29. Bölüm

29. BÖLÜM: ALLARA BOYANDIM 🦋

Şeyma Yıldız KOÇ
syildiz_koc

🎶🎶🎶 YGA (KELEBEK)

 

 

Alina’nın Kaleminden

İnsan her zaman tatlı düşlerin sabahına açmazdı gözlerini. Bazen kabuslara uyanmak kaderimiz olurdu. Gözlerim yavaş yavaş gerçeklere açılmaya başlamıştı. Kapatın tüm ışıkları diye haykırmak istiyordum. Maskeler yerinde kalmasın, düşmesin takke ve görünmesin çirkin yüzler. Hazır değilim buna! Hazır değilim yüzleşmeye! Hazır değilim mış gibi olan sevdalara. Biliyordum. Gurbet kızı masallardaki el değmemiş aşklardan birini yaşayamazdı. Sırtında binlerce hançerin izini taşırken pembe bir düşün mutlu masum karakteri olamazdı. Benim hikayem kırık ve eksik kalmaya mahkumdu.

Oturduğum koltukta dikleştim. Bakışlarım tek bir noktaya sabitlenmiş etrafında dönüp duran her şey bir hayal perdesi ile örtülmüştü. Barbaros’un sesi kulaklarımda uğulduyordu. “Allah’ın belası herifler. Ortalığı bulandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Şimdi de bizi birbirimize düşürerek kendilerince seni yanlarına çekmeye çalışıyorlar.” Histerik bir şekilde gülüp dudaklarını alayla yukarı doğru kıvırdı. “ Bunu başarmalarına asla izin vermeyeceğim.”

“Benden ne istiyorlar? Neden hâlâ uğraşıyorlar?” Sesimi ağlamaklı çıkarmamak için kendimle mücadele etmiştim.

“Senden istedikleri bir şeyler olduğunu düşünüyorum Alina! O parşömendeki resim ve bilmece bize bir şeyler anlatmak istiyordu. Vladimir seni öldürmek istedi. Şimdi ise bir şeylerin farkına varmış gibi geri adım atıyor. Beni senden uzaklaştırmak istiyorlar. Savunmasız kalmanı ve belki kendilerine teslim olmanı bekliyorlar.”

Ayağa kalkıp tam karşısına geçerek dimdik durdum. “Ben savunmasız değilim. Vladimir eğer beni incitmeye kalkarsa o inini başına geçiririm.” Bana hayran hayran baktı. Bakışlarındaki pırıltı sertleşen kalbimi biraz olsun yumuşattı. Bakışlarımı ondan bir an bile ayırmamıştım. “Kimse seni incitemez! Buna izin vermezsin bilirim!” Gözlerimi onaylar gibi bir kez açıp kapattım. “Anasını evlatsız karısını dul bırakmaz isteyen denesin!” Dedim kendimden emin bir şekilde. Güldü. Yüzü yumuşamamıştı ama sözüme gergin bir şekilde gülüyordu. Bir şey anımsamış gibi gülüşü aniden kesildi.

“Elinden geleni ardına koymayacak Boşnak Güzeli!” Yanıma geldi. Elimi tuttuğunda bu sıcaklığın bana güç verdiği gerçeğiyle titredim. Bir gün bu elin ellerimi bırakması ihtimali acı vericiydi. “Belki başaracak!” Dedi gözlerimin içine bakarken. “Seni benden soğutacak. Bizi ayıracak!”

“Saçmalıyorsun!” Böyle bir şeyin ihtimali bile canımı yakıyordu. Çenemi iki parmağının arasına yerleştirip yüzümü yüzüne yaklaştırdı. “Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun değil mi? Uğruna her şeyi göze alabileceğimin farkındasın.” Gözlerinde samimiyetten fazlasını görmüyordum. “Barbaros! Kötü olan her şeyin bitmesini istiyorum.”

“Bitecek!” Dudaklarıma eğildi. Onun sıcaklığını ve dokunuşlarını yeniden hissetmeye başlayınca ruhumun bedenimi terk ettiğini ve ona karıştığını hissettim. Bana olan şefkatini seviyordum. Dokunuşlarını sıcaklığını, arzularını seviyordum. Sözlerine inanmak istiyordum. O fotoğraf karesi aklımı karıştırmıştı. Alnıma, saçlarıma öpücükler bıraktı. Ona karşılık vermiyor, sadece yakınlığının bıraktığı huzuru hissediyordum. “Kimse bizi ayıramayacak. Söz veriyorum. Aşkımızın hiçbir engele takılmasına izin vermeyeceğim.”

“Barbaros!” Beni sevmeye devam ediyordu. Kayıtsızdım. Tüm enerjim bitmiş gibiydi. Sanki kafamı duvardan duvara sürterek aşındırmıştım. Öyle yıpranmış hissediyordum ki aklımı bir türlü toplayamıyordum. Yan yana yatağa uzandık. Kötü hissediyordum. Kafam allak bullaktı. Bir eli karnımda diğeri ise saçlarımdaydı. Gözlerimi kapatmış olsam da uyuyamıyordum. Vladimir istediğini yapmıştı. Aklımı bulandırmış ve ondan şüphelenmeme sebep olmuştu.

Uyku uyanıklık arasında geçirdiğim dakikalarda onun da uyumadığını biliyordum. Huzursuzdu. Gözleri hep üzerimdeydi. Sanki bunun olması onu beklediğimden daha fazla korkutmuştu. Belli etmemeye çalışsa da endişeli olduğunu anlıyordum. Şüpheli bakışları hep üzerimdeydi.

Nihayet gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Aşağıdaki tıkırtılara bakılarsa Hana, Zeliş anne ile birlikte epey eğleniyordu. Üzerimdeki geceliği çıkarıp banyoya geçtim ve bir duş aldım. Barbaros ortalıklarda görünmüyordu. Saçlarımı kurutup ona bakınmak için aceleyle giyindim. Canım sıkkındı ve keyfimin kaçmış olması yüzüme ilk bakıldığında anlaşılıyordu. Neşeli görünmeye çalışarak aşağıya indim. Zeliş anne bizim için harika şeyler hazırlamıştı.

“Günaydın gelincik! Bak bakalım benim böreklerimde seninkiler kadar iyi mi?”

“Günaydın Zeliş anne! Ellerine sağlık çok güzel görünüyorlar.” Hana ağzındaki kocaman lokmayı yutup gülümsedi. “Bugün gazlara gidecvz.” Türkçe kelimeleri yeterince iyi kullanamıyordu. “Gaz değil Hana’cım kaz!” Hana alt dudağını ısırıp “Kavz!” Dedi. Onun dilinin tatlılığı gerçekten içimdeki olumsuzluklara biraz olsun derman olmuştu.

Bana uzatılan çaydan bir yudum aldım. “Nasıl uyudun Alina? Umarım rahat etmişsindir.” Gülümsedim. “Çok iyi! Nezaketiniz için teşekkür ederim.”

“Ne dersin? Bugün sen de bizimle çiftliği gezmek ister misin?”

“Çok güzel olur! Barbaros’u göremedim. Bir şey söylemeden çıkmış.” Bir şey hatırlamak ister gibi hafifçe alnına vurdu. “Ah söylemeyi unuttum. Çıkarken bana haber vermişti. Seni uyandırmak istememiş. Dışarıda küçük bir işi var sanırım.” Derin bir nefes verdim. “Dün gece sabaha karşı bazı sesler duydum. Bir sorun yok değil mi?” İyi görünmeye çalışarak başımı salladım.

“Ha-hayır yok! Önemli bir şey değil.” Kahvaltımızın kalanını sessiz bir şekilde tamamladık. Zeliş anne çok iyi bir kadındı. Evde zaman geçirmeyi seviyordu. Her sabah doğa yürüyüşleri yapıyor ve televizyondaki dizileri büyük bir merakla takip ediyordu.

Dantel örmek ve kaz beslemek de en büyük zevkleri arasındaydı. Burası etrafı çitlerle çevrili büyük bir çiftlikti. Bostanda birbirinden güzel sebzeleri bulabiliyorduk. Yakınlarda çok güzel bir çilek tarlası vardı. İnsanlar o tarlaya gelip yiyebildiği kadar çilek yer ve sonrasında topladıkları çilekleri sepetlerle tarlanın sahibine verirdi. Yolda Barbaros’un anlattıklarını düşününce o tarlaya gitmek için içimde delice bir heves duydum. Çilekleri Hana çok severdi ve ben de koca bir sepet dolusu yemeden bırakmazdım.

Hana’ya beyaz poantiyeli elbisesini giydirip saçlarını arkadan mısır örgüsü yaptım. Çilekli tokalarıyla harika görünüyordu. Önce ayağımıza giydiğimiz yürüyüş ayakkabılarıyla kazların olduğu tarafa girdik. Geniş bir patika yolu geride bırakmış minik bodur ağaçların arasından geçmiştik. Meyve ağaçları enfes görünüyordu. Sanırım ben yaz kadınıydım. Yazın bolluk ve bereketini çok seviyordum. Kalın paltoların altında değil ince kıyafetlerin içinde olmak keyif veriyordu.

“Ah kavzlar!” dedi Hana büyük bir keyifle. O kadar tatlı neşeli bir sesi vardı ki onun yanında istesem de üzgün olamıyordum.

“Evet çok güzeller değil mi fındık kurdu! Şuradaki minik kazları görüyor musun? Bir hafta önce yumurtadan çıktı. Hala minicik!” Zeliş annenin dediği tarafa baktığımda sevimli küçükle tanıştım. “Çok güzelmiş gerçekten! Bembeyaz tüylerinin arasında ne kadar da zarif duruyor.”

“ Ağzı çok komik! Hi hi!”dedi Hana! “O çıkıntıya gaga diyorlar Hana!” Diye düzelttim. “Çok güzeller gerçekten. İlk yumurtadan çıktığında görseydin gülmekten karnına ağrılar girerdi. Meğer bu yumurtadan çıkan hayvanlar ilk 15 saniye içinde hareket eden nesnenin peşine düşer onu annesi zannedermiş. Yani kritik dönem… Ben nereden bileyim. Baban yumurtada hareketlenme var deyince koşa koşa geldim. Bir de baktım ki sevimli bir kaz yavrusu. Beni görür görmez yanıma geldi. Sonrası da malum! Günlerce peşimden koştu kerata. Eve kadar bizi takip eder kapının önünden ayrılmazdı. Bir gün gözümün üzerinde yumuşacık sıcak bir şey hissettim. Gözlerimi bir açtım ne göreyim?” Hana kıkırdadı. “Kavz!” Diye heyecanla bağırdı.

“Gagasını çeneme dayamış göğsümün içinde öylece uyuyor! Sanırım beni annesi zannetti.” Sesli bir şekilde güldüm. “Sizin ne kadar sıcakkanlı olduğunuzu o da anlamış sanırım! İnsanın yanınızda kendini yuvasında gibi hissediyor. Anne gibi…”

Bunu yüreğimin derinliklerinden gelen bir hisle söylemiştim. Zeliş anne bana kaybettiğim annemin varlığını hissettiriyordu. “Tüm aileni Bosna’da kaybettin değil mi?” Nemlenen bakışlarımı kaçırıp başımı eğdim.

“Ah hayır çocuğum! Üzme kendini! Her gün haberlerde olan biteni izliyoruz. Seninle oradaki diğer insanların acılarını kalbimin derinliklerinde hissediyorum. Keşke elimde bundan fazlası olsaydı. Ne zalim insanlarmış! Bu çok fazla güzel kızım! Savaşın da bir namusu olmalı!” Acılarımı gizlemek için histerik bir şekilde gülümsedim.

“Savaş olduğunda ahlak ve haysiyet duyguları çekip gidiyor. En yakın dostunuzu bile karşınızda düşman olarak bulabiliyorsunuz. Dayanamam dediğiniz her şey başınıza geliyor. Dayanamıyorsunuz! Devam etmek zorunda kalıyorsunuz!” Ağlama içgüdüsü yine ruhumu ele geçirmişti. Gözlerim boşlukta, akla zarar bir sakinlikle duygularımı anlatıyordum.

“Düşünün! Sevdiğiniz herkes gözlerinizin önünde öldürülüyor. Türlü işkencelere ve istismarlara maruz kalıyor. Ağlamıyorsunuz! Hatta bazen öldüklerine seviniyorsunuz. Daha fazla acı çekmeleri kaybetme duygunuzun önüne geçiyor. Onları geride bırakıp bir mezarlarının bile olmadığı topraklarda yaşamaya çalışıyorsunuz. Yemeye, içmeye, nefes almaya devam ediyorsunuz.” Elimi tuttuğunda ağlama dürtümü bastırmak daha da zor olmuştu. Buzlarla dolu bir yuvadan çıkıp sıcacık bir battaniyenin altına girmek gibiydi yanımdaki varlığı. Isınınca duygularım kendini bırakıyor ve gerçekleri dilim fütursuzca yüreğimden döküyordu.

“Neler hissettiğini anlamak öyle zor ki! İnsan sıcacık bir yatakta uyurken envai çeşit yemeği sofrasında bulurken savaşın katlettiği o insanları nasıl anlar? Nasıl anladığını söyler? Bunun bir aldatmacadan fazlası olduğunu düşünebilir miyiz?” Derin bir nefes alıp yutkundum. “Ağla lütfen çocuğum! İçindekileri dök! Dertler paylaşıldıkça azalırmış, sarıp sarmalayacak bir yüreğe değdiğinde yaralar iyileşirmiş. Dinler anlarım seni! Oturur birlikte ağlarız gerekirse! İçine atma sakın! Ben buradayım! Senin de annenim!”

Hana kazlarla gülüp oynarken elimi tutan elinin üzerine avuçlarımla hafifçe baskı yaptım. “Teşekkür ederim! Her şey için! Ben orada yas tutmayı bile kendime çok gördüm. Hana yanımdaydı. Haykırmak istediğimde avuçlarımla ağzımı kapattım. Ağlamak istediğimde ninniler söyleyip hem kendimi hem de her şeyden habersiz olan minik kardeşimi avuttum. Sesim vardı sadece. Ne ekmek ne su ne de bedenimizi sıcak tutacak bir battaniye… Kendi kendimin yorganı oldum. Kendi yaralarımın dermanı, ağıtlarımın sesi oldum. Yas tutamamak, doya doya ağlayamamak en çok yüreğimde büyüdü.” Boynuma sımsıkı sarıldı. Boyu benden kısa olduğu halde dizlerimi kırıp onun şefkat dolu dokunuşlarına karşılık verdim.

“Güzel kızım! Onlarla yine buluşacaksın! Daha güzel bir yerde! Savaşın olmadığı insanların birbirine kurşun sıkmadığı, çiçeklerin özgürce açıp kokularını insanların kalbine sunduğu, çok güzel bir zamanda bir araya geleceksin. Belki ben de…”

Bedenlerimiz arasına kısa bir mesafe koyup, “Hayır!” dedim. Bu karşı çıkışımın neye olduğunu çok iyi biliyordu. “Mücadele edeceksin anne! Barbaros seni çok seviyor! Babamın sensiz bir hayatı düşünebileceğini bile sanmıyorum. Mücadele edeceksin! Diyalize mahkum bir şekilde yaşamayacaksın.” Yorgun yüzüne ve soluk bakışlarına dayanamıyordum. Çok zayıflamış ve gün geçtikçe de eriyip tükenmişti. Diyalizin iştah kaybına sebep olduğunu biliyordum. Başka sıkıntıları da beraberinde getirmiş ve onu gün geçtikçe ölü bir bedene çevirmişti. Tüm bu neşesini ardında ölümü kabullenişin olduğunu biliyordum.

“Çok yoruldum! Bununla yaşamak çok zor! Bazen bitse artık diyorum. Ne kocamı ne de oğlumu bu kadar üzmesem! Hastane koridorlarında ömürlerini tüketmesem!” Parmaklarımla ağzını kapattım. “Buna asla izin veremem! Siz çok güçlüsünüz! Ölümü yakıştıramayacağım kadar değerlisiniz! Savaşı bırakma zamanı değil! Tam tersine mücadeleye devam etme zamanı!” Elleriyle ıslak bakışlarını silip gülümsemeye çalıştı. “Haklısın! Benden daha ağır şeyler yaşamışsın ben de sana gelip kendi derdimden dem vuruyorum. Senin yaşadıklarının yanında bunlar ne ki?”

“Öyle söylemedim! Sadece artık kendinizi düşünmenizi istiyorum. Fedakârlığınıza saygım sonsuz! Ama lütfen bizi sizsiz yaşamak zorunda bırakmayın!” Gözlerinden ardı ardına yaşlar süzüldü. “Ah şu yaşlılık! Ne de sulu göz oldum ben böyle!” Bir kez daha gözyaşlarını silmek için ellerini kaldırdığında buna engel olup bana verdiği al yazma ile gözyaşlarını sildim.

“Ah Alinacığım! Al yazmaya hemen ne de güzel kokun sinmiş böyle!” Dudaklarını birbirine bastırıp sağ eliyle yanağını okşadı. Benim gözyaşlarım da çoktan göz pınarlarımdan dökülmüştü. Fakat bana gösterdiği sevgiden midir bilinmez yüzümden acıyla karışık bir tebessüm hiç eksilmiyordu.

“Çok severim al yazmayı! Hatırası büyük! Sizden gelince daha da güzel oldu!” Hana ağlak bir vaziyette koşarak yanıma geldi. Eline baktığımda gülmek ile gülmemek arasında bocaladım. “Piş piş oldu Sestra!” Zeliş anne de yüksek sesle güldü. “Ah Hanacığım! Demek o edepsiz kazlar eline pisledi. Bence onları biraz kendi haline bıraksan iyi edersin. Hiç uslu duracakmış gibi görünmüyorlar.” Başımla Zeliş anneyi onayladım.

“Kazları biraz fazla zorlamış olabilirsin tatlım. Belli ki huysuzluklarını senden çıkarmışlar.” Dudaklarını büzdüğünde daha fazla gülmemek için kendimi zor tuttum. “Elim eeee oldu!”

“Seni gagamadıkları için onlara teşekkür etmelisin Hana! Barbaros çocukken az gagalanmamıştı. Zavallı çocuğumun peşini bir türlü bırakmazlardı. Tombul poposundan birkaç ısırık almadan eve gelebildiğini gören olmamıştır.” Sözleri daha çok tebessüm etmeme sebep oldu. “Barbaros alem bir çocukmuş gerçekten. Sanırım eski fotoğraflarını gördüm. Haylazlığı yüzünden okunuyormuş.”

“Hem de nasıl?”

Zeliş anne elimizden tutup bizi yavaş yavaş mangal alanına götürdü. Başımızda ahşap bir çatı bulunuyordu. Dikdörtgen şeklindeki alanın çatı ile bağlantısını dört tane demir sağlıyordu. Karşılıklı oturaklara oturup onu zevkle dinlemeye koyuldum.

“O salyangozu daha ilk kucağıma aldığımda hissetmiştim. Bu oğlan çocuğu beni çok yoracak çok!” Kalbim ‘beni de’ diyerek Zeliş annemi onayladı. “Ne güzel! Annelik harika bir duygu olmalı.” Piknik sepetinden çıkardığı özel içeceği gözlerimin önünde geçirdiği cam bardaklara boşalttı. Hana bir dikişte haşlanmış şeftali nektarını bitirdi. Sıcakta serinlemek için gerçekten iyi bir tercih olmuştu.

“Harika bir duygu da ne demek? Kendimi hiç bu kadar tamamlanmış hissetmemiştim. Anne olduğunda insan çok şeyin farkına varamıyor. Bazı şeyler zamanla öğreniliyor galiba. Onun hayatımın bir parçası olacağını biliyordum ama sevgisinin bu kadar derinlerde yer edineceğini düşünememiştim. Bensiz hayata tutunabilmesi için onu kendi ellerimle büyüttüm ve şimdi yarı yolda bırakabilecek olmanın hüznünü yaşıyorum.”

Sözü kalbimin daha çok acımasına sebep oldu. “Anneliğin sadece bebek bakımından ibaret olduğunu düşünmüştüm aslında. Şimdi ne kadar saçmaladığımı görüyorum. Düşüp dizlerini yaralasa ondan çok benim canım acıyor. Birileri bir şekilde onu üzmeye kalksa ondan çok benim kalbim sızlıyor. Bedeni diğerlerinden biraz daha iri yapılı diye az üzmedi keratalar oğlumu. Allah’tan Barbaros yürekli, güçlü çocuk! Hepsinin hakkından gelmesini bildi. Hiç takmadı kafasına kilolarını. Aslan gibi büyüdü çıktı karşılarına. Onu akran zorbalığından korumak için bile ne çok çabaladım bilemezsin.” İkimiz de getirdiği meyve sularından birer yudum alıp yutkunduk. Dışarıda mis gibi meyve kokusu vardı. Etrafımızdaki ağaçların dalları meyvelerin ağırlığından hafifçe aşağıya doğru eğilmiş kimisi yer yer toprak zeminle buluşmuştu.

“Belki sizin yavrunuzu da görürüm! Bakalım babaanne olmak da anne olmak kadar güzel mi?” Hana Zeliş annemin getirdiği limonlu keklerden iştahla yerken ağzındaki lokmanın kursağımı tıkadığını hissettim. “Şey! Kısmet!” Elini elimin üzerine koyup meraklı bakışlarıyla gözlerimi kolaçan etti. “Senin bir sıkıntın var! Bana anlat çocuğum! Ben senin de annen sayılırım.”

Onunla bu konuyu konuşup konuşmamakta kararsızdım ve nihayet hislerimi yenebildim. “Çocuğum olmuyor! Belki acele ediyorum ama şimdiye kadar çoktan olur diye düşünüyordum. Hiçbir sebep de yok! Anlayamadım.” Hafifçe kaşlarını çatıp haylaz bir tebessüm dudaklarına yayıldı.

“Ah be Alina! Daha dün bir bugün iki be kızım! Hemen birkaç ayda olacak diye bir kanun mu var? Az daha sabret bakalım!”

“Bilemiyorum anne! Belki de ben acele ediyorum ama…” Omuz silktim. “Hadi kalk! Bugün hastaneye diyalize gitmem gerekiyordu zaten. Seni de götüreyim birkaç testi yap sıkıntın olup olmadığını öğren. Hem böylece için de rahatlamış olur.” Sözleri içime su serpmişti. Hana kekini bitirmiş ve meyve suyunu da diplemişti. “Ama nasıl olur?”

“Çok güzel olur!” Sanırım bu şekilde daha fazla bekleyemeyecektim. Hana’yı babamla birlikte bırakıp Zeliş anneyle hastanenin yolunu tuttuk. Epey bir sıra bekledikten sonra nihayet diyalize girmişti. Elinden tutup süreç boyunca yanından ayrılmadım. Keşke annem yaşamış olsaydı da ben onun tutan eli, gülen yüzü olsaydım. Şimdi kaybettiğim ailemin yerini almışlardı ve bu benim için büyük bir şanstı. Nihayet süreç tamamlandığında Zeliş annemle birlikte bazı testler vermek üzere alt kata yöneldik. Hastane tıklım tıklımdı. Hemşire olduğum için ne yapacağımı gayet iyi biliyordum.

Tahlilleri verdim. Sonuçlar öğleden sonra çıkacaktı. Gözlerin merakla Zeliş anneyi yokladığında orada beklemenin uygun bir fikir olmadığına karar verdim. Diyalize girmek onu çok yoruyordu. Bir de benim için bu koridorlarda beklememeli evine gidip rahat bir şekilde istirahat etmeliydi. Kalma konusunda ısrar etse de kararımı çoktan vermiştim. Hemşire Ekin’e sonuçlar hakkında bilgi vermesi için ev telefonu numarası verdik. Sonuçlar çıktığında ilk fırsatta beni arayıp bilgilendirecekti. Kısacık sürede bir dost kazandığım için kendimi mutlu hissediyordum. Tek korkum sonuçların istediğin gibi çıkmaması ihtimaliydi. Barbaros’tan bir bebeğimin olmayacağı fikrini uzun süre kabullenemiyordum.

Hastaneden çıkar çıkmaz karşımda gördüğüm kişi yüzümün biraz olsun aydınlanmasının sebep oldu. Düşüncelerimi ona hissettirmemek için gülümsedim fakat bakışlarındaki rahatsızlık duygusunu istesem de görmezden gelemiyordum. Önce bana sonra da annesine samimiyetle sarıldı.

“ Bana haber vermeden ne ara ortalıktan kayboldunuz! Merak ettim!” Sesi gizlemeye çalıştığı endişeyi zihnime sızdırıyordu.

“Aaaa paylama bakayım gelinimi!” Bel çukurumu hafifçe yaşlı elleriyle okşadı. “Sağ olsun diyalize girmem için bugün bana o eşlik etti. Elimi bir an bile bırakmadı. Bakma öyle Salyangozum! Bir oğlum vardı şimdi bir tane de kızım oldu.” Annesini sert elleriyle kavrayıp hafifçe havaya kaldırdı. “Tamam canım bir şey demedik! Sen de beni haşlamak için yer arıyorsun! Benim pabucum çoktan dama atılmış anlaşıldı.” Bunu öyle komik espirili bir şekilde söylemişti ki Zeliş anne ayakları neredeyse 2 metre yerden havada kıkırdayarak küçük çığlıklar atmaya başlamıştı.

“Ah deli çocuk! İndir hemen! Bak yahu! Anneye saygı diye bir şey kalmamış! Seni kulaklarından tavana asacağım.” Barbaros kaşının birini kaldırıp sinsi sinsi gülümsedi. “Gücün yetiyorsa hemen tavana as! Ben koskoca adamım! Vinç getirmen gerekir!” Sözleri beni de güldürmüştü. Neredeyse dün akşamki olumsuzlukları unutacak bir hale gelmiştim.

Önümüze geleni çarparız modunda ikimizin de elinden tutup fazlasıyla karizmatik bir şekilde aracı yerleşmemizi sağladı. Hastane bugün fazlasıyla hareketliydi ve hepimiz bir an önce buradan ayrılmak istiyorduk. Üstü açık arabasında annesinin isteğiyle beni ön koltuğa yerleştirmişti. Aracı hızlandırdığında kahverengi saçlarımın yüzüme doğru meylettiğini ve bakış açımı kapattığını fark ettim.

“Orada iyi misin?”

“Hiç daha iyi olmamıştım.” Sesim rüzgardan metalik pürüzlü çıkıyordu. Yüzü gülüyordu. Geceyi çabuk atlatmış gereğinden fazla değer vermemişti. Bu beni de rahatlattı. Kalbimin kararmasını istemiyordum.

Araçtan indiğimizde onun hâlâ yerinden kıpırdamadığını fark ettim. “Gelmiyor musun?”

“Hayır!” Gelmediğini görünce yüzümün düşmesine engel olamadım. Babamı da annemi de çok seviyordum ama onsuz her şey biraz eksik biraz yavandı. Kalbimin bir parçasını neden her seferinde koparıp götürmek zorundaydı. Bu Boşnak kızı onsuzluğa dayanamayacak kadar aşkına divane olmuştu.

“Hazırlan! Seni alması için birini göndereceğim. Bir yere gideceğiz.” Kalbim deli gibi çarpmıştı. “Tamam!” Zeliş annem halinden memnun memnun gülümsedi. “Aferin oğluma. Büyüyünce katıksız odun olacaksın diye deli gibi korkardım. Neyse ki bu düşüncemi boşa çıkardın! Oğlum gelinime Romeo ve Jüliyet aşkını yaşatıyor.”

“Anneciğim! Sanırım yanlışlık oldu. Sen kaynanalığı bana değil Alina’ya yapacaktın!” Genizden güldüm. “Şimdi oklava geliyor.” Dedi Zeliş anne. “Ben öyle cadı bir kadın mıyım? Senin gibi bir haylaz varken gelinimle neden uğraşayım?” Barbaros eliyle üstü açık arabasını okşayıp hafiften dirsek attı. “Görüyorsun değil mi Muharrem? Herkes de bizimle uğraşıyor! Buldunuz gariban Anadolu çocuğunu vurun duvardan duvara!” Zeliş annem kahkaha atarken ben dudaklarımı kanatacak hale gelmiştim.

“Huysuz sıpaya bak sen! Büyüdü de annesine laf yetiştiriyor.” Bana iç çekerek baktı. “Tamam! Sevgili karımı daha fazla bekletmeyeyim ben!” Bir asker selamı çakıp aracın kapısını açmadan üzerinden atladı. Zeliş annemle hızlı bir şekilde içeri geçtik. Zeliş annem Barbaros’un benim için hazırladığı elbiseyi çıkarmak için hemen gardrobunu açtı. Gül kurusu rengindeki şifon elbiseyi görünce dudaklarım hafifçe aralandı ve tenimin ısındığını hissettim.

“Çok güzel!” Mırıltı halinde söylediğim söz Zeliş annemin hırıldayarak gülümsemesine sebep oldu. “Salyangozuma bak sen! Ne de güzel beğenip düşünmüş! Ah babası da romantik adamdı. Gençlik ne güzel şey! İnsan ihtiyarlayınca yakıştıramıyor kendine! Cilveleşmeler bile fazla geliyor.” Sırtını hafifçe okşayıp aklar düşen ince telli saçlarına öpücük bıraktım. “Bir şey yapmasa da söylemese de sana her baktığında yüreğinin titrediğini hissedebiliyorum.”

Dolan gözlerle gülümseyip bel çukurumu okşadı. “Hadi bakalım! Daha fazla gevezelik yapmayalım da seni hazırlayalım.” Başımı sallayıp elbiseyi boy aynasında üzerime tuttum. Diz altına kadar uzanan elbisenin uçuş uçuş bir eteği vardı. Kalp şeklindeki yaka göğüslerimi küçük bir dekolteye mecbur ediyordu. Aynı renkteki burnu kapalı küçük topuklu rugan ayakkabılarla zarif duruyordu.

“Hemen giyin! Barbaros bekliyorum dedi.” Kıpır kıpır olan kalbime aldırış etmeden yan odada elbiseyi üzerime geçirdim. Saçlarımdan iki tutamı arkada birleştirmiş ve makyaj için aynanın karşısına geçmiştim. Pudralı, mat yapıdaki fondöteni nemlendirilmiş yüzüme uyguladım. Kirpik diplerime ince bir kalem uygulayıp bej ve toprak tonlarıyla gölgeler oluşturdum. Elmacık kemiklerime uyguladığım allığı sürer sürmez pişman olmuştum. Zaten yüzbaşı yanımdayken yanaklarım hep kıpkırmızı dolaşıyordum. Buna hiç gerek kalmıyordu. Derin bir nefes verip beni hevesle izleyen Zeliş anneye baktım.

“Maşallah güzelime! Ay parçası gibi oldun!” Elini hafifçe sıkıp gülümsedim. “Teşekkür ederim. Her şey için!” Gözlerini kırptı. Kırışıklıkların arasında küçükken göz bebekleri tıpkı Barbaros gibi bal rengiydi. Saçlarında siyah tek bir tel kalmamıştı. Minik dudakları hep ince bir çizgi halinde tebessüm eder vaziyetteydi. Güzel bir kadındı. Barbaros boyunu posunu babasından, güzelliğini annesinden almıştı. Şen şakrak espirili tavırları da annesine benziyordu. Ama öyle bir an geliyordu ki öfkesi rüzgarlar estiriyor kalbimi yerinden çıkarıyordu. Onu tanıdığım ilk günlerde bu duruşundan olsa gerek çekinmeden edememiş, güler gördüğümde bakışlarımı kaçırmıştım. Farkına bile varamadan gönlüme sızmıştı da haberim bile olmamıştı.

“Biliyor musun?” Dedi burnunu sessizce çekerken. “Şimdi gönlüm daha rahat! Sen varsın. Oğlum çok mutlu. Birbirinize hayat olacaksınız, nefes olacaksınız. Bensiz kaldığında bile tüm yaralarını saracaksın! İyileşeceksiniz. Sakın bir şeylerin sizi ayırmasına izin verme Alina. Hayat yolunda her şey olur. Kimse size çelme takamasın! Düşürmesin! Hiçbir acı boynunuzu bükmesin.” Boynuna sarılıp o güzel menekşe kokusunu içime çektim. “Böyle olması için her şeyi yapacağım.”

İki kez korna sesi duyduğumda gelene bakmak için pencereye yöneldim. Bir araç kapının önünde öylece duruyordu. İçindekinin Barbaros olmaması canımı sıksa da geçtiğim yolların beni ona götüreceğini bilmek kalbimin sükunete ermesi için yetmişti. Hemen araca geçip etrafı izleyerek beni beklediği alana yöneldim. Trafik yoktu. 10 dakika gibi kısa bir sürede sakin, ıssız yollardan geçerek alana ulaşmıştım.

Arkadaşı olduğunu öğrendiğim delikanlı kapıyı açtı. “Buyrun yenge! Size iyi eğlenceler!”

“Teşekkür ederim!” Adımlarım çekingen bir şekilde karanlığı aştı. Bir anda karşımda beyaz bir perde görünce şaşkınlığım daha da arttı. Ayağımın bir şeye değdiğini fark eder etmez bakışlarım çimli zemini buldu. Bir fotoğraf karesi… Yüzümde tebessümle fotoğrafın arkasındaki yazıya göz gezdirdim. Perdenin ışığı ve aydınlatma yazıyı güçlükle de olsa okumamı sağlamıştı. İkimizin düğününden bir kareydi.

Gözlerin gözlerimi bulduğunda her şeyin silikleştiğini hissediyorum. Şuan yanımdasın. Gelinlikler içindesin. Sana olan hislerimi ve hayranlığımı henüz kağıtlara dökemedim. İçimde delici bir öfke var. Kendimle savaş halindeyim. Sevme diyorum ama dinletemiyorum. Kalbim aşkının ateşinde yanmak için fazla hevesli. Artemis çiçeği… Camın ardındaki seni özlemekten çok yoruldum. Hayatıma gel! Kır prangalarını yüreğimin! Beni sana kavuştur!

Dolu dolu gözlerle gülümseyerek birkaç adım attım ve başka fotoğraf karesinin önünde durdum. Pencerenin önünde Barbaros’un evine bakıp yolunu gözlüyordum. Gözlerim nemliydi ve bakışlarımda bir ağmanın bile anlayabileceği kadar hasret vardı. Eğilip onu da aldığımda gözlerim aceleci bir şekilde hemen arkasındaki beyaz boşluğu yokladı.

Henüz bana derdini anlatamadın. Seni seviyorum diyemedin. Bende de var bir haller. Burası karlı bir dağ yamacı. Uzaktan bir sis bulutu düşüyor gözlerimin değdiği her yere. Yosun bakışlarını göz bebeklerinin değdiği her şeyde görmeye başladım. Kalbim inkar ediyor. Kandıramıyorum keratayı. Asker adamın sevdası vatanıdır diyorum ama o bayrağın üzerindeki ay ve yıldızı senin gözlerinden okumaktan kurtulamıyorum. Vatansız kalan seni vatan bilen hırçın yüreğim sensiz bir geceyi daha geride bırakıyor. Görmüyorum sanıyordun. Görevden erken gelip uyku derdine eve kapandığımda sessizce perdelerimin ardındaki bekleyişlerini, iç çekişlerini fark etmediğimi düşünüyordun. Seni düşlemediğim, dönüşü yosun gözlerini görmek için istediğim kaç an sayabilirsin bana? Sende kalıyorum Artemis çiçeği! Giderken bedenim gidiyor ama aklımda fikrimde bir sen! Seni özleyen ve nefret duvarına saklanan ben! İkimize çizmeye cesaret edemediğim bir kader… Gel bana! Kır şu kafesin parmaklıklarını beni sana kavuştur!

Gözyaşları usul usul yanaklarımdan süzüldü. Ona kavuşmak için ne çok gurur öğütmüştüm ben! O da bir yerlerde beni sevmişti. İtiraf edememişti. Benim fotoğraflarımı gizli gizli çekip bakmıştı. Özlemişti. Sevmişti aslında içten içe. Bana bakan gözlerini düşünüyordum. Sobadan çıtırtılı sesler gelirken ve bir çaydanlık fokur fokur kaynarken odasının içinden sızan beni ve o resimlere bakan güzel gözlerini hissediyordum. Gördüğüm bir fotoğraf karesi değildi aslında. Gördüğüm kalbimize kilitlediğimiz hislerdi.

İçli titrek bir nefes alıp gümbürdeyen kalbimi sakinleştirmeye çalıştım. Yerdeki bir başka fotoğrafı ayaklarımın dibinden kaldırıp kutsal bir emaneti korur gibi göğsüme bastırdım. Hana ile terasta çay içerken çekilmişti. Bebeğimin masum gülüşü fotoğrafta gözüme çarpan ilk detaydı. Ben ise dalgındım. Gözüm hep onun balkonundaydı. Biliyordu. Kendisini izlediğimi, özlediğimi, kollarına atılıp seviyorum dememek için çıldırdığımı en başından beri biliyordu.

Özlemek de aşktanmış. Kavuşmalar hayallere sığacak kadar derin ve zorlu olduğunda insan özlemeden, sevmeden yapamazmış. Seni seviyorum. Asla bana gelmeyecek bir hayali kollarımın arasına alır gibi. Cenneti zebanilerin teninde solur gibi… Nefesimi kesen bir dağın zirvesinde ölümle kucaklaşır gibi… Zamanın dudaklarında eriyen zayıf bir tanesi olduğumu bilir gibi seni yaşayarak seninle yaşlanmayı dileyerek seviyorum. Artık korkusuzca… Serkeşçe… Şeytanı cennetten kovan tüm günahlara inat bencilce seviyorum.

Göz pınarlarımdan yaşlar süzülürken yerdeki diğer fotoğrafları topladım. Hepsinin ardında bırakılan notları okuyacaktım. Hepsini tek tek kalbime kazır gibi, onu ruhumun can suyunda hücrelerime kadar akıttığım gibi belleğime taşıyacaktım. Ama şimdi görmek istediğim sadece yüzbaşıydı. Sevdamdı. Hazel’e yazdığını düşündüğüm şiirleri kıskanmıştım. O da benim fotoğraflarımın üzerine şiirler yazmıştı. Elimdeki fotoğraf koçanına baktığımda arada onunla bir araya geldiğimizden sonraki zamanlara ait fotoğraflar olduğunu da gördüm. Benim için onlarca şiir ve söz yazmıştı. Gözyaşlarımı silip fotoğrafları çantamın içine koydum. Onları tek tek okuyacaktım.

Hevesli adımlarım karşımdaki beyaz perdeyi bulduğunda duraksadım. Perdenin önündeydi ve o da bana yaklaşıyordu. Üzerinde beyaz, kısa kollu keten gömlek ve yüksek bel koyu gri kumaş pantolonla karşımdaydı. Saçlarını jöleyle hareketlendirmiş ve yana taramıştı. Kirli sakallı görüntüsüyle çekici duruyordu. Sakallarını okşamayı sevdiğimi bildiğinden görevde olmadığında hep biraz daha uzun bırakırdı. Kendine yakışan ölçüyü hiçbir zaman kaçırmazdı. Gecenin karanlığına rağmen parıldayan gözleri gözlerime değdi. İçimin titrediğini, kalbime bir ateşin düştüğünü hissettim. Adımlarım hızlanarak ayaklarının dibinde durmuş ve bedenim dağın kenarına sinen ürkek bir serçe gibi iri, kaslı cüssesine yerleşmişti.

“Barbaros…”

“Artemis çiçeği…” Omzuma bıraktığı öpücüğün ardından aramıza mesafe koymadan çenemden tutup kaldırdı. “Bu geceyi baş başa geçirelim istedim. Ekrana yansıyan film afişini gördüğümde heyecanım arttı. “Buralarda açık hava yaz sineması çok sevilir. Bu gün cırcır böceklerinin sesini dinlerken, dolunay gökyüzünde parıldarken, meyve kokusu ciğerlerime saklanırken seninle olmak istedim. En sevdiğin filmi seninle izlemek istedim. Dolu dolu olan gözlerimi ondan ayırıp yeniden beyaz perdeye sabitledim. Asya’nın al yazması ve İlyas’ın sert duruşu tam karşımdaydı.

“Bu çok güzel bir sürpriz! Ova noć je prelijepa. (Bu gece çok güzel)” Yanağıma sevgiyle dokunduğunda dudaklarım avuç içini buldu. “Hiçbir şey senden daha güzel değil Artemis çiçeği.” Sıra sıra dizilmiş tahta sandalyelerden birinin üzerine oturdum. Hemen yanıbaşımdaydı. “Sen filmi izleyeceksin ben de seni. Ben gözlerimi büyüleyici güzelliğinde kurtarabileceğimi sanmıyorum. Her bir hareketini, her bir mimiğini, gözlerinden damlayan mutluluğu doya doya izleyeceğim. Hangi film bundan daha güzel olabilir ki?”

Sağ elim yanağını kavrayıp onu dudaklarıma kavuşturdu. Delicesine bir tutkuyla öptüm. Kimse benim için özel bir şey yapmamıştı. Onunlayken her şey öyle güzeldi ki! Dudakları dudaklarıma karşılık verdi. Sıcak dokunuşları içimde ortama uzak bir arzunun düşmesine sebep oluyordu. Sıcaklığının tadını çıkarmayı sonraya saklayıp ondan ayrıldım.

Bizim için bir de piknik sepeti hazırlamıştı. İçinde en sevdiğim şeylerin olduğunu biliyordum. Çikolatalı keklerden bir tane alıp ısırdım ve aynı yerden ısırması için uzattım. Lezzetli olduğunu hissettirecek bir şekilde “Mmmm!” Sesleri eşliğinden tadına bakmıştı. Sağ bacağını bacağıma sürtüp beni kendi alanına yaklaştırdı. Alnım sakallarına sürterken başım hevesle göğsündeki yuvamı buldu. Film başlamıştı. Ağaçların üzerindeki kandillerden başka hiçbir ışık kaynağı bulunmuyordu. Her yanım mavi Artemis çiçekleriyle doluydu. Kokusu tenime mühürleniyordu. Belimi saran elleri öyle güzel sahipleniyordu ki defalarca izlediğim ve her izleyişimde aynı duyguları yaşadığım filme bile odaklanamıyordum.

“Bizimle konuşmuyor arkadaş. Peki niye konuşmuyor. Bizi adam yerine koymuyor mu diyorsun. Ziyanı yok gülüşü yeter bize.”

O işaret parmağıyla yanağıma arsız kavisler çizerken “O da senin gibi kamyonuyla konuşuyor!” Dedim ve kıkırdadım. “Kıskanıyorum ama! Kadir İnanır’a düşman edeceksin beni Boşnak güzeli!” Başımı kaldırıp kocaman bir gülüşle gözlerine baktım. Yanağına bir öpücük kondurduğumda haylaz kızgınlığı geçmişti.

“Sen gelmesen de ben beklerim. Ne olacak sanki cebimden mi gidiyor; canımdan gidiyor.” Gözlerim dolmaya başlamıştı. “Ağlarsan kucaklar götürürüm seni! Kimsenin gözyaşlarının sebebi olmasına dayanamam!”

“İhaneti öğrendi! Çok canı yanıyor! Çok seviyordu, nasıl dayanacak?” Gözlerim gözlerine değdiğinde benden çok uzaklarda gibiydi. “Alışır! Belki affeder!” Duygusuzca söyledikleri kaşlarımı çatmama sebep oldu. “Affetmedi! Affetmez! Biliyorum sonunda Cemşit’e gidecek! Onu her koşulda sevip inanan adama!” Bal rengi gözbebekleri karanlığın içindeki tek gerçek sığınağımdı ve başka bakıyordu. “Onu sevmedi! Sevmeyecek! Kalbi başkasına ait! İlyas’ı severek yaşlanacak, aynı adamı severek ölecek. Aptal adam!” Son sözünü büyük bir hıncı haykırır gibi söylemişti.

“Başkasına ait bir kadını yatağına alıyor! Kendisini sevmediğini bile bile başkasını özleyen bir kadınla yuva kurmaya çalışıyor. Onu sevdasından çalıyor. Yakışır mı erkek adama?” Gözlerindeki öfke yutkunmama sebep olmuştu. Neşesinin kaçtığını biliyordum ama kızgınlığının sebebinin ne olduğunu anlamak canımı daha çok yakıyordu. Gözleri bende değildi. Bakışları zemini tarasa da acısının sebebi olduğumu bilmek kırıcıydı.

Film oynamaya devam ediyordu.

Sevgi neydi? Sevgi sahip çıkan dost , sıcak insan eli, insan emeğiydi.”

“Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti.”

“Durursam bir daha kurtulamam.Ziyanı yok, gülüşü yeter bize.”

“Yüreğim kaydıysa günah mı?Çamura saplansam yardıma gelir misin?”

“Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elindeymiş gibi.”

“Elinden tutuversem benimle gelir mi?”

“Seninim işte, alıp götürsene beni.”

“Elveda Asya, elveda selvi boylum al yazmalım, elveda.Bitmemiş türküm benim.”

Yarım kalmış bir aşk hikayesinin ardından öylece beyaz perdeye bakıp kaldık. On dakika olmuştu biteli ama ne onda hareket vardı ne de bende. Cırcır böceklerinin arasında doğanın sesini dinliyorduk. Yüzüne oturan kederli ifade kalbime tanıdık bir korkunun izlerini düşürüyordu. “Yavaş adamdı. Kolundan tutup alıp götürecekti. Bırakmayacaktı. Sahip çıkacaktı sevdasına.” Sırtımı geriye bırakıp öne doğru eğilmiş bir şekilde duran yüzbaşına baktım.

“İhanet etmişti. Canını acıttı. Dövdü onu! Köylü kızı dedi küçümsedi. Derdine ortak edemedi. Kollarında iyileşmeyi beceremedi. Özgürlüğünün önünde bir engel bir yük gibi gördü.”

“Sus!” Dedi. Yüzünde keder çizgileri sözlerimden sonra daha da belirginleşti. “Anlatsaydı belki anlardı.”

“Anlamazdı. Gerçeklere kulaklarını kapatmış, gözlerini yummuştu. Duymuyordu görmemek için kendisiyle savaşıyordu.” Sol elim yanağını kavrayıp onu doğrulmaya mecbur kıldı. Artık yüz yüzeydik. Bakışları benden köşe bucak kaçamıyordu. “Neden anlamasın?” Dedim.

“Anlamazdı. Kabullenmezdi.”

“Seven adam incitmez Barbaros. Ağlatmaz. Yalanlar söylemez! İhanet etmez!” Başını dikleştirdi. “Peki ya mecburiyetler! Onlar vurmaz mı insanın boynunu? Koparıp atmaz mı kanatlarını? Kırmaz mu sevdiğine koşmak için çıldıran dizlerini? Kim ister böyle yapmak? Ben…” Neden bahsettiğini bile anlamıyordum. Onu kıvrandıran karşımda darmadağın eden şey neydi? Gözlerini sımsıkı yumup başını isyan eder gibi geriye bıraktı. Yüzünü yine benden çevirmesini istemiyordum.

Ne olduğunu bile anlayamadan elleri yanaklarımı kavrayıp beni dudaklarına bastırdı. Bu ilkinden çok daha sert çok daha güçlüydü. Ona karşılık verip dudaklarını emdim. Ondan daha kısaydım. Beni daha çok hissedebilmek için belimden yükseltti. Dilim diline dokundu. Ellerim omuzlarını sıktı. Saniyeler sonra dudaklarımı bıraktığında bedenim hâlâ bedenine yaslanmış bir şekilde bekliyordu. Nefes nefeseydik. Sağ eli ve parmakları saçlarımın asi tutumlarının arasında kaybolmuştu. Soluğu dudaklarımı ısıtıyordu.

“Çamura saplansam gelir misin demişti İlyas. Gelmedi. Vazgeçti Asya. Sen gelirsin değil mi? Beni çamurun içinde sensiz bırakmazsın. Tek başıma, yalnız kalmama izin vermezsin! Bana sırtını dönmezsin! Başkası… Ne olursa olsun başkasını sevmez, yokluğumu başkasıyla doldurmazsın.” Gözlerimizi aynı anda açtık. Başımı sağlı sollu salladığımda burun uçlarımız birbirine değdi.

“Benden öyle kolay kurtulamazsın!” Sözlerimin ağırlığını taşıyamayacağımı bilmiyordum. Yüzü omzumun üzerinden boynuna sürttü. Onu bir şeylerin çok korkuttuğunu biliyordum. Altından beni mahvedecek bir şeylerin çıkmasından korkuyordum.

“Sadece sen ol! Sadece sen!”

***

***

Küçük bir irkilme bedenimi yokladı. Yine kabuslar ve sayıklamalar peşimi bırakmıyordu. Sık nefeslerimi ve deli gibi çarpan kalbimi kontrol etmeye çalıştım. Sere serpe uzanmış tatlı bir mahmurlukla uyuyordu. Hafif aralıklı dudakları ve aldığı sık nefesler yorgunluğunu ele veriyordu. Üzerimdeki saten geceliğin omzuma düşen askısını düzeltip yanağına ıslak bir öpücük bıraktım. Mırıldanmaya benzer sesler çıkarıp yatağın bana ait olan tarafını kucakladı.

Bakışlarım hayranlıkla bedeninde dolaştı. Beyaz saten çarşaf belden aşağısını diz kapaklarına kadar kapatmış, göbekten yukarısını da açıkta bırakmıştı. Hayran olunası bedeni ve kasları her seferinde gözlerimin muhatabı oluyordu ve ona bakmaktan kurtulamıyordum.

Asker olduğum günlerde benim bedenim de oldukça güçlü ve dinç görünürdü ama o günlerin üzerinden çok sular akmıştı. Zayıflamıştım. Hem bedenen hem de zihnen askerlikten çok daha uzak bir duruşa sahiptim. Öğrendiklerim ise hayatıma düşen kârdı.

Duvardaki saate baktığımda gece 3 civarında olduğunu anlamıştım. Tahlillerim çoktan çıkmış olmalıydı. Kendime daha fazla engel olamayıp sabahlığımı giydim ve parmak uçlarımda yürüyerek salona geçtim. Zeliş annem ve babam bu gece bir akrabalarında kalmak istemişlerdi. Sanırım anne olmak istediğimi bildiği için bunu Zeliş annem planlamıştı. Yanaklarımın kızardığını bedenimin ısındığını hissettim. Artık gerçek bir evliliğimiz olduğu için bu tarz şeyleri önceden düşünebiliyordu.

Tanıştığım hemşirenin verdiği numarayı tuşladım. Sonuçlar konusunda sabırsız olduğumu bildiği için ilk fırsatta aramamı sorun etmeyecekti. Bu gün nöbette olduğundan ona ulaşabileceğimi düşünüyordum. Birkaç kez çaldıktan sonra nihayet biri telefonu açmıştı. Biraz bekledikten sonra meslektaşımın sesini ahizeden duyabildim.

“Merhaba! Biraz geç aradım ama sabaha kadar dayanamadım.” Benden arama bekleyen hemşire “Hiç sorun değil!” Diye karşılık verdi. Önce bir çekmece ardından evrilip çevrilen sayfa sesi duydum. Kalbim yine deli gibi atıyordu. “Hımmm!”

“Bir sorun mu var?” Hemşire kısa bir süre bekledikten sonra, “Doğum kontrol hapı kullanıyor musunuz?” Dedi. Kısa bir şaşkınlığın ardından “Hayır!” Diye karşılık verdim. “Luteinizan Hormon (LH) ve Follikül Stimüle Edici Hormon (FSH) Seviyeleri düşük. Kullanılan bazı ilaçlar yumurtlamayı durdurmuş. Sentetik hormonlar tespit edilmiş. Bu ilaç yoluyla alınabilir.” Dizlerimin bağı çözülmüştü. “B-ben ilaç falan kullanmadım. Anne olmayı bu kadar isterken neden ilaç kullanayım ki?” Kısa bir sessizlik…

“Sonuçlar bu yönde tatlım. Dilersen daha detaylı başka testler yapabiliriz. Belki…” Devamını dinleyemedim. Ahize elimden düştü. “Alina… Beni duyuyor musun? Alina…” Pürüzlü, mekanik sesi artık çok daha kısık duyuyordum. Nemli gözlerim banyo duvarına yerleşmişti ruhsuzca bakıyordu. Her birliktelik sonrası yaşadıklarımı düşündüm. Her seferinde bana kahvaltı hazırlaması, çayımı ya da portakal suyumu kendi elleriyle doldurması… Bana bu ilaçları Barbaros vermiş olabilir miydi? Aklım ve kalbim binlerce kez hayır diye haykırsa da Barbaros’un şüpheli davranışlarını düşününce bu konuda haklı olduğumu anladım.

Gözlerimden sıcak yaşlar firar etti ve hemen ardından tüm yutkunmalarıma direnen hıçkırıklar ardı ardına döküldü. Ağzımı kapatıp diz çöktüm ve bir elimle zemine kapaklanmamak için uğraşırken diğeriyle haykırışlarımı boğmaya çalıştım.

Omuzlarım derin bir acıyla sarsıldı. Genzimden iniltiye benzer sesler çıktı. Beni duymasın istiyordum. Böyle görmesin! Biraz önceki saf masalın aydınlık yarınları böyle köhne bir karanlıkla kirlenmesin! Kirlenmişti! Kalbimin tam ortasına bir hançer bırakmıştı yüzbaşı. Öyle bir hançerdi ki beni öldürmüyordu. Öldürmüyordu ama yaşatmıyordu da. Bir zehir karışmıştı damarlarıma. Akıp gittiği her damarda bir yangın çıkarıyor, değdiği dokuları kavurup ateşe veriyordu. Kendimi yere bırakıp göğsümün sol yanını yumruğumla sıktım. Çektiğim fiziksel bir açıdan fazlasıydı.

En başından beri bir çocuğumuzun olmasını istemiyordu. En kötüsü de bunu bana doğrudan söylemek yerine gizli saklı arkamdan iş çevirmeyi tercih etmiş olmasıydı. Böyle çok seven bir adam nasıl aşık olduğu kadına bunları yaşatırdı?

Birkaç tıkırtı duyduğumda hemen toparlanıp kendimi banyoya attım. Evde bizden başka kimse olmadığı için kapıyı kilitlememiştim. Önce sabahlığı attım üzerimden. Hemen ardından geceliğin askıları gevşeyip düştü ayaklarımın dibine. Kendimi duş kabininin içine yağmurluğun hemen altına bıraktım. Gururumun közünü söndürmek için soğuk sudan iyisini düşünemiyordum.

Dizlerimi karnıma çekip suyun altında öylece titredim. “Alina! Orada mısın?” Onun sesiydi. Kapıyı tıklattı. “Neden cevap vermiyorsun?” Duymuyordum. Belki duymak bile istemiyordum. Aniden kapı açıldı. Adımları kabinin hemen önünde duraksadı. Gözleri taze bir ölüyü hatırlatan bedenimde dolaştı.

“Alina!” Cevap vermedim. Artık ağlamıyordum. “Artemis çiçeği…” dedi uyku mahmuru bakışlarını hayretle gözlerimde gezdirirken. Histerik bir gülüşün ardından başımı eğip dudaklarımı dizlerime bastırdım.

Sen o çiçeği kendi ellerinle soldurdun asker! Sen öldürdün!

Hadi sız yüreğime! Doldur tüm boşlukları. Anılarımda sensiz kırık kalan ne varsa tamir et! İhanetlerle dolu ömrüme işle! Orada ikimize yalanlardan uzak, senle dolu sensizliğin dolmadığı yeni bir dünya kur! Bak kapandı yaralarım! Eksik kalan düşlerim seninle doldu. Kapattım göz kapaklarımı. Artık görmüyor gözlerim. Beni senden gayrı bırakan her şeyi geride bıraktım. Sarıldım yalanlarla süslediğim düş kefenime. Üşümüyorum artık! Aramıza girmiyor köhne bir kuyuyu andıran gerçekler! Koparmıyorlar seni benden. Saat 12’yi vurdu. Açmıyorum gözlerimi. Karanlıktayım. Issızlık bal kabağına dönüşen umutlarımdan daha acıtıcı, ürkütücü değil.

Gel bana Barbaros! Gitmemek için gel! Ben affederim! Ben vazgeçmeleri yakıştıramam kendime. Sen yeterki gel!

 

 

 

 

 

Merhaba değerli dostlarım. Yeni bölümde buluştuk. Umarım sevmişsinizdir. Gelecek bölüm biraz zahmetli olacak gibi duruyor ama kısa sürede hazırlamaya çalışacağım.

Alina artık gerçeklerin farkına varmaya başladı. Bundan sonraki süreç daha sancılı olacak. ☺️

Sizce Boşnak kızı olanları indirip bir şey yokmuş gibi m idavranacak yoksa Barbaros’tan olanların hesabını soracak mı? Çok seviliyorsunuz. Düşüncelerinizi belirtirseniz çok mutlu olurum. ☺️🦋🪻❤️

İnstagram: seyma_yldz_koc

Takp etmeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. Şimdiden elleriniz dert görmesin. 🦋❤️

 

Bölüm : 06.07.2025 19:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şeyma Yıldız KOÇ / ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI / 29. BÖLÜM: ALLARA BOYANDIM 🦋
Şeyma Yıldız KOÇ
ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI

2.85k Okunma

327 Oy

0 Takip
39
Bölümlü Kitap
1. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻BİR İHANET SARMALI2. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻SEVDANIN BAĞRINDAKİ ATEŞ3. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻 SAVAŞÇI ZEYNA  4. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻 KELEBEĞİN KALBİNE SAPLANAN HANÇER5. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KÜLE DÖNMÜŞ SEVDALAR6. Bölüm. ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻TUZAK7. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KİM ÖLÜ KİM DİRİ?8. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻YANIYORUM!9. BÖLÜM : ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻ŞİRPENÇE10 BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KANLI FERYAT11. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KIRIK SÖZLER12. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻 AZAT ET BENİ SENDEN!13. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻GÖREV İÇİN14. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻BİR SEVMEK HASTALIĞI15. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 1 FİGAN 🪻KÜLDEN HANÇER16. BÖLÜM: DEŞİFRE 🪻17. BÖLÜM: NEVRUZDA AÇAN ARTEMİS ÇİÇEĞİ18. BÖLÜM: AG 2 DİLRUBA 🦋İYİ POLİS KÖTÜ POLİS19. BÖLÜM: KÜLDEN YARA 🦋20. BÖLÜM: GÖÇMEN KUŞUNDAN HAVADİS 🦋21. BÖLÜM: KURT ŞÖLENİ 🦋22. BÖLÜM: ASKER EŞİ OLMAK 🦋23. BÖLÜM: SOLDURULAN ÖLÜM ÇİÇEKLERİ 🦋24. BÖLÜM: CAN YAKAN GERÇEKLER 🦋25. BÖLÜM: KANLI OPERASYON 🦋26. BÖLÜM: GİZEMLİ KADIN 🦋27. BÖLÜM: SAMAN ALTINDAN SU YÜRÜTMEK28. BÖLÜM: BİR GÜNAH GİBİ 🦋29. BÖLÜM: ALLARA BOYANDIM 🦋30. BÖLÜM: PUSU 🦋32. BÖLÜM: VURGUN 🦋32. BÖLÜM: ARTEMİSİN GÖZYAŞLARI 3 ZEMHERİ 🪦HASRET33. BÖLÜM: SİLİNMEZ HATIRALAR 🪦34. BÖLÜM: KELEBEĞİN İHANETİ35 . BÖLÜM: KÖMÜR KARASI 🪦36. BÖLÜM: İGMAN DAĞININ ÖTESİNDE 🪦37. BÖLÜM: İKİ AŞK ARASINDA 🪦38. BÖLÜM: KIRGIN🪦39. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...