

Medya: Afra Leylim 🎶🎶
Alina’nın kaleminden
Sana kavuşmalar arttıkça
Gecem fısıltısını duymadığım yıldızlarla aydınlanır.
Şiirler kelimelerin sırtına yük olmaya başlar.
Dökemem derdimi, yorulur bırakmak isterim.
Birikenler yemin kusturur, susturmaz yüreğime işlenenleri
Eksik kalır defter,
Oradaki izler bile cümlelerin senin gözlerinde tamamlanacağını bilir.
kafamda huzur bulmama engel olan büyük bir hengame yankılanıp duruyordu. İki ateşin arasındaydım. Karşımda gördüğüm adam bir yanı melek diğer yanı şeytan karanlık bir masalın kahramanı gibiydi. İçimde dur durak bilmeden akan coşkun bir şelale vardı. Tüm duygular aynı anda beynime hücum etmiş gibi şaşkındım. Kalbimdeki kızgınlık ve kırgınlık belki de asla geçmeyecekti ama asi yüreğimin onun sevdasına tutuşmasına da engel olamıyordum. Üzerimize silahlar doğrultulmuştu. Abim yüzbaşı Barbaros Ege Demirsoy’un yüzünü görmediği için onu benim için bir tehdit olarak algılamıştı. Tetiğe basmak için saniyeleri kolladığını görüyor ve sevdiğim adamı kaybetme korkusuyla haykırmamak için kendimi zor tutuyordum.
Barbaros silahının namlusunu göğsüme bastırdı. “Bebeği hemen bırak!” Ona zarar vermek istediğimi düşünmüş olamazdı değil mi? Endamından Zeren olduğunu fark ettiğim kadın asker yanıma geldi ve kucağımdaki bebeği kontrollü bir şekilde aldı. “Sana onu bırakmanı söyledim.” Barbaros’un bakışları nihayet üzerimden ayrıldığında abimle göz göze geldiler. “Muris Mihaloviç!”
Abim Barbaros’a temkinli bir şekilde beni başıyla işaret edip yanımıza yaklaştı. “O benimle!” Sevdiğim adamla gözlerimiz buluştu. “Yaralanmışsın!” İnlememek için dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Sesimi çıkarmadan başımla onu onayladım. Barbaros’un beni tanımasını istemiyordum. Buradaki amacım belliydi. Onun meraklı bakışlarının arasında kız kardeşime doğru yürümeye çalıştım. Saplanan şarapnel parçaları bedenimde rahatsız edici bir yangı oluşturmuştu.
Abim koluma gidip bedenimin yükünü hafifletmeye çalıştı. “Kardeşimi de alıp gitmek istiyorum.” Biz cevap vermeyi bile fırsat bulamadan Ivan öne atılıp kız kardeşim Berina’nın yüzünü okşadı. “Tanrım!” Tuhaf bir şekilde Ferit Berina’yı kendisinden almaya çalışan Ivan’a direniyordu. Başımla kız kardeşimi işaret edip abimden onu almasını istedim. “Tek başıma yürüyebilirim. Sen Berina ile ilgilen!” Abim Ivan’ı bakışlarıyla kenara çekilmeye zorladı ve kız kardeşimi zoraki Ferit’in kucağından aldı. Ferit’in onu bırakmaya gönüllü olduğunu söyleyemezdim. Berina’nın kapalı gözleri ve yüzündeki izler kalbimi incitiyordu. Ona bir şey olması düşüncesi aklıma her düştüğünde kalbim acıyordu.
Keskin nişancıların mermi sesleri sinek vızıltısı gibi etrafımızda dönüp durmaya başlamıştı. İnsanlar koşuşturarak saklanmaya ve zikzaklar çizerek mahşerin uğultusundan kurtulmaya çalışıyordu. Duvarın arkasına siper olup kendimizi korumaya çalıştık. Tim çoktan savunma pozisyonu almıştı.
“Gidelim buradan! Daha fazla vakit kaybetmeyelim.” Dedi Barbaros. Sesine bile ne kadar çok hasrettim. Adım atmak için kendimi zorladım. Gözlerim koruma içgüdüsüyle kendi yaralarımdan kurtulup Berina’ya odaklanmıştı. Kan kaybediyordum ve Berina’nın hali de benden iyi değildi. Güvenlik seviyesi düşük olan minibüsün içine girip başımızı belaya sokmadan oradan uzaklaşmaya çalıştık. Abim ve Çemol önde oturuyordu. Ben ikinci koltuktaydım ve Barbaros benim sağ tarafımdaki tekli koltukta oturuyordu. Gözleri sürekli kuşkuyla üzerimde dolaşsa da beni tanıdığını sanmıyordum. Arkamdaki koltukta Türkan ve Umut yan yana didişmekle meşguldü. Timin diğer üyeleri de kendilerinden beklediğim bir rahatlıkla koltuklara yerleşmiş ve etrafı kolaçan ederek dikkatli bir şekilde gideceğimiz yeri beklemeye başlamıştı.
Berina’yı hemen yanımdaki koltuğa yerleştirmişlerdi. Elini tuttum. Ellerini ellerimde ısıtmak ve onun cılız, örselenmiş bedeninden özür dilemek istiyordum. “Affet beni kardeşim! Seni bu kadar geç bulduğum için, ruhundaki yaraları sarmakta geç kaldığım için beni bağışla!” Tüm bunları içimden söylemiştim. Parmak uçları hareketlendiğinde bizi kavuşturan Allah’a binlerce kez şükrettim. Ona sarılmamak için kendimi zor tutuyordum. Öldüğünü sandığım kardeşim etiyle kemiğiyle tam karşımdaydı. Sanki onu yeniden kazanmıştım.
“İyi olduğunu sanmıyorum.” dedi Barbaros dikkatli bir şekilde her hareketimi incelerken. Başımı sallayıp homurdanır gibi, “İyiyim!” dedim. Aynı yere gidiyorduk ve er yada geç kim olduğumu öğrenecekti.
Dakikalar geçiyor ve geçtiğimiz yollar daralmaya başlıyordu. Nihayet güvenli olduğunu düşündüğümüz bir sokağa girmiştik. Askerlerin ve askerlere sığınanların güvende olabilmesi için bir şeyler yapmaya çabalıyorlardı. Çemol ve abim diğerlerinin de yardımıyla zikzak şeklinde barikatlar kurup peşimize düşebilecek araçların önünü kesti. Kan kaybettiğimi biliyordum fakat sesimi bile çıkaramıyordum. O ise bakışlarını neredeyse üzerimden hiç almıyordu. Çemol aracı ormanlık bir alana park edip gürültülü bir şekilde diğerlerini selamladı. Yıldırım Timimi de birer ikişer araçtan inip Barbaros‘tan emir beklediler. Gözlerim artık sadece Berina’yı görüyordu. Abim olan biteni anlamış gibi bakışlarıyla sindiğimiz binayı işaret etti. “Onunla ilgileneceğim. Bir an önce içeri geç! Bir saldırı olmayacağının garantisi yok!” Barbaros’un bir şeyler anladığını seziyordum. Diğerlerinin bakışları da sürekli üzerimizdeydi.
Birkaç adım attıktan sonra kapının eşiğine geldiğimde yığılır gibi sendeledim. Beni diz çökmekten kurtaran tek şey sevdiğim adamın kollarıydı. Keşke bu kolların olanlardan sonra benim için güvenli bir sığınak olduğunu söyleyebilseydim.
“Dikkat et Boşnak güzeli!” O hiç şaşırmamış gibi aynı yakıcı bakışlarla beni süzerken kolumu ellerinden kurtardım. “Dokunma bana!” Beni dinlemeyi aklının ucundan bile geçirmemişti. Bir anda belimi ve bacaklarımı kavrayıp ayaklarımı yerden kesti. Kendimi göğsüne yaslanmış bir şekilde bulmuştum.
Dişlerimi sıkarak, “İndir beni!” dedim. Diğerlerinin bu saçmalıkları fark etmemesi için aşırı tepkiler vermemeye çalışıyordum. “Olmaz!” Sakinliği sinirlerimi daha da yıpratmıştı. “Hemen indir! Silahım elimde! Canını yakarım asker!” Yutkundu. Yüzündeki hüzün benim canımı da acıtıyordu. “Yaktın zaten! Sen gittikten sonra eskisi gibi olabildin mi sanıyorsun? Bu kadar kolay mı Artemis çiçeği? Çekip gitmek, bir anda tüm yaşanmışlıkları silmek bu kadar kolay mı?” Yumruklarımı sıktım ve beni bırakması için bacaklarımı daha fazla hareket ettirdim.
“Kolay asker! Bana hayatımın en onur kırıcı oyununu sergiledin! Şu saatten sonra değil benimle konuşmak yüzüme bakmaya bile cesaretinin olmaması lazım!” Bunları söylerken o çoktan katları çıkmaya başlamış ve beni de kucağında peşinden sürüklemişti. “Bunları konuşacağız!” Bizi gören sağlıkçıya, “Pansuman odası nerde?” Diye sordu. Kadın alnını kırıştırıp işaret parmağıyla bir üst katı gösterdi. “Saçmalıyorsun!” Bunu canhıraş bir şekilde söylemiştim. Beni indirmeye hiç niyeti yoktu. Kapının kolunu bile çevirmeden bir tekmeyle açılmasını sağladı. Sinirli olduğunu biliyordum. Gizlemeye çalışsa da bana zarar gelmesine dair taşıdığı endişe yüzümdeki tüm çizgilerde okunuyordu.
Kendimi nihayet ondan kurtarabildim. Ayaklarım yere bastığında ona öfkeli bakışlar atmış ve bu duruşuma karşılık buz gibi bir duvardan başka bir şey bulamamıştım. Pansuman araçları için tenekeden hallice bulduğum ecza dolabına yanaştı. Elinde pamuk ve dikiş araçlarıyla soluğu sedyenin üzerinde almıştı. “Kardeşimin yanına gitmek istiyorum.” Kapıya yanaştığımda zıpkın gibi fırlayıp önümde durdu. “O iyi! Pansuman yapmalıyız.” Bana hasretle dokunan eline öfkeyle baktım. Gözlerinde katıksız hasret ve sevgiyi görmek tüm gardımı düşürmüştü.
“Senden hiçbir şey istemiyorum. Bana dokunma, soluğumun estiği, gözyaşımın karıştığı alana değme yeter. Ben artık saç tellerimi bile senden esirgeyecek kadar nefret doluyum.” Ardıma bakmadan çekip gitmek için kapının metal ince yapılı koluna asıldım. Eli elimin üzerine kapanmıştı. Ne olduğunu bile anlayamadan dudaklarını enseme bıraktı. Sesimin kesildiğini, soluğumun ciğerlerimde buz tuttuğunu hissettim. Kalbim tekliyordu ve kafamda ona söylemek üzere çalıştığım tüm sözler yalana ziyana uğramıştı. Elleri karın boşluğumu sardı ve göğüs kafesim kollarının arasında bir serçe yuvası gibi huzurla doldu. Onu ne çok özlediğimi şimdi daha iyi anlıyordum.
“Beni dinlemedin bile!” Dudakları ensemden saçlarıma karıştı ve kokumu içine çekti. “Artık hiçbir şey duymak istemiyorum.”
“Ne çok söylemek istediğim şey var bilsen! Ne çok anlatmak istiyorum derdimi. Bu yalanlar senden çok beni yaktı. Dayanmak zorundaydım.” Sesi bir fısıltı gibi dokunaklı ve hassas çıkmıştı. Aramıza biraz olsun mesafe koyabildiğimde yüzümü ona döndüm. Ne kadar yıkıldığını görebiliyordum. O da bana aşıktı. Gidişim bakışlarını, yüzünün rengini bile soldurmuş, onu bambaşka bir adam yapmıştı.
“Belki iyi bir şey yaptın! Çok insanın hayatını kurtardın. Ama bu benim kullanıldığım yalanlarla aldatıldığım gerçeğini değiştirmiyor. Ben bir hain değildim.” Bunu zaten bildiğini biliyordum. Erkin gerçekleri üstlerine çoktan bildirmiş olmalıydı. “Hata yapmıştın Alina!” Kaşlarım kalktı. Bu onu durdurmaya yetmemişti. “Sana onlarca delil sunduk. Vladimir’in hain olduğunu kabul etmedin. Düşüncelerine körü körüne bağlıydın. Bizi tanımıyordun. Seni kelepçelerle Türkiye’ye getiren karşıt insanlar olarak görüyordun. Söyle! Hiç mi hakkım yok? Hiç mi suçun yok? Onunla görüşmeye devam etmen ne derece sağlıklıydı?” Dudağımın kenarı burkuldu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Yanlış adama güvenmiştim ama başka yolu hiç mi yoktu?
“Şimdi suçlu ben mi oldum?” Bakışlarım nemle puslandı. Bir an tereddüt etmeden, “Suçlusun!” Dedi. “Hiç hata yapma payın olacağını düşünmedin! Gözlerini kapattın! Kulaklarını tıkadın! Sırf bu yüzden, bize yardım etmeyi reddettiğin için 33 askerimiz şehit oldu. Kumpasa daha niceleri kurban edilecekti. Buna nasıl izin verebilirdim?” Huysuzca omuz silktim. Belli etmesem de başkalarının benim yüzümden zarar görmüş olma ihtimali kalbimi sıkıştırmıştı.
“Ne de olsa Bosna’da bir yere bağlı olmaksızın Sırplara kan kusturmuştum. Tırın kaza yapmasına ben sebep olmuştum.” Burnumu kırıştırdım. “En azından direksiyonun başındaki bendim. Radavon ile aynı evdeydim.” Alayla gülümsedim. Tebessümüm gözlerimdeki nemi örtbas edememişti. “Hem de sevgilisi sıfatıyla… Sorunlu insanlarla oturup kalkan ve intihar eylemlerinde bulunan biri ne kadar masum olabilirdi ki? Beni anlamadınız. Mecburiyetlerimi görmediniz!” Çenemi tutup dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdı.
“Başlarda temkinli olmak zorundaydık. Bizim için bir bilinmezden ibarettin! Seni lojmana yerleştirmiştik. Oradaki insanların güvenliğinden emin olmak zorundaydık. Sana doğru attığım her adım beni o haine yaklaştırdı. Onu avuçlarıma alıp peşindekilere ulaşacak ve o örgütün kanlı eylemlerini bitirecektim. Artık kimseye zarar veremeyeceklerdi. Bosna’yı onlar böyle karıştırdı. Yugoslavya’nın dağılmasında etkili oldular ve sonra Türkiye’nin bereketli topraklarına göz diktiler. Halkı bölücü faaliyetlerde bulunup insanları kutuplaştırmak istediler. Böl, parçala, yok et! Geçen her gün, her saat beni onları amaçlarına yaklaştırıyordu. Atalarımın kanıyla sulanan bu toprakları ele geçirmelerine, milletime zulmetmelerine izin veremezdim. Elinde Bosna’daki bu zulmü en başından bitirme imkanın olsaydı…” Eliyle pencereden gördüğümüz insanları işaret etti. “Bu insanlar için her şeyini feda etmez miydin?” Kahkahalarla güldüm. Burnumu çekip elimle ıslanan yanağımı sildim.
“Haklısın! Kendini bana lütfederek büyük bir fedakarlık yaptın! Vay canına! O kadar tahammülü zor bir insanım ki…”
“Hayır!” Sesi yükselmişti. “Seni tanıdığımda hiçbir şeyin sandığım gibi olmadığını anladım. İçimdeki o şüphe gitti.” İç çekti. Güzel yüzü sinen gölgelerle daha da çarpıcı olmuştu. Yine ona dokunmak yine her bir zerresini sevmek istiyordum. Bakışları yüzünden çevirdim. Gözlerimin irislerinde onu nasıl düştüğümü nasıl hayran olduğumu görsün istemiyordum.
“Aşk oyununun yerini yıkıcı bir sevda aldı Boşnak güzeli... Seni düşünmeden, sana dokunmadan geçirdiğim anlara tahammül edemez oldum. Seni kaybetme ihtimali beni içten içe çürüttü. Her şeyi bitirmek istiyordum. Sensizliğe dayanamayacağımı biliyordum. Gözlerini açmak istedim. Gerçekleri gördüğünde aramızdaki mesafeler kalktı. Artık aynı saftaydık. Vladimir ve POSAT’a karşı birlik olmuştuk. İstediğim tam olarak buydu. Milletimize saldıran, ülkemizi bölmeye çalışanlara karşı seninle birlikte savaşmak… Başardık!”
Metal malzemelerin bulunduğu masaya sert bir tekme savurdum. “Hiçbir şey başarmadık! Her şey bir hayalden ibaret! O adam hâlâ ayakta. Örgütü her türlü kanlı eyleme hazır. Sen ne başarısından söz ediyorsun.” Kolumdan tutup çekiştirdi. “ Onları bitirmek eskisi kadar imkansız değil!”
“Bana söylediği yalanları hiçbir şey değiştirmez. Belki doğru olanı yaptın! Fakat doğruların sana olan güvenimi sıfıra indirdi. Söyle! Şimdi sana nasıl inanırım? Seviyorum desen nasıl bağrıma basarım?” Yüzüme yanaklarına dokundu. Gözlerindeki inancı öldürmekten asla geri durmayacaktım.
“ Artık aramızda hiçbir engel kalmadı! Zamanla her şey düzelecek! Beni anlayacaksın!” Bileğine sertçe kavrayıp bana dokunmasına müsaade etmedim. “Aramızdaki en büyük engel sensin Barbaros! Bana affı olmayacak yalanlar söyledin. Görevin için beni kullandın! Belki derdini anlatsaydın sana inanırdım.” Sesimin zayıflamasına izin vermeden her kelimede daha güçlü olacak şekilde konuşmuştum. İşaret parmağımı kalbinin üzerine birkaç kez bastırarak yüreğimdekileri döktüm. Bakışları gözlerimden ayrılıp tam da o noktaya yerleşti.
“Senin beni kendine aşık etmene gerek yoktu! Çünkü ben zaten sana deliler gibi aşıktım!” Dedim haykırır gibi. Artık sesimi diğerlerinin duyması umurumda değildi. “Seni ilk gördüğüm günden beri seviyordum asker! Benim savaşım seni deli gibi seven yüreğime karşıydı. Bana göstereceğin şefkatli bir dokunuşa, sesinde acılarımı dindirecek bir tınıya ihtiyaç duyuyordum. Aramıza nefretten ağlar ölmeseydi belki de sana olan inancım ve sevgim bana anlatacağın her şeye de güven duymamı sağlardı. Kimse sana beni böyle kandırmanı söylemedi. Yolu, yöntemi sen buldun! Benimle oynamayı seçtin! Nefret gözlerini öyle çok karartmıştı ki sana gelmek için çırpınan yüreğimi hiçbir zaman görmedin! Tek amacın sevgilinin intikamını almak ve beni bitirmekti.” Başını eğdiğinde haklı olduğumu biliyordum. En çok bu yüzden haykırarak ağlamak istiyordum. Farkında değildi belki ama o sadece inandığı değerler için benimle oynamamıştı. Bilinçaltında Hazel’in intikamını alma fikri hep vardı. Bunun için dayım olarak gördüğüm Vladimir’e karşı suçlu olduğundan emin olduğu Boşnak kızı Alina’yı harcadı. Bana bakan hüzünlü gözleri yalvarır gibi çığlıklar attı. Parmakları özür diler gibi dudaklarıma değmek istedi fakat buna izin veremeyecek kadar gururluydum.
“Seni tanıdıktan sonra içimde düşmanlığa dair hiçbir şey kalmadı. Sana deliler gibi aşık oldum. Bir terörist olduğunu düşünsem sever miydim sanıyorsun?” Ellerimle onu alkışlayıp dudaklarımı birbirine bastırarak kindar kindar gülümsedim. “Vay canına ne güzel bir savunma! Eğer aşık olmasaydın… Söylesene o zaman ne olacaktı? Belki de en basit bir şeyde masum olduğumu düşünmeksizin beni hapse attıracaktın.” Başını sallayıp düşüncelerimi inkar etmeye çalıştı. “Böyle bir şey mümkün değildi! Masum birinin hak etmediği bir cezayı görmesine müsaade etmezdim. Emin olmadan bir şey yapmazdım. Ben kanun adamıyım. Vatanımın milletin menfaatleri her şeyin üstünde gelir. Kanunları çiğnemek için değil yaşatmak için çabalarım.” Burnunun ucuna kadar parmak uçlarımda yükseldim.
“Etkileyici sözlerin kalbime dokundu. Keşke kurban edilen ben olmamış olsaydım.” Elimi tutup sıcaklığının tüm zerrelerimi tutuşturmasına izin verdi. “Masum birine asla hak etmediği muamelede bulunmam. Aramızda yanlış anlaşılmalar oldu. Senin bir hain olmadığını an…”
“Ya hain olsaydım!” Sağ kaşımı kaldırıp ona meydan okudum. “Ya gerçekten Vladimir’in casuslarından biri olsaydım ve ülkene zarar verecek bazı terör eylemlerinde bulunsaydım! O zaman ne olacaktı?” Gözlerini gözlerimden ayırmadan dişlerini sıktı. “O zaman deli divane sevsem bile yaptıklarının bedelini ödetirdim. Bileğine kelepçeleri takar suçlarının cezasını göreceğin koğuşa girişini izlerdim.”
“Ya karşı koysaydım! Unuttun mu ben de bir askerim!” Üzerine bastıra bastıra, “Eski bir asker!”diye düzelttim. “ Sana direnebilirdim, karşı koyup namluyu şakağına dayayabilirdim. O zaman ne yapacaktın? Benden önce davranıp bana kıyar mıydın?” Birkaç adım üzerime atıp güçlü duruşunu bozmadan kararlı nemli gözlerini gözlerime dikti. “Bir an bile tereddüt etmezdim! Hiçbir sevdanın vatan sevdasının önüne geçmesine izin vermezdim. Ben senin masumiyetine inandığım için, gözlerinde bayrağımı gördüğüm için sevdim. Tam da bu gerçek yüzünden sana duyduğum aşk için savaştım. Benim yüreğim bir haine verilemeyecek kadar değerli. Benimle oynama Alina!”
Daha fazla bir şey söylemek istemiyordum. Dışarı çıkmak için bir adım attığımda düşmeme ramak kala beni yakaladı. “Şimdi olmayan ve olmayacak şeylerin kavgasını yapmamıza gerek yok. Yaralarının icabına bakalım.” Başım dönüyordu ve deli gibi aç olmama rağmen hiçbir şey yemek istemiyordum. “Kız kardeşimin durumunu bilmek istiyorum. Onu görmeden asla kendi derdime düşmem!” Beni hırpalamamaya çalışarak sedyeye yönlendirdi.
“Bir çok sağlıkçı var! Bana yardım edenin sen olmasını kabullenemiyorum. Başkasını çağır!” Sırtımda şarapnel parçalarıyla yırtılan o noktayı bulup kamuflaj üstü çıkardı. Üniformanın giyinebilecek bir hali kalmamıştı. İnleyip gözlerimi sabit bir şekilde açık tutmaya çalıştım. Kaybettiğim kan ve bedenime girmeyen gıdalar sarsıntımı son konuşmalardan sonra iyice arttırmıştı. Pamukla omuzumdaki bir alanı temizlediğini hissettiğimde amacını anlamam uzun sürmedi. “Herhangi bir ilaç enjekte etme! Acıya dayanabilirim!”
“Neden?” Sustum. Aklıma gelen ihtimaller kendimi daha fazla korumam gerektiğini içgüdüsel olarak söylüyordu. “Sadece öyle olmasını istiyorum. Uyuşturmana gerek yok!”
“Tamam!” Yorgun, kederli bir nefes verdi. Elleri profesyoneldi. En az benim kadar sağlık bilgisi olduğunu biliyordum. Kendimi onun kollarında güvende hissediyordum. “Canın acıdığında söyle!” ‘Seni tanıdığımdan bu yana söz konusu sen olduğunda canım hep yanıyor’ demek istedim. Söyleyemedim. Onun yerine içli bir nefes verip dişlerimi sıktım. Parçaları tek tek bedenimden uzaklaştırmaya başladığında inlemelerim de arttı. Sık nefeslerinden ve pamukla yaraya müdahale ederken ki korumacı davranışlarından benimle benzer duygular hissettiğini anlamıştım. Küfretti ve daha fazla dayanamayıp aniden yüzünü sırtıma yaslayarak dudaklarını kürek kemiğimin üzerine bastırdı. “Ne yürek bıraktın bende ne akıl! Senden çok ben kanadım Artemis çiçeği!” Yüzüstü uzanmış ve gözlerimi ağlamamak için koluma bastırmıştım.
“Sen bir kez olsun beni düşünmüş olsaydın böyle oyunlara girmezdin! Beni yalanlarla kandırmazdın!” Bana yaptıklarını düşündükçe içimdeki ağlama isteğini zapt edemiyordum. “Bırak yeter!” Derken doğrulmak için bacaklarımı hareket ettirdim. “Gerisini ben hallederim!”
“Dur! Bırak tamamlayayım! Enfeksiyon kapabilir! Böyle dışarı çıkma!” Onu itip kalkmak için direndim. “Başımın çaresine bakarım. Beni düşünmene gerek yok!” Kolumdan tutup gövdemi kendisine dönmeye zorladı. “Dur Alina! Biraz daha kal! İki dakika da hallederim.” Kolumu elinden kurtarıp bana bakan bal rengi gözlerine kalbimle ölümcül kesikler attım. “İstemem! Ben…” Aniden dudakları dudaklarımın üzerine kapandı. Soluğum ciğerlerimde kaskatı kesildi. Beni öpen o yumuşak dokunun saniyeler içinde esiri olmuştum. Sol eli belimi sararken sağ eli yanağımdan boynuma kadar uzandı. Beni belimden tutup daha da kendine yaklaştırdı. Ğöğüs kafeslerimiz birleşmiş sıcaklığı tenimi esir almıştı. Artık kalp atışları benden gizli değildi. Ona karşılık vermek istemiyordum. Ne çare! Duygularım dizginlenemez öldürücü bir canavar gibiydi. Aklımı çoktan keskin dişlerinin arasına alıp öğütmüştü. Dudaklarının nemini ve sıcaklığını daha derinden hissetmek istiyordum. Aklım ve kalbim yine onun gönüllü, prangalı esiri olmuştu.
“Seni seviyorum. Sadece seni… Vazgeçemem?” İrademi biraz olsun elime almışken daha fazla ona kapılmamak için geri çekildim. Bırakmadı. Beni kendine çekip dudaklarını boynuma arzuyla bastırdı. “Saçmalıyorsun bırak!” Bana sımsıkı sarıldığında ağlama isteğimi durdurmak daha da imkansız bir hal almıştı. “Senden vazgeçemem! Sensiz kalamam! Artık bizi hiçbir şey ayıramaz!” Aptallık ettiğimin farkındaydım. Onu affetmediğim halde bu kadar çabuk pes ettiğim için kendimi suçlayacağımı biliyordum ve ona kapılmaktan kurtulamıyordum. Neden bu kadar çok seviyordum sanki? Böylesine büyük bir aşk insanda ne gurur bırakıyordu ne akıl ne de onsuz devam etme arzusu.
Alınlarımızı birleştirmiş ve dudaklarıma kapılmamak için kendini durdurmuştu. Soluğu örgülerimden kurtulan kahverengi tutamları ve bebeksi tüyleri hareketlendirdi. “Sen beni çoktan kaybettin asker! Artık bizim için mutluluk imkansızdan da öte!” Barbaros arzuyla titrerken bedenimi ondan uzaklaştırdım. Olabilecek en hızlı şekilde omzumdaki yarayı sarıp bakışlarının arasında pansumanı tamamladım. Ardından demir askılığın olduğu alana yöneldim. Parçalanan üniformanın ceketini üzerime geçirip örgü yaptığım saçlarımı tepeden tutturdum ve maske takarak odadan çıktım. Ardımdan ne yaptığını bilmiyorum. Onu düşünmek istemiyordum. Şuan umurumda olan tek şey kardeşimdi. Berina’nın bulunduğu odayı arıyordum. İnsanlar yemek telaşı içindeydi. Gruplar halinde nöbetleşe bir şekilde insanların karınlarını doyurduğunu görebiliyordum.
Kahverengi ahşap kapının eşiğine geldiğimde kalbim deli gibi atmaya başladı. Metal kapı kolunu çevirip içeri girdim. O an gözlerim sadece o yosun gözleri buldu. Odada Ferit, Ivan ve Zeren vardı. Fakat hiçbirini gözüm görmüyordu. Gözlerim sadece hasretiyle yanıp tutuştuğum kız kardeşimi görüyor ve dilim bir tek onun adını sayıklıyordu. O bana ilgi ve merakla bakarken yüzümdeki maskeyi çıkardım. Maske insanların gayretli bakışları eşliğinde zemine düştü. Berina beni tanımış ve heyecandan yanı başındaki Ferit’in kolunu sertçe tutmuştu. Ferit koluna mıhlanan ince, zarif parmaklara bakarken ona yaklaştım.
“Berina…” Bana acıların en büyüğünü veren Barbaros’a akıtmadığım gözyaşlarını kardeşim için sele çevirmiştim. “Alina…” Bana asla abla demesini istemezdim. Aramızda birkaç ay varken bu kadar hürmete gerek yoktu. Adımlarım yavaş yavaş onun bulunduğu istikamete döndü. Barbaros‘un hemen arkamda olduğunu biliyordum fakat onu görmek istemiyordum. Uzandığı sedyeden kalkıp oturur bir vaziyet aldı. Daha fazla durmaya gerek görmeden ona sımsıkı sarıldım. Saçları kısalmıştı. Yüzünde hâlâ yaşadığımız o korkunç olayın emareleri bulunuyordu. Yaşamış olabileceği şeyler aklıma geldiğinde onu daha çok kalbimin üzerine bastırdım.
“ Alina! Seni bir daha göremeyeceğimi sandım. Şükürler olsun! Yeniden bir araya gelebildik. Şükürler olsun Allah’ım.” Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım. Bu an öyle mucizeviydi ki hiçbir saniyesini boşa geçirmek istemiyordum. “Özür dilerim Berina! Sana bu kadar geç kaldığım için affet beni! Daha erken gelmeliydim. Seni bulmalıydım.” Kardeşimin omzunun üzerinden gözlerimi kısarak Barbaros’a baktım. Bakışlarını kaçırıp başını eğdi. Onun yanı başında duran abimin hali de daha parlak değildi. Bizim kavuşmamızı geciktiren onların bana sormadan yaptığı plan olmuştu.
“Öldüğünü sandım aylarca…” Elleriyle ıslak yanaklarını sildi ve gülümsemeye çalıştı. “Biliyorum Alina! Yaptığın her şeyden haberim var! Abim olan biteni anlattı. Ben çok bencilim. Bunu yapmamalıydı. Hayatının böylesine büyük bir tehlikeye gireceğini bilemezdim. Gelmemen en iyisiydi.” Onu alnından öpüp yeniden sımsıkı sarıldım. O da omzuma birkaç sevgi busesi bırakmış ve hasret kaldığı kokumu içine çekmişti. “Ailemi bir araya getirmek için bütün dünyayı karşıma almaya hazırım Berina! Herkesi!” Bakışlarım tehdit eder gibi abimin ve Barbaros’un üzerinde dolaştı.
“Geldin ya! Benim için önemli olan o! Üzerine sinen barut kokusunu bile özlemişim.”
“Benimle uğraşma Heidi! O kokuyla gurur duyduğumu bilirsin. Piyasadaki tüm parfümleri verseler değişmem.” Ferit kıkırdayarak öne atıldı. “Alina Hanım! Bosna’da ve Türkiye’de terör estirdiniz. Düşününce barut sevdanıza hiç şaşırmıyoruz.” Umut öne atıldı. “Hakkaten yaaa! Vladimir’in kellesini alacaktı az kalsın. Gidecekti onca emek.”
Türkan Umut’un koluna küçük bir dirsek hamlesinde bulundu. Ozan sözü devralmıştı. “ Allah komutanıma sabır versin! Savaşçı kadın da ayrı zor oluyor canım!” Zeren’e yine afakanlar basmıştı. “Öyle mi Ozan Bey! Asker kadınlarla işiniz olmayacak öyleyse! Size birkaç beden büyük geliyoruz biz malum!” Ozan’ın alı alına moru moruna karışmıştı. “Ben öyle mi dedim canım? Severiz biz! Kadınları severiz! Askeri de severiz! Asker kadınları daha çok severiz.”
“Sen sevme Ferit! Sevme işlerinde pek becerikli sayılmazsın!” Ben gözlerimi devirdim. Bunlar kendilerini tanıdım tanıyalı hiç değişmemişti. Berina ise söylenenleri anlamadığı için fazlasıyla şaşkındı. “Seni ayrı gruba aldım kontrolsüz Dozer!” Umut Ferit’e ters ters soludu. “Ben o dönere ölürüm İstanbullu.” Ferit irite edilmiş bir suratla alaycı alaycı cevap verdi. “Görüyoruz. Bunu görmemek ne mümkün?!” Barbaros artık olaya müdahale etme ihtiyacı hissetti.
“Ne dedin Ferit? Anlayamadım!” Ferit mahcup mahcup geri vites yaptı. “Size söylemedim komutanım! Yani bilirsiniz ben de bir sevgi adamıyımdır! Adam da benim sevgi de! Yani işte!”
“Ya!” Dedi Zeren. Bu gün bütün taşlar itinayla Ferit’i buluyordu. “Tam bir sevgi kelebeğidir. Arı vız vız şarkısı eşliğinde kelebekler gibi süzülür.” Herkes kıkırdadı. Ferit gözlerini Berina’nın yosunlarından ayırmadan “ Bunlar da benle uğraşır durur! İnsanın kıskanç devreleri olmasın!” Diye hevesli hevesli konuştu. “Bir şey mi dedin?” Dedi Barbaros. “Öylesine şeettim komutanım!” Barbaros’un tepki göstermesi gecikmedi. “Sen şeetme Ferit. Sen şeedince iyi olmuyor.” Ferit esas duruşa geçip, “Emredersiniz komutanım!” Dedi. Berina onun bu haylaz hallerini görünce kıkırdanmaktan kendini alamadı. Ivan’ın aynı keyifte olduğunu söylemek zordu.
“Bana yardım ettiğiniz için teşekkür ederim.” Dedi Berina Boşnakça. Sözlerini tercüme edip Timi aydınlatma görevi bana düşmüştü. “Ne demek canım?” dedi Ferit tamamen konuyu üstüne alınarak. “Daha büyük savaşlar da gördük! Yanlış yerlerimizde bombalar bile patladı ne ediyorsunuz? Havan topu da neymiş? Bize sinek vızıltısı gibi gelir! İnanın korkmadık bile Berna Hanım!” Tim göz devirdi. Ferit yine kahramanlık gösterileri yapıp cakas atarak öne çıkmaya çalışıyordu.
“ Berna değil Berina!” diye düzelttim. Berina halinden hiç de şikayetçi görünmüyordu. Yanaklarının kızardığını bakışlarının sürekli ondan kaçtığını fark ediyordum. Tek sorun aynı dili konuşamamalarıydı. “Hvala, (Sağolun!)”
“He valla!” Ferit’in süper Boşnakçası herkesi güldürdü. “Sağol diyor Ferit! Kız Boşnak!” diye atıldı Barbaros. Bu Ferit’le ne alıp veremediği olduğunu hâlâ çözebilmiş değildim. Ferit göğsünü horoz gibi şişirip dudaklarını gülmemek için toparlamaya çalıştı. Bu adam evlilik düşmanı değil miydi? Kız gördün mü 10 km öteye kaçan birini tanıdığımı sanıyordum. Bu değişen düşüncelerin sebebi benim hayalperest kız kardeşim Berina olabilir miydi?
“Ürkek bir kuş gibiydiniz Büşra Hanım. İnsan ister istemez savunmak istiyor.” Berina söylediğini anlamasa da iyi bir şey dediğini varsayarak gülümsedi. Ferit “Yani yanlış anlamayın lütfen!” Diye telaşla yutkundu. “İyi manada söylüyorum. Kuşlar güzeldir! Kanatları falan da vardır yani! Kanat severim. Ben gaga da severim ama kanat daha güzel! En çok da sesleri güzel oluyor! Ama sakın yanlış anlaşılma olmasın zayıflık babında demiyorum. Zerafet falan gibi… Hem yuvayı da dişi kuş yapar! Yuvalargüzeldir değil mi? Herkesin bir yuvası olmalı ”
Tim sevgili arkadaşları Ferit’in sözlerine gülmemek için kendini zor tutuyordu. Benim bile olumsuz enerjim kısa sürede dağılmıştı. Umut Ferit’e dirsek çakıp susturdu. “Sı… üstüne tüy bile dikiyorsun! Bir sus birader! Kız havan topundan kurtulduğuna pişman oldu!” Buna güldüm. Yüzümün gülmesi Barbaros’u da güldürdü. “Bu adam evlilik düşmanı değil miydi? Bayağı bayağı ev erkeği olmuş da haberimiz yok!” Dedi Zeren. Türkan yorum yapmakta gecikmedi. “Feministin erkek düşmanlığı kocayı bulana kadardır. Herifin derdi belliymiş biz anlamamışız!”
Umut, “Ulan yürünür de bu kadar belli edilmez! Sen depar attın üstümüze!” Diye yorum yaptı. “He yav!” Dedi Ozan. “Şu kapıdan çıkıp gitsek herif yokluktan herif nikah kıyıp üç çocuk yapacak!” Barbaros sinirlenmeye başlayan abimi gösterip timi gözleriyle tehdit etti.
Ben elemanlara öldürecekmiş gibi bakarken suçluluk duygusuyla kıvranan abim de daha fazla dayanamayıp Berina ile kucaklaştı. Kardeşimin gözlerinde en ufak bir kırgınlık bulamıyordum. Abimin her şeyi bizim için yaptığını düşünüyor olmalıydı. Ben uzaklarda olsam da abim Muris, Berina’yı her yerde aramış izinli tozunu bulmak için aylarca çabalamıştı. Bu yüzden aralarında bir sorun görünmüyordu.
Cihangir, “Açlıktan karnım guruldadı!” Dedi isyan eder gibi. Onu Ferit tamamladı. “Boşnak yemeklerini denemek için iyi bir yer!” Ne söylediğini kendi de bilmiyordu. Biz karnımızı doyurduğunuz için Allah’a şükrediyorduk. Gökten zembille sofra inmiyordu yani! Bu adam boğazda restorana geldiğini mi sanıyordu.
Hep birlikte aşağıya inip masada yerlerimizi aldık. İvan’ın ruhsuz ve yılgın bakışları gözümden kaçmamıştı. Aslında her şey istediği gibi gitmişti. Berina’yı kurtarmış ve hem kendisinin hem de aşık olduğu kadının can güvenliğini sağlamıştı. Mutlu olması gerekirken bu huzursuzluk da neyin nesiydi.?
Tahta masalara birer ikişer yerleşip yemeklerimizi aldık. Barbaros hemen yanıbaşımda yerini almıştı. Abim karşıda Berina ise onun yanındaki eski tahta sandalyeye kurulmuştu. Güzellikte benden geri kalmayacağını biliyordum. Ne kadar zor günler yaşadığı yüzündeki tüm çizgilere işlenmişti. İvan’ın ve Ferit’in gözleri hep onun üzerindeydi. Öyle ki Ferit kaşıkladığı çorbayı ağzına yerleştirmeyi bile becerememişti. Ne zaman bu kadar yakınlık duymaya başladığını anlayamamıştım.
Çemol elinde yemek kabıyla birlikte abimin hemen karşısında yerini aldı. Sırtında şargija (Boşnak sazı) vardı. En beğenilen Boşnak türkülerini bizim için seslendirceğini anlamıştım. Abim laf arasında onun sesinin güzelliğini öve öve bitirememişti. Şimdi sıra sazının sözünün yüreğimize akmasına gelmişti. Abimle bazı maceralar yaşamış ve bunu keyifle bizlere anlatmıştı. Masada herkesin keyfi yerindeydi. Yüzü gülmeyen sadece biz vardık. Aynı cümlenin içinde ismimin onunla yan yana yer almasını bile kendime haram kıldığım adam… Barbaros…
Öyle bir kırgınlıklar bırakmıştı ki ne yapsam izlerinin silineceğine inanmazdım. “Hajde, brate!” (haydi Kardeş) dedi abim büyük bir hevesle. Çemol mesajı çoktan almıştı fakat naz yapmadan sazının başına geçecek gibi durmuyordu. “Muris! Yine bedava konser istiyorsun açıkgöz! Herkesin önünde bana bir söz verirsen sazımı tıngırdatırım.” Bütün gözler Çemol ile abimin üzerine odaklanmıştı. “Reci mi, brate! Tvoja naredba je izvršena.(Söyle kardeşim emrin olur!)” Çemol önündeki rakıyı kafaya dikip çakır keyif olurken elinin tersiyle ağzını sildi. Yüzündeki buruk tebessüm merakımı daha da arttırmıştı. “Eğer olurda ölürsem beni kendi ellerinle İgman dağına gömeceksin! Orası benim memleketim sayılır. Gözüm arkada kalmasın toprağıma kavuşayım.” Abimin ölüm sözünü duyunca keyfinin kaçtığını fark etmiştim. Gözlerini kaçırmadan teessüf eder gibi buruk bir şekilde güldü.
“Söyleme öyle! Kimin kimden önce öleceğini Allah bilir! Hem ben de severim İgman’ı. Ya ben ölürsem! Sen beni oraya gömecek misin?” Abimin ölmesi fikri kalbime bir taşın oturmasına sebep oldu. Onu yeni bulmuştum ve kaybetmeye asla dayanamazdım. İç çektim ve elimdeki bir bardak suyu kafama diktim.
“Öyle olsun Bosanski junak (Boşnak yiğidi!)” O zaman seni bana kardeş eden kanımın üzerine yemin ederim ki benden önce ölürsen seni bir Müslümana yakışır şekilde oraya ben gömeceğim.” Abim dini değerlere bağlı olduğu için şarap içmezdi. Elindeki su bardağını havaya kaldırıp ona karşılık verdi. “Peki, srpski junače! Obećavam! (Peki Sırp Yiğidi sözüm olsun) Bize zulmedenlere inat milletim için, adalet için savaştın ben de seni layıkıyla istediğin o dağa gömeceğim! Yemin olsun ki uğruna kan akıtmam gerekse de sözüm sözdür!” Birbirlerine ikinci kez söz vermişlerdi fakat bu söz belli etmesen de en çok benim kalbime köz düşürmüştü. İstediğim tek şey ülkemin eski huzur ve refahına kavuşması ve tüm ailemin savaşın acılarını silmek için bu millete hizmet etmesiydi. Yeniden ayağa dirilmek için ölmemeli ülkemiz adına mücadele etmeliydik.
Çemol sözünü alınca sazını kucağına aldı ve tellerine içli içli dokundu.
“Ey güzel kız, benim sabah ışığım,
Benim altın gibi kızarıp parlayanım,
Beni bekle, beni bekle,
Çok yakında geleceğim
Ey güzel kız, sessiz menekşem,
Benim kokulu çiçeğim.
Beni bekle, beni bekle,
Kalbime en yakınsın.”
Barbaros’un elini bacağımın üzerinde hissettim. Omuzumun üzerinden boynuma doğru yaklaştığında nefesim titrek bir hal aldı. “Sesini özledim! Sen yokken kuşlar bile cıvıldamayı bıraktı. Sanki rüzgâr esmedi. Çiçekler kokunu bana getirmedi. Tüm renkler soldu Alina. İnsan sensiz nasıl yaşar? Böyle severken aşksızlığa nasıl dayanır?” Dudaklarımın ve ellerimin titrediğini fark ediyordum. Bu kadar insanın içinde ne yaptığını sanıyordu bu adam? Bu ne küstahlık!
Eli bacağımdan yukarı tırmandığında neredeyse çığlık atacaktım. Ona hâlâ deliler gibi aşık olduğumu biliyor ve tam da bu yüzden sınırlarımı her seferinde aşıyordu. Eli karnımın üzerinde sahiplenir gibi durduğunda asla tarif edemeyeceğim bir bağın ikimizi etkisi altına aldığını hissettim. “Deli misin sen?” dedim fısıltıyla. “Deliyim! Sensizlik beni sonunda delirtti! Mutlu oldun mu?”
Ters ters bakıp kaşımın birini kaldırdım ve tırnaklarım saniyeler içinde elinin üzerine yerleşti. Yüzünde rahatsızlık emaresi görünmüyordu. “Beni aşk oyunlarıyla kandırarak hatalarını telafi edemezsin!”
Biraz daha yaklaşıp, “Beni sensizliğe mahkum edemezsin! Sen benim Kadınımsın!” Diye fısıldadı. Nefesi saç tellerimin yüzüme doğru titreşmesi sebep oluyordu. “Bu ikinci sınıf numaralara kanacak kadar aptal değilim. İlk numaraların bile bundan daha inandırıcıydı. Düzenbazlıkta kan kaybetmişsin asker!” Bıçağı sertçe parmaklarının hemen arasına sapladım. Bazı bakışlar bize dönmüştü. Bu hamleyi öyle hızlı yapmıştım ki hedefi milim şaşırmam demek Barbaros’un orta parmağını kaybetmesi demekti.
“Böyle numarayı komutanıma çekecek adamın vay haline!” Dedi Ferit. “ Boşnak kızı şaşırttı!” diye ekledi Umut. Zeren derin bir nefes verirken Türkan sol damağını ortaya çıkaracak şekilde dudağını kaldırıp alayla güldü. Muhtemelen yaşadığımız korkunç deneyimi onlar da biliyordu. Canım yeterince sıkkın olduğu için ortamdan uzaklaşmanın yoluna baktım. Yarın için dinlenmek istiyordum. Barbaros yine aklımı fikrimi birbirine karıştırmıştı. Buraya ülkeme hizmet etmek ve kardeşlerimi bulmak için gelmiştim. Hedefimi unutmamalı duygularımı dizginlemesini bilmeliydim.
O an gözlerim uzaktaki bir silüete takıldı. Fark etmiştim ama bulunduğum konumda bunu tam anlamıyla seçemiyordum. Dürbünü alıp uzaktaki adamı izlemeye başladım. Ivan… Bu saatte kiminle konuşuyordu? Dakikalar sonra bulunduğumuz binaya yaklaştığını fark ettim. Neden bilmiyorum kendimi gizleme ihtiyacı hissettim.
Onun varlığından huzursuz olmuştum. Burada gizli saklı kiminle görüşüyordu? Geceyi odama çekilip yalnız geçirdim. Burada canımızla büyük bir savaşın içerisindeydik. Barbaros‘u düşünmek istemiyordum. Sabaha karşı ele geçirmek istediğimiz sipere yakın bir konuma yöneldik. Hem Yıldırım timi hem de Boşnak güçleri birlikte hareket ediyordu. Oraya vardığımızda bazı Amerikan askerlerini fark ettik. Kuruluşlar nihayet bizim çektiğimiz acıları fark etmiş ve müdahale kararı almıştı. Olayı çözüp tamamen bitirecek büyük hamleler yapmasalar da kısmen destek oluyorlardı. Bundan daha fazlasını yapacak güçte oldukları halde biraz da kamuoyunun etkisiyle bir şeyler yapıyormuş gibi görünmeleri canımı sıkıyordu.
Barbaros ve abim gelen Amerikan askerleri ile selamlaştı. Barbaros’un da onlara karşı temkinli davrandığını biliyordum. Burayı güvenli bir hale getirmek için tim büyük bir uğraş içerisindeydi. Barbaros elindeki dürbünle etrafı kolaçan etti. Buranın stratejik bir önemi vardı fakat yaklaşık 200 metre kadar ilerimizdeki köprü bir tehdit unsuru olarak yerinde duruyordu. Barbaros kendisini dinleyen askerlere, “Olası bir baskında o köprüyü yıkar Sırp milislere karşı koyarız.” Dedi. Haritayı çıkarıp bölgedeki işaretli noktaları diğerlerine gösterdi. “Şu gördüğünüz cephe Sırplar tarafından el ele geçirilmiş. Çok ciddi bir mühimmat ve tıbbi malzeme var. Oradaki yiyecek ve su da uzun süreli ihtiyaçlarımızı karşılamamızda etkili olacak. Bölgeyi ele geçirirsek iki şehir arasındaki akışı keser ve şehri işgal eden Sırplarla merkezdeki Sırpların arasındaki bağlantıyı koparırız.” İki Amerikan askeri onu onayladı.
Gözlerimin önünde haritanın üzerindeki bir başka noktayı kalemle işaretleyip gösterdi. “Şu dağın ardında merkezden çevre şehirlere akış sağlayan bir radyo telsiz hattı var. Bilgi aktarımında oldukça önemli. Aralarındaki iletişimi kesmek için burayı ele geçirmeliyiz. Hat üzerinden yanıltıcı anonslar vererek yanlış bilgi aktarımında bulunur ve düşmanı gafil avlarız.”
Tüm bu sözleri İngilizce söylemişti. Boşnakça ve Türkçe konuşmadığı halde ortamda İngilizce bilen insan sayısı çok olduğu için amacını anlamıştık. Sarışın, bıyıklı bir Amerikalı asker dudaklarının öne doğru toplayıp Barbaros’u memnun sayılabilecek mırıltılarla onayladı.
“Pekala! O halde patlayıcıları yerleştirmeye başlayalım.” Soyadının Marsshal olduğunu anladığım yüzbaşı yanındaki askerlere patlayıcıyı köprüye yerleştirmelerini ve bir fitil çekmelerini söyledi. Bu Barbaros’ta memnuniyet oluşturmamıştı. Abimin yüz ifadesine baktığımda onun da bizimle aynı düşündüğünü anlamıştım.
“Neden bu patlayıcıyı kullanıyorsun?” Dedi Barbaros İngilizce bir şekilde. Marshall askerlerine ve elindeki infilaklı fitili yerleştirmelerini emretti. Köprünün altına yerleştirilen TNT bloklar bu halat gibi ince olan fitili ateşlenmesi ile belli bir zaman aralığından sonra aynı anda patlatılırdı. “Burada kontrol edilemez bir mekanizma var.” Dedi Barbaros gergin bir şekilde. “Fitili ateşe verdiğinde patlayıcıların ne zaman harekete geçeceğini planlayamazsın. Eğer doğru zamanda doğru yerde patlama olmazsa can kaybı yaşanabilir.” Marshall ve yanındaki askerler birbirlerine bakıp özgüvenli bir şekilde güldü.
Marshall Barbaros’un omuzuna hafifçe dokunup sarışın çehresini alayla buruşturdu. Bıyıkları ve yüzü içki içmekten sarımtırak bir renge bürünmüştü. “Hey! Sakin ol dostum! Kontrol bizde! Sorun çıkmayacağına dair söz veriyorum. Tanrı bizimle!”
Barbaros dünyanın en tuhaf sözünü söylemiş gibi dudağını burktu. “Tanrı akıl vermiş Marshall! Bu konumda doğru patlayıcıyı kullanmıyorsun.” Marshall memnuniyetsiz bir nefes verdi. “Bunu ilk kez yapmıyoruz komutan! Duygusal davranıp profesyonelliğine gölge düşürmemelisin!”
“Kablo kontrollü elektrikli patlama yapabiliriz. Anında araba aküsüyle patlayıcı zincir oluştururuz. Düğmeye basınca elektrik akımı gider ve anında patlama olur. Daha güvenli ve sorunsuz… Neden ısrarla kara fitil kullanıyorsun?”
“Ben öyle istiyorum. Kendi işine bak!” Barbaros’un sinirden titrediğini görebiliyordum. Dişlerini sıkarak adamın üzerine yürüdü. Olası bir kavgada kimin öne çıkacağına tahmin etmek hiç zor değildi. Barbaros ne göğsündeki vatan sevgisini ne de baş tacı ettiği bayrağı kimseye ezdirmez gerekeni yapardı.
“Bana ne yapacağımı söyleyemezsin komutan! Şu an bu mevkide böylesi bir patlayıcının kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum. Sözümü tut aksi taktirde yapacaklarımdan sorumlu değilim.” Adamın bakışlarındaki alaycılığın yerini gerginlik ve sinir almıştı. Sahte gülüşleri bile gerçek duygularını gizlemeye yetmiyordu.
“Burada komut yetkisinin bende olduğunu sanıyordum.” Barbaros yumruklarını sıktı. Daha fazla beklemenin anlamsız olduğunu anladılar. Bizden uzaklaşıp bir karar vermek için üstlerine başvurdular. Dakikalar sonra onları uzaktan izlemeye başladım. Barbaros’un sinirle ortamdan uzaklaştığını gördüğümde gidip onunla konuşmamak için kendimi zor tuttum. Şu ortamda küstüğün bir anlamı olmadığını bildiğim halde gururumu yenemiyordum.
Marshall kazanmış gibi elindeki sigarayı ağzına götürdü ve derin bir nefes çekti. Patlayıcı söz konusu fitille köprünün altına bloklar halinde yerleştirilmişti. Marshall kendisine nefretle bakan Barbaros‘a aldırmadan İngilizce, “Fitili ateşle! Kontrollü patlama!” Diye komut verdi. Kızıl saçlı İskandinav genleri taşıdığına yemin edebileceğim tipte genç sıska bir asker kendisine emredileni yaptı. İçimdeki o kötü his yine devredeydi ve bana rahat vermiyordu.
Fitil 200 metrenin 185 metresine kadar yanmaya devam etti. Patlamanın olacağı alandan uzaklaşıp kendimizi koruma altına almıştık. O an tahmin edemediğimiz bir şey oldu. Köprünün üzerinde beliren araç kabuslarınızı gerçek kılmıştı. “Lanet olsun!” diye bağırdı Barbaros. “Patlamaya saniyeler kaldı.” Yıldırım timi bulundukları yerden uyarı atışı yapıp bağırmaya başladı. Fakat gelen askeri araç olan biteni anlamamış gibi kendi ölüm çığlığına koşuyordu. Patlamanın gerçekleşmesi ile birlikte dudaklarımdan bir çığlık firar etti.
“ Allah kahretsin!” Diye bağırdı Barbaros. Marshall ve beraberindekiler “Sorry Sorry!” diyerek öfkesini yatıştırmaya çalışsa da patlamadan sonra Barbaros’un yaptığı ilk şey Marshall’a kafa atmak olmuştu. Marshall küfürlerle burnundan boşalan kanı durdurmaya çalışıyordu. Bizler ise delirmiş gibi parçalanan aracın bulunduğu alana koşuyorduk. Köprü yıkılmış araç dere yatağını bulmuştu. Ne yazık ki etrafa saçılan insan bedeni parçaları ve metaller korkunç sonu özetler nitelikteydi.
“Bu nasıl olabilir?” El kol parçalarının arasında canlı birini bulmak artık bizim için hayal bile değildi. Tim yumruklarını sıkıyordu. Kendilerini dinlemeyen askerlerin üzerine gitmemek için öfkelerini durdurmaya çalışıyorlardı. Barbaros gözlerimin önünde Marsshal’a ikinci yumruğunu geçirdi. Bu sefer özür dilemekten fazlasını yapıp ona karşılık vermeye çalışan asker yüreğimin ağzıma gelmesi için yetmişti.
Barbaros üzerindeki kamuflaj yeleği çıkarıp Marshall’a sert bir yumruk savurdu. Tekmeler ve yumruklar havada uçuşurken başımın döndüğünü ve midemin bulandığını hissettim. Çamurlu yerde debelenip birbirilerini askerlerin içinde örselediler. Barbaros üst üstte ölümcül yumruklar savurunca Marsshal’ın yüzü kan çanağına dönmüştü. Onu üzerinden itip benzer şekilde yumruklamak istedi fakat Barbaros’un tekmesi ağzından daha beter bir kanın boşalmasına sebep olmuştu. “Komutanım durun! Başınızı belaya sokacaksınız!” Dedi Umut! Onu Türkan takip etti. “Bırak sı… ağzına! Hiç bir bo… yiyemezler!”
“Allah aşkına alın şunu komutanımın elinden! Ölüp başımıza bela olacak!” Dedi Ferit. Zeren de fazlasıyla endişeli görünüyordu. Ellerim titredi ve bacaklarımın aniden çözüldüğünü hissettim. Asla böyle olmazdım. Ben mesleğim icabı bundan çok daha beter manzaralarının içinde bulunmuş ve güçlü kalmayı öğrenmiştim. Hiçbiri sarsıcı gelmiyordu artık. Ölümle koyun koyuna yaşamak hayatı ve ölümü herkesten farklı anlamlandırmayı gerektiriyordu.
Saniyeler sonra kendimi nemli toprak zeminde buldum. Düşüşüm timde bazı hareketlenmelere sebep olmuştu. Barbaros’un Marshall’ın dağılmış yüzünü ve parçalanmış yakalarını bir kenara bıraktığını hayal meyal görüyordum. Hızla bana geldi. Başım geriye düşerken sadece dudaklarını görüyordum.
“ Alina!”
🪦🪦🪦
Merhaba canlarım. ☺️🦋 öncelikle son kısmı yazarken Değerli askerimiz Namık Ekin’in Bosna hatıralarına başvurduğumu bilmenizi isterim. Her ne kadar sosyal bilimlerde bilgili olsam da bu daha çok araştırma gerektirir. Bu yüzden röportajlar bana çok katkı sağladı.
Barbaros ve Alina’yı sürprizler bekliyor gibi görünüyor. Siz aralarındaki ilişki dinamiği hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Alina yüzbaşını affedebilecek mi? İşler nasıl ilerleyecek? Bu arada YouTube çalışmaları devam ediyor. ☺️ Seri planlaması yaptım. YouTube kanalımdahenüz video yok ama üçüncüsün geçtim bile sizi bekletmemek için biriktiriyorum. İçerik serilerini öğrenmek için kanalımı ziyaret ederseniz çok mutlu olurum. ☺️ Destekleriniz bekliyorum. Bu eserleri ben yazsam da sizin sahiplenişleriniz bir yerlere getirecek. Bu yüzden bol bol yorum yapmayı ve abone olmayı unutmayınız. ☺️❤️❤️❤️
İnstagram: seyma_yldz_koc
TikTok-Wattpad-Kitappad: syildiz_koc
YouTube: @atomyazar
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.85k Okunma |
327 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |