28. Bölüm

28. BÖLÜM: BİR GÜNAH GİBİ 🦋

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

28. BÖLÜM: BİR GÜNAH GİBİ

 

Medya: Yangınlı şiir (Emirhan iğrek) 🎶🎶🎶

 

 

Alina’nın Kaleminden

İnsan pişmanlıklarına nasıl veda eder bilmiyorum. Nasıl atar onların ruhundan? Rol de yapamamki ben! Yoklarmış gibi davranamam. İlk kez yaralı dizlerime acıyarak bakmıyorum. Kendimi pişmanlıkların dar ağacına astığımdan beri nefeslenmek için bir çaba harcamıyorum. Kızgınlığımdan mıdır bilinmez anlamsızlık her yerde. Nasıllar, nedenler rüya aleminden kaçmaya çalışan bana köle… Kızgınım kendime. Aldanışlarıma…Yarım kalmışlıklarıma… Ötekilere… İçimde öteki olarak kalacak her şeye…

Kardeşlerimi çok severdim. Muris’in sevdiği bir kız vardı. Ağabeyim onunla yaşayacağı günlerin hayalini kurar almak için para biriktirdiği yüzüğün fotoğrafına her an deli bir hevesle bakardı. Minik ela gözleri vardı. Uzun boylu, geniş omuzlu, siyah saçlı gürbüz bir delikanlıydı. Dik durur gözünü daldan budaktan sakınmazdı. O korkmamıştı. Ailemizi korumak için öne atılmış, kurşunların hedefi olma pahasına kardeşlerini ve annesini korumuştu. Tek başındaydı. Üzerine gelen onlarca kişiyle nasıl baş edebilirdi ki? Eski bir asker olarak bende durmamıştım. Silahımın tüm şarjörünü ailemi korumak için o baskın gününde harcamıştım. Mermilerim bittiğinde bıçakla saldırmış ve aynı anda üzerime hücum eden bir çok kişiyle mücadele etmiştim. Yapamamıştım.

Gözlerimi açtığımda bir esir evindeydim. Deliler gibi koşuşturup bileğimdeki kelepçelerle Hana ve Berina’yı aramıştı. Muris’in vurulduğunu ve yaka paça götürüldüğünü hatırlıyorum. Onu esir almışlardı. Haftalar sonra da karşı koymaya çalışan ARBİH ordusuna katıldığını öğrenmiştim. O bir şekilde kendini korumayı başarabilirdi ama esas savunmasız olan Hana ve Berina'ydı. Beni engellemeye çalışan askerlere direnip tüm odaların arasında deliler gibi koşturarak Hana ve Berina’yı aramıştım. Onları bulmadan asla huzurlu olamazdım.

Beni engelleyip dövmeye çalıştılar. Kelepçelerime rağmen onlara direniyordum. Yediğim darbelerin yanında çektiğim fiziksel acıların bir önemi yoktu. “Hanaaaaa!” Onun sesini duymadan, yüzünü görmeden asla huzur bulamayacaktım. “Bırakın beni!” Diye bağırmış ve kardeşimi çığlıklar atarak aramıştım. Dört katlı, çok odalı bir evdeydik. Her şey o kadar korkunçtu ki yaşadıklarımı düşününce tüm kanımın çekildiğini düşünüyordum.

Annem vardı. Bana bildiğim her şeyi öğreten, bize dair hayalleri olan hayat dolu neşeli bir kadındı. Öldürülmüştü. Bir mezarı bile yoktu. Nerdeydi bilmiyordum. Sadece son nefesini verdiğinden haberdardım.

Kız kardeşim Berina öğretmendi. O da benimle yakın bir zamanda atanmış ve hizmet vermeye başlamıştı. Kitap okumayı çok severdi. En çok romanlara ilgi duyardı. Her zaman bir kitap yazacağını ve binlerce insanın kalbine deyeceğini düşünürdü. Hayal kurmadan gün geçirmezdi. Hatta belki en büyük zevkinin hayal kurmak olduğunu bile düşünebilirdim. Onu kaybettiğimi öğrendiğimde yıkılmıştım. Gerçekleştirmek istediği o kadar çok hayal vardı ki ölümsüzlüğü kendimden çok ona yakıştırırdım. Onların hayatta olmadığı fikrini kabullenemiyordum. Bir çıkış istiyordum. Biri gelmeli ve beni omuzlarımdan sarsıp her şeyin bir kabus olduğunu söylemeliydi.

Esaret dolu günlerde onların hayatta olmamasını dilediğim olurdu. Bir araya gelme ve kurtulma ihtimallerinin olmadığını düşündüğüm zamanlarda öldükleri fikri bana çok fazla acı vermemeye başladı. Her gün 1000 kez kahrederek yaşamaktansa ölmeleri fazla masum geliyordu. Öyle büyük bir umutsuzluğun içindeydim ki kurtulacağımızın ihtimalini bile düşünememiş hayal edememiştim. Ama artık bir umut vardı içimde. Sevdiğim adam yanımdaydı ve cennet gibi bir vatanda yaşıyordum. Burayı sevmiş, buradaki insanlara bağlılık duymaya başlamıştım. Barbaros’un tüm bu çabalarını artık çok daha iyi anlıyordum. İnsan böyle bir yerden nasıl vazgeçerdi ki? Uğruna binlerce insanın kanını döktüğü cennet vatan, nasıl düşmana terk edilirdi?

Gözlerimi duvara yansıyan görüntüden ayıramadım. “Berina öldü. Bundan eminim. Üniversiteden arkadaşımdı. Yeşil gözleri vardı. Çok beğenirlerdi onu. Ölüm kamplarından birinde saldırıya uğramış. O hain askerlerden bir tanesi zavallı kızı elde edemeyince öldüresiye dövmüş. İç kanamadan öldüğünü söylediler ama kesin olarak ölüm sebebini bilmiyorum.”

“Yeter!” Dedim elimi sertçe ceviz masaya vururken. Ayağa kalktım çıkışa yönelmek istediğimde Barbaros önümü kesip beni engelledi. Kolları tüm bedenimi sarıp sarmalaladı. Ağlamamak için direniyordum. Oradaki benim kız kardeşimdi. Kalbimde hep onun yaşadığına dair bir umut taşıyordum ve bu sözler umutlarının katili olmuştu. Uyumadan önce ona tıpkı Hana’ya yaptığım gibi masallar okurdum. Birlikte saklambaç oynardık. Annemin yaptığı Boşnak böreklerini kapış kapış eder keyifle güle oynaya yerdik. Şimdi bir mezarı var mıydı onu bile bilmiyordum. Kendi milletime kendi vatanına acem kalmıştım. Her şeyden habersizdim. İnsan bu duygularla nasıl yaşardı?

“Bırak asker!” Ağlamaklı sesim onun gözlerinin de dolmasına sebep olmuştu. “ Boşnak güzeli dur ne olur!” Ardı ardına yutkundu. Gözlerimi kaçırdım. Bakışlarımı saklamak istiyordum. Karşısında ağlamak hâlâ benim için bir utanç sebebiydi. Ağlamayı sevmezdim gözyaşlarındansa nefret ederdim. Savaşın benden aldıklarını düşününce elimden gelen tek şeyin ağlamak olduğunu bilmek beni öldüreceğini bile bile bir zehri kalbime enjekte etmek gibiydi. Kollarımı boynuna dolayıp sımsıkı sarıldım.

“Özür dilerim. Özür dilerim! Çok üzgünüm Alina! Seni çok seviyorum!” Dudaklarım omuzundaki bayrağın üzerine bir Öpücük bıraktı. Barut kokuyordu. Sevmezdim aslında bu kokuyu ama tenine karışınca o bile bir başka güzel gelmeye başlamıştı. Huzur veriyordu! Yuva oluyordu! İçimde köpürüp kalkan tüm hasreti bitiriyor yüreğimdeki sevda kuşunu sakinleştiriyordu. Barbaros benim için her şeydi! Peki ben onun için neydim?

Nihayet gözyaşları yanaklarım iki yanından süzüldü. “Neredeyse yaşadığından emindim!” Başıma geriye bırakıp gövdelerimiz birbirine yaslanırken derin derin soluklanmaya çalıştım. “ Yine aramış! Başka bir hemşireden duydum. Adım Berina demiş. Beni sormuş! Kim olduğundan emin olmadıkları için numaramı vermemişler. Bir kerecik sesini duysaydım ben onun kardeşim olup olmadığını anlardım.” Sesim yorgun ve çatallı çıkıyordu. Artık acılarımı gizlemek çok zordu. Alnından öptü ve parmak uçlarıyla yanaklarımı okşadı. Gözlerinde tüm duyguları okumak içimdeki korkuları açığa çıkardı.

“Ah Alina! İnan bana sandığın gibi değil! Seni öldürmek istediklerini söylemiştim. Hâlâ anlamadın mı? Bosna’ya dönmeni istiyorlar. Seni oraya çekmek için kardeşini kullanıyorlar.” Gücüme duyduğu hayranlığı gizlemeksizin elimi sıktı. “ Biliyorlar çünkü! Onu kurtarma ihtimalin mümkün olmasa bile bunu denersin. Geri dönersin!” Alınlarınızı birleştirdi. Gözlerinin içine bakmamış ve söyleyeceği her bir kelimeyi tek tek seçerek söylemişti. “ Ölen askerlerin intikamlarını almak istiyorlar. Seni pusuya düşürüp öldürecekler kendilerince şeriflerini temizleyecekler. Türkiye’den seni ne kadar çok istediklerini biliyor musun?”

“Her şeyi biliyorum. Bana bu korkunç oyunu oynamalarına tahammül edemiyorum.”

“Yaptıkları hiçbir şeyi yanlarına bırakmayacağım. Artık ben varım.” Sağ eli belimi sarıp beni çıkışa yönlendirdi. Kafamda dönüp duran düşüncelerin hengamesine uğramıştım. Ayakta durmaya bile güç yetiremiyordum. “Beni orada istiyorlar. Belki de yaptıklarım yüzünden kardeşime zarar verdiler. Benim yüzümden öldürdüler.” Nefes almakta zorlanıyordum. “Neden neden?” Sayıklar gibi konuşuyordum. Yüzüne yerleşen pişmanlık emareleri kalbime ağır geliyordu. “Sana bunu izlememeliydim. Ama…”

“O umutun benden gitmesi şimdi o kadar canımı yakıyor ki!” Baş parmağı ıslak yanaklarımı sildi. “Giderdin değil mi? Yaşadıklarını bilseydin…” Sol elim yılgınlıkla yüzümü sıvazladı. “Bir an bile düşünmezdim. Gerekeni yapmaktan çekinmezdim. Korkmazdım.” Yüzüne bir iz arar gibi dikkatler baktım. Bir kaç saniyenin sonunda bakışlarını kaçırdı.

“Solgun görünüyorsun! Eve gidelim!” Duraksadım. Bedenimi ondan kurtardım. Bu belirsizliğe dayanamıyordum. İyi olup olmamak umurumda değildi. Çünkü nasıl göründüğümün bir önemi yoktu. “Artık durmayacağım.” Sözüm kaşlarını çatmasına sebep oldu. Ona dönüp bir kes daha bakmadan kapıdaki askeri geride bıraktım. Peşimden koşmuş ve bana yetişmişti. Arabama binip anahtarı çevirdim. Saniyeler sonunda tık nefes bir halde yanımda yerini almıştı.

“Neler oluyor Alina?” Gözümü camdan ayırmadan aracı çalıştırdım ve hızlandım. “Onlara istediğini vereceğim.” Dünyanın en aptalca şeyini söylüyormuşum gibi yüzü şaşkınlıkla kasıldı. “Ne demek bu?”

Direksiyonu sola kırıp hızımı artırdım. “Bosna’ya döneceğim! Onları bulacağım. Ölü ya da diri… Bulduğum bir mezar bile olsa içimdeki bu şüpheyi öldürmek için gerekeni yapacağım. Artık daha fazla dayanamam. Bu kayıt hiç bir şeyi değiştirmiyor. Kalbim duyduklarımı onaylamıyor asker! Kardeşlerimle aramızda bir bağ var ve ben onu bulup yanı başıma getirmeden asla huzur bulmam!” Delirmiş gibi bağırdı.

“Saçmalıyorsun durdur arabayı!” Onu dinlemiyordum. Deli damarım yine tutmuştu. “Hiç bu kadar kendimden emin olmamıştım.”

“Sana aracı durdur dedim. Buna izin vermem!” Lojmanın kapısından içeri girmiştim. “Barbaros! Beni engellemeye çalışma!” Aracı park bile etmeden öylece bıraktım ve kapıyı sertçe çarptım. Koşar adım evime yönelirken tok adım seslerinin sahibi neredeyse nefesi enseme değecek kadar yakınındaydı. Dışarıda yaza yakışmayacak kadar bulutlu bir hava vardı. Enseme küçük yağmur damlalarının düştüğünü hissedebiliyordum. Üzerinde asker üniforması vardı ve alnındaki terlerle bana delirmiş gözlerle bakıyordu. Kolumdan tutup yüzümü kendine çevirdi.

“Hiçbir yere gitmeyeceksin! Seni o hainlere bırakmam!” Kolumu elinden kurtarıp aramıza bir adım bıraktım. “Oraya gidip gerçeği öğreneceğim. Hiç kimsenin sözüne inanmıyorum. Bana engel olma!” Bir şey söylemesine fırsat vermeden merdivenleri çıkıp hızla eve girdim. Kapıyı ardımdan kapatmak istemiştim ama durdurup içeri girmekten çekinmedi.

“Gitmeyeceksin!” Küçük bir çantayı dolaptan çıkarıp yatağın üzerine attım ve birkaç parça eşyayı tıka basa içine doldurdum. Hana’dan saklamak için yorganların altına iliştirdiğim silahı çıkarıp belime taktım. Ne olduğunu bile anlamadan çevik bir hamleyle belimdeki silahı çekip aldı.

“Onu geri ver!” Uzandığımda silahı oyun oynar gibi benden uzaklaştırdı. “Aklını başına toplamadan olmaz.”

“Silahı geri ver!” Dedim emreder gibi duygusuz bir tonda. “Alabiliyorsan al! Bunu denemeni bekliyorum.” Küstahlığı sinirlerimi bozmuştu. Üzerine atıldığımda kendini geri çekmişti. Bunu bir kez daha dener denemez kendimi yatağın üzerinde bulmuştum. O ise saniyeler içinde üzerime kapanmıştı. Silaha uzanmak istediğimde bileğimi yakalayıp yatağa bastırdı. Benden daha iri ve güçlüydü. Onunla baş edebilmek benim için çok zordu.

Gözlerimin içine baktı. “Sadece sakinleş.”

“Sakinleşmek istemiyorum. Bu saçmalığı kabullenip hiçbir şey olmamış gibi devam etmek istemiyorum.”

“Oraya gitmene izin veremem!” Bunu fısıldar gibi söylemişti. Bakışlarının beni sakinleştirmek gibi güçlü özellikleri vardı. “Artık bu belirsizliğe dayanamıyorum.” Bileklerimi serbest bıraktığında derin bir nefes aldım. “Biliyorum. Seni anlıyorum. Burada böyle beklemek çok zor. Ama geçecek! Eğer ille de birinin gitmesi gerekiyorsa ben gideceğim. Berina’yı ölü ya da diri bulup sana getireceğim. Ama beklemen gerekiyor.” Büyük bir acıyı kabullenir gibi “Artık beklemeye dayanamıyorum.” Yine içimde çağlayan bir öfke nabzımı yokladı.

Onu üzerimden itip yatakta doğruldum. Aklım yine fütursuz oyunlar oynuyordu. “Eğer beni yaka paça kelepçeleyip buraya getirmeseydiniz belki de onları çoktan bulmuş olacaktım. Tırdan bir sonraki hamlem Berina’nın bulunduğu kampı basmaktı. Yapamadım.” Yataktan kalkıp odadan çıkmak için bir hamle yaptım “Buna mecburduk.”

“O Allah’ın belası tırın kaza yapması benim suçum değildi. Baskın yemiştik.” Yine başladığımız yere dönmüştük. Ayağa kalkıp beni kolumdan yakaladı. Sağ eli çenemi kavrayıp yüzlerimizi birbirine yaklaştırdı. “Tek başına o kadar askerle nasıl baş edecektin? Hana’yı nasıl yalnız bırakacaktın?”

“Yapmalıydım. Berina’yı tek başına bırakamazdım. Bana ihtiyacı vardı.” Sesim hoyratlaştı ve gözyaşları ardı ardına sıralandı. “Eğer o baskını yemeseydik.Belki de Berina güvende olacaktı.” Diye başırdım. Ellerim onu sertçe itti. “Beni suçlayıp buraya getirmeseydiniz kardeşim yaşıyor olacaktı.” Bunu ikinci kez yapmak istediğimde bileklerimden tutup beni kendine yasladı. Sımsıkı sarılmış ve pişmanlıklarımın yüreğimde açtığı oyukları kapatmaya çalışmıştı.

“Kader Alina! Hala anlamıyor musun? Kader beklemediğimiz bir şey yaptı. Orada külden bir gelecek bıraktım. Hayatımı katlettine inandığım kadın hayatımın ta kendisi oldu. Bu görevi kabul ettiğimde sana aşık olacağım bilmiyordum. Meğer böyle olması gerekiyormuş. Bizim bir araya gelmemiz için o kadar acının yaşanması gerekiyormuş. Birlikteliğimiz çok daha büyük amaçlara hizmet edebilir. O casusu yakalayıp daha büyük kötülükler yapmasını engelleyebiliriz. Örgütü bitirebiliriz. Sadece sabırlı olmanı istiyorum. Çok insanın hayatı söz konusu Alina. Bu senin benim meselem olmaktan çıktı.” Başımı reddeder gibi salladı. Islak bakışlarımı güzel yüzünden ayıramıyordum.

“Benim gitmem senin için en iyisi asker.” İnanmıyormuş gibi kaşlarını çattı. “ Sen neden söz ediyorsun. Gitmek de ne demek?”

“Hakkında soruşturma açıldığını biliyorum. Dayımın yaptıklarının seni ne kadar zora soktuğunun farkındayım. İlişkimiz ve mesleğin arasında kaldın. Tuhaf bir şekilde başlarda sorun olmayan bir imza bugün seni hayatının en büyük tercihini yapmak zorunda bırakıyor.” Gözlerindeki hayret cümlelerimin sonunda gitgide büyüdü. “Bizi mi dinledin?”

Bakışlarımı kaçırdım. “Ne önemi var? Benim yüzümden yaşamak zorunda kaldıkların gerçeğini değiştirmiyor.” Elimi tuttu. “Alina! Bu bedellerden fazlasını senin için ödemeye hazırım. Yeter ki sen yanımda ol!” Yüzündeki dokunaklı ifade sakinleşmeme sebep oldu. “Mesleğini seviyorsun Barbaros! Sen asker olmak için doğmuşsun! Böylesi bir muamele görmene dayanamam.” Baş parmağını avucumun içinde yuvarlak hareketlerle dolaştı. “Hiçbir şey olmayacak. Benim örgüte hizmet etmediğim gün gibi ortada. Onları bitirmek için canımı dişime taktığımı biliyorlar. Beni suçlayamazlar.”

“Ya sandığın gibi olmazsa!”

“Vladimir’i ve örgütü bitirdiğimde bunların hiçbir önemi kalmayacak.”

“Ya yapamazsan!” Dedim yenilmiş gibi. “Yapacağım. Sen yanımdasın! Benimlesin! Bir ordu gibiyiz Alina! Onların karşımızda hiçbir şansı yok!” Ses tonum zayıfladı. Bir hayal sığınır gibi kanatlarının altına yerleştim sanki.

“Yok değil mi?” Ona sarıldım. Ellerim sırtındaki tüm kıvrımları hissetti. “Barbaros…” dedim sayıklar gibi. “Seni çok seviyorum. Ama…”

“Ama…”

“Seninle olmak kafamdaki sorulara yanıt vermiyor. Çok şey var cevapsız kalan.” Odadan çıkmam için elimden tuttu. “İyi hissetmiyorsun.” Elimden tutup şöminenin karşısındaki koltuğa yönlendirdi. Artık salondaydık. Silahı kaşla göz arasında ulaşamayacağım bir yere koyduğunu fark etmiş ve umursamamıştım. Hava sıcak olduğu için şömineyi yakmaya ihtiyaç duymamıştık. O koltuğun üzerinde dik otururken başımı dizine yaslayıp uzandım. Gözlerim evini ezberlese de aklımı toparlayamıyordum. Kafamda binlerce düşünce itişip kakışıyordu.

Karşımda koyu kahve ahşap bir vitrin vardı. Sehpanın üzerinde altın rengi porselen fincan takımı bulunuyordu. Gözümün gördüğü neredeyse her şeyin üzerinde dantel vardı. Her şey sevgili kayınvalidemin iflah olmaz bir dantel hastası olduğunu ele veriyordu. Barbaros dantel sevmezdi fakat annesinin el emeği olduğu için kırmama adına her yere o şeylerden iliştirmişti.

“Bana neyin kafama takıldığını sormayacak mısın?” İç çekti. Bu cevapları vermekten korkuyor gibiydi. “Alina…”

“Neden bizi evlendirdiler? Ve neden şimdi ilişkimiz endişe sebebi oluyor?”

“Bunların cevabını biliyorsun? Seni düşmanlarına geri vermemiz için sürekli tehditler alıyoruz. Hana reşit değil ve onu iade etmemek için evlendik. Vatandaşlık almak için bu evlilik gerekiyordu. Hâlâ peşinde birileri var. Seni korumak zorundayız. Bu, ülkem için vicdani bir sorumluluk.” Histerik bir şekilde güldüm. Aslında gülüşümün içinde binbir türlü hüzün barınıyordu. “Benimle sadece ülken için evlendin. Beni korumanın arkasında da vatan duyguları vardı.”

“Bu kötü bir şey mi?”

“Hayır değil!” dedim hislerimi belli etmemeye çalışarak. Ama bu mümkün değildi.

“Benden nefret ediyordun? Kendi ellerinle öldürmek isteyecek kadar çok nefret ediyordun hemde!” Sert elleri saçlarımda dolaştı ve gövdemi gövdesine yaslayacak kadar beni kucağında yükseltti. “Bunların hepsi geride kaldı. O an gerçekleri göremeyecek kadar körelmiştim. Bilseydim seni böyle seveceğimi, kaderin en başından beri bana sana hazırladığını dilimden tek bir isyan bile dökülmezdi.”

Gözyaşlarım yanaklarımdan süzüldü. Eskiden bu düşünceler bu kadar acı vermezdi. Benden nefret etmesi öldürüyordu şimdi. Damarlarımda bir asit dolaşıyordu. Dolaştığı yerde hayata dair hiçbir emare bırakmıyor, eritip tüketiyordu. Nefretinin düşüncesi beni içten içe bitiriyordu. Şimdi ben bu sevdayla o nefret yükünü asla taşıyamazdım.

“Sanki bir rüyadayım. Bir anda kötü olan her şeyin silinmesi nasıl mümkün olabilir? Madem birlikteliğimiz böyle bir sorunu getiriyordu neden en başından bunun önünü kapatmadılar? Neden bunun olabileceğini bile bile o imza yokmuş gibi davrandılar. Anlayamıyorum.”

Sessiz kaldı. Sorularıma yanıt veremiyordu.

“Boşu boşuna kendini yıpratıyorsun. Birlikteyiz. Daha önemli hiçbir şey yok.” Kalp atışlarının ritmi ile dolu birkaç dakikayı geride bıraktık. Onunlayken huzurluydum. “O yaşamış olsaydı beni böyle sevmeyecektin!”

“Alina! Şu an sağlıklı düşünemiyorsun. Varsayımlar üzerine konuşmayalım. Hazel’le yaşananlar biteli çok oldu. Benim için buruk bir hatıra. Hayatımda sen varsın ve mutluyum. Bizi ayırmaya çalışan her şeye rağmen mutluyum. Böyle olması gerekiyordu.”

Kollarında uykuya teslim olmak üzereydim. “O resmin anlamı neydi Barbaros. Parşömen ne demek istiyordu? Bir şey öğrenebildiniz mi?” Burnum göğsüne sürttü. “Hayır ama öğreneceğim. Bir anlamı olmalı.”

***

Barbaros’un kaleminden

Aydın’ı gösteren tabelaya bakıp hızımı biraz daha arttırdım. “Babinos gevmedik mi?” Dedi Hana örgüsünün uçlarıyla oynarken. “Az kaldı bıldırcın. Sabret!” Alina buruk bir gülümsemeyle Hana’ya baktı. Birkaç gün önce yaşadıklarımız onda belirgin bir sessizliğe sebep olmuştu. Kafasında çok fazla şey olduğunu biliyordum. Parşömendeki resim, hakkımda açılan soruşturma, kardeşleriyle ilgili kafa karıştırıcı olaylar… Hepsi bir anda üzerine gelmiş ve göçmen kızını bunaltmıştı.

Yan koltukta ellerini kucağına bırakmış bir şekilde geçtiğimiz yolları izliyordu. Elini avuçlarımın arasına alıp hafifçe sıktığımda bakışları anlık bana yöneldi ve gülümsedi. Kendini iyi hissettiğini söylüyordu ama buna şu an için inanmam pek mümkün değildi.

Nihayet ailemin Aydın’daki yazlık evine ulaşabilmiştik. Etrafı çeviren çitlerin ardındaki evi görünce rahatladığını hissettim. İşim sebebiyle buraya çok fazla gelemezdim. Çocukken burada meyve ağaçlarına çıkar ve ailemle zaman geçirirdim. Nefis bir taş evi vardı. İki katlı dubleks teraslı bir yapıya sahipti. Annem komşular tarafından sevilen bir kadındı. Bu yüzden evimiz genellikle bir parti modunda olurdu.

Bahçeye girip aracı otoparka park ettim. Annem bizi görür görmez küçük bir çığlık atmış ve babamı kolundan sürükleyerek hemen bahçeye getirmişti. Özel yerinde yazlık renkli kıyafetler bulunuyordu. Hana, heyecanla “Geldik!” Diye bağırdı. Kapılarını açıp araçtan inmelerini sağladım.

“Burayı çok seveceksiniz! Harika bir yerdir.” Annem beni görür görmez, “Oğluşum!” Diye üzerime atıldı. Babam gözlerini devirdi ve “Bu kadın hiç büyümeyecek!” diye homurdandı. Anneme göre çok daha ciddi bir duruşa sahipti. Annem küçük bir kız çocuğu gibi etrafta şen şakrak dolaşıyor, hayattan yaşamak zorunda kaldığı hastalığa rağmen keyif almasını biliyordu.

Annemin ilk bana sarılacağını düşünüyordum fakat Alina’yı görünce beni bırakıp hemen onun kollarına atıldı. “Maşallah güzel gelinime! Daha da serpilmiş! Hoşgeldin!” Alina onun sıcacık sarılmasına karşılık verip, “Hoşbulduk!” dedi. Yüzündeki tebessüm kırgınlığını kısmen gizlese de benim bakışlarımdan kurtaramamıştı. Annem dizlerini biraz kırıp Hana’ya eğildi. “Hoşgeldin minik güzellik!”

“Hoşbuvduk!” Gözlerini kırpıştırarak anneme baktı. “Sen Babinos’un annesi misin?” Babinos kelimesine annem kıkırdadı. “Evet bu kocaman salyangozun annesiyim.” Hana’nın bakışları annem ile benim aramda gerildi. “Ama sen küçüksün ! O kocaman!” Kocaman derken kollarını genişçe açmış ve dudaklarını öne toplayıp yanaklarını şişirmişti. Kahkahalarla güldük. Babamın gülmekten neredeyse gözünden yaş gelecekti. “ Onu doğurduğumda bu kadar büyük değildi Hana! Bir zamanlar o da küçük bir bebekti. Fazlasıyla da yaramazdı üstelik . Muhtemelen bu boyutta olsa onu doğurmazdım.”

Bakışları kırık bir hal aldı. “Babinos da bebek oldu. Hi hi!” Muhtemelen benim gibi iki metrelik bir adamım annem gibi 1.55 boyundaki bir kadından dünyaya gelmesini insan ister istemez sorguluyordu. Annemin yorgun ama neşeli olan gözleri nihayet beni bulmuştu.

“Minik salyangozum şükürler olsun bir ailesi olduğunu hatırladı.” Ona sımsıkı sarıldım ve kucaklarken ayağını birkaç santim yerden uzaklaştırdım. “Lütfen şu salyangoz meselesine bir son verelim. O şeylerden hoşlanmadığımı biliyorsun.” İğrenir gibi yüzüme buruşturdum.

“Aaaahh! Ben hoşlanıyorum ama. Çocukken burnun çok akardı. Sana mendil yetiştirmek akarsuyun önünde set kurmak gibiydi. O gün minik birsSalyangoz olduğun konusunda ciddi fikirler edinmiş olabilirim.”

Alina, “Demek sümüklünün biriydin!” Diye kıkırdadı. Gözlerimi kocaman açıp sert sert anneme baktım. “Hayır öyle bir şey yok!” Hana minik dişlerini göstererek gözlerini kıstı. “Sümüklüüüüü! Hi hi!” Elimi alnıma hafifçe vurdum. “Ah olamaz! Keşke Hana’nın diline düşeceğime damdan düşseydim. Bu kız bu lafı asla unutmaz.” Hana kaşlarını çatıp, “Hana devil bıldırcın!” Diye düzeltti.

Hafifçe omuzundan dürtüp Hana’yı kucağına aldı. “Onu rahat bırak! Daha küçücük bir çocuk!”

“O pabuç gibi dili düşününce hiç de çocuk gibi gelmiyor. Bu küçük kız fazlasıyla tehlikeli!” Hana hırlar gibi ses çıkardı. “Tevlike!”

“Tehlike diyorum bıldırcın!” Hana’nın örgülü saçına uzanmak istediğimde annem şak diye elime vurdu. “Dokunma bebeğime! Zeliş teyzesi ona her şeyi öğretir.” Nihayet şakalaşarak eve gelmeyi başarmıştı. Evdeki her bir detay bıraktığım gibiydi. Annem çok şeyin yerini değiştirip yenilemeye çalışsa da babam düzeninin bozulmasından pek hoşlanmazdı. Bu yüzden ikisi sürekli bir çatışma halindeydi.

Evin dış yapısı açık gri bej renklerin hakim olduğu taşlarla yapılmıştı. Yukarıda dört oda bulunuyordu. Seramik mutfak tezgahının yanı sıra etrafta benim evimdekinden daha fazla dantel de vardı. Kahverengi camlı bir vitrin, kocaman arkası uzun bir televizyon, radyo ve kablolu telefon da televizyon sehpasını bulunduğu bölümde kendine yer açmıştı. Çiçekli kumaş perdeler her zamanki gibi açıktı. Annem gün ışığını çok severdi ve her fırsatta evini havalandırdı. Bu yüzden evimiz her zaman aydınlıktı.

Bahçede hem çiçek hem de bostan bölümü bulunurdu. Çiçekler rengarenk görüntüleriyle ve enfes kokularıyla bu evi cennetten bir köşe haline getirmekte mahirdi. Bostanda ise annemin kendi sebzelerini bulabilirdik. Işıldayan kıpkırmızı domatesleri parlak biberleri gördükçe benim de içim açılırdı. Bahçe işlerinden anlamazdım ama yemek konusunda fazlasıyla hevesliydim. Mutfak tezgahının üzerine baktığımda annemin bizim için topladığı tüm meyve ve sebzeleri görebiliyordum. Yine kendi elleriyle nefis şeyler hazırlamıştı.

“Hemen sofraya geçelim bence. Yoldan geldiniz acıkmışsınızdır.” Alina fazlasıyla dalgın görünüyordu. “Ben öncesinde banyoyu kullanabilir miyim?” Annem küskün küskün dudaklarını büzdü. “Kullanabilir miyim ne demek kızım? Burası senin evin istediğin gibi davranabilirsin.”

“Teşekkür ederim!” Belinden hafifçe kavrayıp onu merdivenlere yönlendirdim. “Banyo yukarıda koridorun girişinde sağda.” Başıyla onaylayıp basamaklara yöneldi. Ben de biraz soluklanmak için valizleri odaya taşıdım. Yüzümü yıkayıp yeniden annemlerin bulunduğu kata yöneldiğimde anneme ait olan ilaçların bulunduğu metal ecza dolabına baktım. İçimdeki bu korkunun yeniden alevlendiğini hissedebiliyordum. Her gün diyalize giriyor hastanede uzun sıralar bekliyordu. Her ne kadar neşeli halleriyle belli etmemeye çalışsa da annemin kendine uzun süre bir ömür biçmediği ortadaydı.

Böbrek sırasını genç bir kadına verdiği o gün aslında kendi içimde bu duyguyu kabullenmiştim. Eğer bu şekilde devam ederse er yada geç ölecekti. Bunu kabullenmek gerçekten zordu. Özellikle son duyduklarımdan sonra yıkılmıştım. Bu şekilde daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyordum. Hayatımın bir yanı tamamen karanlığa gömülmüş gibiydi. Onun bir gün sadece fotoğraflardan ibadet kalması ihtimalini kaldıramıyordum.Buraya hem annemin gönlünü almak hem de hazırlığını yaptığımız operasyona gitmek için gelmiştim.

Alina’ya bakınma ihtiyacı hissedip onun bulunduğu tarafa yöneldim. Su sesi geliyordu ama içerden ona dair hiçbir ses duymamıştım. Birkaç kez kapıyı tıklattığımda ses gelmedi. Kolu çevirip içeri girdiğimde Alina’yı banyo zemininin üzerinde ayaklarını karnına çekmiş bir şekilde otururken buldum. Elinde bir hamilelik testi vardı. Yoksa bir bebek bekliyordu da ben mi fark etmemiştim? İhtimaller beynimi saniyeler içinde uyuşturdu.

“Neden ses vermiyorsun? Korkuttun beni!” O cevapsız bir şekilde ellerini alnına yaslarken merakıma yenilik hamilelik testini elinden aldım. Sonuç negatifti. İki ayrı duygu aynı anda çöreklenip kaldı. Bir yanımda sahte bir huzur diğer yanında ise hüzün… Alina’dan bir çocuğum olmasını istiyordum fakat ne yazıkki bunun için pek de doğru bir zamanda değildik. Çok az kalmıştı. Biraz daha dayanması gerekecekti.

“Testi yaptığını bilmiyordum. Ben…”

“Olmadı! Sonuç yine negatif… Bu sefer olacağını sanmıştım.” Burnunu çekip yorgun gözlerini ovuşturdu. Onu kucaklayıp küvetin seramik duvarına oturdum. Kucağımda ters sandalye biçiminde oturuyor ve bakışlarını benden kaçırıyordu. “Üzülmeni gerektirecek hiçbir şey yok Boşnak güzeli! Hemen bir çocuğumuz olmaması anlaşılabilir bir durum. Hem yeni evlendik! Hana da küçük… İşine, evine bu topraklara alışman zaman alacak. Ben sabırla beklemeye hazırım. Bin yıl sürse de bekleten sen olduktan sonra bunların hiçbirinin bir önemi kalmaz.”

Sözlerim gözlerindeki hüzünden hiçbir şey eksiltmemişti. “Bu dokuzuncu! Her ay küçücük bir ihtimalin peşine düşüp testi yapıyorum. Olmuyor! Hiçbir sebebi yok Barbaros. Korunmuyoruz bile ama bir türlü anne olmayı başaramıyorum. Neden?” Ona verecek hiçbir cevabım yoktu. Farkında olmadan yediğine içtiğine karıştırdığım doğum kontrol hapları olası bir hamileliğin önünü kapatıyordu. Ve ne yazık ki Alina bundan haberdar bile değildi. Bana olan güveninin sarsılmasını istemiyordum. Onu kaybetme fikri benim için ölümcüldü fakat tek zorunluluğum bu kadarla da sınırlı değildi. Bir görevim vardı ve onu tehlikeye atamazdım.

“Acele ediyorsun! Belki zamanı vardır. Bunun için kendini üzme!”

“Sence de fazla zaman geçmedi mi?” Onu çenesinden tutup dudaklarıma yaklaştırdım. “Geçmedi Alina. Benim için önemli olan sensin. Sen iyi olmadıktan sonra diğer hiçbir şeyin bir önemi yok!” Bakışları umutlarını gözlerime çiğ damlası misali düşürdüğünde hayal kırıklıkları yüreğime battı.

“Sana benzeyecekti. Yokluğunda ona sarılacaktım. İsmini birlikte koyacaktık. Ona birlikte banyo yaptıracaktık. Çok güzel olacaktı yüzbaşı! Hem de çok!” Boğulacakmış gibi nefeslendi.

“Olmuyor! Belki de sorun bende! Benim yüzümden…” İşaret parmağımı dudaklarına yerleştirdim. “Şşşş! Sorun falan yok! Sadece zaman gerekiyor. Sabır ve bol miktarda aşk…” Aşk sözcüğü bile yüzünün aydınlanması için yetmişti. Ona çok yalan söylemiştim. Yaptıklarım affedilir gibi değildi. Fakat bir şey gerçekti. Onca yalanın içinde tüm ömrümü harcamaktan çekinmeyeceğim tek şey aşkımdı. Bu sevda içime yerleştiğinden bu yana onun gözleri vatanımı yansıtan bir ayna olmuştu. Ve ben bu milleti o cellatlardan korumaya çalışarak aslında yine ikimiz için savaşıyordum. Vatansız, bayraksız, milletsiz hayat olur muydu? En büyük sevdasını kaybedene aşk yeterli gelir miydi?

“Seni seviyorum. Her halinle. Her anımda! Her hayalimde… Başka hiçbir şeyin önemi yok!” Dedim. Keşke yaptıklarımı teselli etmenin bir yolu olsaydı. Sol eli ensemi okşarken dudaklarımızı buluşturdu. Kucağımdaki ince bedenini kendime daha çok yasladım. Dilim ağzında dolaşırken sol elim bel çukuruna yerleşti. Sağ elim ise boynuna destek olup yüzünü ve dudaklarını bana daha çok yaklaştırdı. Saniyeler içinde nefes almak için ayrılsam da onu tutkuyla öpmeye devam ettim. Bana iyi gelen yaralarımı iyileştiren tek şey Alina’ydı. Ona dokunmak, onu sevmek, onunla her şeye rağmen bu savaşta mutlu olmak… Bir gün kaybedeceğimi bile bile onunla bu anın içinde nefes almaya çalışıyordum.

Beni sertçe öperken parmakları yüzümün sol yanında arsızca dolaştı. Gözleri kapalı olsa da o elmacık kemiklerine, kirpiklere dokunmaktan haz duyduğunu biliyordum. Bu beni ona dokunmak konusunda daha da tahammülsüz yapıyordu. “Dur!” Dudaklarını benden kopardı. “Biri görecek.” İsteksizce gövdemi geriye yaslayıp aramıza mesafe koydum. “Ufff! Görsünler! Karımı öpmek için izin mi alacağım?”

“Hayır ama yakalanıp rezil olmak da istemem!” Kollarım yavrusunda ayrılamayan koala gibi kalçasına dolandı. “Ben isterim. Umurumda bile olmaz.” Çimdik gecikmemişti. “Olmaz dedim. Ayıp olur! Hem annenle baban beni nasıl tanır bir düşün! Çok ayıp!” Homurdandım. “Ayıp olan şeyler neden bu kadar güzel olmak zorunda? Tadı damağımda kaldı.”

Yanakları kıpkırmızı olmuştu ve bedelini yine çimdik atarak ödetmişti. “Çok fenasın!”

“Sen böyle kucağımda otururken aklıma daha fena işler geliyor. Hem de ne işler! Aaaaah ah! Ayıp şeyler bu kadar heyecan verici olmamalı.”

“Beni utandırmak için mi yapıyorsun?” Arzuyla iç çektim. “Utandığında bu kadar çekici olmasaydın böyle davranmama gerek kalmazdı. Akşam benden çekeceğin var!” O an tıklayan kapı ikimizin de yüreğini ağzına getirdi.

“Oğlum iyi misiniz?” Sinsice ona bakarak gülümsedim. “Hı hı! Hem de çok iyiyim. Alina’yla…” Göğsüme yumruğunu hafifçe vurdu. “Ne diyorsun sen?” Dedi fısıldar gibi. Biraz daha yüklenirsem kalpten gidecekti. “Alina’yla duş başlığını arıyorduk diyorum!” Sözün ardından sinsi sinsi göbeğimi hoplatarak güldüm. “Duş başlığı yerinde ya oğlum. Meşrebi kullansaydın.”

“Aaaaaa! Hakikaten yerindeymiş! Neyse öyle yapalım madem!” Dalga geçer gibi söylediğim sözden sonra Alina duş almaktan vazgeçmiş, annem ise tövbe estağfirullah çekip nihayet kapıdan uzaklaşmıştı. “Bizi rezil ettin asker!”

“ Rezil olmaktan hoşnutum!” Üzerimden inmek istediğinde kucaklayıp ayağa kalktım. “Sakın böyle aşağıya ineceğimizi söyleme!” Kahkahalarla güldüm. “Deli misin sen?”

“Sen bende ne akıl bıraktın ne fikir! Bu kadar güzel olmasaydın sorun olmazdı!” Kollarıma küçük şaplaklar atıp “İndir!”diye yalvardı. “Gece seni affetmeyeceğim! Bilgine Boşnak güzeli!” Kıkırdadı. Yakan ben olduğumda yanmaya dünden razıydı. Aşağıya inip annemin kurduğu o güzel sofranın tadını çıkarmak istiyordum. Hana dedesi gibi gördüğü babamın sırtında çoktan yerini almış, kahkahalarla gülmeye başlamıştı. “Ha ha! Çok komik! Daha hıvzlı!”

“Yapma Cemil! Düşüreceksin zavallı çocuğu!” Hana heyecanla çığlıklar atmaya devam ediyordu. “Yap yap yap!”

“Emir büyük yerden!” Dedi babam. O da uzun zamandır çocuk sevinci nedir bilmemişti. Nihayet masaya geçtik. Zeytinyağlı enginarın tadına yine doyamamıştım. Annem bunu herkesten daha iyi yapardı. Akşam yemeği dememiş yaptığı üzümlü marmelatlardan da koymuştu. Nefis kompostosu her zamanki yerindeydi. En az Alina’nınki kadar güzel olan kıymalı böreğin tadına baktım.

“Efsane şeyler yapmışsın yine Zeliş Hanım.”

“Af.yet olsun!” Babam annemin gözlerine bakıp, “Bir tanedir benim karım!” Dedi. “Sen de az değildin kereta! Çocukken fil yavrusu gibiydi bizim oğlan! Masada ne varsa silip süpürürdü.” Öksürdüm. “Abartmasak diyorum!” Annem sözleri keyifle dinleyen Alina’nın tabağına iki adet zeytinyağlı enginar bırakırken, “Az bile!” Diye ekledi. “Arkadaşlarının arasında en irisi oydu. Tam bir dev… Okuldaki çocukları dövdüğü için az disiplin yemedik! Kendisine zorbalık yapan herkesi büyük bir keyifle döverdi.” Bana canavarmışım gibi bakan Alina’ya göz attım. “Döverim! Hiç affetmem!” Babamın söze girmesi gecikmedi.

“Bir keresinde tavlada beni yenen Adem amcasını da dövmeye kalktı.” Alina kocaman açılmış aşık olunası yeşil gözlerini inanamıyormuş gibi üzerime dikti. “Daha neler!”

Ağzıma sarmalardan atıp homurdanır gibi, “Taş çaldo!” Dedim. Babam da onayladı. “Baktık olacak gibi değil bari hak edeni döveceği bir mesleğe yönlendirelim dedik!” Yutkunup, “Asker oldum! Şimdi de vatan hainlerini eziyorum!” Dedim gururla. Alina’nın sesli bir şekilde gülmesi ortamdaki enerjiyi arttırmıştı. “Aaaa! Sarmalardan da ye kızım! Bizim bağın yapraklarıyla sardım. İncecik! Zar gibi…”

“Elinize sağlık Zeliş anne!” Dedi Alina. Gözlerinde kendi an esine duyduğu özlemi görebiliyordum.

“Sana bu kadar kendini yormaman gerektiğini söylemiştim.” Dedim. Annem yaprak sarmaları bana doğru uzatırken, “Ne olacak canım? Zevk alıyorum ben. Otur otur nereye kadar. Aştım şu hastalık meselelerini artık!” Konunun dönüp dolaşıp hastalığa gelmesi canımı sıkmıştı. Yüzümün düştüğünü gören annem ortamı neşelendirmek için şakalar yapsa da söylediği hiçbir söz bana değmiyordu. Kendi dünyama dalıp gittiğim bir anda annemin elini elimin üzerinde hissettim.

“Kızma bana oğlum! O zavallı çocukları görünce yapamadım işte! Ben ister miyim sizi her Allah’ın günü o hastane kapılarında süründürmek? Kader işte!” Yemeye çalıştığım tüm lokmalar boğazıma dizildi. “Bunları konuşmayalım anne! Seni üzmek istemiyorum.”

“Oğlum!” dedi yalvarır gibi. “O böbreği almalıydın!” Diye kestirip attım. “Kendini düşünmeliydin! Bizi düşünmeliydin!” Suyu bir dikişte bitirdim. “O zavallı çocukları annesiz bırakamadım.” Çatalı sertçe tabağın içine bıraktım.

“Her zaman birileri olacak anne. Yeni evlenmek isteyen genç kızlar… Hasta çocuğu olan insanlar… Okullu gençler… Merak ediyorum daha kaçına hayat bahsedeceksin? Kendin için yaşamayı öğrenmelisin.” Ses tonum daha da yükselince Alina’nın beni bakışlarıyla uyar aşı kaçınılmaz oldu. “ Bu dünya bencil! Bu dünya sadist! İnsanlar sadece daha rahat etmek için ve birkaç gün daha fazla yaşamak için birilerini öldürüyor. Sen bu iyi niyetle sana verilen haklardan daha kaç kez feragat edeceksin?” Annemin gözlerinden dökülen yaşlar içimiz sızlasa da yüzümdeki keskin ve öfkeli ifadeyi değiştirememişti. Alina koluma dokunup, “Lütfen Barbaros! Onu üzüyorsun! Böyle olmasını istemezdi.” Dedi. Sesi sayıklama gibi çıkmıştı.

“Sadece bir kez yaptım biliyorsun!” Diye atıldı annem. “Yeniden bir kapı açılacak! Biraz sabretmemiz gerekiyor.” Ayağa kalktım. “Sen sabret! Benim hiçbir şeye sabredecek tahammülüm kalmadı. İyi geceler!” Hana olan bitenden hiçbir şey anlamamış gibi bakıyordu. Aramızdaki tartışmadan rahatsız olmuş ve sanki hiç ilgilenmiyormuş gibi önündeki yemeği biraz daha hızlı bir şekilde yemeye başlamıştı.

Merdivenleri çıkıp bizim için hazırlanan odaya yerleştim. Ardımdan dönüp bir kez bile bakmamıştım fakat Alina’nın sandalyesini annemin yanına çektiğini ve onun teselli etmek için bir şeyler mırıldandığını görebiliyordum. Kısa sürede ana kız gibi olmuşlardı. Birbirleriyle sürekli telefonda konuşuyorlardı. Alina anneme neredeyse günlük rapor veriyordu. Bu kavgada da yine ortalığı yumuşatma görevi Alina’ya verilmişti.

Kendimi sarsıcı bir şekilde yatağa attım. Cenin pozisyonuna gelmiş kendi düşüncelerimin arasında kaybolmuştu. Yaklaşık yarım saat sonra uyku uyanıklık arasında bocalarken Alina’nın o güzel kokusunun ciğerlerime dolduğunu hissettim. Beni sarıp sarmalayan kolları biraz olsun kalbimdeki acının dinmesini sağladı. Dudaklarını saç diplerimde, ensemde hissedebiliyordum. İncitmeden hassas bir çiçeğe dokunur gibi sevgiyle ve sabırla beni öpüp kokluyordu. “Alina!” Dedim tutkuyla. “Dudakların bedenimden hiç ayrılmasın! Seninleyken istesem de kötü olamıyorum. Bir sihir gibisin! Bir iksir… Senden başka hiçbir şeyi düşünmeme izin vermiyorsun!”

“Ama benden başka bir şeyi düşünmeni istiyorum. Anneni… Zeliş anne çok iyi bir kadın Barbaros. Onu incitmene dayanamıyorum. Hiç kimsenin yapmayacağı bir fedakarlığı yaptı. Lütfen onu üzecek herhangi bir şey söyleme!” Üzerime eğilmişti. Bacaklarımız birbirine bağlanmıştı. Sırtüstü yattığım yerde gözümden bir damla yaş süzüldü.

“Annemle babam çocukluk aşkıymış biliyor musun?” dedim yalancı bir gülüşle. Ve iç çektim. “ Mahallede birbirlerinin yolunu gözlerlermiş. Annem her gün babamın okuldan dönüşünü görebilmek için çatıya çıkarmış. Bir gün ayağının kayabileceğini ve büyük zararlar göreceğini bilerek onun beklemiş. O zaman da fedakarmış. Babam bir türlü derdini anlatamamış. Sonra annemin o çatıya çıktığını öğrendiğinde çok korkmuş ve ona duygularını açmış. Utangaçlığını yenmiş. Annemin incinmesini istememiş.”

“Güzel bir hikaye! Ben de seni daha iyi koşullar altında tanımak isterdim. Düşmanlık olmadan, sevdiğim her şeyi geride bırakmadan, her anın kıymetini bilerek seni yaşamak isterdim.” Çenesinden kavrayıp dudaklarımı boynuna sürttüm.

“Bizim yaşayacak zamanımız var Alina! Peki ya onların!” Bana hiçbir şeyin sözünü veremeyeceğini biliyordum. Başını göğsüme yaslayıp öylece sessiz bir şekilde bekledi. Yaklaşık 2 saatin sonunda kollarımı bomboş olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Uyanmış mıydı? İçimde kötü bir his vardı. Sebepsizce hızlı bir şekilde merdivenleri inip Alina’yı kontrol ettim. Balkonda yoktu. Pencereden baktığımda bir gölgenin uzaklaştığını fark ettim. Büyük bir telaşla kapının önüne geldim.

“Alina!” Belimdeki silahı çıkartıp etrafı kolaçan etmiştim fakat o çivilenmişçesine bulunduğu yerden ayrılmıştı. “İyisin değil mi? Kimdi o? Bu saatte ne işi vardı?” Yüzüne dönüp baktığımda hiçbir hareketlenme olmadığını görebiliyordum. Bakışlarında ürkütücü bir hüzün ve şüphe vardı. Elindeki fotoğrafa baktığımda gözlerim hayretle açıldı. Bu onun broşunu çaldığım o gün çekilmişti. Alina yerde baygın bir şekilde yatarken broşu cebime yerleştirdiğim açık bir şekilde görülüyordu. Yüzümdeki o siyah maske tüm kimliğimi örtse de fiziksel özelliklerim neredeyse birebir aynıydı.

Yalancı bir şaşkınlıkla, “Bu da ne böyle?” Dedim. Aslında bir şeyler anlayacak diye kalbim deli gibi çarpıyordu. Sakin kalmakta hiç olmadığı kadar zorlanıyordum. Esas krizi ve sarsıntıyı Alina avucunu açtığında yaşayacağımı o an bilmiyordum.

“Bu çakmak sana ait sanırım!” Bahçe lambasının kısmen aydınlattığı çakmağa baktım. Üzerinde yaldızlı harflerle “Barbaros” yazıyordu. Bunu daha önce bende gördüğünü biliyordum. Bakışlarım çakmak ile Alina arasında gidip geldi. Dilim lal olmuş yüreğim yaptıklarımın altında ezilmişti.

🦋🦋🦋🦋

 

Merhaba canlarım. ☺️🦋 Yeni bölümle birlikteyiz. Yeni bölümler olaylı olacak. Artık 2. Kitabın yani Dilruba’nın sonuna geliyoruz. Bildiğiniz gibi Dilruba Gönülçelen demek. Ki bence hikayenin ana konularından biri de bu. Bu yüzden uyumlu olduğunu düşünüyorum. ☺️🦋

Üçüncü kitap biraz daha olaylı olacak. ☺️ şimdiden hazırlığına giriştim. Biraz motivasyon kaybı yaşıyorum. Bir türlü yazamadım. Kitabın yükselişe geçmemesi yıldızların ve yorumların az olması ister istemez beni de kötü etkiliyor. 😔

Daha fazla desteklerinizi bekliyorum. Beni instagramdan takip etmeyi unutmazsanız sevinirim.

İns: seyma_yldz_koc

 

Bölüm : 27.06.2025 21:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI / 28. BÖLÜM: BİR GÜNAH GİBİ 🦋
Şeyma Yıldız KOÇ
ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI

2.85k Okunma

327 Oy

0 Takip
39
Bölümlü Kitap
1. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻BİR İHANET SARMALI2. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻SEVDANIN BAĞRINDAKİ ATEŞ3. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻 SAVAŞÇI ZEYNA  4. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻 KELEBEĞİN KALBİNE SAPLANAN HANÇER5. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KÜLE DÖNMÜŞ SEVDALAR6. Bölüm. ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻TUZAK7. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KİM ÖLÜ KİM DİRİ?8. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻YANIYORUM!9. BÖLÜM : ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻ŞİRPENÇE10 BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KANLI FERYAT11. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KIRIK SÖZLER12. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻 AZAT ET BENİ SENDEN!13. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻GÖREV İÇİN14. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻BİR SEVMEK HASTALIĞI15. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KÜLDEN HANÇER16. BÖLÜM: DEŞİFRE 🪻17. BÖLÜM: NEVRUZDA AÇAN ARTEMİS ÇİÇEĞİ18. BÖLÜM: AG 2 DİLRUBA 🦋İYİ POLİS KÖTÜ POLİS19. BÖLÜM: KÜLDEN YARA 🦋20. BÖLÜM: GÖÇMEN KUŞUNDAN HAVADİS 🦋21. BÖLÜM: KURT ŞÖLENİ 🦋22. BÖLÜM: ASKER EŞİ OLMAK 🦋23. BÖLÜM: SOLDURULAN ÖLÜM ÇİÇEKLERİ 🦋24. BÖLÜM: CAN YAKAN GERÇEKLER 🦋25. BÖLÜM: KANLI OPERASYON 🦋26. BÖLÜM: GİZEMLİ KADIN 🦋27. BÖLÜM: SAMAN ALTINDAN SU YÜRÜTMEK28. BÖLÜM: BİR GÜNAH GİBİ 🦋29. BÖLÜM: ALLARA BOYANDIM 🦋30. BÖLÜM: PUSU 🦋32. BÖLÜM: VURGUN 🦋32. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 3 ZEMHERİ 🪦HASRET33. BÖLÜM: SİLİNMEZ HATIRALAR 🪦34. BÖLÜM: KELEBEĞİN İHANETİ35 . BÖLÜM: KÖMÜR KARASI 🪦36. BÖLÜM: İGMAN DAĞININ ÖTESİNDE 🪦37. BÖLÜM: İKİ AŞK ARASINDA 🪦38. BÖLÜM: KIRGIN🪦39. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...