

🎶Ayça Özafe: ( Olmuyor bak) 🎶
Alina'nın kaleminden
"Kalbimde yolunda gitmeyen bir şeyler var.
Anlatayım derdimi diyorum kırık heveslerimin cam parçaları fazla küstah bu gece.
Bir tokat atıp kalk diyorum kendime.
Toparlan ayağa kalk!
Masalın sonu gelmedi henüz. Şarkının nakaratına daha çok var.
Dilinde yüreğine değip geçen ne çok ağıt biriktirdin.
Bakma etrafındaki şüpheli gözlere
Şefkat dilenmek adamlık hamuruna ters
Ağlama boğ içindeki şahlanan duyguları. Konuşmak için çırpınmasın dilin.
Ellerin yazmak için direnmesin.
Bitmeler fazla gelmesin kırık bıçağın üzerine düşen bahtsız yüreğine.
Gitti işte! Gitmeler fazla gelmedi."
İçinde bulunduğum uçak yavaş yavaş ARBİH kontrolündeki hava sahasına inişe geçmişti. Gözlerimdeki nemi silip uzun zaman önce bileğimde kelepçelerle çekip gitmek zorunda kaldığım ülkeme kuşbakışı baktım. Her şey bıraktığım gibiydi. Savaş kanlı tırnaklarını Boşnak halkının kalbine geçirmiş acılarının üzerine tuz basmıştı. Artık kendimi eskisi gibi buraya ait hissetmiyordum. Sevdiğim herkesi kaybetmiştim. Güvendiğim dağlara karlar yağmıştı ve kardeşim Hana'yı belki de asla geri dönemeyeceğim bir ülkede bırakmıştım. Çantamın içinde birkaç parça kıyafetin dışında en fazla hayal kırıklıklarım yer tutuyordu. Barbaros'a ait o düğün fotoğrafına uzun uzun baktım. Gözlerindeki nefreti ve öfkeyi görebiliyordum. Sonrasında her şeyin değiştiğine inanın kalbim ince bir sızıyla titredi. O hiçbir zaman seni sevmemişti.
Derin bir nefes alıp hazmedemediğim gerçekleri düşünmemeye çalıştım. Burası ağlamak ve üzülmek için hiç doğru bir yer değildi. Yaşadığım her şeyin üzerine bir sünger çekmeli ve yoluma devam etmeliydim. Berina'yı bulmadan bana nefes almak bile haramdı.
Dayımın çalıştığı teşkilatta yaşadığına dair bazı bilgilere erişilmişti. Uzun zaman sonra benimle birlikte dayımın da izini bulmuşlardı. O hainin bütün planları çoktan altüst olmuştu. Bana o gün bir teklifle geldiler. Dayımı kurtarıp örgütün işleyişine son vermek için kendilerine destek olmamı istiyorlardı. Karşılığında ülkeme büyük bir hizmette bulunmuş olacaktım. Ve kız kardeşimi de kurtarıp savaş bitene kadar güven içinde kalmalarına yardım edeceklerdi. Bana ne sundukları ya da ne sunmadıkları umrumda değildi. İstediğim tek şey Vladimir denilen hainin ve ardındakilerin cezasını bulmasıydı. O saatten sonra ölsem de gam yemezdim.
" Alina! Senin fedakarlığından ve vatanperverliğinden hiçbir zaman şüpheye düşmedim. Beni kırmadığın için teşekkür ederim."
" Bana yeniden milletime hizmet etme şansını verdiğiniz için asıl ben teşekkür ederim. Keşke elimden daha fazlası gelmiş olsaydı."
Gözlerimi kırpıp bakışlarımı uçağın camından çevirdim. Yanıbaşındaki kır saçlı adama hüzünle baktım. Sanki birkaç senede 50 yıl birden yaşlanmıştı. Savaş alın çizgilerine kadar işlemiş ve yüzündeki hüzün ten rengini bile değiştirmişti. Onu tanıyordum. Dayımla birlikte teşkilatta önemli görevler icra ediyordu. Yolları uzun zaman önce ayrılmıştı. O zamanlar sebebini bir türlü anlayamamıştım fakat şimdi gerçeği tüm çıplaklığıyla idrak edebiliyordum. Arman Delić, dayımın yerine geçen o hainin davranışlarından rahatsızlık duymuş ve dayım sandığı bu adamı hayatından çıkarmıştı. Teşkilat Vladimir'in hatalı davranışlarını fark etmiş ve onu bulunduğu görevden uzaklaştırmıştı. Fakat casus bunu öğrenmemize izin vermemiş ve bizi kullanarak başka kötülükler yapmanın çabasına düşmüştü. Artık onun mumunu söndürme zamanı gelmişti.
"Bana kızgın mısın?" İç çekerek başımı salladım. "Hayır değilim!"
"Türk hükümetinin seni almasına izin veremezdik. Teşkilat hakkında ölüm emri çıkaran Sırp milliyetçilere karşı seni koruyacak. Artık ülkende yaşamalısın Alina. Türkiye'de sana nazik davrandıklarından şüpheye düşmüyorum fakat misafirliğinin bir sonu olmalıydı. Kardeşlerinin sana ihtiyacı var. O casusun seni ele geçirip hain planları için kullanmasına izin veremezdik. Bizimle çok daha güvende olacaksın."
Kalbimin derinliklerinde bir sızı hissettim. Türkiye'yi çok sevmiştim. Türk insanını da... Şimdi Bosna'dan ayrılırken hissettiğim tüm o duyguları Türkiye için de hissediyordum. Bir parçamı orada bırakmıştım. Sanki ait olduğum yerden koparılmış ve yabancı topraklara getirilmiştim. Oysa burası da vatanımdı. Bu kadar kısa sayılabilecek bir zamanda nasıl böylesi bir aidiyeti kalbime işlemiştim ben de bilmiyordum.
Pilot irtibat kurup iniş takımlarını açtı. Hız ve irtifa kademeli olarak düşürülmüştü. Nihayet kendimizi zeminin üzerinde bulduğumuzda çıkışa doğru yürümeye başladık. Ayaklarımın yeniden zeminle buluşması kalbimde belirgin bir rahatlamaya sebep oldu. Uçmayı çok seven biri değildim ama korkularımı geride bırakalı da çok olmuştu. Yaklaşık 15 kişilik bir ekiple beni Türkiye'den ülkeme geri getirmişlerdi. Ayaklarım zeminle buluştuğunda ciğerleri yakan kan ve barut kokusunu hemen hissetmiştim. Askeri disiplini hissettiren sert adımlarla ve dik duruşla bizi karşılayan ekibi selamladık. Üzerimde yeniden Boşnak direniş grubunun askeri üniforması bulunuyordu. Elimde ise onlara ait olan tüfeği taşıyordum.
Karşımdaki binbaşını gördüğümde selam verip esas duruşa geçtim. "Hoşgeldiniz! Ben binbaşı Adis."
"Hoşbulduk komutanım." Omuzlarındaki üç altın yıldız üstümüz olduğunu ele veriyordu. Yeşil, siyah ve Kahverengi Yugoslavya tipi kamuflaj üniforma giyiyordu.
"Rahat." Dedi elini kaldırıp indirerek. "Eski bir asker olduğunu biliyorum Alina Mihaloviç. Boşnakları korumak için ne çok şey yaptığından haberdarım. Boşnak halkı adına sana teşekkür ediyorum. Yaptıkların gurur vericiydi." Karşısında ciddiyetle dimdik durdum.
"Halkımı korumak ve milletimin bağımsızlığını sağlamak için canımı feda etmeye hazırım komutanım." Dudakları gururla aralandı. Ben gittiğimden bugüne çok fazla şey değişmişti. Bosna'da askeri olarak gelişmeler yaşanmış ve bazı ittifaklar kurulmuştu. Kendilerine saldıranlara karşı Boşnakları müdafaa etmek için pek çok taktik uygulanıyor ve saldırılara cevap veriliyordu. Askeri araca binip 20 kişilik bir grupla Hayat Tüneli denilen o yere ulaştık. Elektrik hattı vardı ve dar tüneli sağlı sollu minik ampuller aydınlatıyordu. Bir kısmına ray inşa edildiğini görebiliyordum. Ayakkabılarımın çamurla kaplandığını fark edince rahatsızlık hissine kapılmamaya çalıştım. Eğer biraz daha uzun boylu olsaydım muhtemelen başımı eğmeden oradan geçmem mümkün olmayacaktı. İnsanların hâlâ üzerinde çalıştığını görebiliyordum.
Yüzbaşı tahta kirişleri göstererek minnet borçlu olduğunu hissettirir gibi tünelin duvarlarına dokundu. "Bu tünel ne kadar çok insanın hayatını kurtardı bilemezsin. Bize soykırım yapanlara karşı insanlar ailelerini ve namuslarını korumak için bu tüneli kullanmak zorunda kaldılar. Bu tünellerden Türkiye, İran gibi ülkelerden Bosna'ya silah mühimmat ve tıbbi malzeme yardımları taşındı. İnsanlar açlıktan kıvranıyor, çocuklar soğuğa karşı tir tir titreyip annelerinin koynunda hayatta kalmaya çalışıyordu. Sabahtan akşama kadar acıdan inleyen askerlerimizin ve halkımızın imdadına bu tünel sayesinde insanlar yetişebildi."
"Kıymetli Boşnak halkı bu zor günleri geride bırakacak istikrara ve güce sahiptir komutanım." Nemli gözlerle adımlarımı hızlandırıp tüneli incelemeye koyuldum. Komutan önden bana ve peşimden gelenlere yol göstermeye çalışıyordu. "Seni muhafaza ettikleri için Türk halkına minnet borçluyuz. Onların yanında güvenliğinle ilgili bir sorun yaşayacağına hiçbir zaman inanmadım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu haklı davamızda bize her daim destek olmuştur. Gönderdikleri silah, mühimmat, tıbbi malzemelerle ve küçük gruplar halindeki asker desteğiyle hiçbir zaman yalnız bırakmamışlardır. Radyo ve televizyonları kullanarak bize yapılan soykırımı uzun zamandır protesto ediyorlar. Tüm bu savaşlar bittiğinde bu zor zamanımızda bize destek olan kıymetli insanlarla aramızda büyük bir kardeşlik bağı tesis edilmiş olacak."
Tüm bunların farkındaydım. Daha fazlasını yapmak istediklerini de biliyordum. Hayatımı defalarca kurtarmış ve Türkiye'de bana her anlamda destek olmuşlardı. Ne yazıkki kalbimde Barbaros'a beslediğim kırgınlık bir türlü geçmiyordu. O insanları az çok tanımıştım. Büyük bir gayeye hizmet etmiş olsa bile beni incitecek hiçbir şeye müsaade etmeyeceklerini biliyordum. Barbaros'la biz birbirimize yaklaştıran işin içinde başka şeyler arıyordum. Yaşadıklarımın nasıl bir açıklaması olabilirdi? Gerçekten beni yarı yolda bırakması için mi Barbaros'a nikahlamışlardı? Peki bana güvenmiyorlarsa neden lojmana asker ailelerinin yanına bırakmışlardı? Eğer gözlerinde terörist olmuş olsaydım böyle bir riski almayacaklarını biliyordum. Bana güveniyor olmalıydılar aksi taktirde bu kadar içlerinde olmama izin vermezlerdi. Peki ya Barbaros'un söyledikleri... O kadar çok çelişkili durum vardı ki doğrunun ne olduğunu anlayamıyordum. Kalbim olan biteni reddediyordu. Eğer bir terörist olduğumu düşünselerdi ne o lojmana girmene izin verirlerdi ne de böylesine sevgiyle kucak açıp destek olurlardı. İşin içinde bilmediğim ve görünenin dışında bir şeyler olmalıydı. Kalbin buna inanmak istiyordu. Ben onlardan iyilikten başka bir şey görmemiştim.
Nihayet tünelin sonuna gelmiştik. Etrafımızda bir tehlike olup olmadığını gözleyerek yarısı yıkılmış bir binanın bodrum katına ulaştık. Etrafımdaki insanların arttığını görebiliyordum. Bizi selamlayan ve esas duruşa geçen askerleri görünce yüreğimdeki umut daha da kökleşmişti. Bu savaş er yada geç bitirecekti ve milletimizi o zalimlerin elinden kurtaracaktık. Bu uğurda ölmem gerekiyorsa bir an bile tereddüt etmeyecektim.
Giriş yaptığımız büyük bir binaydı ve çok fazla odacık bulunuyordu. Havan toplarıyla saldırıya uğrayan büyük bir kamu binasının içinde olduğunu anlamıştım. Yıkılan duvarlar vahşetini izleriyle doluydu. Her yanında mermi ve şarapnel parçası bulabiliyordunuz. Pencerelerin kırılmış camları, dışarıdaki kan ve barut kokusunu rüzgârla içeriye alıyordu.
Alt katta insanlar kurşun geçirmez kazanlarla yemekler yapıyordu. Mutfak bombardımana uğradığında eşyaların zarar görmemesi için önlemler alınmıştı. Yüzbaşı yemek yapan insanları gösterip, "Burada daha çok kuru ekmek, fasülye, tahıl lapası gibi yemekler pişirilir. Su ihtiyacımızı da kuyu suyu, nehir, kaynak suyu, bazen de çatılarda biriken yağmur suyu gibi alternatiflerle sağlarız." Ne zor şartlar altında yaşadıklarını görebiliyordum. Hayatta kalmak için ihtiyaçlarını olabilecek asgari bir düzeyde karşılamaya çalışıyorlardı. Özellikle de susuzluğu pek çok insanın hayatta kalma imkanını zorlaştırdığını biliyordum. Bu zor şartlarda bazen çamur gibi olan suları içerek hayatta kalmaya çalıştığımız günler oluyordu.
Yüzbaşı yeterince bilgi verdiğini hissetmiş olacak ki pencereye yaklaşıp 500 metre ilerdeki terk edilmiş okul binasını gösterdi. İşaret parmağını takip edip sarı renkteki sıvası dökülmüş camları kırık okul binasını görmeye çalıştım. " Askerlerimizi en azından savaş şartlarında ayakta kalabileceği kadar eğitmeye çalışıyoruz. Bazen köydeki terk edilmiş evler, bazen kamplar, bazen de şehir dışı binaların bodrum katları okul oluyor. Onları silah kullanımı, ilk yardım, psikolojik dayanıklılık, istihbarat ve gözlem gibi alanlarda yetiştirmeye çalışıyoruz. Her şeyden önce savaş ahlakını kazandırma gayretindeyiz. Sırpların bize yaptığı düşmanlığı biz onlara yapmıyoruz. Çok büyük acılar çektik Alina Mihaloviç. Fakat çektiğimiz acıların bizleri bir canavara dönüştürmemesi için insanlığımızı unutmuyoruz."
"Biz bize zulmedenlere benzeyecek bir millet değiliz. Savaşın bizi değiştirmesine izin vermeyeceğiz komutanım."
" Abin Muris Mihaloviç milletimizi savunmada üstün başarılar gösterdi. Kaçıp saklanmak yerine vatanını müdafaa etti." Abimle gurur duyuyordum. Çok az görüştükleri halde dayım bildiğim Vladimir'in eskisi gibi olmadığını anlamıştı. Dış görünüş olarak neredeyse birebir aynıydılar ve hatta ses tonu olarak da... Ama abimin kalbi benden daha duyarlıydı. Belki de bu yüzden dayımız bildiğimiz o casusa inanmamış ve her daim temkinli olmuştu.
"Onu görmek için sabırsızlanıyorum."
"Telsizden haber aldım. Karargaha gelmek üzereler. Bugün birlik günü. Haftada bir tüm askerlere moral vermek için bir araya gelir ve aynı yemeği yeriz. Sofralar kurulur ve insanlar savaşa rağmen birlik duygusunu hissederek mutlu olmaya çalışır." İç çekti. Halkımız öyle büyük bir acının kıskacında kıvranıyordu ki mutluluk kelimesini dilimize işlemek bile hayal gibi geliyordu.
"İnsanların umuda ihtiyacı var Alina. Başarı için her şeyden önce bu mücadelenin hayırla sonuçlanacağına inanmak gerekir. Bu inancı vermek için canla başla çalışıp askerlerimizin moralini yüksek tutmaya uğraşıyoruz. Komutan üst-ast ayrımı olmaksızın aynı sofrada buluşup aynı ekmeği paylaşıyor ve birbirimizin yaralarına derman olmaya çalışıyoruz."
Ciğerlerimi havayla doldurup bakışlarımı kaçırdım. Bu savaşta çok şey kaybetmiştim. Diğerlerinin de benim gibi olduğunu biliyordum. Her şey bittiğinde güneş yeniden doğacak yağmur tenimizi sevdiklerimizin kanıyla sulanan topraklarla birlikte yıkayacaktı. Yemek yemeye uyumaya hiçbir şey yaşamamışız gibi hayatta kalmaya devam edecektik. Ve bir gün biri Bosna Savaşı dediğinde kalbimizdeki yaralar sızlayacaktı. Acılarımızla yaşamayı öğrenecektik.
Binbaşı bana bakışlarıyla çekinir gibi bir kadını işaret etti. Gözündeki yaşı silerek kazanda pişen yemeği karıştırmaya çalışıyordu. "Bu kadını görüyor musun? Üç çocuklu 28 yaşında genç bir anne." Ona hissettirmemeye çalışarak kadına baktım. Savaş onu öyle yormuş öyle tüketmişti ki 28 yaşında olduğuna inanmak bile güçtür. Alnı karışmış açlıktan yüzündeki kemikler sayılır hale gelmişti. Cildi sapsarıydı. Gözlerinin altı çukurlaşmış ve bakışlarına koyu bir yorgunluk sinmişti. Saçlarını kestiğini görmüştüm. Bir zamanlar kıpkırmızı güzel saçlara sahip olduğunu şu anki haliyle bile anlayabiliyordum. Bakımsız saçları keçe gibi olmuştu.
"Sırplardan kaçıp yıkıntı bir evin bodrumuna sığınmıştı. Çocuklarından ikisi 4-5 yaşında biri daha altı aylık... Bebek ağlamaya başlayınca diğer çocuklarının hayatını korumak için ağzını kapatmış. Çocuğun sesini boğmaya çalışmış." Devamını duymaya tahammül edemiyordum. Ne kadar çok şey yaşamıştı bu insanlar. Ne büyük acılar çekmişlerdi. İnsan böylesi bir üzüntüyü nasıl unuturdu ki?
"Güçlü olmak zorundayız komutanım. Kaybettiklerimizin yasını tutmaya bile zamanımız yok. Üzülüp acı çekip bir kenara çekilmeye hakkımız yok. Daha fazlasını yaşamamak için direnmeliyiz. O da böyle yapıyor. Akıl sağlığını korumak için hayatını vatan millet sevgisi ile anlamlandırıyor."
Beni başıyla onaylayıp gözlerini kaçırdı. Kim bilir kendisi neler yaşamıştı? " Bosna Savaşı'nda o casusun bir etkisi olduğunu biliyorum. Yugoslavya'nın dağılmasında ve işlerin bu hale gelmesinde yaptığı bölücü faaliyetlerin sonuçları var. Onu da erken durdurabilseydik belki de tüm bunlar hiç yaşanmayacaktı. Onu durdurmak için gereken her şeyi yapacağım. Ardındakiler lağım fareleri gibi kaçacak delik arayacak. POSAT örgütü son nefesini vermeden bana huzur yok." İsterik bir şekilde güldü. " Olan biten şaka gibi. Resmen hepimiz ayakta uyuttu. Dayın İmran Borya'nın şoför olarak hayatımıza girdi." Dünyanın en aptalca şeyini söylüyormuş gibi yüzünü buruşturdu.
" Hiçbirimiz şüphelenmedik. Yer yer sol elini kullandığını gördüğüm halde İmran'ın sağlak olduğunu düşünüp şüphelenmedim. Şimdi düşünüyorum da Vladimir gerçekten hayret edilesi bir plan kurmuş. O dilsiz sağır adamın azılı bir casus olduğunu düşünemedik. Aramıza girdi, mahrem alanlara şüphe çekmeden sızdı. Belki de dilsiz gibi görünmek için aylarca çalıştı. Samuel kimliği ile sivil kadro olarak istihbarat binasına girdi. Kim bilir bizden daha neler çaldı? Düşündükçe kan beynime sıçrıyor."
Sırtımı duvara yaslayıp etrafımdaki diğer insanlara üzüntüyle baktım. Bazı şeyleri geç anladığım için kendimi suçlu hissediyordum. Dayımın beynime işledikleri ben de bir sorumluluk duygusu oluşturmuştu. "Dayım onu bitirecek her şeyi ben farkına bile varmadan beynime işledi. Henüz on yaşındaydım hipnotize edildiğimde. O zaman yaşadığımın ne olduğunun farkına bile varamamıştım. Sürekli rüyalar görüyordum. Rüyalar şifreyi tetikliyordu. Hipnotik kodlama yıllarca farkına bile varmadan benimle birlikte varlığını devam ettirdi." Yüzbaşı matarasından suyunu içerken donmuş gibiydim. Sıktığım yumruklarıma rağmen parmak uçlarımın titremesini engel olamıyordum.
"Olan biteni hatırlamaman çok normal Alina. Beyninin hipokompüs ve amigdala bölgeleri arasındaki bağlantı erişimi kapatıldığı için hiçbir şey hatırlamıyorsun." Dişlerimi sıktım. "Ne yazıkki o bilgileri hatırlamamı sağlayacak şeyi ben de bilmiyorum. Örgütü bitirecek bilgilerin tamamı beynimde." İki avucumu başımın sağ ve sol yanına yerleştirip duygusuzca bir noktaya odaklandım. "Onlara dokunamıyorum. İfade edemiyorum. Beynimde saklanan şeyi bilmiyorum. Hal böyleyken sizlere nasıl yardımcı olabilirim? O bilgilere nasıl erişeceğimizi sadece dayım biliyor. Ne yazıkki bulunduğumuz yer deşifre edildiğinde dayım İmran Borya da zincirlerle başka bir yere kaçırıldı. Bilgilere erişmek için önce dayımı bulmamız gerekiyor."
Binbaşı bir sigara yakıp derin bir şekilde ciğerlerine çekti. "İmran Borya'yı her halükarda bulup kurtaracağız. Bunu vatansever askerimize borçluyuz. Bulunduğu teşkilattaki hainlerin farkındaydı ve bu yüzden seni av olmaman için teşkilattan uzaklaştırdı. Teşkilatın içindeki isimlerin tek tek öldürüldüğünü biliyordu. Zihnindeki o bilgilere daha çabuk ulaşmamız gerekiyor. Gerekirse bunun için Türk istihbarat Teşkilatıyla ortak hareket edip örgütü bitirmek için kolları sıvayacağız. Elektriksel bir beyin şoku bilgiye erişim konusunda etkili olabilir. Bunu denememiz gerekiyor Alina."
"Örgütün bitirilmesi benim için her şeyden önemli yüzbaşı. Gereken neyse yapılsın! Fakat bunun için gizlilik her şey demek. İçimizde burada olduğumu bilen hainler olabilir."
"Haklısın! Bunun için gerekli önlem alınmalı. Yüzünü bilen insanlara karşı seni korumak için maske takmalısın. Hatta güvenli bölgeden uzaklaşmamalısın Alina." Başımı reddeder gibi salladım. "Bu mümkün değil komutanım. Kız kardeşim Berina ölüm kampından kaçırılmış. Nerede olduğunu dahi bilmiyorum. Defalarca bana ulaşmaya çalıştı. Belki yardım istedi ama ben ona yetişemedim." Ses tonumu yumuşattım. Kaybettiğim zaman aklıma geldiğinde beynimden vurulmuşa dönüyordum.
"Biliyorum Alina. Kızkardeşin Berina'yı bulmak için Bosna'ya defalarca Türk timleri geldi. Yanlarında bize yardım amaçlı teçhizat da getirdiler. Bir çoğu ile omuz omuza düşmana karşı çarpıştık. Bulunduğu ölüm kampından İvan isimli bir Sırp'la birlikte kaçmış. Her yerde onları aradık fakat ulaşamadık. Hâlâ bu işin peşinde olduklarını biliyorum. Kardeşini bulup sana getirmek istiyorlardı. İmkanlar ne yazık ki buna el vermedi." Kalbimin tüy gibi hafiflediğini hissettim. Dudaklarım küçük bir tebessümle aralandı. Yumuşayan yüz hatlarımı fark eden yüzbaşı da iyi bir şey söylediği konusunda rahatlamış gibi sırtını duvara yasladı. Duygularımı hissettirmemek için birkaç adım atıp balkona çıktım. Olası bir baskına karşı burada olmamam gerektiğini biliyordum fakat öğrendiğim bu bilgi kalbime deli bir cesaret vermişti.
"Demek kardeşimin peşine düştü. Barbaros onları ölüme terk etmedi." Diye fısıldadım. Kardeşlerimi bilen tek kişi Barbaros ve Erkin'di. Benim için, onlara kavuşabileyim diye üstleriyle birlikte askerlerini tehlikeye atıp Bosna'ya tim gönderdiler. Sandığım gibi değersiz değilim. Onlar için sadece bilgi kaynağı değilim. İnsan sevmediği, değer vermediği için böylesi bir çabaya neden düşer ki? Bencilce sadece kendilerini düşündüklerini sanmıştım. Yanılmışım. Barbaros rütbe edinmek için değilde ülkesinin bekası için bana bunları yaşatmış olabilir mi?
Gururum bu düşüncelere kapılmamak için çırpındı. Onu anlamaya çalışıyordum. Vladimir'in bir pislik olduğu ortadaydı. Peşindekiler de bir canavardan farksızdı. Keşke dayıma bu kadar körü körüne inanmamış olsaydım. Benimle yapılan o sorgularda bildiklerimi anlatmış olsaydım daha az zarar görecektik. Susmuş, o adamı korumuştum. Bana gösterdikleri belgelere neden inanmamıştım? Pişmanlık duyuyordum. İş birliğine gitmeyi reddettiğim için acı çekiyordum. Aptal gibi o haine güvenmeyi seçmiştim. Farkına bile varmadan o hainlerden biri gibi davranmış ve istemeden pek çok insanın zarar görmesine sebep olmuştum. Ya Vladimir güvenimi kullanarak benden bilgi çalsaydı! Ya sevip dost bildiğim insanlara cahilliğim yüzünden zarar verseydim. Bu acıya nasıl dayanırdım? Barbaros beni bana rağmen ondan korumuştu. Boşnak halkının acılarını dindirmek ve Türkiye'ye oynanan oyunları bitirmek için mücadele etmişti. Bunu anlıyordum fakat canımın yangısına engel olamıyordum. Şimdi onca yalandan sonra ona nasıl güvenecektim?
Bulunduğum yerden aşağıya baktığımda bir askeri aracın çamurlu zeminde tekerlek izleri bırakarak binanın girişine yaklaştığını fark ettim. " Muris... Nihayet geldi! Artık bazı kavuşmalarının yaşanma zamanı..." Titrek dudaklarım içtenlikle gülümsedi. Bunca zaman sonra nihayet abimi görebilecektim.
Binbaşını ardımda bırakıp merdivenleri hızla inmeye başladım. Bana merakla bakan insanları umursamadan beton zemine tok adım sesleri bırakarak çıkışa yöneldim. Binanın bahçesinde arnavut taşlarının yan yana dizilmesi ile oluşmuş bir giriş bulunuyordu. Sıra sıra dizilmiş taşların sağ ve sol taraflarında genişçe bir bahçe vardı. Atılan havan topları ağaçlara zarar verse de bahçe güzelliğini korumayı başarmıştı.
Kırmızı kamyonet durduğunda abim açılan kapıdan adımlarını dışarı attı. Üzerinde kamuflaj desenli yeşil üniforması ve botları vardı. Yugoslavya tarzı çelik bir miğfer başında bulunuyordu. Sırt çantası, palaskası bakışlarımın değdiği ilk yer oldu. Sırtındaki Zastava M70 tüfekle ve güçlü duruşuyla hayranlık uyandırıyordu. Burada bulunduğumu çoktan haber almış olmalıydı. Beni görünce dudakları mutlulukla aralandı ve hızlıca üzerime doğru koşar adım geldi. Ona karşılık vermiş ve yolun hemen yarısında boynuna sarılmıştım. Üzerindeki kan ve barut kokusunu ciğerlerime çektim. Nasıl bir cehennemden çıkıp geldiğini görebiliyordum. Abimi sağsalim bulabildim için dünyanın en mutlu insanıydım.
"Alina... Alina." Saçlarımdan öperken ismimi defalarca sayıkladı. "Abim... Şükürler olsun! Şükürler olsun bir kez daha sana gelebildim. Seni kanlı canlı karşımda bulup sarılabildim." Öldüğünü düşündüğüm zamanlar aklıma geldiğinde boğazıma dikenli bir telin yerleştiğini hissettim. Yaşıyordu.
"Bir gün yeniden karşılaşacağımızı biliyordum Alina. Kader seni bana getirdi." Biz hasret giderirken araçtan iri yapılı, kaslı ve abime kıyasla biraz daha olgun bir adam indi. "Burada olmamalıydın." dediğinde asırlık bir bina gibi devrilip paramparça olduğumu hissettim. "Ama..." Sesim küçük bir sızlanmadan farksızdı.
Yanağımı kavradı ve yüzümü kalbinin üzerine bastırdı. "Burası senin için çok tehlikeli Alina. Adın ölüm listesinin başında yer alıyor. Düşman askerleri her yerde seni arıyor. Türkiye'ye sığınmadan önce yaptığın vurgunlar herkesin dilinde. Başına ödül bile konuldu. Bir yandan düşman askerleri diğer yandan örgüt üyeleri... Burası senin için bir cehennem kardeşim..." İstemediğim halde gözümden bir damla yaş süzülüp çeneme doğru aktı. Abimin koyu kahverengi gözleri o ıslak izler de bir süre dolaştı ve kurumasına izin vermeden parmak uçlarıyla yaşları sildi.
" Berina'yı bulmak zorundayım. Senin iyi olduğunu görmeden huzur bulamıyorum. Burada olmalıyım abi. Ülkem milletim bu haldeyken hiçbir şey olmamış gibi Türkiye'de kalamam. Gücümün kanımın son damlasına kadar mücadele etmek istiyorum. Ben..." Parmak uçları dudaklarımın üzerine kapandı. "Sus Alina! Allah hakkı için daha fazla konuşma! Sen benden de Berina'dan da önemlisin. Yüzbaşı bana her şeyi anlattı. Buraya gelmemen gerekiyordu."
"Bu benim tercihimdi." dedim tok bir sesle. Onun sızlanan küçük kız kardeşi olmak istemiyordum. Ben teğmen Alina Mihaloviç olarak anılmaya dünden razıydım. "Gitmek zorundasın! Eğer burada kalırsan ölürsün Alina. Berina'nın uzun zamandır peşindeyim. Onu kurtarmak için her şeyi yapacağım. Sana söz veriyorum. İzini bulup onun da güvenli bir yere gitmesini sağlayacağım. Ama öncesinde Hana için, kendini ve bilgileri korumak için gitmek zorundasın." Gözyaşlarım yeniden yanaklarımdan süzüldü.
" Benden bunu yapmamı isteme! Bırakmış bile olsam ben hâlâ bir askerim. Ülkem için çarpışmaya ve gerekirse ölmeye hazırım. Bir korkak gibi saklanamam. Bunca zaman Hana için bir kenarda sinip bekledim. Artık daha fazlasına dayanamıyorum." Abim bel çukurumdan tutup beni göğsüne bastırdı. Çocukken de bunu yapardı. Ne zaman yara alsam ağlayıp sızlansam beni kalbinin üzerinde sakinleştirirdi. "Artık Hana'dan çok daha önemli, korunması gereken meselelerimiz var. Bunun farkındasın değil mi? Orada güvende olduğunu seni koruyup seven insanlarla birlikte olduğunu biliyorum." Yüzümü göğsünden kaldırıp bakışlarımı gözlerine diktim.
"Sen..." Başını salladı. "Evet! Uzun zamandır senden haber alıyorum. Türk istihbaratı bizi almak için gelmişti. Ülkelerine sığınmak isteyip istemediğimi sordular. Burada kalıp halkım için mücadele etmek istediğimi söyledim. Gerekirse öldüğümü söyleyin ama Alina'nın buraya dönmesine izin vermeyin dedim. Seni kaybetmek istemiyorum. Küçük kız kardeşimizin güvende olmasını istiyorum. Berina kayıp! Annemiz ve babamız hayatta değil. Hana'nın sana ihtiyacı var. Vladimir denilen o casusun sana oynadığı oyunun farkındayım. Tırı kaçırdığın gün pusu kurarak seni öldürmek istedi. Sonrasında da seni kandırmak için her şeyi yaptı biliyorum. En başından beri bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ediyorum. Orada kalmanı istiyorum Alina. O hain, Boşnak halkına yaptığı zulmü Türkiye'ye de yapmak istiyor." Duyduklarımla neye uğradığımı şaşırmıştım. Bir adım geriye gidip öfkeli gözlerimle abime ölümcül bakışlar attım. Dudaklarımın titremesine engel olamıyordum.
"En başından beri böyle olmasını istedin! Öldüğünüzü düşünmemi istedin! Neden abi? Daha fazla acı çekmeme neden izin verdin? Ölüm haberinizin beni ne kadar kahredeceğini düşünmedin mi? Nasıl bu kadar acımasız olursun?" Yanındaki adam dudaklarını birbirine bastırıp bakışlarını kaçırdı. Belli ki bir ailenin dramının tam ortasında olmayı tercih etmiyordu.
"Böyle olması gerekiyordu Alina! Yaşamalıydın! Keçi gibi inatçı olduğunu biliyorum. Öldüğümü düşünmeni istedim çünkü seni hayatta tutabilmek için başka çarem yoktu. Kendi canımdan vazgeçmiştim. Bu yüzden bizi almak için gelen timi reddettim. Üsteğmen Barbaros seni koruyacağına dair bana söz verdi. Ona güveniyordum. Beni pişman etmeyeceğini biliyorum."
Başımı reddeder gibi sallayıp ardıma bile bakmadan içeriye girdim. Hayal ettiğim hiçbir buluşmaya benzemiyordu. Bile bile kendini öldü göstermiş bunun beni ne kadar üzeceğini düşünmemişti. Bana bakan insanları geride bırakıp küçük bir kileri andıran odaya kendimi attım. Yerde yün bir döşek bulunuyordu. Rahat olduğunu kimse söyleyemezdi ama yüzümü ona gömüp haykırışlarımı ve gözyaşlarımı kısmen de olsa baltalayabilirdim.
Dakikalarca bu şekilde cenin pozisyonunda kaldıktan sonra nihayet kızaran gözlerimi silip cam kenarında yerimi aldım. Yüzbaşı'nın bana verdiği mermileri yedek şarjöre yerleştirmeye başladım. İç çekişlerim nihayet son bulmuştu. Kapının tıklatıldığını duyduğum halde gelenin kim olduğunu bildiğimden midir bilinmez bir cevap verme ihtiyacı bile hissetmedim. Hislerimin derdinden anlamış olacak ki abim ikinci kez tıklamadan soluğu içeride aldı. Yanıma yaklaştı. Adım sesleri ve kokusu duyularıma ulaştığında gölgesi çoktan gölgemin yanında yerini almıştı.
"Seni korumak için yaptığımı anlamıyorsun! Ben senin abinim Alina! İyi olmanı herkesten daha çok isterim. Ölüme koşmana nasıl müsaade ederdim." Dolu dolu gözlerimle alaya alır gibi gülümsedim. " Arkanızdan öldüğünüzü düşünüp ağlamama müsaade ettin. Aylarca yas tutup sessiz sedasız acı çekmeme sustun! Keşke kararı bana bırakabilmiş olsaydın." Aramıza koyduğum sınırlara aldırış etmeden yeniden bana sarıldı. Dudakları şakaklarımdan dolu dolu bir öpücük aldı.
"Ne sen benim halimden anlarsın ne de ben senin derdine derman olurum. Şimdi kızıp küsecek misin bana? Savaştayız kızım biz! Ne çok insan kaybettik hatırla! Yarına çıkacağımız meçhul küsmeye zamanımız var mı sanıyorsun? Burada depresyona girmek bile yasak!" Çenemin ucundan tutup bakışlarımı gözlerine yerleştirdi. "Güçlü olmak zorundayız! Birbirimize kenetlenmek zorundayız! Birbirimize ihtiyacımız var Alina!" Abimin haklı olduğunu bilmek bütün cephanelerimi bitirmişti. Ona kızıyordum. "Sevmek ve özlemek zehirli iki duygu gibi. İnsan ne yaparsa yapsın çok sevdiğine sırtını dönemiyor onu bir kenara atıp sindiremiyor. Şu kalbim ne çok başıma bela oldu böyle!" Sesli bir şekilde güldü.
"Sen ne kadar da haylaz bir kız olmuşsun böyle! Abiye küsmek nedir?" Parmaklarını saçlarıma geçirdiğinde mızmızlandım. "Yapma şunu abi! Hayır! Bak kocaman oldum hâlâ aynı şeyleri yapıyorsun!" Daha fazla parmaklarını saçlarımın diplerinden dolaştırıp çekiştirmeye başladı. "Şuna bak daha iyi oynayayım diye bir de örgülerini uzatmış. Sen benim gözümde büyüyebileceğini mi sanıyorsun?" Camın önündeki bir bardak suyu suratına çarptım.
"Kız kardeşin intikamı!" Kahkahalarının dozajını arttırdı. "Şuna bak bir de karşılık vermeye başlamış." Çimdik attım. "Tabiiki de karşılık veririm! Bence bana sataşırken iki kere düşünsen iyi dersin!" Yorulmuş gibi derin derin soluklanarak sırtının duvara yasladı. "Haklısın! Sana sataşırken biraz daha düşünmeliyim. Kocan fazla sert görünüyordu. Sonra eniştemden azar yemek istemem!" Sözlerin Barbaros'a gelmesi canını sıkmıştı. Abim onunla evlendiğimi biliyordu. Ona güvenmiş ve benimsemiş görünüyordu.
"Tanışıyorsunuz anladığım kadarıyla! Yüz yüze görüştüğünüzü bilmiyordum." Yüzümün düşmesine aldırış etmeden yanaklarımın kızarışını hevesle izledi.
"Sürekli irtibat halindeydim mızmız kız kardeşim! Ne büyük fedakarlıklar yaptığını biliyorum. Hayatını kurtarmış. O olmasaydı tırın içinde can verebilirdin. Seni korumak ve Türkiye'de tutmak için evlenmiş. Vladimir denilen hainin tuzaklarına karşı seni korumuş. Gerçek yüzünü görmen için çabalamış. Sana ulaşmayı istemiştim ama peşimden çıkıp geleceğini düşünüp kendimi geri çektim. Yapmak istediğim her şeyi benim yerime o yaptı." Abim onun bana oynadığı oyundan habersizdi. Gerçek bir evliliğimiz olduğunu sanıyordu. Barbaros'un yapıp ettiği her şeyi biliyordu. Bilmediği tek şey onu beni kullanmasıydı.
"Buraya böyle yaka paça getirilmen içime sinmiyor Alina!" dedi düşünceli bir şekilde. "Yüzbaşının seni buraya nasıl bir gönderdiğini hâlâ anlamıyorum. Geri dönmelisin!"
" Berina'yı bulmadan hiçbir yere gitmeyeceğim."
"Bazen bu kadar inatçı olduğun için sana çok kızıyorum. Ne vardı biraz sözümü dinleseydin. Dayım konusunda seni uyardığımda da aynı tepkileri vermiştin. Kafandaki düşünce her neyse ona tapıyorsun. Görünenin ardında başka şeyler olacağını düşünmeden hareket ediyorsun. Her şeyi bilemezsin Alina! Her şeye gücün yetmez. Seni iyi tanıdığım için bunca zaman bir gölge gibi uzaktan takip edip sana yaklaşmadım." Abim resmen Barbaros'un zihniyet açısından ikizi gibiydi.
"Daha fazla konuşmayalım." dedim. "Çünkü ne kadar konuşursak konuşalım bir karara varamayacağız." Sırtını duvardan çekip kapıya yöneldi ve kolumu tutup beni de kendi ile birlikte sürükledi. "Bence de konuşmayalım. Bugün birlik günü askerlere moral olsun diye hep birlikte sofraya oturacağız. Seni arkadaşımla tanıştırmak istiyorum."
Daha fazla bir şey söylememe izin vermeden merdivenlere yöneldi. Aşağıda yan yana sıralanmış uzun bir tahta masa gördüm. Üzerine beyaz bir örtü serilmişti. Etli tek çeşit yemek vardı. Söğüş diyebileceğim birkaç aperitif de bulunuyordu. Plastik bardaklar ve plastik çatallar tabağın sağına ve soluna yerleştirilmişti. Saatlerce bir şey yemediğim halde ağzıma lokma koyacak gücü bulamıyordum. Uzun zamandır az gıda ile beslendiğimden midir bilinmez midem hiçbir şeyi kabul etmiyordu.
Başımın döndüğünü ellerimin titrediğini hissettim. İnsanlar yavaş yavaş kendilerine ayrılan plastik sandalyelere yerleşirken abimin koyu bakışları beni buldu. "İyi misin? Yüzün bembeyaz olmuş!" Başımı titrek bir şekilde sallayıp beni masaya yönlendirmesine izin verdim.
"İ-iyiyim! Birkaç gündür bu çok sık oluyor. Sanırım bedenen biraz yoruldum." Bakışları sertleşti. "Seni esir olan bu şerefsiz kim bilir neler yaşattı? Allah'ın belası herif! Karşıma çıktığında gözümü bile kırpmadan canını eline vereceğim."
Oraya kendi ayaklarımla gittiğimi bilmiyordu. Öğrenmemesini tercih ederdim. Yaşananlardan sonra bir de bu yüzden kavga etmek istemiyordum. Biz yan yana masaya yerleştiğimizde iri yapılı, sakallı, geniş omuzlu bir adam da tam karşımızda belirdi. Suratında hiç solmayan bir gülüşü vardı. Abim neşeyle onu işaret etti.
" Bu Çemol Diyas! Benim buradaki en yakın dostum." Çemol başındaki kasketli şapkayı çıkarıp esprili bir tâzimde bulundu. " Memnun oldum güzel bayan! Bana siyah kurt derler." Abim kaşlarını çattı. " o evli Çemol! Boşuna kur yapma." Çemol şakacı bir şekilde elini masaya vurdu. "Neden ben bu kadar şanssız bir adamım? Senin adına üzüldüm kan kardeşim. Kayınçom olma lütfuna erişmeyeceksin." Abim elindeki plastik bardağı sevgili arkadaşının kafasına fırlattı.
"Bu kadar şakacı olmamalısın! Sağlığına zararlı Çemol!" Arkadaşının Sırp olduğunu fark etmiştim. Giyim kuşamı başta rahatsızlık hissi uyandırsa da onun kötü biri olmadığını anladım. "Abinle hastanede tanıştım. Henüz Yugoslavya dağılmamıştı. O zamanlar hâlâ polislik yapıyordum. Benim Sarı Aslanla trafiğin canını okuyorduk. Ani fren yapan bir araç yüzünden trafik kazası geçirmiştim. Abin ve bana kan veren altı Müslüman Boşnak olmasaydı şu an hayatta değildim. Sizden alınan binlerce cana karşılık binlerce can vermek isterdim ama ne yazık ki bu savaşı bitirmeye benim gücüm yetmiyor. Fakat haklı davanızda yanınızda olmak için her şeyi feda etmeye hazırım." Abim ona elini uzattı ve ikisine ait olan bu nasırlı eller masanın üzerinde buluştu.
"Bu ellerle kan kardeşi olmuştuk!" dedi abim yüzünde gururlu bir tebessümle. "Öyle!" diye onayladı Çemol. "Bir gün bu savaş bittiğinde aramızdaki dostluk tüm nefret söylemlerine rağmen kulaktan kulağa dilden dile dolaşacak. Bana bağlı olan grupla özgürlüğünüz için mücadele edeceğiz. Başka çocuklar bebekler ölmesin kadınlar istismar edilmesin diye yanında olacağım. Kanımın son damlasına kadar..."
"Dostluğuna asla ihanet etmeyeceğim Çemol! Sen savaşa rağmen namusunu koruyan değerli insanlardansın. Milletimin soykırımına göz yummayan davamı davan sayanlardansın." Abimin bakışları bana döndüğünde dudaklarım gururla aralandı. Bize zulmeden ve soykırım yapan askerlerin faturasını Çemol gibi vicdan taşıyan diğer Sırplara kesecek değildim. "Babamın bize söylediğini hatırlıyor musun abi?"
Abim başını bir kez salladı. "Bu dünyada sadece iyi insanlar ve kötü insanlar vardır. Başkalarının canına namusuna göz diken, evini yuvasını yakan kötü insanlar ve onların karşısında durup vicdanını susturman şerefli iyi insanlar... Aslında bizim en büyük kavgamız iyilik ve kötülük adına..."
Çemol elindeki boza dolu bardağı kaldırdı. " Bosna'nın şerefine! Zulme karşı çıkan askerlerimizin şerefine..." Ona eşlik ettik. Dudağının üzerindeki içecek kalıntılarını parmağıyla silip derin bir nefes aldı. "Etli Bosanski Lonac (Bosna Güveci) nefis!" dedi hemen ardından. Abim de onunla birlikte yemeye başlamıştı. Midem hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Oysa kurt gibi açtım.
"Hadi ama karnını doyur." Abimin zoruyla birkaç lokmayı ağzıma götürdüm. Onca zaman kuru ekmekle beslendikten sonra etli yemek ağır bile gelmişti. Buralarda bu savaş koşullarında et bulmak büyük bir nimet sayılırdı. İnsanların huzuruna baktığımda bunun ne demek olduğunu daha iyi anlıyordum.
Havadan sudan sohbetler edip yemeğin tadını çıkardık. Çemol, aşkı olarak gördüğü motorunu görmemiz için bizi ayağa kaldırdı. Abim insanların beni tanımasını istemiyordu. Bu yüzden başıma tüm yüzümü kapatan kamuflaj bir maske geçirdi. Taşlık yoldan geçip Çemol'ün yönlendirmesiyle küçük bir tahta barakaya geldik. Çemol gıcırtarak kapıyı açtı ve tozlanan beyaz örtüyü bir silkeleyişle kaldırıp sevgili motorunu gün yüzüne çıkardı.
"Vay canına bu çok iyi!" Onu gerçekten beğenmiştim. Çemol'ün motoru bana yine Barbaros'u hatırlattı. Onu düşünmek istemesem de tüm ruhuma nüfuz etmiş gibi benimle her yere geliyordu. "İşte benim sarı aslanım."
"Ne çok reklamını yaptın böyle!"
"Şu savaş bitsin üzerinden inersem namussuzum. Kızımla ayrı düştük resmen!" Çemol motorunu övmeyi bitiremezken yanıbaşımızda beliren askerle dikkatimiz tamamen dağıldı. "Onbaşım! Sizi tanıdığını söyleyen bir delikanlı var. Kuzeninizmiş!" Çemol ciddileşerek öne çıktı. "İsmini söyledi mi?"
"Evet komutanım! İvan! Trnopolje ölüm kampının başındaki hainin kardeşi olduğunu söylüyor." Çemol omuzlarını dikleştirip kaşlarını çattı. " Marco'nun kardeşi... Çağırın gelsin!" Asker yanındaki diğer askerle birlikte yaklaşık 5 dakika sonra yeniden soluğu yanımızda aldı. Karşımda gördüğüm siyah saçlı açık tenli genç adama keskin bakışlar attım. Abim de benim kadar merak doluydu.
"Çemol!" İvan bizim yanımızda kuzenine sımsıkı sarıldı. "Şükürler olsun nihayet seni bulabildim."
"Seni iyi gördüğüme sevindim !" Dedi Çemol kuşkuyla. "Abinin tarafında olduğunu sanıyordum." Ivan başına sallayıp dudaklarını birbirine bastırdı. "Bunu asla yapmam Çemol! İnsanların bir hiç uğruna saldırılara maruz kalmasına, öldürülmesine nasıl taraf olabilirim? Beni yanında zorla tutuyordu." Çemol rahatlamış bir şekilde Ivan'ın sırtına hafifçe birkaç kez vurdu. Biz de bir hasım bulmadığımızı anladığımız için kısmen rahatlamıştık.
" Beni yanıltmayacağını biliyordum." İvan gülümsedi. "Buraya bir başkası için geldim. Berina için!" Kardeşimin adını duymak bile kalp çarpıntımı arttırmıştı. "Berina mı?" Dedi abim. Bir adım öne çıkmıştı. Zayıf yüzünde bir heyecan dalgası dolaştı. "Evet o! Trnopolje kampındaydı." Hayal kırıklığıyla başımı eğdim. "Orada yok! Kaçmış!"
"Biliyorum. Marco'ya rağmen onu herkesten korumak için çok çabaladım. İşler sarpa sarınca birlikte kaçabildik. Saraybosna'da bir arkadaşımın evine sığındık." Öne çıkıp Ivan'ı kolundan çekiştirdim. "Kardeşim iyi mi? Ona bir zarar verdiler mi söyle?" Heyecanlı titrek sesim genç adamı oldukça şaşırtmıştı.
"O iyi! Ama ne yazıkki güvende olduğunu söyleyemem. Dayınız binbaşı istihbarat subayı İmran Borya onu kendi elleriyle Marco'ya teslim etti. O bir hain !" Abim yumruklarını sıkıp tısladı. " Adi köpek! Kardeşimden ne istedin ?" Çemol de sinirden yerinde duramıyordu. Burun kemerini sıkıp bıyıklarını burktu. "Güçleri kadınlara ve çocuklara yetiyor." Abim hemen önümüzdeki yanık tenekeye bağırarak sert bir tekme attı. "Lanet olsun!" Dedi etraftaki meraklı bakışları umursamadan. Berina'nın yaşayabileceği kötü şeyleri düşününce ben de akıl sağlığımı korumakta zorlanıyordum.
"Buraya onu kurtarmak için geldim. Kaçtığımız yerde de güvende değil! Tek başıma onu koruyamam. Bulunduğumuz yer sürekli havan topuna maruz kalıyor. Etrafımız keskin nişancılarla dolu. Yemek bulmak için her seferinde canımla pazarlığa girişiyorum. Zikzaklar çizerek sokak sokak koşup birkaç parça kuru ekmeği zor buluyorum."
Öfkemin mantığımı öldürmesine izin vermedim. "Hemen gidip Berina'yı alalım. Daha fazla vakit kaybetmeye gerek yok!"
Abim yakasını tutup Ivan'ın gözlerinin içine öldürücü bakışlar attı. "O şerefsiz Marco'yu bulduğumda neler yapabileceğimi tahmin ediyorsun değil mi?" Ivan başını eğdi. O köpeğin iyi bir dersi hak ettiğini kabul etmek için insan olmak yeterliydi. Çemol abimin omzuna hafifçe vurup onu sakinleştirmeye çalıştı.
"Bunları sonra konuşalım Muris. Şimdi Berina'yı o ateş çemberinden kurtarma zamanı. Marco er yada geç yaptıklarının karşılığını görecek." Abim perçemlerini titreterek yumruğunu sıkarken Çemol emrindeki askerlere "Hazırlanın! Gidiyoruz!" Diye bağırdı. Ivan huzursuz bir şekilde kenarda beklerken abim kolundan tutup beni diğerlerinden uzaklaştırdı. Küçük bir depoya gidip rahat rahat konuşabileceğimiz bir ortam hazırladık.
Abimin çantasından çıkardığı maskeye hayretle baktım. "Bu!"
"Evet Alina! Seni gizlemeliyiz. Burada olduğunu kimse bilmemeli. Hâlâ arandığını biliyorsun. Sen çok önemlisin! Ona göre davranmalıyız." Örgülü kahverengi saçlarımı tepeden toplayıp siyah maskeyi yüzüme geçirdim. Bu şekilde beni tanımayacaklardı. Dışarıdan bakıldığında erkek olduğum bile düşünülebilirdi.
Abim yakalarımı düzeltip memnuniyetle, "işte oldu!" dedi. "Bu şekilde kimse seni tanımaz. Ne olursa olsun asla maskeni çıkarma." Bir şey söylemeden başımı onaylar gibi salladım. Dakikalar sonra zırhlı askeriye araca binmiş ve çoktan Ivan'ın tarif ettiği sokağa ulaşmıştık. Belli etmemeye çalışsam da kalbim deli gibi çarpıyordu. Onca zaman sonra öldü sandığım kız kardeşimi yeniden karşımda görecektin. O geldiğinde mutluluktan ağlamamayı ve donup kalmamaya diliyordum.
"Hemen sola dönün! Pazarın karşısındaki ahşap, çatılı bina... Berina'yı orada arkadaşım Luke ve Sara ile bıraktım." İvan'ın terlemeleri canımı sıkmıştı. Fark edilir bir telaşı vardı. Yüzünün kıpkırmızı olduğunu gördüğümde silahı şakağına dayadım. "Eğer bir yamuk yapıyorsan canını okurum! Affetmem!" Tehditlerim Ivan'ın bakışlarını kaçırmasına sebep oldu. Blöf yapmıyordum. Söz konusu kardeşlerim ve vatanım olduğunda bürüneceğim kişilikten ben bile korkardım.
"Sadece kardeşinizin iyiliğini istiyorum. Başka bir derdim yok!" Nihayet aracı kenara park edip hafif bir irkilmenin ardından kendimizi evin kapısının önünde bulabildik. Gördüğüm manzara kanımın donmasına sebep oldu. " Allah kahretsin!" diye bağırdım. Abim okkalı bir küfürü diline dolamış, Çemol ise Sırpça bir şeyler söyleyip kapıya sert bir tekme savurmuştu. Evin yangın yeri olduğunu görebiliyordum. Bizden önce birileri buraları ateşe vermişti.
"Geç kaldım." dedi Ivan telaşla. "Berina!" Gözlerinde gördüğüm o korku Berina'ya bazı hisler beslediğini ortaya koyuyordu. Ben merdivenleri çıkarken abim aşağı katları kontrol ediyordu. Çemol ise dışarıdaki tehditlere karşı evi koruma altına almıştı. Sahanlığa girdiğimde kahverengi kapı eşini geçip odaya göz attım. Gördüm manzarayla bacaklarımın tir tir titrediğini hissettim. Karnından iki el ateş edilmiş genç bir kadın yerde öylece kanlar içinde yatıyordu. Kucağındaki altı aylık bebeği ise ölmüş annesinin göğsünden kendisine kalan son birkaç damlayı emerek hayatta kalmaya çalışıyordu. Gözlerinden damlayan yaşlarla öylece kenara yığılıp kaldım. Bu çaresizliğin ne olduğunu çok iyi biliyordum. Gözlerinizin önünde birileri ölürdü ve çaresizce kaderinize boyun eğmek zorunda kalırdınız. Abim bu üzücü manzarayı görünce sırtını çevirdi ve daha fazla bakamadı. Ivan yumruğunu sıkıp inleme seslerinin geldiği tarafa yöneldi.
"Luke!" Ağlamaya başlayan zavallı bebeği kucağıma alıp onlara yaklaştım. Yüzündeki kan izlerini elimdeki oyalı mendille sildim ve alnına af diler gibi sevgiyle dudaklarımı değdirdim. Esmer yüzü solgundu ve zayıflıktan yüzü ufacık kalmıştı. Savaş neden en çok zavallı bebekleri bulurdu ki?
" Berina nerde Luke! Ona ne yaptılar!" Genç adamın dudaklarının kenarından ince bir çizgi halinde kan sızdı. "Gi-gitti. Nerede olduğunu bilmiyorum. Kaçtı! 2 dakika oldu. Sadece iki..." Zavallı adamın gözleri donuklaştı ve çenesi düştü. Boşnak bir kıza yardım etmenin bedelini acı bir şekilde ödetmişlerdi. İnsanlık işte bu kadar ucuza indirgenmişti.
Kucağımda bebekle daha fazla durmamam gerektiğini anlamıştım. Burası yeniden havam topuna maruz kalabilirdi. Hızla merdivenleri inip kendimi dışarıya attım. Tüfeğimi sağ omzumda taşıyıp her an bir tehditle karşılaşma ihtimaline karşı kendimi korumaya aldım. Birkaç adım ileride bir pazar yeri vardı. İnsanlar her şeye rağmen karınlarını doyurabilmek için bir şeyler alma çabasına düşmüştü. Çaresizce etrafta koşuşturup duruyor ve bir çıkış kapısı arıyorlardı. O an büyük bir gürültünün kulakları sağır edercesine yankılandığını hissettim. Patlamanın etkisiyle bir ateş çemberi etrafımızı sarmıştı. Gökyüzü kızıl renklere bürünmüş gri bir duman ciğerlerimize dolmuştu. Öksürüklerin arasında kendimi sokağın girişindeki duvara siper ettim. Üzerimize yayılan basınç dalgasını hissedebiliyordum.
"Berina..." İkinci patlamada çığlıklar daha da yükselmiş ve kan kokusu barut kokusuyla birlikte daha da hissedilir olmuştu. Şarapnel parçaları her yana dağılmış ve değdiği yerlerde hasar bırakmıştı. Etrafıma baktığımda yanmış et kokusunu destekleyen beden parçaları görüyordum. Yardım çığlıkları her yerdeydi. Yüzümdeki maskede, ellerimde patlamaya dair emareler oluşmuştu. Kürek kemiğime saplanan bir parçanın acısıyla kıvrandım. Abim ve Çemol neredeydi? Peki ya Berina! O silahsızdı ve kendisini savunamayacak kadar zarifti. Aklıma gelen düşünceyle yangını yüreğimde hissettim. Ya öldüyse! İşte hayat ile ölümün arası bazen 2 dakikaya sığabiliyordu.
O an siper olduğum yerde bir hareketlenme fark ettim. Bebek hala kucağımdaydı ve çığlık çığlığa ağlıyordu. Öyle ki yüzü bile mosmor olmuştu. Berina bir askerin kucağında başını geriye bırakmış öylece duruyordu. Hayatta mıydı? Yaklaşık 12 kişilik bir grup üzerime geldiğinde sıkıştığımı anladım. Bana doğrultulan silahların arasında ateş çemberinin içindeydim. "Teslim ol!" Türkçe konuşuyorlardı. Timin komutanı olduğunu anladığım adam üzerime doğru yürüdüğünde yattığım yerden tüfeğimi ona doğrulttum. Aynı şekilde karşılık verdi.
"Silahını at!" Gözlerim iri iri açıldı. Bebek korkudan göğsüme sinmişti ve bedenimde kalan son takatle onu korumaya çalışıyordum. Bu onun sesiydi. Yüzbaşı Barbaros Ege Demirsoy. Sevdiğim tek adam buraya, ölüm kapanına gelmişti. Yine bana dönmüştü. Yüzümde maske olduğunu hatırladığımda beni tanımadığını anladım. Bense onu kokusundan, yüzündeki maskeye rağmen bana bakan bal rengi gözlerinden tanımış ve kalbimdeki o can evinin tutuştuğunu hissetmiştim.
"Komutanım yaralı galiba!" Bu Ferit'ti. Alaycı sesini asla unutmazdım. Demek kız kardeşime siper olup o kurtarmıştı. Tüfeği yorgun bir şekilde yere bıraktım. "Sakın ona bir zarar verme!" Abimin sesini tanımıştım. O Barbaros ve Yıldırım timinin aksine maske takmıyordu. Çemol'le birlikte kim olduğunu bilmedikleri yeni askerlere silahlarını doğrultmuşlardı. Her an tetiğe basmak için hazırda beklediklerini gözlerinde gördüğüm kararlılıktan anlamıştım.
"Demek nihayet kavuştuk." Dedi Umut. "Kes sesini Çaylak!" Bunu söyleyenin kim olduğunu tahmin etmek hiç zor değildi. Tüm silahlar abime çevrilmişti. Barbaros ise sadece gözlerime bakıyor ve benden bir şey yapmamı bekliyordu. Tanımamış mıydı gözlerimi? Neden buraya dönmüştü?
🦋🦋🦋
Merhaba kır çiçeklerim. ☺️ Bu gün günlerden Artemis. Bölümler beni oldukça heyecanlandırıyor. Ben kitabımda bir ırkı toptan kötüleyen ve yerin dibine sokan bir üslup kullanmayı sevmiyorum. Dediğim gibi dünyada iyi ve kötü insanlar var. Sırplardan da iyi olup bu duruma üzülenler ve yardım edenler vardı. Bu yüzde onların hakkını koruma adına haksız bir şey yazmak istemedim.
İstihbaratta bu tarz evliliklerin olduğunu biliyorum. Ve TSK gibi şerefli bir kurumun asla kendisine sığınan genç bir kızı yarı yolda bırakmayacağını zaten tahmin ediyordunuz. Ama bazı şeyleri sonradan ortaya çıkarmayı sevdiğim için gerçekler yeni ortaya çıktı. ☺️
Bu arada Youtube kanalı hazırlıyorum değerli dostlarım. Çalışmalara çoktan başladım. Kanalımda kendi yazarlık serüvenimi, yazarlık ipuçlarımı, sektör analizlerimi ve tecrübelerimi, kitap eleştirilerimi, film kitap analizlerimi ve senaryo yazma çalışmalarımı farklı serilerle ortaya koyacağım. ☺️🦋 Bana destek olursanız çok sevinirim. Detaylar instagramda. ☺️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.85k Okunma |
327 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |