Medya: Suzan hacıgarip (Bu aşk zehir)
Merhaba canlarım. Nihayet kavuştuk. Bölüm boyunca yorum ve yıldızlar atarsanız çok mutlu olurum. 😍 Benim için yoğun bir haftaydı ve uykumdan feragat ederek sonunda bölümü tamamladım. Yeni bölüm çok heyecanlı olacak.
Bu yüzden sabırla bekleyebilirsiniz. ☺️ Şimdi keyifli okumalar 🦋🦋🪻
Minik bebeğin cırt cırtlı bezini yapıştırıp zıbınını giydirdi. Nihayet babasının özenle seçtiği tulumun küçük bedenine geçirmişti. Henüz ne dediğini anlayamayacak kadar küçüktü fakat göçmen kızı ona ninni söylemekte bir sakınca görmüyordu. Yanına uzanıp minik bebeğin karnını hafifçe okşayarak güzel gözlerini ona dikti. Parmağının tersiyle minik yanağına dokunup onun esneyişini izledi. Dünyada bundan daha güzel daha sıcacık bir an hayal edemiyordum. O an kısık ama insanın yüreğine coşku veren elsiz bir ses odanın içinde dalga dalga yayıldı. (Hikayedeki ninni )
Gözlerimi ondan bir an bile ayıramıyordum. Büyüleyici sesini ne zaman duysam dizlerimin bağı çözülüyor aklım beni terk edip kendinden uzaklaştırıyordu. Yakınımdayken zihnimi toparlamakta zorlanıyordum.
"(Draga prelijepa bebo!) Sevgili güzel bebek !" dedi Boşnakça. Artık az çok ne dediğini anlayabiliyordum. Sert bir görüntüsü vardı. Asla sevimli şirin bir kız çocuğu olduğuna inanmazdım. Bakışları yüreğime hem ürkütüyor hem de heyecanlandırıyordu. Onun yanındayken asla eskisi gibi olamıyordum. Bazen onunla olan ilişkimin görev icabı olduğunu bile unutuyordum. Gözleri yalanlar üzerine inşa ettiğim camdan köşkümü tek bir bakışıyla paramparça ediyordu.
Bebeğin alnına samimi bir öpücük bıraktı. Bu küçük sevimli varlığın mırıltılı güzel sesler çıkarmasına sebep olmuştu. Bebekleri bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Onlara bakarken bakışları bile değişiyor, iri yeşil gözleri kalbimde derin ukteler bırakıyordu. Eğer gerçek bir ilişkimiz olabilseydi belki de şu an karnında benim çocuğumu taşıyor olacaktı. Hana ve Alina benim ailem olacaktı. Deliler gibi istememe rağmen ne yazık ki bu konuda güçlü adımlar atamıyordum. Alina'nın casus dayısını bulmak zorundaydım. Alina aklanmadan asla bir araya gelemezdik.
Bebek uyuduğunda iç çekerek elindeki patiklere baktı. Bu patiklerin onun cebinde ne işi olduğunu merak etmiştim. İstiyordu. Anne olmak istiyordu. Bebeğinin babası olarak beni mi seçmişti?
"Ne kadar da güzel değil mi?" Bakışları bir süre benim üzerimde duraksadı. Aniden ayaklanıp kapının önüne geldi ve çıkmaya yeltendi. Kolunu tutup buna engel olmuştum. " Lütfen Alina! Kendimi anlatmama izin ver."
"Seni dinlemek istemiyorum. Seninle konuştuğumda kafam karman çorman oluyor ve hiçbir şey çözüme kavuşmuyor. Bana olan duygularından şüphe ediyorsun Barbaros. Belki çoktan pişman oldun. Benimle oynamaya bir son ver artık." Onu kollarından tutup göğsümün üzerine bastırdım. "Hayır! Böyle bir şey yok! Seni sevdiğimi biliyorsun."
"Ben hiçbir şey bilmiyorum. Bana bazı şeyler anlatıp sana inanmamı sağladın. Aslında sen de bilmiyorsun ne hissettiğini."
"Hayır!" Kollarını benden kurtardı. Ona derdimi bir türlü anlatamıyordum. Güzel gözleri vardı. İnsanın aklını başından alacak bir duruşu ve çekici yüz hatları... Gözlerine çektiği kalem bakışlarını ölümcül bir hale getirmişti. O bana böyle bakarken zihnim domino taşları gibi birbirine çarpıp dağılıyordu. Söylemek istediğim her şey bir hayalden ibaret kalıyordu. Bu kadar güzel olmak zorunda değildi? Bu kadar güzel bakmak beni duygularımla birlikte duvardan duvara vurmak zorunda değildi? Kahrolası duygularım yüzünden hata yapmak istemiyordum.
"Bak! Zor günlerden geçtim. Çok ihanetler gördüm. Bakma dimdik durduğuma içim dışım yara benim. Daha fazla incinmek istemiyorum." Son sözünü yalvarır gibi kısık bir sesle söylemişti. "Çok zor uzak durmak ama bizim için bundan daha fazlasını hayal edemiyorum. Beni incitme! Üzme! İnan bana seni çok üzerim. Bana rastladığına pişman olursun! Sana bir yol gösterdim." Eliyle çıkışı ve vestiyeri işaret edip gözlerimi kendinden uzaklaştırdı.
"Hemen şimdi çekip gidebilirsin. Hiçbir şey olmamış gibi yolumuza devam edebiliriz." Başımı reddeder gibi sallayıp belini kavradım ve onu kendime çektim. Göğüs kafeslerimiz birbirine sığınmış bedenlerimiz tek bir vücut olmuştu. Dudaklarımı hasretle boynuna sürttüm. İç çekişleri aslında bana ne kadar hasret kaldığını ele veriyordu. Kendisinden uzaklaşmamı istediği halde bedenini benden kurtarmak için hiçbir şey yapmıyordu. Gözlerimi kapattım. Şu anki halimde asla bir yalan yoktu. Onu özlemiştim. Kokusunu, dudaklarını hissetmek için yanıp kavruluyordum. Sanki bunca zaman onunlaydım da ilk kez ayrı kalmıştık.
"Beni özledin!" Dedim bir gerçeği haykırır gibi. "Hayır!" Gülümsedim. Bizi böyle gören herhangi bir aptal bile aramızdaki çekimi fark edebilirdi. Aramıza küçük bir mesafenin girmesine izin verip nasırlı yara bere içindeki ellerimle güzel pürüzsüz yanaklarını kavradım ve burun uçlarımızı birbirine değdirdim. Dudaklarımızın arasındaki mesafenin kaybolması için çok şeyi feda edebilirdim.
" Özledin artemis çiçeği. Bırak şu inadı artık. Birbirimizi seviyoruz. Bilmediğin şeyler var. Sadece beni anlamaya çalış. Seni sevdiğime inanmak için önünde hiçbir engel yok. Şu hayali duvarları kır artık." Yüzünde alaylı bir tebessüm oluştu. "Söylediklerinden sonra mı?"
"Evet! Bunun üstesinden gelebiliriz. Hem sen de bunu istiyorsun. Elindeki o patikleri gördüm." Aklından geçenleri okuduğumu anladığında yanakları hafifçe kızardı. Utanmıştı. "Bir gün o patiklerin içinde ikimize ait bir canlının ayakları olacak. Onu sevip koklayacaksın. Belki ona baktığında benim yüzümü göreceksin. Bunu istemediğini söyleyemezsin." Benden uzaklaşıp birkaç adım gerimizdeki pencereye yöneldi. Camı açtığında dışarıdaki toprak kokusu ciğerlerimize dolmuştu.
"Bunu istedim. Sana benzeyen bir oğlum olmasını istedim. Ona baktığımda senin yüzünü görmek ve yokluğunda hasretini bir nebze de olsa azaltmak istedim. Şimdi bunların hayal bile olamayacağına inanıyorum." Omzunun üzerinden bana baktı. Ona hayal kırıklığı yaşatmıştım.
"Sen beni kendime getirecek o tokadı çoktan attın üsteğmen Barbaros Ege Demirsoy." Önüne dönüp başını geriye doğru bıraktı. Yanına gidip sırtını göğsüme yasladım ve boynumu omuzumun üzerinden uzatıp yanaklarını yanaklarımı sürttüm. Boynuna sıcacık bir öpücük bırakıp aramızdaki tüm sınırları bitirmeye çalıştım. "Bu asla olmadı olmayacak. Seninle paylaşmak istediğim şeyler var Alina. Sadece biraz sabırlı olman gerekiyor."
Bir şey söylemeye hazırlanıyordu fakat dışarıdan gelen sesler konuşmamızı böldü. "Geldiler sanırım." Daha fazla konuşmayı uzatmak istemedim. Söylediklerimi unutması zaman alacaktı. Ah keşke şu içimdeki hasret olmasaydı. Kalbim aşkla köpürüp taşarken nasıl profesyonel bir şekilde işimi yapacaktım? Hata yapma şansım yoktu. Odadan çıkıp içeri girmekte olan Cihangir ve Ayşen'e gözüm takıldı. İki hafta yoğun bakımda kalmıştı genç annemiz ve nihayet bu gün minik oğluna kavuşacaktı. Yüzü pek mutlu görünmese de Cihangir neşeden aklını kaçıracak gibiydi. O an gözlerim Ayşen'in hastane çantasını taşıyan Erkin'e kaydı.
Alina görevini öğrendiğinde çılgına dönmüştü. Onu ilk kez bu kadar yıkılmış, bu kadar çaresiz, yenilmiş görüyordum. İçimde aynı kadına aşık olmamızın verdiği düş kırıklığı ve kızgınlık olsa da Erkin adına üzgündüm. Nasıl dayanmıştı? Onu benimle görmeye, karım olduğunu ve beni sevdiğini bilmeye nasıl tahammül etmişti? Neden ikimiz de aynı ateşin içine düşmüştük sanki?
"Nihayet evimize geldik?"dedi Cihangir neşeyle. "Oğlumu görmek için sabırsızlanıyorum." Alina Ayşen'e "Hoşgeldiniz?" Deyip sarıldı. Ayşen zoraki bir şekilde gülümsedi. " Hoş bulduk canım." Ellerini hâlâ göçmen kızının ellerinden ayırmamıştı. "Yokluğumda oğluma iyi baktığın için teşekkür ederim. O an ölmediğime hâlâ hayret ediyorum." Cihangir'in telaşla atılması uzun sürmedi. "Aman bir tanem! O nasıl söz öyle? Biz sensiz ne yapardık?" Ayşen'in öfkeli bakışları kocasının üzerinde dolaşsa da yeniden zemini buldu. Fazlasıyla yorgun ve mutsuz göründüğünü fark etmiştim.
Ozan ve Zeren ellerinde tabaklarla hemen yanımızda soluk almıştı. "Nihayet geldiniz! Aç gelirsiniz diye bize bir şeyler hazırlamıştık."
Ayşen, "Çok sağ olun! Size borcumu nasıl ödeyeceğim bilemiyorum." Zeren gülümsedi ve koluna girip oturması için Ayşen'e yardım etti.
" Borç da ne demek? Biz bir aile gibiyiz. Elbette sana destek olacaktık. Şimdi senin iyi beslenip kendine dikkat etmen ve ayağa kalkman lazım. Oğlunun sana hiç olmadığı kadar çok ihtiyacı var. Yeterince ayrı kaldınız. Bundan sonra kötü şeyler olmayacak."
"Buna her şeyden çok inanmak istiyorum." dedi Ayşen. Sesindeki burukluk bana iyi şeyler hissettirmiyordu. Bize uzatılan tabakları alıp atıştırmaya koyulduk. Ayşen'in hiçbir şey yememesi dikkatimden kaçmamıştı. Beslenmeye en çok ihtiyacı olduğu dönemde fazlasıyla iştahsızdı. Cihangir ona ısrar etse de deli inadı tutmuş ve bir şeyleri yemeyi reddetmişti.
"Hadi ama bir tanem! Bebeğimizin sana ihtiyacı var!" Ayşen sert bir şekilde çatalını tabağa bıraktı. Bu hamleyle çıkan ses hepimizin bakışlarını ikisine yönlendirmişti. "Beni düşünüyormuş gibi yapma!" Kaşlarım çatıldı. Cihangir'in de lokmalar kursağında kalmıştı. "Sen neden bahsediyorsun?" Ayşen'in yorgun , ölümcül bakışları kocasına alevli oklar fırlattı.
"Hiçbir şey! Neyden bahsedebilirim ki? Ben kimim ki?" O esnada zil çalmış ve Zeren isteksizce kapıya yönelmişti. Hiçbirimiz olan bitene anlam veremiyorduk. "Vay canına! Herkes de buradaymış." Kürşat elindeki çiçekleri Zeren'e uzatıp Rozerin ile birlikte içeri girdi. Peşinden Ferit veya Yadigâr da gelmişti. Ferit elindeki çiçekleri bizzat Ayşen'in kendisine uzattı. Yadigâr da annesinin memleketten gönderdiği gül lokumlarını dalgın dalgın bekleyen Cihangir'in kucağına bırakmıştı.
"Çok iyi görünüyorsunuz Ayşen hanım!" Dedi Rozerin. Kürşad'la yan yana epey samimi gibi duruyorlardı. Aralarındaki soğuk rüzgârları geçiştirebilmişler miydi acaba? "Sağ olun çocuklar! Destekleriniz benim için çok kıymetli. Her zaman bir aile gibi davrandınız. Hakkınızı ödeyemem." Ozan hazırlanan tabaklardan yeni gelenlere de uzatıp oturmaları için birkaç sandalye daha getirdi.
Yemeyi düşündüğümüz her şey boğazımıza dizilmişti. Erkin de en az benim kadar şaşkındı. Neler olup bittiğini hiçbirimiz anlamıyorduk. "Ben biraz dinlensem iyi olur." Ayşen hiçbirimizin cevabını beklemeden ayaklanıp bebeğin bulunduğu odanın yan tarafına geçti. Cihangir de peşinden gitmişti. Birkaç saniye sonra içeriden gelen seslerle neye uğradığımızı şaşırdık.
"Yoruldum artık anlamıyorsun!" Bu Ayşen'in sesiydi. Kendini iyi hissetmediği ortadaydı. "Yine ne oldu? Söylesene farkında olmadan sana incineceğin ne yapmış olabilirim?"
"Hiçbir şey! Anladın mı? hiçbir şey! Ben artık sadece bazı şeyleri kaldıramıyorum hepsi bu! Genç kız değilim artık. Ayaklarım yere sağlam basıyor. Bazı şeylerin farkına varmak yoruyor, anladın mı?"
"Neyin farkına varmak Ayşen? Bak bir aradayız yine! Oğlunuz dünyaya geldi. Üstelik sağlıklı. Sen iyisin. Sevdiğimiz işleri yapıyoruz. Kimseye muhtaç olmadan dostlarımızla yaşayıp gidiyoruz işte! Daha ne istiyorsun?" Cihangir'in yalvarır gibi çıkan yorgun sesi aslında kimin daha bitik olduğunu ele veriyordu.
Kısa bir duraksamanın ardından, "İşin!" diye bir haykırış yükseldi. "Ben artık bunu taşıyamıyorum Cihangir. Tamam kabul ediyorum. Çok kutsal bir meslek. Sonuna kadar saygı duyuyorum! Bundan daha onurlu ve şerefli bir şey olmadığının da farkındayım. Ama olmuyor işte!" Ağlama ve inleme sesleri salonda istemeden de olsa olan bitene şahitlik eden dostlarımızla göz göze gelmemize sebep oldu. Sözlerin nereye gideceğini herkes anlamış gibi iç çekti. Alina da olan bitenden fazlasıyla rahatsız görünüyordu. Bahçede her şeyden habersiz bir şekilde oynayan Hana'ya bakmak için pencereye yöneldi. Artık konuşulan pek çok şeyi anlayacak bir Türkçeye kavuşmuştu.
"Ben artık seni yanımda istiyorum Cihangir. Bir evin, bir ailenin yükünü tek başıma çekmekten yoruldum. Hamile kalıyorum yoksun! Doğum yapıyorum yoksun. Evlilik yıldönümümüz oluyor yoksun. Hastayım yoksun. Yılbaşı, bayram, doğum günü, ölüm günü fark etmiyor. Çocuğumuz hastanede, ben yoğun bakımdayım ne izin var ne tozun. Her an telefonun başında kötü bir haber gelir mi diye beklemekten yoruldum. Katıldığım şehit cenazelerinde ağlayan eşlerden biri olma ihtimalini düşünerek kanamaktan tükendim." İnler gibi hıçkırdı. Burnunu çekme sesine kadar duymuş ve yıprana psikolojisine üzülmüştük ama bu haklı bulduğumuz anlamına gelmiyordu.
" Balayına bile rahat rahat gidemedik. Sürekli senden telefon gelecek diye ahize ile beklemekten gücüm dermanım kalmadı artık."
"Ayşen yapma! Bari şimdi yapma!" Dedi Cihangir yalvarır gibi. Bence çok bile dayanmıştı.
"Biliyorum. Belki hatalıyım, belki bencilce davranıyorum ama böyle hissetmekten kurtulamıyorum. Çok zor! Belki de taşıyabilecek güçte değildim en başından. Ama..." Ağlamaların şiddeti artmıştı. Bunları söyleyecek biri olmadığının farkındaydım. Evet bencil olduğu doğruydu ama aynı zamanda gerçek bir vatanseverdi doktor hanım. Sadece yaşadıklarını atlatmak için biraz zamana ihtiyacı vardı. Kalbindeki acıyı dindirmek için fevri davranıp sonradan pişman olacağı sözler söylüyordu.
"Vatanımız için yapıyorum Ayşen! Oğlumuz huzurla okusun, bu sokaklarda korkmadan dolaşsın diye kurşunlarına altından geçiyorum. Bombalarla oynuyorum. Tek derdim vatan, millet, bayrak... Bensiz olursun! İki gün sonra ölsem yeniden bir yuva kurabilirsin. Oğlumuzu bensiz de büyütebilirsin peki ya vatansız, bayraksız büyütebilir misin? O toprak altında yatan, kanlarıyla gömülen vatan evlatlarının hakkı yok mu? Onların da yuvaları, aileleri, hayalleri yok muydu? Onların anaları da kanlı gözyaşları dökmedi mi?" Asker adamdı tepesi atmıştı sonunda. Kapıya sertçe indirdi. "Ne yapacağız? Rahatımız kaçıyor diye elimizi eteğimizi çekip vatanımızı çakallara mı bırakacağız?"
Ayşen'in hıçkırıkları ona kırgınlık ve kızgınlık beslememize engel oluyordu. Kadınların en tahammül edilemeyecek zamanlarından birindeydi. Ve mantıklı düşünemiyordu. "Bunların hepsinin farkındayım!"
"O zaman neyi yargılıyorsun? Seni rahat ettirmek için uğraşmadım mı hep? İyi ol diye çırpınmadım mı?" Ayşen hiçbir şeyi inkar edemezdi. Bakışlarımı çevirip Alina'ın yüzüne baktım. Sanki bir şeyleri anlamış gibi gözlerini kaçırıyordu. Kürşat geriye yaslanmış ve gözlerini oda köşe bucak Rozerin'den kaçırmıştı. İçerideki hengame bitecek gibi durmuyordu.
"Ben artık kaldıramıyorum Cihangir. Orada ne çok korku yaşadım biliyor musun? Oğlumun dünyaya gelmesi o kadar zor oldu ki? Kanamam olduğunda ona dokunamadan öleceğimi düşündüm! Benim yerime oğluma kim annelik yapacak diye o kısacık anda ne hikayeler bozup kurdum. Sen dağlarda asker, ben mezarda kefenli bir ceset parçası... Bu çocuk nasıl büyüyecek diye düşündüm durdum. Mutluluğumuzun ince bir iplik ucunda, uçurumun kenarında sallandığını fark ettim. Belki de en başından onu dünyaya getirmekle hata ettim. Telefonla evliyim ben! Senin varlığını öyle az hissediyorum ki bir kocam olduğundan bile şüphe duyuyorum artık." Birkaç adım sesini duyduğumuzda şahit olduklarımızdan çekindik.
"Daha fazla konuşmayalım Ayşen! İyi değilsin! Ne söylediğinin farkında bile değilsin! Dinlen! Sonra yine bir araya geliriz. Sorun neyse hallederiz!"
"Bırak!" Şaşırmış bir şekilde birbirimize baktık. Yıldırım timindeki askerlerin tamamı resmen şok geçiriyordu. Ondan mesleğini bırakmasını mı istiyordu? "Yapamam! O çakallar masumlara zarar verirken, milletimizi birbirine kırdırmak için fırsat kollarken kendi keyfimi, rahatımı düşünemem." Cihangir'in kararıyla gurur duymuştum, fakat Ayşe'nin sözlerinin nereye varacağı endişe vericiydi.
"Vatan hainlerinin saldırısına uğrayanların da evlatları vardı. Onların da eşleri, anaları vardı. Sadece kendimi düşünerek bencilce davranamam. Benimle evlenirken asker olduğumu biliyordun. Bu üniformayı üzerimden ölüm bile çıkartamaz artık. Görevimi terk etmektense kendi kanımla gömülmeyi, şehadet suyunu kana kana içmeyi tercih ederim." Cihangir daha fazla bir şey söylemeden kapıyı açtı. Çıktığında hepimizle tek tek yüz yüze gelmişti. Bakışlarını çevirip hırsla evden çıktı. Ne diyeceğimizi, ne yapacağımızı bilemiyorduk. Şu an Ayşen'le konuşmak için asla doğru bir zaman değildi. Doktor büyük bir bunalıma hazırlıklı olmamız gerektiği konusunda bizi uyarmıştı. Bekleyip aklı başında kararlar verebileceği o anları takip etmekten başka çare görünmüyordu.
Kürşat ayağa kalkıp öfkeyle kapıya yöneldi. Rozerin de ona yetişmekte gecikmemişti. Kimsede bir şey yiyecek iştah kalmamıştı. Ozan ve Zeren Cihangir'in peşinden ayaklandı. Umut ve Türkan buraya gelmemişti bile. Türkan'ın da ondan sonra kendini iyi hissetmediğini ve Umut'un da ona destek olmak için yanında kaldığını öğrenmiştim. Bu kadar etkilenmesinin altında yatan sebebi merak etsem de sormamıştım. Alina'nın yanına gidip, "Biraz dışarı çıkalım! Yürüyüş ikimize de iyi gelecek." dedim. Beni kırmayıp kapıya yöneldi. Kürşat hızlı adımlarla uzaklaşmaya çalışırken Rozerin onun kolunu tutmuştu.
"Neden bu kadar öfkelisin!" dedi genç kadın. Yorgunluk ve uyku gözlerinden akıyordu. Bebeğe bakmak için Alina ile ittifak yapmış ve annesinin yokluğunu hissettirme adına günlerce uykusuz kalmıştı. "Sana diyorum!" Kürşat öfkeyle kolundaki ince zarif beyaz eli itti. "Gördün değil mi? Ayşen güçlü bir kadındı ve yıllar süren bekleyişin ve stresin sonucunda bu hale geldi. Sana benden uzak durmanı söylemiştim. Bizden olmaz demiştim dinlemedin. Şimdi niye evliliğe yaklaşmadığımı anlıyor musun? Sorun köken falan değil. Ben de önyargılı bir adam değilim. Mesele tam olarak bu!" Sözleri Rozerin de en ufak bir korku ve endişe emaresi oluşturmamıştı, fakat Kürşat'ın sözleri bitene kadar cevap verecek gibi de durmuyordu.
"Asker eşi olmak kolay iş değil! Biz kendimizi vatanımıza kurban ettik. Ölmekte yaşamak da aynı artık. Milletimizin bekası için sıcak yataklarınızı, rahat koltuklarımızı, bizi seven insanları geride bıraktık. Uğruna bütün her şeyden vazgeçmemize değecek bir vatana sahiptik. Yine olsa yine yaparız! Bir an bile tereddüt etmeden!" Her sözcüğünü bastıra bastıra kendinden emin bir şekilde söylemişti. "Bize ne olduğu dert değil! Ne esir düşmek korkutuyor ne ölüm! Peki ya geride kalanlar! Sende telefonla evli olacaksın! Sen de onun gibi tek başına bir evin yüküne taşımak zorunda kalacaksın! Kötü haber alacağım diye uykuların kaçacak! Gece sarılıp uyumak için sevdiğin adamı bekleyeceksin haftalarca, aylarca... Para için yapılmaz bu iş! Vatan sevdası lazım! Üç kuruşun derdinde olan adamlar değiliz. Ama arkamızda fedakar kadın isteriz." Burnunu çekti. Ayşen'in sözleri hepimizin asabını bozmuştu. Toparlandığında bunları hatırlayınca utanacaktı biliyorduk ama bu gerçek canınızın sıkılmasını engellemiyordu.
"Bak kızım! Sonradan yarı yolda bırakmaktansa en başından başlamamak iyidir. Güzel kızsın! Yine seversin! Taşıyamayacağın yükün altına girip kendini de beni de üzme! Mesleğin var, tahsilin güzel! Sen iyisi mi sabah sekiz akşam beş çalışan, kesesi dolgun bir delikanlıya ver gönlünü. Asker yolu beklemezsin! Kafan rahat eder! Ben de ardımda gözü yaşlı kimseyi bırakırım düşüncesini taşımadan görevimi icra ederim. Bundan sonrası önce Allah'a sonra sana emanet!"
Ardına bakmadan çekip gitmek istediğinde Rozerin gururunu bir kenara bırakıp önüne geçti ve onu göğsünden sertçe ittirdi. Ağzının ortasına okkalı bir yumruk savuracak diye korkmaya bile başlamıştım. "Hepsi bu mu? Daha ne söyleyeceksin çok merak ediyorum. Sana daha önce de anlattım ve görüyorum ki anlayamamışsın. Ölümden korksaydım örgütün ölüm listesine adımın yazılacağını bile bile yapacakları pislikleri gelip size anlatmazdım." Kürşat sesini yükseltip gerçeği haykırır gibi dudaklarına doğru eğildi. Alina ile birbirimize bakıp uzaktan hayret dolu gözlerle onları izliyorduk. Aslında en büyük engel Kürşat'ın kafasındaydı ama henüz yanlışının farkında bile değildi.
"Ben bu işi yapamayacak bir hale geleceğim o güne kadar her zaman ölümün kucağında gözlerimi açacağım. Böyle olmaya alıştım. Bir çekincem yok. Ama..." Rozerin daha fazla dayanamayıp, "Yeter!" diye bağırdı. "Kimin kimden önce öleceğini ancak Allah bilir! Ecelin kime önce geleceği belli olmaz. Sırf silah taşıyorsun, mermilerinin altında dolaşıyorsun diye kendine ömür biçmekten vazgeç!" Kürşat burun kemerini sıkıp elini gergince asker traşı olan saçlarında dolaştırdı.
"Zamanla pişman olacaksın! Kolay iş değil bu! Çocuk oyuncağı değil! Benim gönlüm de çalıp çırpıp ayak altına düşürceğin kadar değersiz değil! Sen..."
"Ben!" dedi Rozerin. Büyük bir itirafın geleceğini bilir gibi başımızı eğdik. Onları dinlememiz gerektiğini bile bile bu onlara şahitlik etmekten kurtulamıyorduk. "Ben seni her şekilde kabul ettim. Ama belli ki sen kafandakileri yenemiyorsun. Ben seni kaybetme ihtimalini bile sindirmişken sen beni yoluna yoldaş kılamıyorsun. Belki de gerçekten sevmiyorsun! Sevme o zaman! Kimseden aşk dilenecek kadar gurursuz değilim! Yolun açık olsun." Daha fazla konuşmayıp ardına bile bakmadan hızlı adımlarla gitti. Kürşat bir süre onun bıraktığı izlere bakmış ardından o da öfke bir hayal kırıklığı ile kendi evine yönelmişti.
Başımı eğip dudaklarımı yılgınlıkla sallandırdım. "Görüyorsun işte! Bazen cepheyi düşmana karşı açmazsın. Kendi içinde de çok şeyle mücadele etmek zorunda kalırsın. Zor bir işimiz var. İşden öte bunu vatan borcu olarak görüyoruz. Başka türlü bu koşullara uyum sağlamak mümkün olmuyor. Sen de eski bir askermişsin. Ne kadar yaptın bilmem ama bunun her yiğidin harcı olmadığını bilirsin." Gözlerinde şefkat parıltıları görünce rahatladım. "Biliyorum."dedi kendinden emin bir şekilde. "Bazen günlerce aç kalırsın. Soğuk hava şartları çok zorluk çıkarır. Arazide buz gibi suyun içine dalarsın. O ıslak kıyafetlerle aç aç dolaşır vatanı korursun. Ölümün kol gezdiğini bilirsin. Yaralanmaları göze alırsın. Çok kısa bir süre yaptım askerliği ama bildim tüm zorluklarını."
"Anlayış istersin. En azından evinde rahat etmek, huzur bulmak istersin. Bazen eşin de anlamaz halinden. Evlilik yıl dönümü, doğum günü, söz, nişan der gel diye tutturur. Burda bana ihtiyaç var dersin anlamaz. Çocuklar, kızlar dağa kaldırılıyor, terör leş yuvalarına sinmiş hazırlık görüyor diyemezsin anlamaz. Teröre direnen köylere ölüm yağıyor, çocukların kanları dökülüyor, evler yakılıyor. Anlatmak istersin anlamaz. Bazısı da ihanet eder. Yokluğunda gönlüğünü senden soğutur başka sevdaların peşine düşer. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur derler. Sen bu ıraklığın bedelini nasıl ödeyeceğini bilmezsin."
Elimi tuttu. "Ben böyle biri miyim?" Dediğinde soluğumu tuttum. Nefesim ciğerlerimi yakıyordu. "Değilsin."
"Ama iki kişi için planlanan yalnız bir hayatı da hak etmiyorsun." Dudakları yarım, buruk bir gülüşle aralandı. "Buna sen mi karar veriyorsun?" Duraksadı. "Ve neden bu kadar geç karar veriyorsun?"
"Seninle olmak istiyorum. Bazı şeyleri aşmamız gerekiyor." Sıkılmış gibi gerildi. Haklıydı. Sözlerim birbirini tutmuyordu. Beni bu hale getiren şey aşktı. Başlarda görevim belliydi. İşin içine duygular girmeden önce tek derdim dayısıyla ilgili bir şeyler öğrenip örgüte ulaşmaktı ama şimdi her şey değişmişti. Onu seviyordum. Ondan vazgeçemiyordum. Aşkı için mücadele etmek zorundaydım ve mücadelemin hayatımın anlamı haline getirdiğim değerleri ziyana uğratmayacağından emin olamıyordum.
"Neden askerliği bıraktın?" Gözlerini kaçırdı. "Öyle olması gerekiyordu." Alina'nın elini tutup avuçlarını avuçlarıma hapsettim. "Neden öyle olmak zorunda olsun? Birbirimizden bir şeyler saklamamalıyız. Gerçek bir evliliğimiz olmasını istiyorum ve bunun için sırlardan kurtulmamız gerekiyor."
Adımlarını patika yola doğru attı. "Önemli sayılabilecek bir şey değil aslında. Hakkımda soruşturma açıldı. Çalıştığım birimde değerli olan bir operasyonda bir hata yaptım. Hatamın sonucunda bazı insanlar zarar gördü. Bu yüzden görevden el çektirildim. Basit bir hataydı aslında ama bedeli çok ağır oldu." Detay vermemesi kafamı karıştırmış. Alina nasıl bir hata yapmış olabilirdi ki? O zamanlar Vladimir'in Alina ile ilişkisi nasıldı? Bosna'da yüksek bir askeri görevi icra ediyordu. Hal böyleyken yeğenini koruyup kollaması en nihai sonuçtu . Neden hiçbir şey yapmamıştı?
"Dayın? Tüm bunlar olup biterken neredeydi?" Dayısının adını geçmesi bile Alina'nın yüzünde belirgin bir renk değişimine sebep olmuştu. "Dayımla ilgili konuşmak istemiyorum Barbaros." Ellerim saçlarında dolaştı. Güven verici ses tonum yine iş başındaydı. "Bana güvenmiyor musun? Birbirimizi seviyoruz Alina. Seni incitecek üzecek hiçbir şeye dayanamam ben! Buna rağmen aramızda hiç güven ortamı oluşmadı mı?" Alina'nın dayısına olan bağlılığı sinirlerimi bozuyordu.
"Dayım önemli bir görevi icra ediyordu. Bulunduğu pozisyonun gizli kalmaması çok kritik sonuçlar doğurabilir. Bu yüzden onunla ve göreviyle ilgili konuşmayı sevmiyorum. Dayım ülkesine bağlı önemli bir insandı. Buraya geldiğim günden bu yana sürekli onun hakkında suçlamalar duydum. Hak etmediği çok fazla söz söylendi, çok fazla asılsız iddaya maruz bırakıldı." Gözlerindeki öfke kıvılcımları canımı yakıyordu. Sanki kirpiklerinin her biri bir mızrak olmuş yüreğime batmıştı. Alina dayısını neden bu kadar seviyordu? Ve neden ona bu kadar güveniyordu? Hata yaptığına inanmak bu kadar zor olmamalıydı.
"Sana bununla ilgili deliller sunmuş olmalılar. Hata yapmış olabileceğini hiç düşünmedin mi? Belki de gerçekler sandığından farklıydı!" Bakışları kızgın bir şekilde üzerime yerleşti. "Hiçbir şey bilmiyorsun Barbaros. Dayım yıllarca Bosna halkına hizmet etti. Sayısız başarılı operasyon ve görevde bulundu. Ona ait olan ödüllerin ne haddi var ne de hesabı. Devletin en gizli, en kritik bilgilerine bile sahipti. Şimdi onu örgüt ajanı olmakla suçluyorlar. O olmasaydı belki ben çoktan ölmüştüm. Hana ile güvende kalabilmemiz bile mümkün değildi." Ciğerlerindeki nefesi bıraktı. Omuzlarında dünyanın yükünü taşıyormuş gibi yorgun görünüyordu. İlk kez bu kadar birbirimize açık kalmıştık. İmran'ı araştırdığımda ben de aynı bilgilere erişmiştim. Profili temiz iyi bir istihbaratçı imajı kuruyordu. Fakat gerçeklerin bundan çok farklı olduğunu biliyordum.
" Bunun aksinin olmayacağına inanmış görünüyorsun." Sol kolunu tutan elimi hafifçe indirdi. "Evet! İnanıyorum. Dayım çocukluğumdan bu yana benim için hep bir sığınak oldu. Onunla oyun oynardık. Benimle çok fazla şey paylaşırdı. Asker olmamı da o istedi ve düşünmeden kabul ettim. Eğer o soruşturmayı geçirmemiş olsaydım belki ben de ülkem için daha fazla savaşabilirdim. Dayım babam gibi. Onun asla kötü bir şey yapacağına inanmıyorum üsteğmen." Dudaklarım acıyla kıvrıldı. Gözlerimden binlerce hayır çığlık çığlık yükseldi. Alina kördü. Kalbine perdeler inmişti de haberi bile olmamıştı.
"Demek Türkiye devleti yanılıyor. Yanlış adamın peşindeler öyle mi? Bu işin peşindeki insanlara güvenmiyorsun!" Hata etmiş gibi geriledi. Gözleri söylediklerime inanmıyormuş gibi irileşti. "Ha-hayır!" dedi kekeleyerek. Aslında o da büyük bir duygu karmaşası içerisindeydi. " Bak Barbaros ben Türkiye'ye büyük bir minnet borçluyum. Bu ülkeyi, bu ülkenin misafirperverliğini, insanlarını çok seviyorum. Burası benim Bosna'daki o savaştan sonra yuvam oldu. Bana aile oldunuz. Kalacak yer ve iş verdiniz. Bunun için ne kadar teşekkür etsem az. Bu ülkeye hizmet etmek ve borcumu ödemek istiyorum. Ama bunu inanmadığım bir düşünceye sığınarak yapamam. Dayımı bilip bilmeden karalayarak yanlış yönlendirmelerde bulunmam. Bu dayım İmran Borya'ya olduğu kadar Türkiye devletine de zarar verir. Hal böyleyken yanlış adımlar atmamı bekleme!"
Sıkılır haldeki yumruğumu belimin arkasına sakladım. Yüzümü ifadesiz tutmaya çalışıyordum. O hain ülkeme zarar vermişti. Üstelik kendi ülkesindeki iç savaşın ilk nüvelerinin atılmasına da bizzat o ve bulunduğu örgüt el ayak olmuştu. Hal böyleyken Alina'nın gerçekleri görmemesi canımı yakıyordu. Ona dayısının bir hain olduğunu ispat etmek zorundaydım. Peki ya Alina? O gerçekten ülkeme düşmanlık duyguları beslemiyor muydu? İhanet içerisinde değil miydi? Ya yanılıyorsam! Ya aslında bir haine sevdalanmışsam?!
"Bir gün düşüncelerinin tam aksini ispat edecek gerçeklerle karşılaşırsan o zaman tüm geçmişini silip doğru olanı yapar mısın Alina Mihaloviç Demirsoy! Gözünü kırpmadan sana her anlamda destek çıkan bu insanların gerçeklere ulaşmasına yardım eder misin?" Başı dikleşti. Gözlerinden alevler saçılıyor gibiydi. Yüreğindeki külleri hissetmiştim. "Eğer dayım İmran Borya gerçekten bir hainse gözümü kırpmadan onu kendi ellerimle öldürmesini bilirim. Tüm günahlarının karşılığını bulması için bu uğurda kendimi feda eder ve gerçekleri haykırırım. Adil olan neyse onun yanında olurum." Daha fazlasını konuşmak istemiştim fakat sözlerimi bölen şey Hana'nın cıvıldayan sesi oldu.
"Sestra! Kavnım acıktı." Güzelliğin kendine has şivesi ortamdaki gerilim düzeyine düşürmüştü. Alina'nın gözleri kardeşi ile benim üzerimde gidip geldi. "Sanırım onu doyursam iyi olacak. Hoşça kal!" Aramızdaki soğukluk kolay kolay geçeceğe benzemiyordu. Profesyonel olmalısın Barbaros. Duygularını bir kenara bırakmayı bilmelisin. Vatanına hizmet, senden de sahip olduğun her şeyden de değerli. Hata yapmayacaksın. Duygularına yenilmeyeceksin. Yolun sonunda onu terk etmen gerekse de yılmayacaksın.
Kafamdaki sorularla birlikte kendi evimin yolunu tuttum. Kapıyı kapatırken Erkin'in de bakışlarını üzerinde hissetmiştim. Nihayet aldığı yaranın zayıflatıcı etkisinden kurtulmuş ve rahat hareket etmeye başlamıştı. Muhtemelen bizim Kürşat ve Rozerin'i dinlediğimiz gibi o da bizi dinlemişti. Nasıl bir çıkmazda olduğumu anlıyordu. Yaşadığı şey zordu ama ben de az sırtüstü yuvarlanmamıştım. Onu sevmediğim zamanlarda bile bu görev benim için yorucu ve tüketiciydi.
Kapıyı ardından kapatıp sıcak bir duş altında rahatlamaya çalıştım. Haftalarca annemi aramamıştım. Zeliş hanım hayırsız oğlundan haber alamadığı her gün delirmiş olmalıydı. Telefonu elime alıp evdeki kablolu telefonu birkaç kez çaldırdım. Gözlerim ve ellerim sürekli annemin binbir emekle işleyip telefonumun ahizesinin üzerine işlediği dantellere kayıyordu.
"Nihayet açabildin anne. Haberlerini aldım." Sesim biraz öncekine kıyasla çok daha neşeli çıkmıştı. Telefonun ahizesinden gelen metalik ses ne yazıkki benim kadar neşeli değildi. " Nasılsın oğlum? Umarım her şey yolundadır." Aklımdan geçen her şeyi geri plana atıp en sahici yalancılığımla, "İyi anne!" dedim. "Nihayet uygun böbrek bulunmuş. Buna ne kadar sevindiğini tahmin bile edemezsin." Telefonda kısa bir sessizlik oldu. Bir şeylerin ters gittiğini hissetmiştim. " Anne!"
"Önemli bir şey yok salyangozum. Sana güzel haberler vermek isterdim ama..." Devamını getirmeye güç yetirememişti. " Ama ne? Bir sorun mu var? Nakille ilgili bir problem mi çıktı yoksa?" Oldukça yorgun ve üzgün bir ses tonuyla bana cevap verdi. "Nakil olmayacak yavrum. Ben..." Derin bir nefes sesi duyuldu. "Çok üzgünüm. Böbreği kabul edemedim." Öfke bir anda yüreğimden taşıp yükseldi. " Anlamadım! Kabul edemedim de ne demek oluyor? Bunu ne kadar beklediğimizi biliyorsun anne. Neden?" Sessizlik uzadıkça sinirlerim de gerginleşmişti.
"Sırada bekleyen genç bir kadın vardı. İki çocuk annesi... Çaresizdi. Kimse benden bir şey istemedi ama... Ben yaşayacağımı az çok yaşadım. Her gün diyalize girmek için hastaneye geliyordu. Çocuklarına bakacak kimsesi yoktu. Kocasını kaybetmişti. O zavallı çocuklara kıyamadım oğlum. Ne kadar perişan olduklarını biliyorum. Annelerinden başka kimseleri yoktu ve... Sahipsiz kalacaklardı." Söylediği her bir cümle kalbimin üzerine yerleşen dikenli bir topuz gibiydi. O topuz hareket ettikçe ve uzadıkça tüm dokuları paramparça ediyordu. Yaptığı fedakarlık öyle büyük öyle değerliydi ki temiz yüreğine söyleyecek hiçbir söz bulamıyordum. Herkesin sadece kendini düşündüğü bu bencil dünyada annemin masum yüreği akıl alır gibi değildi. Keşke fedakarlığın karşılığını onsuz kalarak ödemeyecek olsaydık.
"Bir şey söylemeyecek misin?" Suskundum. Gözlerimden her an damlamak için fırsat kollayan yaşları burnumu çekerek gerisin geriye göndermeye çalıştım. Ses tonumu güçlü çıkarmak o an için fazlasıyla zordu. "Ne demeliyim ki? Tamam anlıyorum! Belki hayatının en büyük iyiliğini yaptığını düşünüyorsun ama ya biz? Babam... Seni her gün hasta görmek zorunda kalan kocan ve oğlunun hiç mi hatırı yok?" Boğaz ayıkladım. Kırgındım ama annemi üzmek ve daha fazla yıpratmak istemiyordum.
"Her zaman birileri çıkacak anne! Senden daha genç ya da daha muhtaç... Her seferinde fedakarlık yapan olmaya nasıl dayanacaksın? Ya bir gün sen toprak olur gidersen! O zaman biz nasıl dayanacağız?" Elimi sertçe telefonun bulunduğu şifoniyere indirdim. "Üzgünüm bu kadar fedakarlık yapacak durumda değilim. Sen benim annemsin! Görmeni istediğim çok fazla şey var hayatımızda!" Duraksadım. Sözcükler dilimden yuvarlanamayacak kadar yaralıydı. "Kapatmam lazım! İşlerim var." Veda sözcüğünün yarısında ahizeyi yerine yerleştirdim. Gözlerimi sımsıkı yumdum. İyi hissetmiyordum.
Hiçbir şey olmamış gibi, her şey yeterince kötü değilmiş gibi kendime küçük bir sandviç tabağı hazırlayıp televizyonun karşısına geçtim. Dikkatimi vermek çok zordu. O kadar yorgundum ki bir serabın içinde gibiydim. Yatağa uzanıp sağa sola döndüm. Uykusuz olduğum halde gözüme bir damla bile uyku girmiyordu. Nihayet uyuyamayacağımı anlamıştım. Kendimi Alina'nın telefon konuşmalarının kaydını aldığım cihazın başında buldum. Bir şeyler bulabileceğime inanmasam da kayıtları hızlıca gözden geçirme ihtiyacı hissettim.
Sesini duyduğumda kalbimin tüm ritmi şaşırmıştı. Yan evimde oturuyordu. Bir kaç adım yakınımda olsa da aramızdaki tüm kirli izleri silmeden ona yaklaşamayacaktım. Sesi nefesimi kesmişti. Kanım zemheri bir karanlığı tüm damarlarımdan hücrelerime taşıdı. Sanki onda bile hem zehir hem yaşam saklıydı. Onu istiyordum. Onu deliler gibi istiyordum. Koşulsuz, şartsız gerçek bir ilişkimiz olmasını bekliyordum. O benimdi. Bana yazılmıştı. Artık kaderin ikimizi aynı hayat ipliğine düğümleme zamanı gelmişti. Dudaklarım onun sesini duymanın verdiği huzurun yansımasıyla tebessüm etti.
O an duyduklarım beni suratımı ağır bir yumruk yemişim gibi sendeletti. "Hayır hayır!" İnlemelerim, sayıklayışlarım yersiz değildi. Alina o adamı aramıştı. Alina onunla buluşmak için söz almıştı. O haine güveniyordu. Buluşacaklardı. Bizle ilgili ona bir şeyler taşımış mıydı? O şerefsiz gerçek kimliklerimizi biliyor muydu?
Nefes alamadığımı hissettim. Bedenimi saran o köhne alevler gözlerime kadar ulaşmıştı. Yaşlar ardı ardına dizildi. "Allah kahretsin!" O bir haindi. Belki bilerek değil ama dayısına hizmet ediyordu. Onunla görüşüyor, bizden bahsediyordu. Geriledim. Ayakta bile zor duruyordum. Sanki biri satırla topuklarımdan başlamış ve dizlerime kadar bedenimi dilim dilim etmişti. Başıma saplanan ağrı yutkunmama sebep oldu.
"Hayır!" Dedim sayıklar gibi. "Hayır hayır!" Sesim ağlamaklıydı. "Bir haini sevmişim. Bir haine dokunmuşum!" Hıçkırıklar ardı ardına dizildi. "Göçmen kızı Vladimir'in içimize yerleştirdiği bir hain!" Sık ölü nefes seslerim odayı doldurdu. Gerileyip sırtımın duvara sertçe çarpmasına izin verdim. Başım dönüyordu. Bu gün konuştuklarımızı düşündüm. Ona şüphe duymaksızın güveniyordu. Bu güven sevdiğim kadına her şeyi yaptırabilirdi.
Hıçkırıklar boğazımda hırıltılı sesler çıkardı. Onu sevmiştim. Aşkımız için mücadele edecektim. Bir hain için... Kan beynimde fokurduyordu. Elimi hırsla masanın üzerindeki biblolara indirdim. Diğer yumruğum radyoya sertçe indi. Kırılıp paramparça olmuştu. Kasetler kırıldı ve içindeki ince siyah rulo dağıldı. Bir yandan "Hain!"diye haykırıyor bir yandan da elime ne geçerse geçsin fırlatıyordum. Yanılgıların en büyüğünü tatmış olmayı kaldıramıyordum. Haykırarak ağlamak istiyordum. 33 er... Sayısız şehit... Kaosun içinde kıvranan binlerce insan... Bunun yükünü nasıl kaldıracaktım? Vebalini nasıl sırtlayacaktım? Onu kadınım yapmak istemiştim. Bunca hayali bir hain için mi kurmuştum? Bir teröriste mi gönül bağlamıştım?
Yumruklarımı defalarca duvara indirdim. Nihayet yorgun düşüp kendimi duvarın dibine bıraktım. Dizlerimi karnıma çekip ağladım. Alnım ter içinde kalmıştı. O an gıcırdayan kapının ardındaki o ince uzun gölge bozulan sinirlerimi daha da alt üst etti. "Barbaros..." Ölü bakışlarım çölde hayat suyu bulmuşum gibi üzerine yerleşti. Alina'nın bedeninde beyaz bir gecelik vardı. Karanlık habis hayatına yakışmayacak kadar saf ve güzel görünüyordu. Saçları ıslaktı. Sanırım duştan yeni çıkmış ve sesleri duyunca endişelenip bana gelmişti.
Hızlı adımları çıplak ayaklarımın dibinde yer bulmasını sağladı. Gözleri yorgun ve uykusuzdu. Teni açıktı. Eğilip dizlerini kırdığında makyajsız masum yüzü ve yosun gözleri gözlerimin hizasında durdu. "Korkuttun beni! Neler oluyor? Neden bu haldesin?" Sağ eli ürkütmekten çekinir gibi alnıma uzandı. Yüzümü çevirdim. Şüphe çekmeyecek şekilde davranmaya çalışıyordum. Duygularımı bir kenara bırakmalıydım.
Zarif ince, beyaz elleri ayağıma ilişti. "Kendini yaralamışsın. Cam..." Kırılan fotoğraf çerçevesine baktı. Hasret ve acıyla gözlerimi gözlerine dikmiş ona öylece dalıp gitmiştim. "Barbaros! Yalvarırım bir şey söyle! Neler oluyor?" Bir damla yaş gözümden süzüldü. Yorgun gözlerimi sıkıp iyi olmak için çabaladım. Çürüyüp toprağa karışmış bir cesed kadar bile canlılık emaresi gösteremiyordum.
"Hiç!" Dedim gülümsemeye çalışırken. "Hiç! Koskoca bir hiç!" Dişlerim dudaklarımı paralar gibi kıskaca aldı ve sıktı. Dilim haykırmak istediği ne varsa alevli bir kafese bülbül misali tutsak etti. Etrafına şaşkın ve endişeli bakışlar attı. "Şunu temizlemeliyiz." Başımı geriye bıraktım. Ellerim titriyordu. Kesik soluklarımdan başka bir ses duyuluyordu. Duvarda asılı duran ecza dolabımda pamuk, sargı bezi ve tentürdiyot alıp yanıma geldi.
"Canın acıyacak!" Camı dikkatlice çıkarıp kenara koydu. Gözüm bile kırpmamıştım. Canım yanıyordu fakat bu cam senin hançerlerinin yanında koca bir hiçti göçmen kızı. Sen beni ölmekten beter ettin ve ben artık kalbimdeki acıdan bedenimdeki tüm acılara karşı duyarsızlaştım.
Pamukla yarayı temizleyip incitmemeye çalışarak sarmaya başladı. Elleri sıcacıktı. O dokunmadan önce tenimin buz tuttuğunu anlamamıştım. Çok güzel bir koku sardı her yanımı. Çiçek kokulu bir sabun değmişti tenine. Aklımı karman çorman eden zarif bir kokuydu. Aslını astarını parfümle izah etmek güçtü. "Ne zaman konuşmaya karar vereceksin?" Sesi fısıltı gibiydi. "Önemli bir şey değil!" Dedim zırvalar gibi. "Çenesiz bir kadın değilim ama konuşana kadar seni rahat bırakmayacağımdan emin olabilirsin!" Yarı ağız güldüm. Oysa içimin ona tutulup kangren olan yanı çok acıyordu. Cevapsız kaldığı her an kendinden bir parçaya veda ediyordu da çaresizce susup kalmaktan fazlasını yapamıyordum.
"Konuş! Durma anlat!" Güldü. Gözlerindeki acıyı tebessümüyle gizlerdi. Bense ondan önce acı nedir bilmezdim. Benim tebessümlerim yalanlarımı gizlerdi. Saklanıp köşe kapmaca oynadıklarımız ayağıma hatrı sayılır daha ne çok tekme atacaktı. Acılara yabancıydım. Bilmezdim ağlamayı onu tanıdığımdan bu yana gözlerimin seli aşinası olduğum eski kindar bir dost gibiydi.
"Ne istersen! Susma yeter!" Suskunluğum istediği cevabı vermişti. "Mostar köprüsünü biliyor musun?" Dedi. "Biliyorum. Şu aşık oğlanların evlenme teklifi etmek için suyuna atladığı köprü değil mi?"
"Evet!" Diye omuz silkti. Dudaklarını nemlendirip ilgiyle anlatmaya devam etti.
"O köprü ilk yapıldığında yıkılacağını düşünmüşler. Mimar Hayrettin onu ayakta tutamam diye tabutunu bile hazırlamış. Yıkılmamış! Söylentilere göre mimar bir yumurta kabuğunun içine bir dua yerleştirmiş ve kabuğu harca bırakmış. Bu sır yıllarca saklanmış. O sır köprüyü yıkılmaktan kurtarmış. Köprü yıkılmadığı için Mimar Hayrettin'in canı da kurtarmış." Nerden aklına gelmişti şimdi? Dikkatimi ne de güzel dağıtmıştı böyle! Bir delilik yapmamak için biraz olsun sakinleşmiştim.
"Yıkıldı!" Dedim. "Kasım ayında yıkıldı. Onu bile sağ koymadılar." Gözleri doldu. Bunu zaten biliyordu. "Hiçbir sır gizli kalmaz. Saklananlar er yada geç dökülür." Histerik bir şekilde gülümsedi. "Mimar akıllı adammış! Sırlı duayı onca nesne varken zayıf bir yumurta kabuğuna saklamış! Kimsenin ruhu bile duymamış! Ta ki köprü yıkılana dek! Kendinden geçmiş ama köprüsünden geçmemiş! Yapılan işe ölürcesine sadakat göstermek bu olsa gerek!"
"Bunu neden anlattın?" Dudaklarımın bir santim gerisinde durdu. Gözleri gözlerimdeydi. Karşısında duygularım çırılçıplaktı. "Sadece aklıma geldi. Aklıma hep o köprü geliyor. Hatta rüyalarımda bile!"
"Vatan hasreti!" Dedim yazık eder gibi. "Belki de ondandır. İnsan doğup büyüdüğü yerden kopamaz." Başını salladı. "Kokusu burnumda sevdası yüreğimde. Bir gün yine kısmet olacak mı oraya gitmek. Bir gün yeniden Hana ile o sokaklarda dolaşıp lezzetli yemeklerinden yiyebilecek miyim? Korkusuzca Boşnak türküleri söyleyebilecek miyim yine?" İki parmağımla çenesini kavrayıp gözlerini gözlerimden ayırmadan dudaklarına yaklaştım. Orada saf pırıltılar bulmak kendime duyduğum öfkeyi daha da arttırıyordu.
"Ya bir gün savaşta ihanet edenleri bulursan! O zaman ne yaparsın?"
"Gözümü kırpmadan öldürürüm." Elim bana yaslanan gövdesini sardı ve belini kavrayıp onu kıskıvrak yakaladı. "Serden geçiliyor ama vatandan geçilmiyor Boşnak güzeli! Vatana millete değen el elmastan olsa kırılıyor. Kanla sulanan toprağı korumak için ne ölmekten korkuyor insan ne öldürmekten!"
"Korkmam!" Dedi dimdik. "Bunu reva görenin kor olur düşerim yüreğine! Zehir olur kanına karışırım! Kefen olur tenini sararım! Ölüm olur tabutunda biterim. Artemis olur mezarında açarım! Ölürüm ama yanına bırakmam!" Parmaklarım saçlarını geriye itip çıplak omzuna yerleşti. Gücüne hayran kalmamak imkansızdı.
"Aynı yolun yolcusuyuz. O halde vatanım için onu bölmeye çalışan hainlere neler yapacağımı tahmin etmişsindir." Bakışlarında merak vardı. Neyi ne kadar biliyordu anlamak güçtü. Kendimi ele vermek ve şüphe uyandırmak istemiyordum.
"Bana o ninniyi söyler misin? Sesini özledim!" Keskin keskin gülümsedi. "Bir şartla. Bana neden ağladığını söyleyeceksin." Gözümü kırpıp onu onayladım. "Ekselans nasıl isterse." Derin bir nefes aldı. Gözlerini yumdu. Yüzündeki yumuşama ifadesi kalbimdeki dikenleri bir kez daha yerinden oynattı. Farkında değildi. Ben ona her baktığımda kanıyordum. Onunla belki de hiç ulaşamayacağım geleceğime bakarken acıdan kıvranıyordum. Bir haini sevme ihtimali kirpik uçlarıma kadar titrememe sebep oluyordu.
Zaspi mi čedo mamino" diyen masum, gururlu sesi doldurdu odayı. Gözlerini kapattığı için ona riyakar duygularımı gizlemeksizin bakabiliyordum. Gün ışığı sızdı karanlık bulutlarla dolu kederli evime. Sesi içime işledi. Benden çok şeyi alıp götürdü. Yüzlerce hançerin derime yerleşmesine sebep oldu. İki ateş değil iki cehennem arasındaydım. Ne olacaktı şimdi? Onu tutuklattıracak mıydım? Sorguya mı alacaktım? Yoksa daha güçlü deliller elde etmek için dayısıyla buluşmasına izin mi verecektim? Onun daha fazla pisliğe batmasına dayanabilir miydim? Bileklerine kelepçeleri takıp öylece yanımdan alıp götürecekler miydi? O hapse düştüğünde hiçbir şey olmamış gibi, onu sevmemişim gibi yaşamaya devam edebilecek miydim?
Beni mahveden düşüncelerden habersiz hayatımdaki ışıkları yakmaya çalışıyordu. Bir hain olabileceğini yadımdan eksik etmeyerek dizine uzandım.
O haine karşı bizi savunmuştu. Hiç mi yoktu ışık? Alina dayısının gerçek yüzünü gördüğünde hiç mi değişmez, hatasını anlamazdı? Yanağım dizine yaslandı. Elim diz kapağına yerleşti. Türküsü bitmişti. Küçük bir çocuk gibi beni teselli etmesini bekliyordum. Elleri saçlarıma dokununca bir damla göz yaşı gözlerimden sızıp geceliğine düştü "Geçecek asker! Seni yaralayan her neyse bir gün bitecek!"
"Geçsin Artemis çiçeği! Bitsin artık! Çok acıtıyor!" Elleri dakikalarca saçlarımda oyalandı. Bir kurban teslimiyetinde en zayıf halimle karşısındaydım. Bir askerdi. Vladimir'in gönüllü kuklasıydı. Belki bir terörist... Tek bir hamlesiyle boynumu kırıp bu işi bitirirdi. Yapamayacak yürekte bir kadın değildi ve ben hâlâ kahrolası duygularım yüzünden ona güvenmeyi seçiyordum. Yüreğim Alina'nın kötü biri olacağına neden inanmıyordu?
Sırtı üstü pozisyona geçip yattığım yerden gözlerine baktım. Karanlık odanın içindeki iki yakut gibi parıldadılar. Beni benden alan zümrüdüankanın kanadındaki iki yakut gibi... Ayrılık ölümden beter derlerdi. Yaşadığım bu sözü haklı çıkaracak kadar yıkıcıydı. Sevmemeliydim. Ummamalıydım onu! Yapamamıştım. Avcıyken ava bağlanmıştım. Unutmuştum unutmam sandığım nefreti! Ruhuma kazınmıştı artemis çiçeği!
Parmak uçları yanaklarıma dokundu. Kemikli dokuya nasıl özenle, sevgiyle dokunduğu görüyordum. Kendimi ondan alıkoyamıyordum. Bu gözler gerçek bir hainin gözleri olsa beni bu hale getiremezdi. Tek bir kurşunla işini bitirirdim. İstese de bir hata yapamazdı.
Yerimden doğruldum. Hâlâ meraklı bakışları üzerimdeydi. "Annem..." dedim sızlanır gibi. "Kendisine uyan böbreği bir başkası için reddetmiş! Çocukları olan bir kadın..." Yüzündeki ifade kırılgan bir hal aldı. "Ah! Çok üzgünüm! Zeliş anne!" Bir şey söyleyemiyordu. Çünkü bu fedakarlığa söylenecek tek bir söz bile yoktu.
"O organ sırasında daha genç, daha fazla hayali olan binlerce insan var. Kendini düşünmek zorundaydı. Bizi düşünmek zorundaydı." Sesim kısıldı. Aynı gün bu haberleri almak iyi gelmemişti. Bana sımsıkı sarıldı. "Neden söylemedin?" Karşılık verdim. Acılarımın sahibinde teselli bulmaya çalışıyordum. Boynuma sayısız öpücük bırakıp soluğunu koynumda dinlendirdi. "İyi olacaksın! Ben yanındayım! İyi olacaksın!" Yanaklarını boynuma, yanaklarıma, dudaklarıma sürttü. Kışkırtıcıydı. Yutkundum.
"Son günlerde bu yüzden iyi değildin! Tüm kafa karışıklıklarının sebebi bu! Bir yandan iş sorunları, bir yandan ailen... Sana anlayış göstermeliydim!" Ellerimle yanaklarını kavradım. Güzel gölgeli yüzü gerçek bir acıyla hemhal olmuştu. Bakışlarını bir an bile kaçırmadı. O gerçekti. Aşkı gerçekti. "Seni seviyorum!" Dedi tüm samimiyetiyle. "Seni seviyorum!" Bu ikimizin tek gerçeğiydi. Dudaklarımızı birbirine kavuşturdu. Bana yasak olan kadındı. En acısı da onu hayatıma, bedenime deliler gibi istiyordum. Sağ eli kolumu sıktı. Bir öpücükten fazlasını istiyorduk. Alt dudağımı hafifçe ısırdı. Sertleşen dokunuşları aklımı toparlamama engel oluyordu.
"Barbaros!" Ona sımsıkı sarıldım. Ellerim bacaklarını kavradı. Bacaklarında arzuyla dolaştı. İç çekti. Dudaklarımız anlık duraksasa da onu kucağıma oturttuğumda hareketleri daha da hızlandı. Hemen şimdi durmam gerekiyordu. Bu yanlıştı. O şüpheliydi. Belki zanlı! Bir şey yaşamama ihtimalim varken, buna güç yetirebiliyorken durmalıydım. Ona dokunma arzusuna direnemiyordum. "Alina!" Arzu aklımı başımdan almıştı. Gelmemeliydi. Bu kadar yıkık dökükken, ona her zamankinden fazla ihtiyaç duyuyorken bana yaklaşmamalıydı. Geri çekildim. Soluk soluğaydım. Ayağa kalktım. Birkaç adım uzaklaştım. Oysa böyle davranarak çok şeyi tehlikeye atıyordum. Alina gerçekleri öğrendiğinde benden nefret edecekti.
Pencerenin önüne geldim. Alnımı tahtaya yaslayıp aklımı toparlayabileceğim anı bekledim. "Neler hissettiğini anlıyorum." Dedi fısıltıyla. Başını sırtıma yaslamıştı. Hiçbir şeyden anladığı yoktu. Ben onun aşkıyla ölüp ölüp diriliyordum. Başımı gözlerimi kapayarak geriye bıraktım. Saçları enseme değiyordu. Sıcaktı. İç gıcıklayıcıydı. Enseme sıcak bir öpücük bıraktı. Gövdemi ona döndüm. "Beni korumaya çalışıyorsun! Bu yüzden dokunmuyorsun. Ölmekten değil, beni savunmasız bırakmaktan korkuyorsun. Ardında kimsesiz bir kızı bırakırsan ah alacağını sanıyorsun! Ben sandığın kadar savunmasız değilim."
"Biliyorum!" Dedim tebessüm ederek. "Sen çok güçlüsün!" Bakışlarımı gözlerinden indirdim. "Alina bilmediğin şeyler var!"
"Yaptığın iş sırlar gerektiriyor. Her şeyi bilmek zorunda değilim." Gözlerine acıyla baktım. "Benim bir görevim var artemis çiçeği!" Gözlerini gözlerimden ayırmadan biliyorum!"dedi. "Biliyorum! Hep ölümle yaşıyorsun! Gizli operasyonlar! Kılık değiştirmeler... Hepsinin farkındayım!" Gözlerimi hüzünle yumdum. "Değilsin! Bir şey bildiğin yok!" Boyuma yaklaşmak için parmak uçlarında yükseldi. "Ben de askerdim üsteğmen. Bunun insanın boynuna nasıl bir borç yüklediğini iyi biliyorum. Bununla baş edebilirim. Birbirimizi tamamlarız."
"Ülken için her şeyi yapar mıydın?"
"Yapardım!" Dedi bir an bile düşünmeden. "Ben de! Gerekirse ölümcül bir yarayı yüreğimden kazıyarak söker atarım!"
"Ben de! Bu bize engel olamaz. Geride ailesini bırakan bir sen değilsin." Sustum. Tek derdimiz bu değildi ki! "Şehit olsan ben seninle kurduğumuz bu yuvayı gözüm gibi korur kollarım. Anınla yaşarım! Seni sensiz de sevmeyi bilirim. Çok ağlarım belki ama pişman olmam! Allah'ın sevdiğim adamla bahşettiği her gün için şükrederim. Bana senden kalanlarla yaşamak da yeter!" Gözümden bir damla yaş süzüldü. Bir şey söyleyemiyordum. Başka şartlarda kavuşamadığımız için bizi karşı karşıya getiren o Allah'ın belası örgüte ve casus dayısına lanet ediyordum.
"Kolun kopsa kolun olurum! Tamamlarım seni! Dökülen gözyaşın, hastaysan dermanın olurum! Sen benim yuvam oldun. Kimsesizliğimi unutturdun! Ben de sen yokken bu evi sıcacık bir yuvaya çeviririm. Dumanı tüter! Tencerede yemek pişer! Beşikte belki dünyalar güzeli bir bebek ağlar! Sen gelirsin! Onda senin kokunu alırım! Gözlerinde gözlerini görürüm. İyileşirim!" Fısıltı gibi söylediği sözler kalbime yakıcı bir köz yerleştirdi. Bunu ne kadar çok istediğimin ayrımına varıyordum.
"O minik kuşu hatırlıyor musun?" Başımı salladım. "Onu bir mucize gibi büyüttün! Hayata kazandırdın! Beni de !" Ona sımsıkı sarıldım. Belki de hiç gerçekleşmeyecek o rüyaya tutulmuştum. Onu defalarca öpüp kokladım. Çok yalan söylemiştim. Çok oyun çevirmiştim. Dahası da gelecekti biliyordum. O kimsesiz değildi. Kardeşleri hayattaydı. Bunu ondan saklayarak ne büyük bir kötülük ediyordum oysa!
Dudaklarım şakaklarında kavisler çizdi. "Alina!" Adını sayıklıyordum. Deliler gibi arzuluyordum. Gözlerinde masumiyet vardı. Onu tanıdığım ilk günden bu yana asla bir katili o bakışlarda görememiştim. Onu seviyordum. Onu istiyordum. Deliler gibi arzularken artık uzak duramazdım. Kalbimin sesini dinlemek istiyordum. O benimdi.
"Alina!" Gözlerimi sımsıkı yummuş sadece kokusunu alıp ona kavuşacağım o am kilitlenmiştim. "Seni seviyorum. Sana kavuşmak istiyorum." Kollarını boynuma atttı. Bu geceyi onsuz geçiremeyeceğimi anlamıştım. Uzak kalmıştık. Artık hasret bıçağı kemiğe dayamıştı. Dudaklarım serserice boynuna yerleşti. Dilim arzuyla zarif bedeninde dolaştı. Ellerim yeniden bacaklarının altına ulaştı. Dudaklarından aşkla öptüm. Dokunuşlarım ikimizi hızlandırdı. "Alina kadınım olmanı istiyorum. Artık bu duyguya daha fazla direnemem."
"Senden başkasını ne hayatımda ne de bedenimde istemiyorum. En başından beri bana aitsin üsteğmen." Omuzlarındaki askıları indirdi. Onun olan hiçbir şey benden gizli kalmamalıydı. Bacaklarıyla belime tutunup yükseldi. Aklımı kaybetmiş gibiydim. Yaşayacaklarımızın bir hata olup olmadığını zaman gösterecekti. Onun iyi bir kalbe sahip olduğuna inanmak istiyordum.
Barbaros daha fazla duygularına mani olamadı. Ateş bacayı iyice sarmıştı. Şimdi ikisini de büyük imtihanlar bekliyor. ☺️
Artık bu haftadan sonra bölümler daha hızlı gelecek. Yıldızların Melodisi kurgumun son bölümünü yazmaya başlıyorum. ☺️ Kendimi tamamen bu kurguya bırakmayı düşünüyorum. Her anlamda başarılı bölümler yazmak istiyorum. Devamı daha heyecanlı olacak. Artemis 3 kitap olabilir. Açıkçası dördüncüyü yazıp yazmamakta kararsızım. Kitap fiyatları çok uçuk olduğu için baslı olursa sıkıntı olabilir. Devamında ciddi bir konu olursa yazılır ama uzatmak için uzamaz. Bu uzunluk kimi zaman okuru sıkabiliyor. Kitap fiyatlarını düşününce 3 kitapta bitirmek çok da mantıksız değil.
Bu konudaki düşüncelerinizi merakla bekliyorum. ☺️🦋❤️ Şimdilik hoşçakalın. Yıldız ve yorumlarınızı bekliyorum. Beni takip etmeyi ve abone olmayı unutmazsanız sevinirim.
Wattpad-Kitappad- tiktok : syildiz_koc
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.35k Okunma |
195 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |