlara dayanarak incitemezdim.

Saçlarımı kuruladıktan sonra üzerime rahat bir pijama takımı giyip Hana’nın odasına geçtim. Oyuncak bebeğine sarılmış mutlu mutlu uyuyordu. Ona kardeşlerimizin öldüğünü söyleyememiştim bile. Bir çocuk saflığıyla her şeyden habersizdi. Yastığının diğer tarafına başımı yaslayıp ona sımsıkı sarıldım. Kokumu hisseder hissetmez dudaklarının hafifçe aralandığını gördüm fakat uykusu öyle tatlıydı ki gözlerini açıp varlığımı hissettiği halde bana bakmadı. Alnına birkaç küçük öpücük bırakıp onu göğsümün üzerine bastırdım. Annem öldüğü günden bu yana annesi bendim. Bu yüzden bir adım atarken en çok onu düşünüyordum. Yeniden sahipsiz kalmasını istemiyordum. Uyumak için debelendiğim halde beynimdeki düşünceler uykuma engel oluyordu. Bir aralık başımı koyduğumda nihayet uyuyabilmiştim.

Ter içinde gözlerimi açtım. Gördüğüm kabusun etkisinden ne yapsam çıkamıyordum. Yüzümü yıkayıp olan biteni yeniden anlamlandırmaya çalıştım. Saat ikindi sularında üç gibiydi. Hana ortalıklarda görünmüyordu. Nereye gittiğini tahmin etmek güç değildi. Telefon ile Ayşen ablayı arayıp orada olduğundan emin olmaya çalıştım. Ve tahmin ettiğim gibi yine Ayşen’in peşine takılmıştı.

Aklıma gelen ilk şeyi yapıp dayımı telefondan aradım. Bunu yapmamın doğru olmadığını biliyordum. Kendisini sadece anlaştığımız adresteki telefondan aramamı istiyordu fakat ben bugün hiç olmadığım kadar sabırsızdım. Gerçeklere en kısa sürede ulaşmak zorundaydım.

Nihayet telefonun açılma sesini duyduğumda nefesimi tuttum. “Kimsiniz? Alo!”

“Dayım! Dayımla görüşmek istiyorum!” dedim Boşnakça. “Alina!” Bu sesi tanımıştım. Telefonu açan Tiran’dı. “ Neredesin sen? Bizi nereden arıyorsun?” Hata yaptığımın farkındaydım. Ama gerçekleri öğrenmek için başka çarem yoktu. “Dayımla görüşmek istiyorum. Telefonu ona ver lütfen!”

Saniyeler sonra ulaşmak istediğim esas adam telefonun diğer ucundaydı. “ Alina moja! ! moje srce, (Yüreğim!)”

“Dayı benim! Biliyorum şu an bu aramayı yapmamdan hiç hoşlanmıyorsun ama daha fazla bu şüpheyi içimde tutamazdım.”

“Sen! Sen neredesin?”

“Lojmandayım!

“S-sen! Sen beni lojmandan mı arıyorsun? Tanrı aşkına çıldırdın mı sen?” Ağlamaklı konuşmakta için boğazımı ayıkladım. Heyecanımı bastırmak çok güçtü. “Mecburdum. Artık bu belirsizliğe dayanamıyorum.”

“prokletstvo (Kahretsin!) Alina sakın görüşmelerimize dair kimseye bir şey söyleme. O insanların iyi amaç taşımadığını sana söylemiştim. Benimle ilgili kimseye en ufak bir şey anlatma. Bu Boşnak halkı için çok önemli! Beni duydun mu?” Ne söylediği umurumda değildi. Lojmandaki askerler vatanına hizmet eden bir adama asla zarar vermezdi. Bizimle bir işleri olmadığını çok iyi biliyordum. Bosna’ya yardım etmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı. Yiyecek içecek gıda ilaç… Ellerine geçen her şeyi onlara ulaştırmaya çalışıyorlardı.

“Onları tanımıyorsun dayı! Sandığın gibi insanlar değiller. Ben asla bir hainlik peşinde olduklarına inanmıyorum. Seninle görüşmek zorundayım. Konuşmamız gereken çok önemli şeyler var!” Kısa bir sessizliğin ardından nihayet güçlü kalın sesi duyuldu. “Pekala! Seninle buluşacağım. Benden haber bekle!” Telefonu kapattığımda kalbimin bir nebze de olsa rahatladığını hissediyordum. Bir şekilde kardeşlerime ulaşacağına inanıyordum. Bu benim yaşama sebebim gibiydi.

Aklımda pek çok farklı düşünce vardı. Aslında en çok olan biteni Barbaros’tan sakladığım için kendimi kötü hissediyordum. Dayım konusunu ona hiç açmıyor ve bir şeyleri gizliyordum. Barbaros’a güvensem de dayımın söylediklerini yabana atamazdım. Son davranışlarından sonra içimde ona karşı belli bir şüphe oluşmuştu. Tutarsız hareketleri ona karşı temkinli olmam gerektiğini kalbime fısıldıyordu.

Zihnimi toparlayamıyordum. Tüm günümü pencere kenarında Barbaros’u bekleyerek geçirmiş ve olan biteni düşünmüştüm. Hana eve döndüğünde ona biraz elmalı turta ve mercimek çorba yaptım. Bendeki durgunluğu fark etmiş ve epey soru sorarak bir şeyler öğrenmeye çalışmıştı. Yarın yine iş başında olacaktım. Dinlenmem gerekiyordu ama aklımda dönen düşünceler buna engel oluyordu. Tüm günü Hana ile oyun oynayıp çizgi film izleyerek geçirdim. Gülüşü cennet gibiydi. Ona her baktığımda kendimi iyi hissetmek için sebep bulabiliyordu. Eğer üsteğmen ile gerçek bir ilişkimiz olsaydı ona benzeyen bir kızım ve sevdiğim adamın yüzünü görebileceğim bir oğlum olsun isterdim. O zaman kalbimdeki boşluklar dolar, kanımda dolaşan hayali mezar taşları paramparça olurdu.

Hana topacını alıp beni zoraki dışarı çıkmaya ikna etti. Elinden düşürmediği topaçını bir kaç kez ipe dolayıp çevirmeye çalıştı. Bunu benden istemişti ama pek başarılı olacağımı düşünmüyordum. Yine de kırmamak için denemeye karar verdim. İpi dikkatle topacın etrafına doladım. İlk seferde başarılı olmuştum. Topaç Hana’nın gülen gözlerinin önünde fırfır dönmeye başlamıştı.

“Yaşasın Sestra! İşte tupeç! Dönüyov!” Bozuk Türkçesi beni güldürmüştü. Dilinin bu kadar tatlı olması diğer çocuklara haksızlıktı. “Evet bebeğim. Güzel dönüyor. Tıpkı dünya gibi.”

Avuç içlerini birbirine vurup ritmik bir alkış tutturdu. “Döndü! Döndü!” Elini tutup heyecanla, “Bana da öyyet!” Dedi. İpi yeniden topaca dikkatle doladım. “İyi dolamak önemli! Konsantre ol ve yere dik olacak şekilde sertçe bırak.” Doladığım ipi alıp topacı yere bıraktı. “Olmadı.” Dolan gözlerine karşı gülümsedim. “Pes etmek yok! Bir daha dene!”Büzülen dudaklarını toplayıp omuz silkti ve ısrarlı bakışlarıma daha fazla dayanamayıp yeniden eline aldı. Nihayet başarmıştı. “Çok güzel!” Yeniden el çırpıp eteğini savurarak kendi etrafında döndü. Bu oyunu çok seviyordu.

“Vay canına harika!” Tanıdık ses bakışlarımı omzumun üzerinden Erkin’e çevirdi. “Burda mıydın?” Başını salladı. Saçları dağınıktı. Gömleğinin önden birkaç düğmesi açıktı. “Öyle güzel oynuyordunuz ki engel olamadım.” Hana Erkin’in boynuna atılmak istediğinde engel oldum. “Hayır bebeğim! O henüz iyileşmedi.” Hana dudak büzüp Erkin’in yanağında ıslak bir öpücük aldı. Hayran bakışlarını fark etmemek imkansızdı. Ona aşık olmuş olmazdı değil mi? Resmen gözünden kalpler çıkıyordu.

“Topaç!” Dedi merakla. “Onu çeviyecek misin?” Erkin bana bakıp göz kırptı. “Sanırım show yapma sırası bana geldi.” Topacı yerden alıp aynı işlemleri yaptıktan sonra yere fırlattı. Bu benim atışımdan çok daha iyiydi. Bir an toprağın delineceğini düşündüm. “Çok iyi!” Dedim elimle onay işareti yaparken. Hana yaralı olduğunu unutup yeniden kucağına atıldı. Şakalaşmaları ve ona söylediği tekerlemeler çok hoştu. Ama şuan onların ne konuştuğunu algılayacak durumda değildim.

“Hana! Bak çocuklar orada! Neden onlarla topaç çevirmece oynamıyorsun?” Hana kaşının birini kaldırdı. “Ama onlavda yogh!” Erkin alnını kırıştırıp bu acelemi şaşkınlıkla izlerken gülümsemeye çalıştım. “O zaman sen de istop oyna! Bak hepsi domates ekmek almış! Topları da var. Hem de kıpkırmızı kocaman… Seni bekliyorlar.” Hana onları görünce hemen heyecanlanıp oyun moduna girdi. “Tamam! By by Evkin!”

Yanımızdan uzaklaştığında istediğim fırsatı yakalamıştım. “İyi görünüyorsun!” Dedim konuşmak için kapı aralarken. “İyiyim. Ama sen yorgun gibisin! Bir şey mi oldu?”Gömleğimin uçlarını çekiştirdim. “Evet nöbet gecesinin sabahındayım. Biraz uykusuz kaldım.” Erkin esas meseleye gelmemi bekler gibi “Hımmm!” Dedi. “Fazla çalışkanız anlaşılan!” Beceriksizce gülümsedim. Bendeki durgunluğu farketmiş gibiydi.

“Evet ama şu an aklımı karıştıran daha önemli şeyler var.” Kaşları havalandı. “Erkin! Senden kardeşlerimin hayatta olup olmadığını araştırmanı istemiştim.” Yüzü düştü. Gözleri benden köşe bucak saklandı. “Evet”

“Onların öldüğünden emin misin? Yani yanılmış olamaz mısın?” Duraksadı ve ciğerlerini havayla doldurup adımlarını bankın önünde durdurdu. Eliyle hemen yanı başını işaret edip oturdu. Ben de soluğu hemen orada almıştım. “Böyle düşünmeni gerektirecek bir şey mi oldu?” Ona gerçekleri söylemeli miydim?

“Hayır! Ben sadece emin olmak istedim.” Bir yapaylık vardı davranışlarında. Bu durum benden bir şey sakladığı tezini güçlendiriyordu. “Evet. Güçlü kaynaklardan öğrendim. Sanırım toplu mezarlardan birindeydi. Kayıtlara geçmiş!”Yeniden boğazım düğüm düğüm oldu. “Anladım!”

“Bunun için üzgünüm! Yani kötü haber vermek istemezdim.”

“Senin suçun değil!” İç çekti. Yüzünü gizler gibi sağ eliyle alnını ovuşturdu. Gözleri benden kısmen kurtulmuştu. “Neden sordun? Bir gelişme mi var?” Şüpheli bakışlarım üzerinde dolaştı. Rahatsız olduğunu fark edebiliyordum. “Yok!”dedim normal görünmeye çalışarak. “Sadece sordum! Merak!” Yüzündeki rahatlama hissini fark etmemiş gibi davrandım. “Merak edecektir şey yok! Bir gelişme olursa bildireceğimden şüphe duyma!” Başımı salladım ve zoraki gülümsedim. “Duymam!” Duyarsam senin mezarını kalbimde taşımaktan da çekinmem!

 

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız 😍☺️🦋 BU MOTİVASYONUMU GERÇEKTEN ARTTIRIYOR

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 05.04.2025 21:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI / 20. BÖLÜM: GÖÇMEN KUŞUNDAN HAVADİS 🦋
Şeyma Yıldız KOÇ
ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI

1.37k Okunma

196 Oy

0 Takip
25
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...