24. Bölüm

24. BÖLÜM: CAN YAKAN GERÇEKLER 🦋

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

Medya: Nahide babashli (Söz verdim) 🎶🎶

 

Barbaros'un Kaleminden

Tüm uğultulu seslerden uzakta gecenin ıssızlığını dinliyordum. Alina varlığımdan habersiz karşısındaki adamı ilk defa görüyormuşçasına büyük bir hayretle bakıyordu. " Sevgili Aleyna! Benimle buluşmak istediğini sanıyordum." Alina'nın bakışlarındaki kırgınlık ve öfkeyi umursamıyormuş gibi görünmüyordu. "Seni burada bulmayı beklemiyordum." Yakasını tutup duvara bastırdığı adamı serbest bıraktığında maskeli adam yere sertçe düştü. Alina ona dönüp bakmaya bile gerek görmemiş yüzünde öfke ve şüphe dolu bir ifade ile dayısına yönelmişti.

"Bana sarılmayacak mısın srje moja?" Alina başını reddeder gibi salladı. "Davranışlarına anlam vermiyorum Bay İmran Borya!" Nihayet bazı gerçekleri fark etmeye başladığını gördüğümde yüreğime belli belirsiz bir huzur yayıldı.

Vladimir sahte bir ilgiyle Alina'yı yanına çağırırken dayısını her fırsatta koruyup kollayan sevgili karım oralı bile değildi. "Senden haber bekliyordum. Beni yine şaşırttın!"

Vladimir Alina'nın soğukluğuna aldırış etmeden ona yaklaştı ve sahte bir samimiyetle sarıldı. Alina'nın karşısında dimdik durmuş sağ ve sol yanında sallanan kollarını ona sarmayı reddetmişti. Onda belli başlı şüpheler uyandırıp uyandırmadığımdan emin değildim ama göçmen kızımın gözünün önündeki o perdenin aralandığını biliyordum.

"Bu soğukluğa bir anlam veremedim srje moja! Beni gördüğüne sevinmemiş gibisin." Alina omuzlarını düşürüp başını dimdik tuttu. "Kafamda oturmayan çok şey var dayı. Senin ilgili çok fazla şeyi kalbimde tutuyorum ve bu artık ruhuma ağır geliyor." Boşnakça söylediği sözleri kısmen anlasam da Alina'nın kafasından neler geçtiğini tahmin edebiliyordum. Gözlerimin önünde sevdiğim kadının elini tuttu ve şefkatli bir şekilde okşadı. Bakışlarındaki keskinlik canımı sıkmıştı. O da en az Alina kadar şüpheciydi.

"Sevgili yeğenim. Görmediğim o günden bu yana çok değişmişsin. Konuşan sensin sözler senin ama bakışlar ve yürek değişmiş. Bilmediğim neyi kafana yerleştirdiler anlamıyorum. Sen hiç bana böyle sert davranmaz ve samimiyetsiz konuşmazdın!"

Alina başını dikleştirip gözlerini Vladimir'in mavi gözlerine değdirdi. "Davranışlarına anlam veremiyorum. Üzerine düşündüğümde çok şey eksik kalıyor."

"Eksik kalan ne?" Alina eliyle bulundukları harabeyi işaret etti. "Neden buradasın dayı? Ülkemizde bir savaş var. Her gün bizden birileri ölüyor ya da istismar ediliyor. Annem onlardan biriydi. Kardeşlerim... Ve eğer kurtulmasaydım ben de bu kötü kaderi yaşayacaktım. Beni orada güvende tutmayı başardın." Sonra alaylı bir şekilde gülüp bakışlarını kaçırdı. "Yakalanana kadar yani! Peki ya Berina? Onun ne suçu vardı? Neden onu bize getirmedin? Neden kardeşim Muris gibi Bosna'da Boşnak halkı için savaşmıyorsun? Niye buradasın dayı? Bu nasıl bir görev ki Bosna yanarken sen Türkiye'de bu kadar rahat yaşayabiliyorsun?"

Sahte tebessümler Vladimir'in içine düştüğü kaynar kazanı soğutmaya yetmiyordu. Alina'nın bitmek bilmez soruları epey canını sıkmış, yüzünün düşmesine sebep olmuştu. "Görüyorum ki seni bana karşı fazlasıyla doldurmuşlar. Bana olan güvenin neredeyse bitmiş! Ve korkarım ki sevginin bulunduğu yüreğinde de soğuk poyrazlar esiyor. Böyle mi olacaktık Alina? Bizi birbirimize düşman mı edeceklerdi?" Alina ona sırtını dönüp birkaç adım araya mesafe koydu. Kafasındaki çalkantılar bana huzur verirken Vladimir'in yüzünü düşürdü.

"Kimsenin hiçbir şey yaptığı yok. Kafamda binlerce soru var. Ne yapsam bir türlü bu handikaplara çözüm üretemiyorum. Kardeşlerimin öldüğü haberini aldım. Onları isteseydin kurtarabilirdin ama yapmadın. Bunu senden defalarca istediğim halde beni her seferinde atlattın. Şimdi yaşadıklarından şüpheleniyorum. Ama her zaman olduğu gibi beni geçiştirmeye çalışıyorsun. Bu ne zamana kadar böyle gidecek. Benim tanıdığım İmran Borya'ya asla bunları yapmazdı. Beni esir gibi buraya getirdiklerinde yanımda olmadın. Yokmuşum gibi davrandın. Neden? "

Alina Vladimir'in gözlerinin içine bakarken yutkundum. Kardeşlerinin ölmediğine dair şüpheleri vardı. Bu yalanı söylerken bir gün gerçeği öğrenebileceğini biliyordum ama bu kadar erken olmamalıydı. Ah Alina! Ne büyük bir suçluluk duyduğumu anlayamazsın. "Onları kurtarmak için çoktan kolları sıvadım ama bir türlü hayırlı haberleri gelmiyor. Seni incitmek üzmek asla isteyeceğim bir şey değildi Alina." Alina başını dimdik tutup yüzünü kastı. Sözler ona etki etmiyordu.

"Benim ülkesine hizmet eden bir asker olduğumu unutuyorsun Alina. Boşnak halkının özgürlüğü için uğraşıyorum. Burada terörist muamelesi gördüğüm halde tek amacım sizleri bu korkunç ihanetten kurtarmak. Benim için yeğenlerimin hepsi çok değerli. Fakat ben Tanrı değilim. Her şeye yetişip gücümü kullanarak bir şeyleri çözmeyi başaramıyorum. Bazen ülkemiz için fedakarlık yapmam gerekiyor sevgili kızım. Bunu anlayabileceğini düşünüyorum. Elimden gelen her şeyi yaptım." Alina'nın kararsızlığını fark ediyordum. Dayısına inanmak için ne çok çaba sarf ediyordu.

Alina iki kaşının ortasını bıkkın ve yorgun bir şekilde ovdu. Vladimir ise inanıp inanmadığını anlamak istiyor gibi ona dik dik bakıyordu. Ses tonunu acınası bir hale getirmesi ve zavallı mavi gözlerini masum vatansever bir adam gibi nemlendirmesi üçüncü sınıf örgüt kitaplarına malzeme olurdu ama beni kandırmaya yetmezdi.

"Sana inanmak istiyorum ama bu çok zor! Seni aradığımda bile düşündüğün tek şey kendindi. Çaresizlik dolu bir sesle ağlayarak sana derdimi anlatmaya çalıştım ama askerlerden başka ağzından bir cümle çıkmadı. Bu insanlar ne istiyor senden dayı? Sen ülkesine hizmet eden bir askersen neden terörist, casus muamelesi görüyorsun?" Alina'nın yanına gelip gözlerimin önünde elini tuttu. O pisliğin Alina'ya dokunmasına bile tahammül edemiyordum. Bir hainin yeğeni olduğu gerçeğini sindirmem asla mümkün olmayacaktı.

"Bu insanlar bizim düşmanımız Alina. Bizim için iyi şeyler düşünmüyorlar. Seni yanlarında tutmalarının sebebi sana olan sevgi ve bağlılıkları değil! Beni ele geçirmek... Çünkü Bosna'nın yeniden ayağa kalkmasını istemiyorlar. Bizim öldürülmemiz onlar için rahatsızlık duygusu oluşturmuyor." Nefes alamadığımı hissettim. En başından beri bu gerçeği biliyordu. Onunla yakınlaşmamın farkındaydı. Peki ya beni? Yüzümü tanıyor muydu?

"Hayır! Buna inanmıyorum dayı! Onlardan iyilikten başka bir şey görmedim. Ne Barbaros ne de diğerleri asla beni üzecek bir şey yapmaz. Eğer tanımış olsaydın bu sözleri asla sarf etmezdin. Üstelik onlar Bosna'ya yardım etmek için ne kadar çok çaba sarf ettiler bilemezsin. Her gün savaşa karşı bizi destekliyorlar. Hatta gizli intikam timlerinin gönderildiğini bile biliyorum. Eğer kardeşlerim yaşasaydı onu kurtarmalarını ister bunun için gerekirse yalvarırdım. Hiç kimse bir şey yapmasa bile Bosna'ya gidip onları kurtarmak için tek başıma olmayı bile kabullenirim."

Alina'nın gölgeli yüzü kalbimi sızlatıyordu. Onu sevmiştik. Kendimizden biri olarak görmüştük ama Vladimir ele geçirmek bu kadar önemliyken görevimiz için bazı şeyleri göz ardı etmek zorunda kalmıştık. Eğer Alina işbirliğini kabul etseydi her şey çok daha kolay olacaktı ama ne yazıkki dayısı onun gözünü fazlasıyla boyamıştı. "Yeniden sevgili yeğenlerimin nerede olduğunu araştıracağım. Ölüp ölmediklerinin bilgisine er ya da geç ulaşacağız. Benden haber bekle Alina!" Alina bakışlarını kaçırdı. Artık dayısına eskisi kadar güvenmiyordu.

"Gitmem gerekiyor! Biraz zamana ihtiyacım var! Düşünmeye..." Son sözünü bastırarak söylemişti. Alina onu öylece bırakıp çıkışa yöneldi. Bir yerde çınlama seslerini duyabiliyordum. Çiviler ve metal bazı parçalar vardı. Kırık camlardan içeriye çok az sokak lambasının ışığı sızıyordu. Vladimir onu adım adım izledi ve Alina kırık dökük merdivenden dikkatli bir şekilde inmeye çalışırken yanındaki adama başıyla onu işaret etti. Burnuma kötü kokular geliyordu. Alina'yı bize karşı kullanmak istediğini ve bu yüzden timi kötüleyerek ona yaptırmak istediklerine zemin hazırladığını anlamıştım. Artık bu konuda pek umudu kalmamıştı ve bu Alina'nın ipini çekmesi için fazlasıyla yeterli bir sebepti.

Yumuşak adımlarda aşağı doğru sarktım ve sağlam olduğunu düşündüğüm boruya tutunarak harabe duvarından sokağa indim. Göçmen kızı ardına meraklı gözlerle son kez bakmış takip edildiği hissini boşa çıkarmaya çalışmıştı. Telsizle anons geçip hazırda beklettiğim istihbaratçıları Vladimir'in bulunduğu civara yaydım. Tek bir sözümle aracının etrafını sarmış ve onu takibe hazırlanmışlardı. Artık inine ulaşmam an meselesiydi. Şu an tek derdim Artemis çiçeğini sağsalim lojmana ulaştırmaktı. Tok adım seslerini olabildiğince yutmaya çalışarak sevdiğim kadının peşine düştüm. Sokakta çok az ışık vardı. Beni fark etmesinden korkuyordum. Ama artık bu sırları içimde tutmak da bir cehennemden farksızdı.

O an birbirine yakın mesafedeki bazı evlerin damında tanımadığım ve tehdit unsuru olabileceğini düşündüğüm gölgelere rastladım. Vladimir Alina'nın ipini çekmek istiyordu. Onu bulunduğum mesafeden korumam imkansızdı. Ara sokaklara girip onu karşılayabileceğim bir mesafeye geçtim. Adım seslerim ve ayağımın altında ezilen çakıl taşlarından başka bir şey duyulmuyordu. Duvarın arkasına gizlenerek Alina'ya silah doğrultan siyah giysili, deri ceketli adamı şakaklarından yakalayıp kafasını duvara çarptım. Bayılmıştı. Silahını alıp onun harabe evlerden birinin sahanlığına taşıdım. Kapıyı üzerine kilitleyip telsizden sessiz bir şekilde anons geçtim. Bu paketi almak için birileri gelecekti.

Yeniden karanlığın içine süzülüp yürümeye başladım. "Dikkat et!" Bir anda karşısına çıkıp üzerine atladım. Yüzümü kapandığı o ipeksi gerdanında kaldırıp silahımı harabenin yıkık kapısına gizlenen adama doğrulttum. İkimizin susturucuları da sinek vızıltısı tarzında sesler çıkarmakta fazlasıyla mahirdi. "Barbaros!"

"Hemen duvarın ardına gizlen Alina! Hedef sendin!" Bu gece onun ipini çekmeye karar vermişlerdi ve hesap etmedikleri kişi bendim. Onu asla incitmelerine izin vermezdim. Ben tek bir cümle daha kuramadan Alina hemen altımda yuvarlanıp beni de bu şekilde kenara sürükleyerek bizi hedef olmaktan kurtardı. Saniyeler içinde birbirimizden ayrılmış ve siper olarak sokağı cehennem meydanına çeviren insanlara ateş etmeye başlamıştık. Belimdeki silahı ne ara aldığının farkına bile varamamıştım.

"Sana gizlenmeni söyledim göçmen kızı! Burası kahramanlık yapmak için hiç iyi bir yer değil!" Alayla güldü. "Bir korkak gibi saklanmalıyım öyle mi?" Silahını konuşlandığı yerden çıkarıp çürümüş harabe kapısına nişan alarak ateşledi. O an siyah giysili casusun içi teneke dolu bir çuval gibi sola doğru yığıldığını fark ettim. Alnında hatır sayılır güller açılmıştı. "Hıh! İyi bir nişancı olduğumu söylemiş miydim?"

Böyle bir zamanda bile beni güldürmeyi başarmıştı. Sol üstümüzdeki harabede üzerimize şarjör boşaltan haini fark ettiğimde namlumu ona çevirdim. Bulunduğum duvara siper olmuştum. Sırt sırta birbirimizi koruyorduk. Nihayet duvarın sonuna geldiğimde "Beni koru!" Dedim. Namluyu tehlikeli bölgeye çevirip güvenliğimden emin oldu. Binanın etrafından dolaşıp bizi ilk konumumuzda arayan keskin nişancıyı hedef almış ve omzundan vurmuştum. Silahına atılmak istediğinde elimden vurdum. Bileğini sol eliyle kavrayıp titreyen kanlı avucuna baktı ve inledi.

"Oyun bitti pi..." Dedim. Göçmen kızı da peşimden gelmişti. Silahını adama doğrultup adım adım bulunduğu konuma yaklaştı. Antenin üzerinden atladım. "Ellerini kaldırıp ensende birleştir. Yanlış bir hareket yapmayacak kadar akıllısındır umarım!"

"Lanet sür...!" Dişlerimi sıktım. Üzerine atılmak için hızlı birkaç adım attığımda Alina benden önce davranmış ve keskin nişancı tüfeğini adamın kafasına geçirmişti. "Leş kargası!" Polis ve jandarma araçlarının sesini duyduğumda ciğerlerimdeki havayı kızgınlıkla bıraktım. Ekiplerden öne çıkan birkaç kişi önümüzdeki paketi alıp zoraki araca bindirdi. Bana uzatılan pet şişedeki suyu Alina'ya uzatıp içmesini istedim. Başını sallayıp bakışlarını çıktığımız damdan sarı ışıkla aydınlanan sokağa dikti.

"Üç saldırgan da yakalandı komutanım!"

"Güzel! Bu iyi haber!" Bakışlarım Alina'yı bulduğunda tedirgin ve şüpheli hali dikkatimden kaçmadı. Deri ceketimi omuzlarına bırakıp elini tuttum. "Geçecek!"

Alayla güldü. "Yine bir operasyonun içine düştüm galiba!"

"Operasyon sensin artemis çiçeği!" Çene kaslarını şişirecek kadar dişlerini sıktı. "Ne demek bu?" Bakışları bir gerçeği duymaktan ölesiye korkan duygularını ele verdi. Aklından geçenleri anlamak hiç de zor değildi. "Onlar seni öldürmek istedi. Seni sırtından vurmak için fırsat kollayan insanlar var Alina!" Yutkundu. Bozulan yüzü kim olduğumu bildiğini ele veriyordu. "Eve gitmek istiyorum." Beni ardında bırakmak için merdivenlere yöneldi. Adımlarımı hızlandırıp önüne geçtim.

"Lütfen! Sana kendimi anlatmama izin ver!" Başını eğip bakışlarını kaçırdı. Elini ellerimin arasına alıp başparmağımla sakinleştirmek ister gibi yuvarlak hareketlerimle avucuna dokundum. "Üstesinden geleceğimizi biliyorum. Benimle gelmelisin." Alina bir şey söylemeye hazırlansa da telsiz anonsu cümlelerini bölmüştü. "Yıldırım Kartal 1, görev tamamlandı. Tamam!"

"Anlaşıldı tamam!" Kolumu beline dolayıp inmesi için ona yol gösterdim. Üstü açık arabama binip hedefledi binaya doğru hareket ettik. Rüzgâr sert esiyordu. Saçlarının asi tutanları yüzüne düşüyor ve bakış açısını neredeyse sıfıra indiriyordu. Üzerindeki deri cekete daha sıkı sarıldı. "Nereye gidiyoruz?"

"Gittiğimizde görürsün!" Daha fazla bir şey söylemeyip hızımı arttırdım. İhtiyacım olan her şeye ulaşmış ve bu içime sinmeyen oyunu bitirme kararı almıştım. Onu Hakkari'deki askeri istihbarat ve jandarma üssüne götürmüş ve bunun için gerekli izinleri önceden hazırlamıştım. Kapının önüne geldiğimizde aracı park edip elimdeki izin belgesini nöbet kulübesinden gelen başı kasklı iri yapılı, kamuflaj giyinmiş olan asker beni karşıladı. Ona rütbeni belirtip Alina'nın giriş izninin olduğu belgeyi uzattım. Belgeyi içeriye bildirip telsizle anons etti.

"Otluca 4, Misafir giriş izni alınsın. Üsteğmen eşliğinde sivil şahıs geliyor." Alina yüzü maskeli bir kadın asker tarafından aranınca artık yavaş yavaş ana binaya yönelmeye başlamıştık. Alina ben asker kıyafetleriyle dolaşırken sivildi. Etrafına ilgiyle bakıyor ve durumu anlamaya çalışıyordu. "Buraya neden geldik üsteğmen?"

Adımlarımı merdivene atıp koridora geçtim. "Anlayacaksın!" Odalardan geçiyorduk. Ona göstermek istediklerim için sabırlı olması gerekiyordu. Floresan lambalarla aydınlatılmış gri duvarlarla çevrili dar koridordan geçtik. Arşiv ve birifing odasının geride bıraktık. Nihayet ses yalıtımlı, dışarıya izole edilen görüşme odasına ulaşmıştık. Duvarlara Zap bölgesi, Şemdilli kırsalı ve Kuzey Irak'ı gösteren haritalar vardı. Sağ tarafta daktilo ile yazılmış belgelerin bulunduğu resmi dosyalar bulunuyordu. Ortada ahşap dikdörtgen bir masa vardı. Masanın üzerinde ise bana gerçekleri göstermemde yardım edecek bir teyip bulunuyordu.

"Çekinme Alina! Otur lütfen!" Ona sandalyeyi işaret ettiğimde başını salladı. "Gerek yok! Sadece neler söyleyeceğini duymak istiyorum."

"Gerçekleri öğrenmeni istiyorum!" Dedim. Başımı dimdik tutuyor ve onu duyacaklarına hazırlıyordum. Kasedi dosyadan çıkarıp teyibe yerleştirdim. "Klık!" Sesiyle saniyeler sonra Vladmir'in sesi ortama yayıldı. "Bu ses kime ait?" Yosun gözleri iri iri açıldı. "Bu!"

"Senin İmran Borya kod adıyla tanıdığın Vladimir Paradzic!" Yutkunup biraz daha yanıma yaklaştı ve can çekişen bir yaban domuzu görmüş gibi iğrenerek teyibe baktı. "Bu ne demek?"

"Dinle Alina! Dayım dediğin adamın telsiz konuşmasını dinle! Boşnakça konuşuyor! Bunu anlayacaksın!" Cızırtılı ses ortamı doldurmaya devam etti. Alina nemli gözlerle kulak kesilmiş söylenileni anlamaya çalışıyordu.

"Tiran, ne dozvoli da Alina propusti taj kamion! Želim da umre u tom kamionu s ostalima. Ubij ga prije nego što se još više umiješa u naše poslove! Završi posao! (Tiran, Alina'nın o tırı kaçırmasına izin verme! O tırın içinde diğerleriyle birlikte can vermesini istiyorum. Daha fazla işlerimize bulaşmadan öldür onu! Bitir işini!" Gözlerini derinliklerine baktım. İri iri açılan göz bebeklerini sıktığında bir damla yaş süzüldü. "Hayır! Bir yanlışlık olmalı! Bu gerçek olamaz!" Ona yaklaşmak için atıldığımda beyaz ince ellerini benden uzaklaşmak için bir paravan olarak kullandı.

"Alina! Bu telsiz kayıtları gerçek!" Eliyle yüzünü sertçe sildi. Burnunu çekip nefes almaya çalıştı. Her şeye rağmen, tüm şüphelerini geride bırakıp ona inanmak istediğini anlamıştım. "Hayır! Birileri korkunç bir oyun oynuyor! Dayım asla bana zarar vermek istemez!"

"Bu gece seni öldürmeye çalışan oydu Alina! Orada olmasaydım işini bitirmek için bir an bile beklemeyecekti. Tırın içinde Hazel'in ve pek çok masum Boşnak'ın öldürülmesine sebep oldu." Ellerini iki yanından kulaklarına bastırıp "Hayır!" Diye bağırdı. Kapıya yöneldiğinde onu belinden kavrayıp gövdeme bastırdım. Onun kadar acı içindeydim fakat kendi hayal kırıklıklarına gömüldüğü için benim farkımda bile değildi. Orada sadece işini yapmaya çalışan genç bir kadını kaybetmiştim. Onunla evlenmek için gün sayıyordum ve avucuma gelen tek şey külleri olmuştu. Solan duygularım geçmişteki kötü hatırları ve vicdan azabını silmeye yetmiyordu.

"Yapma! Ne olur yapma artık!" Hıçkırıklar içinde ağladı. Elimdeki dosyaları bir kenara bırakıp hazırladığım belgeleri gösterdim. Fotoğraflar, kasetler ve daha niceleri onun çirkin yüzünü göstermeye maskesini düşürmeye yeterdi.

"O cehennemde ben de çok şey bıraktım. Gözlerimin önüne gelen o zavallı bebek cesetlerini bana ne unutturabilir? Annelerinin kucağında oluk oluk kanayan masum çocukların cesetlerindeki korkulu yüz ifadesini, solup ölü bakışlarını kim silebilir?" Yanaklarından tutup alınlarımızı birleştirdim.

Onunla ne gizli ne de açıktan mücadele etmek istemiyordum. Alina Mihaloviç Demirsoy benim aşık olduğum onca nefrete rağmen yüreğimde sevda yeşerttiğim kadındı. Ve doğacak çocuklarımın onun kanını taşımasını ve onun bedeninde yeşermesini istiyordum. Onun gibi bakmalı, onun gibi konuşmalı, onun gibi yanarak yakarak ölür gibi sevmeliydiler. Sesinde soluğunda cennetler çağlamalıydı.

"Anla beni! O bir hain! Sevdiğim her şeye kıymak isteyen gizli bir örgütün korkunç, iki yüzlü casuslarından biri!" Burunlarımızı birbirine değdirecek şekilde yüzümü hareket ettirdim. Cesaret ve güç toplamasını istiyordum. "Oraya sadece gazeteciler için gitmedim ben Boşnak güzeli! Amacım Vladimir'i ve köpeklik ettiklerini bulmaktı."

"Bu olamaz! O... O bir vatanseverdi! Ülkesi için canını feda etmekten çekinmezdi." Bedenlerimizi birbirinden ayırdım. "Bana güvenmiyor musun? Sözlerimin bir anlamı yok mu?" Bocaladı. Gözlerini kaçırıp güçlükle nefes almaya çalıştı. Elleri göğüs kafesine mıhlanmış, tutsak olan kuşları korumak ister gibi temkinliydi. Kolundan tutup masadaki dosyaları ve belgeleri önüne düşedim. Kayıtlardan alınan görseller aleni ortalığa saçılmıştı.

"İşte ifadeler! Bu ifadeler tıra ateş edip baskın düzenleyen hainlere ait! Hepsi aynı amaca hizmet ediyor Alina! Hepsinde aynı yüzükten var. Eldeki bir dünya sembolü..." Nemli bakışları fotoğraflarda ve ifadelerde dolaştı. "Bu nasıl olur? Hep şüphelendim ama..."

"Hain bir örgüt Türkiye'de korkunç eylem planları yapıyor. Kendi içimizde bizi bölmeye çalışıyorlar. Dış ilişkilerimizi zora sokup bizi siyasi yalnızlığa mahkum etmeye ve itibarımızı zedeleme amacı güdüyorlar. O sandığın gibi biri değil!" Çenesinden tutup yüzünü belgelerden ve fotoğraflardan kurtardım. "Deşeledikçe altından başka şeyler çıkıyor! Hayatını karartan savaşı düşün! O savaşın çıkmasında Yugoslavya'nın dağılmasında aynı adamın parmağı olduğunu bilsen ne düşünürdün? Bu hainin ülkene ihanet ettiğini, onca insanın kanına girdiğini öğrensen ona eskisi gibi bakar, dayım diyebilir miydin?" Kağıtları avuçlayıp ona gösterdim.

"İşte şifreli yazışmalar! İşte sahte kimlikleri ve bağlantılar! Ne çok şey var bilemezsin!" Başını göğsüme yaslayıp hüngür hüngür ağladı. Onun için bu kadar değerli olması beni delirtiyordu. Bu nasıl kusursuz bir oyunculuktu ki eğitimli bir askeri bile şaşkına çeviriyordu.

"Beni çocuğu gibi büyüttü. Babamın yokluğunda anneme ve kardeşlerime sahip çıktı." İç çekti. "Bizi nasıl kandırır? Nasıl bunca zaman oynar?" Elinden tutup duvar kenarına sindim ve onu küçük bir bebek gibi kollarımın arasına aldım. Sırtımız zemine yaslanmış oturur vaziyetteydik ve kollarımda buzlanmış gibi titriyordu.Birbirimize ihtiyacımız vardı.

"Kabul etmenin ne kadar zor olduğunu biliyorum Artemis çiçeği! Ama duygularınla mücadele etmelisin! O hainin izini sürmek zorundayız."

"Beni kandırdı!" dedi fısıldar gibi. "Beni ülkesi için mücadele eden bir asker olduğuna inandırdı. Onun yüzünden ne çok insanın ölümüne sebep oldum. Onun yüzünden..." Yüzünü göğsüme yaslayıp saçlarına dolu dolu birkaç öpücük bıraktım. Sevdiğim kadını teselli etmek istiyordum. Artık karşımda olmasından yorulmuştum. Onun için oyunlar çevirmeye yalanlar söylemeye tahammül edemiyordum.

"Daha kötü şeyler de yapacak Alina. İçinde bulunduğu ve hizmet ettiği örgüt Türkiye'yi kaosa sürükleyip parçalama gayesi güdüyor. Bosna için planladıklarını Türkiye'ye de uygulamak istiyorlar." Yüz yüze gelebileceği şekilde başını çevirdi. Onun hayal kırıklığıyla incinen yüz hatlarına işaret parmağının ucuyla zarifçe dokundum ve yanadaki ıslaklığı sildim. Bir süre sessiz kaldık. Duyduklarını hazmetmeye ihtiyacı olduğunu biliyordum. Çocukluğu onunla geçmişti ve kalbinde tartışmasız bir yere sahip olduğunu anlamıştım.

Omuzlarındaki sarsılmalar ve hıçkırıkları dindi. Yavaşça ayağa kaldırdım. Birlikte yeniden koridora geçtik ve gerekli işlemleri halledip aracıma yöneldik. Aracım sağ koltuğuna yerleşmiş hafifçe öne doğru meyil ederek dirseğini sağ tarafındaki kapıya bırakmıştı. Aracı üstü açık olduğu için arttırdığımda rüzgâr saçlarını okşayıp geçmişti. Arsız tutanların gözlerinin önüne geldiğini görür görmez sağ elimi ona uzattım ve o tutamları kulağının arkasına sıkıştırdım. Cansız gözleri birkaç saniye üzerimde oyalansa da yeniden önüne döndü. Onunla bir tepenin başına gelmiştik. Aracı durdurup el frenini çektim. Aramızda bir kırgınlık olmasa da tereddütle göğsüme yaslanıp iç çekti. Karşımızdaki tepenin üzerinde dolunay etrafında dolaşan kara bulutlara rağmen göz kamaştırıcı görünüyordu. Soğukluk henüz dağlık bölgede yerine ılıman iklime bırakmamıştı. Kulaklarıma dolan ses birkaç metre uzamızdaki derenin çağlayışıydı. Yanı başındaydı. "Şimdi daha iyi misin?"

"İyiyim!" dedi cılız sesiyle. "Olacaksın! Daha iyi olacaksın hem de!" Aracın önündeki Ayet-el Kürsi yazılı süs eşyasını uzanıp eline aldı. "İnsan birine sığınmaya çok ihtiyaç duyuyor değil mi? Bir yere sığınma arzusu kalbimizin ölene kadar terk etmiyor."

"Öyle!" Gülümsemeye çalıştım fakat yalan gülüşlerimin hiçbirine inanmadığını biliyordum. "Çocukken annem ve babam hep yanımdaydı. Beni korurdu ama ben korunan değil koruyan tarafta olmak isterdim. Güçlü olmak güçsüz olmaktan daha tercih edilebilir gelirdi." Dudağı kıvrıldı. "Beni dayım ve annem korurdu. Ben de güçsüz tarafta olmayı sevmezdim. Kendimi korumak için hep yollar arar güçlü olmaya çalışırdım." Gözlerimin derinliklerine baktı. "Bir gün bahçede oyun oynarken çocuklar sırf güçsüz diye bir karınca yuvasını hortumla sulamıştı. Hepsinin boğularak öldüğünden emin oluncaya kadar hortumu yuvadan çekmediler." Tebessümüm dağıldı.

"Bazen çocuklar bir canavar gibi davranabiliyor."

"Haklısın!" Önümüzdeki uçurumun derinliklerine bakıp ürkerek yutkundu. "Onları engellemeye çalıştım ama gücüm yetmedi. Beni itip yere düşürdüler ve her yanım mosmor oluncaya kadar tekmeleyerek dövdüler. O zaman en küçükleri bendim. Sıska bir helikopter böceğine benziyordum. Beni ayaklarının altında ezmekte çok zorlanmasalar gerek!" Genizden güldüm. "Bu güzellik için helikopter böceği fazla çirkin kalıyor. Sen şu kuğu doğanlardansın. Eminim o zaman da güzelsindir. Çocuklara gelince." Kırgın bakışlarına hüznünü giderir gibi gülümsedim ve kızaran yanağını okşadım. "O zıpçıktılar iyiki karşıma çıkmadı. Panzer gibi hepsini ezerdim. Şişman güçlü bir çocuktum ben. Bana bu yüzden laf atan herkesi döverdim. Senin gibi zayıf kızlar benimle sadece dalga geçerdi." Bu sefer de o gülmüştü.

"Seni şişman hayal edemiyorum." Dedi kıkırdarken. "Koca ayı derlerdi. Kimin umurunda. Güçlü olan bendim. Hepsini sürükleyip ezerdim. Ha ha! Yanlış adama çattılar."

"Güçlü olmak istediğim için asker oldum." Dedi. Sesi masum bir mırıldanış gibiydi. "Sen güçlüsün!"

"Değilim! Belli ki yeterince akıllı da değilim." Kendi kendini alay alır gibi güldü. "Baksana! Yanı başımdaki haini bile fark edememişim. Akıllı olduğumu sanırdım. Ne utanç verici!" Hain sözü bakışlarımı kaçırmama sebep oldu. Ona söylediğim yalanları düşünmeye bile dayanamıyordum. Gerçekleri öğrendiğinde benden nefret edecekti. Eskiden bu düşünce bu kadar ağır gelmezdi. Şimdi ise boynuma zehirli bir urganın geçirilmesi gibiydi. Acıdan kıvranıyordum ama yüzümdeki ifadeleri bile kandırmayı başarmıştım.

"Sen iyi kalplisin Alina! Günlerce hem Ayşen'e hem de bebeğime baktın! Kimin derdi olsa koşar gelirsin. Lojmanda doktor olan pek çok kişi var ama sana gelip dikiş attırıyor, iğne yaptırıyorlar. Sana güveniyorlar. Senden çekinmiyorlar. Bosna'dan geldin ama lojmandaki kızları kardeşleri gibi sayıp seviyorsun. Çocuklarını sana emanet etmekten çekinmiyorlar. Böylesi bir kalbe insan tapmaz da ne yapar? Bu sabah bile gecenin yorgunluğuna rağmen yan evdeki Melek teyzenin tansiyonunu ölçtün. İğnesini her akşam sen vuruyorsun. Hatta kimi zaman hastaneden koşturarak geliyorsun. Ben dünyanın en şanslı adamıyım!" Dolu dolu gözlerle gülümsedi.

"Kim olsa yapardı?" Dedi omzu silkerek. "Yapmazdı Alina! Şimdi insanlar selamı bile parayla verecek nerdeyse!" Onunla ilk tanıştığımız zaman aramızda geçen konuşmalar aklıma geldiğinde kızardım. Söylediklerimden utanıyordum.

"Seni katil olmakla suçladım. Oysa tek istediğin o zavallı kadınlara ve çocuklara umut olmaktı. Onları savaşın kanlı yüzünden kurtarmak istemiştin! Seni anlayamadım." Sağ eli yanağımı kavrayıp eğilen başımı kaldırdı. "Birbirimizi tanımıyorduk. Artık tanıyoruz. İnanıyoruz." Eli yüreğime dokundu. "Artık güveniyoruz asker!" Sol eli elimi sımsıkı tuttu. Bu dokunuş kurduğumuz yol arkadaşlığını ve aşkın tüm kıvılcımlarını hissettiriyordu.

"Bir aile olduk artık! Hana bize gelmeni dört gözle bekliyor. Gün sayıyor sen gel diye. Ben kendi ellerimle mantıları açıp dolaba saklıyorum. Evin her yerine ayrı ayrı özeniyorum. Artemis çiçekleri saksılarımda hiç eksik olmuyor. Filizlenip açacakları günü iple çekiyorum. Her şey seninleyken çok güzel! Hayat anlamlı! Masamızdan eksilen insanların acısı bile biraz olsun köz oldu söndü. Onlarsız da yaşamayı birbirimize tutunmayı öğrendik. Bu yabancı memlekette o lojman benim ailem oldu. Ayşen, Cihangir, Ferit, Yadigâr ve daha ismini bilmediğim niceleri... Kendimi artık buraya ait hissetmekte hiç zorlanmıyorum." Daha fazla duramayıp dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdım. Yumuşak sıcak dokuyu iliklerime kadar hissedecek derinlikte bir öpücük bıraktım. Bana karşılık vermiş ve sevgisini daha fazla hissetmem için zevkle dokunmuştu. Onunlayken yaşamak çok güzeldi.

"Onların sana olan sevgisinden hiç bahsetmiyorsun. Sana bir şey olsa dünyayı yıkarlar." Bu konuda haklıydım. Söz konusu görevi bilen bir elin parmaklarını geçmezdi. Türkan ve Ferit de dahil olmak üzere herkes Alina'yı benimsemişti. Onu ailelerinden biri gibi kabul etmişlerdi. Oynadığım bu aşk oyunundan hiçbirinin haberi yoktu. Haberdar olanlar da bir an önce bitmesi için çabalıyor bizim gerçek bir aile olabilmemiz için elinden geleni ardına koymuyordu. Yolun başında her ne kadar Alina benim için bir görev olsa da şimdi hayatın anlamıydı.

"Üstesinden geleceğim Barbaros. O hainin yakalanması için ne gerekiyorsa yapacağım. Yaptıkları yanına kâr kalmayacak!"

"Biliyorum. Seninle çok daha güçlü olacağımızı ve bu işin üstesinden geleceğimizi çok iyi biliyorum. Çok az kaldı!" Bakışlarımla karşımızdaki dağın yamaçlarını işaret ettim. "Karanlık yavaş yavaş sökülmeye başladı. Gökyüzünü görüyor musun? Kızıllaştı. Bu güneşin habercisi! Yepyeni bir gün başlayacak. Hepimiz için tertemiz bir sayfa açılacak. İyi olacağız!" Yüzünü boynuna sürtüp göğsüme sımsıkı sarıldı. Kirpiklerinin çeneme değmesi ben de arzu dolu hisler uyandırıyordu. Uykusunun geldiğini ve gözlerinin kapanmak için fırsat kolladığını anlamıştım. "Bu saatleri çok severim! Bana huzur veriyor. Duyuyor musun? Kuşlar cıvıldamaya başladı. Yuvalarını bırakıp yavruları için yiyecek bir şeyler arıyor olmalılar." Güldü. Sesi oldukça zayıf ve tutkulu çıkmaya başlamıştı.

"Bak şuradaki oyuğun içinde minik yavrular var. Annelerinin geldiğini fark ettiler. Şimdi eğilip kursağında biriktirdiklerini gagalarına bırakacak. Doyuracak yavrularını. Kanatlarının altına alıp koruyacak! Sonra onların güçlenip kendi kanatlarıyla uçacakları günü bekleyecek. Ve yavruları tek başına ilk uçuşu gerçekleştireceği o anda düşerse diye yanında olacak. Onu yüreklendirip özgürlüğe kanat çırpacağı o ana tanıklık edecek. Ne güzel değil mi?"

"Çok güzel! Mutlu olmak için aslında çok fazla şeyi ihtiyacım olmadığını hatırlatıyor bana! İnsanın sevdikleriyle birlikte olması cennetteki birinci günün müjdesi gibi. Bazen o kuş gibi kendi kanatlarımla uçmak istediğim günü hatırlıyorum. Galiba ben de annemin kanatlarının altında olduğum günleri özlüyorum. Annemin sağlıklı olduğu, diyalize girmeden benimle günler geçirdiği, oyunlar oynadığı, beni kendi elleriyle salıncakta salladığı günleri özlüyorum. Mavi kelebek kozasından çıktı ama oradaki huzuru ve şefkati özlemekten bir gün bile vazgeçmedi." Bana özlediğim bir şefkatle baktı. Aşkın her rengini gözlerinde görmek bir sözüyle yüreğime akışını hissetmek harika bir duyguydu.

" Boşnak halkı mavi kelebekleri çok sever! Onların olduğu her yerde yeni umutların açacağına inanır. Başka türlüsü olsa onca zulmün olduğu kara bir dumanla gölgelenen o güzel topraklar nasıl yeniden yeşerirdi? İnsanlar nasıl her şeye rağmen hayata sıkı sıkı tutunurdu? Derler ki karanlığın en zifiri olduğu an insanın aslında aydınlığa en yakın olduğu anmış. Zeliş anne uygun böbreğe kavuşacak ve yeniden sağlıklı günlerine kavuşacak. O zaman mavi kelebek de kozasını kaybetmekten korkmayacak. Hayatıyla yeni bedeniyle barışacak."

Bana umut veriyordu. Ben onun tüm umutlarını gözlerinin görmediği her an paramparça ederken o yüreğimi yaşama sevinci ile dolduruyor kalbime sevdadan mavi çiçekler açtırıyordu. Artemis çiçekleri. Ölümün çiçekleri yüreği ölen bu adamı hayata döndürmüş ve yeniden sevmeyi öğretmişti.

"Sesinde özgürlük var Alina! Cümlelerinde huzur! Dünyanın en büyük yalanını söylesen de sana inanmaktan bir an bile vazgeçemem." Gözlerimizi kapatıp kuş cıvıltılarının sesini dinledik. Güneş yavaş yavaş kollarını yüreğimize uzatıyor ve bizi kendi mahşerimizde ısıtıyordu. Telsizden gelen cızırtılı ses gözlerimin yeniden açılmasına sebep oldu. Alina irkilse de uyanmamıştı. Beni Alay komutanlığına çağırıyorlardı.

Aracın torpido gözündeki ince poları Alina'nın üzerine örtüp romantik gecemizi lojmana dönerek sonlandırdım. Lojmanın otoparkına yöneldiğimde Alina da çoktan uyanmıştı. Birlikte Arnavut taşlarının olduğu geniş yoldan el ele yürümeye başladık. O an Erkin'in peşinden giden sarışın kızın bir anda karşımıza çıkmasını beklemiyorduk. Hızlıca köşeyi dönüp karşımıza geçti ve bize çarpmaktan son anda kurtuldu.

"Tuğba! İyi misin?" Tuğba ikimize de umursamayacak bir durumdaydı. Akan makyajı göz altlarını simsiyah yapmıştı. Sanırım ağlıyordu. "Yok ben şey... Eve geçmem gerekiyor da! Sonra görüşürüz!" Cevap vermemize bile fırsat tanımadan çıkışa yöneldi. Erkin'le aralarında ne geçtiğini gerçekten bilmiyordum. Onu sıkıştırmamızın bir faydasını olmayacağını anlamıştık. Alina'ya veda edip yeniden işimin başına geçtim.

🦋🦋🦋

Saatler önce

Erkin sarsak adımlarla patika yolu geride bıraktı. Yemek alanı lojmana uzak olmadığı için şanslı sayılırdı. Ne kadar sarhoş olacağını hesaba katmadan ardı ardına kadehleri mideye yuvarlamış ve şimdi korkunç baş dönmesiyle yüzleşmek zorunda kalmıştı. Daha fazla o ortamda kalmaya dayanamamıştı. Onların birbirlerine aşkla bakmasına dayanamadığı için kendine öfke duyuyor, adına bela üstüne bela okuyordu. Keşke mümkün olsaydı da şu yaralı, siyah kalbi yerinden söküp atabilseydi. Can evine kazınan ismi silip hiç sevmemiş gibi hayatına devam edebilseydi. Yapamıyordu. Bir yer vardı orada. Hep Alina'nın adını sayıklıyor, onu görmediği gün göğüs kafesinin tüm kemiklerini kırar gibi dövünüyordu. İçinde külden bir cellat vardı. Sevmek belasına önce Erkin'in canını alıyor onu her geçen gün olmak istemediği birine dönüştürüyordu.

Girintili çıkıntılı duvara tutunarak kısmen açabildiği gözleriyle lojmana ulaşmaya çalıştı. Onu götürmek için ısrar edenlerden kaçmış ve kendini yine sokaklara vurmuştu. Çok söylemişti içinden kendi kendine. "Unut onu! Sevmiyor, istemiyor! Başkasına aşık! Başkasına dokunuyor! O senin dostum dediğin adamın yüreğini istiyor Erkin vazgeç! Vur kafanı duvara! Ezilecekse ezilsin beynin, kanayacaksa kanasın yüreğin! Onsuz davran! Sana hiç gelmemiş gibi! Seni hiç sevme ihtimali yokmuş gibi avut kendini! Olmuyordu işte! Bu Sevda öyle bir çaresizlikti ki öldüğünü düşündüğü anda Anka kuşu gibi yeniden küllerinden doğuyor, aklına fikrine bakmadan duygularının kelepçesiyle yeniden şahlanıyordu.

Ağlar vaziyetteyken histerik bir şekilde güldü. Büyük konuşmuştu büyük! Sevmem! İşim yok öylesiyle demişti. Olmadı olmaz, değmedi değmez demişti de kader sevda duvarına sürte sürte almıştı intikamını. Böyle oluyormuş meğer diye inledi. İnsan asla kendini sevmeyecek birine tutulduğunda hücrelerine kadar paramparça oluyormuş. Yanlış kadına bakan gözlerine yanlış ismi sayıklayan diline, yanardağ gibi kaynayan yüreğine bile yabancılaşıp düşman oluyormuş.

"Dikkat et!" Üzerine atılan kadının gövdesi toprak zemine boylu boyunca uzanmasına sebep oldu. Sırtüstü yere düşmüş hiç ummadığı bir anda sarışın kızın üzerine kapanmasıyla iyice afallamıştı. 'Sen!"

"B-ben!" Dedi Tuğba. Göz gözeydiler. Onunla bu kadar yakınken genç kız bir türlü aklını başına alamıyordu. Onun koyu kahve gözlerine tutulmuş bir şekilde yutkundu. "Kötü görünüyordun. Masada yani! Öyle gidince endişelendim." Yanlış bir şey söylemiş gibi alt dudağını ısırdı. "Yani şey! Annem sana emanet etmişti beni. Eh sen de bana emanet sayılırsın! Güven tek taraflı olmamalı!" Ne saçmalıyorum diye dilini ısırdı. Hâlâ Erkin'in kucağında olduğunun farkında bile değildi.

Erkin bakışlarıyla yanlışa müsait pozisyonlarını işaret etti. "Afedersin!" Tuğba ayağa kalktığında Erkin de güç bela duvara tutunarak doğrulmuştu. "İyiyim ben! Evine git!" Sözlerini geveler gibi uyuşuk bir sesle söylüyordu. "Geç kalma. Buralar tekin yerler değil!" O devam etmek için yürümeye başladığında Tuğba da peşine düştü. "Sallanıyorsun! Çok sarhoşsun! Yardım etmeme izin ver!"

"Gerek yok!" Bunu kızın yüzüne bile bakmadan söylemişti. "Lütfen!" Erkin sarhoşluğun da etkisiyle kükredi. "Sana gerek yok dedim. Evet annen seni bana emanet etti. Ama bu velin gibi elini tutup istediğin her yere seninle gelmemi zorunlu kılmaz." Kız hayal kırıklığıyla ağlamak isteyen yüreğine direndi. "Ama..."

"İstersen sana dantel yaka da işleyeyim. Okul önlüğünle veletlerin arasına karışırsın!" Bunu yürümeye devam ederken genç kızın yüzüne bile bakmadan söylemişti. "Yeter Erkin! Eğer istediğin buysa bir daha karşına çıkmam! Beni incitmene gerek yok!"

"Sen..." Erkin yeniden çukura giren ayağının azizliğine uğrayarak düştü. "Lanet olsun!" Tuğba onu kolundan tutup kaldırdı. Ayakta duracak gücü bile yoktu. "Bunu kendine yaptığına inanamıyorum. Sen içkiyi ağzına vurmazdın. Ona sığınıyorsun!"

Erkin siyah takım elbisesinin ceketini çekiştirip ucunu genç kızdan kurtardı. "Seni ilgilendirmez. Biz halimizden memnunuz. He-hem!" Silkelenip duvara sırtüstü yapıştı. "Sen gitmiyor muydun?"

"Gideceğim merak etme! Derdinden ölmüyorum." Erkin gözlerini ovup, "İyi ya git işte! Hadi selametle!" Diye sallandı. Onu düşmekten son anda Tuğba kurtardı. "Seni evine sağ salim bırakmadan gitmem!"

"İyilik meleği! Gözlerim yaşardı." Tuğba başını Erkin'in kolunun altından geçirip iri kaslı cüssesine destek oldu. "Senin gözlerini biri fena yaşartmış!" Lojmanın girişindeki askere genç adam sarhoş selamı verip aksak adımlarla içeri girdi. Nihayet evine ulaşmıştı. Tuğba onu antreden geçirip yatak odasına götürdü. Gözleri istemese de Erkin'in evindeki her bir detayı zihnine işliyordu. Onu yatağa bırakmak için eğildiğinde dengesini kaybedip yeniden askerin üzerine düştü. "Ah!" Aralarındaki sessiz diyaloglar genç kızın kalbindeki sancıyı daha da arttırıyordu.

Karşısındaydı. Yıllarca hayaliyle yaşadığı adam tam karşısında bir nefes kadar yakınındaydı. Onun küçük komşu kızı olmaktan bıkmış usanmıştı. Sırf onunla aynı yerde olabilmek için aldığı yüksek puanlara rağmen bu küçük yerleşim yerine gelmiş ve ona komşu olmuştu. Derdini anlatamamıştı bunca zaman ama Erkin eğer bir aptal değilse ki- değildi- ondaki bu aşk denizini çok önceden fark etmiş olmalıydı. Hep susmuş, onun yaralı sevdasına sırt çevirmişti. Küçük kızın büyük aşkı olma fikrini belli ki o da babası gibi sevmemişti.

Tuğba'nın dudakları heyecanla aralandı. Burada olmaması gerekiyordu. O bu haldeyken sıcaklığını, kokusunu hissetmeyi bu kadar arzulaması yanlıştı. Parmak uçları Erkin'in alnına dökülen siyah perçeme ilişti. Artık kilometreler bitmiş, yıllarca süren hasret sona ermişti. Azize teyzesinin kusursuz ahlaktaki, yakışıklı asker oğlu soluğunu koynunda hissedecek kadar yakınına gelmişti.

Erkin üzerindeki ağırlık ve alnına dokunan ellerle irkilip gözlerini açtı. Genç kız küçük bir kalp çarpıntısı yaşasa da nihayet dudaklarına kavuşmakta gecikmedi. Ve hayret edilesi bir şekilde öpüşlerine karşılık alıyordu. İçen Erkin'ken sarhoşluk neden Tuğba'ya kalmıştı anlamak zordu. O an ağzının içinde diliyle dans eden dil Erkin'in olmasaydı bunun bir hayalden, asla gerçekleşmeyecek bir düşten ibaret olduğuna yemin edebilirdi. Tuğba'nın dudakları yanaklarına ve kulak memesine ulaştığında iç çekerek yüreğinde ihtilal yapan o ismi sayıkladı. "Alina!" Tuğba hayretle yüzüne baktığı an düş uykusundan uyandı.

"Hayır!" Erkin kendini hemen geri çekip kendisine oyunlar oynayan beynine küfretti. Genç kız hemen ayağa kalkıp toparlanmış yaşadığı anın etkisiyle göz yaşları ardı ardına sıralanmıştı. "Ama bu! Nasıl olur? Barbaros!" Erkin afallayan kızı kolundan tutup yatak odasından çıkardı.

"Git artık! Çok sarhoşum! Ne dediğimi ne yaptığımı bilemeyecek kadar sarhoş!" Hâlâ içtiklerinin etkisiyle bedeni tonlarca ağırlıktaydı. Bunu kendine neden yapmıştı sanki! Tek bir iz... Lanet olası bir iz onu nasıl böyle zıvanadan çıkarmıştı? Olacaktı. Er ya da geç dokunacaklardı birbirlerine. Ne fark ederdi? Boşnak kızının kocasıyla bir şeyler yaşamasının hesabı Erkin'i ne ilgilendirirdi?

"Arkadaşının karısına aşıksın!" Tuğba'yı kolundan tutup çıkış kapısına doğru bir kez daha çekiştirdi. "Git burdan! Ne dediğimi ne yaptığımı bilmiyordum."

Erkin pişmanlıkla genç kızın ıslak yüzüne kızarmış gözlerine baktı. "Bundan kimseye bahsetmeyeceksin! Bilmediğin şeyler var!" Duraksayıp pişmanlıkla yüzünü sıvazladı. O sırada Tuğba kanepenin kolundaki resme takılıp kalmıştı. Bir resim... Gelinlik ve damatlık... Ve tam ortasında çifti ayıran keskin bir çizgi... Asla aynı fotoğrafta istenmeyenlerin arasına giren hayali mesafeler...

"Seni tanıyamamışım!" Erkin peşinden gitmek istese de mecalsiz dizleri ona ihanet edip cüssesini yere bıraktı. Burada kaldığı sürece hayatı hep bir kabusu yaşatacaktı.

 

🦋🦋🦋

 

İyi geceler canlarım. Bu bölüm bazı gerçekler nihayet ortaya çıktı. Alina büyük yıkım yaşadı ama öğrenecekleri henüz bitmiş değil. ☺️🤭 Bizi sarsıcı pek çok gerçek sezon finalinde bekliyor olacak. ☺️

Erkin’in hali beni gerçekten üzüyor. Ama bu üçlüyü hemen çözmek gibi bir derdim yok. Zorlayıcı bölümler olacak ama beklediğimize değecek. İkinci kitap bittikten sonra kısa bir ara verip geriye dönük okuma yapmak istiyorum. Üçüncü kitap sarsıcı olacak. 🦋🪻

Şimdilik hoşçakalın. Beni takip etmeyi, oylamayı ve hikayeyi yorumlamayı unutmayın. ☺️❤️ Seviliyorsunuz.


 

Bölüm : 25.05.2025 00:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI / 24. BÖLÜM: CAN YAKAN GERÇEKLER 🦋
Şeyma Yıldız KOÇ
ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI

1.35k Okunma

195 Oy

0 Takip
25
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...