23. Bölüm
Şeyma Yıldız KOÇ / ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI / 23. BÖLÜM: SOLDURULAN ÖLÜM ÇİÇEKLERİ 🦋

23. BÖLÜM: SOLDURULAN ÖLÜM ÇİÇEKLERİ 🦋

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

 

Medya:Suzan Hacıgarip (Yük) 🎶🎶

 

 

1993 Trnopolje Esir Kampı

Sabaha karşı genç adamın acılı haykırışları son buldu. Yaşadığı şey tam anlamıyla bir kabustan ibaretti. Sevdiği kadın alt katta tir tir titrerken bileğinde kelepçe ile duvardaki demire bağlanmıştı ve abisinin merhamet edip kendisini kurtarmasını bekliyordu. Berina’ya yapılanları affedemiyordu. Onu ne yapıp edip bu korkunç ölüm kampından kurtarmak zorundaydı. Berina yaşamak istediği güzel bir hayat vardı ve ne yazık ki kader ikisini bir araya getirmemek için ağlarını çoktan örmeye başlamıştı. Zamanla aşkını anlayacak Ve ona arkadaşlıktan öte bir sevgiyle bağlanacaktı. Ivan o günü sabırla beklemeye dünden razıydı. Günlerdir bu hücrede Berina’yı düşünerek zamanın geçmesini bekliyordu.

Adım sesleri çoğaldığında nihayet kapısını birini çaldığını anladı. Kapı gıcırtıyla açıldı. Bu küçük dağ köyünde soğuk ve açlık kalbini donduracak raddeye gelmişti. Başını hafifçe kaldırıp gözlerini kapının eşiğinde beliren bir çift ayakkabıya yerleştirdi. Yüzünü görmese de bu çamurlu kanlı çizmelerin sahibinin kim olduğunu tahmin etmişti.

“Umarım kendine biraz olsun gelebilmişsindir.” Dedi Marco Sırpça. Sırtını yan bir şekilde duvara yaslayıp gözlerine kaçırdı. Onunla konuşmak bile istemiyordu. Sanki aynı anadan doğmamış birlikte çocukluk geçirmemiş gibiydiler. İki düşmandan hiçbir farkları yoktu. Rütbeli asker birkaç adım atıp onun hemen yanı başına geldi ve bacaklarını hafifçe kırıp iz çöktü. Ivan, abisinin gözlerine nefretle baktı. Onun kendisine yapabileceği hiçbir şeyi önemsemiyordu. Yaşam denilen hengameden lezzet almayı bırakalı uzun zaman olmuştu.

“Bir kız için beni karşına aldığına inanamıyorum Ivan! Davamıza ihanet ettiğinin farkında mısın?”

“Benim bir davam yok Marco! İnsanları öldürmeleriniz ben de sadece nefret hissi uyandırıyor” Marco kardeşinin çenesinden kavrayıp sertçe yüzüne doğru çekti. Ondan daha güçlü ve daha uzun boyluydu. En önemlisi de Ivan’ı yola getirmeden asla rahat bir nefes alamayacaktı.

“Sen bizim menfaatlerimizi korumakla görevlisin. Bir Sırp gibi davran! O kadını unut ve yoluna devam et! Seni sevmiyor, kullanıyor aptal! Eğer onu koruyup kollamasaydın yüzüne bakar mıydı sanıyorsun?” Ivan sık nefeslerinin arasından nefretle gülümsedi. “Umurumda olduğunu mu sanıyorsun? Ne çok insana zarar verdiğinizi görmüyor muyum? Elimden gelse bu savaşı bitirir tek bir kişinin bile tırnağının kırılmasına izin vermezdim. Ama ben de çaresizim! Ne yazıkki bir kansızla aynı kanı taşımanın utancını yaşıyorum.”

Marco, söz konusu kansızın kendisi olduğunu anladığında acımadan kardeşinin suratına yumruğunu indirdi. “Ahmak! Dışarıdaki hainlerden önce seni kurşuna dizmeliydim. Eğer anneme son nefesinde söz vermeseydim bunu çoktan yapmış olurdum.” Ivan ağzında biriken kanı nefretle yere tükürdü.

“Keşke yapsan!” dedi meydan okur gibi. “En azından şu aşağılık savaşı görmemiş olurdum. Sizin yaptıklarınızdan ne çok utandığımı tahmin bile edemezsin. Seninle aynı kanı taşımaya bile tahammül edemiyorum.” Marco ikinci yumruğu sert bir şekilde kardeşinin ardındaki sıvası dökülmüş duvara indirdi.

“Bir gün koruyup kolladığın bu insanların yaşadıkları her şeyi hak ettiğini anlayacaksın. O k… seni kullanıp bir kenara attığında omuzumda ağlamak için kendi ayaklarınla kapıma geleceksin. Yüz çevirdiğin o tüfeği canlı herkesi bitirmek için hevesle ellerine alacaksın.” Marco ayağa kalkıp kapının önündeki askerlere doğru yöneldi.

“ Marco…” Ivan’ın cılız rütbeli kardeşini duraksattı. Marco ondan gelecek yeni kahredici sözleri beklerken genç adam sırtına duvara yaslayarak zorlukla gücünü topladı. Bakışları günlerce aç kalmış zavallı bir köleyi andırıyordu.

“Senden tek bir isteğim var Marco! Karşılığında ne istersen yaparım!” Marco, birkaç adım öne atılıp kardeşinin tam karşısında dimdik durdu. Ivan’ın titrek elleri güçlükle duvara tutuyordu. “Berina’yı bırak! Bu ölüm kampında daha fazla yıpranmasını istemiyorum. Onu yanında tutmanın sana hiçbir kârı olmayacak. Onu buradan götürmeme izin ver!”

“ Tanrı aşkına! Sen delirmişsin! Böyle bir şey yapacağıma nasıl inanırsın?” Ivan birkaç adım atıp kardeşinin tam karşısında dimdik durmaya çalıştı. Aralarındaki ilişki böylesi bir ricayı hiç mi mümkün kılmazdı?

“O iyi bir kız ve böylesi bir hayatı hak etmiyor.” Ivan Berina’yı kurtarmak için gerekirse Marco’ya yalvarabilirdi. Ayaklarına kapanması gerekse bile aşık olduğu tek kadını bu ölüm kampında bırakmamaya kararlıydı.

“O sefil şeyle istediğini yaşayabilirsin fakat söz konusu evlilik olduğunda bu anlayışı benden bekleme! Ona dair hiçbir şey umurumda değil! Ne namusu, ne canı ne de üç kuruşluk ailesi…” Yeniden kapıya yöneldiğinde Ivan yalvarır gibi soludu. “Dur Marco! Tanrı aşkına dur!” Marco tırnaklarını avuç içlerine geçirip tiksintiyle yere tükürdü. Genzinden gelen o hırıltılı ses Ivan’ı iğrendirse de yüzüne işleyen tek şey acıydı.

“Damir!” Diye nefretle kükredi. Kinden ayakları yere her zamankinden daha sert ve ürkütücü basıyordu. İçeri sıska, sarışın bir asker girdi. Ivan onun genç Boşnak kadınların kabusu olduğunu biliyordu. Tecavüz ve ölümde bir eşini bulmak mümkün değildi. Çirkin dişleri kırık kepçe dişlisi gibi ağzında iğreti duruyordu. Bıyıkları nikotinden sararmış, ince uzun yüzü sivri, yamuk çenesiyle tamamlanmıştı.

“Mojore!” Dedi Damir bacakları kopmuş bir örümceğe bakar gibi Ivan’ı süzerken. “Mühimmat deposunun yanındaki hücreye git! Güzel Berina senin!” Ivan yüreğine düşen korla titrerken Damir pis pis sırttı. Marco kardeşinin perişan yüzüne yalancı bir acımayla baktı. “Onu yosman yapmak için çıldırdığını biliyorum! Buna kimse engel olmayacak!”

“Hayır!” Ivan’ın bileğindeki kelepçeye rağmen ayaklandığını ve kendisine ulaşmak için çırpındığını görebiliyordu. “Hayır Marco! Buna müsaade edemem! Dur!” Damir fikrinde bir değişiklik olup olmadığını anlamak için Marco’ya baktı. Rütbeli olduğu için ona karşı gelme ihtimalini aklının ucundan bile getiremiyordu.

“Ne istersen yapacağım!” Dedi Ivan büyük bir utançla. Marco istediği yanıtı almıştı. Birkaç adım geriye atıp kardeşinin çaresiz haline baktı. Bilekleri kanamış kelepçe değen her yerde morluklar ve yarıklar oluşmuştu. Kendisine karşı çıkmamayı öğrenmesi için bu ders ona şarttı.

“Senden bana çalışmanı istiyorum.” Ivan burnunu çekip başını reddeder gibi salladı. “Bu savaşa inanmadığımı biliyorsun! Yaptıklarınızın arkasında durmayı kaldıramam. Ben asker bile değilim. Hâlâ ne yapmamı istiyorsun?”

“Benim için hafiyelik yapacaksın? Berina sana çok güveniyor. Boşnaklardan bir grup bize karşı koymak için canla başla çalışıyor. İçlerinden askerlerimizi esir alıp hapsedenler bile oldu. Kim bilir orada onlara neler yapılıyor? Bana savaşın seyrini değiştirecek o bilgileri bul. Askerlerin içine gir ve Sırplar için mücadele et. Berina için yapıp ettiklerini öğrendiklerinde sana güveneceklerdir. İşlerine girmiş bir hain olduğunu düşünemeyecek kadar saflar.” Ivan başını eğdi. “Bunu yapamam. Ben hain değilim.”

Marco canavarlığıyla ün yapan Damir’e baş işaretiyle kapıyı gösterdi. “O halde Berina için üzgünüm sevgili kardeşim. Bence bu dersi ikiniz de fazlasıyla hak ettiniz.” Damir’in adımları yeniden odanın çıkışına yöneldiğinde Ivan daha fazla dayanamadı.

“ Tamam dur Marco! Tanrım lanet olsun!” Marco sinsi gülüşlerini sıralayıp Damir’e baktı. Kardeşi nihayet istediği kıvama geliyordu. “Kabul ediyorum. Söylediğini yapacağım. Sen de bizi serbest bırakacaksın. Kimse bize ilişmeyecek! Güvenli bir yere gitmemize yardım edeceksin.” Ivan böyle bir kararı vermekten fazlasıyla mutsuzdu fakat Berina’yı buradan kurtardıktan sonra mantıklı düşünebilmek için fazlasıyla zamanı olacaktı.

“Doğru kararı vereceğini biliyordum sevgili Ivan! Umarım sözlerinin arkasında durabilecek kadar erkeksindir! Aksi taktirde zavallı Boşnak sevgilin için iyi şeyler olmayacak.” Ivan’ın kin dolu bakışlarını önemsemeden çenesiden tutup başını kaldırdı ve Damir’e alayla göz attı. “Onun için idarelik bir şeyler hazırla Damir! Kızla birlikte istedikleri yere gitmelerine yardım et. Güvenli bir yere… Nasıl olsa ben istediğim zaman Sırp kahramanına ulaşmanın bir yolunu bulurum.” Damir’in keyifsizliğini görmezden gelip birkaç kahkaha attı.

Damir’in işareti ile gelen iki asker İvan’ın bileklerindeki kelepçeyi çözdü. “Onu buradan götür. Ve sana ulaşmamı bekle! Damir size yardım edecek!” Ivan kardeşine ölümcül bakışlar atarak yavaş yavaş kapıya yöneldi. Uzun süre esir hayatı yaşayıp hareketsiz kalmak ona iyi gelmemişti. Ayakları karıncalanıyor eklemlerinde rahatsız edici sızılar baş gösteriyordu.

Hızla merdivenleri inip Berina’nın bulunduğu hücreye ulaştı. Damir de peşinden onu takip etmişti. Ivan anahtar deliğini işaret edip, “Hadi aç! Hâlâ ne bekliyorsun?” Damir söyleneni yapıp rahatsız edici bir gıcırtı eşliğinde kapıyı açtı. “İyi eğlenceler!” Adam burnunu çekip aşağılık düşüncelerini hissettirecek şekilde genizden güldü. İvan’ın ise tek derdi Berina’ya ulaşmaktı.

Adımlarının zeminde bıraktığı seslere aldırmadan fayansın üzerinde tir tir titreyen genç kızı buldu. Bu soğuk havada yarıdan fazla çıplak bir şekilde öylece ölüme terk edilmişti. Ekmek ve su vermediklerini biliyor onun bu çaresiz haline utançla bakıyordu. Kapıyı onları izlemek için fırsat kollayan Damir’in suratına hızla kapattı. Üzerindeki uzun siyah paltoyla saniyeler içinde genç kızın bedenini sarıp sarmaladı. Berina’ın titremeleri ve sayıklamaları canının daha çok yanmasına sebep olmuştu. Kirden keçe gibi olan saçlarını başını göğsüne yaslarken sevgiyle okşadı.

“Ah Berina! Bir gün Tanrı yaşadıkların için bizi affedebilecek mi?” Berina başını ürkek zayıf göğsünü Ivan’ın göğsünün üzerine yaslarken sayıkladı. “ Kendimi mecbur bıraktıklarımı öğrendiğinde sen beni affedebilecek misin?” Burunları birbirine değiyor sıcak nefesi genç kızın buzdan bir duvara andıran yanaklarını ürpertiyordu. Solgun beyaz yüzü ve uykusuzluktan moraran göz altlarıyla çaresiz görünüyordu.

Bir Sırp askerinin getirdiği su ve yemeği genç kız için bir kurtuluş olarak gördü. Boğazlı triko yeşil kazağı başından geçirip biraz olsun ısınmasını sağladı. Altına siyah kışlık bir pantolon giydirmiş ve kendisininki kadar kalın olan büyük pardesüyü hemen ardından Berina’nın üzerine geçirmişti. Bahar ayları olmasına rağmen hava epey soğuktu. “ Ivan!”

“Buradayım! Bu ölüm kampını terk edeceğiz Berina! Artık kimse sana zarar veremeyecek!” Genç kızın başını kaldırmaya bile gücü yoktu. Derin bir soluk alıp ısınan bedeninin ve duydukların verdiği huzura teslim oldu. “Neden? Neden?” Cılız bir fısıltıyı andıran sesi İvan’ın kalbine bir ok gibi yerleşti. Sevdiği kadına vereceği tek bir cevabı bile yoktu.

***

Barbaros’un Kaleminden

Ellerim aynı yastığa baş koyduğum güzel kadının ipeksi düz saçlarında arzuyla dolaştı. Bana yaşattıkları öyle güzeldi ki kollarımdan ayrıldıktan dakikalar sonra bile tenimde bıraktığı ürpertiyi atlatamıyordum. İç çektim. Gözleri kapalıydı. Kavisli, ince dudaklarına yerleşen samimi tebessüm bakışlarımı yumuşattı. Birkaç saat öncesindeki o fırtına çoktan dinmiş, ölümcül yürek yaramın sızısı tüm bedenimi sarmıştı. Dudaklarından belli belirsiz Boşnakça mırıltılar yükseldi. Sesini duymak, bacaklarının çıplak tenime hafifçe sürtmesi ona baş edilemez bir şekilde daha çok çekilmeme sebep oluyordu. Sağ elimin avuç içi yanağını okşadı. Yüzündeki yumuşama mimikleri ona dokunma arzusunu perçinledi. Derin uyuyordu aslında. Varlığımı hissetse de gözlerini açamayacak kadar uykuluydu.

“Artemis çiçeği! Beni ne büyük bir sınava düşürdüğünü biliyor musun? Sana karşı çaresiz kalışlarımı anlıyor musun?” Parmaklarım göçmen kızının yanaklarını okşadı. Derin uykudaydı ve beni görecek durumda değildi. Uzun kirpiklerinin altında gölgelenen gözleri dilimin prangalarını biraz olsun çözüyordu. Aslında söylemek istediğim yüzlerce kelimem vardı fakat içinde bulunduğum sessizlik yemini bir şeyleri kalbime hapsetmemi zorunlu kılıyordu.

Başımı yastığının biraz gerisine bırakıp baş parmağımı boynunda ve omuzun üzerinde dolaştırdım. Bir daha bu kadar yakın olamayacağımız düşüncesi yaşadığım bu güzel anlardan mutluluk duymamı engelliyordu. Rüzgârına kapılmak istemiyordum fakat dümeni boş kalan sahipsiz gemilerim onun marinasına çoktan demir atmıştı. Dayısı ile olan konuşmalarını hatırladığımda yüreğimde doğan şüphe tüm benliğimi esir aldı.

Onu uyandırmamaya dikkat ederek yataktan kalktım. Ruhum demir alevden bir kafesin içinde esir olmuş gibiydi. Yanlış yapıp yapmadığımı bilmiyordum. Odadan sessizce çıkıp salona yöneldim. Sütlü kahve tonlarında ki kanepeye oturup sehpanın üzerindeki paketten bir dal sigara çıkardım. Ucunu yakıp dudaklarıma götürdüğümde kendime iyilik yapmadığımı farkındaydım. Sigarayı bırakalı çok uzun zaman olmuştu. Arkadaş ortamından etkilenip başladığım meret başta ciğerlerim olmak üzere tüm solunum sistemimi berbat etmişti. Daha fazla zarar görmemek için sigarayı bırakmış geçen zamanla birlikte bedenimde bıraktığı kötü emarelerden kurtulmuştum. Ama bu gün yine ona sığınmaktan kurtulamıyordum.

Beynimde dönüp dolaşan düşünceler yakamı bırakmıyordu. O hainin Hazel’in ölümünde bir parmağı olduğunu biliyordum. O tır kazasında Alina’yı hedef alsa da pek çok insanın ölümüne sebep olmuştu. Yaptığı casusluk faaliyetleri yüzünden Bosna’da iç savaş çıkmış ve zavallı Müslüman halkın üzerine belalar yağmıştı. Ülkemde karışıklık çıkarmak istiyor ve bu vatanın evlatlarını birbirine kırdırmaya çalışıyordu. Ve şimdi koskocaman bir ikilemdeydim. Benim hayatım iki ucu cehenneme açılan sırat köprüsü gibiydi. Alina onun gibi bir hainse ve silahını bizim insanlarımıza doğrultursa onu kendi ellerimle öldüreceğime dair söz vermiştim. Bu artemis çiçeğini deliler gibi seven zavallı kalbim için bir kabustu. Diğer yandan Alina masum olabilirdi fakat görev icabı yapıp ettiklerim düşünüldüğünde masum bir insanın güvenini boşa çıkarmanın hüznünü yaşayacaktım. Yaptıklarımdan pişman olmasam da mecbur kaldığım her şey gerçekler ortaya çıktığında bizi birbirimizden koparacaktı. Alina bir daha bana asla güvenmezdi.

“Barbaros!” Cılız çıkan sesi kanepenin sırtından başımı ona çevirmeme sebep oldu. “Buradayım!” Uyku mahmuru gözleri hafifçe kısıldı ve dudakları beni yakınında bulmanın heyecanıyla düz bir çizgi halini aldı. Sigaranın dumanı dudaklarımdan yuvarlak gri kavisler bırakarak uzaklaştı. Yanıma gelip dizlerime uzanıp başını göğsüme yasladı. Küçük bir bebek gibi kollarımın arasındaydı. Sol elimle belini kavrayıp sağ elimle yanağını yuvarlak hareketlerle okşadım. Ve yüzünü yüzüme yaklaştırdım.

Kül tablasındaki sigarayı fark ettiğinde kaşlarını çattı. Efkarlıydım. Bu yüzden sadece bu gece bile olsa kendime bu ikramı tanıdım. “Sigara içtiğini bilmiyordum.” Sesi hâlâ uykulu ve kısıktı. “İçmiyorum. Sadece bu gecelik…” Dudakları huysuzca burkuldu.

“Bunu sevmedim. Babam da sigara içerdi. Hastalığı ilerlediğinde artık bir şeylerden vazgeçmek için çok geç kalmıştı.” İki parmağımın arasında duran sigarayı dudaklarıma yerleştirip son bir nefes çektim ve öne doğru eğilip kül tablasına bastırdım. Dumanını ona değmeyecek şekilde sağ yanıma üflemiştim. Üzerinde ince pudra rengi satan bir gecelik vardı. Ona sarıldığımda tüm bedeninin kıvrımlarını hissedebileceğim kadar ipeksi bir dokusu olduğunu fark etmiştim. Bu beynime ötelediğim tüm duyguları yeniden harekete geçiriyordu.

“Söz! Bir daha içmem! Bana bu gecelik izin ver!” Başını anlayışla salladı. “Babamı severdim. Bosna da güzle anılar biriktirirdik. Asker olmamı istemedi. Ben dayımı örnek alıyordum. Ama o da başlarda beni desteklese de zamanla bu fikrinden vazgeçti. Şimdi hemşirelik yapsam da bir aynım hep eski hayallerimde kaldı.” Saç tutamlarına dokundum. Sorguda hissettirmeyecek şekilde doğal davranmaya çalışıyordum. “Neden sonradan istemedi? Bilmiyorum. Beni o eğitmişti. Vazgeçti!” Durup gözlerini başka bir noktaya dikti ve hemen ardından “Neyse?!” Diye kestirip attı.

“Neden sustun?” Gözleri dudaklarıma değdi ama asla birkaç milim daha yukarı çıkmadı. “Öylesine!”

“Bana güvenmiyor musun?” Gözlerime odaklandığında bakışlarımı kaçırmamak için mücadele ettim. “Sen bana ne kadar güveniyorsun?” Dikkatini dağıtmak için bacağını okşadım fakat bakışlarını kaçırmadı. “Çok!”

“Dayımla ilgili her şeyi merak ediyorsun? Neden?” Fark ediyordu. Bu yüzden bana yanlış hedef gösterip beni şaşırtıyor olabilir miydi? “Seninle ilgili olan her şey benim için değerli sevgilim. Sen benim ailem oldun! Kadınım oldun! DNA’nı bile çözsem bana yetmez artık. Elbette bu özgürlük senin için de geçerli!”

İç çekti. “Dayımı bazen anlamakta zorlanıyorum. Onun gerçek bir vatansever olduğunda hep emindim ama davranışlarının sebebini anlamak çok zor. Neden Berina’yı kurtarmadı. Neden bizden uzaklaştı? O esir alınma olayından sonra…”

“Esir alınma mı?” Dedim şaşkınlıkla. “Evet. Dayım bir dönem esir düştü. Aylarca aradılar. Bulunduğunda işkence görmüştü. Tanınmayacak haldeydi. Davranışları çok değişti. Hatta hafızası bile eskisi gibi güçlü değildi.”

“Nasıl mesela?” Sustuğunda cesaretlendirmek ister gibi omzunu okşadım. “Bana güvenebilirsin!”

“Biz dayımla oyunlar oynar tekerlemeler söylerdik. Bize efsaneler, masallar, hikayeler anlatırdı. Şarkılar söylerdi. Çoğunu bilmiyordu. Çocukluk anılarımızı hatırlamıyordu. Hatta bu yüzden doktora gitmek zorunda kaldı. Bana daha samimi yaklaşsa da onda eski duruşu bulamıyordum. Bir şeyler eksilmiş gibiydi.” Hemen sorma toparlanıp başını salladı. “Tuhaflıklar işte! Kim bilir neler yaşadı? Hâlâ dayımın suçlu olduğuna inanıyor musun?”

“Hayır! Sen ona güveniyorsun! Ben de sana güveniyorum.” Şüphe çekmeye hiç niyetim yoktu. “Eskiden Berina ve kardeşim Muris’le kiraz ağacının altında saklambaç oynadık. Büyük eski bir araziydi. Yıkıntı evler vardı. Dayım da bize katılırdı. Ve hep aynı yere saklanırdı. Onu bulacağımı bile bile hep aynı yer…”

“ Ne kadar da ilginç!” Hüzünlü bir tebessüm bıraktı. “Evet! Artık o günler bize çok uzak. Ülkem savaş meydanı! O sokaklarda çocuk gülücükleri değil anne ağırları yükseliyor.” Yeniden sarıldım. “Bir gün düzelecek!”

Saçları sırtından kollarıma dökülüyordu. Dudaklarıma ulaşmak için yanağımdan kavrayıp beni kendine çekti ve bir an bile düşünmeden onu sevgiyle öptüm. Bu bağlılığın canımı daha çok yakacağını bile bile onu içime nakşeder gibi dokundum.

“Seni seviyorum!” Fısıltılı sözüme alımlarımızı birbirinden ayırmadan karşılık verdi. “Seni dünyalar kadar çok seviyorum!” Kalplerimizin ritmi birlikte atıyordu sanki. Çıplak göğsümün üzerinde göğsündeki o titreşimleri hissetmek ve duygularına bu kadar yakın olmak sarhoş edici bir etki uyandırıyordu. Burnunun ucu göğüs kafesimin üzerinde dolaştı. Daha fazla heyecanlandığımı hissedebiliyordum. Kokumu içine çekiyor sanki benden ayrı geçen günlerinin acısını çıkarıyordu.

“Biliyor musun asker? Ben aşkın en çok şefkat bahşeden yönünü sevdim. İs kokan tutkulara inat saç tellerime bile merhamet gösteren o kalp sarsıntını istedim. Üç kuruşluk gelip geçici Sevdalardan fazlasıydı beklentim ve sen o beklentileri kanayan bir yaraya merhem olur gibi karşıladın. Özlemelerim anlamlandı.” Dudaklarına değen bir tutam saçı parmağımla yüzünden uzaklaştırdım ve burnunu küçük bir öpücük bıraktım.

“Bunları senden duymak çok güzel.” Uzak diyarlara dalar gibi iç çekti. Yine başka başka hülyalar içerisindeydi. “ O savaşta hiç kimsenin kimseye merhameti yoktu üsteğmen. Acımak yoktu. Küçücük çocuklar, beli bükülmüş ihtiyarlar bile merhametin damlasını göremedi. Kendimizi korumak için elimizi kana bulamaktan çekinmedik. Günlerce taş gibi soğuk duvarlara sinip bu cehennemden kurtulmak için dualar ettik. Ve şimdi…”

“Şimdi!” Dedim gözbebeklerinde kıvranır gibi ve devam ettim. “Şimdi kış güneşi gibi ısıtıyorsun kalbimi. Hayatın seni bana kazandıracağını bilseydim hiçbir ağacın gölgesine sığınmaz, kalbimi senden başka sevdalarla eskitmezdim. Korkuyorum…” Soluklanarak çenesini kaldırdım ve yosun gözlerinin kalbime közünü bırakmasına izin verdim.

“Çok sevmek belasına düştüm. Yanımdasın kaybetmekten korkuyorum. Uzağımdasın nefesine ölüm siner diye sabahlarıma karanlığı düşürdüm. Ölüm karşımda elleri kanlı bir muhafız… Seni benden beni senden koparır diye uykularım kaçıyor. Seni örtecek toprağa, toprağında dalında yeşerecek artemis çiçeklerine küsüyorum. Bu sefer nasıl ayağa kalkılır, nasıl sensiz kalınır bilemiyorum. Sol yanımdaki şeyle baş etmek zor. Seni böyle severken gerçeklerimize direnmek zor!”

Gülümsedi. “Bazen öyle bir konuşuyorsun ki ne dediğini hiç anlamıyorum. Bilmece gibi…” Bakışlarımı kaçırdım. “Ben ölümü yaren kılmaya alışkınım artemis çiçeği. Seni kadınım yaptıktan sonra ölüm korkutmazken, sensiz kalmak korkutur oldu.” Boynuma küçük öpücükler bıraktı. Durmasını istemiyordum. Sanki bu gece son gecemizdi. Sanki ayrılık ensemizdeydi de daha fazla sevmeler çalmak için çırpınıyorduk. Onu biraz daha tenime bastırdım. Azrail çekip alacakmış gibi göğsümdeki kelebek kozasına hapsettim.

“Yanımda olmanı istiyorum. Hep… Dönüp geldiğimde yuvamı senin yaptığını görmek istiyorum. Tüm kötü şeyleri unutup kollarında huzurla uyumak istiyorum. Söyle artemis çiçeği! Fazla mı bu söylediklerim? Kanadı kırık kuş akbabalarla savaşıp yuvasını terk etmese, değişmese hiçbir şey…” Yüzü yanaklarıma sürttü. Güldü. “Yine bilmece gibi konuşmalar… Konuşmak istiyorsun ama bu konuşmaları anlamamı istemiyorsun. Hep gizem… Madem istemiyorsun kadını kırık kuş yuvasını ne olursa olsun hiç terk etmesin! Ölüme bile yalnız gitmesin.” Onu bir daha bırakmayacağımı haykırır gibi öpüp kokladım. Yarın ikimiz için de zor bir gün olacaktı.

***

Bugün güneş cömertçe ışıklarını dağların ardındaki bu şehre sunmuştu. Sıkı güvenlik önlemleri alınan çevrede hoşnut dolu pek çok kalabalık bulunuyordu. Büyük tahta masalar yan yana dizilmiş ve onlarca insan aynı masada karşı karşıya oturmak ve barışa katkı sağlamak için bir araya gelmişti. Farklı etnik kökenden pek çok insan bir olmanın haklı gururunu yaşıyordu. Onları bölmeye çalışan karanlık güçlere karşı birlikteydiler ve aralarına kimsenin girmesine izin vermiyorlardı. Hediyeler alınmış, kurbanlar kesilmiş baharın yegane temsilcisi olan çiçekler sofrada baş köşenin galibi olmuştu. Asker ile halkın kaynaşması için birlikteydik. Sofralar yine yöresel yemeklerle dolup taşmıştı. Sarmalar, haşlamalar, kuzu çevirme, pilavlar, Mezeler… Her şey nefis görünüyordu.

“Bu da benden!” Alina’nın masaya bıraktığı tabağa hayranlıkla baktım. Nefis Boşnak mantısı ağzımın sulanması için yetmişti. Sadece onu yesem bile dünyanın en mutlu insanı sayılabilirdim. “Senin ellerinden çıktı Boşnak güzeli! Bu kadar lezzetli olmasına şaşmamak lazım.” Gülümsedi. Birbirimize yaklaştığımızda bazı ihtiyarların vızıldanıp cık cık tarzı sesler çıkardığını gördüm. Buralarda bir erkeğin bir kıza “Seni seviyorum!”demesi bile terbiyesizdi.

Biraz uzaklaşıp mahrem alanını terk ettim. Ferit yine sarmaların başını tutmuş, ardı ardına ağzına gömerek nimetlerin çoktan tadını çıkarmaya başlamıştı. “Ziyafetleri seviyorum!” Dedi ağzı doluyken. Ona bakıp vızıldanan Ayşen’den başkası değildi. Kundaktaki bebeğini pışpışlarken dudağını kıvırdı.

“Bence az yemelisin! Yoksa o kocaman göbeğinle hiçbir kız senin yüzüne bakmayacak.” Ferit ağzına bir yenisini tıkıştırırken, “Bakmason!” Diye omuz silkti ve ağzında evirip çevirdiği lokmayı yuttu. “Asla hayatıma bir kadın almam!” Yaka silker gibi surat astı. “Hepsi dünya ahiret bacımdır.” Onu Kürşat onayladı. Gözü kocaman kara kazanın başındaki Rozerin’deydi. Bakışlarını kendine haram kıldığı kadından ayırmadan, “Akıllı adamın hali başka!” Diye vızıldandı.

Rozerin ve ailesi örgüt düşmanlığıyla ve vatanperverliğiyle bilinirdi. Bu yüzden ölüm listelerinde her daim baş sıralarda yer alırlardı. Rozerin köye yapılacak baskınları önceden öğrenip bildirir, askerle her daim işbirliği içerisinde olurdu. Staj gördüğü için henüz doktor sayılmazdı ama çalışkanlığını ve başarısını onlarca kez Ayşen’in ağzından duymuştum.

Ne yazık ki örgüt tarafından kandırılmış insanlar da mevcuttu. Bunun için Rozerin ve babası Şehmuz ağa elinden geleni yapar ve devlete vatana bağlılık konusunda köyü uyarırdı. Ne yazık ki bu çabaları herkes için sonuç vermezdi. Günün birinde terör korkusu olmadan aynı bayrağın altında nefesleneceğimizi bilerek mücadelemize devam ederdik.

“Onu kırdım!”dedi Kürşat. Halinden epey üzgün olduğu anlaşılıyordu. “Bir şey mi dedin?” Dedim. Ayşen onun haliyle epey eğleniyordu. “Ateş düştü nihayet. Yakmaya kavurmaya bile başladı. Beter olsun erkek milleti.” Cihangir onu hiç umursamadı. O olaydan bu yana eve gelmiyordu.

“Ön yargılı değilim! Ama bir gün pişman olmasından korkuyorum.” Diye devam etti Kürşat. Bizimle konuştuğunun farkında bile değildi. Sadece hipnotize olmuş gibi ona bakıyor, sisli bir perdenin ardında ona dair hayaller kuruyordu. Kızıl saçlı köy güzeli en başından beri Kürşat’ın aklını başından almıştı.

“Neden onunla bir hayat kuramayasın ki? Birbirinizi seviyorsunuz. Akıllı ol Teğmen.” Dedim Cihangir Ayşen’e hayalkırıklığıyla bakıyordu. Ayşen de çaktırmadan onu süzüyor, yer yer yüzünde pişmanlık emareleri gösteriyordu fakat sözlerini telafi etmek pek mümkün değildi. “Bizim köyde evlenmeyeni döverler!” Dedi Yadigar. “Zaten oğlanlar da on sekize dayanınca pilava hemencecik kaşık saplayıverir. Anam ilk kaşığı sapladığımda beni terlikle evire çevire dövmüştü. Şimdi de evlendiremiyor!” Timin diğer elemanları kıkırdadı.

“Niye Yagi? Kızlara kıran mı girdi? Nerden bu yokluk?” Ferit’in alaylı ifadesine göz devirdim. “Yok!” Dedi Yadigar. “Hepsi beşik kertmeli!”

“Seni kertmediler mi?” Diye sordum. Hemen kaşları havalandı. “Kerttiler komutanım. Benim Sözlüm kocaya kaçtı.” Herkes kahkahalarla güldü. “Zavallı kadersiz arkadaşım benim!” diye atıldı Ozan. Onun gözü de sürekli Zeren’i kollayıp duruyordu. “Sen merak etme! O iş bende! Sana helal süt emmiş iyice bir kız bulacağım. Sarışınsa sarışın, esmer esmer, kumralsa kumral… Seç beğen al!”

Zavallı Yadigâr utanarak başına eğdi. Gerçek dünya onun köyünden epey farklıydı. Cihangir Ozan’ın kafasına küçük bir şaplak patlattı. “Ulan seni gören de Ermeni Manukyan zanneder! Sen önce kendi başını bağla. Gönül işlerini eline yüzüne bulaştırmada herkesten önde gidiyorsun.” Bakışları Zeren ve Ozan arasında imalı imalı gidip geldi. Ozan’ın yüzü düşmüştü.

“Sen de yüzümüze vurmasan olmaz!” diye gürledi ve hemen ağzına kocaman bir börek attı. Bence de susması en iyisiydi. Cihangir hızını alamamıştı. “Bak saf deyip duvardan duvara vurduğunuz Umut bile ekibin en sert kızını ayarladı. Yüzük bile taktı! Çenesi değil eli çalışıyor adamın.” Umut kısa bir duraksamanın ardından pişmiş kelle gibi sırıttı. “Saf kısmına katılmasam da ayarlama konusunda haklı. “ Türkan’a yan yan bakıp, “Kolay olmadı elbette.” Dedi. “Ama var bizim de kendimize göre taktiklerimiz.”

Türkan kaşlarını çatmış, kendisine romeo gibi sırıtan Umut’a ters ters bakmaya başlamıştı. Elindeki böreği zavallı delikanlının ağzına tıkıştırıp çenesini kapattı. “Bence fazla konuşmasan iyi olur. Her an fikrimi değiştirebilirim. Sen de şu bebe Ruhiler gibi karta kaçmış erkekler seremonisine katılırsın.”

Timin erkekleri mırıl mırıl söylendi. Alina onların hallerini görünce kıkırdadı. Üzerindeki siyah bol paça keten pantolon ve ciddi siyah ceketi ile yine harika görünüyordu. Gözleri kısa bir süre bende oyalansa da bakışlarını yeniden tabağına indirdi. Ben önümdeki oruk şeklindeki kızarmış içli köftenin tadına bakarken Erkin de bakışlarını tabağından çekmiyordu. Aynı masada olmak zorunda kalmamız can sıkıcıydı ve buna tahammül etmekten başka bir çaremiz yoktu. Ona kartları sunmuştum ve kalmayı tercih etmişti.

“Bak Erkin’e halinden ne kadar memnun. Hiç karı kız lafı etmiyor!” Erkin sözün kendisine gelmesinden rahatsızlık duymuş ve hafifçe öksürmüştü. “ Ben halimden memnunum Cihangir. Yalnızlıktan yana bir şikayetim yok.” Bunu bana ve Alina’ya bakmadan söylemişti. “Biz halimizden memnun değiliz ! Senin mürüvvetini görmek istiyoruz artık!” Umut’un söze salça olmasıyla Erkin iyice gerilmişti. “Hem malum adayımız da var!”

“Adayımız mı?” Şaşkınlığım tüm bakışları üzerime çekmişti. “Ben neyi kaçırdım?” Umut belli etmemeye çalışarak iki masa ilerimizdeki sarışın kızı işaret etti. “İşte onu! Maşallah ay parçası gibi! Yıllardır Erkin’e zilzurna aşık! Sevdasından dağlara atacak kendisini neredeyse kızcağız. Ama bizim sapta bir türlü hareket göremiyor.” Kulağıma eğilip fısıldar gibi konuştu. “Aramızda kalsın ama mahalle aşkını gerçeğe dönüştürmek için tayinini bile buraya aldı. Hazır olun yakında ekibimize öğretmen bir yenge geliyor.” Bu sözler belli belirsiz yüzümün gülmesine sebep oldu. Erkin için aynı şeyi söylemek güçtü.

“Karı kısmı kafasına koyduysa yapar badi! Affetmez billah!”dedi Yadigar. Onu gören de ilişki uzmanı sanırdı. Üzerine dişi sinek konsa utanır güdül abdesti alırdı ama kime anlatacaksın!

“Neler duyuyorum böyle? Bu kadar güzel haberi aynı anda alacağımı düşünmemiştim.” Alina’nın sevinci içimin biraz daha rahatlamasına sebep oldu. Erkin’in gözlerindeki hayal kırıklığına ise üzülmüştüm. “Bir şey olduğu yok! Bizimkilerin yakıştırmaları işte. Konuşmuyoruz bile! Sadece mahalleden bir arkadaş! Annesi bana emanet etti. Dikkat et kurda kuşa yem olmasın dedi.”

“Kurt kuş kıza yem olmasın bence. Maşallah cin gibi… Bizim oralarda böyle yaramazlara cin düdüğü denir.” Ekipteki bazı delikanlılar Yadigar’ın lafına genizden hırıltılı bir şekilde güldü. “Bizim Erkin’i de açar belki!” dedi Cihangir. “O kadar akıllı uslu durman bize zarar delikanlı. Herkesin dilindesin. Erkin şöyle iyi çocuk böyle iyi çocuk diye yakamızı yırtıp duruyorlar.” Dişlerini gıcırdatıp sinsi sinsi dudaklarını titretti. “Kötü örnek oluyorsun!” Erkin belli belirsiz gülümsemeye çalışsa da bu sözlerden rahatsız olduğunu anlayabiliyordum. Hâlâ Alina’ya karşı bir beklentisinin olup olmadığı fikri canımı sıkıyordu. Üstelik o artık benim için bir kağıt izinden fazlasıydı. “Ah bir de benimle uğraşmamayı deneseniz!” Erkin isyan edince herkes gülerek sustu.

Yadigâr yemeğini neredeyse bitirmek üzereydi. Ozan ve Zeren’in arasındaki buzların eridiğini hissedebiliyordum. Cihangir ve Ayşen’in arasındaki ilişki de herhangi bir ilerleme görünmüyordu. Bu ikisi için bir şeyler yapılması şarttı. Tanıdığım Ayşen çoktan pişman olmuş olmalıydı. Kürşat ise Rozerin’i uzaktan izlemek dışında beceriksizce kafasındaki gelgitlerle uğraşıyordu. Ferit için yalnızlık bir sorun değildi. Onun kalbini ele geçirecek kişinin nasıl biri olacağı benim için de merak konusuydu.

Yine davullar çalmaya insanlar sofradan kalkıp halay çekmeye başladılar. Alina’ya benimle gelmesini söyleyip masadan kalktım. Daha fazla annesinin broşundan ayrı kalmasını istemiyordum. Birlikte patika yola doğru yürümeye başladık. Güzel yüzünün renkli ampullerden uzaklaşması ve karanlığa sinmesi beni daha fazla uzaklaşmaktan alıkoydu. Onu görmek ve gözlerinin derinliklerine bakmak istiyordum.

Hiç ummadığım bir anda cebimden ona ait olan broşu çıkardım. Gözleri parıldayan broşa değdiğinde bakışlarındaki yıldızlar benim tüm yalanlarıma rağmen sadece hislerini ortaya koyuyordu. “Bu?!”

“O senin Alina! Nihayet bulundu. Artık annenin broşunu özgürce takabileceksin.” Gözleri dolu dolu olurken dudakları heyecanla aralanıp tebessüme kucak açtı. “Sen inanılmazsın. Demek sonunda buldun.” Boynuma sımsıkı sarılıp yanaklarıma sayısız öpücük bıraktı. İçimdeki acıları yok sayıp gülümsedim. “Biliyordum. Onu bana bulup getireceğini biliyordum.” Broşu avucumun içinden alıp dudaklarına bastırdı ve gözlerini kapatıp içtenlikle gülümsedi. Bakışlarım söylediğim yalanların altında ezildiğimi hissettirse de bunu görmediği için şanslıydım.

“Neden onu takmıyorsun? Fazlasıyla ayrı kaldın. Artık anneni yanında hissedebileceksin.” Gülerek başını salladı ve broşu iğnesinden yakasına iliştirmek için çabaladı. Ona yardım edip broşu sol göğsünün üzerine yerleştirdim. “Çok güzel oldu. Ama…”

“Ama…” Eğilip burnunun üzerine öpücük bıraktım. “ Ama senin güzelliğinin yanında bir kara delikten farksız.” Ona sımsıkı sarıldım. Sağ elim göğüs kafeslerimizi birbirine yaslarken sol elim belini kavrayıp aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi. “Onu bana getireceğinden bir an bile şüphe duymadım.” Biraz ayrılıp yüzümün her bir zerresini izleyecek şekilde bana baktı. Çırılçıplak kaldığımı hissettim. “Benden bir parçayı koparıp aldılar asker. Bana ailemden kalan iki emanetten biriydi. Ona el uzatmalarına dayanamazdım. Bir daha asla böyle dikkatsiz davranmayacağım. Nikad nikad (asla asla)”

“Kendini suçlama!” Dedim teskin eder gibi. Ne kadar iyi korusa da onu er ya da geç alacaktım. “Bu broş annemin bana olan hayallerini temsil ediyor Barbaros. O, kına gecemde broşunu bana armağan etmek istemişti. Kendi elleriyle ellerime kınalar yakmak için gün sayıyordu. Güzel bir sesi vardı ve o özel günde annemin sesinden türküler dinleyecektim.” Dolan gözlerini kaçırarak benden uzak tutmak istedi. Hiçbir şey söyleyemiyordum. Yaptıklarımın ağırlığı fazlasıyla omuzlarımı çökertmişti.

“Annemin benim için büyük hayalleri vardı. Aslında hepimiz için büyük hayalleri vardı ama ben onun ilk kızıydım. Bu yüzden gelinliğimi de kınalığımı da kendi elleriyle dikmek istedi. Benimle karşılıklı oyun oynayacaktı. Uğurlarken de diğer annelerin aksine tebessüm edecekti. Bu arzuların hiçbiri gerçekleşmeyecek. Nije li loše, vojniče? (Ne kadar kötü değil mi asker?)” İçimde onun yaralı kalan tüm noktalarını iyileştirme arzusu dolup taşıyordu. Yeri doldurulamayacak çok fazla şey vardı ama ben onu tamamlamaya yeminliydim.

“Annen yaşasaydı seninle gurur duyardı Alina. Onca şeye rağmen hâlâ ayakta dimdik duruyorsun.”

“Yanımda sen varken bu benim için hiç zor değil!” Bana doğru bir adım attığında bakışlarım cebinden düşen o küçük nesneye kaydı. Bir bebek patiği… Beynime üşüşen düşünceler yüzümün düşmesine sebep oldu. Bu patiğin Alina için anlamı olduğunu anlamıştım. Benim yaptıklarımdan habersiz anne olmak istiyordu belki de.

Dün gecenin sabahında yapıp ettiklerim aklıma geldiğinde sertçe yutkundum. Sabah uyandığımda ilk işim plansız bir bebeğe mahal vermemek için doğum kontrol haplarını ezip ufalamak olmuştu. Bu sayede toz haline gelen hapları Alina’nın portakal suyuna karıştırarak kahvaltıda içmesini sağlamış ve ikimiz için açacak bir çiçeği daha toprağa düşmeden yok etmiştim. Sevdiğin kadın jestime neşe ile karşılık verse de ne yazık ki suçlu hissetmekten kurtulamıyordum.

O kahvaltıdan sonra Hana’yı hazırlamak için Cihangir ve Ayşen’in evine gitmişti. Ben ise yokluğunun bıraktığı boşlukta içtiği meyve suyu bardağını duvara fırlatarak tüm öfkemi haykırmıştım. Şimdi Alina’ya yaptığım kötülüğün altında bir kez daha eziliyordum.

Hiçbir şey söylemeden yerdeki patiği alıp Artemis çiçeğinin avucuna bıraktım. Yanakları kızarmış, üst ön dişleri hafifçe alt dudağına baskı yapmıştı. Ona yaşatabileceğim hayal kırıklığını düşünmeye dayanamıyordum. Bakışların Alina’nın omzunun üzerinden yaklaşık 100 metre kadar ilerimizdeki Erkin’i buldu. Beni fark eder etmez yeniden kalktığımız masaya yöneldi ve yokmuşuz gibi davrandı. Artık bununla baş etmekte eskisinden çok daha fazla zorlanıyordum.

“Gidelim.” Birlikte yeniden şölen alanına yöneldik. İnsanlar eğleniyor, kazanlarda yemekler pişmeye devam ediyordu. Rengarenk ışıklar ve neşeli kahkahalar geçip gittiğimiz her masada kendine yer edinmişti. Ampullerin altından geçip nihayet timin bulunduğu yemek masasına yöneldik. Bahsi geçen sarışın kız da Erkin’in yanında yerini almıştı. Ona olan hayran bakışlarını bir aptal bile anlayabilirdi. Ozan Zeren’in hemen yanı başındaki sandalyeye kurulmuş ve onunla atışmalı bir sohbete girişmişti. Aralarındaki buzların her geçen gün azaldığını görebiliyordum.

Umut ve Türkan atış poligonunda sırayla şanslarını deniyorlardı. Onların asker olduğundan habersiz olan zavallı adam tüm dükkanı önlerine sermek zorunda kalmıştı. Kucaklarında kocaman oyuncaklarla masanın üzerini kapladıklarında hepimiz onlarla dalga geçtik. “Bence ip atlamalısınız.”

“Top oyna badi!”

“Ben yağ satarım bal satarımı tercih ederim. Bu kadar oyuncakla Noel baba olmayı mı düşünüyorsunuz?” Türkan kaşlarını çatıp öldürecekmiş gibi baktı. “Kimsesizler yurdundaki bebelere götürüyoruz Yıldırım Timi! İtirazı olan varsa avucuma konuşsun!”

“Güzel sevgilim ne diyorsa o!” diye onu destekledi Umut. “Sevgilim deme muhallebi çocuğu! Adım Türkan!”

“Asena Asena!” Diye atıldı Ferit. Bir şey söylemese ayıp olurdu. “Bazen bunların arasında ne işim olduğunu sorgulamadan edemiyorum.” Dedi Zeren. Ozan sadece gülmekle yetindi. “Pamuk Prenses gibi yedi cücelerin arasında olmayı tercih ederdin?” Zeren elindeki çatalı Ozan’ın yelpaze gibi aralık duran parmaklarının tam ortasına sapladı. Ozan’ın etini bile isteye ıskalamıştı. Meydan okumak konusunda Zeren’den iyisi az bulunurdu. “O yedi şapşal ve sizin aranızda tercih yapsam hiç şansınız olmazdı.”

“Beni o yedi kellenin katili yapacaksın.” Hepimiz bıkkınlıkla iç çektik.

“Yedi cücelere 100 dolara bahse girerim.” Dedi Ferit’in çatlak sesi. Tarafını çoktan belli etmiş ve yarış düdüğünü çalmıştı. “ Sen sinek bile öldüremezsin.” diye karşılık verdi Zeren. “ Demek öyle! Avladığım çakalları saymıyorsun anlaşılan!” Zeren’in sandalyesini kendine çekip aralarındaki mesafeyi genç kızın utanabileceği kadar daralttı. “Şimdi tekrar söyle!” dediğinde Zeren yutkundu. “Bu konu burada kapanmadı!” Aralarındaki bu çekime akıl sır erdirmek mümkün değildi. Erkin önündeki kadehten sert bir yudum aldı. Yanındaki sarışın kızın kendisini izlediğini bile bile onu yok sayıyordu.

“Yavaş ol istersen!” Dedi kız sabırlı olmaya çalışarak. “Beni merak etme! İşimi bilirim!” Erkin’in fazlasıyla kaba olan tavırları canını sıksa da onunla ilgilenmekten kendini alamıyor gibiydi. Erkin ardı ardına birkaç kadehi daha midesine gönderdi. En başından beri olayları izleyen Ayşen bile daha fazla dayanamamıştı.

“Yavaş ol delikanlı. Sünger gibi emdin.” Ayşen Cihangir’le göz göze geldiğinde yüzünü hınçla çevirdi. Oysa suçlu kendisiydi. Cihangir’de aynı umursamaz tavırla Erkin’in elindeki kadehi çekip aldı.

“Bırak şunu! Seni buradan kazıyarak götürmemiz gerekecek.” Erkin dirseklerini masaya yaslayıp alnını ovmaya başladı. “Hadi gidelim!” Cihangir’in ne söylediği pek umurunda gibi görünmüyordu. “İşime karışmayın dedim. Ne yaptığımı gayet iyi biliyorum.”

Başını kaldırıp benimle göz göze geldiğinde ölü bakışları aramıza giren tüm kara gölgeleri harekete geçirdi. Daha fazla yanımda duramayıp sersem adımlarla masadan uzaklaştı. Adının Tuğba olduğunu öğrendiğim sarışın kız da peşinden gitmişti. Alina tenhalaşan yemek masasından kalkıp organizasyonu yapan kadınlara yardımcı olmaya çalıştı. Belli ki bu özel işlere karışmayı sevmiyordu. Ayşen bebeğini emzirmeye gitmiş Rozerin ve Kürşat ise uzaktan bakışmalara bir son verip ortamı terk etmişti. Alina’nın uzun uzun bir noktaya baktığını fark ettim. O koşarak benden uzaklaşırken hissettirmeden onu takip etmeye başlamıştım. Bir duvarın arkasına yaslanıp kendimi gizledim. Gözlerimin önünde uzun koyu renk saçları olan bir kızı kolundan tutup kendine doğru çevirdi. “ Berina…” Kız şaşkınlıkla ona bakarken elleri bir anda panikleyerek serbest kaldı.

“Affedersin! Tužan. Birine benzettim.” Kime benzettiğini çok iyi biliyordum. Kardeşinin öldüğü yalanı gün yüzüne çıkmak üzereydi. Bu pek çok konuda elimi hızlandırmam gerektiğini ortaya koyuyordu. Kız sorun olmadığını düşünüp ondan uzaklaşmaya başlamıştı fakat göçmen kızı bu sefer bir başka gölgenin peşine düşmüş ve alanı terk etmeye girişmişti. Peşinden gittim. Kendimi gizleyerek onu an be an takip ettim. Sokak lambaları altındaki sivrisinekleri gün yüzüne çıkarıyordu. Uğultulu seslerden uzaklaşmış ve tenha bir harabeye ulaşmıştık.

Etrafıma bakındığında çoktan sokağı terk ettiğini anlamıştım. Birkaç tıkırtıyı duyar duymaz koşarak iki katlı harabenin içine girdim. Molozlarla doluydu ve bir kısmı çoktan çökmüştü. Alina’nın döküntü yerde ne aradığını bilemiyordum. Beni gizleyecek kadar kalın olan sütunlardan birinin arkasına saklandım. Etrafıma bakındığımda göçmen kızının bir adamın peşine düştüğünü fark ettim. Siyah giyimli siyah maskeli bir adamdı ve bulunduğum sütunun hemen alt katında öylece ayakta dikiliyordu. Alina onu yakasından kavrayıp sertçe duvara yapıştırdı. Beklediğimden çok daha güçlüydü. Zira adamın ayakları ile zemin arasına en az 30 santimlik mesafe sokmayı başarmıştı.

“Benden ne istiyorsun? Kimsin sen?” Hırıltılı bir gülme sesi duymuştum. Maskeli gölge adam onu takmadığını hissettirmeye çalışıyordu. Alina onu başından kavrayıp sertçe duvara vurdu. Öldürücü bir yumruk önce karnına ardından da yüzüne ulaşmıştı. Adam toparlanmaya çalışırken kaşla göz arasında hasmının cebinden çıkardığı silahın namlusunu aynı adamın çenesinin altına yerleştirdi.

“Konuş! Beni neden takip ettin? Kime hizmet ediyorsun!” Asker kimliğinin yeniden ortaya çıkması benim kalp atışlarımı da hızlandırmıştı. Nihayet adamı yere bıraktı. Kendisini korumak için hiçbir şey yapmaması dikkatimi çekmişti.

“Zdravo Srce Moje! (Merhaba Yüreğim!)” İkimiz de aynı anda sesin geldiği tarafa baktık. Vladimir nihayet karşımdaydı. Üzerinde siyah takım elbisesi bulunuyordu. Sarıya dönük saçları geriye doğru taranmış mavi gözleri siyah bir sürme ile çerçevelenip belirginleştirilmişti. 45 yaşlarında bir adam olduğunu görebiliyordum. İmtihanımız tam karşımızdaydı. Bu gece verdiği karar bizi ya birbirimizden ebediyen ayıracaktı ya da yollarımızı birbirine kör bir düğümle bağlayacaktı. Maskelerin düşme zamanı gelmişti.

🦋🦋🦋

Merhaba canlarım. Bu bölüm oldukça gizemliydi. Biliyorsunuz, ben okuyucuyu harekete geçiren ve düşünmeye sevk eden hikayeleri çok severim. Bilmecelerim bitmez. Bu da gizemli bir kurgu. ☺️

Bizi heyecanlı bölümler bekliyor. Artık hikayemizin casus kısmı öne çıkmalı. Gizemler çözülmeli. ☺️ Bu noktalara dikkat etmenizi tavsiye ederim.

Bol yorum bekliyorum. Yeni bölümü en geç yarın yazmaya başlarım. Geriye dönük okumalara da başlayacağım. Karakter tutarlılığı ve gidişat hızı için bu çok gerekli. Diğer kitaplarımla benzer olan noktaları değiştirebilirim. ☺️❤️

Beni takip etmeyi, yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayın. Şimdilik hoşçakalın. ☺️❤️

İnstagram: seyma_yldz_koc

 


 

Bölüm : 17.05.2025 20:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI / 23. BÖLÜM: SOLDURULAN ÖLÜM ÇİÇEKLERİ 🦋
Şeyma Yıldız KOÇ
ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI

1.34k Okunma

195 Oy

0 Takip
25
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş