

Satır aralarına bol bol yorum bırakmayı unutmayınız ☺️
Medya: Ayça özafe (Olmuyor bak)🎶🎶🎶
32. BÖLÜM: VURGUN 🦋
Barbaros'un Kaleminden
Bir yaz günüydü. Yadigâr'ı kaybetmiştik. Kardeşimizden öte gördüğümüz canımızı seve seve emanet ettiğimiz askerlerden biriydi. İlk kez şehit cenazesi görmüyordum. İlk kez kalbime ateş düşmüyordu. İlk kez anılar gözlerimin önünden akıp gitmiyordu. İlk kez yaralı bir ananın haykırışlarını duymuyordum. Gözlerimin önünde diz çöküp feryat figan ağlamıyor ve vatan sağ olsun diyerek milletine kurban olan bir evladın sancısını yüreğine ısmarlamıyordu. Bunların ilk olmadığını ve son da olmayacağını biliyordum.
Cennet gibi bir vatana sahiptik. Bu vatanın içinde vatan evlatları olduğu kadar vatan hainleri de bulunuyordu. Bizler vatana kurban olma yolunda yaşayan askerlerdik. Kimi zaman bir mezara bile kavuşamayacağımızı bilerek dağlarda milletimize siper olur Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere emanet ettiği toprakları kanlarımızı dökerek korumaktan çekinmezdik. Bir çoğumuz bir mezar bir kefen hayali bile kurmazdı. Kutsal kabul ettiğiniz değerler öyle kıymetliydi ki uğruna feda olma sevdası ve şehitlik mertebesi yanımızda götüreceğimiz birkaç metre kumaştan da mermerle çevrili bir çukurdan da değerli gelirdi.
Bir çoğumuz isimsiz kalırdık mesela. Adımız televizyon ekranlarında birkaç saniyeden fazla yer tutmazdı. Bununla yaşamayı, bununla yaşlanmayı, her türlü cefayı çekip görevimizi layıkıyla yapmayı öğrenmiştik. Kızgınlığımız ve küskünlüğümüz olmazdı. Üç günlük dünyaya üç kuruşluk hevesler sığdırıp kalp kırmazdık
Gözlerimin önündeki al bayrakla süslenen tabuta baktım. İçerisinde ekmeğimi, suyumu paylaştığım bir can yatıyordu. Yüzünü sadece fotoğraflarda görebileceğim dostuma son görevimi yapmak üzere birliğimde bulunuyordu. Komutanlarımız karşımızdaydı. Gür bir sesle bayrak töreni yaptık. İstiklal Marşı'nı arşı titreterek okuduk o gün. Yılmadan yıkılmadan dimdik durup selam verdik dostumuza. Saygı duruşunda saç tellerimizin bile seğirmesine izin vermedik. Gözyaşları dökülürken ıslak yanaklarımızı silmek için bile hareket edemedik. Bir nebze nefesi bile çok görüyordu kalbimiz. Sağ omzumda gururu sol omzumda hasreti taşıyordum. Yüküm ağır iman ve vatan sevgisi güçlüydü.
Komutan konuşmasını yaptıktan sonra şehidimizi son kez teker teker selamladık. Komutanımız onları anılacak son konuşmasını yaptı. Tabuta al yıldızlı bayrağımızı serip askeri tören eşliğinde memleketine götürdük. Yol uzundu. Yüksek dağları engebeli yolları aşmıştık. Şehadet haberi yüreğimize düştüğü andan bu yana ağzımıza lokma koymamıştık. Yeminler ediyorduk. Sebep olan hainlerin inlerini başlarına yıkacaktık. Onları düştükleri lağım çukurunda öldürecek, tek bir nefer kalana dek vatanımızı o kalleşlerden temizleyecektik.
Yollar tükendi. Esas zehrin tam da şu anda yüreğimize kazınıp bizi darmadağın edeceğini biliyorduk. Yıldırım Timi başını bir an bile eğmeden omuzlarındaki dostlarıyla evine doğru yürüdü. En önde giden Ozan ıslak bakışlarıyla Yadigar'ın çerçeveli üniformalı fotoğrafını taşıyordu. Güçlü durmak için ne kadar şok kendini sıktığını fark edebiliyordum.
Şalvarlı oyalı yazma takan bir kadın yaşlı gözlerle tabutu karşıladı. Hıçkırıklar içinde ağlarken kızarmış gözleri ilk şehidin resmine düştü. Çerçevedeki fotoğrafı kendisine bakan onlarca meraklı göze aldırmadan öptü. Defalarca kokusunu alır gibi camın ardındaki kağıt parçasıyla kucaklaştı. Annesi olduğunu anlamıştık. Yadigar annesine düşkün bir adamdı. Resmini hep yanında taşır her fırsatta da arayıp mektup yazardı. Artık oğluna cam bir çerçevenin ardından bakacaktı.
"Yavruuuum!" Acılı kadın kucağındaki çerçeveyle tabuta dokundu. Üzerindeki bayrağı öpüp kokladı. Binbir emekle büyüttüğü evladına son kez dokunuyor, son kez hasret gideriyordu. Dilinde isyan yoktu. Dudaklarında ağıtlara karışan dualardan ve tespihten fazlasını duyan gören olmazdı. Hıçkırıklarının arasında son kez "vatan sağolsun!" dedi. Etraftaki kalabalık her geçen dakika daha da artıyordu. Askeri manga saygı için üç el atış yaptı. Yadigar'ın sevdikleri onunla son kez vedalaştılar. Tabuta sarılı bayrağı alıp kendi ellerimle aileye teslim ettim. Kalbimde kaybettiğim her dostumla birlikte bir yara bir boşluk açılırdı. O boşluğun hiç kapanmayacağını bilerek görevimizi yerine getirdik.
***
Kışlaya geldiğimizde bizi berbat bir manzara karşılamıştı. Hemen karşımızdaki duvarda çifte ajanlık yapan örgüt üyesinin naaşını bulmuştuk. Duvara büyük çiviler çakmış ve aralarındaki adamımızı avuçlarından oraya çarmıha gerilir gibi asmışlardı. Adamın belden aşağısında edep yerlerini örten bir kaç paçavradan başka bir şeyi yoktu. Ayak bileklerinde derin kesikler vardı ve bulunduğu yere kanın sızmasına sebep olmuştu. Öfkeliydik. Burnumuzun dibine kadar gelip göz dağı vermeleri tahammül edebileceğimiz bir şey değildi.
İçlerinden seçtiğimiz adamı bulmuşlardı. Başarısız suikastlerin ve toplumsal eylemlerin sebebinin içlerindeki ajanlar olduğunu anlamışlardı. Sinirden yerimizde duramıyorduk. Yadigar'ın şehadetinin yanı sıra böyle can sıkıcı olaylarla uğraşmak sabır taşını zorluyordu. Koridorları hırsla geçip kendimi öfke boşaltabileceğim bir odaya bıraktım. Kapıyı kapatır kapatmaz ahşap sandalyeyi duvara fırlattım. Masanın üzerinde Vladimir'le ilgili istihbarat raporlarının ve belgelerin olduğu dosya vardı. Hırsım dosyanın bazı sayfalarının açılmasına sebep oldu. Vladimir'in yüzüyle karşı karşıya gelmiştim. Öfkem gözlerimden taşıyordu. Her şeyin sebebi o ve ardındakilerdi. Onların inine girmeden asla huzur bulmayacaktım. Yine kendimi Jüpiter'in bilmecesinin karşısında bulmuştum.
Vladimir'in çok yakın bir fotoğrafına ulaşmıştım. Erkin sıkı çalışıyor, bulduğu her şeyi bana sunuyordu. Vladimir'in ölen şoförü hakkında da bazı bilgilere erişmiştik. Onun yakın fotoğrafını elime alıp inceledim. Belki saatlerce hislerim beni bu fotoğrafların üzerinde dolaştırmıştı. Bir şey vardı. Bu iki adamı karşıma getiren ve olayların iç yüzünü anlamam için zihnimi bunlarla meşgul eden bir his vardı. Artık örgütle ilgili düğüm çözülmeye başlamıştı. Örgüt içindeki tüm görevleri ve görevlerin sahibini ifşa etmiştik. Onların kimlikleri ve Türkiye'de hangi görevlerde bulundukları artık bizden gizli değildi. Örgütün Türkiye'deki bağlantılarını tamamen silebilirdik fakat diğer ülkelerdeki yapılanlarını durdurmak tek başımıza imkansızdı. Bu çok daha güçlü bir istihbarat ve askeri operasyon gerektiriyordu. Bir gün bunun bir şekilde gerçekleşeceğine inanmak istiyordum.
Alina'nın fotoğraflarla ve Vladimir'le ilgili olan sözlerini anımsadım. Bana dayısının etrafındaki adamların tamamının öldüğünü söylemişti. Hepsi dikkat çekmeyecek şekilde teker teker silinmişti. Ve peşinden Vladimir esir alınmıştı. Sonrasında olan olaylar ise dikkat çekiciydi. İmran kod adıyla içeri sızan Vladimir gerçek bir vatansever olarak parmakla gösterilirken ve en güçlü operasyonlarda yararlılık sağlarken bir anda düşüşe geçiyordu.
Vladimir'in son telefon görüşmelerini dinledim. Mükemmel bir aksanla Rusça konuşuyordu. Yine şifreli bir konuşma yaptığı için sözlerinden mantıklı bir anlam çıkarmak imkansızdı. "Anahtarı bulduk. Artık tüm kapıları açacağız. Jüpiter uydusuna kavuşacak. Gizli hazine bulunduğunda Jüpiter paramparça olacak." Dinlemeler yapıldığı için yine örgüt içindeki diğerlerine derdini bize göre anlamsız kendisine göre çok anlamlı olan cümlelerle bu şekilde ifade ediyordu.
Anahtar bulundu... Kimdi bu anahtar? Hangi kapıyı açıyordu. Bu kapının ardında ne vardı?
Belgelerin içindeki kara kalem çalışmasını inceledim. Alina'nın resmini görüyordum. Yüzünün her bir zerresine hayran olduğum kadını görmek yine kalbime bir sıcaklığın doğmasına sebep olmuştu. Güzel çizilmişti. Onu daha ilk gördüğümde kim olduğunu anlayabileceğim kadar çarpıcı ve gerçekçi... Zihnim dağıldı. O günü düşündüm. Operasyona çıkmadan bir gün önceyi. Tuhaf hali dikkatimden kaçmamıştı. O banyoda küvetin içinde oturmuş, buz gibi suyun bedenini istila etmesine izin veriyordu.
O gün yanı başında beliren gölgem bakışlarını düştüğü zeminden çevirmeye yetmemişti. Gözlerine bakmaktan korkuyordum. Orada yüreğime köz düşüren gerçekleri bulmaktan bu gerçeklerle ölüm döşeğine düşürmeye çalıştıkları sevdamın silik izlerine rastlamaktan delicesine korkuyordum. İlk şaşkınlıktan kurtulup yanına gittim ve başının üzerindeki su başlığını kapatıp diz çöktüm.
İri ellerim şekilli güzel gövdesini kavrayıp kollarımın arasına aldı. "Bedenin buz gibi olmuş Alina! Donacaksın!" Ayağa kalkıp pembe havluyu sırtından gövdesini ve bacaklarını örtecek şekilde geçirdim. "Alina!" Uyku sersemiydim ve neredeyse tüm algılarım kapanmıştı. "Neyin var? Neden bu kadar üzgün görünüyorsun?" Dedim duyacaklarımdan korkarak. Gözlerinde hüzünlü yılgın bir ifade vardı. Yitirmekten delicesine korktuğum sevda kırıntıları aradım.
" Alina iyi görünmüyorsun neyin var?" Gülümsemeye çalıştı. Dudakları kıvrılırken tam da o anda bir damla yaş yanaklarından süzülüp dudaklarına değdi. "Yok bir şey! Kabus gördüm! Kötüydü! Hem de çok kötü!" Belirgin bir rahatlama yüreğimi yokladı. Onu kollarımın arasına alıp odamıza götürmeye çalıştım. Dalgın ve yorgundu. Gözlerini benden köşe bucak saklıyordu. Uyumam gerekiyordu aslında ama uyuyamıyordum. O yatağın içinde uzanırken kollarım gövdesini sarıp onu göğüs kafesime hapsetti. Saçlarıyla oynadım tüm gece. Onları özleyeceğimi bilerek göreve hazırlanmıştım. Ertesi gün valizin fermuarını çektiğimde bakışları hâlâ üzerimdeydi ve buz gibi soğuk olduklarını hissedebiliyordum.
"Telli turnam selâm götür
Sevdiğimin diyarına
Üzülmesin ağlamasın
Belki gelirim yarına cananıma
Hasret kimseye kalmasın
Sevdalılar ayrılmasın
Ben yandım eller yanmasın
Sevdanın âşkın nâr'ına cananıma
Gönüle hasret yazıldı
Sevgiye mezar kazıldı.
İki damla yaş süzüldü
Gözlerimin pınarına"
O an radyoyu açıp kalçasını sehpaya dayayarak çalan müziğe kulak verdi.Sessizce odayı dolduran sözlere hüzünlü gözlerle karşılık verdim. Üzerimde askeri üniforma vardı. Yanıbaşına gidip ellerini tuttum. Donuk bakışları burada da bizi terk etmedi. "Biliyorum Boşnak türkülerini seversin sen! Ama benim için bu türküyü öğrenir misin? Dönüp geldiğimde sesinden duymak istiyorum. Gözlerimin içine bakarak bana bu türküyü söylemeni istiyorum."
"Olur! Madem istiyorsun öğrenirim." Aramızdaki boy farkını sıfıra indirip alnından öptüm. Parmakıdır çenesini sevdi. Hasret kalacağımı bildiğim o gözlere doya doya baktım. "Sesinden Türkçe şarkılar türküler dinlemek için sabırsızlanıyorum." Gözlerini kırpıp yapay bir şekilde gülümsedi. Boy aynasının karşısında saçlarımı düzelttim.
"Senin için bahçede harika bir sofra kurduracağım. Annemin yemeklerini bilirsin. Yanına bir de mangal! Of be! Nefis olacak. Şimdiden sabırsızlandım. O zaman söylersin! Ha Boşnak mantısını unutmadım. Onu da isterim. Hiç affetmem!" Yeniden yutkunup beceriksizce gülümsedi. "Olur! Merak etme!" Başımı kaşıyıp bir adım geriye gittim. "İstersen yine yazlık sinemaya gideriz. Senin için sinemayı kapattırırım. Ama bu sefer başka bir film izleriz. Sıkıldım artık Al Yazmalım'dan. Daha eğlenceli ve romantik bir şey seçeriz."
"Seçeriz!" Hassas sesi kafamı karıştırıyordu. Tüm bu bitkinliğin ve hüznün sebebi gidişim miydi? "Hiç Turna gördün mü?" Diye sordum. Başını salladı. "Belki görmüşümdür ama dikkat etmedim."
"Turnalar eşlerine olan sadakatleriyle bilinir. Yuvayı eşleriyle birlikte kurar, tüm sorumlulukları da paylaşırlar. Bu yüzden bir başka severim onları." Bakışlarını yere indirdi. "Sadakat ne kadar da önemli değil mi? Bazen tek bir ihanet kıvılcımı bile yeter onca emeği zayi etmeye. Bir yuvayı darma dağın eder kıymet verilmeyen sözler. Sahte sevdalar alaşağı olur." Çenesinden tutup başını kaldırdım.
"O turna gibi yuvamıza sahip çıkacağım Boşnak güzeli. Tüm ömrümü senin dizlerinin dibinde seninle mutlu olarak geçirmek istiyorum. Çocuklarımın annesi olmanı istiyorum." Bir şey söylemesine izin vermeden ona sımsıkı kenetlendim. Göğsünün inip kalktığını hissedebiliyordum. Sessiz gözyaşları döküyordu. Birkaç saatte ne değişmişti? Dünyanın en mutlu iki insanıydık ve şimdi bir şeyler yarım ve silik kalmıştı. Saçlarını parmaklarımın arasında zarifçe okşadım. Dudaklarım alnında küçük bir nem bıraktı.
"Artemis çiçeğim. Gözyaşlarını sakla! Sana geleceğim. Benim senden başka bir yuvam yok! Sığınağım yok!" Biz kucaklaşırken arkada telli turnam türküsü çalmaya devam ediyordu. O sırada annem, babam ve Hana'la karşımda belirdi. Hana kocaman kucaklayıp Alina'yı Hana'ya emanet ettim. Annem yine gözyaşlarını tutamıyordu. "Bu hasret hiç bitmeyecek! Ne zormuş asker anası olmak! Rabbim size önce vatanınıza sonra da bize bağışlasın!" Annemi hafifçe havaya kaldırarak sarıldım. "Yine gözyaşları! Ne canın var senin de bu kadar ağlıyorsun! Oğlun kimseye yenilmez! Boşuna korkuyorsun!"
Babama yöneldim. "Onlar sana emanet !" Babam boynuma sarıldı ve omzumu hafifçe sıktı. "Aklın kalmasın! Bir oğlum vardı bir de kızım oldu."
Evden uzaklaştığım anlar ve Alina'nın ardımdan nemli gözlerle bakışı yine aklıma düşmüştü. Kalbim sıkışıyordu. Bu gidiş bir başka gidişti. Hiç bir ayrılığa benzemiyordu. Onu bu kadar kırıp dağıtan neydi?
Hayal perdesi zihnimden çekildi ve yokluğu ansızın yüreğime çöreklenip kaldı. Yine o soğuk odada olduğumu fark etmiştim. Alina'nın kara kalem resmindeki göz bebeklerine daha dikkatli bir şekilde hayran hayran baktım. Bu hikayedeki yerini bir türlü saptayamamıştım. Onun tüm bunlarla ne ilgisi vardı? Saniyeler sonra sorumun cevabına erişecektim. Bir şey fark ettim. Göz bebekleri... Mumu yakıp kâğıdın altını aydınlattım ve daha dikkatli bir şekilde gözbebeklerindeki yosun hareleri incelemeye başladım. Bir şeyler fark etmiştim. Bazı sayılar vardı. Sol gözde "15" yazıyordu sağ gözde ise "66". 1566 diye mırıldandım.
Arka plandaki manzara dikkatimi çekti. Mostar köprüsüne benzetmiştim. Bu köprünün tamamlanış tarihi olabilir miydi? Alina'nın Mostar köprüsüyle ilgili anlattıklarını düşündüm. Dayısının anlattığı efsane aklıma geldiğinde aklımda bazı şeyler oturmaya başlamıştı. Mimar Hayrettin köprünün yıkılmasından korkuyordu ve bunun gerçekleşmesi halinde ölümle tehdit ediliyordu. Köprünün harcına yumurta kabuklarıyla birlikte bir dua yerleştirmişti. Bu dua uzun yıllar köprünün yıkılmasına engel olmuş ve köprüyü korumuştu. Ama Vladimir haininin bunları neden daha çocukken Alina'ya anlattığını idrak edemiyordum. Amacı neydi?
Vladimir'le ilgili görüntü kayıtlarını inceledim. Defalarca onu, halini tavrını anlamaya çalıştım. Her fotoğrafı bende bambaşka hisler uyandırıyordu. O an bir başka ayrıntı dikkatimi çekti. Santral hotorokromi... Vladimir'in gözlerindeki bu detayı daha önce fark etmemiştim. Pupilanın çevresinde dikkatli bakıldığında anlaşılan yeşil bir halka vardı. Eski fotoğraflarında bu görülmezken dikkatli bakıldığında yenilerinde şeffaf lense rağmen fark ediliyordu.
Yeni kamera görüntülerine baktığımda heyecanlandığında yaptığı hareketlere dikkat ettim. Eskileriyle kıyasladım. Bir anda cihaz elimden yere düştü. Artık gerçekleri idrak edebiliyordum. Bu korkunç bir oyundu. Alina en başından beri dayısı konusunda haklıydı. Ona güvenmekte, inanmakta haklıydı. "Allah kahretsin! Nasıl bu kadar geç farkına vardım? Vladimir onu istiyor."
Hiçbir şey söylemeden koridorlarda koşup bahçeye yöneldim. Önümü kesip sorular sormak isteyen görev arkadaşlarımı geçiştirmiş ve Alina ile konuşmak üzere direk evin yolunu tutmuştum. Bilmesi gereken çok fazla şey vardı. Üstü açık aracımla oldukça hızlı bir şekilde göçmen kızını bıraktığım eve yöneldim. Onunla konuşmak için sabırsızlanıyordum. Aracı hızlı bir şekilde park edip babamlarım evine geldim. Henüz görev için geldiğim Aydın'dan ayrılmamıştık. Kapıyı deli gibi yumruklayıp "Alina!" Diye bağırdım. Günler sonra görevden dönmüştüm. Annem beni karşısında görünce kısa süreli bir şok geçirmişti.
"Alina nerde?" Nefes nefese göğsüm inip kalkıyordu. "Bir şey söyle anne! O nerde? Çok önemli!" Hana telaşımı görünce ürküp annemin eteğinin arkasına saklanmıştı. Siyah saçları iki yandan örgülüydü ve masum masum bana bakıyordu. "Haberin yok muydu? Alina gitti. Görev için çağırmışlar. Ben de anlamadım." Gözlerim iri iri açıldı.
"Ne görevinden söz ediyorsun? İzinliydi!" Ellerini iki yana açıp telaşsız görünmeye çalışıyordu. Hiçbir şeyden haberinin olmadığı ortadaydı. Kablolu telefonun sesi bakışlarımızı antreye yönlendirdi. Ayakkabılarımı bile çıkarmadan telefonu elime aldım. "Alo!"
"Benim Barbaros!" Sağ elimi kalbime bastırıp gözlerimi kapattım ve rahatlamış gibi derin bir nefes verdim. "Korkuttun beni! Nerdesin? Nereye kayboldun?" Annem hayretle beni izlerken kısa bir süre duraksadı. "Bir şey sorma! Geçen gün seninle annenlerin yazlık evinde kalmıştık. Oradayım. Hemen gel! Seni bekliyorum. Tek başına... Sadece sen..." Sesi fazlasıyla yorgun ve masum geliyordu. Sanki bir şey onun tüm enerjisini almıştı.
"Alina neden oradasın? Neden bana bir şey söylemedin?"
"Hiçbir şey sorma! Sadece gel?" Telefon kapandığında kendimi büyük bir çıkmazda hissettim. Ahizeyi yerine bırakıp bana meraklı gözlerle bakan anneme cevap bile vermedim. Hızla kapıyı geçip kapı koluna asıldığımda annem "Bir şey demeyecek misin?" Diye isyan etti. Omzumun üzerinden ona bakmaya bile yanaşmadım. "Sonra konuşuruz! Bu önemli!" Ardımdan hayret dolu bakışlar attığını tahmin etsem de onu umursamadan üstü açık aracın kapısının üzerinden atlayıp direksiyona geçtim. Kaybedecek bir dakikam bile yoktu.
Bodur ağaçları geçip annemlerin oturduğu evden yarım saat kadar uzaktaki yazlık evin yolunu tuttum. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Alina'nın son günlerde tuhaf davrandığının farkındaydım. Kötü şeyler olacağını hissediyordum. Aracı bağırtarak fren yaptım. Evin kapısı açıktı. İçerden gelen tanıdık hoş ses kalbimdeki sancıyı biraz olsun azalttı.
"Telli turnam selam götür sevdiğimin diyarına." Onun sesiydi. Benim için istediğim Türkü öğrenmişti. Boşnakça değil Türkçe söylüyordu. Onu ilk gördüğüm andaki gibi... Kapıyı aralayıp içeri girdiğimde camdaki silüetini gördüm. Sırtı bana dönük uzanır vaziyette pencereden dışarıyı izliyordu. Dudaklarındaki nefesin camda buğu yaptığını görebiliyordum ve parmakları oraya güzel bir çiçek çizmişti.
"Üzülmesin ağlamasın belki gelirim yarına!" Birkaç adım atıp içeri girdiğimde karanlığa rağmen görüntü biraz daha netleşmişti. Uzun kahverengi saçlarını yeniden ördüğünü fark ettim. Sağlı sollu ince tutam şeklinde bir perçem dudaklarına değiyordu. Yüzünün görebildiğim yanı karanlıkta kalmıştı fakat bu siyah örtü bile güzelliğini söndürememişti.
"Hasret kimseye kalmasın! Sevdalılar ayrılmasın!" Üzerinde Alina'yı yaralandığı o gün gördüğüm asker kıyafetleri vardı. Değişmişti. "Ben yandım eller yanmasın! Sevdanın âşkın nâr'ına cananıma!" Son sözlerini daha hüzünlü daha yürekten söylemişti. Kalbimin üzerine buzdan kırçların battığını hissettim. İçim üşümüştü. Sesi tenime lavdan bir çarşaf olup dolanmıştı. Türküye bana sırtı dönük bir şekilde devam ediyordu.
Elimi duvara uzatıp düğmeye bastım. Ortam aydınlanınca yerdeki ve duvarlardaki detaylar açığa çıkmıştı. Duvarlarda bulunan her şey Alina hakkında araştırmalarımı yansıtıyordu. Vladimir'le olan görüşmesinin fotoğraf olarak belgelenmesi... Çaldığım broşun farklı açılardan fotoğrafları... Alina ile olan mücadelem ve o güne ait sakladığım görüntüler... Tuttuğum raporlar...Kardeşlerine ait fotoğraflar bile vardı. Kucağındaki radyonun düğmesine basıp kendi ses kaydımı bana dinletti. Sesli kayıtlar alıp gözlemlerimi bildirmiştim. Daha bizzat Alina'nın telefon konuşmalarının ve Hana ile olan ev içi sohbetlerinin de arka planda radyodaki kasetle çalındığını fark ettim. Her şeyi öğrenmişti. Bunca zaman onu dinlediğimi, takip ettiğimi, oyunlar oynadığımı öğrenmişti.
Omzunun üzerinden şaşkınlıktan yutkunamayan bana baktı. Yüzümün kireç gibi olduğundan emindim. Sanki dağlar bir anda omzuma binmiş, tüm hayallerim başıma çökmüştü. Gözlerine baktım. Kıpkırmızı olmuştu. Uzun süre ağladığını anlayabiliyordum. Gözyaşlarının sebebi olmak içimdeki sancıyı daha da arttırmıştı.
"Alina!" Radyoyu yere bıraktığında evindeki dinlemelerimin kayıtlarını daha hâlâ kısık bir sesle duyabiliyordum. "Gönüle hasret yazıldı. Sevgiye mezar kazıldı. İki damla yaş süzüldü. Gözlerimin pınarına!" Gözlerimi kapatıp sıktım. Ölü gibi söylediği sözler bacaklarımdaki mecali bitirdi. Karşımda ilk gördüğüm andaki Alina vardı. Gözlerinde aynı öfke ve intikam duygusunu görüyordum fakat bu sefer kıpkırmızı bir hüzne bulanmıştı.
"Alina..."
"Benden sana bu Türküyü Türkçe söylememi istemiştin. Sadakat duygusunu ayaklarının altında çiğnediğini bilerek senin için ilk ve son kez söyledim." Omuzlarım çöktü. Yanına yaklaşmak istediğimde elini beni durdurmak ister gibi sertçe kaldırdı. "Yaklaşma!"
"Bildiğin gibi değil!" Dedim. Ona derdimi nasıl anlatacağımı bilmiyordum. "Bildiğim gibi asker!" İç çekti. "Her şeyi biliyorum."
"Bilmiyorsun!"
"Sus!" Haykırışı başım eğmeme sebep oldu. Görevimden utanmıyordum. Çok insanın hayatını kurtarmıştım. Tüm ömrümü uğruna harcamaya değerdi. Ona olan sevdam ve aşkımızı sahiplenişim affedilmeyi dilememde haklılık payı bırakıyordu. Üzerime nefret dolu bakışlarla yürüdü.
"Bana oyunlar oynadın! Aslında hiç sevmedin! Seviyormuş gibi davranarak azılı bir teröriste ulaşmak istedin! Tek amacın sevgilinin intikamını almaktı. Bunun için yaptın! Benden öyle çok nefret ediyordun ki dayımla birlikte hapse girmek için aşıkmış gibi davranmayı bile kendine yedirdin!" Başımı sallayıp "Hayır!" diye bağırdım.
"Gerçek! Sen en başından beri Hazel'i sevdin! Onun hatırasına aşıktın! Seni sevmemi istedin, çünkü seni Vladimir'e götürecek tek şeyin ben olduğumu düşünüyordun! Benden bilgiler almak istedin! Aldın da! Sana öyle aşıktım ki beni kullandığını fark edemedim. Aşk sözlerinin şiirlerinin ardımda yatan esas niyetini anlayamadım. Yarattığın aşk masalına beni inandırdın!" Ona sımsıkı sarılıp kollarımın arasına aldım. Hakkımda böyle korkunç şeyler düşünmesini kaldıramıyordum. Kollarımda ürkek bir kuş gibi çırpındı. Sık nefeslerinin arasında kalbi deli gibi çarpıyordu.
"Yalvarırım dinle! Sandığın gibi değil!" Yumruk yaptığı ellerini göğsüme sertçe indirip beni bir kaç adım geriletti. "Neyi sanıyorum asker? Söyle hadi! Hangisini inkar edeceksin? Esir alınma numarasını mı? Yoksa kardeşlerimin sahte ölüm söylemlerini mi?" Gözyaşları yanaklarından süzülürken tüm dişlerini göstererek gülümsedi. Bu aslında ölümcül bir feryattan, haklı bir isyandan başka bir şey değildi.
"Yoksa kendi çaldığın broşu bana getirip kahramanım olmandan mı bahis açalım? Bana öyle çok darbe indirdin ki vereceğin hesabı ilk sen seç!" Doğruyu söylüyordu. Tüm bunları ben yapmıştım. "Mecburdum Alina! O haini ve ardındakileri ülkemin bekası için bulmak zorundaydım. Bir istihbaratçı olarak Türkiye üzerine oynanan oyunları bilmek ve durdurmak istedim. Derdim Hazel'in intikamı değildi." Üç ayaklı kahverengi iskosun üzerindeki porselen vazoyu hınçla yere fırlattı. Bunu yaparken kini bağırarak haykırmıştı.
"Benden ne istedin? Duygularımla neden oynadın?"
"Her şey değişti!" Dedim isyan eder gibi. "Hiçbir şey değişmedi." Diye kestirip attı. "Gözlerinin önünde kardeşlerimin yasını tuttum ben. Aklıma her düştüğünde hıçkırıklarımı bastırdım. Gözyaşlarım zehir olup içime aktı. Bir mezarları bile olmadı diye kahroldum." Yumruklarını bir kez daha göğsüme indirdi. "Hiç mi üzülmedin? Hiç mi anlamadın halimden!" Gözlerimden yaşlar süzüldü. Aktı yüreğime köz oldu. "Keşke derdimden anlayabilseydin Artemis çiçeği... Uğruna her şeyi bir kalemde sileceğim şey vatandı. Milletti. Kimsenin gözünden bir damla yaş akmasın diye ben her gün yanmaya ve yakmaya razı oldum." Gözyaşları akarken başını reddeder gibi salladı. Beni anlayabileceği bir durumda değildi. Boşuna konuşuyordum.
"Tüm sevdiklerini isimsiz toplu mezarlara bırakıp gelmiş bir göçmen kuşuydum ben! Tek derdim ikinci bir vatan bildiğim bu topraklarda huzurla güvende yaşayabilmekti. Beni gör istedim. Kimselere açamadığım dertlerimi bil, yaralarımı sar istedim. Yangısına üflersen kalbimdeki yarıklar geçer sandım. O zavallı kuşu sahiplendiğin gibi sahiplen diye bekledim. Yoluma yoldaş olursun sandım." Yazık eder başını salladı. Konuşurken sesi çatallanıyor, tüm acılarını yüzüme işler gibi dudakları titriyordu. "Ne yanılgı!"dedi daha düşük bir sesle. Dişlerini sıkıyordu. Omuzlarının sarsılışı içimdeki acıyı ve ona sarılma isteğini daha da arttırmıştı.
"Meğer sen sadece rütbenin derdindeymişsin!" Ona yeniden sarıldım. Yalvarmam gerekirse ayaklarına kapanmaya razıydım. Beni vursa gıkım çıkmazdı. Halimden anlasın istiyordum. Sevdasını kaybetmeye dayanamazdım. Hangi kula nasib olurdu böyle sevilmek? Kim böyle güzel severdi? Kaybedemezdim. Kaybetmeye dayanamazdım.
Tırnaklarını koluma geçirip bacağıma sert bir tekme savurdu. "Dokunma bana!"
"Dinle Artemis çiçeği!" Dedim kolunu yeniden kavrarken. Dilim tam da şuanda susamazdı. Derdimi anlatmak zorundaydım. "Sen o çiçeği çoktan soldurdun! Sen beni yüreğimde vurdun asker! Artık canım yanar mı sanıyorsun? Kessen etimi kanım akar mı?" Hıçkırdı. "Beni hayata döndürdün sanmıştım. Meğer sen ihanetlerinle beni diri diri mezara koymuşsun."
"Ne olur sus! Hiçbir şey bilmiyorsun! O haini yakalamamın önemini anlamıyorsun! Çok cana kıyacaklardı. Bosna bu haldeyse onun ve örgütünün ne çok payı var görmüyorsun!"
"Anlatsaydın bilirdim." Dedi koluyla yanağındaki nemi silerken. "Anlamazdın Alina. Körü körüne bağlıydın o pisliğe. Saatlerce sorguya alındın, hakkında tek bir söz söylemedin!" Elleriyle kısa bir alkış tuttu. Bense bakışlarımı gözlerinden ayırmıyordum. "Sen de beni daha rahat kullanabilmek için aşık rolleri kestin! Nefretini unuttun, Hazel'e duyduğun aşkı unuttun." Alay eder gibi kinayeli bir şekilde dudaklarını yukarı doğru kıvırdı. "Belki de aslında hiç unutmadın. Kandırdın beni!" Arkasını dönüp ceviz ağacından yapılmış oymalı yatak başlığını bir tekme darbesiyle devirdi. Günler önce bu yatağa dünyanın en mutlu iki insanı olmuştuk. Onu deliler gibi sevdiğimi tüm gece boyunca sayıklayıp durmuştum. Şimdi cenneti yaşadığım o yatak bir cehennem çukurunu hatırlatıyordu.
Saten bordo renkteki fırfırlı yatak örtüsünü sağ eliyle kavrayıp bir çırpıda yere savurdu. Üzerindeki fırfırlı saten yastıklar da devrilmiş ve bir tanesi ayaklarımın dibine düşmüştü. "Bu yatakta dokundum bana! Bir başkasını isteyerek, düşünerek tatlı masallar anlattın!" Gözyaşları şiddetlendi. Gözlerimi kapattım. Kulaklarım sağır olsun istedim. "Belki de uzun süre bu yüzden bana dokunmayı reddettin! Söylesene! Benimle tüm bunları yaşarken kendini suçlu hissettin mi? En çok kimi aldattın? Beni mi yoksa Hazel'in hatırasını mı? Hangimizin varlığı canını yaktı? Bu hikayede en çok kimi harcadın?" Bağırarak söylediği sözler sabrımın son damlası olmuştu.
Üzerine yürüyüp tüm hıncını yataktan çıkaran kadını yanaklarımdan yakaladım ve kendime yaklaştırdım. Çırpınışları belimdeki silahı yere düşürmüştü. Cebelleşmesi silahı benden daha da uzaklaştırıp yatağın altına, ulaşamayacağım bir yere itti. Nefretten gözü kör olmuştu.
"Hayır! Kes şunu sus artık! Ben seni sevdim! Sana aşık oldum!"diye haykırdım. Afallamıştı. Tam da bu anda itirafımı beklemiyordu. Yüzünü ellerimden kurtarmak için tırnaklarını bileklerime batırsa da durmadım. "Evet! Başlarda sadece bir aşk oyunuydu yaptığım. Sevmem sanıyordum. Böylesi bir aşka düşmem sanıyordum." Sesimin sertliği her geçen saniye daha da azalıyordu. "Oldu. Düştüm işte! Sadece görev olduğunu sandığım şey yaşama sebebim oldu. Seni tanıdıkça daha çok sevdim. Bu yürekte kendime bile yer kalmadı." Gözünden bir damla yaş akarken hüzünle gülümsedi.
"Yalan!" Dedi sayıklar gibi. Bileklerim gözlerimdeki inancı fark ettiğinde yüzünden çözüldü. Bana inanmıyordu. "Eğer sevseydin anne olmak istediğimi bildiğin halde beni o haplarla zehirlemezdin!" Birkaç adım geriledim. "Sadece biraz zaman tanıyordum. İşler yoluna girdiğinde..."
"İşler yoluna girmeyecek!" Dedi dişlerini sıkarak. O kararını çoktan vermişti. Bir anda belindeki silahı çıkarıp bana doğrulttu. Ona yaklaşmak istediğimde bir el havaya ateş etti ve beni durdurdu. "Sakın yaklaşma!"
"Saçmalıyorsun!"
"Hiç bu kadar kendimden emin olmamıştım. Sana canımı yakarsan bedelini ödetirim demiştim." Bana doğrultulan silaha ve sevdiğim kadının gözlerine baktım. Şaka yapar gibi görünmüyordu. "Beni vuracak mısın?"
"Henüz değil!" Kendinden emin hali canımı yakıyordu. Bakışlarıyla içeri süzülen adamı işaret etti. "Henüz Sevgili dayımın en sağlam adamıyla tanışmadın! Tiran! Neden bu gösteride bana eşlik etmiyorsun?" Gözlerim karşımdaki adamın varlığını fark ettiğinde hayretle açıldı. "Daha iyisi olamazdı." Karşımda olduğuna inanamıyordum. Bu kirli sakallı adam Vladimir'in sağ koluydu. Bana silah doğrulttuğunda Alina ona durması yönünde bir işaret yaptı.
"Belki de en başından beri haklısındır komutan! Belki de ben gerçekten bir hainimdir. Belki de esas oyunu ben sana oynamışımdır. Kendini avcı sanırken aslında av olmuşsundur kim bilir!" Başımı sallayıp biraz önceki duruşunun aksine gülümseyen kadına baktım. "Biraz önceki deli haykırışlarını ve itiraflarını düşünürsek tahmin ettiğimden daha büyük bir hasar bırakmışım."
"Ha-hayır!"
"Bu kadarını ben bile beklemezdim Alina! Bizi bile kandırdın doğrusu!" Aksanlı konuşması nefret hissimi perçinledi. "Dayın şu halini görse seninle gurur duyardı." Bu aşık olduğum kadın olamazdı. Alina böylesine küçülmezdi.
"Aşağılık p... Emellerinize asla ulaşamayacaksınız. Sizi er ya da geç bir domuz gibi avlayacağım." Bana silah doğrulttu. Geriye doğru adımlayıp ikisini de karşıma aldım. Silaha bir şekilde ulaşmak zorundaydım. Hareket ettiğimde tetiğe dokundu fakat Alina silahın namlusunu bir hareketiyle benden uzaklaştırmıştı. "Onu bana bırak!" Karım silahını onun gözlerinin önümde bana doğrulttu. Ne olduğunu bile anlamadan saplanan kurşunla neye uğradığımı şaşırdım. İkincisi de hemen ardından gelmişti. Yere yığıldığımda Alina'nın bakışları da soldu. Bunu beklemiyor gibiydi. Sağ elim gövdeme dokundu.
"Gidelim. Bu şekilde uzun süre yaşayamaz." Alina son kez ardımdan baktığında bakışlarındaki pişmanlığı fark ettim. Neredeyse evden sürüklenir gibi çıkmıştı. Doğan marka arabaya binip uzaklaştıklarında kapının aralığında kıvranan bana son kez korkuyla baktığını görebiliyordum. Üzerimde çelik yelek vardı ve buna rağmen kırılan kaburga kemiğimin akciğerimde hasar meydana getirdiğini biliyordum.
Güçlükle ayağa kalktım ve tutunarak dış kapıya kadar gittim. Kendimi zorlayıp peşinden gittim. Aracı çalıştırdığımda elimdeki telsizle bölgeye yakın güvenlik güçlerine haber verdim. Kaçmalarına izin vermeyecektim.
***
Alina'nın Kaleminden
İçimde bir bir yangın vardı. Aslında o kurşunları kendime sıkmıştım. Çok öfkeliydim ve öfkem bazen doğru düşünmeme engel oluyordu. Tiran yanıbaşımda oturuyordu. Doğan marka aracın arka koltuğunda gururla bana bakıyordu. "Hiç değişmemişsin Alina." O gün tırı kaçırırken gözünü karartan o kadın güçlenerek bir kez daha karşıma gelmiş. Alayla güldüm. "Şüphen mi vardı?"
"Dayın seni gördüğüne çok sevinecek." Sırtımı rahat olduğumu hissettirecek şekilde geriye yasladım. "Eminim sevinmekten fazlasını yapacak!" Nihayet şehirden uzak o köşke gelebilmiştik. Tiran'la geçirdiğim dakikalar boyunca aklım hep Barbaros'ta kalmıştı. Yüreğime oturan ağlama hissini ne yapsam yenemiyordum. Gözyaşlarım dökülmek için o zayıf kaldığım bir kaç saniyeyi kolluyordu. Aracı park ettiğinde kendimi dış kapının önünde buldum. Etrafımızda birkaç hizmetkar vardı fakat ev genel olarak ıssızdı. Uşak içeri davet ettiğinde beni koridorun sonunda bekleyen sevgili dayıma doğru dimdik gururlu bir edayla adımlarımı attım. Tiran ise hemen arkamdan geliyordu.
"Ah sevgili Alina moja. Ne kadar da iyi görünüyorsun!" Bana sarılmasına izin verdim. Yüzümde ona karşı kindar mimikler oynuyordu. "Nihayet kavuştuk! Tiran beni sana getirmek istediğini söyleyince daha fazla bu ayrılığı uzatmak istemedim." Sağ eli öne gelen düz saç tutamlarımı okşadı. Yüzümü ifadesiz tutmakta zorlanıyordum. "Artık benimlesin sevgili kızım. Kimse sana zarar veremeyecek! Bosna halkı için birlikte savaşacağız." Tüm dişlerimi göstererek gülümsedim. "Elbette! Ne de olsa sen erişilmez bir vatan sevgisine sahipsin değil mi dayı? Asla hainlik yapmazsın!"
Mavi gözlerini hafifçe sıkıp gülümsedi. Karşımda oldukça şık bir üniforma içinde duruyordu. Onu görmeye alışık olduğum gibiydi. Beyaza çalan sarı saçlarını yana taramış ve parmaklarını büyük yüzüklerle doldurmuştu. Yüzüklerinin üzerindeki avuç içinde dünya sembolünü net bir şekilde görebiliyordum.
"Sonunda doğru yolu buldun!" Dedi omzunu koyu kahverengi büfeye yaslarken. "Evet!" Der demez belimdeki silahı çıkarıp ani hareketimle afallayan Tiran'a doğrulttum ve bir şey demesine izin vermeden tetiği çektim. "Bu Bosna'da ölümüne sebep olduğun kadınlar için." Vladimir afallamış bir şekilde elindeki kadehi düşürdü. Büfedeki şampanya dolu kadehleri kutlama yapma amacıyla ikimiz için hazırlamıştı.
"Alina bu da ne demek oluyor?" Eline saniyeler içinde silahını almak istemişti ve buna izin vermeyip iki el ateş etmiştim. Sol eli kanlar içinde kalmıştı. Diğer eliyle bileğini tutup kısık nefret dolu gözlerle bana baktı. Biraz önceki keyfinden geriye hiçbir şey kalmamıştı.
"Bilirsin hainleri sevmem ve asla yakınımda uzun süre tutmam. Şimdi bir yanlış yapmadan önce iki kez düşünmeni tavsiye ederim. Gözü kara olduğumu iyi bilirsin değil mi sevgili dayıcım?"
"Aklını başına al Alina! Dayınım senin unuttun mu?" Burnumu kırıştırıp kokuşmuş bir cesede bakar gibi yüzümü astım. "Ben asla bir haini koruyup kollamam İmran Borya!" Kaşımı kaldırıp duraksadım. "Ya da Vladimir Paradzic mi demeliyim? Hangisini tercih ediyorsun?" Elinin tersiyle alnındaki terleri sildi. Yavaş yavaş geriye doğru adım attığında amacını sezmiştim.
"Seni kandırmışlar! Birlikte çalışabiliriz. Dost oluruz ve..." Tam düğmeye basmaya yeltendiğinde yardım çağrısında bulunmasına diğer eline kurşun sıkarak engel oldum. "Aklından bile geçirme!" İki elini de göğüs hizasında kaldırıp inledi. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan üzerine yürümeye devam ettim.
"Bosna'da iç savaş çıkmasına sen ve kıçını yaladıkların sebep oldu." Bacağına yakın mesafeden bir kurşun sıktım. Haykırmıştı. Dayım bildiğim adam bu kadar zayıf karakterli olmazdı. "Türkiye'yi bölmek için çevirmediğin dolap kalmadı." Diğer bacağına da bir kurşun sıktım. "Kimseye zarar veremeyeceksin!" Bir anda omzumun üzerinde bir acı hissettim. Bakışlarım saniyeler içinde bulanıklaştı. Yer ayaklarımın altından kaymıştı. Sert bir şekilde yere yığılıp kaldığımı hatırlıyorum. Gözlerimi açtığımda derin bir uykudan uyanmış gibiydim. Bileğimde zincirler vardı. Ayaklarım prangalıydı. Karanlık bir odada olduğumu anlamıştım. Sol yanımda kalın demirlerle örülmüş bir giriş vardı ve kapı kilitliydi. Dayanılması güç bir açlık hissettim.
Ne kadar zamandır bu halde olduğumu bilmiyordum. Uyku uyanıklık halinde kaç gün geçirmiştim. Bana enjekte ettikleri ilaç nasıl bu kadar tesirli olabilirdi? Adım sesleri güç bela yerimden doğrulmamı sağladı. Dağılmış saçlarımın arasından şeytani bakışlarını üzerime diken adama baktım. "Demek uyandın Alina moja! Seni görmek ne güzel!" Kahkahası zihnimin daha da ayılmasına sebep oldu. Dişlerimi sıkıp karşısında dik durmaya çalıştım. "Allah'ın belası!" Dedim söylenir gibi. Bir şey onu öldürüp onca masum insanın yüzünü ağartma planımı alt üst etmişti.
"Bir şey mi söyledin, duyamadım Srce moje (Yüreğim)" Zincirlerin yere sürtünürken çıkardığı sese aldırmadan demir parmaklıkların hemen diğer yanına geçip nefretle soludum. "Git kendini becer dedim Vladimir! Duydun mu?" Sözlerim öfkelendirmek bir yana onu daha da eğlendirmişti. Kahkahalarının frekansı daha da artmıştı. "Ah senin terbiyeli bir kız çocuğu olduğunu sanırdım Alina. Beni utandırıyorsun! Ne de olsa seni ben yetiştirdim." Ağzımda biriktirdiğim tükürüğü susuzluğuma ve kuruyan damaklarıma aldırmadan suratına püskürttüm.
"Aşağılık p..."
"Dayın eminim şu yaptıklarını görse seninle gurur duyardı." Duyduklarım beynimde şimşekler çaktırmıştı. Açtığı tepe lambası gözlerine zayıf bir ışık bırakıyordu. Kalbime inen düşünce nefesimi kesti. "Sen dayım değilsin!" Bir adım uzaklaşıp kahkahalarla güldü. "Tüm ömrünü Yugoslavya'nın bekasına adayan İmran Borya'nın güzeller güzeli cesur yeğeni..." bir ayağını geriye atıp dizlerini kırdı ve beni aşağılık bir ilgiyle selamladı.
"Kimsin sen?" Dedim korku dolu gözlerle. "Tanımadın değil mi? Ah tabi! Öyle kibirlisiniz ki etrafınızdaki insanlara hiç dikkat etmiyorsunuz. Ben ünlü Rus ajanı Vladimir Paradzic'im. Yıllar önce İmran Borya'yı ve timini izlemek için görevlendirildim. Kod adım dilsiz Samuel. Dayının şoförü ve sessiz arkadaşıyım." Kalbimin gümbürtüsünü duymadığı için şanslıydım. Nasıl görememiştim gerçeği? Nasıl anlayamamıştım. Bunca zaman gözlerindeki farklılığı nasıl bilemedim? Dayımda heterokromi yoktu. Sadece Samuel'in gözlerinde yeşil halkalarla oluşan bir renk değişimi vardı ve lensle bile fark edilecek türdendi. Üstelik solaktı. Dayım her işi sağ eliyle yapardı. Oysa Samuel her ne kadar dayımı taklit etmeye çalışsa da heyecan ve gerginlik anlarında istemese de sol eline yöneliyordu. Fark edememiştim. Onun dayımın hayatını çalmasına aptallığım yüzünden izin vermiştim.
Kilidi açıp beni kolumdan sürükler gibi çekiştirdi ve 50 metre kadar ilerideki bir başka kafese yönlendirdi. "İşte sevgili dayın!" Zincirin izin verdiği ölçüde dayımın bulunduğu kafese yönelmek istedim. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Kafesle aramda beş santimlik mesafe kalana dek yaklaştım ve zincir el ve ayak bileklerimi acıtmaya başlayınca istemeden durmak zorunda kaldım. Parmaklarım kir pas içinde inleyen dayıma yaklaşamayacak kadar tutsaktı.
"Ona yakın olmak için yetiştirildim. Aralarına sızdım. Her bir hareketini izledim. Onun gibi konuşmayı onun gibi davranmayı öğrendim. Geçmişini, planlarını ve hatta onun gibi yiyip içmeyi, düşünmeyi öğrendim. Etrafındaki insanları gözden uzak bir şekilde izleyip hiç ummadıkları bir anda öldürdüm. Haris, Jasim ve diğer üç askerinin ölümüne ben sebep oldum." Üzerine atılmak istediğimde koluyla bana engel oldu fakat yüzündeki ürkütücü ifade hiç değişmedi.
"Allah'ın belası bunu neden yaptın? Ne istedin dayımdan?" Dünyanın en önemsiz şeyini anlatıyormuş gibi omuz silkti. "Dayın büyük istihbaratların peşindeydi. Yugoslavya dağılmadan önce örgüte yönelik çok fazla bilgi elde etmiş hepsini raporlayıp belgelemişti. Örgütün gizli hazinelerinin yerini biliyordu. Asla kimliği bilinmemesi gereken çekirdek tabakayı ve bağlantılarını deşifre etmişti. Casusları ve suikastçilerin ölüm listesini bile ele geçirmişti. Belgeleri ondan geri almak zorundaydık. Ortaya çıkması örgütün uluslararası çapta etkinliğini bitirecek ve belki yıkılmasına sebep olacaktı." Baygın bir halde yatan dayıma baktım. Ondan şüphe duyduğum için utanıyordum.
Etrafımda bir tur dönüp işaret parmağının tersiyle omzumu okşadı. "Bu istihbarat operasyonunda yer alan kilit isimleri dikkat çekmeyecek şekilde öldürdük. Dayın belgelerin güvende olmadığını anlayıp güvenliği sıklaştırdı. Ölmesi ve esir alınması ihtimaline karşı bilgi güvenliğini sağlamak için belgeleri tahmin edilmesi imkansız bir yere sakladı. Artık kimseye güveni yoktu." Dik duruşumu koruyarak fısıldadım.
"Jüpiter dayımdı. Peki ya anahtar?"
"Sendin Alina! Dayını iyi tanıyordun. Daha çocukluktan itibaren seni bir asker olarak yetiştirmişti. Sıranın sana gelmesinden korkup bırakmanı istedi. Dikkat çekmeni istemiyordu. Belgelerin yerini hipnoz tekniği ile senin zihnine işledi. Zaman kapısı algoritmasını duymuş muydun? Ben duydum. Zihnine kilit vurdu. O kilidi açacak anahtar sensin. Belki bir ses, belki bir kelime veya bir şarkı... O kilidi kırmak zorundayız. O zaman gizli belgelere başkaları ulaşmadan erişeceğiz."
Dişlerimi sıkarak karşısına geçtim. "Neden Jüpiter'den bilgileri almadın? Sonuçta bunları zihnime işleyen esas kaynak o!" Genizden sinsice güldü. "Denemediğimizi mi sanıyorsun? Zihnini hedef şaşırtıcı bilgilerle doldurup bizi oyaladı. Geride bıraktığı işaretleri çözmemiz yıllarımızı aldı. İmran Borya koskoca bir köprüyü koruyan sırrı yumurta kabuğuna saklayıp bunca zaman korudu. Tıpkı Mostar köprüsü efsanesinde olduğu gibi..." Dayım yattığı yerde inleyerek doğrulmak istedi. Dilinde sadece ismim vardı. "Alina!"
"Asla üzerimden emellerine ulaşamayacaksın!" Onu sertçe ittim. "Buna izin vermem! Senin gibi bir haine yardım etmektense ölmeyi yeğlerim." Kahkahalarla güldü. Elini havaya kaldırıp bir işaret yaptı. Etrafımızda beliren siyah maskeli adamlar kollarımdan ve bacaklarımdan tutup beni çığlıklarıma aldırmadan siyah deri bir sedyeye yatırdı. Onlara tekmeler ve yumruklar savurup direnmiştim. Ne yazık ki bu zincirlerle karşı koymak imkansızdı.
"Bırak hain!" Bileklerimi deri halatlarla sedyenin demirlerine bağladılar. Gücümün tamamını kullandığım halde çaresizce çırpınmaktan fazlasını yapamıyordum. Saniyeler sonra tüm hareket kabiliyetim bitmişti. "Gel Bakalım Kamar!" Yüzümü yana yatırıp karşımdaki adama hayretle baktım. "Tanıştırayım Kamar Garabedyan. Sağ kolum ve ikinci kez hayatımı kurtaran kişi." Erkin... Bu dostum olduğuna inandığım adamdı. Beni bayıltıp Vladimir'i öldürmemi engelleyen Erkin miydi? Vladimir'in gözleri beni bulduğunda Erkin'in gururlu bakışları hüzne bulandı. Burda ne işi vardı?
"Kocan öldüğüne göre tek başınasın!" Barbaros ölmüş olamazdı. Buna asla inanmazdım. Vladimir ellerini şöleni başlatır gibi havaya kaldırdı." Artık gerçeklere ulaşma zamanı. Başlayalım!" Erkin kaskatı kesilirken kimsenin duymayacağını bile bile "Hayıııııır!" Diye haykırdım. Artık çok geçti. Cehennemin dibinde tek başıma kalmıştım.
Merhaba canlarım. Sezon finali bölümüyle ikinci kitabın sonuna geldik. ☺️🦋 Bu bölüm hakkındaki düşüncelerinizi çok merak ediyorum. Umarım sevmişsinizdir.
🦋 Alina anahtar olduğunu öğrendi. Jüpiter ise İmran Borya'nın ta kendisiydi. Hikayemizin bundan sonrası da epey heyecanlı olacak. Alina ve Barbaros ilişkisinin nerelere evrileceğini göreceğiz. ☺️🦋 Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi paylaşıp yıldızlarınızla ve yorumlarınızla beni desteklerseniz çok mutlu olurum.
Diğer yandan beni takip edenlerin bildiği üzere instagram hesabımdan yeni kurgumla ilgili paylaşımda bulunmuştum. AG'den sonra yolumuza bunlarla devam edeceğiz. ☺️ Sonra başka kurgularımı hayata geçireceğim. Fantastik ve distopya kurgularım için de çalışıyorum.
AG 3. Kitabın tanıtım bültenini yayınlamayı düşünüyorum. Duyurular için hesabımdan bekleniyorsunuz. 🦋☺️ Hoşçakalın.
İnstagram: seyma_yldz_koc
(Beni takip etmeyi unutmayınız)


| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.85k Okunma |
327 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |