Elimdeki tarağı yorgun bir kalple ipeksi saçlarımda gezdirdim. Her bir telin yavaş yavaş dişlerin arasından geçtiğini görüyordum. Barbaros yoktu. Gitmişti. Nerdeydi, ne yapıyordu bilmiyordum. Beni özleyip özlemediğinden bile emin olamıyordum. Kırık bir kalbim vardı. O hayatıma girdikten sonra binbir türlü farklı kumaştan yama yapmış, dudaklarımın arasına solmaya mahkum bir tebessüm bırakmıştım. Aslında içimde de dışımda da ölümcül yaralar vardı ve herbir yara ruhuma sakladıklarımla daha da kanayacak daha da büyüyüp acı verecekti. Onlarla yaşamaya alışmıştım aslında. İlk değildi dağılışım! İlk değildi yalanlarla yüzüstü bırakılışım. Bu seferki hüsranım yıkılışıma değil hazırlıksız yakalanışımaydı.
Saçlarımı örüp tepeden bir topuz yaptım. Ellerimi kurulayıp Ayşen ve Rozerin'in yanına gittim. Neyse ki Ayşen elindeki kocaman doğum çantasıyla hazır bir şekilde bekliyordu. "Bir an önce gitsek iyi olur. Çocukların aşılarını geciktirmek istemiyorum." Dedi Ayşen saatini kontrol ederken. Aniden bastıran soğuklar dudaklarının morarmasına, derisinin hafifçe kurumasına sebep olmuştu.
"Keşke siz gelmeseydiniz Ayşen hanım. Zaten doğumunuza sayılı günler kaldı. Bir de böyle uzun yollarda çok sıkıntılı olabilir." Rozerin'e hak veriyordum. " Biz bu işi halledebilirdik. Artık doğum iznine ayrılıp evinizde dinlenseniz daha iyi olur." Ayşen gözlerini devirdi. "Aman kızlar! Daha vakit var, sakin olun. Sizin telaşınızı gören çocuk geleceği vardıysa da vazgeçecek." Hafifçe gülümsedik. Ben içinde bulunduğu durumu bu kadar rahat gören bir başkasını tanımamıştım.
Ayşen elindeki kağıtlara bakıp, "Hımm!" Dedi düşünceli düşünceli. "Şimdilik sadece iki okulumuz var. Oradaki bazı hasta insanlarla ilgilensem iyi olacak. Kimisi ilçeye gelemiyor. Bu yüzden elden çıkarmak lazım." O an araçtan inen Türkan'ı fark ettim. Yüzünde maske olsa da yürüyüşü tarzı ve el-kol hareketleri kendisini ele veriyordu. Bizimle geleceğini bilmesem onun erkek olduğunu düşünebilirdim.
"Selamünaleyküm!" Ayşen kaşının birini kaldırıp hafifçe sırıttı. "Aleykümselam sert bebek!" Kıkırdadım. Bu kadını seviyordum. Ben, " Silahını sevdim!" Dedim gözlerimle elindeki silah işaret ederken. Rozerin ise hiçbir şey söylememişti. O sadece buraya Cihangir'in timinden bir askerin koruyucu olarak geleceğini biliyordu. Ve bahse varım o kişinin Kürşat olacağını sanmıştı.
"Lakap takılmasından hoşlanmam Ayşen hanım!" Ayşen koluna hafif bir çimdik attı. Onun dominant kadın imajı Türkan'a sökmezdi. "Ben takılmadan asla arkadaşlık etmem haberin olsun!" Rozerin içten olmayacak şekilde dudağının ucuyla hafifçe sırıttı.
"Keşke Kürşat gelseydi değil mi Rozerin?" Rozerin geriledi. "Beni ilgilendirmez. Bir kadının gelmesi daha bile iyi olmuş bence. Rahat ederiz. Hem onun kibirli yüzünü, soğuk bakışlarını görmesek de çok bir şey kaybetmeyiz." Hemen sonra yalancı bir tebessümle dudaklarını büktü. "Ha bir de haddini bilmez lafları var. Bay mükemmel söz konusu olduğunda her şeye hazırlıklı olmalısınız. Gelmemesi dünyadaki en büyük şans!" Türkan gözlerini kısarken Ayşen'le birlikte kıkırdadık.
"Ateş bacayı çoktan sarmış anam! Şu saatten sonra size mutluluk gerek!" Onlar birbiriyle atışırken Rozerin'in utanması alt dudağımı ısırmama sebep oldu. "Aman Ayşen hanım! Hiç başımı yakmayın. Ona göre hepimiz töre cinayetine kurban gidiyoruz. Hatta belki terör yanlısı olduğumuzu bile düşünüyor olabilir. Böyle önyargılı biriyle asla birlikte olmak istemem." Ayşen Rozerin'in kolunu tutup öne doğru eğildi ve kulağına hafifçe fısıldadı.
"Bence o da senden hoşlanıyor Rozerin. Ve sandığın gibi önyargıları falan da yok. Benim içime doğar. Er yada geç olacak bu iş! Bana güven!"
"Kadınlarla takılmayı sevmiyorum." Dedi Türkan. Yine burnundan soluyordu. Onun agresif ve somurtkan olmadığı gün sayısı çok azdı. "Yapma tatlım! Kaşlarını bile almıyorsun. Ağda da yapmıyorsan vay başımıza gelen. Biraz kadın olmayı dene. Biraz kırıt biraz gülümse! Umut böyle şeylerden hoşlanacaktır."
"Umut'u hiç karıştırmayın! Ona kalsa ben çocuk falan da doğurmalıyım." Ayşen göz devirdi. "Kendini bu kadar kasmana gerek yok. Anladık asker kızsın ama bunun için kadın olmaktan vazgeçmen gerekmez."
Türkan burnunu çekip boğaz ayıkladı. "Ben halimden memnunum Ayşen hanım!" Ayşen onu çatılmış kaşlarla alaycı bir şekilde taklit etti. "Ben halumdan mamnonum Ayşan Hanom!" Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Ben senin halinden hiç memnun değilim. Gelinliği de beyaz pantolon şeklinde giyersen hiç şaşırmam."
"Gelinlik giymek istediğimi de kim söyledi? Ben asker kıyafetiyle düğüne gideceğim!" Bu hepimizde şok etkisi yaratmıştı. Bu kız çıldırmış olmalıydı. "Ölmek istiyorum! Ah be kızım öyle şey mi olur? Gelinlik her kızın hayallerini süslerken senin nasıl hevesin olmaz anlamıyorum."
Burun kıvırıp omuz silkti. " Ben her kız değilim Türkan'ım. Ve evet gelinlik giymeyi düşünmüyorum. Elbise giymek bile benim için yeterince işkence iken bir de gelinlikle uğraşamam." Ayşen Zeren'in aracının ön koltuğuna yerleşirken, " Fesübhanallah! Allah'ım sen bu kıza akıl fikir bize de sabır ver." Türkan'ın homurdanmalarını duymuştum. Zeren de asker kıyafeti giymişti fakat en azından davranışları kadın olduğunu ele veriyordu. Ama Türkan'ı dışarıdan görenler onu tam anlamıyla bir erkek zannediyordu.
Arabanın arka koltuğuna yaslandığında bizim hastanedeki birkaç hemşirenin Türkan'a el sallayıp telefon işareti yaptığını ve güldüğünü gördüm. Gerçekten onu erkek zannetmişlerdi. Olayı fark eden Zeren de benim gibi kahkahalarla güldü. "Bu kadar yakışıklı olursan kızların aklını çelersin tabi (!) Böyle giderse daha çok can yakacak!" Türkan patlamaya hazır bir bomba gibi yanımda üç buçuk atıyordu. "Yumruklarım ve tekmelerim de çok yakışıklıdır Zeren! Boş boğazlarla flörtleşmeyi pek severler!" Önce homurtuya benzer sesler çıkarttı ve ardından da orta parmağını hemşire kızlara gösterip cevabını verdi. Ben daha fazla kendimi tutamayıp kahkahalarla gülmeye başlamıştım. Küfür etmenin yanı sıra el hareketi çekmek gibi özel huyları da vardı hanımefendinin (!)
"Aferin namus da Türkan gibi olun." dedi Ayşen. "Hiçbir kıza yüz vermiyor. Umut görse şu halini mutluluktan ağlardı." Türkan'ın yumruklarını sıktığını gördüm. Öyle ki parmaklarının çıtırtıları Toros marka aracın içini doldurmuş ve hepimize dudak ısırtmıştı. "Ayşen hanım bugünkü yaramazlık kotanızı doldurdunuz. Benim Cihangir olmadığım konusunda hemfikiriz değil mi?" Ayşen kahkahalarının arasından, "Tamam tamam! Sustum!" dedi hırıltılı sesler çıkararak. Hâlâ kızlar Türkan'a el sallayıp kur yapıyordu.
Aman Allah'ım! Orada yaşlı bir teyzeyi gördüğüme yemin edebilirdim. Bu kız erkek olsa çok can yakardı. Bizim hastanenin kızları onun için deli oluyordu resmen.
Nihayet araç hareket etti ve hastanenin bulunduğu yerden epey uzaklaştık. Yollar gitgide engebeli ve dar olmaya başlamıştı. En azından kar olmadığı için şanslı sayılırdık. Hem kar hem de böylesi yollar bu araçla asla gidilmezdi.
"Ay içim dışıma çıktı! Bebek karnımda bungee Jamping yapıyor resmen! Çocuk diyet kola gibi dışarı püskürecek. Lütfen biri söylesin daha çok var mı?"
"Bunu 100. kez soruyorsun Ayşen! Ortalıkta bir okul var da ben mi görmüyorum?" Ayşen sorularıyla Zeren'i çıldırtmayı başarmıştı. "Böyle sert kızlarla takılmamalıyım. Hiç eğlenceli değilsiniz!" Onu gören partiye gittiğimizi zannederdi. Arada sırada kocaman olan karnını okşayıp oflayıp puflamak dışında işleri zorlaştırmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
"Ben de sizinle aşı vurulmaya gelmek için çıldırmıyorum. Şu an birkaç terörist daha avlamış olsam memnun bile olurdum. Allah Cihangir teğmenime peygamber sabrı vermiş olmalı." Homurdanma sırası Ayşen'e gelmişti. Nihayet yollar azaldı ve güç bela kendimizi gideceğimiz yere ulaştırabildik. Rüzgârın uğultusu kulaklarımı dolduruyordu. Arabayla hoplaya zıplaya gidip gelmiş ve içim dışıma çıkmış bir şekilde yeşermiştim. Bu kadar dağ bulacağımı zannetmiyordum.
"Aman Allah'ım! Dağın başında kim yaşar akıl sır erdiremedim. Bu insanlar ihtiyaçlarını nasıl karşılıyorlar acaba?" Ayşen'i Nazi kampına düşmüş gibi ortalığa bakıyordu.
"Mis gibi dağ havası var. Bence bizim yaşadığımız hayat değil!" Dedi Türkan. O halinden fazlasıyla memnun görünüyordu. "Her şeyin en doğalını yiyorlar. Biz de GDO'lu ürünlerle kendimizi zehirleyip duruyoruz."
"Birileri köy gelini olmak istiyor galiba." Elimizde aşı kutuları nihayet araçtan inebilmiştik. Ayşen'le birlikte sağa sola bakıp hayretle omuz silktik. "Eee! Okul nerede? Ben ortalıkta çamurdan başka hiçbir şey göremiyorum." Zeren eliyle önümüzdeki tepeyi işaret ettiğinde hepimiz yutkunduk. "Şu tepenin ardında bir köy var. Orayı aşmamız gerekiyor. Sonra köydekilere sorar okulu buluruz. Çocuklar da daha fazla aşı beklemez."
Ayşen telaşla, "Bu kocaman karnımla o tepeyi aşabileceğimi zannetmiyorum." diye sızlandı. Türkan, ona hafifçe omuz atıp öne geçti. "Size aşk beşiği yapacağımızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz Ayşen hanım. Ben o kadar romantik biri değilim. Burada Cihangir'de yok! Kocaman karnınız ve siz arkamdan gelebilirsiniz." Ben bu ekiple çok fazla eğleniyordum. "Haylaz kız!" Ayşen'in koluna girdiğimde yüzündeki rahatlama ifadesini fark ettim. Dikkatli olmaya çalışarak çamurlara bata çıka nihayet tepeyi aştık. Zavallı kadın tık nefes kalmıştı. Hafiften sancılandığını fark ediyordum ama bu konuda şu an için elimden bir şey gelmiyordu. Neyse ki bebeğin doğumuna daha vardı.
Ayşen bizi yavaşlatsa da nihayet tepeyi aşabilmiştik. Sonrası çamurlu patika bir yoldu. Ben eski bir asker olduğum için Zeren ve Türkan'a eşlik etmekte zorlanmıyordum. Rozerin ise köyde büyümüştü bundan daha zorlu şartlara bile uyum sağlayacağından şüphe duymuyordum. Ayşen için aynı şeyi söyleyemezdim. "Ha doğurdum ha doğuracağım!" diyerek hepimizi strese sokmuştu. Biraz dinlenip nihayet okula ulaştık. Dikdörtgen şeklinde küçük bir okul binası bulmuştuk. Kavun içi renginde dış cephe boyası vardı. Bayrak direğindeki al yıldızlı bayrağı görünce kalbime bir heyecanın sızdığını hissettim. Tüm o çirkin çabalara rağmen burada Türkiye Cumhuriyeti için kıymetli bireyler yetiştiriliyordu.
Ayşen okul müdürüyle görüşüp geliş amacımız hakkında bilgi verdi. Müdür bizi oldukça sıcak karşılamıştı. Türkçeyi Ayşen ve Zeren'den daha kalın harflerle kullanıyordu. Bu konuşma tarzı oldukça samimi bir hava veriyordu. Beyaz gömleğin üzerine siyah takım elbise giymişti. Sinek kaydı traş olmuş kırkların üzerinde bir beydi. Bize sınıflara giderken eşlik etti. Kapıyı açtığımızda tüm sınıf ayağa kalkmıştı. Müdür eliyle oturmaları yönünde işaret edip öğretmene bizleri takdim etti.
Türkan, biz öğretmenle el sıkışırken meraklı gözlerle pencereleri kontrol edip tehlike olmadığından emin olmaya çalışıyordu. Zeren de sürekli devriye olarak dolaşıyordu. Gözlerim bize büyük bir ilgi ve merakla gülümseyen çocuklara kaydı. Sarışın, esmer, mavi gözlü, siyah gözlü, uzun, ince, zayıf, şişman pek çok farklı tipte öğrenciyi karşımda görmüştüm. Kırmızı yanakları bizi gördüğünde aydınlansa da bir çoğunun dizlerinin korkudan titrediğini fark edebiliyordum.
"Merhaba çocuklar." Dedi Ayşen büyük bir ilgiyle. Onlara ne kadar sevgiyle baktığını fark edebiliyordum. O da bir anne adayıydı. Kalbi şimdiden çocuk sevgisiyle dolup taşmıştı.
Aklıma kendi ülkemdeki zavallı çocukların hali geldi. Okula gitmek, öğrenim görmek bir yana sokaklarda korkusuzca oyun oynamak bile onlara haram kılınmıştı. Üşüyorlardı... Hastaydılar ve en kötüsü gözlerinin önünde öldürülen anne-babalarının cesetlerini izliyorlardı. Birçoğu çocuk olmasına rağmen istismar edilmekten kurtulamıyordu.
Boğazıma çöreklenen dikeni yutkundum. Ne çok acı çekmiştik ve ne kadar çok şeye göğüs germek zorunda kalmıştık. Hana benimle olmasaydı muhtemelen orduya katılıp Boşnak halkı için savaşmaktan çekinmezdim. Vatan uğruna canımı vermek benim için bir şeref olurdu. O silahı elime alıp kullanmaktan bir an bile tereddüt etmezdim.
" Alina! İyi misin? Çok dalgın görünüyorsun!" Başımı sallayıp zoraki gülümsemek için çabaladım. Beceriksiz tebessümüm Rozerin'i inandırmaya yetmemişti. "Ben şu sıradaki öğrencilere aşı vururum. İstersen ortadaki ile de sen ilgilen. Burada yaklaşık 15 sınıf var. Elimizi çabuk tutarsak hepsine kısa sürede yetişebiliriz. Dönüşümüz akşamı bulmaz."
"Sorun yok!" dedim toparlanmaya çalışarak. Onlara kalbimdeki acıları ve endişeleri asla söylemezdim. Kapalı bir kutu gibi kalmak bana daha kolay gelirdi. Ortanca sıraya geçip yavaş yavaş öğrencilerin arasına sızdım. İçlerinden iğne değmeden ağlayanlar bile vardı. Sarışın, yeşil gözlü bir kız çocuğu dolu dolu gözlerle korku içinde yanıma geldi. Üzerinde lacivert renkte kol ve etek ucu pileli bir önlük vardı. Boynundaki el işlemesi dantel yaka dikkatimi çekmişti. Şehirdeki öğrenciler bez ayakkabı tercih ederken buradakilerin çoğu lastik ayakkabı giyiyordu. Çantaları da hoşuma gitmişti. Kare şeklinde sert kapaklı çantaları vardı ve tertemizdi. Her sırada kalemlik bulunuyordu. Duvardaki fişlerdeki cümleleri el yazısıyla öğrencilerin defterinde görüyordum. " Ali topu tut. Al bak. Ali ata bak." Fişlerde yazanları okuyunca kendi hatıralarımı yakınımda hissettim. Defterlerin yanında ucu sivriltilmiş tahta kalemler, kalemtraş ve silgi bulunuyordu. Ve kara tahtanın önü beyaz tebeşirlerle doluydu.
Panolarda dört mevsimi anlatan harika bir resim vardı. Öğrencilerin el işi çalışmaları ve resimleri de genişçe yer tutmuştu. Kocaman fırınsız bir soba hemen yanıbaşımızda harıl harıl yanıyordu. Bu ortamı sevmiştim. Bana kendi yuvamı hatırlatıyordu.
"Beritan!" Lacivert önlüğün kolunu hafiften sıyırdım. Beyaz teni, ince mor damarların daha iyi bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamıştı. Alkollü pamukla deltoid kasının bulunduğu noktayı silip hızlı bir şekilde onu korkutmayacak şekilde koluna aşıyı enjekte ettim. "Sakın hareket etme. İğne içeride kalabilir." Çocuk gözlerini sıkıp dişlerini dudaklarına geçirdi. Nihayet iğneyi çıkardığımda derin bir soluk vermişti.
"Hiç acımadı arkadaşlar! Çok kolay oluyor." Kahramanlığı hepimizi güldürmüştü. Bazı çocukların bacaklarının tir tir titrediğini görebiliyordum. Ağlayanlar ve sınıftan kaçma girişiminde bulunanlar da olmuştu. Onları rahatlatmak için kullandığımız cümleler bir çoğuna netice verse de bazılarına etki etmemişti. Cesur öğrenciler gazi edasıyla dolaşıyor ve korkusuz bakışlarıyla aşı sırasında bekleyen çocuklara yaşadıkları anı tüm detaylarıyla anlatıyordu.
"Hiç korkmadım oğlum! Hem de hiç! Nah şuraya küçücük iğneyi batırıp çıkardı. Annemin attığı terlikler bile daha fazla canımı yakıyor." Diğer çocuklar gözlerini kocaman açıp bize baktı. Sıra onlara gelmemişti. "Hiç mi acımadı oğlum? Ya damarımı patlatırsa doktor!" Ayşen'e korkudan takırdayan dişlerini belli etmemeye çalışarak baktı. " Bir şey olmaz! Sen de ne korkakmışsın. Dün lambası yanan ayakkabılarınla hava atıp duruyordun. Şimdi göster cesaretini de bilelim! Ha ha!" Çocukların aralarındaki diyaloglar gülünmeyecek gibi değildi. Bazıları aşıdan sonra Süperman edasıyla ortalıklarda gezmeye bile başlamıştı.
Nihayet işimiz bittiğinde elimizdeki kurabiye ve şekerlemelerden çocuklara dağıttık. Ayşe'nin yüz ifadesi hiç birimizin gözünden kaçmamıştı.
"İyi misiniz? Solgun görünüyorsunuz." Birkaç inlemenin ardından karnını tutarak tahta sıralardan birine hafifçe oturdu. Sağ eli beline yaslanırken yüzü acı bir meyve yemiş gibi buruşmuştu. "Ah! Hiç iyi değilim sanırım. Okula geldiğimizde hafif bir sancı vardı, gelip geçer dedim. Sanırım sancı daha da arttı. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum."
Rozerin'le birbirimize baktık. "Doğum başlamış olabilir mi?" Diye sordu Zeren. Daha zaman var ama belli olmaz! Bu sancının çoktan geçip gitmesi gerekiyordu ama..." Cümlesini tamamlayamadan küçük bir çığlık dudaklarından firar etti. Bakışlarım saniyeler içinde pantolonunu paçalarından dökülen damlalara odaklandı.
"Doğum başlamış! Hay Allah! Hemen bir şeyler yapmalıyız. Onu hastaneye götürelim." Rozerin alnındaki terleri silerken, "Şimdi olmamalıydı. Daha çok erken!" diye sızlandı Ayşen.
Zeren ona hayret dolu bir endişeyle bakarken, "Olmuş işte!" diye karşılık verdi. "Görmüyor musun? Suyun gelmiş! Hemen gitmeliyiz! Kalan aşıları sonra yapacağız."
"Gidemeyiz! Bu köy çok dağlık. Araçla bulunduğumuz yere gelmek mümkün değil. Üstelik sağlık ocağı bile yok. Yürüyerek gidemeyecek durumdayım. O tepeyi bir kez daha aşabileceğimi zannetmiyorum. Denesen bile o zamana kadar çocuk çoktan doğmuş olur. Başının rahim ağzına geldiğini hissedebiliyorum." Durum tahmin ettiğimizden çok daha vahimdi. Ayşen aniden artan sancılarla daha sesli inlemeye başladı. Saçları yüzüne yapışmış, yüzü korku ve endişeden kıpkırmızı olmuştu. Dişlerini ve yumruklarını sıktığını görebiliyorduk.
Öğrenciler merakla etrafımıza toplanmıştı. Aşı olacaklarını düşündükleri bu anda böylesi bir gerginliği onlar da beklemiyordu. "Onu hemen hademe odasına götürelim." Sesin sahibine baktık. Üzerindeki önlüğe ve yüzündeki kömür karasına baktığımızda okulun hademesi olduğunu anlamamız uzun sürmemişti. "Ebenin evi hemen yan tarafta. 5 dakikada doğurtur." Dedi elindeki kömür dolu kovayı sobanın kenarına bırakırken. "İşini ondan iyi yapanı görmedim."
"Yapamam!" dedi Ayşen isyan eder gibi. Göğsü hızla inip kalkıyordu. "Ya beceremezse! Ya bebeğim ölürse!"
Hademe kaşlarını çatıp dudaklarını kıvırdı. "Hepimiz böyle doğduk doğurulduk. Buradakilerin canı yok mu? Doktoru nereden bulalım şimdi. Kendi kendini doğurtabiliyorsan buyur! Okuldan çıktığımız an çocuk kendini bırakır. Elimizi çabuk tutsak iyi olacak."
"O haklı Ayşen ! Kaybedecek bir dakikamız bile yok !" Dedim. Hademenin haklı serzenişleri hepimizi harekete geçirmişti. Şaşkınlıktan kurtulup Ayşen'i koltuk altlarından tutarak hademe odasına yönlendirdik. Rozerin önden gidip odanın kapısını açtı ve Ayşen'i bırakmamız için yere eski bir döşek serdi. "Hemen sıcak su hazırla!" Dedim şaşkın gözlerle bana bakan Rozerin'e. Zeren nöbeti devranmış bizi korumak için elindeki silahla binanın dışında ve içinde dolaşıyordu. Türkan ise cin çarpmış gibi Ayşen'in karnına kadar sıyrılan bluzuna bakıyordu.
"Asla doğum yapmayacağım! Zavallı vajinam bu kadar zulmü hak etmiyor." Ayşen çıldırmış gibi yumruklarını yere vurup ona ters ters baktı. Benim kaş göz işaret etmem de uzun sürmemişti. Birkaç dakika sonra bembeyaz saçları olan, kısa boylu, tonton bir kadın içeriye girdi. İlk işi Ayşen'i parmağıyla alttan muayene etmek olmuştu. " Yeterli açılma var!" dedi anlamadığımız bir dilde. Rozerin onun ne söylediğini bize tercüme etmişti. Türkçe tamamdı ama henüz Kürtçe konusunda iddialı değildim.
"Sancı girdiği zaman tüm gücünle ıkın." Rozerin'in tecrübesini duyan Ayşen kendisine söyleneni yapıp ıkınmaya başladı. Ebe yukarıdan aşağıya karnına baskı yaparak ona yardımcı olmaya çalışıyordu. "Daha güçlü yapmanızı istiyor Ayşen hanım!" Pancar gibi kızaran Ayşen alnından saçların diplerinden süzülen terlere aldırış etmeden canının son raddesine kadar ıkındı.
"Bebek ters! İşimiz çok daha zor olacak. Vakitsiz bir doğum bu!" Hademenin Türkçe söylediği sözler kalp çarpıntımızı daha da arttırmıştı.
"Hiçbir kan ve işkence sahnesi beni bu kadar örselememişti. Lütfen beni dağa götürün!" Türkan'ın sözleri ters ters ona göz atmama sebep oldu. "Kes sesini!" diye bağırdı Ayşen. Şu an ne durumda olduğunu düşünmek bile istemiyordum. "Olmaz böyle! Hastaneye gitmem gerekiyor. Bebeğimi kaybetmek istemiyorum."
"Onu kaybetmeni biz de istemiyoruz. İkinci bir hamilelik travmasına gücümüz kalmadı." Türkan'a ikinci kez öldürecekmiş gibi baktım.
"Olacak! Biraz dayan! Ne biçim doktorsun sen? Bu kadar dirayetsiz olamazsın! Hadi! Son kez! Tam sancı girdiğinde!" Ebe ile aynı anda Rozerin'in sesini duymuş ve ne demek istediğini anlamıştık. Ayşen'in alnındaki terleri silip, "Biraz daha gayret!" dedim. "Bu ortam doğum için uygun değil!" diye sızlandı. Kendi haline acımaktan yaptığı işe konsantre olamıyordu. "Ah Cihangir neredesin! Operasyonun sırası mıydı şimdi?" Türkan gözlerini devirdi.
"Adam tatile çıkıp kızlarla kokteyl içiyormuş gibi davranıyorsun! Vatan görevi beklemez!" Aklımı bugün kaybetmezsem hiçbir zaman kaybetmezdim. "Biz yanındayız Ayşen doktor! Merak etme! O iyi olacak!" Dedim ve güvenle elini sıktım. "Niye bütün talihsizlikler beni buluyor? Hiç böyle hayal etmemiştim."
"Hayallerini kendine sakla koca kız! Şu an gerçekler konuşuyor!" Ayşen ıkınırken ona ters ters baktım. "Şu an hiç sırası değil Türkan. Korkudan duygu karmaşası yaşıyor." Türkan silahını yere bırakıp bize yardım etti. "Kollarını çıkarmak zor olacak!"dedi Rozerin ebeye dublaj yaparak. Ayşen bayılmak üzereydi. "Dayan! Çok az kaldı. Daha fazla ıkın."
"Hem çok erken doğuyor hem de ters! Bu şekilde olmamalıydı. Ona bir şey olursa ne yaparım?" Alnındaki teri silip "Geçecek!"dedim. "Nefes alması gerekiyor! Oksijensizlik zarar görmesine sebep olabilir." Ağlıyordu. Kaybetme korkusu bunca yıllık doktorluk tecrübelerini silip süpürmüştü. Mantıklı düşünemiyordu. "Sakin olmak ve doğuma odaklanmak zorundasın!" Dedim yalvarır gibi. "Bunu çocuğun için yap! Burdan kollarımızda huzurla gitmeyi hak ediyor."
"Ayşen! Sen iyi olmazsan bebeğin de olmaz! Toparla kendini! Bunu başaracağız." Nihayet Türkan'ın ağzından hayırlı bir laf çıkmıştı. Ebe anlamadığımız birkaç cümle kurdu. Sözleri Rozerin'in yüzünü kırmızıdan mora çevirmişti. "Ne oldu?" Titrek bir şekilde soluk alıp verdi. "Ne oldu?" Ayşen acıyla gözyaşları içinde bize baktı. "Bir şey söyle!" Cümlenin sonunda acıdan haykırmıştı. Onu bu halde görünce anne olma fikrinden epey korkmaya başlamıştım. Barbaros'a bir evlat vermeyi çok istiyordum. Ama anneliğin bu kadar büyük bir fedakarlık istediğini ve acı verdiğini gördüğümde durum epey endişe verici bir hal almıştı.
"Telefonla bildirdim. Seni almak için en yakın sağlık kuruluşundan gelecekler. Merak etme! Geçecek! Zeren'in soluk soluğa olduğunu ele veren sesi beni kendi dalgınlığımdan kurtardı. "Çok geç!"diye inledi Ayşen. "Onlar gelene kadar bebeğim..." Sonunda haykırarak ağlamıştı. Kan kaybediyordu ve ona gerekli müdahaleyi yapsak da kordon bağına dolaşan bu bebeği kurtarmamız içinde bulunduğumuz koşullarda çok zordu.
Hademe kadın, "İki ebe daha getirdim." Diyerek içeri girdi. Onun ne ara çıktığını fark edememiştim. Ayşen'le ilgilenip bebeği doğurtmak için büyük çaba sarf ediyorduk ama gerçekten çok zor bir doğumdu. Zayıf ampul bakıldığında şakır şakır görünse de kör, zayıf bir ışık yayıyordu. Tahta pencere çerçevesi yer yer çürümüştü ve içerdeki ısıyı sobaya rağmen yüksek tutmakta zorlanmaya başlamıştı. Dikdörtgen camdaki kırık da bu konuda bize hiç yardımcı olmuyordu.
"İki kez dolanmış! Ayakları çıktı ama gövde hâlâ içerde. Rabbim yardımcımız olsun. Dua edin!" Türkan yukarıdan itelerken bebeğin korduna ulaşmaya çalıştık. "Kordonu hissedebiliyorum." Dedi Rozerin. Üzerine eğilmiş ve ebeye yardım etmek için çırpınmıştık. "Dolaşma sıkı ama biraz gevşettim." Dedi Ebe Rozerin'in tercümesiyle. "Baş kısmına dikkat et! Onu yönlendirelim!" Dediğini yaptık. "Biraz gevşedi." Dedim sakin olmaya çalışarak. "Derin derin nefes al Ayşen! Birlikte iteceğiz! Son kez hadi!" Başını onaylar gibi sallayıp sancının geldiği o kritik anı bekledi. Nihayet kordonu çıkarabilmiştik. "Şükürler olsun!" Dedi Türkan. Bu günki asabiyeti akla zarar olsa da gözlerindeki korku ve acıyı görebiliyordum. Bu kızın ne derdi vardı?
Ebe gözlerimin önünde nazik ama kararlı bir hamleyle bebeğin karnını göğsüne doğru yönlendirdi. Bu doğum kanalına girmesinde epey etkili olmuştu. "Nabzını hissedebiliyorum! Duydun mu Ayşen? O yaşıyor!" Acıyla gülümsedi. Bu ona tahmin ettiğimden çok daha fazla güç vermişti. "Hadi kızım. Son kez ıkın! Buradan koynunda bir bebekle çıkacaksın!"
"Yavaş!" Dedi ebe. Sol eliyle bebeğin karnını sabitlerken sağ eliyle içeri girdi. Sağ eliyle kordonu sıyırmaya çalışırken bebeğin çenesini eğerek pozisyonu düzeltti. "Şimdi!" Ayşen'in son ıkınması nihayet bize istediğimizi vermişti.
Ebe erken doğan bebeği ayaklarından kaldırdı ve poposuna gözlerimizin önünde iki şaplak attı. Zayıf da olsa ağlıyordu. "Yaşıyor!" Gözlerimiz parlamıştı. Neşeyle cıvıldaştık. Ebe Kürtçe dualar edip bebeği temizledi ve kundağa sarıp kucağımıza verdi. Nur topu gibi bir oğlu olmuştu. Erken doğduğu için epey minikti ama onun güçlü bir çocuk olduğundan hiçbirimiz şüphe duymuyorduk.
"Şükürler olsun Allah'ım!"dedi Rozerin. Zeren neşeyle alnındaki terleri sildi. "Bir an hiç bitmeyecek sandım." Kundağı Ayşen'e yaklaştırdığımda gözlerindeki ölü donuk bakışlar korkumu perçinledi. Çok kan kaybetmişti. Bebek ciğerlerini yırtar gibi güçlükle ağlarken Ayşen'in bakışları daha da silikleşti. Başı yana düştü. Türkan hemen ayağa kalkıp bize sırtını döndü. Uzaklaşmasını umursamayacak kadar korku doluydum.
"Ayşen Hanım! Beni duyuyor musunuz?" Yüzüne birkaç fiske vurup ayıltmaya çalıştım. Yüzüne ölüm sessizliği çökmüştü. Karların içinde açan bir kardelen gibiydi bebeği ama o oğlunu kucaklayamadan düşüp kalmıştı. Beyaz yüzü titremelerimizi arttırmıştı. "Uyan Ayşen! Aç gözlerini!"diye bağırdım.
"Kan kaybediyor!" Ebe tampon yaparken kanı durdurmak için çabaladım. Zeren'in getirdiği sağlık çantası ve ebenin malzemeleri durumu kontrol altına almak için tek şansımızdı. "Uterin atoni! Rahim kasılmıyor! Kan durmazsa kaybederiz!" Dedim. Söylediklerimi kulağım duymuyordu. Türkan başını kollarının arasına alıp köşeye sindi ve bize sırtını döndü. Bu haline anlam veremiyordum.
"Serum sistemini kuralım!"dedim. "Elimizde bir tane ringer kaldı." Dediğimi yaptık. "Rahim içerden yırtılmış!" Dedi Rozerin. "Ayaklanıp temizlediğim ellerimle onu kontrol ettim. "Dışardan baskı yap! Ben içeri müdahale edeceğim."
"Annesiz büyümesine izin veremeyiz." Türkan'daki hassasiyeti fark etmiştim. "Onu kurtarın!"
***
Kurt Şöleni operasyonu Kayseri/ Yahyalı
Elimdeki dürbünle çoğalmaya başlayan kalabalığa sıkıntılı bir şekilde baktım. Örgütün içine sızdırdığımız adam sayesinde provakasyoncu şahısları-teröristleri- tespit etmiştik. Türkiye'de kaos yaratıp düşünce farklılıklarını kullanarak bizi bölmeye çalışan hainlerin zayıf halkasını bulmuştum. Ve ondan kilit isimleri alarak oyunlarını boşa çıkaracak bir operasyon hazırlığına girişmiştim.
Senaryo belliydi. Dini anlamda sorunlu bulunan bir kitabın tercüme edilmesi fitili ateşleyen sebep olarak ortaya atılacak ve muhafazakar insanların provokatörler tarafından kışkırtıldığı bir toplumsal olay gerçekleştirilecekti. Amaç Alevi-Sünni diye ayırdıkları halkı birbirine düşürmek ve düşmanca duygulara kapılmalarını sağlayarak iç karışıklığı tetiklemekti. Önce camideki kalabalığı yanlış sloganlarla saldırganlığa itecek ve ardından Kültür Merkezi'ndeki insanlara saldırmaları yönünde girişimlerde bulunacaklardı. Buna izin vermemek için güçlü bir operasyon planı yapmıştık. Emniyet personeli bu toplumsal olaya müdahale etmek için hazırda bekliyordu. Bunların yetersiz kalabilme ihtimaline karşı jandarma ekipleri de hazırdı. Camideki insanların provokasyona katılmamaları için Yadigâr ve Cihangir kışkırtılmalarına engel olacaktı.
Ferit planlanan girişimin can odağında keskin nişancı olarak olaya müdahale edecekti. Amaç terörist başı olan isimlere ulaşmak ve onları yakalayabilmekti. Provokatörlerin bir minibüste toplandığını ve provokasyon için çeşitli araç ve gereçleri aynı minibüste sakladıklarını öğrenmiştik. Onlardan bazıları çoktan alana gelmiş olsa da sonraki grup henüz yola çıkmamıştı. Gruba müdahale etmek Umut ve Ozan'ın işiydi. Onlara talimatları verecek ve halkın içinde yuvalanan kimliği belirsiz provokatörleri bulacaktım. Bu yüzden asker kıyafeti giymemiş ve halkın içinden sıradan bir vatandaş gibi görünmeye çalışmıştım. Bu aşamada bana yardım edecek yegane kişi Kürşat'tı. Üç kişi olduklarını biliyordum bu yüzden kalabalığın içindeki herkesi tek tek gözlerimle yokluyordum. Yüzlerinde balaklava vardı ve kimliklerini gizli tutmak için her şeyi yapıyorlardı.
Telsizi elime aldım. "Kartal 1 Simsar, hedef bulunduğunuz sokağa girdi. Tekerleklerini patlatıp durduracağız. Hazır olun, tamam."
" Simsar kartal 1, anlaşıldı." Ferit'in telsizden sesini duyduğumda ona ateş emrini verdim. Saniyeler sonra hedef olan araç aldığı darbe sonucu durmak zorunda kalmıştı. Araçtaki hareketlenmeyi fark ettiğimde Umut ve Ozan'a telsizden emri verdim.
" Simsar Kartal 1, etkisiz hale getirip yakalayın!" Elimdeki dürbünle uzaktan araçtaki hareketliliği izliyordum. Adamlar çıkıp patlayan tekerlekle ilgilenmeye çalıştığında Umut ve Ozan emrettiğim şekilde onları etkisiz hale getirmişti. Maskelerini indirmeden üzerlerindeki asker kıyafetleriyle teröristlerin yüreğine korku saldıklarından şüphem yoktu. Jandarma erleri aracın dışındaki iki askeri kelepçeleyip kendi aracına bindirirken Umut ve Ozan da savunmasız durumda kalan diğer ikisine müdahale etmişti. Teröristler aracın içinde silahlarını yerinden oynatacak imkanı bile bulamamışlardı. Çaresiz teslim olmak zorunda kalmış ve istemeye istemeye adımlarını aracın dışına atmışlardı. Umut aracın sağ Ozan ise sol koltuğundan inen teröriste müdahale etti. Adamların elleri ensesindeyken üzerlerini arayıp tehlikeli bir şey olmadığından emin oldular ve kelepçeleyip diğer ekibe yönlendirdiler.
"Simsar, kartal 1, araç içindeki provokatörler etkisiz hale getirildi. Tamam!"
Bulunduğum yüksek konumdan inip halkın arasına karıştım. Üzerimde yırtık pırtık dilenci kıyafetleri bulunuyordu. Saçlarımı karman çorman hale getirmiş ve siyah bir peruk takmıştım. Suratımda yapmacık yara izleri vardı ve üzerim kir pas içindeydi. Kürşat ise sıradan bir gömlek giyip sade kumaş pantolonuyla kültür merkezinin etrafındaki diğer insanları izliyordu. Bu haliyle kimse onun bir asker olduğuna inanmazdı.
Etrafımdaki insanları incelemeye başladım. Yazarların imza verdiği masalar yan yana dizilmiş kalabalık ise ellerindeki kitaplarla onlardan imza almaya girişmişti. Sadaka dilenen sözlerle dilenci kılığında etrafta dolaşırken halkın arasına karışan iki provokatörü seçmeye çalışıyordum. Her şey normal gözükse de birilerinin çirkin amaçlar için konuşlandığını biliyordum.
Bakışlarımın odağına nihayet şüpheli bir şahıs düştü. Adım adım hedefe yaklaştığını görebiliyordum. Biraz önce cebinden çıkardığı cam su şişesini boşaltmış ve otelin merdiven altına yönelmişti. Orada binayı ateşe vermek için yanıcı madde sakladığını biliyordum. Bu şahıs yazarlara basılması istenmeyen kitap hakkında sorular sormuş ve onları ters davranışlarıyla taciz etmişti. Bir sonraki hamlesinin ne olduğunu anlamak hiç zor değildi.Şimdi onu yakalayıp ele geçirmenin tam sırasıydı.
Burnumu çekip üzerimdeki dilenci giysileriyle adım adım ona yaklaştım. Bakışlarımı bir ayyaş, bir bağımlı gibi baygın bir hale getirmiş ve ellerimi normalin aksine akıl almaz derecede titretmiştim. Üzerime sinmesini sağladığım koku ve yüzümdeki kir katmanıyla gerçek bir bağımlıdan hiçbir farkım yoktu. Saldırgan tuhaf bir tutumla adamın yakasına yapışıp ölü bir ses tonuyla, "Allah rızası için bir sadaka!" dedim. Bana çürümüş bir ceset görmüş gibi baktı. "Defol başımdan! Git başka yerde dilen!" Aptalsı bir sırıtışla ona karşılık verdim.
"Yapma abiciğim! Beni boş çevirme!" Sesim baygınlık geçiriyormuş gibi boğuk çıkmıştı. "Ulan s... git! Seninle mi uğraşacağım şimdi ? Defol!" Adam ayakta zor duran beni kenara itip hızlı adımlarla kalabalığa doğru yaklaşmaya çalıştı. Sol tarafımızda bir yangın merdiveni ve otopark vardı. Otelin arka tarafındaydı ve burası kritik bir bölgeydi.
" Allah rızası için bir sadaka!" Dedim yeniden ellerine yapışıp. Hedefe kitlenen teröristi gafil avlayacağım o fırsatı nihayet yakalamıştım. Bana dönmek üzereyken ensesine sert bir yumruk indirip afallamasını sağladım ve sesini çıkarmaması için ağzını kapatırken boynunu koltuk altıma aldım. Sol eli silahına giderken yanlış bir şey yapmaması için tarafımca kıskaca alınmıştı. Silahı ondan önce alıp omurgasına namluyu yerleştirdim. "Eğer bir hata yaparsan buradan cesedini çıkar!" Onu kalabalığa hissettirmeden sürükler gibi biraz önceki yangın merdivenine çektim ve otoparkın girişine doğru ittim. İçerisi karanlıktı ve yapacağım ilk iş onun kafasını bayıltacak şekilde duvara indirmek olmuştu. İçeride hazır bulunan askerler onu otoparkın arka kapısından toplayıp yakaladı. Diğer provokatörün kim olduğunu öğrenmek için beklemeyeceklerini biliyordum. Aldıkları emir bu şekildeydi.
O an dikkatimi uzun cübbe giyen ve takke takan bir adam çekti. Etrafa tekinsiz bakışlar attığını düşünüp onu izlemeye başladım. " Kartal 1 Bıçak, cübbeli ve takkeli şüpheli bir şahıs provokasyonun gerçekleşeceği camiye doğru yaklaşmakta. Onu takip ediyorum. Gözünüzü dört açın. Meydanda kuş uçsun istemiyorum. Diğer provokatör henüz bulunamadı."
Etrafımdaki insanların tuhaf bakışlarına aldırmadan caminin büyük demir kapısından içeri girdim. Anadolu Selçuklu döneminden kalma önemli eserlerden biriydi. Gözüm hâlâ şüpheli olduğunu düşündüğüm şahısta dolaşıyordu. Fazla temkinli görünse de henüz emin olmamı sağlayacak yanlış bir harekette bulunmamıştı. Beni fark etmeden doğruca şadırvanın oturaklarından birine yerleşip abdest almaya başladı. Aynı dilenci taktiği ile yanına yaklaştım.
" Allah rızası için bir sadaka abi! Günlerdir açım çaresizim yardım et!" Adam önce boş gözlerle bana baktı ve ardından cebinden çıkardığı birkaç banknotu uzattı. "Git iyice karnını doyur! Vakit neredeyse girmek üzere!" Ben dilenci edasıyla ganimet bulmuş rolünü oynarken halinden hoşnut bir şekilde caminin girişine yöneldi. Bu hareketi ona duyduğum şüpheyi altüst etse de henüz takibimden kurtulmuş değildi.
Caminin penceresine yaklaşıp içerdeki cemaate göz gezdirdim. Bu huzurlu iklimi bozacak teröristin hangisi olduğunu düşünüyordum. Tek derdi ibadet olan sıradan insanları bir caniye çevirmek için neler yapacağını düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Telsizden gelen haberleri dinleyip karmaşıklaşan ortama yeniden göz gezdirdim. Yadigâr arka saflardan birinde namaza durmuş ve provokasyon anını bekliyordu. Nihayet hutbe zamanı geldiğinde esas provokasyonu yapacak olan kişinin kim olduğunu anlamıştık. Provokatör söz konusu yazarlardan birinin din karşıtı bir eseri tercüme edeceğini öne sürüp halkı kışkırtmaya başlamıştı. Bu kişinin dinle alakası olmadığını çok iyi biliyordum. O da Vladimir gibi rol yapıp insanları yanlışlara sürüklemeye çalışıyordu. Tek amaçları ülkemize zarar vermekti.
Camideki uğultu beni endişelendirmeye başlamıştı. Yadigar gerekli müdahaleyi yapmazsa ve olay meydanlara taşarsa can sıkıcı görüntülere sahne olabilirdi. Neyse ki Yadigâr tam zamanında olaya müdahale etti. İmanla birlikte minbere çıkmış ve bu söylentilerin dine uygun olmadığını dile getirmişti. "Peygamberimiz silahsız insanlara saldırmaz bitkileri ve hayvanları korurdu. Savaşması gerektiğinde başka dinlere inanan ve ibadet eden insanlara zarar gelmesine müsaade etmezdi. Toplumsal karmaşayı barışçıl yollarla çözer kimsenin incitilmesini istemezdi. Farklı düşüncelere saygılıydı. Kendi haklarını koruduğu gibi Medine'de bulunan Yahudiler'in haklarını da korurdu. Kendisi gibi düşünmeyen başka dinden olanlara da saygı gösterirdi. Hatırlayın! Necranlı Hristiyanların Mescid-i Nebi'de ibadet ettiğini hatırlayın. Sırf farklı düşünüyor diye başkalarına zulmeden bir peygamber gördünüz mü? Hayır mı? O zaman siz kime iman ediyor kimin yolundan gidiyorsunuz? Yapmaya çalıştığınız şeyi Allah ya da Resul'ü affeder mi sanıyorsunuz?"
Sözlerinden etkilenmiştim. Evet o savaşı mazlumları korumak ve kendisiyle savaşmak isteyenlere karşılık vermek için yapmıştı. Kalabalığı galeyana getirenlerin kendisi gibi düşünmeyen insanları diri diri yakmak istediğini düşündüğümde İslam'ın böylesi bir şiddeti onaylayacağını asla kabul etmedim. O dostluk ve kardeşlik diniydi. Saldırganlık ve şovenizm için kullanılamazdı.
Kalabalığın içinden sayıklamalar döküldü. "Doğru söylüyor. H.z Muhammet anarşiyi kabul etmezdi. O şefkatliydi." Dedi bir tanesi. Bu en başından etrafında dolaşıp şüphelendiğim adamdı. Ön yargılı davranmıştım. Giyim kuşamına bakıp onun hakkında kesin yargılara varmıştım. Kalabalığın içinden bir başka şiddetli çatlak ses yükseldi. "O adam dinimize saldıran bir kitabı tercüme etmek istiyor. Buna müsaade mi edeceğiz?" Yadigar'a baktım. Herkes ondan gelecek açıklamayı bekliyordu.
Yadigar başını kaldırıp kendinden emin gururlu bir ifade takındı.
"Kalemle mücadele edene kılıçla cevap verilmez. Kalemle cevap verilir. Barbarlar gibi saldırmaya çalışacağınıza sözlerine kalemle cevap verin. Kitap mı yazdılar, daha iyisini yazın! Söz mü söylediler kendi düşüncelerinizi münazara ortamlarında cedel ilmiyle savunun. Saldırganlık ve anarşi İslam'ın hoşgörü felsefesine yakışmaz. Ülkemizi bölmeye çalışan insanlara müsaade vermeyin. Bizler pek çok farklı etnik unsuru içinde barındıran cennet bir vatana sahibiz. Bizi ayrıştırmaya çalışanlara inat farklılıkları güç olarak gördük. Bizden olmayan diyerek kimseyi ayrıştırmadık. İster mezhep farklılığı olsun ister din ister düşünce... Hiçbir şey bizi bir olmaktan alıkoyamaz. Vatanımızın selameti milletimizin bekası için, Çanakkale'de omzu omuza çarpışan vatan evlatlarının kanı için bu ülkeyi çağdaş Medeniyetler seviyesine ulaştırmak ve barış içinde yaşamak hepimiz birincil vazifesidir." Kalabalıktan onaylayan mırıltılar yükselmişti. Başlarını sallıyor onu onaylıyorlardı. İçlerinden bazıları yeni hamleler yapmaya çalışsa da o hararetli ortam bu sözlerle çoktan dağılıp gitmişti.
"Sizi siz yapan sizden farklı olanların varlığıdır. Bu milletin başına çöreklenmek için fırsat kollayan o hainlere fırsat vermeyeceğiz. Burası din ve vicdan hürriyetinin olduğu özgür bir ülke. Bunu şans kabul etmeli ve korumak için elimizden geleni yapmalıyız." Kalabalığın içinden birkaç kişi kendi düşüncesini bastırmak istediğinde birkaç kişi onları kovmaktan beter etmişti. Provakasyoncular nihayet yandaş bulma umuduyla sokağa döküldüğünde telsizle işaret verdim.
İki asker onları takip edip paketlemiş ve olası bir saldırıya izin vermemişti. "Kartal 1 Yıldırım timi, Provakasyoncu yakalandı. Söz konusu meydana müdahale edilecek. Grup slogan atmaya başladı. Tamam!"
Yadigar cemaati kontrol altına almaya çalışırken camiden uzaklaşıp olan biteni izlemeye başladım. Emniyet güçlerinin yetersiz kalacağını anlamış ve her ihtimale karşı Jandarma birliklerinin alana gelmesi sağlanmıştı. Panzer denilen zırhlı araçlarla müdahale edilecekti. İki panzer yerini almıştı. İzinsiz gösteriye mahal vermemek için herkes hazırdı.
Emniyet önce gösteri yapıp slogan atanları megafonla uyardı. Çevik kuvvet polisleri, siyah kalın kumaşlı üniformaları içinde, omuzlarında kalın plastik koruma plakaları, başlarında şeffaf siperli miğferleri ile birer heykel gibi sıralanmıştı. Göğüslerinde "Polis" yazılı darbe önleyici yelekler, ellerinde Tork 19 copları, kemerlerinde gaz kapsülü ve kısa menzilli tabancaları asılıydı.
Kalabalık dağılmaya istekli görünmüyordu. Panzer tipi zırhlı aracın arkasındaki kapak açıldığında askerler içinden gölge misali süzüldü. Yeşil tonlarındaki desenli kamuflajları içinde duruyordu. Üzerlerinde 1993 model G3 piyade tüfekleri, bazılarının sırtında MG3 makineli tüfek yedek mühimmatı vardı. Başlarında haki miğferler bulunuyordu.
Elimdeki telsize yönelip çağrıda bulundum. "Merkez burası Yıldırım 1. Olay yerine ulaştık. Provokatörlerin ele başları yakalandı. Emniyet ve jandarma güçleri görüldü. Durum değerlendirmeye alındı. Komuta teyiti verin!" Telsizden gelen cevap netti. "Yıldırım 1. O otele tek bir kıvılcım bile düşmeyecek.Tamam!"
"Merkez Yıldırım 1, anlaşıldı tamam!" Hâlâ bulunamayan provakasyoncuyu arıyordum. Tüm timin derdi buydu. Daha fazla insanı çekmeye ve olayları harlandırmaya çalışan teröristi bulmak. Bu sırada emniyet güçleri provakasyoncu grupla müzakereye başlamıştı. İleri sıçrama tekniğini kullanıp göstericilere ikinci müdahaleyi yaptılar. Bunun yeterli gelmeyeceğini biliyordum. Yanlarındaki polis köpeği de müdahaleye katılıyordu. Yaklaşık on kadar göstericinin polis barikatına fazla yaklaştığını dürbünle görmüştüm. Birkaç provakasyoncu yutma tekniği ile tahliye edilmişti. Gözlerim hâlâ kayıp teröristi arıyordu.
Çevik kuvvet barikatı açıldığında panzer koyu yeşil gövdesiyle göstericilerin üzerine yürüdü. Aracın burnu bir yırtıcı gibi kıvrımlıydı. Üzerinde şu zamana kadar olan müdahalelerin izlerini taşıyordu. Göz yaşartıcı gaz ve su tankeri devreye girdiğinde biraz olsun sonuç alınmaya başlamıştı. Sloganlar yükseliyor, galeyana getirilen halk gaz ve sulu müdahaleye rağmen yeteri kadar dağılmıyordu. O an beklediğim hedefin çok yakınımda olduğunu gördüm.
Telsize asılıp, "Yıldırım 1, Hedef otelin arkasından geliyor. Siyah gömlek, siyah pantolon giymiş, yüzü kapalı... 30'lu yaşlarında esmer erkek. Elinde molotof var. Acil müdahale.Tamam!"
Sanatçıların sığındıkları kültür merkezinde korkuyla nefeslendiğini biliyordum. Kalabalık yatışınca ilk işimiz güvenli bir şekilde tahliye edilmeleri olacaktı. Provakasyoncu, askerler gelene kadar elindeki molotofu kültür merkezine atmıştı. Alt kattan alevler yükselirken okkalı bir küfür savurdu. O sahte tekbirleriyle algı operasyonuna odaklansa da askerler ona müdahalede gecikmemişti. Etrafındaki terör barikatını aşıp onu güç bela teslim aldılar.
"Yadigar, sokağın güvenliğini sağlayın. Giriş çıkışı kapatın! Tamam!"
"Anlaşıldı komutanım." Yeniden telsizi elime alıp benden emir bekleyen Ozan ve Umut'a yöneldim. "Kültür merkezinin tahliyesi için binanın sol kanadında güvenli bir giriş hazırlayın!"
"Anlaşıldı komutanım!" Yeniden telsizle talimatları verdim. "Burcu, kültür merkezinin girişinden 2. ve 3. Kata çık. Kat planına göre çay ocağında mahsur kalmışlar. Kadın ve çocukların güvenliğinden emin ol. İtfaiye ekipleri gelmek üzere. Yangın merdiveni alevlere teslim olmuş durumda. Onları çatıdan tahliye edeceğiz."
"Anlaşıldı komutanım." Dürbünle kalabalığa baktım. Linç girişimde bulunamayacak kadar dağılmışlardı ve buna rağmen güvenliği elden bırakmamamız gerekiyordu. Nihayet itfaiye geldiğinde ilk olarak binanın içindekiler tahliye edilmişti. Burcu telsizden kadın ve çocukların güvenliğini sağladığını bildirdiğinde huzurlu bir nefes alabilmiştim. Tek bir provakasyoncunun bile başarımıza bu kadar iş açması can sıkıcıydı. Neyse ki alevler yükselmeden müdahale etmiş hem mal hem de can güvenliğini sağlayabilmiştik. Oradan çıkarılan ve dumandan etkilenen insanlara cami cemaati destek olmuş ve su temin ederek desteklemişti. Vladimir'in oyununu nihayet ayağına dolaştırmayı başarmıştık. Milletimizin bölünmez bütünlüğünü bu davranışlarla ortaya koymuştuk. Türk milleti hem dışarda hem kendi içinde barış içinde yaşayacağını dünyaya haykırmıştı.
O gün rapor vermek için gittiğimde yarbayı televizyon karşısında bulmuştum. Varlığımı hissettirmek için hamle yaptım fakat televizyona öyle çok gömülmüştü ki beni fark etmemişti bile. Eliyle susmam yönünde bir işaret yaptı. Bana dönene kadar televizyona bakmayı tercih ettim. "Çok iyi üsteğmen çok!" Dedi gözlerini ekrandan ayırmadan. "Şuna baksana! Düne kadar mezhep çatışması yüzünden Allah'ın günü gerilim ve kaos yaşıyorduk. Şimdi?" Gülümsedim. Bunda payımın olması gurur vericiydi.
"Sünni olarak nitelendiren grup Alevi mezarlıklarına Alevi grup ise Sünni mezarlığına çiçekler bırakıp dua ediyor. Birbirlerini sevmezlerdi. Şimdi karşı karşıya olan mezarlıklardan çıkıp birbirleriyle kucaklaşmaya başladılar. İnanılır gibi değil! Muhabir bile hayret ediyor."
"Hayret edilecek bir şey yok. Bizler bu vatanın öz evlatlarıyız. Tıpkı diğer etnik kökendeki insanlar gibi. Tarihi ve kültürel yönden çok fazla ortak noktamız var. Bu farklılıkları zenginlik saymalı ve milletimizin bekası devletimizin milli menfaatleri için omuz omuza mücadele etmeliyiz. Bizi bölerek asimile etmeye çalışan insanlara verilecek en güzel cevap budur." Başını salladı. Yüzünü hiç bu kadar aydınlık görmemiştim.
"Şımarma hemen! Tamam, iyi iş çıkardın! Yükselme zamanın geldi de geçiyor bile." Gülümsemek istedim fakat kalbime oturan yumru göğsümü daha da sıktı. "Dün akşam karşıt fikirlere sahip iki grup düşüncelerini savunabildikleri ilmi bir ortamda münazara yaptı. İnsanlar nihayet biraz da olsa düşüncelerini barbarlıkla savunamayacağını anladı. Söz konusu kitaba reddiye niteliğinde yeni bir kitap yazılmaya başlanmış. Bu, ülkem konusunda içimdeki umudu daha da güçlendirdi."
"Benim de efendim." Ayağa kalkıp masasının başına geçti ve raporumu başını sallayarak onayladı. Yeniden gözleri üzerime çevrildiğinde yutkundum. "Yatıya kalmak istiyorsan yatak yorgan ayarlayabilirim."
Başımı dik tutup huzursuz yüzümü belli etmemeye çalıştım. "Söyle! Duruşun hayra alamet değil!"
Başımı salladım. "Boşnak kızı ile ilgili olan görevimi bitirmek istiyorum komutanım." Şaşırmıştı. Kaşları çatıldı. "Ne demek bu? Bu iş çocuk oyuncağı mı?" Yutkundum. Keskin gözlerinin karşısında konuşmak güçtü. "Bana aşık olma, sevme demiştiniz." Dedim bir gerçeği itiraf eder gibi. Başımı salladım. "Oldum komutanım. Ona sırılsıklam aşık oldum. Bu durum beni hatalara düşürebilir. Ve benim hatam devletime ve milletime zarar verebilir. Hal böyleyken böylesi bir göreve devam edemem."
Yumruklarını sıkıp sesli bir nefes verdi. "Anladım üsteğmen."
"Hayatından çekip gitmeliyim. İkimizi de mahvetmeden bitmeli. adım kalmalı geriye. Yoksa her şey daha da kötü olacak." Birkaç adım yaklaşıp kendisinden köşe bucak kaçan gözlerime sert bakışlarını kazıdı. "Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Örgüte ulaşmak üzereyiz. Şimdi çekip gidemezsin. Duygularının aklını ele geçirmesine izin veremezsin. Bu bir emirdir."
"Alina suçsuz. Dayısının karanlık yüzünden habersiz. Tüm istihbaratlar Vladimir'in öz yeğenini tuzağa çekip öldürmek istediğini ortaya koyuyor. Aralarında bir ittifak olduğunu söyleyemeyiz."
"Bırakıp gidebilecek misin?"dedi karşımda dimdik dururken. Parmakları masanın üzerinde ritmik tıkırtılar bırakıyordu. Başımı eğdim. Bunu yapabileceğimden emin olamıyordum. Onsuzluğa dayanabilecek miydim? "Onunla olduğunda terörist dayısı senin için büyük bir sorun teşkil edecek. Hakkında soruşturma açılacak. Büyük baskı göreceksin. Belki meslekten el çektirileceksin!" Bunların hepsinin farkındaydım. Ama onu sevmekten vazgeçemiyordum. Bir hain olsaydı bu yüreği söker atar ama asla sevmesine izin vermezdim. Değildi biliyordum.
"Alina'yı işbirliği için ikna et! O pisliği ve ardındakileri bul. Vladimir aranızda bir sorun olarak kalmazsa ben de seni desteklemek için elimden geleni yaparım." Kavuşmamız Vladimir'in ve ardındakilerin yakalanmasına bağlıydı.
"Bu görevi en kısa sürede tamamla. Ama asla hata yapma."
"Emredersiniz komutanım." Yeniden masasının başına geçip koltuğuna oturdu. "Şu Berina Mihaloviç meselesi... Onu kurtarmak için bir tim gönderdim. Daha fazla orada kalmasına izin veremezdim. Keşke daha fazlasını yapabilsem." Bu aldığım en güzel haberdi. Yaptıklarım ortaya çıktığında Alina benden nefret edecekti biliyordum. Ama yine de onun için mücadele etmekten kurtulamıyordum.
"Buna sevindim komutanım." Eliyle git tarzı bir işaret yaptığında adımlarım saygıyla kapıya doğru gitti. Yıldırım timiyle birlikte ZPT ile Alina ve Ayşen'in çalıştığı hastaneye hastaneye gittik. İkinci kata çıktığımızda insanların gözleri üzerimize düşmüştü. Yüzlerimiz maskeliydi. Tehlikeye karşı tetikteydik. İlk Rozerin'i gördüm. Alina yanında değildi. Üzerimdeki üniformadan beni tanımıştı. Türkan ve Zeren'in yüz ifadesi ölümcüldü. Herkes burdaydı peki Ayşen!?
"Ne bu haliniz?" Dedim ses tonumdaki sert ifadeyi güçlü tutarak. Başları eğikti. Ağızları bıçakla dilimlenmiş gibiydi. "Ayşen nerde? O niye karşılamadı?" Rozerin'in ıslak gözleri ve yanakları Cihangir'in yüreğini ağzına getirmeye yetmişti. Cihangir Rozerin'e yaklaştı. Yüzü şeytan görmüş gibi korku doluydu. "Rose, Ayşen nerde?" Rozerin başını eğdi. Kapının açılma sesi hepimizin dikkatini çekti. Alina elindeki beyaz kundakla tam karşımdaydı. Beni geride bırakıp hüzünlü gözlerle Cihangir'e yöneldi ve kundağı askerime uzattı. "Gözün aydın! Oğlun oldu?"
Merhaba değerli dostlarım. Yeni bölümle karşınızdayım. Umarım sevmişsinizdir. Bu bölüm operasyonel oldu. Bu bir asker kurgusu olduğu için hem dönemin şartlarını hem de asker eşlerinin fedakarlık ve mücadele ile geçen hayatını yansıtmaya çalışıyorum. ☺️ Umarım bu konuda başarılı olabilmişimdir. Bizi heyecanlı gizemli bölümler bekliyor.
Hayatım boyunca insan haklarını savundum. Bu kitabı da milletimizi ayrıştırmak isteyenlere cevap niteliğinde yazdım. Feklılıklara saygıve önyargısız yaklaşım jargonumuz oldu.
Şu bir buçuk aydır çok zor günlerden geçiriyorum. Dualarınızı bekliyorum. ❤️ hoşçakalın. Yıldızlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.29k Okunma |
192 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |